
Okyanusun ortasındaki o küçük ada'm... duygularım gibi orada da havalar karma karışıktı. Bir yanı ağır fırtınalı, bir yani günlük güneşlik. Bu durum çok rahatsız ediciydi. Ne fırtınayı severdim ne de güneşi. Hafif bir sıcak esinti ve küçük küçük silkeleyen yağmur damlaları yeterliydi.
Yüzünde ki o küçük gülümsemesi silinmezken ada'mın güneşli bahçelerinde geziyor, deniz suyu ayaklarımı ıslatıp geri kaçarken ayağımın altındaki kumlar beni gıdıklandırıyordu. Bu biraz hoşuma gitmişti. Tam olarak huzur sayılmazdı ama... bir şeydi işte. Daha önce hissetmediğim bir şey. Tanımlayamadığım bir şey...
Öne doğru küçük bir adım atıp elini bana doğru uzatınca korkuyla birkaç adım geriye gidip derin bir nefes aldım ve kaşlarımı çattım. Bir an da ada'mın diğer ucuna ışınlanmıştım ve burası hiç hoş değildi. Fırtınanın rüzgarın da ayakta durmaktan zorlanırken sert rüzgar adeta yüzümü kesmek istercesine suratıma çarpıyor ve beni geriye itiyordu. Denizin suyu fırtınanın etkisiyle büyük dalgalar halinde kıyıya sertçe vuruyor ve kumdan yaptığım şekilleri yıkıp geçiyordu. Burayı sevmemiştim. Fakat bu duyguları biliyordum... büyük bir çoğunluğunu korkum oluştururken geri kalanını burada oluşunun altında yatan art niyetler oluşturuyordu. Öfke, tedirginlik ve endişe.
"Korkutmak istemedim." Elini indirirken onu baştan aşağı tekrar inceledim. Altında siyah bir kot üstünde ise yakaları gözüken beyaz bir gömlek ve lacivert bir kazak vardı. Kaşları verdiğim tepkiyle düzleşmiş ve ellerini bacaklarının iki yanına indirip hafif bir mahcupluk hissine kapılmış gibi gözlerini kaçırmıştı.
Onu görür görmez neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum ama düşürdüğüm gardımı yerden alıp bakışlarımı hemen sertleştirdim. Tanımadan güvenmek yoktu!
Tekrar derin bir nefes alırken yanından geçip üçlü koltuğa oturdum. Benimle birlikte o da eski yerini alırken tekrar o duygu yüklü bakışlarını takınmıştı ama bu sefer etkilenmek yoktu!
"Ben-"
"Kim olduğunu biliyorum." Konuşmamalıydım... Her ne söyleyecekse sadece dinleyecektim ve sonra gidecekti.
"Sen-"
"Kim olduğumu da biliyorum." Ahh... lanet olsun! Şu çeneme sahip çıkamıyordum.
Sanırım sert çıkmış olacağım ki derin bir nefes alıp eliyle ensesini okşadı. Aslında sadece heyecandan oluyordu.
"Kendimden bahsetmemi ister misin?" Off! Bu görüşme sandığımdan daha zordu. Ne kadar istifimi bozmamaya çalışsam da anlatacaklarından etkilenirim diye korkuyordum. Beni kandırmasından, benimle oynamasından korkuyordum.
"Olur." Çekingen bir tavırla cevap verip arkama yaslandım. Parmağında ki alyans dikkatimi çekmişti. Demek evliydi...
Devam etmek için birkaç kez ağzı açılsa da bir şey söyleyemeden geri kapandı. O da ne konuşacağını bilmiyordu anlaşılan. Tamam... onun içinde zor olmalıydı.
"Ben her şeyi hatırlıyorum." Birden geçmişe dönmesiyle gözlerimi birkaç saniye kapatıp alnımı ovaladım. Hatırladığım dediği şeyler travmaları olmalıydı. Onları da mı anlatacaktı yoksa?
"Anlatmak zorunda değilsin."
"Bilmeni istiyorum." Tamam... merak etmiyor değildim bende.
"Annem bizi bıraktığında 13 yaşındaydım. Her şeyi duyuyor her şeyi anlayabiliyordum. Seninle ayrılacağımızı da anlamıştım." Ben hiçbir şey hatırlamasam da o benimle geçirdiği 3 yılı hatırlıyor olmalıydı. Acaba o da beni sevmiş miydi?
"Ben hiçbir şey hatırlayamıyorum."
"Küçüktün..." gözleri sehpanın köşesine dalmıştı ve suratı küçük bir tebessüm içindeydi. İçimde tekrar bir şeyler takla atarken derin bir nefes aldım. Şimdiden nefesim sıklaşmaya başlamıştı.
"Hayatta olduğunu duyunca yıllarca seni aradım ve şimdi karşımdasın ama ben... inan ne diyeceğimi bilmiyorum."
"Tamam... o halde tekrar başa dönelim. Nasıl bir hayatımız olduğunu anlat bana. Neler yaşadığını anlat." İçimde ki merak duygusunu bastırmakta zorlanırken yavaştan taşmaya başlamıştı bile.
Başını sallayıp oturuşunu düzeltti ve ellerini dizlerinin üzerine koydu. Parmakları arada küçük ritimler tutarken bir süre daha düşünüp sonunda konuşmaya hazır gibi yüzüme baktı.
"Beni babam büyüttü. Annem çok nadir yanımıza uğrardı hatta bazen aylarca gelmediği olurdu tekrar eve gelmesi için günlerce ağladığımı hatırlıyorum." Boğazımda ki yumruyu zorlukla aşağıya gönderirken bir şey demeden onu dinlemeye devam ettim. Anne özlemi ne demekti biliyorum. Yıllar olmuştu ama halâ alışamamıştım yokluğuna. Arada bir kapı çalacakta çıkıp gelecek diye beklediğim olurdu.
"Sonunda bir gün çıkıp geldi ve bir daha hiç ayrılmayacağımızı söyledi. Öyle de oldu. Başka bir şehre taşındık, sonra sen doğdun." Buradan sonrası daha çok dikkatimi çekiyordu.
"Annemle ben seni çok sevdik." Bunu söylerken gözlerime bakmıştı. Peki babam?
"Babam başta sana biraz soğuktu ama sonra seninle ilgilenmek için onunla yarıştığımı hatırlıyorum." Sevilmiştim yani... o günleri hatırlamak için neler vermezdim ki.
"Bir gün... annemle babamın büyük bir kavgasına şahit oldum. İlk defa annemi babama tokat atarken gördüm. Sen sanki tüm bu olanları hissetmiş gibi sürekli ağlıyordun. Bende korkmaya başlamıştım. O gece apar topar evden ayrıldık. Babamın uzaktan bir akrabası vardı birkaç gün orada kaldıktan sonra tekrar yola koyulmuştuk. O süre zarfında bazı konuşmaları duymuştum."
"Ne konuşması?"
"Babamla annem yine bir kavga sırasında birbirlerine bağırırken duydum. Sonlarına doğru babam beni fark edince içeriye gitmemi söyledi. Ama bir şeyler döndüğünü anlamıştım. Hayatımız tehlikedeydi."
"Ne konuşuyorlardı?"
"Hatırlamakta zorlanıyorum... ama sanırım şöyle bir diyalogtu,
-Çocukları tehlikeye atamayız Tanem onlar burada kalmalı!
