
2 gün sonra
Gözlerimi yavaşça kırpıştırırken kollarımı yukarı uzatıp yatakta iyice gerindim. Bugün güneş ışığı beni rahatsız etmiyordu, soğuktan da rahatsız değildim. Sebepsizce mutluydum. Ya da kimi kandırıyorsam... sebebi belliydi. O gece Savaş ben uyuyunca değil sabah 6 da gitmişti. Tam 5 saat omzunda uyumuştum... omzunda...
Tabi o gidişinden sonra bugüne kadar daha görmemiştim ama olsun. Tam 5 saat...
Yüzümden silinmeyen tebessümle yataktan kalkıp banyoya girdim. Bir insan neden 5 saat yarı büklüm kalır ki... ben uyanmayayım diye tabii ki! Hem gitmek istese giderdi. Bence o da kalmak istedi.
Bir yandan dans ediyor bir yandan da dişlerimi fırçalıyordum.
"Sabah sabah bu neşeni neye borçluyuz. Yani seni kolay kolay güldüremiyoruz da şimdi ağzının kulaklarına varma sebebini merak ettim doğrusu." Öykü hayattan bezmiş bir şekilde kollarını önünde bağlamış saçının yarısı toplu yarısı dağılmış bir şekilde giydiği pembe pijamalarıyla bana ters ters bakıyordu.
Ağzımı çalkaladıktan sonra soğuk suyu bir güzel suratıma çarpıp yüzümü havluyla kuruttum.
"Rolleri değişmiş gibiyiz. Ne bu halin."
"Ne varmış halimde."
"Saçın başın dağılmış ve üstelik üzerinde hala pijamaların var maazallah Doruk seni böyle görürse-"
"Evde yoklar o yüzden rahatım." Yine mi... 2 gündür sabahları erkenden çıkıyorlar geliyorlarsa bile gecenin bir yarısı gelip yine sabah erkenden gidiyorlardı.
"Nereden biliyorsun?"
"Sabaha kadar yatamadım. Onlar giderken de seslerini duydum."
Yüzüm hafif asık şekilde dolabın kapağını açtım.
"İdil kahvaltı hazırlamış giyin gel seni bekliyoruz." Onaylayan bir mırıltı çıkartıp odadan çıkmasını bekledim. O gidince dolaptan çıkardığım kıyafetleri yatağa atıp oturdum.
Sabah sabah nereye gidiyorlardı ki? Günlerdir görmüyordum onu ve günlerdir beraberken hele o geceden sonra ona iyice bağlandığımı fark ettim. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da onu tekrar görmek istediğimdi. Bana karşı iyiydi hem de çok iyiydi. Ama kapalı bir kutu gibiydi aynı zamanda. Onun kilidini açmam lazımdı ama bunu ancak o izin verirse yapabilirdim. İzin verir miydi ki?
"Hazal!!" Hızlıca oturduğum yerden kalkıp üzerimdekileri çıkarmaya başladım.
"Geliyorum..." çıkardığım siyah pantolonu ve siyah kazağı giyip saçımı tepeden özensiz bir şekilde topladım. Odadan tam çıkacağım zaman dikkatimi aynalı çekmeceye verdim. Geldiğimden beri orada ne vardı hiç bakmamıştım. Önündeki sandalyeye oturup çekmeceyi araladım. Birkaç takı toka ve makyaj malzemesi vardı. Halka küpeleri severdim. Kutudan küpeleri çıkartıp büyükten küçüğe doğru kulağımda ki deliklerden geçirdim. Kendime bakmayalı uzun zaman olmuştu. Kirpiklerime birazda rimel sürüp kızları daha fazla kızdırmamak için hızlıca odadan çıkıp koşarak merdivenlerden indim.
Mutfağa girdiğimde İdil çayları koyuyordu anlık olarak bana bakıp önüne döndü ama sonra aniden tekrar kafasını kaldırıp dikkatlice beni süzdü.
"Sen... hayırdır?" Bu sözünden sonra Öykü'de beni baştan aşağı süzdü.
"Az öncede mutluydu bu." yüzümü buruşturup sakince masaya oturdum ve çayımı önüme aldım. Benim mutlu olmam onlar için anormal bir şeydi sanırım.
"Ne var ki halimde siz benden daha süslüsünüz." İdil gözlerini devirdi.
"Hazal bu bizim her zamanki halimiz. Ama senin... değil?"
"Off saçmalamayın. Sen hani tablete bakacaktın ne oldu o iş." Konuyu kapatmak için araya başka konuları sokmayı denedim. Eğer üzerime gelirlerse kesin her şeyi patır patır anlatırdım.
"Şarja takmıştım ama o gece hava yağmurluydu yanmış... çalışmıyor." İdil'in isyan eden sesi kulağımı cırmalamıştı. Bezgince dirseğimi masaya koyup başımı elime yasladım. Artık cevaplara ihtiyacım vardı.
"Savaş'la konuşacağım. Onlara da daha fazla rahatsızlık vermeyelim ayrı eve çıkalım." İkisi birden anlamlandıramadığım bir şekilde birbirlerine bakıp güldüler. Komik bir şey mi söylemiştim?
