32. Bölüm

Bölüm 32: Saf Duygular

Nickinci
nickinci

Ruh halim... Nasıl anlatılırdı bilmiyorum. Korku, tedirginlik, gerginlik başkaydı şu an ki hislerim bambaşka. Sanki beni hayata bağlayan sağlam halatlardan biri kopmuş, canımı fazlasıyla yakmış ama yine de beni yıkmayı başaramamıştı. Bir şekilde ayakta kalmayı başarmıştım. Korkunç olan asıl şey ise beni ayakta tutanın canımın acısı olmasıydı. Artık daha hırslıydım daha öfkeliydim. Bu acı bu öfke beni neye dönüştürecekti hiçbir fikrim yoktu. Kendimden korkmalı mıydım? Eve gelene kadar aklımdan geçen yüzlerce plan kendimi psikopat olduğuma inandırmaya yetmişti. Önemli olan aklımdan geçenler değil bunları uygularken alacağım zevkti. Bir şeyler yapmak zorundaydım. Artık bu ölümcül oyunun sonunu getirmem gerekiyordu. Ne olursa olsun. Hayatıma mâl olsa bile...

 

Öykü... canım arkadaşım. Kim bilir içinde neler yaşıyordu şu an. Ne düşünüyordu, ne hissediyordu? Büyük bir pişmanlık içerisinde olmalıydı. Benim yüzümden... başımıza açtığım bu bela yüzünden. Olan her şey ve olacak olan her şey hep benim yüzümden olacaktı. Varlığım yüzünden.

 

"Halâ şaka gibi geliyor..." Keşke şaka olsaydı. Keşke her şey bir şaka kadar basit olsaydı. İdil'in yerimizde olmadığı için bizi anlayamaması ve her şeyin ona şaka gibi gelmesi normaldi.

 

Derin bir nefes alıp oturduğum yerde arkama yaslanıp başımı geriye attım. Geldiğimizden beri kimse iki kelime konuşmamıştı. Doruk Öykü'yü odasına çıkarmış ve birkaç sakinleştirici iğneyi çoktan hazırlamıştı. Uyandığında ne halde olacağını kimse tahmin edemiyordu. Muhtemelen sinir krizi geçirir, etrafı kırar, dağıtır biraz beni suçlar ve odasına çekilirdi. Ne kadar sürede atlatırdı bilmiyorum. Atlatır mıydı onu da bilmiyordum.

 

"Hazal... anlat nasıl oldu?" Tekrar hatırlamak istemeyeceğim bir kabusun her dakika gözümün önünde canlanması yeterince acı verirken bir de anlatamazdım. Zaten konuşmaya, anlatmaya dilim de varmazdı.

 

"Beni görmek istemeyecek..." herkesin bakışları saatler sonra konuşmam üzerine üstümde toplandı. Geldiğimizde kendimi güçlükle koltuklardan birine atabilmiştim. Herkes ne kadar ısrar etse de hastaneye gitmeyi reddetmiş yaramı küçük bir pansumanla kapatmıştık. Belli etmemeye çalışsam da başım halâ dönüyor arada sol elim uyuşuyordu.

 

"Senin suçun değil-" başımı yasladığım yerden kaldırmadan İdil'e doğru çevirdim. Kimseyi kandırmaya gerek yoktu.

 

"Bu belayı başımıza açanın kim olduğunu hepimiz biliyoruz." Hepsi oturduğu yerde hafifçe kıpırdanıp bakışlarını kaçırdılar. Gerçek buydu.

 

"Ben bunu kabul etmiyorum." Bende dahil hepimiz merdivene döndüğümüzde Öykü'nün çoktan uyanmış merdivenin son basamağında bize baktığını gördük. Gözleri kan çanağına dönmüş, yüzü sanki ağır bir hastalık geçiriyormuş gibi fazla solgundu.

 

Aksak adımlarla yanımıza gelirken gözüm şiş bileğine kaydı. Ormanda olmuş olmalıydı. İdil ve Bora oturduğu yerde yanlara kayarken Öykü ikisinin arasına oturdu. Sakin duruyordu. Bakışları beni bulduğunda anında gözlerimi ondan kaçırıp önüme döndüm. Gözlerine bile bakamıyordum. Onu koruyacağımı söylemiştim ama her şey kontrolümden çıkmış ve o benim koruyucum olmuştu hem de büyük bir fedakarlık yaparak. Öykü... bugün masumluğundan vazgeçmişti.

 

"İyi misin? Keşke inmeseydin aşağıya biraz daha dinlenseydin."

 

"Uyanalı neredeyse 1 saat oluyor." Sesi eski neşeli, canlı tonunu kaybetmişti. Çok yorgun ve ağır bir psikoloji içinde olmalıydı. O konuştukça ona yaşattığım her şey tekrar tekrar gözümün önünden geçerken çoktan gözlerim dolmuştu bile.

 

"Dakikalardır düşünüyorum... belki deli diyeceksiniz ama... ben yaptığım şeyden pişman değilim." Gözlerim büyük bir şaşkınlıkla açılırken ona doğru döndüm. Ne? Pişman değilim derken? Hayır hayır o şu an sağlıklı düşünemediği için böyle konuşuyordu. Evet ondandı. Kesinlikle.

 

"Bakma öyle eğer o adamı durdurmasaydım seni öldürecekti." Ağzımı açıp bir şey söylemek istedim ama yapamadım. Bana kızgın değil miydi yani?

 

"Sen doğru olanı yaptın." Başta Doruk olmak üzere herkes sırayla Öykü'ye destek çıkarken ben halâ ona bön bön bakmaya devam ettim. Yüzünden anladığım kadarıyla bu destek ona iyi geliyordu.

 

"O adam tek beni değil seni de öldürecekti eğer sen yapmasaydın ben yapacaktım." Kendime gelip aklımdan geçen düşünceyi söylerken halâ şaşkındım. Başını salladı hızlıca. Hiç beklediğim gibi değildi. Üzgündü tabii ama... farklıydı da. Aklı başında mıydı acaba? Sonuçta Öykü'ydü bu ve bir adam öldürmüştü. Bu kadar sakin davranması anladığım kadarıyla bir tek bana tuhaf gelmiyordu. Başımı çevirip yanımda oturan Savaş'a baktım. Yüzüme bakmıyordu ama gerginliğini buradan bile hissedebiliyordum. Geldiğimizden beri sadece hastaneye gitmeyi teklif etmişti ve başka hiçbir şekilde konuşmamıştı. Elimi koltukta kaydırıp parmaklarının uçlarına dokundum. Kızgındı bana... peşime taktığı adamı istemediğim için, hastaneye gitmediğim için, en çokta ona... ölmek istediğimi söylediğim için. Belki de sadece kendini düşünen bencilin tekiydim.

 

"Kendini suçlamayı bırak artık bu işte hepimiz beraberiz." Elimi çekmeden tekrar arkama yaslandım. Şu saatten sonra ne yapacaktım hiç bilmiyorum.

 

"Seni koruyacağımı söylemiştim... rolleri değiştik ve bunun için gerçekten çok üzgünüm." Onu korumak istemiştim ama en ağır hasarı vermiştim. Nasıl böyle bir hata yapabilmiştim aklım almıyordu. O adamı tamamıyla etkisiz hale getirdim sanıyordum ama... nasıl? Baygınken nasıl tekrar ayağa kalkabilirdi ki? Emin olmalıydım. O adamın işinin bittiğinden emin olmalıydım. Ne kadar kendimi suçlamamamı söyleseler de mutlaka bir şey çıkıyordu işte.

 

"Nasıl oldu? Yani anlatmak isterseniz?" Merak ediyordu. Bu soruyu soran sadece İdil'di ama hepsinin aklında aynı sorunun dolaştığına emindim. Bu merakın asıl sebebi ise herkesin bunu yapabilecek potansiyelde benim sahip olmamı düşünmesi ama yapanın Öykü olmasıydı.

 

Yine herkes bana bakmıştı. Bunu benim anlatacağımı düşünüyorlardı ama yapamazdım. Söyleyeceğim iki kelimeden sonra anında gözyaşlarımda boğulacaktım. Yaşadıklarımı, hislerimi belli etmemeyim derken dışarıdan bambaşka biri gibi görünür olmuştum. Hırçın ve olabildiğince soğuk. İnsanlar beni yanlış tanıyordu belki Savaş'ta. Oysa sadece yaşadıklarımın ağırlığıyla başta kendim olmak üzere başkalarını da incitirim diye korkuyordum. Dışarıdan ne kadar sert ve duygusuz gözüksem de içimde alevlenen savaşı bir ben bilirdim.

 

"Biz fark ettiğimizde yani Hazal fark ettiğinde henüz marketteydik." Öykü... bunu yapmak zorunda değildi ve ben bunu dinlemek zorunda değildim. Duymak istemiyordum. Kalkmak için yerimde doğrulduğumda Savaş bileğimi tuttu. Dudaklarımı birbirine bastırıp ona dönünce başımı iki yana salladım. Bunu yapmamalıydı. Bu konuşma bana iyi gelmeyecekti.

 

"Gitmek istiyorum." Sadece onun duyabileceği şekilde fısıldadım. Bana izin vermesi gerekiyordu. Bu... çok ağırdı.

 

"Dinle. Hafifleyeceksin." Bırakmayacağını anladığımda sakince arkama yaslandım. Sakin olmak zorundaydım. Ne olursa olsun Öykü'nün omzundaki yük benimkinden fazlaydı ve o bunu anlatabiliyorsa bende dinleyebilirdim en azından. Yapabilirdim...

 

"Marketten çıktığımızda arkamızdan 2 el ateş ettiler. Hedeflerinin tam anlamıyla Hazal olduğunu o zaman anladık." Derin bir nefes verip bakışlarımı tavana dikmeye başladım. Ağlamamalıydım. Ağlamamalıydım. Ahh... o an o kadar korkunçtu ki. Kurşunu hemen yanı başımda arabaya saplanmış halde gördüğümde yaşadığım korku inanılmazdı. Omzumla arasında 3 belki 4 santimetre ya vardı ya yoktu.

 

"Sonra..." akan gözyaşlarını avcunun içiyle sildi.

 

"Sonra peşimize takıldılar. Ateş etmeye devam ediyorlardı. Ben şoka girmiş ne yapacağımı bilemezken Hazal kendisinin hedef olduğunu bildiği halde büyük bir sakinlikle durumu kontrol etti. Adamların camlarımızı patlatmasına rağmen arabayı tamamen kontrolünde tutmayı başardı, bana ne yapmam gerektiğini söyledi. Ben ise sadece etrafa boş boş baktım." Benim başarılarımı sıralayıp kendini küçültmesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Kendine büyük haksızlık yapıyordu. Benim de aklımın başında olmasının sebebi o'ydu. Onu korumaya o kadar odaklanmıştım ki kendimi tamamen unutup sanki hedef sadece o'ymuş gibi düşünüp onu kurtarmayı amaçlamıştım. Eğer yanımda o olmasaydı ben çoktan o adamların eline düşmüştüm bile.

 

"Ne? Yalan mı? Sen olmasaydın çoktan ölmüştük zaten." Ben olmasaydım bunların hiçbiri yaşanmayacaktı zaten.

 

"Bunları anlatıyorum çünkü artık kendini suçlamana dayanamıyorum! Sanki mükemmel hayatlarımız varmışta içine etmişsin gibi davranmana her fırsatta kendini feda etmeye hazır durmana dayanamıyorum. Sende insansın Hazal ve hepimiz tüm bu olanların senin elinde olmadığını biliyoruz."

 

"Ben-"

 

"Konuşma! Devam edeceğim." Ağzının payını almış uslu bir çocuk gibi başımı öne eğdim. Kendime fazla mı yükleniyordum ben?

 

"Sonrasında tekerimizi kurşunlamasalardı o adamları atlatacağımıza adım gibi emindim. Her neyse tekeri patlattılar ve yoldan çıkıp kaza yaptık."

 

"İlk önce arabayı bulduk. Açıkçası sizi bulacağımıza dair..." durup tip tip Savaş'a ve Bora'ya baktı.

 

"En azından ben umudumu kaybetmiştim."

 

"Bende öyle... daha ikinci şoka giremeden Hazal tutup çıkardı beni arabadan. Tabii adamlar halâ peşimizdeydi biz de bir ağacın arkasına saklandık. Sonra etrafa dağıldılar ve biri bizi buldu."

 

"Hii! Sonra?" Hafif bir tebessümle İdil'e baktım. Sonunu biliyorduk işte.

 

"Sonrasını görmeniz lazımdı." Sanırım konuşmak ona iyi geliyordu. Heyecanla öne eğilip devam etti bir yandan da el kol hareketleriyle beni taklit ediyordu.

 

"Arkasından adamın boğazına saldırdı, yere düştüler hatta o kadar karnına darbe aldı ama yine de adamı bırakmadı. Yemin ederim bir an için adamı boğarak öldürecek sandım." Arkama yaslanıp bacaklarımı göğüsüme kadar çektim. Şu karın meselesini katmasaydı daha iyi olacaktı. Başımı hafif yana çevirince onunla göz göze geldim. Artık hastaneye gitmediğim için daha çok sinirliydi. Sakince elimi parmaklarından çekip dizime sardım.

 

"Daha fazla dayanamayınca benden yardım istedi ve ben her şeyi berbat ettim. Yani bu hale gelmemizin sebebi benim."

 

"Ne yaptın ki?"

 

"Adama vuracağım diye kızın koluna tekme attım resmen. Bu sayede adam bizden kurtulmuş oldu."

 

"Bu kötü olmuş."

 

"Evet... belki de hiç karışmasaydım bu gece orada sonlanacaktı... her neyse sonrasında yaşanan her şey kabus gibiydi resmen. Yerden büyük bir taş alıp Hazal'ın kafasına geçirdi. Gözlerini açmayınca bir şey oldu sandım ödüm koptu!" Elim istemsizce sızlayan başıma gitti. Aslında hastaneye gitmek iyi olabilirdi.

 

"Sonra işte şey oldu. O şey... Tam hatırlayamıyorum o anı. Sadece yerden taşı aldığımı sonrasında ise yere kapaklandığımı hatırlıyorum. Bu iyi bir şey. Yani hatırlayamamak." Belki de acısını hafifleten buydu. Ya da hatırlayamadığı için tamamen kabullenmiş değildi.

 

"Sen... iyisin değil mi?" İdil yavaş yavaş Öykü'nün saçlarını okşarken onu iyice kendisine çekip başını omzuna yaslattı.

 

"İyiyim herhalde. Biliyorum hepiniz şaşkınsınız ama sevdiklerimizin hayatı söz konusu olduğunda hepimizin ahlaki görüşü değerini yitirmiyor mu? Yaptım... ve Hazal yaşıyor."

 

"Öyle..." evet öyleydi. Bu gece orada o adamı öldürmeye hazırdım. Çünkü eğer Öykü'ye bir şey olursa ne yapacağımı bilmiyordum. Başta ailesine sonra İdil'e ve kendime nasıl hesap verirdim bilmiyorum. O bu işe hiç girmemeliydi... buna en başından izin vermemem gerekiyordu.

 

"Biz artık gidelim-"

 

"Nereye!? Hiçbir yere gidemezsiniz!"

 

"Öykü?"

 

"Ne Öykü? Bu gece ölümden döndük ve ben kendimi hiç güvende hissetmiyorum." Şaçımı kulak arkası yapıp yerimde dikleştim. Korkusunu anlıyordum ama onları evde tutmak mantıksızdı.

 

"Canım dışarıda zaten koruma var."

 

"Koruma mı? Bize koruma yetmez korumalar gerekiyor. Bahçede her metrekareye bir adam gerekiyor. Gerekirse evin içinde bile kapı başına adam koymalıyız." Abarttığını belirten bakışlarımı ona yolladım. Tamam korkmuştu ama artık evden çıkmazsak sorun çıkmayacaktı.

 

"Öykü... herkesin kendine göre işi vardır-"

 

"Yok." Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkarken boğazımı temizleyip Doruk'a döndüm.

 

"Hı?"

 

"Yani yok diye biliyorum." Ne yani burada mı kalmak istiyordu? Bakışlarımı yavaşça Öykü'ye çevirdim. Yüzünü İdil'in göğüsüne saklamıştı. Bunu sadece utandığında yapardı. Yani onunda hoşuna gitmişti. Sinsi bakışlarımı yavaşça önce İdil'e sonra Bora'ya çevirdim. Yüzümde oluşan küçük tebessümü kimsenin görmemesi için anında silerken bakışlarımı yere indirdim. Belli ki onlarında hoşuna gitmişti. Sanırım bugünkü yaşadığımız korku onları tekrar birbirine yaklaştırmıştı.

 

Başımı sakince yana çevirip alttan bakışlarımı bu sefer onun yüzüne çıkardım. Halâ sert, halâ ifadesiz ve halâ yüzüme bakmıyordu. Lanet olsun! Bu fikir onun hoşuna gitmemişti. Benden uzaklaşıyor muydu yoksa?

 

Gecenin sonuna doğru kızlarla oğlanlar için boş odaları hazırladık. İki kişi aynı odada yatmak zorunda kalacaktı. Herkes yavaştan odalarına çekilirken Savaş'ın kalıp kalmayacağını öğrenmek için aşağıya indim. Kesin gidecekti.

 

Ve tahmin ettiğim gibiydi. Tam evin kapısından çıkacaktı ki merdivenin ortasında dikilen beni görünce bir an duraksadı. Gitmesini istemiyordum... derin bir nefes alıp dikkatlice merdivenlerden inip yanına gittim. Bakışlarıyla her hareketimi dikkatlice izliyor ama yine hiçbir tepki vermiyordu. Ahh... artık konuşsun istiyordum. O böyle yaptıkça karnıma küçük sancılar giriyordu. Onu kaybetmekten korkuyordum.

 

Yanına gittiğimde kimsenin bizi görmemesi için kapıyı arkamdan çekip yaslandım. Soğuk umurumda bile değildi sadece onunla konuşmak ve aramızda ki bu meseleyi halletmek istiyordum.

 

"Yine işlerin mi var?" Kollarımı önümde bağlayıp bakışlarımı gözlerine çıkardım. Elaları niye bu kadar donuktu ki? Bana daha önce sadece ilk tanıştığımız zamanlar böyle soğuk bakmıştı.

 

"Evet." Tavırları, ses tonu o kadar sabitti ki. Sanki karşısındaki ben değildim de başından savmak istediği biri gibiydim. Sanırım beni görmek dahi istemiyordu. Gerçekten bu kadar kızgın mıydı?

 

"Gitmek zorunda mısın?" Cevap vermek yerine sadece başını salladı. O bana böyle davrandıkça kendimi çok kötü hissediyordum. Yaşadıklarımdan sonra yanımda olur diye tahmin ediyordum. Büyük yanılmıştım.

 

"Belki işlerini bitirince gelirsin..." yine bir şey demedi ama yüz ifadesinden anlıyordum. Gitmek istiyordu. Beni istemiyordu... Sanırım gerçekten benden uzaklaşıyordu.

 

Gözlerim yavaştan dolarken başımı öne eğdim. Onu kaybetmek istemiyordum...

 

"Ya da gelmezsin." Kuruyan dudaklarımı ıslatırken yaşlarımın akmaması için gözlerimi sürekli kırpıyordum. Neden böyle olmuştu ki...

 

Beni bırakma fikri aklımın her köşesine kazınırken tekrar derin bir nefes aldım. Daha fazla karşısında duramazdım. Zaten o da beni görmek istemiyordu. Odama çıkıp hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Sanırım benden ayrılacaktı.

 

"Neyse..." elimi enseme götürüp bir kaçış yolu aradım. Gitmek istiyordum...

 

"Dikkat et kendine." Bakışları halâ üzerimdeyken arkamı dönüp kapıyı açmaya çalıştım. Ahh... Lanet olsun! Yanıma anahtar almayı unutmuştum. Bir umut açılması için kapıyı zorlarken elini elimin üzerine koymasıyla durdum. Sanırım ayrılık konuşmasını yapacaktı. Eğer dost olarak kalmak isterse yumruğu suratının ortasına yerdi.

 

İçli bir nefes çekip arkamı döndüm. Kesinlikle hazır değildim. Belki de ilk konuşan ben olmalıydım. İstemiyorsa istemiyordur. İkimizi de zora sokmamalıydım. Onu bilmem ama kendime bunu yapamazdım. Onu zorla yanımda tutacak halim yoktu. Konuşma ne kadar kısa sürerse benim için o kadar iyiydi.

 

"Ben-" bileğimden çekip kollarını bedenime sardığında derin bir oh çekip başımı omzuna yasladım. Çok farklı düşünmüştüm. Şu 5 dakika içinde kendime yaşattığım korku geçirdiğim geceden farksızdı. Ayrılmıyorduk...

"Sana niye dayanamıyorum bilmiyorum..." sonunda hissettiğim bir miktar huzurun getirdiği hafif bir tebessümle iyice boynuna sokulurken fısıldadım.

 

"Özür dilerim." Kollarını üşümemem için sürekli aşağı yukarı hareket ettiriyor ve saçlarımı koklayıp küçük öpücükler konduruyordu. İşte bunu seviyordum.

 

"Ama bu halâ sana kızgın olduğum gerçeğini değiştirmiyor." Başımı yukarı kaldırıp şirince gülümsedim.

 

"Peki halâ gitmek zorunda mısın?" Son kez şansımı denemek istedim. Belki kalırdı...

 

"Evet." Pff... dudaklarımı öne doğru büzüp başımı yine omzuna koydum. Neyse... sonuç olarak ayrılmamıştık.

 

Elini uzatıp benim tamamen aklımdan çıkan onunsa nereden bildiğini anlamadığım saksının altından anahtarı aldı ve kapıyı açtı.

 

"Uyu, dinlen biraz." Ondan ayrılıp anahtarı tekrar eski yerine koyup kapının öbür tarafına geçtim.

 

"Uyuyamayacağımı biliyorsun..." Bir şey demedi. Yaşadığımız her şey gözümün önünden bir an olsun gitmezken nasıl uyuyacaktım ki?

 

"Kalırsam uyuyacak mısın?" Yoksa şu an kalmayı mı planlıyordu? Gözlerim biraz açılıp kocaman gülümserken tekrar ayaklarının dibine kadar gidip soğuk parmaklarımı yanaklarına çıkardım.

 

"Yoksa kalacak mısın?"

 

"Soruma cevap alamadım?" Elinden tutup içeriye çektim onu. Sanırım bu onun için yeterli bir cevaptı. Bir şey demeden peşimden takip ederken omzumun üzerinden ona bakıp tekrar önüme döndüm. Bence o da kalmayı istiyordu da sadece naz yapıyordu. Kendi kendime gülüp odamın kapısını açtım. Hem... ona odamı gösterme sözüm vardı değil mi?

 

Sokak lambası ve açık kalan abajur odayı yeterince aydınlattığı için ışığı yakmaktan vazgeçtim.

 

Sonunda istediğimi almanın keyfiyle ona doğru dönüp siyah montunu kollarından sıyırdım. Şu an arsız bir kız gibi göründüğüme o kadar emindim ki... ama tek istediğim bana bu geceliğine yaşananları unutturması ve beraber uyumamızdı.

 

Yorganı kaldırıp içine girerken onu da elinden tutup yatağa çektim. Şaşırmıştı tabii doğru düzgün tepki verememesi normaldi.

 

Yanıma uzandığında üzerimizi örtüp başımı omzuna koydum ve kolumu karnının üzerinden diğer tarafına attım. Uzanıp yanağını öptüğümde sonunda gözlerini birkaç defa kırpıştırıp kendine gelmişti. Şaşırdığını biliyordum ama bu saatten sonra benimde yapabileceğim pek bir şey yoktu. İçimdeki ona karşı olan sevgim o kadar büyüktü ki artık bunu bir şekilde dışarı çıkarmam gerekiyordu. O yanımdayken eğer kollarımın arasında değilse eksik kalıyordum.

 

Bana doğru dönünce önce belimden tutup iyice kendisine çekti sonra da yanağıma gelen saçlarımı geriye doğru itekleyip uzun bir öpücük bıraktı. Her dokunuşunda kalbim tekrar tekrar titrerken boynuyla omzu arasına iyice yerimi yaptım.

 

"Canın çok yanıyor mu?" Gözlerimi kapattım uzunca. O yanımdayken hayır... Başımı olumsuzca iki yana salladım.

 

"Doğruyu söyle... karnın nasıl?" Eli belimin üzerindeydi ama ağırlığını vermek istemediği çok belliydi. Canımı yakmaktan korkuyordu...

Tamam... bu adama aşık olamayacaktım da kime olacaktım?

 

"Tamam... biraz." Başımı kaldırıp yüzüne baktım.

 

"Ama çok az... sadece başım..." söylemeli miydim acaba? Üzülür müydü ki? Kendimi onun yerine koymaya çalıştım. Acı çektiğini bilseydim eminim bir şekilde bunu hisseder, üzülür ve onun için çabalardım.

 

"Başın ne?" Ağzımdan kaçmıştı bir kere.

 

"Başım dönüyor biraz." Yataktan kalkmadan başını kaldırıp baktı.

 

"Hastaneye gitmeliydik!" Başımı sallayıp onu tekrardan kendime çektim.

 

"Uyursam geçer."

 

"Ya geçmezse?"

 

"Söz... gideriz." Eski yerimi tekrar bulurken gözlerimi kapattım. Burada olmayı seviyordum. Varlığı huzur veriyor kokusu ise anında beni kendimden geçirebiliyordu sonrasında ise bir güzel mayıştırıyordu. Sürekli omzunda uyuya kalmam bunun kanıtıydı.

 

"Beni bu kadar düşüme." Kendini bana bu kadar bağlaması beni bu kadar önemsemesi ne kadar hoşuma gitse de bunu kendine yapmamalıydı. Canım her yandığında bunu kendine dert edinecekse zamanla bunalıma girebilirdi. Çünkü biliyordum ki canım her zaman yanacaktı. Daha çok ağlayacaktım, daha çok yara alacaktım. Bu savaştan sağ çıkabilecek miydim onu bile bilmiyordum.

 

"Bu konuyu konuşmuştuk değil mi?" Gülerek başımı yastığa koyup onunla aynı hizaya geldim.

 

"Şu geldiğimiz hale bak. Başta birbirimize gıcık olurken-"

 

"Sen bana gıcık mı oluyordun?" Gülen yüzüm yavaştan solarken yerimde hafifçe kıpırdandım. Nasıl ya?

 

"Sen olmuyor muydun?" Zamanında işine burnumu soktuğum için bence fazlasıyla bana sinirlenmiş ve gıcık olmuştu. Kim olsa olurdu... değil mi?

 

"Hayır?" Boğazımı temizleyip durumu toparlamaya çalıştım.

 

"Bende olmadım." Başımı hızlıca iki yana sallayıp elimi yanağına çıkardım.

 

"Hemde hiç." Belimdeki elini iyice sıkılaştırıp tekrar kendine doğru çektiğinde burunlarımız birbirine değmiş nefeslerimiz çarpışarak tekrar bize dönmüştü. Gülerek yüzünü yaklaştırmaya başladığında her zaman olduğu gibi yine başım yavaştan dönmeye başlamış, vücudum gerginleşmiş, içimde bir şeyler depar atarken kalbim de her zamanki gibi normal atışının hızını yüz kat arttırmıştı.

 

"Sakin ol sadece ışığı kapatacağım." Arkama uzattığı kolunu daha yeni fark ediyordum. Lanet olsun! Öpecek sanmıştım ve o bunu anlamıştı. Utançtan yüzüm kızarırken arkamdaki komodine uzanıp abajuru söndürdü.

 

"Ama istiyorsan öpebilirim?" Gözlerimi devirip arkamı döndüm. Geçtik artık onu.

 

"Sadece uyuyalım tamam mı!?" Beni utandırdığı için bir nebze ona sinirlenmiştim.

 

"Seni öpmediğim zamanlar hep böyle agresifleşecek misin?" Halâ dalga geçiyordu!

 

"Savaş!" Sinirle tekrar ona doğru dönüp dirseğimin üzerinde kalkarak ona tepeden baktım.

 

"Uyu-"

 

"Sana bir şey olacak diye korktum." Ne?

 

"Hı?"

 

"Sana ulaşamadığım her dakika aklımı kaybedecek gibiydim." Aralık dudaklarım kapanıp bakışlarım değişirken derin bir nefes alıp onu algılamaya çalıştım. Bu da bir tür itiraf sayılırdı değil mi? İçim kıpır kıpır olurken gülmeye çalıştım.

 

"Korktun mu?" Başını salladı sadece.

 

"Ve inan bu çok berbat bir his ve bir daha yaşamak istemiyorum."

 

"Tamam-" Ensemden tutup çektiğinde halâ bu küçük itirafının şokunu yaşıyordum. Benim için korkmuştu... beni sevdiğini, beni önemsediğini her fırsatta söylemekten kaçınmıyordu ve ben tüm bunlar karşısında ne diyeceğimi, ne tepki vereceğimi bilemiyordum. Ben sadece ona bakakalırken o yine hiçbir fırsatı kaçırmayıp beni öpmeyi başarabiliyordu. Bunu her seferinde nasıl yapabiliyordu? Küçük bir öpücüğüyle bana tüm dünyayı unutturup sadece ikimizin var olduğu yeni bir dünya yaratıyordu ve ben bu yeni dünyadan hiçbir zaman çıkmak istemiyordum.

 

Derin bir nefes alıp artık kendimi kasmayı bıraktım ve en derin duygularımla karşılık vermeye başladım. Bir gün kesinlikle kalpten gidecektim ve bu kendimi ona bu kadar çok kaptırdığım için tamamen benim suçum olacaktı. Artık bunun farkına varmıştım.

 

Dudakları yavaştan boynuma doğru kayarken başımı yastığa koyup sakince başını okşadım. Birazdan kendimden geçip bayılmaktan korkuyordum. Eli tişörtümden içeri kayıp geçtiği yerler tenimi kavururken kolunu bana daha sıkı sarması için belimi bir yay gibi germiştim. Bu... çok farklıydı. Bu daha öncekiler gibi değildi. Bu... belki de bizim en saf duygularımızdı. Ve bu... benim fazlasıyla hoşuma gidiyordu.

 

Boşta kalan elimi çenesine götürüp yukarı kaldırırken dudakları anında dudaklarımı bulmuş ve büyük bir açlıkla tutunmuştu. Kuruyan dudaklarım ıslanırken çölde günler sonra suyuna kavuşan çiçek gibi rahatlamış ve her öpüşünde daha da canlanıyormuş gibi hissediyordum. Resmen bana hayat veriyordu. Her seferinde yoğun tutkusu tüm kalbime işliyor ve yaşamam için bir sebep sunuyordu. Onun için yaşamalıydım değil mi? Bizim için yaşamalıydım. Çünkü bu aşk yaşamaya değerdi. Sevgisiyle, hüznüyle her türlü duygusuyla... biz yaşamaya değerdik.

 

 

"Artık yüzüme hastalıklıymışım gibi bakmayı keser misin!? Hayatıma devam etmeye çalışıyorum." İdil yakalanmanın etkisiyle endişeyle önüne dönüp yarım kalan işine aceleyle devam ederken Öykü'de gözlerini devirip tabağa peynir koymaya devam etti.

 

Öykü bu süreci çok iyi atlatıyordu. Olayın her anını hatırlamamak çok yardımcı oluyor olmalıydı. Umarım hiçbir zaman da hatırlamazdı. Vicdan azabı duymaması ise tamamen onun kendi tercihiydi ve buna fazlasıyla hak veriyordum. Bir nevi nefsi müdafaaydı.

 

"Sen de anca otur her şey önüne gelsin!" Başımı gülerek tekrar cama çevirdim. Bu son bir haftada bahar resmen gelmişti. Yerdeki karlar erimiş, ağaçlar çiçek açmaya başlamış hatta bahçedeki güller bile filizlenmeye başlamıştı. Resmen camla bütünleşmiş havanın güzelliğini incelerken korumalardan birinin birden önümden geçmesiyle hafifçe yerimde sıçrayıp geriye doğru bir adım attım. Korumalı yaşama halâ alışamamıştım.

 

"Artık bir leşim olduğuna göre hareketlerinize dikkat etseniz iyi olur." Sandalyeye oturup çayları doldururken tek kaşımı kaldırıp ona baktım.

 

"Bugün antremanlara başlıyoruz." O günden sonra aradan bir hafta geçmiş hepimiz toparlanmış eski yaşamımıza dönmüştük ve Öykü'nün de kendini korumayı öğrenebilmesi için onu çalıştırma kararı almıştık.

 

"Evvet! Birkaç hareket öğrensem yeter. Kimse karşımda durmaya cesaret edemeyecek!" İkisi de yerine oturduğunda çayıma şeker atıp uzun uzun karıştırmaya başladım. Fazla hevesliydi. Sanki yine aynı durumla karşı karşıya kalsa bu sefer kontrolü elinde tutabileceğini sanıyordu. Ama o iş öyle olmuyordu işte. Kendimden biliyordum.

 

"O kadar uçma. Öyle hemen öğrenilemiyor. Çok fazla alıştırma yapacağız."

 

"Vakitten bol neyimiz var değil mi?" Böyle konuşuyordu ama daha ilk seansta görecektim onu. Bir saatin sonunda ellerim acıyor, belim büküldü, sırtım ağrıdı gibi şikayetler duymaya başlayacağımdan adım gibi emindim. Ayrıca boks eldivenlerini giyebilmek için o uzun tırnaklarını bir miktar kesmek zorunda kalacaktı. Belki de sırf bunu yapmamak için vazgeçebilirdi. Görünüşü onun için her şeydi.

 

"Ama bu süreç çok yorucu olacak." Kararından cayacak mı diye yüzüne bakarken o kendinden emin bir şekilde çayını yudumluyordu.

 

"Siz beni ne sanıyorsunuz Allah aşkına...!" Bir şey demedik çünkü sonucu biliyorduk. En fazla 2 gün veriyordum ona fazlası mümkün değildi.

 

Telefonuma gelen mesaj sesiyle içimi küçük bir heyecan kaplarken telefonu cebimden çıkartıp ekranı yukarı kaydırdım. Sonunda...

 

"Ne yazmış?" Öykü merakla oturduğu yerden kafasını uzatırken elimle onu arkaya doğru ittim.

 

"Bu seni ilgilendirmez." Bozularak önüne dönerken büyük ihtimalle şu an ona neden mesaj atan birinin olmadığını sorguluyordu. Bu tarz durumlara alışık biri değildi. Genelde flörtlerinden bir günaydın mesajı almadan yataktan çıkmazdı.

 

'Yarın gece?' Sonunda onu 10 dakika da olsa görebilme fırsatı yakalamıştım. Keyifle yerimde kıpırdanırken mesajına onaylayan bir ifade gönderip masaya tekrar döndüm. O geceden sonra bir daha görüşme fırsatı bulamamıştık. Her ne işle meşgulse bu aralar çok yoğundu ve bende korkudan dışarı dahi adımımı atamadığım için onu görmeye gidemiyordum. O gece uyandığımda onu yanımda bulamasam da kızmadım. Zaten gitmesi gerekirken onu zorla içeri almıştım. O gece... ne geceydi ama. Önce aklımı tamamen başımdan almış sonra da saçlarımı okşayarak bir güzel uyutmuştu. İlk başta daha fazla vakit geçirebilmek için uyumamakta dirensem de yorgun vücudum daha fazla dayanamamıştı ve sıcak kolları arasında kendimi uykuya teslim etmiştim. O geceden bir daha istiyordum... Sevgisi bana o kadar iyi geliyordu ki. Dokunuşu, bakışı, sözleri... her şeyi bana ilaç gibi geliyordu. Yanımdayken her şeyi unutturabiliyor oluşu ise zaten bana bir hediyeydi. Ya da... kendisi tamamen bana bahşedilmiş büyük bir hediyeydi.

 

"Bence Doruk seninle gerçekten ilgileniyor." Öykü içtiği çayı püskürtmemek için eliyle ağzını kapatırken bir yandan da başını hızlı hızlı sallamaya başladı.

 

"Burada kalabilmek için gösterdiği çabayı fark ettiniz mi?" İkisi birbirlerini desteklerken gülerek onlara baktım. Sanırım Öykü'nün çizdiği güçlü kadın imajı Doruk'u fazlasıyla etkilemişti. Aslında sadece onu değil hepimizi fazlasıyla etkilemişti.

 

"Dün de nasıl olduğumu merak edip aradı. Ah... Bu çekici cazibeme daha fazla dayanamayacağını biliyordum!" Demek yeni gelişmeler vardı. Umarım bu sefer sonu hüsran olmazdı.

 

"Ne bu neşe! Erkeklerin biz kızları yoğun bir ilgi komasına soktuktan sonra birden kendilerini çekmeleri gibi lanet bir huyları vardır bunu en iyi sen bilirsin." İdil... bu konuda fazlasıyla netti. Öyle midir? Savaş o gece benimle fazlasıyla ilgiliydi o halde bir haftadır gelmemesinin sebebi bu olabilir miydi? Kendini birden geri mi çekmişti? Yok canım... yapmazdı öyle bir şey. Değil mi?

 

"Anlaşılan birileri halâ ayrı."

 

"Bu onun tercihiydi. İki gün sonra ayaklarıma kapanıp barışmak isteyecek göreceksiniz ama artık o eski İdil yok. Benim tercihim çok farklı olacak!" Evet... evet kesin öyle olurdu. İdil'i tanıyordum... Bora'yla arası eski sevgililerinde olduğu gibi değildi. Onlarla arasında mutlaka bir kırmızı çizgisi olurdu ve o çizgi aşılırsa İdil'den tekmeyi yiyip kendilerini kapının önünde bulurlardı. Ama Bora öyle değildi. İdil Bora'ya hiçbir sınır koymamıştı daha doğrusu koyamamıştı. Aralarında ki çekim çok kuvvetliydi bunu dışarıdan gören bir insan bile sadece birbirlerine olan bakışlarından anlayabilirdi. Bora'yı bilmem ama İdil'in onu kaybetmemek için ne olursa olsun elinden geleni yapacağını biliyordum.

 

"Her neyse... şu erkek muhabbetini kapatalım. Uzun zamandır kendimize vakit ayıramıyoruz." Konuyu değiştirmem iyi olmuştu yoksa bu muhabbetin sonu gelmeyecek gibiydi. Açtığım konu ikisinin de dikkatini çekmiş gibiydi. İdil elini çenesinin altına koyarken Öykü isyankar bir sesle mırıldandı.

 

"Maskem bitti... vücut kremimin dibi gözüküyor ve biz evden dışarı adım dahi atamıyoruz."

 

"Ben de sahilde koşmayı özledim..." Bende bahar akşamları kumsalda oturup müzik eşliğinde denizi izlemeyi, kayan yıldızları saymayı, hayal kurmayı özlemiştim. Bazen eski yaşamımı özlediğimi sanıyordum ama hayatıma yeni giren insanların o zaman yanımda olmayacağını düşününce bundan vazgeçiyordum. Savaş'ı tanımak güzeldi, hayatımda olması, onu sevmek güzeldi. Onunla geçirdiğim hiçbir anı eskiye değişmezdim.

 

"Biraz daha sabredin... Güzel günlerimize az kaldı." Hafif bir buruklukla mırıldanırken çatalımı peynire batırıp ağzıma götürdüm. Aslında kendimize derken birbirimize ayırdığımız vakitten bahsediyordum. Aynı evin içinde her dakika beraber olsakta kaliteli çok az vakit geçiriyorduk. Öykü'yü çalıştırma bahanesiyle gün içindeki etkileşimimiz artacaktı. Bu sayede her geçen gün birbirimizi daha fazla iyileştirecektik.

 

"Garajı hazırladınız değil mi?" İdil'e baktım. Bu iş ondaydı.

 

"Her şey hazır... daha kaç kere soracaksın?"

 

"Ayy! Çok heyecanlı. Ben hazırlanmaya gidiyorum artık!" Büyük bir heyecanla yerinden kalkıp koşarak mutfaktan çıkarken arkasından gülerek baktım. Bu kız hiç değişmeyecekti.

 

"Ben ona ısındırma yaparım sende kum torbası çalıştırırsın?" Başımı salladım. Eğlenceli kısım bendeydi.

 

Kahvaltıdan sonra kızlar ısınma hareketlerine başlarken bende garaja geçip son kontrolleri yaptım. Antrenman yapmayalı uzun zaman olmuştu aslında. Kum torbasının sağlamlığını son bir kez daha kontrol ederken torbaya her dokunduğumda eskiden yaptığım antremanlar geliyordu aklıma. Belki duyan birçok insana saçma gelecekti ama şu an kum torbasıyla duygusal bir bağa girdiğime emindim. Eski anılarım gözümde canlandıkça avcumun içi kaşınıyor, avcumun içi kaşındıkça yumruk olan ellerim torbanın üzerinde geziyordu. Aslında... Öykü gelene kadar biraz alıştırma yapabilirdim. Bana iyi geleceğinden emindim. Yumruklarım ne kadar sert olursa sinir ve stresten bir o kadar uzaklaşıyor ve kendimi buluyordum. Bu aralar buna o kadar ihtiyacım vardı ki...

 

Kenarda duran Öykü için hazırladığım eldivenleri elime geçirirken elimden çıkmaması için bileklerime sıkıca tutturdum. Eğer bir dövüşe çıkacak olsaydım boks eldiveni yerine parmaklarımı sarmayı tercih ederdim. Çünkü bu eldivenlerin içinde ellerim terliyor ve eldiven elimde kayıp duruyordu. Ahh... aklıma yine o kara gün gelmişti. Yeraltı'nda maça ilk çıktığım zamanlar sargı bezi yerine boks eldiveni kullanıyordum. Ve o kara gün boks eldivenini giydiğim son gündü. Elime bir beden büyük gelen eldivenin içinde rakibime doğru düzgün saldıramamış ve üzerine kolum kırılana kadar dayak yemiştim. Elim istemsizce dirseğime gitti. Hatırladıkça acısını hissediyor gibi oluyordum.

 

Bedenimi silkeleyip kum torbasıyla aramda yeterli bir mesafe bırakıp uygun pozisyonu aldım. İlk darbeyi attığımda torbanın üzerine yapışan tozlar etrafa savrulmuştu. Parmaklarımdan vücuduma doğru büyük bir enerji akışını hissettiğimde gözlerimi sıkıca kapatıp gülümsedim. Bunu özlemiştim. Bunu gerçekten özlemiştim.

 

Tekrar eski pozisyonumu alıp torbaya art arda darbeler atarken gözümün önünde Anıl'ı canlandırdım. Her bir yumruğu suratının ortasına patlatırken hiçte balodaki gibi sırıtmıyordu. Adi herif. Ben o adamın babam olduğuna inanmıyordum. O ruh hastası, pislik benim babam olamazdı. Ailemi benden çaldığını düşünmeden edemiyordum. Annemi öldürmüş olması, çocukluğumu öldürmüş olması ve benim halâ hiçbir şey yapmamış olmam... en çokta canımı sıkan buydu ya. Halâ hiçbir şey yapmamıştım. Şu buluşma işini artık hızlandırmamız gerekiyordu. En kısa zamanda Levent amcayla görüşüp buna bir açıklık getirmeliydik.

 

Garajın kapısı gıcırdadığında içimde yaşamış olduğum öfkeyi dışarı çıkarmak adına son bir kez torbaya tekmeyi geçirdim. Pislik herif yanımda olmadığı halde iki dakikada bana ruhsal çöküntü yaşatmayı başarmıştı.

 

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alırken sakinleşmeye çalıştım. Sakin olmalıydım. Öykü'ye odaklanmam gerekiyordu.

 

"Sen diğer eldivenleri tak." Kenarda duran havluyu boynuma atıp ucuyla yarama dikkat ederek alnımda biriken teri sildim.

 

"Bir gün beni fena benzetmenden korkmuyorum değil." Duyduğum sesle olduğum yerde kalıp şaşkınlıkla dudaklarım açılırken havlu elimden kayıp omzumda asılı kalmıştı.

 

O burada olamazdı. Olsa iyi olurdu ama olmaması gerekiyordu. Gelen sesi doğru mu algıladım diye arkamı kontrol etmek istedim. Buradaydı...

 

"Savaş?" Alt dudağını ısırıp etrafa göz atarken içeriye doğru adımladı. Şaşkınlığımı bir kenara atıp yüzümde onu görmenin mutluluğu yaşanırken birkaç adımda ben atınca ortada buluştuk.

 

"Burada ne işin var?" Omzumdaki havluyu eline alıp benim yarım bıraktığım işi tamamlamaya başladı.

 

"Sevinmedin mi?" İki parmağına sardığı havluyu yavaştan boynuma indirip çenemi biraz yukarıya kaldırdı.

 

"Sevindim... sadece beklemiyordum yarın geleceksin sandım."

 

"Yarın da geleceğim." Dudaklarım yavaştan iki yana kıvrılırken elimi yüzüne çıkartıp parmaklarımla gözünün kenarına dokundum. Göz bebekleri titriyordu sanki... bir konuda tereddütlü gibiydi.

 

"Bu bakışı biliyorum... bir şey var değil mi?"

 

"Nasıl bakıyormuşum?" Beni kırmaktan korkuyordu... ama ne olmuş olabilirdi ki. Hem... onun beni kırabilmesi için büyük bir şey olması gerekiyordu aksi halde benimle bu kadar ilgilenirken ona kırılmam mümkün değildi.

 

"Arabada rehin alındığımda yapacağın şeyi yapmadan önce baktığın gibi... yine tereddütlüsün." Derin bir nefes alıp bir adım geri gitti. Ne oluyordu anlamakta gerçekten zorlanıyordum.

 

"Bir şey yaptım."

 

"Ne... yaptın?" Dudaklarını birbirlerine bastırıp gözlerini kaçırdı benden. Söylemekte zorlanacak kadar ne yapmış olabilirdi ki? Onu rahatlatmak için açtığı bir adım mesafeyi kapatıp yüzünü avuçladım.

 

"Söyle?"

 

"Öncelikle şunu belirteyim bu benim fikrim değildi."

 

"Ne senin fikrin değildi Savaş?" İyice meraklanmaya başlamıştım. Bu kadar kıvranacak ne yapmış olabilirdi ki?

 

"Bana kızmayacaksın ama?" Derin bir nefes alıp yavaşça verdim.

 

"Bir an önce konuşmaya başlamazsan o korktuğunu şey" dönüp çıkardığım eldivenlere baktım.

 

"Başına gelecek gibi duruyor." Gülerek yanaklarındaki ellerimi tutup aşağıya indirdi. Evet?

 

"Seni görmek isteyen birisi var?" Beni görmek isteyen o kadar çok insan vardı ki... bu hangisiydi acaba?

 

"Kim peki?"

 

"Kerem... Kerem Yiğiter." Lafı uzatmasına rağmen halâ yumuşak kalan suratım söylediği isimle kaskatı kesilirken tuttuğu ellerimi çektim. Kerem Yiğiter mi? Abim olan Kerem'den bahsediyordu değil mi? Beni görmek istiyordu... beni bulmuştu. Bir şey söylemek için dudaklarımı hareket ettirsem de tek kelime konuşamamıştım. Abim benimle tanışmak mı istiyordu yani? Halâ bir abim olduğu gerçeğiyle boğuşurken birde onunla mı tanışacaktım? Bu mümkün değildi. Başımı hızla iki yana sallarken bir adım geri gittim.

 

"İstemiyorum."

 

"Hazır olmadığını söylesem de dinletemedim buraya tek gelmesindense-" Buraya gelmek mi!? Hayır!

 

"Gelmesin! Gelmesin! Lütfen gelmesin!" Derin bir nefes alıp ellerini omuzlarıma koydu.

 

"Ben getirdim." Gözlerim ve ağzım büyük bir şaşkınlıkla açılırken tek elimle ağzımı kapattım. Ne!?

 

"Burada mı!?" Korkuyla fısıldarken omzunun üstünden kapıya baktım. Burada olmamalıydı. Tanışmak istemiyordum. Hazır değildim.

 

"Yapamam..." gözlerim dolarken ağlamamak için kirpiklerimi kırpıştırsam da başarısız olmuştum. Bu ihtimal beni neden bu kadar korkutmuştu bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da bunun hiç zamanı olmadığıydı.

 

"Ya beni istemezse? Ya annem ve babasının intikamı için beni ona vermek isterse? Ya-" omuzlarımdan beni kendine çekip sarıldığında sustum. Onunla tanışmaya hiç ama hiç hazır değildim. Meryem teyze sosyeteden olduğunu söylese bile cesaret edip internetten fotoğrafına bile bakamamıştım.

 

"Sadece abi olmak istiyor." Nasıl güvenecektik ona? Ne istediğini nereden bilecektik? Şu zamana kadar istediğim tek şey bir aileye sahip olmak olduğu halde ben ona güvenmezken Savaş nasıl buna izin verebiliyordu?

 

"Bir yabancıya nasıl güveniyorsun!?"

 

"Yabancı değil... tanıyorum onu." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Tanıyor muydu?

 

"Abimin arkadaşıydı." Üst üste derin nefesler alırken ondan ayrılıp ellerimle yüzümü kuruttum. Toparlanmam gerekiyordu.

 

"Onu tanıdığını neden daha önce söylemedin?" Başını hafif yana eğip bakmaya devam etti.

 

"Çünkü hazır olmadığını biliyordum." Yine de tanıdığını saklaması gerekmezdi. Her neyse konumuz şu an bu değildi. O... abim buradaydı.

 

"Ya beni sevmezse?"

 

"İçeride seni bekliyor dinle onu sonra karar verirsin seni sevip sevmeyeceğine." Biraz düşündükten sonra onaylarcasına başımı salladım. Tamam... konuşacaktım onunla. Yüzleşecektim. Tabii heyecandan kalbim durmazsa.

 

Bir elini sırtıma koyup beni garaj çıkışına doğru yürütürken adımlarım halâ geri geri gitmek istiyordu.

 

"Nasıl sesleneceğim peki ona? Asla abi demem!" Güldü. Komik bir şey yoktu ortada! Halâ ne yapacağımı ne konuşacağımı bilmiyordum.

 

"Hem...-"

 

"Konuşmak zorunda değilsin. Sadece seninle tanışmak istiyor."

 

"Ama sizde içeride olacaksınız değil mi?" Evin kapısına geldiğimizde içeriye girmeden durdum. Bu soruma cevap vermemişti.

 

"Değil mi?"

 

"Yalnız kalsa-"

 

"Asla!" Asla ama asla onunla yalnız kalmazdım. Onu tanımıyordum ve ona güvenmiyordum.

 

"Korkma... ben buradayım zarar göreceğin en ufak bir ihtimal dahi olsaydı buna izin vermezdim."

 

"Ne olursun... sen de gel." Gözlerine yalvarırcasına baktım. Onu buraya kadar getirip sonra çekip gidemezdi. Elini gitmemesi için sıkıca tutup saksının altındaki anahtarla kapıyı açtım. Kapının zilini duyup beni karşılamasını istemiyordum. İçeri girdiğimizde Öykü elindeki tepsiyle salona girmek için mutfaktan çıkıyordu. Beni görünce bir an durup heyecanla parmak uçlarında yanıma geldi.

 

"Saçlarınız aynı renk!" Gözlerimi devirip ayakkabılarımı çıkardım.

 

"Yapma gözlerini öyle. İdil adamı yemek üzere seni paylaşmak istemiyor bir an önce gelip dikkatleri üzerine toplaman gerekiyor." Sıkıntıyla bir nefes verip hala kapıda dikilmeye devam eden Savaş'ı içeriye çektim Öykü'de bu sırada içeriye girmişti.

 

"Önce üzerimi değiştireceğim."

 

"Oraya da mı geleyim?" Elinden tutup salonun kapısının önünden geçerken kimsenin bizi görmemesi için hızlıca merdivenlere doğru çektim onu.

 

"Tabii ki de geleceksin içeriye tek girmeyeceğim." Merdivenlerden çıkarken sorduğu sorunun altında yatan ima daha yeni beynime dank ettiği için durup omzumun üzerinde ona baktım.

 

"Ve tabii ki de kapıda bekleyeceksin!"

 

Ayaklarımı vura vura merdivenleri çıkıp kapımın önüne gelince tekrar ona döndüm.

 

"Sakın bir yere ayrılma!" Kapıyı suratına sertçe çarpıp odanın ortasına doğru yürüdüm. Dolabımdan temiz kıyafetler çıkarırken halâ ne yapacağımı, nasıl davranacağımı düşünüyordum.

 

Ailemden biri aşağıda beni bekliyordu... tek amacının benimle tanışıp sadece bana abi olmak istediğini düşünmüyordum. Ne olursa olsun bir şekilde beni yanına çekip kullanmaya çalışacaktı bundan adım gibi emindim. Çünkü Meryem teyze intikam peşinde olduğunu söylemişti. Anıl'a giden tek yol ise bendim.

 

Tüm bunları düşünürken dalgın hareketlerle üzerime düzgün bir şeyler geçirebilmiştim. Odadan çıkmadan önce banyoya girip suratıma soğuk suyu çarparken aynada kendimle göz göze geldim. O adama karşı sert ve soğuk olmalıydım. Hiçbir şekilde düşüncelerimden beni saptırmasına izin vermeyecektim. Evet... öyle olacaktı!

 

Odamdan çıktığımda Savaş beni dinlemiş ve kapıdan bir yere ayrılmamıştı. Gözümle işaret edip önüme geçmesini belirttim. Benden habersiz iş yaptığı için kendisini suçlu hissediyordu o yüzden ne dersem onu yapıyordu.

 

"Kızdın mı?" Derin bir nefes alıp arkasından inmek yerine yanına geçtim.

 

"Sadece... beklemiyordum."

 

"Peki kızgın mısın bana?" Kolumdan tutup durdurdu beni. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Tepki veremediğim için bir basamak aşağıya inip tam karşımda dikilmişti. Çenemi parmaklarının arasına alırken aynı boyda olmamıza rağmen yine de biraz kaldırınca bakışlarımı yerden çekip gözlerine diktim.

 

"Onu buraya getirerek seni üzdüm mü?" Biraz daha gözlerine bakıp başımı iki yana salladım ve bakışlarına dayanamayınca boynuna sarıldım. Beni üzmemişti ama benden habersiz iş yaptığı için ona kızgın olduğum bir gerçekti. Ama... o böyle bakarken ona trip atamıyordum.

 

Beni üzdüğünü düşünüp o da üzülüyordu ve bunu bakışlarına yansıtıyordu sonra bende onu böyle görünce bu sefer üzülmüş oluyordum çünkü onun üzülmesine de dayanamıyordum. Bu lanet döngünün de hep böyle karmaşık olarak hayatımın sonuna kadar bizimle kalacağını biliyordum. Çünkü birbirimiz kırıp dökmekten o kadar çekiniyorduk ki...

 

"Sorun değil... Ne kadar kaçarsam kaçayım bir gün bu tanışmayı yaşayacaktım. Sadece bir an önce bitsin istiyorum. Beni yalnız bırakma yeter."

 

Başımı geri çektiğimde yeni çıkmaya başlayan sakallarına tutunan saçlarımı elimle sıyırdım. Salondan çıkan Öykü'yü gördüğümde toparlanıp merdivenlerden inmeye devam ettik.

 

"Kaçtığını düşünmeye başladık..." Abarttığını belirten bakışlarımı yollayıp başımı salon kapısının girişine çevirdim. Adamın biri tekli koltukta arkası dönük oturuyordu. Adamın biri...

 

Derin bir nefes alıp içeriye girdiğimde birden fazla ayak sesinin duyulmasıyla ikisi birden bize doğru döndü. Bakışlarım önce İdil'i buldu. Fazla sert olan bakışları beni görünce yumuşadı, içimi ısıtan o gülümsemelerinden birini yolladı. Bir adım daha atıp neredeyse koltuğun başına geldiğimde bakışlarımı aşağıya indirmeye korkuyordum. Bana inat bakmaya devam ediyordu ve sonunda zorlandığımı anlamış olmalı ki ayağa kalkıp karşıma dikildi.

 

Başım dikti ama onun boyu uzun olduğu için bakışlarım omuzlarında sabit kalmıştı. Cesaretimi toplayıp titrek bakışlarımı suratına çıkardığımda kaşlarım hafif bir şaşkınlıkla yukarıya kalkmış dudaklarım ise biraz aralanmıştı.

 

Sıktığım avuçlarımı gevşetirken heyecandan derin derin nefesler almaya başlamıştım bile. Öykü'nün de dediği gibi saçları benim gibi kahverenginin birkaç ton açığına sahipti bunun dışında hafif çekik mavi gözleri, sert çene hatları, ince dudaklarıyla fotoğraftaki adama benziyordu. O babasına ben anneme benziyordum.

 

Boğazımda oluşan yumruyu yutkunarak aşağıya göndermek istesem de başarılı olamamıştım. Ne kadar soğuk ve sert duracağımı söylesem de dudaklarının hafif yana kıvrılmasıyla oluşan gülümsemesini görünce bütün surlarım yıkılmıştı. Bana sıcak bakıyordu, özlemle bakıyordu, şefkatle bakıyordu... içinde daha bir çok duyguyu bulunduran gözlerine baktıkça o saf duyguların barındığı okyanusta derinlere inip daha fazlasını bulmak istedim. Ama... böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi ki...?

 

Beni asıl şaşırtan ise aynı duyguları ona karşı hissetmek isteyişimdi. Tanımadığım birini özlemiş olmak istiyordum. İçimde zorla bastırdığım duygularım açığa çıkmak istercesine beni zorlarken halâ kendime şaşkındım. Onu tanımak istemem, onu sevmek istemem normal miydi?

 

"Bizi yalnız bırakın..." duygularım gibi dudaklarımdan dökülen kelimelerde beni yanıltmıştı.

 

Şu zamana kadar aldığım tüm ciddi kararlarda böyle olmamış mıydı zaten? Ne düşünsem, ne hissetsem hep tersi oluyordu. Şu hayatta yapmam dediğim ne varsa kimi zaman isteyerek kimi zaman zorla yapmıştım. Sevemem demiştim sevmiştim. Sevilmem sanmıştım sevilmiştim. Korkusuzum sanmıştım ama korkudan öleceğimi zannettiğim anlarım olmuştu. Ringe çıkarken hep kendimden emin çıkardım insanların işini bitirme anlayışım oradaki çoğu kişinin anlayışının tam tersine sadece onları bayıltarak etkisiz hale getirmekken şimdi katil olmaya çok yakındım.

 

Dışarıdan anlaşılmadan okunmuş bir kitap gibi gözüktüğümü biliyordum. Asıl garip olanda buydu zaten. İnsanlar tanındıkça anlaşılırdı ama ben, beni tanımaya, anlamaya çalışan insanlara her gün giderek daha da karmaşıklaşıyordum. Büyük bir merakla sayfalarımı çevirenler bölüm sonunda ne olacağını tahmin ederken aslında karşılaştıkları bambaşka bir son oluyordu. Benim büyük bir merakla beklediğim şey ise bölüm sonlarım değil kitabımın sonuydu.

Bölüm : 26.11.2024 19:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...