-Onları yalnız bırakamam... sen kal onlarla, ben gidip alırım.
-Neden bu planlar bu kadar önemli! İşinden vazgeç artık hayatımız tehlikede!"
Sıklaşan nefeslerimi ona fark ettirmeden düzene sokarken oturduğum yerde biraz dikleştim. O planlar... ben de ki planlar olabilir miydi?
"Yanlış bir şey mi söyledim?" Bakışları büyük bir incelikle yüzümde gezinirken gözlerimi kaçırmamaya gayret ettim.
"Hayır. Devam et lütfen."
"O gece neler oldu bilmiyorum ama annem ikimize de küçük bir valiz hazırlamıştı. Ayrılacağımızı anlamıştım. Önce seni bıraktık. Bizi bırakmaması için anneme yalvarsam da beni dinlemedi. Sürekli geri döneceğini söyleyip durdu. Sonra beni bıraktı. Ama bir daha gelmedi." Elleriyle gözlerini ovalarken dudaklarını birbirine bastırıp bir süre konuşmadı.
"İlk haftadan başka bir aileye evlatlık verildim. Sen ne haldeydin neler yaşadın bilmiyorum ama ben çok zorlandım." Başımı salladım. O her şeyi hatırlıyordu ve onun daha çok zorlandığını biliyordum. Kendi ailenden ayrılıp hemen ardından başkalarına anne baba demek kolay olmazdı. Özellikle annemin tekrar geri döneceğini bile bile demek... hiç kolay değildi.
"Annem bir mektup bırakmış bana şimdiki ailem bana o mektubu reşit olana kadar vermedi." Başımı salladım. Bendeki mektubun benzeri olmalıydı.
"Şimdi karşına geçip birden sana abilik yapacağım diyemem-"
"Ben biraz düşünmek istiyorum." Düşünmeliydim... ona güvenecek miydim bilmiyorum. Bana abilik yapmasına izin verecek miydim onu da bilmiyordum. Sürekli aklımda turlayan yüzlerce soruya cevap bulamazken üzerine yenileri eklenmişti ve ben bunlara nasıl cevap bulacağımı da bilmiyordum.
Sehpanın üzerine kartını bırakıp ayağa kalktı.
"Konuşmak istersen bana bu numaradan ulaşabilirsin." Bende en ufak bir duygu belirtisi arayan dolu gözleri boş dönerken kapıya doğru yöneldi. Arkasından kalkıp onu kapıya kadar geçirmek istedim. Salondan çıktığımızda üç çift meraklı göz bizi karşılarken onlara bir şey demeden dış kapıyı açtım.
Son kez yüzüme bakıp merdivenlerden inerken arkasından seslendim.
"Görüşürüz..." sanırım bu ona yeterdi. Doğru mu yaptım bilmiyorum ama içimden böyle gelmişti. Tekrar görüşmek isteyebilirdim. Belki bazı sorularıma onda cevap bulurdum.
Beni ilk gördüğünde olduğu gibi yine yüzüne o tebessümü yerleştirip arabaya doğru yürümeye başladı.
"Onu seveceğini biliyordum." Arkasından Savaş'ta evden çıkıp karşıma dikildi.
"Onu sevdiğimi söylemedim!"
"Ama ben anladım." Yanağıma küçük bir öpücük kondurup gitti. Kapıyı arkasından kapatırken sırtımı dayayıp gözlerimi kapattım. Sevmiş miydim?
"Nasıl geçti?" Gözlerimi açtığımda İdil karşımda dikilmiş halâ merak dolu gözlerle bana bakıyordu. Onu bırakıp gitmemden korkuyordu ama söylemiştim ona. O benim tek ailemdi. Ne olursa olsun onu bırakmazdım.
"Bilmiyorum." Kızlarla içeriye geçerken aklım allak bullaktı. Sehpaya bıraktığı kartı alıp inceledim biraz.
"Bence iyi birine benziyor." Öykü'nün fikrini belirtmesi üzerine birbirleriyle atışmaya girerlerken kartın arkasını çevirdim.
Kerem Yiğiter... CEO mu? Yuhh! Çevresi çok genişti o halde. Altta yazılı olan numarasını telefonuma kaydedip kartı cebime koydum.
"Hazal... Yardım et!" Kızların halini gördüğümde gözlerimi devirip ayağa kalktım ve küçük, kare kırlenti Öykü'nün suratına bastıran İdil'i geriye doğru savurdum.
"Senin tek kardeşin benim!"
"Aksini iddia eden yok zaten! Sakin ol biraz." İşaret parmağıyla karnını tutup nefes almakta zorlanan Öykü'yü gösterdi.
"O ediyor." Başımı hafif yana eğip kaşınan Öykü'ye baktım. İdil'e zıt gitmeye devam ederse bir süreden sonra onu kurtaramayabilirdim.
"Birinin gerçekleri söylemesi-" hırsla hareket eden İdil'i zorla tekrar geri çekip aralarına geçtim.
"Yeter! Çok yorgunum ve odama çıkıp uyumak istiyorum didişip durmayın!" Onları arkamda bırakırken merdivenlerden çıkıp odama ulaştım. Hiçbir iş yapmamış olsam dahi kendimi çok yorgun hissediyordum. Kendimi yatağa atıp kollarımı uzunca iki yana gerince rahatlamıştım biraz.
Planlar... ne vardı bu planlarda bu kadar önemli. Annemin almak için hayatını tehlikeye atacak kadar ne vardı? Yataktan kalkıp planları koyduğum yerden çıkardım ve hepsini yatağın üzerine serdim.
Elle çizilmiş karma karışık çizgiler daha çok birbirine bağlı boruları andırıyordu. Hayatımda daha önce bir şeyin ya da bir yerin planını görmediğim için bunlardan hiçbir şey anlamıyordum. Büyük büyük kağıtlara farklı boyutlarda ve kağıtların farklı yerlerinde çizilmiş çizgiler ve karmaşık sayılar vardı. Sadece çizgiler ve sayılar. Ne bir isim ne bir not. Annem için bu kadar önemli olan neydi peki?
Gözümü en ufak bir detay aramak için bütün kağıtlar da gezdirirken yorgunca yatağın kenarına kıvrıldım. Doğru düzgün düşünemiyordum. Aklımda halâ Kerem'in söyledikleri yankılanıyordu. Onu düşünmeden de edemiyordum. Benim gibi o da çok acılar çekmiş olmalıydı. Yalnızlık bizim en büyük acımızdı. En azından ben başından beri yalnız büyümüştüm o... aile sevgisini hissetmişti ve buna alışmıştı. Birden tüm bunlardan koparılmak zor olmalıydı.
Gözümden küçük bir damla yaş akarken yüzümü yatağa bastırdım. Şimdiden bildiklerimin yükü ağır gelmeye başlamıştı. Tüm bunlara nasıl dayanacaktım, nasıl savaşacaktım bilmiyorum.
Açık penceremden içeriye ezan sesi dolup beni mayıştırırken yorganımın köşesini çekip üzerime örttüm. Belki de sadece uykusuzdum. Belki de her şey kötü bir rüyaydı ve sadece uyanmam gerekiyordu. Güldüm kendi kendime. Keşke her şey bir rüya olabilecek kadar basit olsaydı. Belki de sadece uyumalıydım ya da... uyanmalıydım.
Uyanmalıydım... uyanmalıydım! Gözlerimi yıldırım düşmüş gibi açarken aniden yataktan doğruldum. Evet uyanmalıydım! Gözümü açmalıydım!
Aklıma düşen fikirle dışarı çıkmak için hazırlanırken bir yandan da Levent amcaya mesaj attım. Bu sefer benden kaçışı yoktu ne olursa olsun yanına gidecektim. Anıl'la buluşmamam için sürekli beni oyalıyor aradığımda ya meşgule atıyor ya da başka bahaneler bularak yüzüme kapatıyordu telefonu. Nasıl anlamamıştım şimdiye kadar... Belki de beni tamamen devre dışı bırakıp kendi planını devreye sokacaktı. Aptal kafam! Acilen onunla buluşup bu meseleye açıklık getirmem gerekiyordu. Eğer yine reddederse kendi işimi kendim halledecektim. O kadar!
⚫
Evden çıktığımda korumaların varlığını unuttuğum için karşıma büyük bir engel çıkmıştı. Kızları zar zor ikna etmişken bir de Savaş'ın radarına yakalanamazdım. Bir şeyler düşünmeliydim. Bu kadar adamı atlatmam imkansızdı Savaş'tan habersiz bir yere gitmem daha da imkansız. O halde... geriye tek bir seçenek kalıyordu. Ne olursa olsun denemeliydim.
"Sen..! Adın ne?" Tehdit oluşturmadığımı anlayan bir kesim tekrar evin arkasına doğru yönelip eski yerlerini aldılar. Diğer ikisi de bahçe kapısının önündeki yerlerini alırken elimle işaret ettiğim genç yanıma doğru gelmeye başladı. Onu seçmiştim çünkü o diğerlerine göre daha uysal duruyordu. Diğerlerine göre daha sıska ve daha güçsüz olduğu da her halinden belliydi. En fazla 24-25 yaşındaydı ve bu onunla anlaşmam için büyük avantajdı. En azından onu kandırabilirim gibi duruyordu. Umarım ters köşe olmazdım.
"Adım Cihan."
"Madem yalnız dışarı çıkamıyorum o halde bugünden itibaren benim şoförüm sen olacaksın." Biraz şaşırmış gibi etrafına baktı. Sanırım doğru yoldaydım.
"Ben mi?"
"Evet sen yoksa ehliyetin mi yok?" Hafifçe gülüp ensesini kaşıdı ve gözlerini kaçırdı. Hey... o da ne? Yoksa benden hoşlanmış mıydı?
"Var efendim."
"Ee sorun ne o zaman?" Bir cevap bekler gibi yüzüne baktım. Cebinden araba anahtarlığını çıkarınca zaferle gülümseyip saçımı geriye savurdum. Gittikçe hedefime yaklaşıyordum.
"Bundan sonra benden sorumlu tek kişi sen olacaksın tamam mı? Sadece sen!" Diğerlerinin de duyması için sesimi bilerek yükseltmiştim.
"Seve seve efendim." Benden birkaç adım önde yürüyüp arabanın arka kapısını açtı. Gözlerimi devirip açtığı kapıyı kapatırken ön kapıyı açıp yerleştim. Anlaşılan küçük bir konuşma daha yapmam gerekiyordu.
Cihan arabaya binip çalıştırdığında hafifçe ona doğru dönüp saçımı kulak arkası yaptım. Doğru mu yapıyordum bilmiyorum sadece samimi olmaya çalışıyordum.
"Hastaneye gidelim." Başını sallayıp ana caddeye çıktığında rahat bir nefes verdim.
"Seninle birkaç konuda anlaşmamız gerekiyor." Yandan bir bakış atıp tekrar yola döndü.
"Sizi dinliyorum efendim."
"Öncelikle şu efendim kelimesini bırak. Hazal demen yeterli." Bir şey demeden yola devam etti.
"İlk olarak... Seni seçtim çünkü bakışları korkutucu olmayan tek kişi sendin. Sakın kendini hizmetçimmişsin gibi düşünme şu saatten sonra ilişkimiz çok farklı olacak."
"Böyle düşünmenize sevindim ama nasıl bir ilişkiden bahsediyorsunuz?"
"İkinci olarak resmiyeti de bırakmanı istiyorum!"
"Peki... Hazal." Gülerek arkama yaslandım.
"Bundan sonra beni istediğim yere sen götüreceksin ve kimseye hesap vermeyeceksin."
"Ama-"
"Aması yok. Nereye gidersek ve ne yaparsak bu sadece ikimizin arasında kalacak. Sadece sen ve ben. İki dost gibi düşün."
"Peki Savaş bey sorarsa ne diyeceğim?"
"Sen onu bana bırak. Anlaştık mı?" Biraz düşündü. Onu zorladığımı biliyordum ama buna mecburdum.
"Tehlikeli bir durumla karşılaşırsak sen beni koruyacaksın ben de seni koruyacağım." Hafif bir şaşkınlıkla bakıp tekrar önüne döndü.
"Ne? Yoksa namımı duymadın mı?"
"Kim olduğunuzu- olduğunu gayet iyi biliyorum. Sadece beni koruyacak olmana şaşırdım." Sıcak bir gülümsemeyle elimi omzuna götürüp hafifçe sıktım.
"Ne olursa olsun kimseyi arkamda bırakmam. Bu arada tabii ki de maaşına zam alacaksın. Şimdi söyle bakalım var mısın ortaklığa?"
"Ha birde olurda ilişkimiz ortaya çıkarsa sakın korkma. Ben varken Savaş'ta dahil kimse sana bir şey yapamaz. Bundan sonra benim adamımsın." Gayet sakin ve kendinden emin ses tonumla sanırım yavaştan onu kazanmaya başlamıştım.
"Ee ne diyorsun?"
"Bu çok yanlış geliyor-"
"Kapımın önünde dikilip olmayacak bir saldırıyı beklemek daha mı iyi?"
"Peki bunu neden yapıyorsun?"
"Çünkü güvenebileceğim birine ihtiyacım var. Cihan... sana ihtiyacım var. Yoksa yanlış kişiyi mi seçtim?" Alt dudağını ısırırken dönüp bana baktı.
"Doğru kişiyi seçtin..." derin bir nefes alıp arabayı hastanenin otoparkına çekti.
"Seninleyim." Gülerek çantamı boynumdan yana doğru sarkıtırken elimi vitesteki elinin üzerine koydum.
"Teşekkür ederim. İşim kısa sürecek çok bekletmem seni." Arabadan inip zafer edasıyla hastaneye doğru ilerlerken kendimi büyük rahatlamış hissediyordum. Cihan benim en büyük yardımcım olacaktı. Onu bulaştırdığım iş cesaret isterdi ve o buna cesaret ettiğine göre yapacağımız birçok iş onun cesaretinin yanında bir hiç kalacaktı.
Hiç vakit kaybetmeden hastaneden içeri girip asansörlere yöneldim. Yoğun insan trafiği sonunda binebildiğim asansörden insanların içinde sıkışıp ezilerek kendimi zorla dışarı attığımda saçım başım biraz dağılmıştı. Daha önce burayı hiç bu kadar kalabalık görmemiştim.
Evden çıktığımdan beri mesajıma cevap vermeyen Levent amcayı burada bulmak umuduyla kapısını tıklattım. Daha benden ne kadar kaçabilecekti bakalım. Duyduğum sesle gülümsememi bastırıp boğazımı temizledim ve kapıyı yavaşça aralayıp içeriye girdim. Masasında ki onlarca dosyaya gömülmüşken başını kaldırıp yüzüme dahi bakmadı.
"Onları diğer masaya koy sonra da geçen yıla ait kayıtların çıktısını getir." Anlaşılan çok yoğundu. Belki de mesajımı görmemişti.
Birkaç adımda masanın önüne gelip boğazımı temizledim. Umarım çalıştığı zamanlar agresif olmuyordur. Başını kaldırmadan gözlüğünün üzerinden bakıp beni görünce gözlerini kapattı ve birkaç saniye bekleyip arkasına yaslandı. Yakaladım seni...
"Rahatsız ettim ama... konuşabilir miyiz?" Eliyle koltuğu gösterdiğinde oturup çantamı yanıma koydum.
"Anıl'la-"
"Konuştum..." Duyduğum şeyle gözlerim kocaman açılırken ellerimi masaya dayayıp biraz öne eğildim. Duyacaklarımdan korkmuyor değildim.
"Konuştunuz mu? Ne dedi? Buluşacak mı benimle?" Başını yavaşça sallayıp ellerini önünde birleştirdi. Bu... evet mi demekti?
"Buluşacak. Yeri ve zamanı bizim belirlememizi istiyor." Güzel... kalbim duyduklarımın etkisiyle hızlanırken sakince arkama yaslandım. Bir an önce onunla konuşmalıydım. Neler bildiğimi bilmeden bana büyük ipuçları vereceğinden emindim.
"Yarın?"
"Hayır! Aceleye getiremeyiz."
"Yeterince beklediğimi düşünüyorum yanınıza gelmeseydim bana söylemeyecektiniz bile." Gözlüğünü çıkarttı ve ellerini masaya dayayıp sert bir şekilde gözlerime baktı. Tamam... sustum.
"Onu tanımıyorsun. Kabul etti çünkü seni bulamıyor ve oradan seni almadan çıkmayacak." Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Savaş'ta aynısını söylemişti.
"Plan yapmalıyız o halde... yeri ve zamanı bize bırakması büyük bir avantaj."
"Seçim şansını bize bıraktığına göre büyük bir planı olmalı. Her ihtimali gözden geçirmeliyiz." O halde her ihtimali düşünürdüm. Zaten günlerce aklımda tam teşekküllü olduğunu düşündüğüm bir plan geçiyordu. Üzerinde biraz daha düşünmeliydim o kadar.
"Benim bir planım var." Tek kaşını hafifçe kaldırıp baktı. Daha çok küçümser bir hali vardı. Tamam belki bu işlerin adamı olmayabilirdim ama zekamı iyi kullanırdım.
"Planı ben yaparım." Güldüm.
"Levent amca... Beni daha tanımıyorsun, aklımdan neler geçtiğini bilmiyorsun. Madem acele etmeyeceğiz o halde bana 2 gün ver. Eğer planımı beğenmezsen senin istediğin olur." Bir süre ciddi ifademi süzdü. Teklifimi kabul edeceğini biliyordum. Beğenmeyeceğini düşünse bile benimkini dinleyecekti çünkü henüz onun bir planı yoktu.
"Sadece 2 gün. Bizim düşündüğümüz sürede o da düşünecek. Hızlı ama doğru hareket etmeliyiz." Büyük bir heyecanla yerimden kalkıp onun kalkmasını beklemeden boynuna sarıldım.
"Teşekkür ederim." Tereddütte kalan kolları bir süre sonra sırtımla buluşunca gözlerimi kapatıp gülümsedim. Ara sıra uğrayan güven duygusu bugün yanımdaydı. Fazla uzattığımı düşünerek geri çekildiğimde hafif bir utanç dalgası etrafımı sarmış yanaklarımın kızardığını hissetmiştim. Üstüme çeki düzen verirken başımı hafif öne eğdim.
"Şey... bu arada Savaş'ın haberi olmazsa-"
"Ben saklarım da sen saklayabilecek misin onu düşün." Güldüm. Bunu yapmam gerekiyordu. Yapmalıydım... Lanet olsun kesin yapamayacaktım.
"Gitmeden yarana bakayım." Kalktığım yere tekrar otururken Levent amca yanıma gelip kızlara pansuman yaptırdığım yaramı incelemeye başladı.
"İlaçlarını düzenli içiyorsun değil mi?" Düzenli mi? En son... ne zaman içmiştim?
"Evet... bir kutu bitmek üzere." Anlamaması için yüzümü sabit tutmaya çalıştım. Bu ilaç meselesine bir türlü alışamamıştım.
"Güzel..." yarayı tekrar kapatınca karşıma oturdu.
"Daha önce de söyledim şimdi tekrar söylüyorum. Anıl'la buluşma fikri berbat bir fikir."
"Levent amca... o adam yüzünden siz de bende büyük kayıplar verdik. Onunla yüzleşmem gerekiyor. Buna hakkım olduğunu düşünüyorum."
"O halde seni onun hakkında uyarmam gerekecek-" kapı iki kez tıklandığında ikimizin de dikkati o yöne çevrilirken içeriye asistan kız girmişti.
"Kurul toplandı efendim." Anlaşılan işleri fazla yoğundu. Bu yoğunlukta bana vakit ayırması bile mucizeyken onu daha fazla meşgul etmemek adına ayağa kalktım.
"Ben gideyim nasıl olsa tekrar görüşeceğiz." Çantamı koltuğun kenarından alınca Levent amca beni kapıya kadar geçirmişti.
Sonunda bu konuya da açıklık getirdiğimize göre büyük planın üzerine odaklanmam gerekiyordu. Belki 2 gün bile çoktu. Kendimi Anıl'la buluşmaya o kadar çok hazırlamıştım ki neyin nasıl olması gerektiğini zaten önceden planlamıştım. Belki de bu iş sandığımdan daha kolay olacaktı.
⚫
Bu iş sandığımdan daha da zordu. Hem de çok zordu. Eve geldiğimden beri başımı çalışma masamdan kaldıramamıştım. Sürekli kağıda bir şeyler çiziyor ama her seferinde bir engelle karşılaşıyordum. Yine aynı şey olmuştu. Önümdeki kağıdı avcumda top yapıp ağzına kadar dolu çöp kovasına fırlattım ama o oluşan yığından kayıp odanın bir köşesine yuvarlandı ve Miniğimin oyuncağı oldu.
Önüme temiz bir kağıt daha alıp derin bir nefes aldım ve odaklanmaya çalıştım. Mekanı belirlemiştim. Şehrin diğer bir ucundaki Salih kaptanın küçük Balık Evi olacaktı. Burayı seçmemdeki en büyük neden dükkanın gözüken iki farklı girişi olmasıydı. Biz ön kapıdan girecektik ve korumalarımız ön kapıda bizi bekleyecekti. Anıl gelmeden önce mekanı kontrol ettireceği için arka kapıyı öğrendiğinde oradan tuzak kurmaya çalışacaktı. Çünkü ön kapı şehrin en büyük ve en kalabalık caddesine açılıyordu. Herhangi bir gürültüde büyük kalabalık oluşacağı için ön kapıdan saldırmaya cesaret edemezdi. Dükkanın içindeki oturma yerlerinden çıkış iki koridora ayrılıyordu biri tuvalete diğeri mutfağa. O asıl kilit noktasını mutfaktan açılan arka kapı sanacaktı. Arka kapıyı tutacağından emindim o yüzden benim çıkış noktam gözükmeyen üçüncü kapı olacaktı.
Önümdeki kağıda küçük bir kroki çizerken hiçbir detayı atlamamaya çalışıyordum. Bu planı hazırlayarak Levent amcanın da gözüne girmeliydim. Beni arka planda bırakmasına izin veremezdim.
Kapımın tıklanmadan açılmasıyla panikle önümdeki kağıdı ters çevirirken gelene baktım. Neyse ki İdil elindeki telefona bakarak girdi odaya.
"Geldiğinden beri kapandın odaya bir şey de anlatmadın?" Telefonunu kapalı duran çizimlerimin üzerine koyunca bir elini masaya bir elini beline dayadı. Şu an çok gerilmiştim.
"Yine ne işler çeviriyorsun sen?"
"Bir iş çevirdiğim yok... hava almak istedim biraz." Ayağa kalkıp masadan uzaklaşıp camın önüne geldim.
"Haklısın... bu aralar çok yıprandın." Sonunda o da masadan uzaklaşıp yanıma geldi.
"Saat çok geç oldu. Uyu biraz sabah tekrar konuşuruz." Omzuma küçük bir öpücük kondurup odadan çıkınca rahat bir nefes aldım. Bir an çizdiklerimi fark edecek sanmıştım.
Onlara bu buluşma işinden bahsedip bahsetmemekte çok kararsızdım. Onunla buluşacağımı biliyorlardı ama ne zaman olduğunu bilmiyorlardı. Buluşmadan önce söylersem eğer beni yalnız bırakmayacaklarını biliyordum ama onlar öğrenirse Savaş'ta öğrenirdi bu riski göze alamazdım. Eğer söylemezsem de bu sefer bana kızacaklar ve küseceklerdi. Off! Hep arada kalıyordum...
Ama sanırım söylemeyecektim. Savaş... bu buluşmaya gelirse her şey berbat olurdu. Anıl'a bu kadar yaklaşmışken elimden kaçıramazdım. Evet... ne olursa olsun bu buluşmadan kimsenin haberi olmamalıydı.
Telefonumdan gelen mesaj sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp çantanın içinde kalan telefonumu çıkardım. Doruk? Bu saatte ne olabilirdi ki?
'Sana ihtiyacım var.' Ne? Ne oluyordu?
'Sorun ne?'
'Sorun Savaş!' Savaş mı? Bir şey mi olmuştu yoksa? Panikle arama tuşuna basarken elim içine korku düşen kalbime gitti. Minik korkumu hissetmiş gibi kucağıma zıplayıp başını kolumun altına sokmaya çalışırken onu rahatlatmak için karnını okşadım. Bir şey yoktur... değil mi?
Telefonu açtığında nefes nefeseydi ve ağzına alınmayacak küfürlerle homurdanıp duruyordu.
"İyi mi? Ne oldu? Neyi var?" Birkaç homurdanmadan sonra rahatlamış gibi derin bir nefes verdiğini duyduğum hışırtıdan anladım.
"Doruk... ne oluyor?"
"Seninki sarhoş olmuş?" Ne? Hiç beklemediğim bu tepki karşısına ne diyeceğimi bilememiştim. Ne diye sarhoş olmuştu ki?
"Sarhoş mu?" Arkadan gelen boğuk ses onun olmalıydı.
"Onca işimin arasında birde bu çıktı başıma!" Anlaşılan Savaş onu bayağı bir zorlamıştı. Sesi çok aksi geliyordu ve birine patlamaya yer arıyor gibi duruyordu.
"Benden ne istiyorsun peki?"
"Madem hayatına girdin ona bu gece sen bakacaksın."
"At yatağa gitsin-"
"Uyumuyor! Adını sayıklayıp duruyor! Sen bakacaksın dediysem sen bakacaksın şimdi aşağıya gel!" Telefonu suratıma kapattığında şaşkınlıkla havada kalan elimi indirdim. Adımı mı sayıklıyor? Dudaklarım iki yana kıvrılırken ayağa kalkıp aynanın karşısına geçtim. Savaş'a mı bakacaktım şimdi? Nasıl yani? Bebek bakmak gibi mi? Ben daha önce hiç bebek bakmamıştım ama. Sarhoşken nasıl oluyordu ki?
Beni aşağıya çağırdığına göre yakınlarda olmalıydılar. Hızlıca üzerime düzgün bir şeyler geçirip odadan çıktım. Gideceğimi İdil'e haber vermeliydim. Odasının kapısını iki defa tıklatıp içeri girdiğimde halâ uyumadığını gördüm.
"İdil benim gitmem gerekiyor." Anında yataktan doğrulup telefonun flaşını yüzüme tutarken karanlıktan dolayı surat ifadesini göremiyordum. Kızar mıydı ki?
"Nereye?"
"Doruk aradı beni Savaş'ın yanına götürecek." Karanlıkta üzerime doğru gelen siluet yaklaştıkça ışığın etkisiyle daha da belirginleşiyordu. Pek kızmış gibi bir hali yoktu.
"O iyi mi?"
"İyi... sadece birazcık sarhoş." Gülerek yerimde sallanırken ardından fısıldadım.
"Adımı sayıklayıp duruyormuş." Gözlerini devirip geri yatağına döndüğünde benim de gülen suratım yavaşça silinmişti. Yanlış bir şey mi söylemiştim?
"İyi geceler!" Ahh... tabii ya! Kıskanmış olmalıydı. Anlaşılan Bora'yla halâ bir şeyler tersti.
Ona iyi uykular dileyip odadan çıkınca koşarak merdivenleri indim ve askıdaki montumu üzerime geçirip kendimi dışarıya attım. Çoktan gelmişlerdi. Heyecanımı belli etmemeye çalışarak sakince bahçe kapısından çıktım ve arabanın camından içeriye baktım. Savaş arkada oturmuş yarı baygın gözlerle dışarıyı izlerken beni fark etmemişti. Kapıyı açıp yanına otururken aynada Doruk'la göz göze geldim. Beni karşılayan çatılmış kaşlar ve sinirden domatese dönen bir yüz oldu.
"Neden bu halde?"
"Ayılınca sorarsın!" Tamam... ses tonu konuşmak istemediğini açıkça belli ediyordu. Önüme dönüp halâ beni fark etmeyen Savaş'a döndüm ve tüm ilgimi ona yönelttim.
Çenesinden tutup kendime çevirdiğimde gözleri yavaşça gözlerimi buldu ve kaşları hafif çatılır gibi olsa da geri düzeldi ve gözlerini birkaç defa açıp kapattı. Sanırım gerçekliğimi soruluyordu
"Ne işin var senin burada?" Alnına düşen birkaç tutamı geriye iterken saçlarının nemliliğini ve üstünün ıslaklığını daha yeni fark etmiştim.
"Ne bu halin?" Koltuktan destek alarak öne doğru eğildim.
"Üzeri ıslak?"
"Ayılsın diye su döktüm." Ne!? Bu soğukta? Arkama yaslanıp onu kucağıma doğru çektim ve sıkıca sarıldım.
"Klimayı aç hasta olacak yoksa!" Bana gözlerini devirirken klimayı açıp yola devam etti. Bir an önce eve varabilirsek ben onu kendine getirmesini bilirdim. Yani... umarım.
"Gerçekten burada mısın?" Mayışması için başını okşarken kafasını iyice göğüslerime bastırdım. Ağzından saçma sapan bir şeyler kaçırmasından korkuyordum.
Sonunda evinin önüne geldiğimizde arabayı içeriye sokma zahmetinde bile bulunmadı.
"Yardım etmeyecek misin?" Arabadan inip Savaş'ı dışarıya çekerken halâ oturan Doruk'a seslendim. Pek yardımsever gibi bir hali yoktu.
"Hayır." Ne olduysa gerçekten çok sinirliydi o yüzden üstelemedim.
"Çık şu arabadan..." onu kolundan çekiştirirken sonunda beni dinleyip harekete geçti ve milim dahi kıpırdatamadığım bedenini arabadan indirdi. Kapıyı kapatır kapatmaz Doruk gazı körüklerken Savaş attığı aksak adım sonucunda üzerime doğru düşmüştü. Ahh...
Ayakta durmakta zorlanırken kapının önünde dikilen korumalara doğru seslendim.
"Biriniz yardıma gelsin! Onu içeriye sokmalıyız." Zorlandığımı gören korumalardan biri koşup yardıma gelince biraz rahatlamıştım. O bir koluna ben bir koluna girip onu eve doğru yürütmeye başladık. Ne diye bu kadar içmişti ki?
Sonunda eve girdiğimizde korumadan onu odasına kadar götürmek için ricada bulundum. Zar zor merdivenlerden inip odasına girip onu yatağına bırakınca rahat bir nefes verdim.
Asıl zor iş belki de şimdi başlıyordu. Montumu kenara atıp kollarımı sıvarken üzerine doğru yürüdüm. Kırk yıl düşünsem Savaş'ın karşımda sarhoş olacağı aklıma gelmezdi. Tam tersi senaryo olabilirdi ki olmuştu da zaten.
Eğilip ensesinden ve sırtından tutarak kaldırdım ve oturmasına yardımcı oldum.
"Neden bu kadar içtin?" Dağınık saçlarını bir kenara toplayıp parmaklarımı pürüzsüz teninde gezdirdim. Daha sabah görmeme rağmen yine de çok özlemiştim.
"Konuşmayacak mısın?" Hiç beklemediğim bir an da belimden çekip kucağına düştüğümde ağzımdan şaşkınlıkla küçük bir nida çıkmıştı.
"Sadece uyusak?" Uyusak? Gülerek dışarıya verdiğim küçük nefes ikimiz arasında mekik dokurken parmaklarımı sıcak dudaklarının üzerinde gezdirdim.
"Benimle mi uyumak istiyorsun?" Tıpkı benim gibi gülerek elini çeneme doğru çıkardı ve başparmağıyla alt dudağımı okşadı.
"Sen istemiyor musun?" İstemez olur muyum...? O günden sonra resmen kokusuna hasret kalmışken şimdi bu fırsatı geri çeviremezdim. Başımı omzuna koyduktan sonra ona sıkı sıkı sarılıp kokusunu derince ciğerlerime kadar çekip orada hapsolmayı o kadar çok istiyordum ki... hayali bu kadar güzelken, kalbimin ritmini bile anında değiştirebilirken birazdan gerçeğini yaşayacak olmam belki de baygınlık sebebim olabilirdi. Beni her seferinde nasıl bu kadar derinden etkileyebiliyor aklım almıyordu.
"İstiyorum..." elim yakasına düşüp soğukluğu bedenimi ürpertirken kendime gelip hayran bakışlarımı suratından çektim. Boğazımı temizleyip kollarından ayrılırken dolabına doğru yürüdüm.
"Ama önce üstünü değiştirmelisin." Gardrobu aralayıp üzerine uygun bir şeyler ararken omzumun üzerinden arkama bakıp onu kontrol ettim. Gömleğinin düğmelerini tutmaya çalıştıkça elleri sürekli bir tarafa kayıyor ve bir türlü düğmeleri tutup açamıyordu.
Gülerek önüme dönüp sonunda bulduğum bir tişörtü yatağın üzerine fırlatırken ayaklarının dibinde durdum.
"Olmuyor..." Çatık kaşlarını düzeltmeden ayağa kalkarken gömleğine bakıp birkaç küfür savurdu. Şu an küçük bir çocuktan farksız olduğuna yemin edebilirdim. Gülümsememi zorla bastırırken ellerimi ellerinin üzerine koydum.
"Ben yaparım." Sakin dokunuşlarla düğmelerini açmaya başladığımda tenini görmeye başladıkça yüzüm gidererek ciddileşiyordu. Bunu hesaba katmamıştım.
Gözlerimi gözlerine çıkartıp hareket ettikçe vücuduna değen parmaklarımı düşünmemeye çalıştım ama bu... imkansız gibi bir şeydi. Zorlukla yutkunup gömleği kollarından sıyırdığımda kokusu buram buram etrafımı sarmış, sırtım ne ara önüne geldiğimizi bilmediğim dolaba yapışmıştı.
Gömlek elimden kayıp yerle buluşurken titrek bir nefes alıp sabit tutmakta zorlandığım gözlerim yavaşça aşağıya doğru indi. Bana ne yaptırmaya çalıştığını bilmediğim puslu zihnim ellerimi havaya kaldırıp karın kaslarının üzerine koydu ve bu sert pürüzsüzlüğün üzerinde gezdirerek göğüslerine kadar çıkardı. Ya da bunu yapan puslu zihnim değil ona karşı koyamayan kalbim ve onu istiyen bedenimdi.
Ellerini kalçalarımda hissettiğimde baygın gözlerimi yavaşça kırpıp dudaklarıma uzanan dudaklarında sabitledim. Doğru mu yapıyordum...? O sarhoşken bu gece beni öpmek dışında daha fazla ilerisine gitmesine izin veremezdim. Belki öpmesine de izin vermemeliydim. Belki hisleri gerçekti ama sabah kalktığında bunların hiçbirini hatırlamayacaktı ve ben kendimi... onu kullanmış gibi hissedecektim.
Beni öpmesine izin vermeden başımı geriye çekerken göğüslerinin üzerindeki ellerimi biraz daha yukarıya çıkartıp boynuna getirdim.
"Çok sıcaksın... ateşin var."
"Yanımdasın ya ondandır." Kelimeleri ve özellikle de fazla erkeksi sesi beni verdiğim karardan vazgeçirmeye zorlarken ona direnmeye çalıştım.
"Hasta oluyorsun. Ayılmak mı istersin uyumak mı?" Önüme gelen birkaç tutamı kulağımın arkasına alırken uzanıp yanağımı öptü ve dudakları orada sabit kaldı.
"Sana kahve yapmamı ister misin?" Verdiği sıcak nefesler tenimi gıdıklarken uzanıp kulağıma doğru fısıldadı.
"Sadece seni istiyorum." Bedenim isteği karşısında yavaştan titremeye başlarken kesik kesik aldığım titrek nefesler eşliğinde bana sarsılmasına izin verdim. Başımı omzuna yaslarken uzanıp boynuna küçük birkaç öpücük kondurdum.
"O halde bana bunu aklın başındayken söyle... ancak o zaman istediğini alabilirsin." Zorla onu geriye doğru iteklerken yatağın önüne geldiğimizde durdum. Eğilip yatağa fırlattığım tişörtü alıp başından geçirdim. Benden sonra hiç konuşmamıştı. Üzerini giydirirken hareket ederek yardımcı oluyordu ama gözlerime bakmaktan vazgeçmiyordu.
"Ama yanımda yatacaksın değil mi?" Yorganı açarken güldüğümü görmemesi için başımı başka tarafa çevirdim. Evet yatacaktım ama onun isteklerini bu kadar açık belirtmesi beni fazlasıyla zorluyordu. Eğer biraz daha devam ederse kendimi tutamayıp onu öpmeye başlardım ve o da bu kadar istekliyken biz bizi durduramazdık. Gideceği sondan asla pişmanlık duymayacağımı biliyordum ama o... şarhoştu ve tam olarak istediğinin bu olduğuna emin değildim.
"Gel." Elimi uzatıp kolundan yavaşça çektim. O yatağa yerleşirken onunla yatmanın heyecanını yaşıyor oluşum aynı zamanda komikte geliyordu. Geçen sefer onunla yatmak için heyecanını gizleyemeyen benken bu sefer heyecanını gizleyemeyen oydu.
Yatağa gireceğim sırada çalan telefonla dikkatim koltuğun üzerindeki ceketine çekilirken yerimden kalkmak için yeltendiğim sırada kolumdan tutup sırtımı sertçe göğüsüne yasladı ve kollarımı da kilitleyip bana hareket etme olanağı tanımadı.
Arkamdan sıkıca sarılıp derin nefesler alırken gülümsedim. Hemen uyumuş muydu yoksa? Ellerimi kollarına çıkarıp yavaşça okşarken sıkı bedeninin gevşemesini sağladım. Bu gece her ne olduysa moralini fazlasıyla bozmuş hatta onu biraz üzmüş olmalıydı. Kolları arasında ona doğru dönüp halâ açık olan gözlerine baktım. Hüzünlü gözleri yüzümün her bir karışında büyük bir incelikle gezinirken en son gözlerimi buldu ve uzunca baktı.
"Saçlarını seviyorum en çokta kokusunu." Çenesini okşayan elim duyduğum sözcüklerle bir an dururken aklıma gelen fikirle kaldığım yerden devam ettim.
"Öyle mi?" Aslında... onu biraz konuşturabilirdim.
"Hı hı..."
"Başka... neyimi seviyorsun?" Dudakları yavaştan yana kıvrılırken dudaklarıma baktı.
"Bana gülüşünü seviyorum." Gülüşüm yavaştan büyürken dudaklarımı ısırdım.
"Tam olarak bunu." İşaret parmağını dudağımın kenarına bastırırken uzanıp burnunu burnuma sürttü.
"Başka?"
"Şuralarda bir şey var..." Ne ara tişörtümden içeriye soktuğunu bilmediğim eliyle belimin kenarında gezindi.
"Küçük bir şey..." Belimde?
"Sürekli gözüme çarpan bir şey."
"Ne var orada?" Elim elinin üzerine giderken belimi yokladım. Gerçekten benim bilmediğim ne vardı belimde?
"Küçük bir gamze." Ağzım şaşkınlıkla açılırken bakışlarımı tekrar yüzüne çıkardım. Gamzemi mi görmüştü? Ama o gerçekten çok... çok küçüktü. Hatta o kadar küçüktü ki bazen ben bile onun gamze olup olmadığından şüphe ediyordum.
Demek ki bana olan bakışlarında yanılmamıştım. Beni gerçekten çok dikkatli inceliyor ve kimsenin fark edemediği detayları anında görebiliyordu. Üstüne üstelik bir de bunları seviyordu.
"Anladım seviyorsun." Kollarımı kollarının altından geçirip başımı omzuna koydum.
"Bazen gereksiz yere çok agresif olabiliyorum ya da sinirli ya da öfkeli bazen de suratsız. Bunlar seni rahatsız etmiyor mu?"
"Tuhaf olduğun bir gerçek. Ama ben o tuhaflıkları da seviyorum." Gözlerimi kapatıp kokusunu derinden alırken sonunda rahatlayan bedenini daha sıkı sardım. Önemli olan da bu değil miydi zaten? Ufak tuhaflıklarımıza tahammül edecek birini değil de onları sevecek birini bulmak... Her haliyle ona kucak açmak onu sevmek. Gerçek sevgi bu değil miydi? Kesinlikle buydu.
Uzanıp boynunu öptüğümde hissettiğim ateş beni fazlasıyla rahatsız etmişti. Sonunda yorgunluktan uyuya kalmıştı. Gevşeyen kolları arasında kalkıp başucuna oturdum ve elimle alnını kontrol ettim. Ateşi fazlaydı...
Doruk yüzünden! Bu soğukta çocuğu üzeri ıslakken dışarıya çıkarırsa hasta olurdu tabii.
Onu rahat edebileceği bir şekilde düz çevirip kolları dışarıda kalacak şekilde yorganı üzerine fazla örtmedim. Başka ne yapabilirdim...? Hasta olduğum zamanlar annemin bana uyguladıklarını düşündüm. Nane limon ya da ıhlamur yapardı. Başka... hah! Alnıma ıslak bez koyar ve saat başı değiştirirdi.
Koşarak odadan çıkıp mutfağa gittim ve dolapları karıştırıp küçük bir leğen buldum. Rastgele açtığım çekmecelerden de küçük bir bez bulunca hızla aşağıya indim tekrar. Bezi leğene doldurduğum soğuk suyla ıslattım ve katlayıp alnına koydum.
Yanaklarının hafif kızarıklığını daha yeni fark ediyordum. Soğuk parmaklarımı yüzüne bastırıp bekledim biraz. Başka ne yapmam gerekiyordu? Bu şekilde iyileşir miydi ki? İlk defa hasta birine baktığım için biraz endişelenmiştim. Yanlış bir şey yapmaktan korkuyordum. Belki de onu sıcak tutup terletmeliydim. Hızlıca başındaki bezi alıp suya attım. Hangisi doğru olandı? Sıcak tutmak mı soğuk tutmak mı? Panik haliyle yerimden kalkıp montumun cebinden telefonumu çıkardım. İnternetten baksam iyi olacaktı. Ama... ya orada da yanlış bilgi verilirse? Elimi korkuyla alnıma götürüp düşünmeye çalıştım. Bir sey yapmalıydım. Levent amcayı mı arasaydım acaba o doktordu ve ne yapmam gerektiğini söylerdi. Rehberime girip ismini bulduğumda tam arama tuşuna basacaktım ki zihnime düşen düşünceyle elimi yavaşça ekrandan çekip koltuğa oturdum. Gecenin bir yarısı burada ne aradığımı soracaktı. Belki de bizi yanlış anlatacaktı ve çok farklı düşünecekti. Off... Doruk off! Hepsi senin yüzündendi.
Neredeyse yarım saat önce çalan telefon tekrar çalarken koltuğun köşesindeki cekete uzandım ve cebinden telefonunu çıkardım. Annesi arıyordu! Şimdi ne yapacaktım!? Üst üste aradığında göre belli ki merak etmişti ve belki de onu bulmak için buraya gelecekti.
Açıp açmamakta çok kararsız kalsam da sonunda dayanamayıp açtım telefonu. Durumu açıklayabilirdim sonuçta kötü bir şey yapmıyorduk.
'Oğlum neredesin sen Allah aşkına kaç gündür eve gelmiyorsun!?' Meryem teyzenin sesindeki endişeyi buradan hissetmiştim. Derin bir nefes aldım ve boğazımı temizleyip konuşmaya başladım.
"Meryem teyze benim Hazal." Durdu biraz. Şaşırmıştı tabii.
'Hazalcım...?' Hadi bakalım...
"Şey ben... yani Savaş uyuyor ve o pek iyi değildi-"
'Bir şey mi oldu Savaş'a?' Sesinde korkunun izleri vardı ama net bir şey öğrenmeden hemen telaşlanmak istemiyor gibi sesini sabit tutmaya çalışıyordu. Onu fazla endişelendirmemek için hemen konuşmaya başladım.
"Aslında iyi ama... sadece hasta olmuş."
'Hasta mı olmuş? Neyi var?' Gözlerimi kapatıp bekledim bir süre. Sesimdeki endişeyi saklamaya çalışıyordum.
"Ateşi var ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Alnına bez koydum ama doğru mu yaptım bilmiyorum-"
'Heyy! Sakin ol biraz. Anladım.' Sakin, güven verici ses tonu biraz içimi rahatlatmıştı.
"Belki de gelip ona siz bakmalısınız." Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Hasta olduğum zamanlar yanımda annemi isterdim. Zayıf düştüğümde anne şefkati iyi gelirdi. Onun yanımda olduğunu bilmek iyiydi. Sevgisini hissetmek güzeldi...
"Annesine ihtiyacı var..."
'Bana nerede olduğunuzu söyle ve sakın bir yere ayrılma.'
⚫
Oturduğum koltukta yana doğru dönüp başımı kenarına yaslarken onları izlemeye devam ettim. Meryem teyze Levent amcayı da alıp gelmişti. Şimdi de Levent amca Savaş'ın ateşini ölçerken annesi de kenarda hazırladığım ıslak bezi alnına yerleştirmekle meşguldü. Uzun uzun izledim onları. Savaş çok şanslıydı. Onunla ilgilenen bir annesi ve babası olduğu için gerçekten çok şanslıydı.
Derin bir nefes alıp buruk bir tebessümle onları izlemeye devam ettim. Ne kadar paranız olursa olsun, güvenilir arkadaşlarınız ve hatta mükemmel bir sevgili bile bulmuş olabilirsiniz ama eğer bir aileniz yoksa bunların pekte bir anlamı kalmıyordu. Hiçbir şeyin mutluluğu ailenizle geçirdiğiniz sıradan bir günün mutluluğuna eşdeğer değildi. Bir daha o mutluluğu paranızla satın alamazdınız. Ne o güvenilir arkadaşlarınız size o mutluluğu verebilir ne de mükemmel sevgiliniz. Ailenizin yanında hissettiğiniz güveni başka kimsenin yanında hissedemezsiniz.
Bazen ufacık bir şey de olsa onu kaybedene kadar değerini anlamayız. Mutlaka onun da bir anısı vardır... Ve biz aslında fark etmeden onun varlığına alışmışızdır. Bir daha geri dönmeyeceğini anladığımızda açılan boşluk hayatımızda küçük dalgalanmalara yol açsa da bir şekilde bu yaşama alışırız ve zamanla unuturuz. Büyük bir kayıp yaşadığımızda ise hayatımızın hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını biliriz. Bunu bizzat kendimden biliyordum. Ailemi kaybettiğimde... bu büyük kaybın hayatımda açtığı büyük boşluğu hiçbir şey dolduramıyordu, dolduramazdı da. Unutmak... unutulamazdı. Alışmak... alışılamazdı. Sadece pişmanlık... daha iyi bir evlat olamamanın pişmanlığına alışılırdı. Çünkü hissedilen acı bir tek buna izin veriyordu. Lanet bir pişmanlığa.
Bu pişmanlık ise beni ölene kadar yalnız bırakmayacaktı. Onların aklıma geldiği her an pişmanlığım kat ve kat artarken buna alışmaya başlıyordum. Bir insanın buna alışmak zorunda kalması ise ölümden daha beterdi.
Gözümden bir damla yaş akarken Levent amcayla göz göze geldim. Savaş'la babalarımız arasında çok büyük fark vardı. İkiside babaydı. İkimizde evlattık. Ama onun babası onu yaşatmaya çalışırken benimki beni öldürmeye çalışıyordu.
Başımı başka yöne çevirirken akan gözyaşımı sildim. Yakalanmaktan nefret ediyordum. Annesi ve babası geldiğine göre benim daha fazla burada kalmama gerek yoktu. Önceden haber verdiğim Cihan dakikalar önce geldiğini belirten bir mesaj atmıştı. Montumu elime alıp ayağa kalktığımda ikisi de birden bana doğru dönmüştü.
"Ben artık gitsem iyi olacak." Levent amca birkaç adımda yanıma gelirken az önce yakalanmanın getirdiği utançla gözlerimi ondan kaçırdım. Şimdi onları kıskandığımı düşünecekti... gerçi öyle değil miydi zaten?
"Saat geç oldu bugün burada kal." Elini koluma koyup hafifçe sıktı ve sıcak bir gülümseme gönderdi. Ahh... bunu neden yaptığını biliyordum. Ama kimsenin bana acımasını, bana üzülmesini istemiyordum. Benim hayatım böyleydi ve ben böyle yaşamaya alışmak zorundaydım.
"Şoförüm geldi çoktan."
"Tamam... bugünlük seni bırakıyoruz ama en kısa zamanda tekrar bir akşam yemeğinde görüşeceğiz. Belki oğlumuz da bu vesileyle eve uğramış olur. Söz mü?" Gözlerim Savaş'ın üzerine düşerken Meryem teyze elini üzerine kurutup yanıma geldi ve küçük bir sarılmanın ardından geri çekilip cevabımı bekledi.
"Söz."
"Güzel. Ayrıca sana küçük bir teklifim olacak." Teklif?
"Ne teklifi?"
"Onu yemekte konuşuruz. Yarın akşama ne dersin?" Güldüm. Ne teklifiydi şimdi bu?
"Yarın akşam." Tekrar ailesiyle yemek yiyecek olamama mı heyecanlansaydım yoksa edilecek teklife mi?
Levent amca beni kapıya kadar geçirmek istese de bırakmadım. Onun Savaş'la ilgilenmesi gerekiyordu. Evden çıkıp beni bekleyen arabaya bindiğimde rahat bir nefes verdim.
Yarın akşam... planı yetiştirmem gerekiyordu. Sanırım tüm gece uyumayacaktım. Ama eminim... Levent amca planımı beğenecekti. Beğendirmek zorundaydım...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |