
Düşünemiyordum. Nefes alamıyordum. Onun gelmesini bekliyordum çünkü o her şeydi. Lanet olsun ne ara bu hale gelmiştim. Artık onu hayallerime katmayı geçtim bir saniye dahi haber alamadığımda boğulacakmış gibi hissediyordum. Yoktu... Savaş ortada yoktu.
Sinirle elimdeki telefonu yatağa atıp ayağa kalktım. Delirecektim! 4 gün dedi 1 hafta oldu ortada yoktu. Neden bunu yapıyordu ki!? Haber vermek, iyi olduğunu söylemek bu kadar zor olamazdı. Sesini duymayı geçtim tek bir mesajına dahi razıydım. Bu böyle olmamalıydı. İnsanların sevdiklerini bu kadar endişelendirmeye bu kadar üzmeye hakkı olmamalıydı. 5 saniye... bir mesaj atmak sadece 5 saniyeydi.
Kapımın hızla açılmasıyla elimi ağrıyan başımdan çektim. İdil'in gülen yüzü beni bu halde görünce asıldı ve omuzlarını indirip paytak adımlarla yanıma geldi.
"Halâ haber yok mu?" Başımı olumsuzca salladım. Çocuklar halâ Yeraltı'nda olduğunu ve işinin uzamasının sebebini bilmediklerini söylüyorlardı. Bende yedim.
Tamam ona çok sinirliydim ama bir yandan da ona kötü bir şey olmuş olabileceğini düşünüyordum. Bu düşünce aklımdan hiç çıkmıyordu. Savaş... düşünceliydi. Beni habersiz bırakmazdı en azından ben onu öyle tanıyorum. Ona ne kadar sinirli olsam dahi bir şey olmuş olmasına karşın beni habersiz bırakmasını tercih ederdim. Çünkü eğer ona bir şey olursa... aklımı kaybedebilirdim. Ahh! Ben neden böyleydim! Kötü düşünceleri aklımdan atmalıydım.
"Korkma, o... iyidir. Savaş yani bu. Dalyan gibi çocuk bir şey olmaz ona."
"Evet dalyan gibi çocuk ve ben bu dalyan gibi çocuğu 3 yaşında bir kediymiş gibi seviyorum." Öykü kapı pervazında durmuş bizi izlerken söylediğim cümle üzerine büyük bir kahkaha patlattı.
"Kedi mi? Tatlım..." içeriye girip çenemi nazikçe kavradı.
"Aşk pembe bir gözlük gibidir." Pembe gözlük?
Kızlar kendi aralarında şakalaşırken yatağa oturup telefonumda mesaj var mı diye tekrar kontrol ettim. Yoktu.
"Bu kadar takma." Öykü cümlesinin sonunu uzatarak yanıma oturdu.
"Görürsün birkaç gün sonra çıkıp gelecek ve söyleyeceği birkaç yalanla gönlünü alacak sende üzüldüğünle kalacaksın."
"Savaş bana yalan söylemez." İdil kendinden emin bir ses çıkartıp dizlerimin dibine çöktü.
"Canım benim erkeklerin hayatının 3'te 2'si yalandır." Öyle midir gerçekten? Savaş bana yalan söyler mi? Neden söylemesin ki? Öykü haklıydı. Birden bire çıkıp gelecek ve söyleyeceği birkaç yalan ve güzel sözle gönlümü alacaktı. Ben de zaten daha gözlerimin içine bakmasında eriyip gidiyordum ne derse inanacaktım. Bir de geldiğinde beni öpecekmiş. Çok beklersin!
"Siz sıkılıyordunuz değil mi?" İkisi de birbirine bakıp kocaman gülümsedi.
"Göreceksin bu parti sana iyi gelecek." Parti? Ahh çoktan plan yapmışlardı bile.
⚫
Aynada son görüntüme bakarken hüzünle yine yatağa çökmüştüm. En son onun için bu kadar özenli hazırlanmıştım. Ahh... her şey bana onu hatırlatmak zorunda mıydı?
"Hazır mısı-" odaya giren Öykü beni baştan aşağı süzerek yanıma geldi.
"Her seferinde çıtayı arşa çıkartmak zorunda mısın?" Gülerek yerimde sallandım. Siyah kısa dar bir elbise giymiş altına da yine siyah bir topuklu giymişti. Asıl detayı ise arkasındaydı. Elbisenin arkası yok denilecek kadar yoktu gerçekten. Makyajı ise... tam bir göz alıcıydı. Bu kız bu işte çok iyiydi. Yatağın kenarında duran krem rengi rugan stilettoları ayağıma geçirip kalktım. Giydiğim kırmızı straplez elbise bedenime tam olmuştu. Diz kapağımın bir karış yukarısında biten uçuşan kalın etekleri ise ayrı bir hava katıyordu.
"Abartmadığımıza eminsin değil mi?" Yanıma gelip dalgalandırdığım saçlarımı arkaya attı.
"Daha kaç kere söyleyeceğim. Kız sosyetenin babası. Oraya bir gidelim göreceksin gözüne en sade biz geleceğiz." Başımı salladım. Umarım öyle olurdu.
"Okuldan kimler gelecek belli mi?"
"Birkaç bilindik isim var ama... çoğu kişi gelmeye cesaret edemiyor. Kızım büyük parti diyorum."
"Canım o Selin geliyor mu gelmiyor mu demek istiyor." Ne ara içeriye girdiğini bilmediğim İdil boy aynasından kendini süzüyordu. Pudra, kalın askılı -sivri göğüs detayı gözümden kaçmamıştı- eteği tülden olan elbisesiyle gerçekten hoş görünüyordu. Elbisesinin parlak taşları gözümü alınca daha fazla bakamayıp önüme döndüm.
"Selin...? Ha şu kız. Seninki de sorumu tabii ki de geliyor."
"O zaman-"
"Evet Melis'te geliyor."
"Peki Damla?"
"Damla kim?"
İdil uzunca bir nefes alıp kollarını önünde bağladı.
"Damla bir zamanlar Selin'in tayfasındaydı şimdi ki durum ne bilmiyorum. Ama iyi kızdır. Ve gelecek mi gelmeyecek mi bilmiyorum."
Hepimiz aynada kendimizi incelerken beklenmedik anda gelen mesaj sesiyle resmen yatağa atlamıştım. SAVAŞ YAZMIŞTI!
"Tamam... birazdan burası ya büyük bir kavgaya şahitlik edecek ya da aşk kokusundan geçilmeyecek ve ben buna katlanmak zorunda değilim. Sizi aşağıda bekleyeceğim." Öykü çıkarken İdil de arkasından koşturuyordu.
"Beni de bekle!"
Kızlar çıktıktan sonra attığı mesajı okumadan arama tuşuna bastım. Günler sonra sesini duyacak olmak beni heyecanlandırmıştı. Telefonu anında açar açmaz konuşmasına izin vermedim.
"İyi misin önce onu söyle!?" Bir an duraksadı. Cevap...?
"İyiyim." Sesi biraz şaşkın çıkmıştı. Daha çok sorumu çok garipsemiş gibiydi.
"Neden?" Neden mi? Elimi alnıma götürdüm. Sinirlenmeye başlıyordum. İyiydi ve endişemin farkında bile değildi.
"Neden mi? 1 haftadır sana ulaşamadığım için olabilir mi?" Sakin kalmaya çalıştım. Sakin ol... sakin ol... sonuç olarak iyiydi.
"Yeraltı'nda olacağımı söylemiştim..." şu sanki hiçbir şey yokmuş gibi ve her şey yolundaymış gibi çıkan ses tonundan bir an önce vazgeçebilir miydi!?
"4 gün kalacağını söylemiştin. 1 hafta oldu!?" Sesimdeki sertliği daha yeni fark ediyordu ve eğer bir an önce normale dönüp beni anlamazsa çok kötü olacaktı.
"Sen yine sinirlenmişsin... sonra mı konuşsak acaba?" Kaçmaya çalıyordu. Hıh! sanki ne yapacağımı sanıyorsa ona.
"Hayır şimdi konuşacağız!"
"Tamam..." gözlerimi kapatıp birkaç saniye bekledim.
"Seni beklediğimi biliyorsun. Neden işinin uzadığını haber vermiyorsun Savaş?"
"Sorun olacağını düşünme-" sinirle ayağa kalkıp elimi belime koydum.
"Sorun olacağını düşünmedin mi!? Merak ettim! Sana bir şey oldu sandım gerizekalı! Az daha oraya inecektim-"
"Ne!? Gerçekten buraya gelmeyi aklından geçirdin mi!?" Acı bir gülümsemeyle yatağa çöktüm. Neler hissettiğim umurunda dahi değildi.
"Kapatıyorum ben." gözlerim dolmuş dudaklarımı ısırırken ağlamamak için zor tuttum kendimi. Neredeydi o anlayışlı, düşünceli adam?
"Dur! Hazal dur kapatma bak oraya geliyorum-"
"Gelme."
"Çoktan yola çıktım bile."
"Savaş gelme! Evde olmayacağım." Bir an duraksadı. Boğazını temizliğini duydum.
"Ne-nerede olacaksın?" Sinsice gülümseyip aynanın önünden çantamı aldım. Bunu sen istedin. Madem beni anlamıyorsun o halde daha beteriyle karşılık alıp anlayacaksın.
"Dışarda."
"Ama nerede?" Derin bir nefes alıp çıktım odadan.
"Söylemezsem sorun olmaz herhalde." Telefonu kökten kapatıp çantama attım. Sorun olacağını düşünmemişmiş. O halde nereye gittiğimi, orada ne kadar süre kalacağımı ve kiminle olacağımı bilmemesi de sorun olmazdı.
Merdivenlerden aşağıya indiğimde kızlar çoktan kapıda dikilmiş beni bekliyorlardı. Önceden askıya astığım siyah kürkü giydim.
"Partinin alkolsüz olduğuna eminsiniz değil mi?"
"Eveet! Artık bize güvenebilirsin. Geçen gün haklıydın... biz akıllandık artık."
Evden çıktığımızda taksi çoktan gelmiş bizi bekliyordu.
"Neden sizin arabalardan biriyle gitmiyoruz?"
"Kalabalık olur orası yer bulamayız."
"Bu bir bahane değil." Gözlerimi devirip taksinin arka kapısını açıp bindim. İdil'in ehliyeti yoktu ve yolda çevirmeye takılırsak kendimizi ifşa ederdik. Başımızda ki bu dertten kurtulana kadar İdil'e araba yoktu. Benim ise moralim bozuk olduğu için araba kullanmak istemiyordum.
Taksi yola koyulduğunda telefonumu açıp açmamak arasında kalıp en son merakıma yenik düşüp açmıştım. Birkaç mesaj bildirimi üst üste gelirken kaç defa aradığına baktım. Sadece 2 defa mı? Birde 2 tane mesaj atmıştı. Gerçi daha 5 dakika olmuştu telefonu kapatalı.
'Aç hemen!'
'Hemen!' Güldüm.
Dışarıya baktığım an da telefonumun titremesiyle irkilip ekrana baktım. Arıyordu. Ne yapacağımı bilemeyip meşgule attım birden. Vay be! Savaş Kılıçoğlu'nu meşgule atmayı bırak telefonu yüzüne bile kapatmıştım.
'Ne kadar kaçarsan kaç o konuşmayı bu gece yapacağız.' Hani sonra konuşmak istiyordun? Hıhh! Beni bulursan yapardın tabii. Ya bulursa? Ama nasıl bulacaktı ki? Endişeyle kızlara döndüm.
"Partiye gittiğimizi kim biliyor?"
"Kimse."
"Bora? Doruk?" İdil dikiz aynasından bana bakıp gözlerini devirdi.
"Saçmalama! Bora'ya söylesem beni bırakır mı takılır peşime! Tam bir parti çocuğu. Kesin haberi vardır bu partiden ama kontrol ettim sinyali evden geliyor." Bakışlarımı Öykü'ye çevirdim.
"Bana hiç bakma. Biz konuşmayı kestik." Gözlerimi devirip önüme döndüm. Yine mi?
"Ya Bora da seni takip ediyorsa?"
"Ediyor zaten." O zaman Savaş yerimi hemen bulurdu.
"Şşt." Sinsice gülüp arkasını döndü.
"Beni evde sanıyor çünkü telefonumu evde bıraktım." Rahat bir nefes verip arkama yaslandım. Güzel bir gece olacaktı... olmalıydı.
Taksi durduğunda çevreye göz attım. Partinin yapılacağı ev hemen göze çarpıyordu. Rengarenk ışıklarla ışıklandırılan ve dışarıya taşan müzik sesi insanı rahatsız ediyordu. Bu tarz şeyler hiç bana göre değildi.
"Asma artık suratını. Eğlenmene bak sen her şey düzelir." Çoktan arabadan inmiş bana kapımı açıp elini uzatan Öykü'ye baktım. Haklıydı. Bu kadar dert etmemeliydim. Elini tutup çıktım arabadan. Ne kadar benlik olmasa da sosyalleşmeliydim. Bu aralar o kadar içime kapanmıştım ki... gidip açılmalıydım biraz.
Evin kapısının önüne gelince İdil zile bastı.
"Gergin olmayı bırakın. Kızla okulda sağlam bir ilişkimiz vardı beni gördüğüne sevinecek."
Kapıyı gözlerine zıt koyu mavi elbise giymiş bir kız açtı. Sıradan hepimizde gözlerini gezdirdi en son İdil'de sabit kaldı.
"İdil!" Kollarını anında birbirlerine dolarlarken Öykü'nün göz devirdiğini gördüm. Kolumla belini dürtüp hafifçe kıkırdadım ve önüme döndüm. Kıskanmıştı.
"Hoş geldin! Geleceğini hiç düşünmemiştim gitmeden seni gördüğüme çok sevindim."
"Pelin Bozkurt'tan özel davet almışım gelmez miyim?" Gözüm hafifçe açılırken yutkundum. Kız Bozkurt'lardan mıydı? Bu aileyi tanımayan yoktu ve biz şu an onların partisindeydik. Tamam işte şimdi biraz ilgi çekici olmuştu. Bu aile iyi bir aileydi hep bağışlarıyla gündem olurlardı. Umarım içerideki dostları da iyi insanlardır.
"Ahh! Tanıştırayım. Kardeşim Hazal." Kız elini uzatınca samimi bir tebessümle elini sıktım.
"Ve yine kardeşim kadar yakın olan arkadaşım Öykü." Öykü yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirip kızın elini sıktı.
"Memnun oldum. İçeri geçin lütfen."
İçeriye girdiğimizde bizi büyük bir kalabalık karşılamıştı. Yoğun bir parfüm kokusu anında etrafımı sararken yüzümü buruşturmamaya gayret ettim. Kendime pencere kenarından bir yer seçmeliydim. Tekrar kapının çalmasıyla Pelin yanımızdan ayrılırken kızlarla salondan içeri girdik.
Gözüme ilk başta Selin olmak üzere tanıdık simalar ilişmişti. Selin... çeşit çeşit atıştırmalıkların bulunduğu masanın başında Melis'le hararetli bir konuşma yapıyordu. Onu izlediğimi hissetmiş olacak ki başını kaldırıp bana baktı. Beni baştan aşağı süzerken yüzünde mimik dahi oynamamıştı. Soğuk bakışlarımı ondan çekip arkamı döndüm. Onun yüzünü dahi görmek istemiyordum.
Tanıdığım herkeste tek tek bakışlarımı gezdirdim. Damla yanındaki birkaç kız ve bir erkekle keyifli bir sohbete dalmıştı. Yanından geçerken anlık olarak göz göze geldik ve bana gerçekten samimi diyebileceğim bir gülümseme gönderdi. Ayıp olmasın diye aynı şekilde bende ona gülümsedim.
Ve Yiğit... o da buradaydı. Kalabalık bir erkek grubuyla gürültülü bir şekilde gülüşüp eğleniyordu. Onun dışında tanıdık birkaç kişiyi daha inceleyip kızlarla camın önünde dikilmeye başladık. Herkes kendi halinde eğleniyordu. Ortam biraz karanlık arkadan çalan gürültülü pop şarkı insanları biraz hakeret ettiriyordu.
"Haa! İnanmıyorum Karadağlı'ların vârisi de burada!"
Kızların baktığı yöne bakınca sarışın oğlanı gördüm. Tek başına salonun bir köşesinde oturmuş telefonuyla ilgileniyordu.
"O çocuk bana sosyal medyadan yazmıştı." İdil'le anında Öykü'ye dönerken o ne ara aldığını bilmediğim mavi içeceğini pipetle höpürdetiyordu.
"Ne? 3 gün sürdü ve ilk buluşmamızda beni ekti." Gülerek önüme döndüm.
"Yağmurlu havada onu 2 saat beklediğime halâ inanamıyorum. Çaktırmadan üzerine vişne suyu dökmeliyim." Öykü yanımızdan ayrılınca İdil'in yanına kaydım.
"Şuna bak!" Bakışlarıyla gösterdiği yere baktım. Melis...
"Sence güzel mi?" Elimi omzuna koydum.
"Nereden çıktı şimdi o?"
"Bir zamanlar Bora'yla çıkmışlar. O yüzden halâ onun peşindeymiş."
"Bunu sana Bora mı söyledi?" Başını salladı.
"Bora'nın geçmişi çok kabarık. Kime sorsam çapkın diye tanımlıyor eminim bu salondakilerin yarısıyla bir geçmişi olmuştur. Bazen o gönül eğlendirdiği kızlardan biri miyim diye düşündüğüm oluyor." Yok artık der gibi bakışlarımla ikaz ettim onu.
"Saçmalama... sana bakışlarını gördüm seni gerçekten seviyor."
"Gerçekten mi?"
"Evet... senden daha güzelini bulamaz çünkü yok."
"Teşekkür ederim." Uzanıp yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. "İyi ki varsın."
Bir süre daha etrafı inceledikten sonra İdil tanıdık birkaç kişinin yanına uğrayıp geleceğini söyledi ve gitti. Öykü de ortalıklarda gözükmüyordu. Derin bir nefes alıp yağan karı izledim. Kışın son günlerindeydik. Mevsim değişsin istemiyordum. Kışı severdim. Soğukla aram iyiydi. Sıcaktan nefret ederdim.
Birinin arkamda boğazını temizlemesiyle dışarıyı izlemeyi bırakıp camın yansımasından gelene baktım. Kaşlarım şaşkınlıktan hafif yukarı kalkarken arkamı döndüm. Damla?
"Selam..." çekingen bir tavrı vardı.
"Selam." Bizim... konuşacak neyimiz olabilirdi ki?
"Biliyorum şaşırdın... ama bir art niyetim yok. Sadece... sen yalnızdın bende öyle. Konuşmak istedim." Elindeki dolu bardaklardan birini bana doğru uzattı. Tamam... onu kırmayacaktım.
Hafifçe tebessüm edip bana uzattığı bardağı aldım.
"Nasılsın? Okula da gelmiyorsunuz artık?" Limonatadan bir yudum alıp kuruyan boğazımı ıslattım.
"Evet... öyle olması gerekti ama iyiyiz. Sen?"
"Ben... bilmiyorum. Kuzenim gidiyor." Elindeki içeceği hafifçe yukarı kaldırıp Pelin'e gülümsedi. Demek kuzenlerdi.
"Tek bir arkadaşım vardı zaten artık o da olmayacak yani... nasıl olduğumu bilmiyorum." Dudaklarımı ıslatırken başımı salladım. Üzgündü...
"Melis var... selin-"
"Artık yoklar." İçli bir nefes alıp verdi. Bu kız çok yalnızdı.
"Hayatta düzeltilemeyecek bir şey yoktur. Sadece zamana bırak." Şu an Damla'ya Selin'le arkadaşlığına devam etmesi için destek oluyordum. Garipti.
"Bu... öyle bir şey değil. Biz... tahmin dahi edemeyeceğin şeyler yaşadık artık bunun geri dönüşü yok." Başımı sallayıp içeceğimi yudumladım. Çantamın içinde titreyen telefonumu çıkarıp arayana baktım. Ahh! Vazgeçmeyecek miydi? Onu meşgule atıp önüme döndüğümde Damla çoktan gitmişti bile. Etrafta ona bakınırken Selin'le göz göze geldim. Damla yanıma geldiğinden beri bizi izliyordu farkındaydım. Bakışlarını benden ayırmadan yanıma doğru yürümeye başladı. Ah... başlıyorduk yine.
"Neden gittiğim her yerde karşıma çıkıyorsun?"
"Biliyor musun bende sana bunu soracaktım. Yoksa beni takip mi ediyorsun?" Takip? Gülerek başımı iki yana salladım.
"Gerçekten kendini fazla önemsiyorsun-" cümlemi bitiremememin nedeni tekrar tekrar çalan telefonumdu. Ne var Savaş!? Ne!? Sinirle tekrar meşgule atarken önüme döndüm. Arayanın Savaş olduğunu görmüştü.
"Savaş nasıl?" Sorduğu soruyla şaşırmıştım. Bunu neden bana soruyordu ki?
"Seninle Savaş hakkında konuşmayacağım." Gözlerimi bir süre tavana diktim. Neden bugün sürekli birileri tarafından sınanıyordum? Neden ben...? Bu böyle olmayacaktı.
"Sanane! Neden onu sorup duruyorsun? Neden peşinde dolanıyorsun? Onun umurunda değilsin Selin bunu biliyorsun!" Elinde ki bardağı camın önüne koyup saçını geriye doğru attı.
"Bak... sana nasıl anlatsam? Savaş'la benim ilişkim çok farklı..." sonlara doğru sesi titreyince dolan gözleriyle etrafa baktı. Senin! Savaş'la! Bir! İlişkin! Yok!
Ah... gözlerimi birkaç saniye kapatıp sakin kalmaya zorladım kendimi. Bu işi artık gerçekten çözmemiz gerekiyordu.
"Dışarı çıkalım." İkimizin bir araya gelişiyle çoğu kişinin dikkatini çekmiştik ve Selin'i azıcık tanıdıysam herkesin içinde ağlamayacaktı. Beni anında onaylayıp önden yürümeye başladı. Salondan bahçeye açılan kapıdan çıkıp evin arka tarafında ki çift kişilik tahtadan bahçe salıncağına oturduk. Bir süre konuşmadı üstelemedim, nefes alması için izin verdim. Çok gergindim. Selin'le... doğru düzgün konuşabilecek miydik bilmiyorum?
"Ben... onu tanıdığımda 8 yaşındaydım..." onu benden önce tanımış olmasını kıskanıyordum.
"Arkadaştık. Annelerimiz içeride kahvelerini yudumlarken biz de ödevlerimizi yapardık sadece o kadar." Güldüm. Savaş'ı ödev yaparken düşünemiyordum Selin'le beraber yaparken düşünmek istemiyordum.
"Biz iyiydik yani. Ortaokulda yakınlaştık biraz..." derin bir nefes alıp ona baktım. Ağlıyordu ama aynı zamanda gülüyordu da. Ne yani bir zamanlar sevgili mi olmuşlardı? Peki benim neden bundan haberim yoktu!?
"Yani ben öyle sanmışım. Koruyordu beni, bana ilgisi var sandım. Ama yokmuş. Bunu bana çok güzel bir şekilde ifade etti." Güzel. En azından ona umut vermemiş. Peki bu aptal neden halâ onun peşindeydi.
"Sonra o liseye geçti. Birkaç olay yaşandı. Abisi..."
"Biliyorum." Başını salladı.
"Uzaklaştı benden, herkesten. Birkaç yıl görmedim. Şimdi ise bu yıl birden geri döndü. Unuttum sandım unutamamışım." En azından artık ilk zamanlarda ki gibi kendimi araya girmiş kara kedi gibi hissetmiyordum. Onların zaten oluru yoktu. Savaş... tanıyordum onu. Selin onun tarzı değildi.
"Ben-"
"Sen... geldin sonra. Benim yıllardır yapamadığımı yaptın."
"Ne yaptım?"
"Önce onun dikkatini çektin. Sonra hayatına girdin, onu güldürdün-"
"Benden önce de gülüyordu."
"Evet gülüyordu ama ne bana ne de başka bir kıza!" Sustum. Öyle miydi gerçekten? Benim dışımda başka bir kıza gülmüyor muydu?
"Ve en sonunda ne yaptın ne ettin onu kendine aşık ettin." Aşık mı? Savaş bana aşık mıydı? Hayır daha o kadar olmamıştı.
"Niye şaşırdın? Yoksa sana itiraf etmedi mi?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Seni seviyorum bile dememişti ama zaten demesine gerek yoktu. Biliyorum seviyordu. Ama aşık olmak... tamam ben salaktım ona aşık olmuştum ama o? Bu kadar çabuk mu? Beni daha tam tanımadan?
"Bana etti."
"Ne dedi!?" Merak ve heyecan karışımıyla ona döndüm. Durdu birkaç saniye. Yutkunmakta zorlanıyordu aynı benim gibi. Şu an Savaş'ın bana aşk itirafını Selin'den dinleyecektim. Selin'den!
"Anlamıştım zaten ilk geldiğinizde. İlk günden bakışları değişmişti. Aptal kafam o zaman vazgeçmeliydim ondan. Biliyor musun onun hayatına girdiğin günden beri doğru düzgün yüzüme dahi bakmıyor!" Dudaklarını ısırıp gökyüzüne baktı. Tamam... üzerine gitmemeliydim anlaşılan. Onun için zor olmalıydı.
"Bu zamana kadar hep seni suçladım içimde ama hata bendeydi. Ondan vazgeçemeyen bendim. Her fırsatta kapıları sertçe yüzüme çarpmasına rağmen vazgeçmedim ta ki 1 hafta öncesine kadar." Yeraltı'na indiği gün... ne olmuş olabilirdi ki?
"Ne oldu o gün?" Merakla söyleyeceklerini bekledim.
"Evine gittim. Odasında onu bekledim. Bu sefer açık açık söyleyecektim. Her şeyi itiraf edecektim. Gerçi biliyordu ya bir de yüzüne karşı söylemek istedim. Belki gözlerime bakarsa bir şeyler değişir diye düşündüm." Yani onu ayartmaya çalıştın! Her neyse benim için önemli olan Savaş'ın tepkisiydi.
"Bir ara hiç gelmeyeceğini düşündüm. Saatlerce bekledim ama sonunda geldi." ve... seni kovdu değil mi?
"Anlattım... içimdekileri döktüm ona. Karşılık vermeyeceğini biliyordum ama bir umut bekledim işte. Bir şey demedi. Sonra bir cesaret uzandım onu öpmek için." Hızla yerimden kalıp havuzun başına geldim. Onu nasıl öptüğünü duymak istemiyordum. Evet kesinlikle bunu duymak istemiyordum. Pislik! Onun sevgilisi bendim ben! Ben varken bunu nasıl yaparsın? Bu kadar karaktersiz misin?
"İtekledi beni!" Ne? Omzumun üstünden ona baktım.
"Fırlattı resmen duvara! Git dedi!" Çaktırmadan derin bir nefes alıp verdim. Aferin.
"Hayatımda ilk defa ona bağırdım. Gör beni dedim. Seni gerçekten seven benim dedim. Kendimi kaybetmiş gibiydim ağzıma ne gelirse söylüyordum. Sonra söyledi işte... kalbimi sökse daha iyiydi."
"Ne... dedi?"
"Ben ona aşığım dedi." Kalbim bu itiraf karşısında birazdan duracakken elimi enseme götürdüm. Ciddi miydi o? Bunu söylemiş miydi? İnanmalı mıydım?
"Şu zamana kadar hayatında ki tek kız benken o... aşkını sana itiraf etmişti." Derin bir nefes alıp yerime oturdum. Sanki uzun bir yol koşmuş gibi nefeslerim sıktı.
"Anlamıyorum... sen onu ne kadar tanıyorsun ki? Hakkında ne biliyorsun? En sevdiği yemeği biliyor musun? Ya da en sevdiği filmi? Kitabı? En sevdiği hayvanı? Rengi? Şehri? Bunlardan hangi birini biliyorsun?" Hiçbirini... haklıydı onu tanımıyordum ama öğreniyordum. Bazen birisine aşık olmak için onun hakkında ki tüm gerçekleri bilmeye gerek yoktu. Zaten ona olan ilgimde merakla başlamıştı ya.
"Ben onun... şefkate en çok ihtiyacım olduğu zaman beni sıkıca sarmalamasına, benim derdimi dert edinmesine, beni çok ince düşünmesine aşık oldum."
"İşte asıl anlamadığımda bu. Benim yıllardır sahip olamadığım şeye sen nasıl sahip olabilirsin?"
"Belki o da benim cesaretime aşık olmuştur, dik kafalılığıma, aptallığıma aşık olmuştur. Bilmiyorum Selin... sen de olmayıp da bende olan ne inan bilmiyorum. Belki senin o saçma muhabbetleriden sıkılmıştır. İnsanlara olan o küstah bakışlarını, boş egonu sevmiyordur." Durdum biraz. Üzerine fazla mı yükleniyordum acaba.
"Biz birbirimizi anladık tamam mı? Birbirimizin acılarını hissettik yaralarımızı beraber sarmaya çalıştık. İstedik, denedik ve oldu. Sevdik birbirimizi." Bir süre hiç konuşmadı. Düşünüyordu. Bence haklıydım ve o bunun farkına yeni varmıştı.
"Her neyse. Sana bunları anlattım çünkü... artık hayatınızda olmayacağım." Aniden kalkıp gittiğinde derin bir nefes aldım. Huh! Ne konuşmaydı ama. Ama anlamıştım onu... reddedilmek ağrına gidiyordu. Tamam olabilir... ama ne istiyordu ki Savaş'ı onunla paylaşamazdım ya!
Demek bana aşık olmuştu. Gülerek arkama yaslanırken gözlerimi kapattım. Soğuk umurumda dahi değildi. Şu an da Savaş dışında hiç kimse, hiçbir şey umurumda dahi değildi. Bütün sinirim bir anda geçmişti. Selin'le konuştuktan sonra rahatlayacağımı kim tahmin edebilirdi ki?
Telefonumun çalmasıyla kendime geldim. Yine arıyordu. Ekranı sakince kaydırıp telefonu kulağıma dayadım.
"Kızım sen beni delirtmek mi istiyorsun! Niye açımıyorsun lan telefonlarımı!" Sinir küpüne dönmüştü. Şu an bana lan demesi bile umurumda değildi.
"Hazal çok ciddiyim-" durdu birkaç saniye. Arkadan gelen müzik sesini dinledi.
"O ses ne? Neredesin sen?" Gülümsedim. Ya sen bana aşık mı oldun...
"Hazal?"
"Efendim?" Sesim o kadar nazik o kadar yumuşak çıkmıştı ki. Sanki saatler önce bağırıp çağıran ben değildim.
"Sana neredesin diye sordum!? Bak anladım durumu eşitlemeye çalışıyorsun ama bu çok farklı. Tehlikede olabilirsin?" Beni merak ediyor oluşu hoşuma gidiyordu.
"Konuşsana kızım dilini mi yuttun!?"
"Ben-" tam adresi verecektim ki yanıma birinin oturmasıyla sözüm yarıda kaldı.
"Selam." Yiğit?
"Kim o?" Tam konuşacaktım ki durdum. Bu fırsatı birazcık ama birazcık değerlendirebilirdim.
"Aa! Sende mi buradaydın?" Kendimce küçük bir kahkaha atıp telefonda ki Savaş'ı unutmuş gibi yaptım.
"O kim?"
"Kim?"
"Neredesiniz? Hazal?" Sesi çok masum geliyordu. Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Durum çok saçma bir yöne sapmıştı.
"Seni burada görünce şaşırdım. Biliyorsun seni son gördüğümde... pekiyi değildin. Bir daha da görüşmedik."
"Hazal! Neredesin o kim?"
"Kim ulan o!?" Sakin ol bebeğim sen gözümün önünde Selin'le konuşurken her şey normaldi değil mi?
"İyiyim... o gün öyle bir kötü oldum sende yardımcı oldun saol." Başını salladı.
"Çok güzel olmuşsun." O siktir! Yiğit'in tam bir yavşak olduğunu unutmuştum. Savaş'ın bunu duymaması gerekiyordu.
"Güzel?" Panikle bakışlarımı ondan kaçırıp elimdeki telefonu bahane ederek ayağa kalktım.
"1 dakika."
"Savaş?" Tereddütlü bir şekilde bekledim.
"Neredesin sen!" Birden kükreyince telefonu biraz kulağımdan uzaklaştırdım. Sesini Yiğit'in bile duyduğuna emindim. Omzumun üzerinden ona bakıp garip bakışları eşliğinde geri önüme döndüm.
"Gelince konuşalım kapatıyorum."
"Bora! Bana Hazal'ı bul! Hemen!-"
"Gelme! N'olur gelme..." ağlamaklı bir sesle konuşup heyecandan telefonu yine suratına kapatmıştım. Gözlerim şokun etkisiyle açılmış bugün ikinci kez telefonu suratına kapatmanın korkusuyla Yiğit'e döndüm.
"Imm... benim acil gitmem gerekiyor." Hızlıca çantamı salıncaktan alıp eve girerken arkamdan seslendiğini duydum ama dönüp bakmaya vaktim yoktu. Savaş buraya gelecekti! Savaş buraya gelecekti! Kavga çıkartacaktı! Off ne yapmıştım ben!
İçeride kızları ararken bir köşede fısır fısır konuştuklarını gördüm. Endişeyle yanlarına gidip aralarına girdim.
"Ne oldu!?"
"Çok kötü! Çok kötü!"
"Çok kötü olan ne anlat?"
"Savaş gelecek buraya! Çok sinirli çok!"
"Ama neden?" Öykü suratımı avuçlayıp beni sabit tuttu.
"Telefonla konuşuyorduk zaten sinirliydi sonra Yiğit geldi yanıma bana iltifat etti Savaş'ta bunu duydu ve kıskandı sanırım... ne yapacağım ben!"
İdil ağzını şaşkınlıkla açarken Öykü soğuk kanlılığını hiç bozmadı.
"Tamam bu kötü olmuş ama senin burada olduğunu bilmiyor ki." İdil'e döndüm hemen.
"Bora telefon sinyalimi ne kadar sürede bulur?"
"Saniyeler içinde!" Siktir! Çoktan yola çıkmıştır bile!
"Tamam dur sakin ol. Yerini tam olarak belirleyemez ancak bu çevreye kadar gelebilir. Sen git en iyisi partiyi basmasın." Evet haklıydı. Buraya gelirse kavga çıkarırdı ve partiyi mahvederdi. Gitmeliydim.
"Senin sinyalini takip edecektir. Git uzaklaşabildiğin kadar uzaklaş." Hızlıca başımı sallayıp kürkümü almadan çıktım evden. Kaybedecek vaktim yoktu. Ayağımdaki topuklulara rağmen iyi koşabiliyordum. Kim bilir beni nerede yakalayacaktı. Önüme çıkan sokaklardan rastgele dönerken son döndüğüm sokaktan geçen taksiye el salladım.
"Dur!" Nefes nefese arkaya yerleştiğimde derin bir oh çekmiştim. Tekrar aramış mı diye telefonuma bakarken arada gözüm yola da çarpıyordu. Sinyalim hızla ondan uzaklaşırken tekrar derin bir nefes aldım. Artık beni bulması zordu-
Arabanın ani fren yapmasıyla anlık olarak ön koltuğa yapışıp hızla arkama yaslandım.
"Ne oluyor ya! Kardeşim deli misin sen!?" Taksi şoförü başını camdan çıkartmış burun buruna geldiğimiz arabaya bağırıyordu. Karşımızda ki arabanın farları gözümü alırken öne doğru eğilip arabaya baktım. O! Bulmuştu işte beni! Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Sanırım sonum gelmişti.
Çantamdan 50 TL kadar çıkartıp taksiciye uzattım.
"Affedersiniz. Benim için geldi o araba. Üstü kalsın." Apar topar taksiden inip kalbim ürkek bir ceylanın kalbi gibi titrerken korkusuz ifademi takınmaya çalıştım. Ne kadar başarılıydım bilmiyorum.
Taksici geri geri sokaktan çıkarken onun karşısına dikildim. Hava soğuktu. Gergindim ve korkuyordum o yüzden hava benim için daha da soğuktu. Oturduğu yerden ifadesiz suratıyla bana bakarken başıyla yanındaki boş koltuğu işaret etti. Tabii ki de gitmeyecektim. Kimse bile bile avcısının inine gitmezdi.
Soğuktan kollarımı birbirine sararken kaşlarım çatık ona bakmaya devam ettim. Bir süre daha baktı. Gözleri vücudumun her yerinde geziyordu. Sonunda pes eden o oldu. Bir hışımla arabadan inip kapısını sertçe iteklerken hızlı ve büyük adımlarla üzerime doğru gelmeye başladı. Yıkılmaz gibi dursam da rüzgarın da devrilecek gibiydim.
Üzerime dev gibi gelmeye devam ederken yerimde durmayıp çatık kaşlarımla bende onun üzerine doğru yürüdüm. Burun buruna geldiğimizde işaret parmağımı öne doğru uzatıp tam cırlamak üzereydim ki havaya kaldırdığım elimi bileğimden yakalayıp beni iyice kendisine doğru çekti.
"Neden bunu yapıyorsun!?" Ciddi miydi o? Ben mi? İlk yapan o'ydu. Beni çileden çıkartmış sonra da neden yapıyorsun diyordu.
"Önce sen yaptın!"
"Aynı şey değil. Aşağısı benim için güvenliyken dışarısı senin için tehlikeli." Kendimi savunmak için ağzımı açtım ama bir şey diyemedim. Haklı mıydı o?
"Ama..." Nefeslerimiz birbirine çarparken bir an için aklımı kaybedecek gibi oldum. Çok yakındık ve o yakınken daha da güzeldi. Nefes alacak alan lazımdı bana. Üste çıkacak bir şey bulmalıydım. Bileğimi elinden kurtarıp omuzlarından geriye ittim onu.
"Beni habersiz bırakman da senin için tehlikeli!" Tek kaşını kaldırıp baştan aşağı süzdü beni. Bir daha böyle bir şey yaşanırsa sonuçları gerçekten kötü olurdu. Bu yaptıklarım sadece bir uyarıydı o kadar.
"Neden böyle giyindin sen?" Kollarımı önümde bağlayıp kaşlarım çatık ona bakmaya devam ettim.
"Konuyu saptırma!"
"Ayrıca çok çirkin olmuşsun." Ağzım şaşkınlıkla açılırken öne doğru bir adım attım. Ne!?
"Şimdi bana o şerefsizin adını söyle."
"Hıh! Sende..." kaşının kenarında ki küçük yara yeni dikkatimi çekmişti.
"Sende dayak yemişsin!" Kendinden emin bir şekilde sırtımı dikleştirdim. Derin solukları arasında büyük bir adımla aramızda ki mesafeyi tekrar kapattı.
"Kimdi?" Güldüm. Kıskandığı zaman çok tatlı oluyordu. Kendinden emin tavrı bir an da yok oluyor merakını gizlemeye çalışsa da gözleri büyük bir açlıkla cevap bekler gibi bakıyordu.
"Sen beni kıskanıyorsun." Hafifçe fıkırdayıp yerimde sallandım. Kesinlikle beni kıskanıyordu. O da güldü ve derin bir nefes alıp elini yanağıma koydu. Sakin bir ifadesi vardı. Bana hak verir gibi duruyordu. Kıskanıyordu yani?