"Savaş değil mi?" Gözlerimi kısıp İdil'e baktım. Ne demek istediğini anlamamıştım.
"Ne Savaş mı?"
"Bu süsün falan onun için." Bunlar böyle şeyleri hemen nasıl anlıyorlardı. Aklımdan geçen şeye kendim şaşırdım. Ben onun için süslenmemiştim ki.
"N- ne alakası var?" Boğazımı temizleyip çayımdan bir yudum aldım.
"Kekeledi!" Öykü sevinçle bana doğru eğildi.
"O de mi?" Gözlerimi kaçırıp bu durumdan nasıl kurtulurdum düşünmeye başladım. Eğer söylersem en başından beri onlara uzak durmalarını söyleyip kendimi kaptırdığım için benimle alay edeceklerdi.
"Gözlerini kaçırdı!" Şaşkınlıkla onlara döndüm. Nasıl...?
"Niye onun için süsleneyim ki?" Bence kızlar her şeyin farkındaydılar sadece onlara itiraf etmemi bekliyorlardı. Benden duyunca ne olacaktı ki sanki.
"Hazal?" Dudaklarımı kemirirken yavaş hareketlerle fışkıran birkaç tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım.
"Ben..." Söyleyip söylememek arasında kalmıştım. Belki bana bu konuda biraz akıl verebilirlerdi. Bunu daha önce hiç sesli olarak dile getirmemiştim. Tamam zor olamazdı.
"Ben biraz... yani sanırım..."
"Evet sen?" Söylememe yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Öykü sandalyesini yanıma çekerken İdil'de masanın etrafını dolaşıp yanımda yere çöktü ve ellerini dizime koydu.
"Söyle..." Bunlar niye bu kadar heyecanlıydı ki. Oysa kalbi deli gibi atan benken...
"Hoşlanıyor olabilirim." Hızlıca ağzımın içinden konuşup bir bardak suyu kafama diktim.
Yanaklarım hafif kızarık kızlara göz ucuyla bakıp bakışlarımı hemen farklı yöne çeviriyordum.
"Bu utanılacak bir şey değil." Ama ben utanıyordum.
"Peki o..?" Sıkıntıyla dirseğimi masaya koyup suratım asık onlara doğru döndüm.
"Sanmıyorum."
"Dur dur dur! En baştan anlat bu sadece hoşlantı mı önce onu anlayalım." Tabii ki de sadece hoşlantıydı. Bu kadar kısa sürede başka ne olabilirdi ki.
"Eminim sadece hoşlantı-"
"Tatlım seni bozmak istemem ama daha önce ne aşık oldun ne birini sevdin ne de hoşlandın. Neyin ne olduğunu nereden bileceksin sen?" Bu resmen bana hakaretti. Tamam daha önce böyle bir şey yaşamamıştım ama yine de neyin ne olduğunu bilirdim. Sadece hoşlanıyordum. Hoşlanıyordum... mu acaba? Fazlası olamazdı. Olmamalıydı. Olmasın. Olsun mu? Yok yok olmasın. Sonuçta karşılıksız bir şey bu fazlası canımı yakardı.
"Hazal?" Düşüncelere dalınca kızların meraklı ve pörtlek gözlerle bana baktığını unutmuştum.
"Hımm?"
"İlk nerede etkilendin?" Biraz eskilere gittim. İlk ne zaman etkilendim ondan? Balo? Yok yok öncesinde barda dans etmiştik o zaman olmuştu. O zaman mıydı? Biraz daha geriye gittim. Yağmurda yürürken olabilir mi? Bana kapşonlusunu vermişti. Hem o zaman ona istemsizce el sallamıştım. Sanırım o zamandı. Emin olmak için biraz daha düşündüm. O zamandan önce yeraltında... ELİMİ TUTMUŞTU! Kesin o zamandı. Elimi tuttuğunda heyecanlanmıştım. Kesin- hayır o zaman değildi. Bütün düşünceleri bir kenara bırakıp o günü hatırladım. İlk etkilendiğim zaman onu ilk gördüğüm zamandı. Uzun uzun bakışmıştık o zaman hissetmiştim bir şeyler olacağını.
"Daldı gitti yine."
"Hazal? Biz buradayız peynire bakmaktan vazgeç." Kızların seslenmesiyle kendime gelip onlara döndüm. Yüzümde istemsizce oluşan hafif tebessümü onlar bir anlam çıkarmadan silip yavaşça yutkundum.
"Hatırladım."
"Nerede!?" Öykü heyecanla eğilip elimi tuttu.
"Okulda."
"Ne zaman!?" Diğer elimide İdil tutup heyecanla gözlerime baktı. Kalbim küt küt atarken kelimelerimi dilimden serbest bıraktım.
"İlk gün." Kızlar ağızlarını kocaman açarken birbirlerine bakıp aynı anda konuştular.
"İLK GÖRÜŞTE!" Gülerek başımı kaşıyıp onlara baktım. Benden heyecanlıydılar.
"İlk görüşte olunca ne oluyor yani?" Öykü ayağa kalkıp ellerini yanlara doğru uzattı.
"Genelde ilk görüşte aşk derler-" hızlıca ayağa kalkıp elimle ağzını kapattım.
"Şşt! Biri duyup yanlış anlayacak. Yok öyle bir şey." Elimi ağzından çekip işaret parmağımı tehditvari bir şekilde salladım.
"Bana bakın bu o kadar büyük bir şey değil tamam mı!?" Öykü burnunu kırıştırıp yerine oturdu.
"Tamam mı!?"
"Tamam."
"Tamam."
"Kimseye bir şey söylemek yok! Size söylediğime pişman etmeyin sakın. Sadece hoşlantı gelip geçici bir şey-"
"Gönül işlerini hafife alma derim."
"İdil!" Elini dudağına götürüp hayali bir fermuar çekti.
"Tamam sustum."
"Dediğim gibi gelip geçici. Bu iş bitince herkes kendi yoluna gidecek!" Kızlar aynı anda şaşkınlıkla bana baktı.
"Karışmayacağını söylemiştin!" Gözlerimi kapatıp birkaç saniye bekledim.
"En azından ben kendime yoluma gideceğim onu unutacağım. Sakın bu konuda bana baskı yapmayın."
"Sadece tek bir şey söyleyeceğim ve bir daha sen isteyene kadar bu konuda ağzımı bile açmayacağım." Kollarımı önümde bağlayıp belimi masaya yasladım.
"Dinliyorum?" Öykü saçlarını geri atıp karşıma geçti ve ellerini omzuma koydu.
"Bak bazı insanlar bazı insanlarda derin izler bırakabilirler tamam mı? Birini sevmek ona aşık olmak kötü bir şey değil. Zamanı geldiğinde sende aşık olacaksın-" konuşmak için ağzımı açtığımda bana fırsat vermeden konuşmasına devam etti.
"Hiç inkar etme bu olacak. Savaş ya da bir başkası. Ömrü hayatın boyunca yalnız kalacak değilsin ya?"
"Ben yalnızlığımla mutluyum."
"Sıkılacaksın. Birilerini arayacaksın. Bazı şeyleri paylaşmak isteyeceksin."
"Siz varsınız."
"Hazalcım. Güzelim zorlama! Gün gelecek, olacak dedim." Gülerek çenemi kaşıdım. Ben kendimi biliyordum. Kaba ve serttim. Kim benim gibi bir oduna aşık olurdu ki.
"O gün geldiğinde biz yine buradayız tamam mı? Şimdi ya da yıllar sonra. Sen eğer o çocuğa karşı bir şeyler hissediyorsan kendini geri çekme ve sakın korkma. Eğer o da sana karşı bir şeyler hissediyorsa mutlaka bir yerden açık verecektir."
"Hıhı. Aynısından." İdil masada yerine geçmiş eline aldığı bir kase çilek reçelini ağzına yüzüne bulaştırarak yerken bir yandan da bizi dinliyor ve arada başını sallayıp Öykü'ye destek veriyordu.
İkimizde gözlerimizi devirip yerimize oturduk. Tamam kabul iyi konuşmuştu. Eğer o da bana karşı bir şeyler hissediyorsa bir yerden açık... sanırım vermişti! O gece bana anlattıktan sonra demişti ki Bence bir gün sana anlatacaktım. İlerisini düşünmüş... Daha önce kimseye anlatmadığı anısını bana anlatmıştı. En yakın arkadaşlarına bile anlatmamıştı. Dirseğimi masaya koyup başımı elime yasladım. Yüzümde istemsizce bir tebessüm oluşmuştu. O gün hakkımda birçok şeyi merak ettiğini de itiraf etmişti. Sanırım o çoktan açık vermişti.
"Yine ne hatırladın?"
"Sanırım o bahsettiğin açığı iki gün önce verdi."
"Biliyordum biliyordum! Hazal bence bu çocuk o çocuk!" Kendime gelip silkelendim. Bazen onu düşünürken şapşallaşıp kendimden geçiyordum.
"Ama biraz daha emin olmalıyım."
"İstediğin kadar emin ol çocuğu elinden kaçırma yeter." Gözlerimi devirip kahvaltıya başladım. Kaçmazdı değil mi?
"Reçel güzelmiş." İdil boş kaseyi masaya koyup diğer yiyeceklere göz gezdirdi. Bu hareketine Öykü ve ben kahkahalarla gülerken İdil bize aldırış etmeden başka bir kaseyi önüne aldı. Tombiğim benim...
⚫
Soğuk bedenimi etkisi altına alırken hızlı adımlarla ağaçlık bölgeye doğru yürüdüm. Sabahki bu hoşlantı meselesi beni o kadar germişti ki... bir sigara içip rahatlamaya ihtiyacım vardı. Kızlar fark etmeden bulduğum ilk boşlukta evden çıktığım için montumu almaya vakit bulamamıştım.
Sigarayı yakıp hızlıca birkaç nefes çektikten sonra acele etmedim. Biraz daha iyiydim. Sırtımı ağacın birine yaslayıp gözlerimi kapattım. Bu mesele gittikçe ciddi bir hal almaya başlamıştı. Evet ondan hoşlanıyordum ama onunla ilerisini düşünebilir miydim emin değilim.
Sonuçta babası mafyaydı Savaş'ta bu işlerden uzak durmuyordu. Her anı tehlikedeydi. Benimde öyleydi gerçi. O beni ister miydi ki? Ne saçma sapan soru bu be. Meseleyi gittikçe kendi kafamda büyütüyordum. Bu şey eminim gelip geçici bir şeydi. Sadece daha fazla bağlanmamaya dikkat etmeliydim o kadar.
Sigaradan kalan kısmı son nefesimle çekip bitirdim. Donmak üzereydim. Ellerimle kollarımı ovuştururken eve doğru yürümeye başladım. Birkaç ağacı geçtikten sonra duyduğum inlemeyle hemen yanımdaki ağacın arkasına saklandım. O da neydi?
Ses tekrar gelince geldiği yere odaklanmaya çalıştım. Sanırım evin hemen arkasından geliyordu. Ağaçların arkasına saklana saklana eve biraz yaklaştım. Ses daha çok acı çeken birine ait gibiydi.
Ses tekrar gelince eve biraz daha yaklaştım. Korumaların beklediği yerde bir kapı vardı sanırım korumanın biri içerideydi diğer korumada içeri girip ardından kapıyı kapattı. Orada ne vardı ve o ses kime aitti. Meraklı adımlarla kapıya kadar gelip etrafı kontrol ettim. Kimse yoktu. Tahta kapıyı yavaşça aralayıp içeriye göz gezdirdim. Evin altına doğru merdiven iniyordu. İçeriye birkaç adım attığımda kapı kendiliğinden kapandı ve her yer karanlığa büründü.
Korkuyla etrafıma baktım hiçbir şey göremiyordum. Sanırım girmemem gereken bir yere girmiştim. Çıkmak istedim ama içinde kaldığımız evin altında ne vardı daha doğrusu kim vardı merak ediyordum. Yavaş ve temkinli adımlarla basamakları inmeye başladım. Tahta basamaklar küçük küçük gıcırdarken ayağımın altındaki kumların sürüklenişini duyabiliyordum. Merdivenler bittiğinde elimle önümü kontrol ederek ilerlemeye başladım. Kalbimin sesi kulaklarımda yankılanırken korkuyla birkaç adım daha attım. İleride sarı loş bir ışık görüyordum. Bastığım yere dikkat ederek devam ettim. Konuşma seslerini duymaya başlamıştım.
"Sıkılığını kontrol et tekrar kaçmasın." Kim? Aklıma biri geliyordu ama onun buradan gittiğini sanıyordum.
Işık sayesinde artık her şeyi daha da net görebiliyordum. İleride ayakta iki adam vardı. Bunlar bizim korumalardı. Sessizce oraya biraz daha yaklaşıp üst üste dizilmiş kolilerin arkasına saklandım. Ortada direğe bağlanmış bir adam vardı. Yüzünü göremiyordum ama gömleğinin kol kısmına bulaşmış kanları ve yere düşmüş gümüş yüzüğü görebiliyordum. Bu oydu. Ama onu buradan göndermemişler miydi? Buraya sadece kan kaybından ölmemesi için pansuman yapmaya getirdiler sanıyordum. Sorgulama başka yerde yapılmalıydı. O adam burada olmamalıydı. Bu hepimizin canının tehlikede olduğunu gösteriyordu. Savaş nasıl böyle bir düşüncesizlik yapabildi? Ya diğerleri? Kimsenin aklına gelmiyor muydu adamın kaçmaya yelteneceği? Ve bunu başarmış bir de.
Sakin kalmaya çalışıp iyice kolilerin arasına karıştım. Bu adamla konuşmalıydım.
"Akşam yemeği vermeyin. Aklı başına gelsin biraz." Korumalar bu tarafa doğru gelmeye başlayınca kendimi iyice geriye çektim.
"Geliyor. Yolda." Kim? Kim geliyordu? Tahta kapının sert sesini duyunca olduğum yerden çıktım. Kolilerin arasından çıkıp adama doğru ilerlediğimde beni hala fark etmemişti. Başını önüne doğru eğmişti. Yaralı kolu beyaz bez parçasıyla bağlanmıştı. Görebildiğim kadarıyla yüzü gözü kan içindeydi. Adamı fena benzetmişlerdi.
Soğuktan kollarımı ovuştururken attığım son adımda bastığım dal çıtırdadı. Durdum. Adam başını ağır ağır kaldırırken göz göze geldik. Yüzüne yediği dayakların izin verdiği kadar gülümseme yerleştirip başını arkasında ki direğe yasladı.
"Gözüm yollarda kalmıştı." Adamın bağlı olmasından cesaret bularak birkaç adım daha yaklaşıp aramızda yaklaşık 1 metre kalınca durdum.
"Kimsin sen?"
"Bu soruyu asıl benim sormam gerekiyor. Kimsin sen!?" Adamın dediklerini anlamayarak bir adım daha yaklaştım.
"Kim olduğumu bilmiyor musun?" İnsan neden tanımadığı birinin peşine düşer ki? Adam kahkaha atarak başını öne eğdi. Aklı yerinde miydi bunun?
"Doğru soruları yanlış kişiye soruyorsun küçük." Adama bir adım daha yaklaşıp aynı hizaya gelene kadar eğildim.
"Ne demek istiyorsun?"
"Bana değil kendine sor. Kimsin sen?" Ben kimim? Ben Hazalım...
"Ne?" Tekrar kahkahalarla gülmeye başladı.
"Bilmiyorsun. Sen gerçekten hiçbir şey bilmiyorsun."
"Ben neyi bilmiyorum? Anlamıyorum seni açık konuş."
"Sen küçük kız... sen her şeyin başlangıcısın ve yine sen son noktayı koyacak olansın." Yüzü birden ciddileşti. Ne demekti bu? Ben neyin başlangıcıydım hiçbir şey anlamıyordum. Bu adam benim hakkımda ne biliyordu ki böyle konuşuyordu?
"Ben..."
"Sen bu hikayenin en masumusun ama üzgünüm en çok zararı sen göreceksin." Korku bütün bedenimi ele geçirirken diz kapaklarımın üzerine düşüp dehşetle adama baktım.
"Ne diyorsun sen? Ben kime ne yaptım?"
"Sen hiçbir şey yapmadın..." başını arkaya yatırıp bir süre bana baktı.
"Sen... kimilerine cennet olurken kimilerine cehennem olacaksın. Ve sen!" Birden kendini öne doğru atıp yüzünü yüzüme yaklaştırmaya çalıştı. Yerimde sıçrayıp kendimi geriye doğru çektim.
"Cennetinde son günlerini yaşıyorsun. Cehennem sıcağına girmeye hazır ol. Baban seni öldürmek için orada bekliyor olacak!" Gözlerim kocaman açılmış ağlayarak ayağa kalktım. Ba... babam? Öldürmek için?
Adam hala bağırarak bir şeyler söylerken ben onu duymuyordum. Nefes alamadığımı hissettiğimde koşarak buradan çıkmak istedim. Çarptığım kutuları umursamadan gürültüyle merdivenleri çıktım. Sonunda kapıya ulaştığımda var gücümle asılıp açtım kapıyı ve kendimi dışarı attım.
"Hazal? Senin! Orada! Ne! İşin! Var!?" Sert adımlarla bana doğru ilerleyen Savaş yüz ifademden bir şey olduğu anlayıp birden durdu. Sakin adımlarla yanına gittim. Şoktaydım. Tek yaptığım ağlamaktı.
"Ne oldu sana?" Parmağıyla gözümden akan bir damla yaşı sildi.
"Donmuşsun sen!" Üzerindeki montu hızlıca çıkarıp omuzlarımın üzerine örterken hiç konuşmadan başımı göğüsüne koydum. Kollarını beni ısıtmak istercesine sarıp yavaşça başımı okşadı.
"Biz... buradan hiç ayrılmadık ne zaman içeri girdi-" tek elini kaldırıp adamı susturdu.
"Adamı kontrol edin!" Vücudunun gerildiğini hissedince ondan ayrıldım. Yavaş yavaş kendime geliyordum. Islak yanaklarımı avcumun içiyle silerken onunla göz göze gelmekten çekiniyordum.
"İyi misin?" Başımı aşağı yukarı salladım.
"Sana bir şey mi yaptı?" Konuşmak istemiyordum. Başımı iki yana sallayıp akan son damlayı da elimin tersiyle sildim.
"Neden yüzüme bakmıyorsun?" Tek omzumu hafifçe yukarı kaldırıp indirdim. Benim açtığım arayı küçük bir adımda kapatıp elini yanağımla boynum arasına koydu.
"Konuş benimle."
"Ben... sadece yok olmak istiyorum." Başını yana yatırdı. Gözlerini bir süre kapalı tutup derin bir nefes aldı.
"Olmaz." Gözlerim hafif açılırken elimi yüzümde ki elinin üzerine koydum. Olmaz mı?
"Neden?" Gözlerini aralayıp elini tutan elime baktı. Cevap vermedi yaptığı tek şey omzunu hafifçe kaldırıp indirmek oldu.
⚫
"Hazal bir şey söyle artık! Bak ne olduğunu bilmezsem sana yardımcı olamam." Oturduğum yerde arkama yaslanıp bacaklarımı kendime çektim.
"Ne dedi sana? Ne söyledi de sen oradan o halde çıktın?" Söylemeli miydim? Anlıyorum ki bu ne Savaş'ın ne kızların ne de diğerlerinin meselesiydi. Bu sadece benim meselemdi. Babam...? Beni öldürmek isteyen babam kimdi? Anıl'da ona mı çalışıyordu?
"Hiçbir şey." Bir ileri bir geri giden Savaş olduğu yerde birden durup bana baktı. Biliyorum karşımda salak yoktu. Hızlıca yanıma gelip yatağın başucuna eğildi.
"Hiçbir şey? Hiçbir şey mi seni bu hale getirdi?" Tek yaptığım omzumu yukarı kaldırıp indirmek oldu. Biliyorum bebek gibiydim ama ona bir şey söyleyemezdim. Elleriyle yüzünü ovuşturup derin bir nefes aldı. Sinirlenmeye başlıyordu.
"Bak adam 2 gündür tek bir kelime dahi etmedi. Sana konuşmuş işte. Anlat! Anlat ki çözelim şu işi."
"Önemsiz şeyler..." gözlerini bana dikip karşıma oturdu. Anlatmamı bekliyordu ama ne anlatacaktım ki.
"Buradan kurtulacağım, seni yakalayacağım, hayatını cehenneme çevireceğim... bu tarz şeyler. Korktuğum için öyle tepki verdim."
"Bu kadar mı? Sadece bunları mı söyledi? Başka bir şey yok mu?" Başımı iki yana salladım.
"Yok... sordum. Görevi sadece beni yakalamak o da başka bir şey bilmiyor."
"Hazal..."
"Doğruyu söylüyorum Savaş. Bak kendime geldim iyiyim ben. Hem adamı orada görünce de şaşırdım zaten burada sakladığınızı bilmiyordum. Gerçekten korktum sadece." Merdivenlerden birisinin koşma sesleri geliyordu. Savaş ayağa kalkıp son kez bana baktı.
"İyi misin?" Gülmeye çalışarak başımı salladım. Odadan çıkacağı zaman kapı hızla açıldı. İçeri giren İdil şaşkınca önce Savaş'a sonra bana baktı.
"Özel bir şey konuşuyorsanız sonra da gelebilirim?" Savaş başını iki yana salladı. Omzunun üstünden bana baktı.
"Konuşmamız bitmişti zaten." Odadan çıkıp kapıyı kapattığında İdil kaşlarını çatarak yanıma oturdu.
"Ne oldu size?" Gözlerimi Gözlerimi kapatıp başımı yatağın başlığına dayadım.
"Yalan söyledim."
"Yalan mı?"
"Ondan bir şeyler sakladığımın farkında buna sinirli."
"Ne saklıyorsun ki?" Tepki vermedim.
"Benden de mi saklayacaksın?" Başımı kaldırıp ona baktım.
"Bu onunla benim aramda-" uzanıp elimi tuttu ve bir öpücük kondurdu.
"Anladım. Üzülme zamanla her şey düzelecek. Şu sıralar Bora'yla benim aramda biraz limoni ama biliyorum düzelecek." Şaşkınlıkla ağzım açılırken yanağımı gıdıklayan saçlarımı kulağımın arkasına aldım.
"Siz... ikiniz ne ara?" Gülerek yerinde dikleşti.
"2 hafta olmak üzere bilirsin hızlı kızımdır."
"İdil... zaten tanışalı 1 ay anca oldu siz birbirinizi ne ara tanıdınız da sevgili oldunuz?"
"Hala tanıyoruz sadece buna sevgiliyken devam edelim dedik." Gülerek yüzümü avuçlarımın arasına aldım.
"Peki Öykü ve Doruk?" Bir şoku daha atlatabilirdim.
"Onların ki biraz farklı..."
"Nasıl yani?"
"Doruk Öykü'ye karşı ilgili ama yeterince değil. Sevgilisi yokmuş Bora söyledi ama... bir şey var. Ya Öykü'den etkilenmedi ya da unutamadığı birisi var." Aklıma hemen Yiğit'in kız kardeşi geldi. Unutamadığı kız o olabilirdi.
"Sen ilk geldiğinde biraz heyecanlıydın-" endişeyle yerinden kalktı.
"Patron geldi!" Patron mu? Patron... HASTANE! Hemen ayağa kalkıp endişeyle elimi boynumda gezdirdim.
"Neden gelmiş? Söyledi mi bir şey?"
"Neden mi? Hazal gelmesi normalmiş gibi konuşmayı bırak. Patron diyorum! Bizim burada olduğumuzu nereden biliyor. Çocuklar mı söyledi yoksa? Ne işi var ki burada?"
"İdil! İdil sakin ol!" Omuzlarından tutup onu durdurdum. Bunca şey arasında ona söylemeyi unutmuştum.
"Patron Savaş'ın babası." Gözleri büyüyüp şaşkınlıkla ağzı açılırken bir süre sessiz kaldı.
"Babası mı?" Hafifçe gülerek başımı salladım.
"Yalnız bu çok büyük tesadüf değil mi? Yeni bir okula kayıt oluyoruz orada bir grup oğlanla tanışıyoruz ve onları aynı zamanda yeraltında da görüyoruz ve bunlardan birisinin babası Patron." Evet büyük tesadüftü.
"Aynı zamanda okulun sahibi de Patron." Tesadüf? Bu gerçekten tesadüf olabilir miydi? Bana tesadüf olmaktan çok her şey ayarlanmış gibi geldi. Ama bu nasıl olabilirdi ki. Rastgele bir okul seçmiştik... Rastgele?
"İdil okulu sen seçtin değil mi?" Bir şey söylemek için ağızını açtı ama geri kapattı. Ne?
"Birisi tavsiye etti bende araştırdım düzgün bir okuldu, neden?" Birisi? Biz oraya bilerek yönlendirilmiştik.
"Hiç. Aşağı inelim hadi neden gelmiş öğreniriz." Odadan çıktığımızda aklımda bu konuyla ilgili birçok soru vardı. Bu zamana kadar yaşanan her şey ayarlanmış gibi geliyordu. Ama bence buradaki kimse bunun farkında değildi. Savaş bile...
Aşağı indiğimizde herkes oturmuş derin bir sohbete dalmıştı. Üçlü koltukta tek başına oturan Bora'ya doğru ilerledik. Daha doğrusu ben İdil'i takip ediyordum. Bora'nın yanına oturmak yerine koltuğun diğer kenarına oturdu. Gülmemeye dikkat ederek ikisinin arasına oturup arkama yaslandım. Bora İdil'e bakarken İdil başını hafif yukarı kaldırmış diğerlerine bakıyordu. Bu bakışı bilirdim. Bu bakış milli trip bakışımızdı.
Birinin beni izlediğini fark edince soluma baktım. Savaş gözlerini hiç kırpmadan bana bakıyordu. Tamam bu biraz tedirgin ediciydi. Önüme dönüp patrona baktım. O da bana bakıyordu. Ne? Patron başıyla mutfağı işaret etti. Konuşacaklarımız vardı biliyorum ama bu kadar erken beklemiyordum. Birkaç saat önce yaşadığım olayın gerginliğini daha yeni üstümden atıyordum.
Kalkmaya yeltendiğimde İdil elini bacağıma koyup beni durdurdu. Bakışmamızı mı görmüştü yoksa? Tedirginlikle ona döndüm.
"Çıkma aramızdan!"
"Su içicem İdil!"
"Kızım kalkma işte ya." Zorla elini bacağımdan çekip ayağa kalkabilmiştim. İdil'in kötü bakışları eşliğinde mutfağa girdim. Dolu sürahiden bir bardak su doldurup kafaya diktim. Patron benimle ne konuşacaktı acaba.
Masaya dayalı sandalyelerden birini çekip oturdum. İçeri Patron girip hemen ardından kapıyı kapattı. O girince panikleyip ayağa kalkmıştım.
"Otur kızım otur." Sakince yerime oturup ellerimi masaya koydum. Patron da karşıma oturup gözlerini bana dikti.
"Hoş geldiniz." Hafifçe gülümsedi.
"Ben hoş geldim de seni pek hoş bulamadım." Kaşlarını çatıp biraz öne eğildi.
"İyiyim... iyiyim ben." Sesim biraz çatlak çıkmıştı. Boğazımı temizleyip yerimde dikleştim.
"Bak kızım 20 yıldır doktorum ben hastalarımın gözünden ne hissettiklerini kolayca anlayabilirim. Korkmuşsun sen belli." Gözlerim dolarken dişlerimi birbirine bastırıp bakışlarımı başka yöne çevirdim.
"Ne oldu sana?" Yerinden kalkıp yanıma oturdu.
"Korkuyorum." Elini başıma koyup yavaşça saçlarımı okşadı.
"Neyden?" Derin bir nefes aldım.
"Konuştum o adamla."
"Savaş söyledi. Ona anlatmamışsın. Ama bir şeyler sakladığının farkında."
"Artık kimseyi daha fazla bu işe bulaştırmak istemiyorum."
"Böyle düşünmen çok normal ama bu yalnız başına atlatabileceğin bir şey değil."
"Sizin de bir şeyler bildiğinizin farkındayım. Bakın ben aptal değilim. Daha ilk günden şüphelendim sizden. Bizi yanınıza almanızdan. Kim yolda gördüğü birini mekanın da dövüştürmek ister ki? Sonra ailemin ölümünün kaza değil cinayet olduğunu söylemeniz bence sizin okulunuza kayıt olmamızda tesadüf değil. Yaşadığım onca şey. Aklımda o kadar soru var ki... ama hiçbirine cevap bulamıyorum. Kafayı yemek üzereyim!"
"Bende bunun için buradayım zaten. Artık bazı şeyleri ögrenmen gerekiyor."
"Ben bazı şeyleri değil her şeyi öğrenmek istiyorum Levent Bey! Arkadaşlarımı daha fazla tehlikeye atmak istemiyorum. Saklanmak istemiyorum. Ben özgür olmak istiyorum artık!"
"Anlıyorum seni bunaldın-"
"Anlayamazsınız!" Elimi şakaklarıma götürüp başımı başka yöne çevirdim. Sakin olmalıydım.
"Ne öğrendin? Anlat bana bende hikayede ki boşlukları doldurayım." Derin bir nefes alıp patrona döndüm.
"Her şeyi anlatacağınıza söz veriyor musunuz?" Başını hafifçe yukarı aşağı salladı.
"Bir babam olduğunu ve beni öldürmek istediğini öğrendim." Hangi baba evladını öldürmek isterdi ki. Neden böyle bir şey istesin. Ben ona ne yaptım? Onun kim olduğunu bile bilmiyorum.
"Babanın kim olduğunu söyledi mi sana?" Olumsuz anlamda başımı salladım.
"Siz ne biliyorsunuz?" Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı.
"Söyleyeceklerim sana ağır gelebilir." Bir babam olduğunu öğrenir öğrenmez beni öldürmek istediğini öğrendim. Bundan daha ağır ne olabilir?
"Dinliyorum."
"Anıl benim eski ortağımdı." Kaşlarım hafif yukarı kalkarken ona doğru dönüp dikkatle dinlemeye başladım. Ortak mı?
"20 yıl önce veya daha fazla bir zaman oluyor... o zamanlar Anıl evliydi. Çok erken evlenmişti. Erken evlenmesinin sebebi hasta olmasıydı."
"Hasta mı? Neyi vardı?"
"Böbreklerinden biri iflas etmek üzereydi. Kendine uygun bir donör bulamadı çok aradı ama bulamadı. Tek çareyi evladında buldu. Dünyaya bir çocuk getirip şansını deneyecekti ama çocuk sahibi olması da zordu. Çocuğu olmuyordu. Yıllarca eşiyle birlikte uğraştı. Fakat yıllar geçtikçe o kadar asabileşmişti ki. Sadece kendini düşünür oldu eşine çektirmediği eziyet kalmadı." Anlattıklarını şaşkınlıkla dinliyordum.
"Bir gün Tanem bize geldi."
"Tanem?"
"Eşi Tanem..." Tanem... güzel isimdi.
"Bize geldiğinde çok kötü haldeydi. Her yeri morluklar içindeydi. Biz bu kadarını bilmiyorduk ama uzun zamandır kadını dövüyormuş hırsını ondan çıkarıyormuş. Eşim Meryem artık bu işe son vermek istedi. Tanem ve Meryem çocukluklarından beri yakın arkadaşlardı. Meryem arkadaşını o halde görmeye dayanamadı onu geri göndermedi. Tanem'i Anıl'dan bir süre sakladık. Bu sürede Tanem'in hamile olduğunu öğrendik. Çocuğu Anıl'a vermek istemiyordu. Buna bizde izin veremezdik. Sakladık onu. Anıl'ın bu çocuktan haberi olmaması gerekiyordu."
"Levent Bey peki tüm bunların benimle ne ilgisi var?"
"Sabret kızım anlayacaksın." İçimden bir ses bu işin sonunun iyi bitmeyeceğini söylüyordu.
"Aradan biraz zaman geçti Tanem doğum yaptı. Ama çocuğun Anıl'dan olmadığını iddia ediyordu. Anıl'la evlenmeden önce zaten başka birisiyle ilişkisi varmış. Sonradan öğrendik ki zaten Anıl'la da zorla evlenmiş. Doğumdan sonra o adamla kaçıp yeni bir hayat kuracaktı." Hala bu konunun benimle ne ilgisi vardı anlamıyordum.
"Kaçtılar buna bizde yardımcı olduk. Ama Anıl hala Tanem'in peşindeydi. Aradan 1 yıla yakın bir zaman geçti. Bir gün işten eve döndüğümde eşimi yerde kanlar içinde buldum." Şaşkınca Patrona baktım. Ölmüş müydü yoksa?
"Yaşıyordu." Aklımdan geçeni okumuş gibi soruma cevap vermişti. Sesini kalınlaştırıp sırtını dikleştirdi.
"Eğer ölmüş olsaydı Anıl'da bugüne bugün ölü bir adam olurdu." Yavaşça başımı salladım. Hikaye gittikçe ilginçleşiyordu.
"Sonra?"
"Meryem kendine geldiğinde her şeyi anlattı. Anıl gelmiş hararetli bir kavgaya tutuşmuşlar. Nasıl bilmiyorum her şeyi öğrenmiş. Çocuğun peşine düşmüştü. Sonra neler yaşandı bilmiyorum ama Tanem'in öldüğü haberini aldık. Ama ortada çocuk falan yoktu." Elim şaşkınlıkla ağzıma giderken aklımda tek bir soru vardı.
"Çocuk nerede?"
"Tanem ölmeden Meryem'e mektup bırakmış. Bebeği başka bir aileye vermiş onu bulup bizim sahip çıkmamızı istiyordu."
"Buldunuz mu peki?" Gözlerini benden ayırmadan cevap verdi.
"Çok aradık. Meryem her geçen yıl umudunu kaybetmeye başlamıştı ama bulduk." İçimden bir şeylerin koptuğunu hissedince yavaşça ayağa kalktım.
"Kim?" Ben doğru mu anlıyordum. O- o bebek ben olabilir miydim?
"Kim!?" Sorumu sakince tekrarladım. Ben Anıl'ın kızı olamazdım.
"Biliyorum senin için zor..." Elim şaşkınlıkla ağzıma gitti.
"Be- ben miyim?" Kalbim deli gibi atarken güç almak istercesine masadaki örtünün ucunu tuttum.
"Sen Tanem'in kızısın." Bu son cümle beynimde yankılanırken gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Hep bundan daha kötü ne olabilir dediğimde daha beteri oluyordu.
Tam ortadaydım. Bilen bilir bir yerin tam ortasında olmak hiçbir yere ait olmamanın ilk durağıdır. Yıllardır ilk durakta bekliyordum ben ama belli ki ilk durağın hiçliğinde kaybolmuştum.
"Hazal?" Bacaklarım kıvrılıp yere düşerken bırakmadığım örtü ve üzerindekiler de benimle birlikte yere kavuştu. Kırılan bardağın parçaları etrafa saçılırken avuçlarım gevşedi.
O adam annemi öldürmüştü... O adamın ölümü benim elimden olacaktı. O beni bulmadan ben onu bulacağım. Canı için yalvarırken hiç acımayacaktım ona.
Bundan sonra daha az kırılmak için daha kötü bir insan olmam gerekiyordu. İntikam için olurdum. Annem için... olurdum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |