15. Bölüm

Bölüm 15: Ortak

Nickinci
nickinci

"Lütfen." Öykü'nün sabahtan beri yalvarışlarına sabahtan beri yaptığım gibi göz devirerek cevap verdim.

 

"Hazal n'olur? Lütfen." Bezgin bir şekilde baktım. Uyandığımdan beri başımı şişirmişti.

 

"Olmaz!"

 

"Ama İdil olur dedi. Ne olur sende izin versen. Ne olur bende gelsem. Ne olur-"

 

"Ya kızım biz kurtulmak istiyoruz oradan sen bulaşmak istiyorsun. Böyle bir şeye kattiyen izin veremem!" Kendimden emin bir şekilde merdivenlerden çıkıp odama girdim.

 

Bugün maçım vardı ve Öykü yeraltına inmek için can atıyordu. Ne kadar pislik bir yer olduğunu o kadar anlattığım halde nasıl gelmek istiyordu anlamıyordum. Oraya her türlü gelemeyeceği için bu kadar kasmama gerek yoktu. Gelmiyordu o kadar.

 

 

Gelmişti.

 

Ağlamak istiyordum. Buraya gelmesine nasıl ikna olmuştum hala anlamıyordum.

 

"Çok gizemliyiz! Bu çok heyecan verici!" Sargıyı parmaklarımın arasından geçirirken üzgün bir şekilde ona baktım.

 

"Hâlâ geri dönebilirsin?" Artık o bana gözlerini devirmeye başlamıştı.

 

"Ben ne diyorum sen ne diyorsun!?"

 

"Tehlikenin farkında değilsin. Bu kadar rahat olma derim."

 

"Hazal! Tek seferden bir şey olmaz!" Sıkıntılı bir şekilde nefes alıp verdim. Korkuyordum işte. İzlemeye gelen sapık ruhlu sarhoşlar eğer onu fark ederlerse bu hiç iyi olmazdı.

 

"Keşke İdil'de yanında gelseydi. Sahiden o nerede? Kahvaltıdan sonra işim var diyip çıktı sen biliyor musun ne işi olduğunu?"

 

"Bir tane çocuğa takmış durumda. Neydi adı... Boru gibi bir şeydi." Elimi alnıma koyup odada bir ileri bir geri gitmeye başladım. Kaç kere konuşmuştuk bu konuyu!

 

"Bora!"

 

"Tanıyor musun sende?"

 

"Okuldan! Ne yapacakmış?"

 

"Tam olarak bilmiyorum. Stalk işleri işte."

 

Başına bir iş açmasa bari. Çünkü geldiği zaman asıl işi ben açacaktım onun başına.

 

"Önemli bir durum mu?" Aslında başına bir iş gelmezdi. Çünkü artık onlarla ortaktık. Eskisinden daha da güvende olduğunu söyleyebilirdim. Gerçi... Doruk'un başına silah dayadığımdan dolayı hala ortaklığımız devam ediyor muydu emin değildim.

 

"Aslına bakarsan değil. Senin yanında olsaydı daha iyi olurdu tabi."

 

"Off neyse bırak şimdi İdil'i. Ne zaman iniyoruz aşağıya!" Bir türlü yerinde oturamayan Öykü aynanın karşısına geçip kapşonlusunu düzeltmeye başladı.

 

Kapı iki kere tıklanınca içeriye adını hâlâ öğrenmediğim çocuk girmişti.

 

"Son 10 dakika."

 

"Tamam."

 

Çocuk gittikten sonra son kontrollerimi yaptım. Parmaklarım sıkıca sarılıydı. Saçımda tepeden sıkı sıkı topluydu. Güzel. Hazırdım.

 

"Çıkalım. Tut bakalım elimi."

 

"Tamam anne." Gözlerimi devirip odadan çıktım.

 

"Bak şimdi seni bırakacağım yerde kalıyorsun ve kimseyle muhattap olmuyorsun!"

 

"Tamam!" Gözlerimi kısıp baktım. Öyle yalandan tamam demekle olmuyordu.

 

"Maç bittikten sonra odaya geleyim deme sakın kesin yolu karıştırırsın sen! Bıraktığım yerde kal ben seni oradan alacağım."

 

"Tamam!"

 

"Öykü!"

 

"Tamam dedim Hazal. Çocuk gibi tembihlemene gerek yok. Salak mıyım ben!?"

 

"Evet." O gözlerini devirirken yandan bir gülüş atıp önüme döndüm. Büyük salonun kapısına gelince derin bir nefes aldım. İçerisi her zamanki gibi çok kalabalıktı çünkü daha kapıyı açmadan bağrışma seslerini duyabiliyordum.

 

"Çok heyecanlı!"

 

Kapıyı açıp içeriye girdiğimizde doğru düzgün ilerleyemiyorduk bile.

 

"Vay canına! Hepsi seni izlemeye mi geldi?"

 

"Malesef." Bezgin çıkan sesime gözlerini devirdi.

 

"Burada anlattığından bin kat daha popüler olmalısın. Tarkan'ın konserinde bile bu kadar kişi yoktu!"

 

"Abart!" Bir yandan kalabalığı yarmaya çalışırken bir yandan da Öykü'ye laf yetiştiriyordum.

 

Sonunda salonun en arka köşesine gelince etrafı iyice kolaçan ettim. Güzel. Çok az kişi vardı. Bazıları yanlarında ki kadınlarla ilgileniyor bazıları kavga ediyor ve bir kısmı ise sızmış durumdaydı.

 

"Şunlar ne yapıyor öyle?" Parmağıyla gösterdiği yere bakınca apar topar önüme döndüm ve Öykü'nün başını bu tarafa çevirdim.

 

"Sakın bakma oraya!"

 

"İğrençti!" Evet bence de çok iğrenç bir manzaraydı ama yapacak bir şey yoktu. Burası

Yeraltıydı her köşesi ayrı bir iğrençlikle doluydu.

 

"Sana gelme demiştim!"

 

Boğazını temizledi. "Tamam. Daha başındayız hep böyle devam edecek değil ya."

 

Onu iyice en köşeye çektim. "Sakın buradan ayrılma tamam mı? Maç bitiminde seni burada bulamazsam bulduğum yerde gebertirim. Sakın kimseyle konuşma yanına gelenlere de yüz verme." Arkamı dönüp tam gidecektim ki bir şeyi söylemeyi unuttuğumu fark ettim.

 

"Haa bu arada kimseyi parmakla gösterme!"

 

"Tamam anne!"

 

 

Yeraltına indiğimden beri bir ilk yaşamıştım. Karşıma bir adam yerine kadın çıkmıştı. 30'lu yaşlarda kafam kadar kasları olan dev bir kadın. İlk başta korkutmuştu ama iş kaslarda değil akılda bitiyordu.

 

Bir kaç kafa karıştırıcı ve sert darbelerimden sonra kadın yere yığılmıştı bile. İşim kısa sürünce kafesin dışındakiler beni yuhlayıp bu kadar kısa sürdüğü için isyan etmeye başlamışlardı. Benimse tek yaptığım onlara orta parmağımı göstermekti. Ne yapmamı istiyorlardı son nefesimde mi bitirecektim maçı.

 

Kafes açılınca hızla aşağı inip arka kapıdan çıktım. Hemen kılık değiştirip tekrar içeri girmem ve Öykü'yü bu yerden çıkarmam gerekiyordu.

 

Üzerine bir kaç damla kan bulaşmış olan sargıyı çözüp çöpe attım. Gri kapşonlumu üzerime geçirdim son olarak da sıkıca topladığım saçlarımı açıp kopşonlumu başıma geçirdim.

 

Çıktığım merdivenleri hızlıca indim ve kalabalığın arasına daldım. İnsanları iterek ve aralarında sıkışarak zar zor bir şekilde çıkmayı başarmıştım. Öykü'yü bıraktığım yerde bulamayınca hızla etrafıma baktım. Sakın buradan ayrılma cümlesinin hangi kelimesi ters tepmişti acaba.

 

Birisi arkamdan omzuma iki kere vurunca yavaş bir şekilde döndüm.

 

"Öcüü!"

 

Öykü kollarının yarısını içine çekmiş bir şekilde kapşonlusunun sarkan kollarını gözümün önünde aşağı yukarı bir vaziyette sallıyordu.

 

"Az daha korkudan ölecektim." Baygın bir şekilde bakmaya başladım.

 

Gözlerini devirip kollarını eski haline getirdi. "Seni bilmem ama ben seni güldüremeden öleceğim sanırım." Gözlerimi devirerek kolundan tuttum.

 

"Yürü hadi çıkalım buradan." Öykü bir yandan yürürken bir yandan da kalabalığa bakıyordu. Sanki birisini arar gibiydi.

 

"Neye bakıyorsun sen?"

 

"Beyaz atlı prensime."

 

"Ne?"

 

"Ne olduğuna inanamayacaksın!"

 

"Öykü yine ne yaptın!? Anlat çabuk!"

 

"Seni izlerken birisi yanıma geldi ve ahlaksız bir teklifte bulundu bende onu bir güzel reddettim sonra aradan iki dakika geçmeden tekrar elinde iki bardakla geldi. Sizinle ilk ve son kez gittiğim barda İdil'in bana içirmeye çalıştığı şeye benziyordu. İstemediğimi söyledim ama beni dinlemedi kapşonlumu açmaya çalıştı bende hemen elindeki dolu bardağı alıp adamın suratına çarptım ve onu geriye doğru itekledim. Yarı sarhoş olduğu için top gibi yerde yuvarlandı. Sonra o çirkin, sinirli suratıyla yerden kalkıp tam üstüme yürüdüğü sırada beyaz atlı prensim geldi ve adamı ensesinden tutup götürdü. Aramızda hiçbir konuşma geçmedi hatta suratıma bile bakmadı ama ben hissettim. O çocuk kesinlikle benim beyaz atlı prensim."

 

"Ahh Öykü... gerçekten büyük bir aksiyon yaşamışsın ama üzgünüm Yeraltından sana beyaz atlı prens çıkmaz."

 

"Neden öyle diyorsun! Bir sonraki geldiğimde-"

 

"Heyy dur bir saniye! Bir daha asla ama asla buraya inmeyeceğine dair söz verdin hatırlatırım."

 

"Çok iyi hatırlıyorum hatta tam olarak şöyle demiştim. 'Hazal söz veriyorum bundan sonra yeraltına ne tek başıma ne de seninle ineceğim.' İdil'le inme konusunda bir şey konuşmamıştık."

 

Başımı sana inanmıyorum der gibi iki yana salladım. "Bu konuyu daha sonra konuşacağız önce eve gidelim İdil'de gelsin daha önemli bir meselemiz var." Artık bu gizli numara olayını ve ortaklığımızı anlatmam gerekiyordu. Madem Öykü'de bir süre bizimle yaşayacaktı bu onunda tehlikede olduğunu gösteriyordu.

 

"Yüzünün ifadesine bakılırsa bu mesele ciddi bir mesele."

 

"Evet çok ciddi bir mesele."

 

Kamuflaj olan kapımıza geldiğimize etrafta ki bir kaç kişinin gitmesini bekledik.

 

"Onlar bizi buradan girerken görürlerse ne olur?"

 

"Tahminimce büyük bir isyan çıkar patronda bizi öldürür."

 

"Çok cani bir insan olmalı bu patron."

 

"Çok konuşmada gir içeri." Sonunda ikimizde o yerden sağ salim çıkabilmiştik. Alnımın kenarında biriken teri elimin tersiyle sildim. Sırada konuşmamız gereken ciddi bir mesele vardı.

 

 

İkisine de dikkatli bir şekilde bakıp bu olanların hepsini neden daha önce anlatmadığım için yiyeceğim fırçayı düşündüm.

 

"Hadi artık 5 dakikadır aralıksız bakşıyoruz oturduğum yerde gerildim!"

 

"Gerçekten Hazal neyse bu ciddi mesele anlatmaya başla artık çünkü stalklamam gereken uzun bir liste var."

 

"Bu Bora işini sonra konuşacağız İdil unuttum sanma! Gerçi anlatacağım şeyden sonra artık onu stalklamana gerek kalmayacak uzun bir süre etkileşim içinde olacağız gibi duruyor."

 

"Ne! Yoksa sen... evet kesinlikle öyle! İnanmıyorum sana!" Kaşlarımı çatarak baktım.

 

"Bir saniye sen şimdi bu söylediğim cümleden ne çıkartın?"

 

"Sen Savaş'la sevgili oldun ve artık hep beraber takılacağız. Zaten senin o bakışlarından anlamalıydım-"

 

"Yaa bu Savaş ve Bora kim? Hiç anlatmıyorsunuz!"

 

"Dur bir saniye Öykü! Birincisi ben Savaş'la sevgili falan olmadım! İkincisi ve en önemlisi ne varmış benim bakışlarımda? Nasıl bakıyormuşum!?"

 

"Öykü etkili bir bakış at." Öykü başını hafif yan yatırdı ve gözlerini benim gözlerime kilitleyip arka arkaya iki kez kırptı.

 

"Aynen bu şekilde işte." Elimi alnıma koyup derin bir nefes aldım.

 

"Ben öyle bakmıyorum. Her neyse asıl meselemize odaklanalım. Hani sana hastanelik olduğunda kasıtlı olarak zehirlendin demiştim ya-"

 

"Bir saniye bir saniye. Şimdi ikinizde susuyorsunuz ve sorularıma cevap veriyorsunuz. Birisi İdil'i zehirledi ve siz bana anlatma zahmetinde bile bulunmadınız öyle mi? Şimdi konuşabilirsiniz!" Öykü kollarını çiçek yapıp oturduğu sandalyede arkasına yaslandı ve ikimize de korkutucu olduğunu düşündüğü bakışlarını yolladı.

 

İdil mahçup bir şekilde bakıp Öykü'nün elini tuttu. "Seni bu işe bulaştırmak istemedik."

 

"Ya sana bir şey olsaydı!"

 

"Ama sonuç olarak sapa sağlamım değil mi? Hadi Hazal devam et sen."

 

"Bu konuyu da daha sonra konuşacağız o halde. Sendeyiz Hazal."

 

"O adam beni gizli numaradan aramaya devam etti."

 

"Neden söylemedin!"

 

"O an için öyle karar verdim. Eğer bilirsen karışırsın zarar görürsün diye düşündüm."

 

"Ne olursa olsun anlatmalıydın!"

 

"Biliyorum burada hatalıyım. Bu işin içinden çıkarım sanmıştım ama çıkamadım işler daha da berbat bir hal aldı. O günden sonra tekrar tekrar arayıp tehditlerde bulundu istemediğim şeyleri yaptırdı bana."

 

"Ne gibi şeyler?" Öykü tereddütlü bir şekilde elini çenesinin altına koydu.

 

"Gecenin bir yarısı yolladığı adrese gitmek zorunda kaldım. Aralarında uzun boşluklar olan birçok depo vardı. Tarif ettiği depoda tahmin et bakalım kimler vardı?"

 

"Ciddi olamassın!"

 

"İki grup vardı. Biri onlar diğer gruptakileri tanımıyordum. Aralarında dosya alışverişi gibi bir şey gerçekleşecekti bunu bozmamı istedi benden."

 

"Onlar dediğin bu bahsettiğiniz çocuklar olmalı." Öykü'yü onaylar bir şekilde başımı salladım.

 

"Ee sen ne yaptın. Yakalanmadın inşallah!"

 

Üzgün bir şekilde başımı önüme eğdim.

 

"Yakalandım."

 

"Hihh! Bir şey yaptılar mı?"

 

"Savaş beni yakaladıktan sonra başka bir yere götürdü. Uyandığımda sandalyeye bağlı bir şekilde oturuyordum. Her neyse bunu sadece Doruk benden korktuğu için yapmış." Sanki her şey normalmiş gibi gayet sakin bir tavırla cümlemi bitirdim. Ne kadar tepkili anlatırsam onlar da o kadar büyük tepki verirdi.

 

"Bu sırada ben ne yapıyordum!" İdil hem şaşkın hem de sinirli bir şekilde yerinden kalktı ve bir bardak su doldurdu.

 

"İçine bolca uyku ilacı koyduğum kahveyi içtikten sonra 12 saatlik derin bir uykuya daldın."

 

"Demek o yüzden sabah ki bütün çabalarıma rağmen bir türlü seni uyandıramadım."

 

"Sonuç olarak Savaş telefon kayıtlarını dinlemiş ve adamın ortak bir düşmanımız olduğuna karar vermiş durumda. Yani bir ortak gibi davranıp bu işi beraber çözeceğiz."

 

"Peki okulda beraber takılacak mıyız!?"

 

"Hayır! İdil ben ne anlatıyorum sen neyi düşünüyorsun!"

 

"Vayy be. Birkaç olay daha olsa buradan 2 sezonluk dizi çıkar."

 

"Bu arada Öykü o sabah gelen adam kargocu değildi-" kargocu deyince aklıma sabah ki not gelmişti. Tamamen unutmuştum onu. Hızla yerimden kalkıp notu koyduğum çekmeceden aldım.

 

"Ne o?"

 

"Sabah ki adamın getirdiği not. Tamamen aklımdan çıkmış."

 

"Hangi adam?" Öykü durumu İdil'e anlatırken bende mektubu kenarından yırttım.

 

İçinden samandan yapılan bir kağıt çıkmıştı. Katlı kağıdı açıp masanın üzerine koydum.

 

"Oku hadi ne yazıyor."

 

" 'MEKTUBU ALDIĞIN ZAMAN ARA.' altında da numara var."

 

"Ben korkuyorum."

 

"Öykü emin ol korkmak için daha çok erken. Bu zamana kadar çoktan aramamı beklemiştir. Hemen arıyorum."

 

"Hoparlöre ver."

 

Numarayı çevirip arama tuşuna bastım. Bu sefer ne isteyecekti merak ediyordum. Telefon üçüncü çalışta açılmıştı.

 

"Sonunda notum eline geçmiş olmalı."

 

"İstediğin şeyi yaptım işte. Daha ne istiyorsun benden!"

 

"Sakin ol bakalım atarlı şey. Tıpkı annen gibisin." Söylediği şeyle beraber kızlarla göz göze geldim.

 

Annen gibi derken. Gerçek olandan mı bahsediyordu?

 

"Annem mi?" Konu aile olduğunda hemen gözlerim dolar sesim titrerdi. Bu kısa soruyu sorarken aynı zamanda kalbim de titremişti.

 

"Hemen duygusala bağlama bu ileriki zamanlarda konuşacağımız bir konu. Gelelim dünkü olaya. Kaçtıktan sonra seni bulamadım eve de gelmedin ne oldu?"

 

"Yakalandım." Kızlar bana el kol hareketleriyle neden böyle bir şey yaptığımı soruyorlardı. Bana göre de aptalca bir hareketti ama Savaş böyle söylememi istemişti. Bir planı olduğunu düşünerek hareket etmiştim.

 

"Peki benden bahsettin mi?" Sesinde biraz da olsa korkumu vardı onun yoksa bana mı öyle geliyordu? Oysa ki bana 'Gizli numaradan arayan yaşlı bir adam. Başka?' demişti telefonda konuşurken. Anlaşılan blöf yapıyordu. Yoksa... Savaş'ın onu bulabileceğini biliyor muydu? Peki bulabilir miydi?

 

"Hayır. Başta inanmadı bir süre yanında tuttu ama söylediğim yalan tutmuş olacak ki beni serbest bıraktı."

 

"Yalandan bahset bana." Aklıma hiçbir şey gelmiyordu.

 

"Ya da bahsetme inandıysa sorun yok. Beni kandırmıyorsun değil mi Hazal?"

 

"Kandırmıyorum."

 

"Sana inanıyorum. Bir sonraki görevin için benden haber bekle."

 

"Dur kapatma!"

 

"Ne oldu?"

 

"Hala kim olduğunu söylemedin."

 

"Bunu öğrenmek için daha çok erken." Ne yani daha beraber olacağımız günler mi vardı önümüzde.

 

"Peki seni tanıyor muyum?" Cevap vermeden kapatmıştı.

 

"Çok gerilmeli bir konuşmaydı." Bence de öyleydi.

 

"Sen bana numarayı versene bir şey çıkacak mı araştırayım." Masanın üzerinde ki kağıdı İdil'in önüne ittim.

 

"Sanmıyorum telefonu da hattı da hemen yok etmiştir. Baksana Hazal'ın gerçek annesini bile biliyorsa senin hacker olduğunu haydi haydi biliyordur."

 

Birde şu anne meselesi vardı. Sevim annemden bahsettiğini sanmıyordum o çok tatlı, sevimli ve sakin birisiydi benimle yakından uzaktan alakası yoktu. Kesin gerçek annemden bahsediyordu.

 

Ellerimle gözlerimi ovaladım. Başıma hafif bir ağrı girmişti.

 

"Ben odama çıkıyorum."

 

"Tamam canım. İstersen yarın okula gitme iyice dinlenirsin." Oturduğum sandalyeden kalkıp su dolu bardağı kafama diktim.

 

"Öykü'nün ilk gününü kaçıramam."

 

Öykü büyük bir sevinçle İdil'e döndü. "Hallettin mi!? Ne ara yaptın? Bilgilerimi bile istemedin."

 

"Tatlım sence bilgilerine ihtiyacım var mı? Hepsi burada." İdil işaret parmağıyla başına dokundu.

 

"Emin ol cilt numarana kadar her şeyin ezberindedir." Öykü sevinçle karışık şaşkınlığını yaşarken mutfağı terk edip odama çıktım.

 

Uyumakla Savaş'a mesaj atmak arasında kalmıştım. Bu konuşmayı ona şimdi de bildirebilirdim yarın da. Tabi hâlâ ortaksak.

 

Yaptığım gerçekten çok yanlış bir şeydi. Doruk'a silah çekmek... ya elimden bir kaza çıksaydı. Birisi bunu İdil'e ya da Öykü'ye yapsaydı... ben kolay kolay affedebileceğimi sanmıyorum. Eminim Savaş bana şu an çok sinirlidir. Ortaklık her şeyden önce güveni gerektirirdi ve ben aramızda küçücük bir güven bile oluştuysa eminim bunu o an kaybetmiştim.

 

Kendimi yatağa atıp bir süre gözlerim kapalı sessizliği dinledim. Güven... aslında çok saçma geliyordu. Tehlikeli iki insan nasıl birbirine güvenebilirdi? Ben onlara silah çekmişken... o beni hayal kırıklığına uğratımışken. Bizim aramızda güven falan olamazdı. Çıkarlarımız uğruna birbirimizin arkasından iş çevirmek dışında bir şeye dönüşmeyecekti bu. Ama deneyecektim. Ona güvenmeyi arkadaşlarına güvenmeyi deneyecektim ama tek bir şartla... eğer bu güvenimin karşılığını bulamazsam onlarla anında irtibatı keserdim.

 

Güven yolundaki ilk adımı ben atmak istedim. Mesaj atacaktım. Komidinin üzerinde duran telefonumu alıp rehberde ismini buldum.

 

'Hâlâ ortak mıyız?' Mesajı gönderdikten sonra etrafımı bir pişmanlık duygusu sarmıştı. Yarın sabah yüz yüze konuşmak daha iyi olabilirdi.

 

Aradan 10 dakika geçmişti ve hâlâ mesaj atmamıştı. Yanda duran yastığı alıp suratıma bastırdım. Mesaj atmak hataydı. Ortaklığımız kesin bitmişti. Mesajıma ya dönmeyecekti ya da dönerse bile kesin beni bozacak bir şey yazacaktı.

 

O mesajı atmayacaktım...

 

Duyduğum klik sesiyle resmen yastığı havaya atıp yatakta yana doğru yuvarlandım ve komidinin üzerinden telefonumu aldım.

 

Tamam sakindim. Gereksiz yere fazla heyecan yaptım sadece. Cevabını tahmin edebiliyordum. Hayır diyecekti. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Yaptığım büyük bir şeydi.

 

Ne yazdığını o kadar merak ediyordum ki... derin bir nefes alıp yavaşça gelen mesajın üzerine dokundum.

 

'Evde misin?'

 

Ahh! Sadece mesaja cevap versen olmaz mıydı? Soruya soruyla karşılık vermeyi hobi haline getirmiş olmalıydı. Hem... neden soruyordu ki. Gelecek miydi? Yoksa sadece beni kontrol mu ediyordu?

 

Mesajına tam evet yazıyordum ki hemen geri sildim. Daha atalı 1 dakika olmamıştı saniyesinde cevap vermemeliydim. Telefon başında ondan mesaj beklediğimi düşünmesin. Kendi kendime gülüp başımı iki yana salladım. Ergen miydim ben ne? Yaz gitsin işte.

 

'Evet.'

 

Tekrar kendi kendime gülüp aynanın karşısına geçtim ve makyajımı çıkarmaya başladım. Birazdan sana inanmıyorum çık cama derse şaşırmazdım. Aynada gülen suratıma baktığımda birden ciddileştim. Allah aşkına ne yapıyordum ben? Ne saçmalıyordum? Gerçekten bunu düşünecek kadar aptal mıydım?

 

Gelen mesaj sesiyle pamuğu bırakıp telefonu bıraktığım yerden aldım.

 

'Aşağıya gelebilir misin?'

 

Ciddimiydi o. Telefon elimde bir süre mesaja baka kalmıştım ta ki ekran kendiliğinden kapanana kadar.

 

Şakayı bir kenara bırakıp yatağa oturdum. Karnıma küçük bir ağrı girmişti. Acaba başka bir şey mi olmuştu?

 

'Bir şey mi oldu?' Umarım kötü bir şey yoktur.

 

'Hayır.' Peki... pek inandırıcı gelmemişti ama neyse...

 

'Geliyorum.'

 

Aynada yarım kalan işimi tamamlayıp dağınık duran saçlarımı tepeden toplayacaktım ki saç diplerimdeki acı buna izin vermedi. Bende boş verip saldım saçlarımı. Sadece yataktan kalkmış gibi gözükmemek için elimle üstten düzeltim.

 

Odamdan çıkıp merdivenleri yavaş yavaş indim. Kızlara görünmemem lazımdı yoksa dillerinden kurtulamazdım.

 

Merdivenin bitimine gelince parmak uçlarımda yürüyüp kızlara görünmeden kapının önüne gelmiştim. Kenarda duran ayakkabılarımı giyip anahtarı aldım. Şimdi sırada kapıyı gıcırdatmadan açmak vardı.

 

Kapının kulbunu çok yavaş bir şekilde aşağı indirip kapıyı yavaşça araladım. Dışarı çıkınca da çok yavaş bir şekilde kapattım. İşte bu kadardı.

 

Savaş kapının önünde arabanın içinde beni bekliyordu. Soğuk olduğu için hızlı hızlı yürüyüp hemen arabaya bindim. Umarım bir yere gitmezdik çünkü evde Öykü gibi bir yaratık varken yokluğum çok çabuk anlaşılabilirdi. Hem... üzerimde pijamalarım vardı.

 

Arabaya biner binmez suçluluk duygusu anında etrafımı sarmıştı. Saçımı kulak arkasına atıp ona doğru döndüm.

 

Nereden başlayacağımı bilememiştim.

 

"İlk mesajıma cevap vermedin?" diyerek saçma bir soru ile başlamıştım. Saçma başlangıçlar yapmakta üstüme yoktu.

 

"Buna sen cevap ver. Ortak olmak istiyor musun?" Aslında istiyordum. Birilerine ihtiyacım vardı.

 

"E-evet."

 

"O zaman bukalemun..." oturduğu yerde bana doğru dönüp kolunu oturduğum koltuğun baş koyma kısmına uzattı. Bir nevi kolunu omzuma atmış gibiydi ama temassız olanından.

 

"Bir daha ne bana ne de diğer ortaklarına silah doğrultmak yok. Anladın mı?" Bir daha asla ama asla aynı hatayı yapmayacaktım.

Başka tehdit yolları bulmalıydım.

Başımı onaylar bir şekilde aşağı yukarı salladım. Bu sorunu hallettiğimize göre asıl konuya gelebilirdim.

 

"Adamla konuştum." Bana yandan bir bakış attı.

 

"Anlat." Emir veren cümlesine gözlerimi devirdim.

 

"Önemli bir konuşma değildi. Gece ne olduğunu ve nerede kaldığımı sordu."

 

"Ve..." devam etmemi ister gibi bana baktı.

 

"Söylediğin gibi yakalandığımı söyledim. Kendisinden bahsedip bahsetmediğimi sordu. Bence yakalanmaktan korkuyor. Sesinde korkuyu hissettim." Başını salladı.

 

"Korkmalı zaten."

 

"Bir sonraki görev için haber beklememi söyledi. Bu kadar." Anne konusundan bahsetmek istememiştim. Bence bu konu bizim olayımız dışında kalıyordu.

 

"Peki gizliden mi aradı?"

 

"Hayır. İdil numarayı araştırdı ama sinyal alamadı. Hattı yok etmiş olmalı."

 

"Oturup onu bulmanızı bekleyecek hali yoktu." Evet. Mantıklıydı.

 

Söyleyeceklerim bittiği için bir süre sessiz kaldım. Neredeyse 10 dakikadır arabadaydım yokluğum her an fark edilebilirdi.

 

"Ben-"

 

"Yarın okuldan sonra seni bir yere götüreceğim."

 

"Nereye?" O ve ben. İkimiz. Bir yere.

 

"Gidince görürsün." Ne kadar sorarsam sorayım söylemeyeceğini bildiğim için kendimi yormadım.

 

"Gerçekten akılda soru işareti bırakmayı çok seviyorsun ve ben bunu yapmandan nefret ediyorum."

 

"Alışsan iyi olur bukalemun." Elini uzatıp parmağıyla alnıma dokundu.

 

"Benim yanımdayken bu kaşların daha çok çatılacak."

Bölüm : 29.09.2024 16:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...