"Anlaşılan bugün benim sabrımı zorlamaya fazlasıyla meyillisin." Yüzüm yavaştan düşerken elini aşağıya doğru kaydırıp omzumun üzerinde tuttu. Psikopat gibi bakıyordu. Ne yapacaktı? Yiğit'e değil bana... Bana ne yapacaktı?
"Kimse kimdi! Senin gibi odun değildi ya!" Kolunu ittirip dik dik baktım. Daha çok sinirlendiğini hissediyordum ama umurumda değildi. Çirkin olmuşmuşum! Ondan birkaç metre uzaklaşıp kollarımı önümde bağladım. Gerçekten çirkin miydim?
Dudaklarımı ısırıp bakışlarımı sokak lambasına dikerken tek bacağımı önüme atmış sinirden sallayıp duruyordum. Birden omuzlarıma sıcacık bir şeyin örtülmesiyle tüylerim diken diken olmuştu. Tek omzumla itmeye çalıştım onu.
"İstemiyorum!" Tabii ki de beni dinlemeyip siyah kabanını omzuma örtmüş ve tekrar ondan kaçmamam için arkamdan sarılmıştı. Böyle küçücük bir hareketinde bile yumuşadığım için kendime içimden tokatlar geçirdiğimi hayal ettim. Bunu hak ediyordum. Kesinlikle!
"Haklıydın." Başımı hafif yana çevirip anlamsızca tek kaşımı havaya kaldırdım.
"Hangi konuda?"
"Benim dışımda başkasının seni güzel bulmasını kıskanıyorum." Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeye gayret gösterdim. Beni güzel buluyordu yani... Tamam... utanmıştım galiba.
Kolları arasında arkamı dönüp yüzüne alttan alttan baktım. Sakin ve aklım başımdayken onu daha rahat inceleyebiliyordum. Bu yüzden çenesinde ki ve gözünün kenarındaki küçük morlukları daha yeni fark etmiştim. Ellerimi göğüsünden kaydırarak yukarıya doğru çıkardım ve yeni çıkmaya başlamış sakallarını canını acıtmamaya çalışarak okşadım.
"Bir daha beni habersiz bırakırsan birilerinin üzerinde denemeye can attığım yeni hareketlerimi senin üzerinde denerim. Tamam mı?" Güldü. Başını sallayıp eğilip alnımı uzunca öptü.
Sırtımdan bastırıp beni kendine çektiğinde başımı omzuna yasladım. Sandığımdan daha fazla özlemiştim onu. Kollarımı kollarının altından geçirip ellerimi sırtına yerleştirip aşağı yukarı hareket ettirmeye başladım.
"Üşüyeceksin gidelim artık."
"Gidelim tabii ama önce bana onun kim olduğunu söyle."
"Savaş!" Anında başımı geri çekip yüzüne baktım. Halâ mı?
"İyi kendim bulurum." Elimden tutup beni arabaya sürüklerken arkasından gözlerimi devirdim. Takmıştı kafayı Yiğit'e.
"Ciddi misin sen!? Artık şu konuyu kapatabilir miyiz?" Arabaya binerken aynı zamanda söyleniyordum da.
"Hem yanlış bir şey mi dedi sanki doğruya doğru." Kapımı kapatırken sadece yüzüme bakıp hiçbir şey demedi. Başımı cama doğru çevirirken hafifçe kıkırdadım. Onu sinir etmek hoşuma gidiyordu.
Arabaya biner binmez klimayı açarken kabanını omzumdan sıyırdım. Bana yandan bir bakış attı.
"Neden böyle giyindin sen?" Başımı cama çevirirken sol elimle saçlarımı arkaya attım.
"Partiye davetliydim." Şimdi aklında şüpheli cevaplar bırakmanın tam zamanıydı. Ahh... onu sinir etmek o kadar zevkliydi ki.
"Kimin partisi?" Cevap verirken yüzüne bakmamaya gayret gösterdim. Bazen sinirlendiğinde ya da hoşuna giden bir şey olduğunda ya da az önceki gibi gergin olduğunda ya da... her neyse bazen bakışları çok derin oluyordu.
"Bir tanıdık." Bakışlarını yüzümde hissetsem de dönüp bakmadım. Bakamazdım ki zaten hemen açık verirdim. Böyle iyiydi.
Sonunda karanlık sokaklardan çıkıp ana yola varmıştık. Bu şehirde gece hayatı güzeldi. Eskiden kulaklığımı takıp kalabalığın içindeki yalnızlığımda dolaşmayı severdim. Halâ öyleydi ama bu aralar dışarı çıkmam sıkıntılıydı. Levent amcanın dediğine göre sadece Anıl tarafından aranmıyordum. Anıl'a ulaşamayan ve benim varlığımdan haberi olan Anıl'ın düşmanları tarafından da aranıyordum. Gerçekten tehlikedeydim. Ellerinde fotoğrafım olan yüzlerce insan peşimdeydi ve ben beni bulurlarsa onlara ne vereceğimi bilmiyordum özellikle benimle işleri bittiğinde ne olacağını bilmek dahi istemiyordum.
"Nereye gidiyoruz?" Bana yandan bir bakış atıp önüne döndü.
"Eve." Başımı geriye yasladım.
"Biraz vakit geçirseydik-"
"Benim eve gidiyoruz zaten." Benim ev? Ne tarz bir vakit geçirme anlayışı vardı onun? Kendine gel! Aklım hemen oralara gitsin zaten.
"Neden?"
"Seninle oturup adam akıllı konuşmanın zamanı geldi." Çenemi kaşıyıp bakışlarımı ondan kaçırdım. Tamam... durum ciddiydi.
⚫
Ruhumun derinliklerinden sızan korkuyu belli etmemeye çalışarak arkama yaslandım. Kalbim normale oranla hızlı çarpıyor ellerim terliyordu. Gözlerimi yere dikmekte ne kadar ısrarcı olsam da titrek bakışlarımı zoraki gözlerine çıkardım. Korkuyordum...
"Ne konuşacağız?" Ortamda ki sessizlik pek hayra alamet değil gibiydi. Çekingen bakışlarımı bir süre daha yüzünde tutup daha fazla dayanamayınca kaçırdım hemen. Sıcak basmaya başlamıştı.
Dizlerimin üzerindeki ellerimle bacağımda ritim tutarken etrafı inceledim. Beni sarhoş olduğumda getirdiği eve getirmişti yine. Bu sefer sehpanın önündeki geniş koltukta oturan bendim. Bakışlarımı duvar boyu uzanan konsola yönelttim. Üzerinde en az 10 tane çerçeve vardı. Birçoğu aile fotoğrafı gibi duruyordu. Bakışlarımı avizeye çıkardığımda birden oturduğu yerden kalkıp yanıma oturdu. Derin bir nefes alıp sakince yutkundum.
"Şu kafaya buyruk davranma meselesini çözsek mi artık?"
"Sadece seni sinir etmek istemiştim."
"Onu fazlasıyla başardın zaten ben öncekilerden bahsediyorum."
"Öncekiler?"
"Biliyorsun neyden bahsettiğimi." Ağzım açık ona dönerken saçlarımı kulak arkası yaptım.
"Takip mi ediliyorum ben!?"
"Evet."
"Evet!? Her yaptığımı size yetiştirmesi için peşime adam taktınız yani?"
"Hayır koruması için."
"Korumak mı? Sana kaç defa söyledim ben kendimi koruyabiliyorum!" Sinirle kollarımı önümde bağlarken başımı başka yöne çevirdim. Peşime adam takmak nedir ya!?
"Onlar senin kendini koruyabileceğin tipte adamlar değil-"
"Ben başıma buyruk davranmıyorum yapmam gerekeni yapıyorum! Ayrıca peşime adam takmana gerek yok kendimi riske atacak bir şey yapmıyorum."
"Öyle mi dersin? Okulun oradaki mesele neydi o zaman?" Gözlerimi kapatıp bir kaç saniye bekledim. Biliyordu...
"Oraya hiç girme o çok farklı bir şey."
"Adamın dibine kadar girmişsin! Onunla konuşmuşsun! Bir de eline numara yazmışsın! Bu mu kendini koruma biçimin!?" Avcumla yüzümü kapatıp biraz bekledim. Sakin kalmalıydım. Siktir... gözlerim çoktan dolmuştu bile. Bunu nasıl söylerdi. Gerçekten öyle bir şey yaptığımı düşünmüş müydü?
"Ne ima etmeye çalışıyorsun?" Bir süre dolu gözlerime baktı bakışları gittikçe değişiyordu. Aniden ellerimi tutup kendi dizine koyduğunda çekmek istedim ama bırakmadı.
"Onu demek istemedim. Yemin ederim. Yüzüme bak." Tek eliyle çenemi tutup kendisine çevirdi. O pisliklerden kurtulmak için kadınlık cazibemi kullandığımı düşünmüş olamazdı değil mi? Bunu aklından geçirmiş olamazdı. Kendimi kullandığımı kendimi bu kadar küçük düşürebileceğimi düşünmüş olamazdı. Düşünmezdi... Düşünemezdi. En azından benim tanıdığım Savaş bana bunu yakıştırmazdı.
"Öyle demek istemedim." Tutamadığım bir gözyaşı yanaklarımdan aşağı firar ederken başımı biraz aşağı indirdim.
"Ben... gitsem iyi olacak." Ayağa kalkmaya yeltendiğim anda bileğimden çekip tekrar oturtturdu. Ne yapmamı istiyordu? Kalsam ne olacaktı sanki? Öyle düşünmese bile söylemişti bir kere.
"Gitme... dur." Yüzümdeki ıslaklığı parmaklarıyla silerken gözlerimi kapattım.
"Sana yemin ederim aklımdan öyle bir şey geçmedi." Başımı salladım. Tamam... onu azıcık tanıdıysam biliyorum düşünmezdi. Duygusallığıma denk gelmişti sadece. Belki de kalmalıydım. Bunu konuşup halletmemiz gerekiyordu.
"Ben sadece korkuyorum. Sana bir şey olacak diye zarar göreceksin diye üzüleceksin diye çok korkuyorum. Her sabah kalktığımda..." oturduğum yerde biraz daha ona doğru kaydım.
"Ne oluyor sabah kalktığında?" Çenemde ki elini yanağıma çıkartıp saçlarımı geriye attı.
"Seni bir daha bulamamaktan korkuyorum çünkü..." yavaş yavaş yaklaşıp burnu yanağıma sürtene kadar durmadı.
"Seni çok seviyorum." Büyük itirafı karşısında gözlerim açılırken ne tepki vereceğimi bilemedim. Dilim de tutulmuştu yine zaten. Yüzümü onu görmek için biraz yana çevirdiğimde tenimi kokladı. Şu olur olmadık yerde ortaya çıkan cesaretime fazlasıyla ihtiyacım vardı. Belki bir daha vaktim olmayabilirdi. Söylemeliydim. Söyleyebilirdim...
"Bende seviyorum... çok."
"Biliyorum." Güldüm. Bilemezdi. Bilmesi imkansızdı çünkü ben ilk defa birini bu şekilde seviyordum ve bunu dışa yansıtamadığıma o kadar emindim ki. Çünkü halâ tam anlamıyla nasıl sevilir bilmiyordum.
"Öpeyim mi?" Güldüm yine. Bu fırsatları hiç kaçırmıyordu. Ne ara elim yüzünü okşamaya başladı bilmiyorum ama bu hareketi çok seviyordum. Parmaklarımı pürüzsüz teninde, yeni çıkan sakallarında gezdirmeyi, sert hatlarında dolaştırmayı seviyordum. Bu sefer de başparmağımı dudaklarında gezdirdim. Sıcaktı... Yavaşça başımı yukarı kaldırıp dudaklarına uzandım. Yumuşak dudakları tüm sıcaklığıyla alt dudağımı kavrarken aldığım derin nefes çoktan aramızda kaybolmuştu bile. Küçük öpücüklerine sakince karşılık verirken onu düşündüm. Bu çocuk bana gönderilmiş büyük bir lütuftu bunun başka açıklaması olamazdı. Kalbimin derinliklerinde saklı kalan birçok yeni duyguyu bana hissettiriyordu ve bunu yaparken ne canımı acıtıyordu ne de beni kırıyordu. Sadece seviyordu o kadar.
Kendime bir aile bulduğumda 6 yaşındaydım kaybettiğimde ise 17. Bu kısa sürede sevilmek ne demekti öğrenmiştim. Birinin seni merak etmesi senin için endişelenmesi ne demekti biliyorum. O yüzden Savaş'ı anlayabiliyordum çünkü aynı duyguları bende onun için yaşıyordum. Ama sevmek çok farklıydı.
Savaş'ta aslında çevremdeki birçok kişide gördüğüm özellikler vardı. Yaraların benzerliği, karakterin, zevklerin belki hayallerin benzerliği ama yine de tüm bunlara rağmen beni ona yakınlaştıran şey onun kimseye benzemeyişiydi. Biz de birbirimize bu kadar benzerken bir o kadar da zıt olmayı başarabiliyorduk.
Ateş ve barut bir şekilde birbirimizi yakıp yok etmeden beraber durabiliyorduk, bu da bizim birbirimize ait olduğumuzu gösteren bir kanıt demekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |