34. Bölüm

Bölüm 34: Plan 2

Nickinci
nickinci

"Korkma... her şey iyi gidecek."

 

Kalbim akşamki yemeğin heyecanıyla çarpıntılanırken titreyen ellerimle sürahiden bardağa su boşalttım. Sanırım ilacımı içsem iyi olacaktı.

 

"Elimde değil. Bana bir teklifi olacağını söyledi." İdil oturduğu yerden kahkahayla gülmeye başlayınca suyu içmeyi bırakıp ona doğru döndüm. Neydi bu kadar komik olan?

 

"Sanırsın evlenme teklifi edecek." Gözlerimi devirip belimi tazgaha dayadım.

 

"Annesinin bir teklifi olacak!" Yüzü yavaştan ciddileşirken ayağa kalktı.

 

"Annesinin mi?" Sıkıntıyla ensemi ovalarken camın önüne gittim.

 

"Daha da önemlisi Savaş'ın halâ bu yemekten haberi yok."

 

"Ara haber ver o zaman." Hüzünlü bir iç çekerken bahçede kuşları yakalamaya çalışan Minik'i izledim.

 

"Geçen sefer beni gördüğünde pek hoşuna gitmemiş gibiydi."

 

"Çünkü haberi yoktu ve şaşırmıştı... şimdi onu ara ve haber ver." Öyle midir? Sadece şaşırmış mıdır? Belki... Sonuçta haberi yoktu ve ailesinin bana yoğun ilgi göstermesi onu gerçekten şaşırtmış olabilirdi. Başımı sallayıp telefonumu elime aldım. Mesajlar kısmına girerken ona ne yazacağımı düşünüyordum. Durumu olduğu gibi açıklasam daha iyi olacaktı sanırım. Daha birkaç harfe basmıştım ki İdil elini elimin üzerine koyarak beni durdurdu.

 

"Odana çık, kafanı topla ondan sonra ara."

 

"Ve sonra da benim odama gel de ne giyeceğini kararlaştıralım." Tam ağzımı açacaktım ki konuşmama izin vermeden devam etti.

 

"Bu özel bir davet öyle pantolon bluzle gidemezsin."

 

"Öykü haklı." Dudağımı büzüp ikisini de kendime çektim ve kocaman sarıldım.

 

"İyi ki varsınız." Onların desteğini hissetmek güzeldi. Kafamın basmadığı yerde akıl verecek birilerinin olması büyük şanstı. Sanırım hayattaki en büyük şansım onlardı.

 

"Sana tanışma makyajı yapacağım... çok heyecanlı!" Tanışma makyajı?

 

"Ama önceden tanıştık ki."

 

"O ansızın gelişen bir şeydi bu ise özel. Seni daha iyi tanımak isteyecekler. Büyük ihtimalle çok fazla soru yağmuruna tutacaklar. Kendini hazırlasan iyi edersin." Derin bir nefes alıp aklımda küçük bir sahne canlandırdım. Annesi, babası ve Tanem... üçü birden aralıksız sorular sorup bana soğuk terler attırırken karşımda oturan Savaş bundan keyif alırcasına sırıtıyordu. Bu ne kötü bir senaryoydu be!

 

Bardağa tekrar soğuk su doldururken yavaşça yutkundum. Korkuyordum...

 

Yağmur yavaş yavaş çiselemeye başlayınca mutfak kapısından çıkıp ağaca tırmanmaya çalışan Minik'i kucağıma aldım.

 

"Biliyorum... bu aralar seninle fazla ilgilenemedim." Kucağımdan inmek için tepinirken onu daha sıkı sarıp odama çıktım. Onu sıcak yatağına bırakırken telefonumu cebimden çıkarıp Savaş'ı aradım. Hastalığı ne durumdaydı acaba? Beni hatırlar mıydı? Aklıma gelen fikirle sinsice sırıtıp telefonumu elime aldım. Küçük bir oyuna ne derdi? Ben evet diyorsam ona söz hakkı tanımıyordum. Sadece küçük bir oyun...

 

Sinsi sırıtmama devam ederken telefonu açmasını bekleyip başımı yastığa koydum. Vereceği tepkileri çok merak ediyordum. Hem... ben sarhoş olduğumda o da benimle eğlenmişti. Ödeşmiş olacaktık o kadar...

 

"Orada mısın?" Sesini algıladığımda kendime gelip boğazımı temizledim. Ne ara açmıştı telefonu hiç fark etmemiştim.

 

"Buradayım... Dün gece mesajıma geri dönmeyince seni merak ettim."

 

"Erken uyumuşum... rüyamda seni gördüm." Ağzımdan küçük bir çıt dahi çıkmaması için kenardaki yastığı suratıma bastırdım. Rüya sanıyordu!

 

"Öyle mi? Ne yapıyordum?" Lanet olsun! Söyler miydi ki? Hiç sormamalıydım.

 

"Parça parça hatırlıyorum... Sen-"

 

"Sesin neden böyle? Hasta mı oldun?" Ucuz atlatmıştım. Yaşadıklarımızı anlatırsa utançtan konuşamazdım bile. En iyisi konuyu değiştirmekti.

 

"Biraz üşütmüşüm."

 

"Yanına gelmemi ister misin?" Güldüğünü hissettim.

 

"Çok isterim." Çenemi kaşırken gülerek yana doğru döndüm. Şapşal...

 

"Yalnız mısın?"

 

"Annem burada ve-"

 

"Annen mi?" Asıl konuya girmeye çalışıyordum ama bir yandan da söylemekten çok çekiniyordum.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

"Aslında seni başka bir nedenle daha aradım."

 

"Dinliyorum...?"

 

"Annen... beni akşam yemeğine davet etti." Bir süre konuşmadı. Hoşuna gitmeyeceğini biliyordum! Sanırım ailesiyle yakın olmamı istemiyordu.

 

"Harika... seni akşam alırım şimdi kapatıyorum." Bir şey dememe fırsat vermeden telefonu suratıma kapattı. Harika mı? Daha çok ironi yapmış gibiydi. Off!

 

Kapım gürültüyle açılıp kızlar kapının ağzına düşerken yattığım yerden kalkmadan sadece başımı onlara doğru çevirdim.

 

"Senin yüzünden!"

 

"Kapının kulbunu tutan sendin!"

 

Hayatlarında kimse olmadığı için tek eğlenceleri şu anlık bendim.

 

"Hoşuna gitmedi..."

 

"Ne dedi ki?"

 

"Harika dedi." Yerden kalkmakta birbirlerine yardımcı olurlarken konuşmamın üzerine birbirlerine bakıp tekrar bana döndüler.

 

"Neresi kötü bunun?"

 

"Öyle değil... hoşlanmadı işte." Yatakta yana doğru dönerken dizlerimi karnıma kadar çektim. Belki de beni yanına yakıştırmıyordur.

 

"Seninle bir alakası yok... Erkekler böyledir."

 

"Nasıldır?" Öykü dolabımı karıştırırken İdil'de ayak ucuma oturup bacak bacak üzerine attı.

 

"İlişkilerine aileleri de dahil olduğunda gerilirler çünkü iş ciddiye binmiştir."

 

"Asıl gerilen benim! Kendimi juri önünde oğullarıyla birlikte olmak için puan toplayan sevgili adayı gibi hissediyorum. Ayrıca... ciddiyete binse ne olur? Sanki gönül eğlendiriyoruz burada."

 

"Seni anlıyorum... ama erkeleri de anlıyorum. Bizden bin kat daha beter durumda olduklarını belki açıklayamam ama yemin edebilirim." Umarım sadece gerilmedir.

 

"Gerçekten berbat bir dolabın var." Gülerek bacağımın arasına aldığım yastığı yüzüne fırlattım. Sadece sade biriydim...

 

"Neyse ki yanınıza taşınmışım ben olmasam kim bilir ne halde olurdunuz..? Şimdi sana kombin yapmaya gidiyorum. Sende sana verdiğim maskeyi yapsan iyi olur." Odadan çıktığında İdil'de arkasından taklitini yaparak çıktı.

 

Her neyse ne olacaksa olacaktı artık. Derin bir nefes alıp yerimden kalkerken saate baktım. Savaş birkaç saate gelirdi. Banyoya girmek için hazırlıklarımı yaparken aklıma dün gece söyledikleri geldi. Saçlarımın kokusunu seviyordu değil mi? Sanırım sadece şampuanımla yıkanacaktım...

 

 

"Bunu sevdim." Elimde ki eteği kızlara gösterirken bakışlarımı diğer eteklerde gezdirdim. Öykü bugün bir değişiklik yapacağımı ve pantolon dışında herhagi bir şey giyeceğimi söyleyip dolabındaki tüm etekleri ve şortları yatağına sermişti.

 

"Fena değil... Üstüne de buna ne dersin?"

 

Gösterdiği krem rengi üzerinde küçük siyah nokta kadar desenleri olan gömleğe baktım. Elimdeki siyah deri etekle güzel olabilirdi.

 

"Ve bu siyah ince çorap." Yatağın üzerindekileri bir kenara itip önerilenleri düzenle dizdim.

 

"Hava yağmurlu... bu bot iyi gider." Sanırım güzel bir kombin olmuştu. Ne sade ne abartı tam istediğim gibi.

 

"O halde seni şöyle alalım." Öykü eliyle beni baloya hazırladığı aynalının önüne çekti. Aklıma pek hoş olmayan anılar gelmişti birden bire. Düşünmemeliydim... Bu geceye odaklanmalıydım.

 

"Merak etme doğal güzelliğin ön planda olacak."

 

"Bende saçlarını dalgalandıracağım." Kızlar iki taraftan bana girişirken gözlerimi kapatıp ortaya çıkacak sonucu bekledim.

 

Güzel bir gece geçirmek istiyordum. Tek korktuğum yanı Savaş'la aynı evin içindeyken Levent amcaya planımı nasıl sunacağımdı. Büyük ihtimalle uzun sürecekti. Bir süre onu oyalayacak bir şey lazımdı bana. Ama ne?

 

Gelen mesaj sesiyle telefonu aynanın önünden alırken tek gözümü açıp mesajı okudum.

 

'1 saate oradayım.' Çok az kalmıştı!

 

"Yarım saatiniz var."

 

Büyük geceye dakikalar kala heyecanım gittikçe artıyordu. Bir yandan teklifi de düşünmeden edemiyordum. Ne... olabilirdi ki?

 

"Az kaldı... çok az. Şunu da sürdük mü tamam." Gözlerimi açtığımda memnuniyetle gülümsedim. İşte bu!

 

Hafif bir ruj, açık renk göz makyajı ve birazcık da allık. Tam istediğim gibiydim. Ben halâ bendim.

 

Kızlar odadan çıktıktan sonra seçtiğimiz kıyafetleri üzerime geçirdim. Aynadan son halime baktığımda güzel görünüyordum. Üzerime deri ceketimi giyip saçlarımı çantamın zincirine dolanmaması için yanda topladım.

 

Hazırlığım bittikten sonra Minik'e mamasını ve suyunu verip aşağıya indim. Salona girip kızların yanına otururken sıkıntılı bir nefes verip yastığı ağrıyan karnıma bastırdım.

 

"Korkuyorum..."

 

"Gel buraya." İdil kolumdan çekip başımı göğüsüne bastırdı.

 

"Korkulacak bir şey yok. Güzel bir gece olacak. Hem... iyi tarafından bak. Seni tanıdılar ve sevdiler ki o yüzden tekrar çağırıyorlar."

 

"Öyle mi dersin?"

 

"Bana güven... Biliyorsun hislerimde yanılmam." Evet hislerinde yanılmazdı. Derin bir nefes alıp geri çekildim. İçimi ferah tutmalıydım.

 

Gelen mesaj sesiyle ayağa kalkarken camın önüne gittim.

 

"Gelmiş."

 

Üstümü son kez düzeltip kapının önüne geldim. "Bana şans dileyin."

 

Kızlar dalga geçer gibi gülerken onları arkamda bırakıp çıktım evden. Cihan koşar adım yanıma gelirken elindeki şemsiyeyi üzerime tuttu.

 

"Teşekkür ederim." Arabanın kapısını bana açtığında gülüp tekrar teşekkür ettim. Tatlı çocuktu. Önüme döndüğümde Savaş bir bana bir de eve doğru yürüyen Cihan'a bakıyordu.

 

"Ne oldu?"

 

"Sana şemsiye tuttu?"

 

"Çünkü yağmur yağıyordu."

 

"Niye o?" Bacak bacak üzerine atarken ona doğru döndüm.

 

"Çünkü onu özel adamım yaptım." Tek kaşını kaldırdığında hafifçe gülerek yüzümü ona doğru yaklaştırdım.

 

"O adamı kapıma sen koydun. Kıskandın mı yoksa?" Gözlerini arkamda ki pencereden çekip gözlerime dikti.

 

"Kıskandım." Ne? Gerçekten mi? İtiraz yok mu?

 

Boğazımı temizleyip geri çekilirken emniyet kemerime uzandım. Tamam...

 

Arabayı çalıştırıp birkaç metre gitmişti ki aniden fren yaptı. Tekrar ona dönerken bu sefer ne diyeceğini tahmin edebiliyordum.

 

"Özel derken?" Hafifçe gülerek tekrar önüme döndüm.

 

"Özel işte." Tek omzumu kaldırıp indirirken saçımı geriye doğru savurdum. Demek kokusunu seviyorsun...

 

Yola devam etmeyince başımı çevirmeden göz ucuyla ona baktım. Sinirli duruyordu... Onun derdi başkaydı anlaşılan.

 

"Ne oluyor?" Yavaşça yutkunup başımı yasladığım yerden kaldırmadan ona doğru çevirdim.

 

"Ne olduğunu sen söyle?" Ne?

 

"O ne demek şimdi?"

 

"Annem seni neden çağırdı?" Neden annesine sormuyordu ki? Çağıran oydu sonuçta.

 

"Ailenle görüşmemden rahatsız mı oluyorsun?"

 

"Onların seninle görüşmesinden rahatsız oluyorum." Bu ne demekti şimdi? Aklım bir an da allak bullak olmuştu.

 

"Ne?"

 

"Annem seni neden çağırdığını söyledi mi?"

 

"Bir teklifi olacağını söyledi..." elini yavaşça direksiyona vururken arkaya yaslandı.

 

"Ne oluyor?"

 

"Kabul etme."

 

"Sen teklifin ne olduğunu biliyor musun?"

 

"Bilmiyorum ama-" aması yoktu.

 

"Niye ailenden bu kadar şüpheleniyorsun? Belki de sadece iyi niyetli bir tekliftir." Yüzüme bakmadan başını iki yana salladı. Ailesiyle ne yaşadıysa o yüzden günlerdir eve gitmiyordu ve belli ki bunu da ona bağlıyordu.

 

"Bana bak." Çenesinden tutup onu kendime doğru çevirdim.

 

"Her ne düşünüyorsan unut. Onlar senin ailen ve seni gerçekten çok seviyorlar. Arada sen varken asla benim kötülüğümü istemezler." Yüzüne yarım bir gülüş yerleştirdi.

 

"Şuradaki saflığı seviyorum." İşaret parmağını kalbime doğru bastırdı.

 

"Ve kaybetmenden korkuyorum." Gözlerimi kırpıştırırken başımı hafif yana eğdim. Ama... bu işin sonunda bunu kaybedeceğimi ikimizde tahmin edebiliyorduk. En başta kendim için çabalayacaktım. Umarım bu savaşı hasarsız atlatabilirdim.

 

Yola koyulduğunda uzanıp kısık seste radyoyu açtım. Ruhum o kadar dağınıktı ki... Bir kısmı yaşadıklarımın ağırlığı altında ezilirken bir kısmı yaşayacaklarımın etkisiyle korkuyla bir köşeye çekilmişti. Bir kısmı ise ona aitti ve ben... tamamının ona ait olmasını istiyordum. Bu yüzden kendimi toplamalıydım zaten. Kendim olmak için... istediğim şey olmak için.

 

"Canını sıkan ne?" İçeriye hava girmesi için açtığım camı kapatırken tekrar tekrar derin nefesler aldım.

 

"Çok gerginim! Rahatlamaya ihtiyacım var..." korunaklı kalenin kapısından içeri girerken emniyet kemerimi çözdüm. Şu gece bir an önce bitebilir miydi!?

 

"Seni nasıl rahatlatacağımı biliyorum." Gözlerimi gözlerine çıkardığımda yavaşça yutkundum. Lanet olsun bu bakışı biliyordum... Başını yavaştan yaklaştırırken eliyle yüzüme gelen saçları geriye itti. Bu muydu rahatlatmak? Şu an çok rahattım gerçekten! Hatta rahatlıktan ölecektim o derece...

 

"Nasıl olacak peki o?" Biraz daha yaklaşıp burnunu burnuma sürttü. Elini bacağımda hissettiğimde titrek bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Bu beni daha da heyecanlandırmıştı. Siktir! Bilerek yapıyordu...

 

"Devamı vardı ama hastayım... Borcum olsun." Birden geri çekildiğinde başım biraz öne gitmiş onun için aralanan dudaklarım şaşkınlıkla biraz daha aralanmıştı.

 

"Pisliğin tekisin!" Arabadan inip kapısını sertçe çarparken kirpiklerimin altından gözlerimi kısarak baktım.

 

"Bu agresif hallerini de sevmeye başladım. Yani seni öpme-" Kapının ziline basarken cümlesinin devamını getirmemesi için elimle ağzını kapattım.

 

"Kes sesini!" Gözlerimle etrafı tararken bizi duyan birinin olup olmadığına bakıyordum. Güzel... kimse duymamıştı.

 

Kapı açılırken dudaklarındaki elimi bir hışımla çekip önüme döndüm. Ben ona yapacağımı biliyordum! Bu gece bu intikam alınmadan buradan gitmek yoktu.

 

"Hoş geldiniz." Geçen sefer geldiğimde kapıyı açan kadın karşılamıştı bizi. Neydi adı... Hah! Ayşin.

 

"Abim geldi!" İçeriye girerken merdivenlerden paldır küldür inen Tanem'i görmemle biraz daha gerilmiştim. Bakalım bu gece beni neyle tehdit edecekti.

 

O abisinin kucağına atlarken ceketimi kollarımdan sıyırıp Ayşin'e verdim. Artık kaç gündür eve uğramıyorsa kendini fazlasıyla özletmişti belli ki.

 

"Bugün beni parka götüreceğine söz vermiştin... bütün gün seni bekledim." Kıyamam... Ah Savaş ah! Nasıl üzebildin şu çocuğu?

 

"Yarın söz götüreceğim." Abisinin kucağından inince hiç beklemediğim bir şekilde ayak ucuma kadar gelip başını yukarı kaldırdı ve gözlerime baktı.

 

"Merhaba..." hafifçe sırıtıp başparmağımla yanağını okşadım. Açıkçası çocuklarla aram hiçbir zaman iyi olmamıştı ve ben şu an ne yapacağımı bilmiyordum.

 

Annesi ve babası da merdivenlerden inerken tekrar derin bir nefes aldım sakince yutkundum. Her şey iyi olacaktı...

 

"Sakin ol." elimi tutup kulağıma fısıldarken sakin kalmaya çalışarak ona doğru döndüm.

 

"Bence sen hiç konuşma! Borç defterin giderek kabarıyor." Dişlerimin arasından konuşup önüme döndüm ve yere tek dizimin üzerine eğilirken bana bakmaya devam eden Tanem'le aynı hizaya geldim.

 

"Bir şey mi söyleyecektin küçük hanım?" Alt dudağını hafifçe ısırıp sırıttı.

 

"Şey... geçen sefer sana kötü davrandığım için özür dilerim." Asıl amacının bu olmadığını çoktan anlamıştım. Dudağımın kenarı yavaştan kıvrılırken omzunun üstünden halâ merdivenlerden inmekte olan Meryem teyzeye ve Levent amcaya baktım.

 

"Geliyorlar çabuk söylesen iyi edersin."

 

"Annemi teklifini kabul eder misin? Lütfen..."

 

"Biz de sizi bekliyorduk." Meryem teyzeler sonunda merdivenden indiklerinde yerimde doğrulup ayağa kalktım.

 

Tanem'in bile tekliften haberi vardı. Neydi bu teklif!? Ve Tanem bunu kabul etmemi neden bu kadar çok istiyordu.

 

"Hoş geldin canım." Meryem teyze bana sarılıp geri çekilirken Savaş'ın da yanağına küçük bir öpücük kondurdu.

 

"Sofra çoktan hazır. Gelin hadi." Onlar önde biz arkada salona girerken geçen seferin aksine bu kez herkes çok neşeli duruyordu.

 

Savaş sandalyemi arkaya çekerken ona teşekkür edip yerime oturdum.

 

"Yemeğe başlamadan önce sana dün gece için tekrar teşekkür etmek istiyorum." Meryem teyzeye bakıp şirince gülümsedim. Şu an Savaş'ın yüz ifadesini o kadar çok merak ediyordum ki.

 

"Bize haber vererek en doğrusunu yaptın." Levent amcanın konuşması sayesinde ona doğru döndüğümde Savaş'ı da görebilmiştim. Bana bakıyordu. Gözlerim anlık olarak ona değip tekrar odaklarını buldu.

 

"Ben sadece yapmam gerekeni yaptım."

 

"Dün gece?" Alt dudağımı yalarken keyifle ona doğru döndüm.

 

"Haberin yok mu? Kızcağız ne yapacağını bilmemiş bizi çağırdı." Yüzündeki çaktırmamaya çalıştığı şaşkınlığa gülmemek için kendimi zor tutarken masanın altından elini tuttum.

 

"Şimdi daha iyisin değil mi?" Gözlerini kırpıştırdı birkaç kez. Yüzündeki o hafif gülüşün hatırladıklarının rüya değil gerçek olduğu için belirdiğine emindim. Arsız...

 

"İyiyim."

 

Yemekler servis edilirken bakışlarımı ondan çekip önüme döndüm. Sen daha göreceksin Savaş bey...

 

Herkes önündeki yemekle ilgilenirken masadaki sessizliği bozan Meryem teyze oldu.

 

"Hazalcım sana dün gece bir teklifte bulunacağımı söylemiştim hatırlıyorsun değil mi?"

 

"Evet... Açıkçası meraktan gözüme hiç uyku girmedi." Gülerek Tanem'e baktı.

 

"Senden Tanem'e piyano öğretmeni istiyorum. Yani... o istiyor." Şaşkınla elimdeki çatalı masaya bırakırken Tanem'e baktım. Piyano mu? Tanem'e? Ben?

 

"Ne diyorsun?" Gözlerimi masadaki herkeste gezdirirken kendimi gülmeye zorladım. Güzel bir teklifti ama sonuçları farklı olacaktı. Tanem'e öğretmen olmak demek bu eve daha sık gelmek demekti. Bu eve daha sık gelmek ise Savaş'ın daha çok huzursuz olması demekti. Off!

 

Bakışlarım Tanem'e değerken bana ne kadar çok istekli baktığını fark ettim. Onun o küçük kalbini kırmak istemiyordum...

 

"Olur... öğretirim tabii ki." Savaş tuttuğu elimi sıkarken başımı yavaşça ona çevirdim. Ne yapsaydım? Bu basit teklife hayır diyerek hem küçük bir kızın kalbini kıracaktım hem de verdiğim cevap çok abes kaçacağı için belki de masadakilerin güvenini kaybedecektim.

 

"Yaşasın!"

 

"O halde yemekten sonra yukarıda biraz alıştırma yapabilirsiniz."

 

"Aslında... biz yemekten sonra başka bir yere gidecektik." Öyle miydi? Çenemi kaşırken ona doğru döndüm. Neden bu kadar sorun yapıyordu ki?

 

"Öyle mi...? Bir planınız olduğunu bilmiyorduk." Boğazımı temizleyip hafifçe öne doğru eğildim.

 

"Önemli bir şey değildi. Başka bir zamana erteleyebiliriz değil mi?"

 

"Öyle olsun." Yemeğe tekrar devam ederken tuttuğu elimi bıraktı. Ne? Bozulmuş muydu yoksa?

 

Bu böyle olmayacaktı. Sandalyeye asılı olan çantamdan çaktırmadan telefonumu çıkardım ve ona mesaj attım.

 

'Konuşmamız gerekiyor.' Attığım mesajı okuduktan sonra anlık olarak bana bakıp geri yemeğine döndü. Gözümün içine baka baka görüldü atmıştı resmen.

 

'Acil!' Tırnaklarımı dizine geçirdiğimde derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. Gözleriyle parmaklarımı işaret ederken onları çekmeyip aksine daha da batırdım. İstediğimi alana kadarda batırmaya devam edecektim. Sustuğu her saniye tırnaklarımı biraz daha baskılarken giderek gerildiğini hissediyordum.

 

"Yemeğin bittiyse sana yukarıda göstermem gereken bir şey var." Hiç beklemiyormuş gibi gülümseyip ona doğru döndüm. Aferin... yola gel.

 

"Olur tabii." Masadakilere afiyet dileyip salondan ayrılırken ikimizde çok memnun gözüküyorduk ama salondan çıkıp merdivenlere yöneldiğimizde ikimizin de suratı asılmıştı. Savaş bileğimden tutup beni peşi sıra sürüklerken ona söylenip durdum.

 

"Yavaş ol biraz!" Ona yetişmek için bazı basamakları ikişerli çıkıp sonunda kapılardan birinin önüne gelince beni sertçe içeriye doğru itekledi.

 

"Savaş! Ne yapıyorsun!?"

 

"Seninle arabada konuşmadık mı!?" Birkaç adım üzerime gelince duvara yapışmıştım. Bu konunun neden onu bu kadar çok rahatsız ettiğini halâ anlamamıştım.

 

"Kabul etmeyecektin?"

 

"Ben öyle bir şey demedim! Hem... ben burada bir art niyet göremiyorum." Birkaç adım daha yaklaştığında ayakkabılarımızın ucu birbirine değmişti.

 

"Bir kere de beni dinlesen ne olur?"

 

"Senin derdin ne!? Kendi ailene güvenmiyor musun?"

 

"Sana neden bunu teklif ettiklerini biliyor musun?"

 

"Tanem istedi-"

 

"Ya da Anıl'a karşı ellerinde bir koz olması için." Ağzım şaşkınlıkla aralanırken saçımı kulak arkası yaptım. Ben ama... onlara güveniyordum.

 

"Kullanıldığımı mı söylemeye çalışıyorsun?"

 

"Onlar için değerlisin ama... sana karşı bütün duygularının saf olmadığını düşünüyorum."

 

"Peki sen? Senin duyguların tamamen saf mı?" Bunu bilmeliydim. Eğer beni Anıl'a ulaşmakta bir anahtar olarak görüyorsa bu benim için büyük hayal kırıklığı olurdu. Cevap vermediği her saniye nefesim biraz daha kesilirken koyulaşmış elalarına baktım. Onu yanlış tanımamıştım değil mi? Ona güvenerek büyük bir hata yapmamıştım... söylemeliydi. Beni sevdiğini, beni kullanmadığını söylemeliydi.

 

"Bir şey söylemeyecek misin?"

 

Tam cevap vereceği sırada kapının açılmasıyla derin bir nefes alıp bir adım yana kaydım. Tanem kaşları biraz havaya kalkmış şekilde bir bana bir Savaş'a bakıp gözlerini kırpıştırdı.

 

"Ne oldu abicim?" Savaş bir adım önüme geçerken sesi kısılmış bir şekilde konuştu. Ne olur şaşırdığı için cevap verememiş olsun! Ne olur...

 

"Artık başlayabilir miyiz?" Abisini es geçip elimi tuttuğunda beni kapıya doğru çekmeye başladı. Az önce yaşadıklarımın etkisiyle bir kaç aksak adım atsam da kendimi toparlayıp yürüyebilmiştim. Kapıdan çıkarırken son kez omzumun üstünden Savaş'a baktım. Neden halâ bir şey söylememişti?

 

Sakince yutkunup önüme dönerken dudaklarımı ıslattım.

 

"Çoktan bir tane piyano aldık bile." Boğazımı temizleyip gülümsedim. Acilen bu ruh halinden kurtulmam gerekiyordu. Küçük bir çocuğa kendi içimde yaşadıklarımı yansıtıp onun hevesini kırmamalıydım.

 

"Heyecanlı mısın?"

 

"Evet!" Yerinde hafifçe zıplayıp beni koridorun sonundaki odaya soktu. Anlaşılan burası onun oyun odası gibi bir şeydi. Her yer oyuncak doluydu hatta içine benim bile sığabileceğim bir ev vardı burada. Yetimhanedeyken benim sadece bir tane bebeğim vardı, evlatlık edinildiğimde ise oyuncaklarla oynamayı çoktan bırakmıştım. İyi bir çocukluk geçirdiğim söylenemezdi.

 

"Bugün öğrenir miyim?" Eğilip yüzünü avcumun içine alıp tombul yanaklarını okşadım.

 

"Piyano öğrenmek zordur. Biraz zaman alacak ama senin bunu başarabileceğinden eminim." Saçını geriye atarken bilmiş bilmiş sırıttı.

 

"Başarabileceğimi biliyorum... Neyse sen çal ben dinleyeyim." Benden ayrılıp arkasını döndüğünde yavaşça yerimde doğruldum. Büyümüşte küçülmüş...

 

Odanın bir köşesine konulmuş piyanonun tozlu kapağı üzerinde parmaklarımı gezdirirken odaya birden Savaş girmişti. Gözlerimi ondan kaçırıp piyanonun kapağını açtım.

 

"Bende dinleyeceğim." Güldüm. Gelmişti...

 

Abi kardeş hemen yanımdaki koltuğa yerleşirken heyecanımı gizlemeye çalışarak arkamı döndüm. Gelmişti!

 

Derin bir nefes alıp yere dağılmış olan kuru kalemlerden birini alıp saçımı topladım. Sanırım hazırdım. Piyanonun önüne otururken tekrar derin bir nefes aldım.

 

En son çaldığımda 10 yaşındaydım. Aradan yıllar geçmişti çalabilecek miydim bilmiyorum. Parmaklarımı sırayla bütün tuşların üzerinde gezdirirken gözlerimi kapattım. Ne çalacağımı biliyordum...

 

Çalmaya hazır olduğumda gözlerimi açıp sırayla tuşlara basmaya başladım. Hatırlıyordum ve bu... güzeldi.

 

Parmaklarım ahenkle tuşların üzerinde dans ederken omuzlarımı biraz daha gevşettim. Dans... Aklıma bardayken dans edişimiz gelmişti. O gün çalan şarkının melodisi şu an benim çaldığıma benziyordu. Boşa demiyordum. Bana her şey bir şekilde hep onu hatırlatıyordu.

 

Birden yerinden kalktığında ne yaptığına bakmak istesem de gözlerimi tuşlardan ayıramıyordum. Dikkatim dağılırsa notaları kaçırırdım.

 

Arkamda bir yerde küçük tıkırtılar çıkarıp eski yerine oturmak yerine yanıma, bana doğru dönük bir şekilde oturdu. Ne yapıyordu? Heyecandan parmaklarım titrerken uzanıp çıplak ensemi uzunca öptü.

 

Nefeslerim sıklaşırken buz kesen parmaklarımdan bir kaç nota kaçmıştı. Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalışırken kulağıma doğru fısıldadı.

 

"Devam et." Geri çekildiğinde oluşturduğu sıcaklık anında soğurken gözlerimi açtım. Öyle olsun...

 

Çalmaya kaldığım yerden devam ederken saçımda ki kalemi çekip aldı. Dudaklarımı birbirine bastırıp derin bir nefes aldım. Her ne yaparsa yapsın etkilendiğimi belli etmemeye çalışarak çalmaya devam etmeliydim.

 

Arada saçlarıma şekil veriyor, çenemi hafif yukarıya kaldırıyor ve eteğimi düzeltiyordu. Ne yaptığını anlamamak mümkün değildi. Beni... kalbimi nasıl fethedeceğini iyi biliyordu. Dakikalar sonunda çalmayı bitirdiğimde heyecanımı gizlemeye çalışarak ona döndüm. Önünde karaladığı kağıdı bana doğru uzatırken gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmadı.

 

Kağıdı alıp bakışlarımı aşağıya indirdim. Yine beni çizmişti... bu önceki gibi detaylı bir çizim değildi. Yandan bir kadın suratı, parmaklarının ucunda ise tuşlar. Ama... bendim işte. O beni hayal ederek çizmişti ya o yeterdi bana.

 

Bakışlarımı tekrar yüzüne çıkarttığımda başımı hafif yan yatırıp arkasından Tanem'e baktım.

 

"Uyumuş..."

 

"Uyudu." Tekrar ona döndüğümde tuşlara dokunan elinin üzerine elimi örttüm.

 

"Cevabını bildiğin sorular sormayı seviyorsun." Derin bir nefes alıp alnımı alnına yaslarken boynuna tutundum.

 

"Özür dilerim." Dudağının kenarını okşayıp geri çekildim. Benim hatamdı... Onun hakkında şüpheye düşmemeliydim.

 

"Odasına götür onu... üşümesin." Yerimden kalkarken elinden tutup onu da kaldırdım. Bu saçma meseleyi unutmak istiyordum.

 

O Tanem'i kucağına alırken ona kapıyı açtım. Hemen kapısı açık yan odaya girdiğinde ondan hızlı hareket edip önüne geçtim ve prensesin yatağını açtım. Onu bir güzel yatağına yerleştirip üzerini örttükten sonra daha doğrulmama izin vermeden kolunu belime doladı ve beni kendisine yapıştırdı.

 

"Ne yapıyorsun çocuk uyanacak şimdi?"

 

"Kaçma diye tutuyorum."

 

"Niye kaçacakmışım ki?" Sessizce kıkırdarken gözlerimi kaçırdım.

 

"Beni kandırdın... dün gece-" elimle ağzını kapatıp onu odanın dışına çektim. Olur olmadık yerde konuşmayı huy edinmişti anlaşılan. Koridora çıktığımızda durmayıp beni az önce köşeye sıkıştırdığı odaya soktu ve yine sıkıştırdı.

 

Beni arkamdan kapattığı kapıya yaslarken eli kilide gitti ve tek seferde kapıyı kilitledi. Dudaklarımı ısırıp kollarımı boynuna dolarken odanın içine doğru yürümeye başladık.

 

"Ne olmuş dün gece?"

 

"Bende aynı soruyu sana soracaktım. Ne oldu dün gece?" Meraklı bakışları yüzümün her bir santiminde gezinirken burnumu yanağına sürterek kulağına ulaştım ve oraya küçük öpücükler kondurmaya başladım.

 

"Hatırlamıyor musun?"

 

"Her şeyi değil." Kendini zor tutmaya çalıştığı her halinden belliydi. Belime batan parmakları, kalınlaşan sert ses tonu, elimin altında gerilen vücudu...

 

Nefesimi ensesine verirken dudaklarımı boynuna sürttüm. Hiç beklemediği anlarda arsızlaşmayı seviyordum. Ne yapacağını bilemediği zaman komik oluyordu. Kendini tutmaya devam ederken dudaklarımı yüzünden çekmeden başımı ona doğru çevirdim.

 

"Yerinde olsam bu fırsatı değerlendirirdim... bir daha eline geçmeyebilir." Yavaştan kalçalarıma doğru inen elleri daha da sıkılaştı.

 

"Ama hasta-"

 

"Sence hasta olman umurumda mı?" Bakışlarını dudaklarımdan çekip gözlerime dikti. Gözlerinde birden parlayan o ışığı gördüğümde zaten titreyen nefeslerim birden kesilmeye başlamıştı.

 

"O halde beni durdurmak zorunda kalacaksın." Nefesini içime çekerken dudaklarımı dudaklarına sürttüm.

 

"Belki durmanı istemeyeceğim-" Birden dudaklarıma kapandığında nefesimi tutup gözlerimi kapattım. Dili damağımı sıyırırken küçük inlemem dudaklarımız arasında kaybolmuş çıkardığım ses yüzünden biraz utanmıştım.

 

Birkaç adım geri gittiğimizde bacaklarım yatağa çarptı ve geriye doğru düşüp yatağı boyladım. Hızını kesmeden üzerime doğru eğilirken uzanıp yakasından çektim ve öpmeye kaldığım yerden devam ettim. Gömleğimin düğmelerini açmaya başlayınca elimi tişörtünden içeri sokup karın kaslarını okşadım. Tamam... Bunlar çok sertti!

 

Anlık olarak başını geri çektiğinde gözlerime baktı.

 

"Seni neden bu kadar özledim?" 10 gündür adam akıllı uğramadığın için aptal. Cevap vermek yerine gülerken tişörtünü iyice yukarıya doğru sıyırdım. Bana yardım ederek tişörtü ensesinden tutup çıkardı ve kenara attı. Boynundan tutup kendime çekerken bacaklarını beline sardım. Ateşi barutumu birden alevlendirmiş her öpücüğü bizi biraz daha harlıyordu. İlk defa bu kadar hızlı ilk defa bu kadar şehvetliydik. Sahi neden böyleydik? Sadece 10 gün görüşmedik diye olamazdı bu.

 

Gömleğimin son düğmesini açarken duyduğum sese kulaklarımı kabarttım. Dudakları göğüslerimin üzerine indiğinde derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve elimin altındaki saçlarını okşamaya başladım.

 

"Sende bir ses duyuyor musun?" Sanırım o beni bile duymuyordu. Ellerim saçlarıyla oynamaya devam ederken ıslak öpücükleri göbeğimde uzun ama karmaşık bir yol çiziyordu. Ben ise o ıslaklıklarda küçük çiçeklerin filizlendiğini hissediyordum. Kalbim vücudumun her bir hücresinde atarken damarlarımdan akan kanı dahi hissediyordum.

 

"Savaş!" Kulaklarımda yankılanan sesle doğru duyup duymadığımı anlamak için başımı kaldırdım. Bende uyuşturucu etkisi yatarmış gibi duyduğum kelimeleri zihnimde birleştirmekte zorlanırken gözlerimi açıp kapattım.

 

"Hazal!? Nerede bu çocuklar yahu!"

 

"Hihh! Kalk!" Savaş'ı omuzlarından iteklerken anında yattığım yerden doğrultup gömleğimi giymeye başladım.

 

"Basıldık!" Ben endişeyle gömleğimin düğmelerini iliklemeye çalışırken Savaş düştüğü yerden gülerek bana bakıyordu. Yatağın diğer bir köşesine fırlayan tişörtüne uzanıp suratına attım.

 

"Dalganı sonra geçersin giy şu üstünü!" Gömleğimi eteğimin içine sokarken aynanın karşısına geçip saçlarımı yatıştırdım.

 

"Savaş... lütfen! Ne olur anlamasınlar..." Sonunda yerden kalkıp tişörtünü başından geçirdi.

 

"Çocuklar?" Neredeyse kapının önünden gelen sesle daha da panik olurken buz kesen parmaklarımı boynumda gezdirdim.

 

"Bir şeyler yap!" Beni es geçip kapıya doğru yürürken kolundan tutup durdurdum onu.

 

"Bekle." Başparmağımı ıslatıp dudaklarının kenarına bulaşan ruju temizledim. Son olarak saçlarını da elimle tarayıp uzaklaştım ondan.

 

"Yanakların kızardı..." bana gülmeye devam ederken ona arkamı dönüp soğuk parmaklarımı yüzüme bastırdım. Utanmıştım...

 

O kapının kilidini açtığında komodinin üzerine duran dizüstü bilgisayarı kucağıma alıp kapıdan bakıldığında gözükebileceğim bir yere oturdum. Kapağını açtığımda parlak ışığı gözümü alsa da belli etmemeye çalıştım. Bir şeylerle meşgul gibi gözükmeliydim.

 

Savaş kapıyı açtığında başını merakla içeriye doğru uzatan Meryem teyzeye gülümsedim.

 

"Dakikalardır size sesleniyorum... burada mıydınız?" Merakla bakışlarını içeride gezdirirken saçlarımı kulak arkası yapıp gözlerimi ondan kaçırdım.

 

"Müzik açıktı anne duymamışız." Bu iyiydi... Derin bir nefes alıp rahatça verdim.

 

"Tanem uyuya kaldı yatırdık onu. Hazal bu piyano işinde gerçekten başarılıymış." Gülmeye çalışarak bakışlarımı Savaş'ın gözlerine çıkardım ve Meryem teyzeye çaktırmadan kaşlarımı yukarı kaldırıp indirdim. Domatese dönmek istemiyordum!

 

"Doğru kişiyi seçmişiz öyleyse."

 

"Sen neden bizi arıyordun?"

 

"Ahh! Babanın Hazal'la konuşacakları varmış." Plan!

 

Bilgisayarı yatağa bırakırken ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm.

 

"Ne konuşacakmış babam Hazal'la?" Meryem teyze içeriye doğru uzattığı başını geri çekip sırtını dikleştirdi ve önüne düşen şalını arkaya doğru attı.

 

"Bilmiyorum oğlum. Birkaç hastane raporu vardı elinde onunla ilgili sanırım." Boğazını temizleyip bir adım geri gitti.

 

"Çalışma odasında bekliyor sen kız arkadaşına yolu göster ben bir Tanem'e bakayım." Meryem teyze yanımızdan ayrıldığında Savaş kollarını önünde bağlayıp sırtını duvara verdi ve bana doğru döndü.

 

"Bakma öyle... ben de bilmiyorum." Ona bu konuyla ilgili söylediğim her yalanda kendimden nefret edecek gibi oluyordum. Aramıza yalanların girmesi belki de son isteyeceğim şeydi.

 

Derin bir nefes alıp elimi kavradı ve odadan çıktık. O da mı gelecekti?

 

"Öğreniriz o halde." Heyecandan kalbim sıkışırken elimi boynuma götürüp kaşıdım. Levent amca onu gönderirdi herhalde.

 

Kapının birinin önüne geldiğimizde Savaş tam kapıyı açacaktı ki ondan önce davranıp kapıya iki kez vurdum. Bana gözlerini devirirken elini sıktım. Nereye girersek girelim öyle pat diye dalamazdık.

 

Levent amca yine bir masanın başında oturmuş önündeki kağıtları inceliyordu. Yanımdan bir an olsun ayırmadığım çantamı sıkarken etrafa göz gezdirdim. Odada duvar yoktu. Dört bir köşesi tavana kadar uzanan kitaplarla dolu devasa raflarla çevriliydi.

 

Levent amcanın oturduğu masa dışında ortada büyük bir masa daha vardı ve masanın yarısını Türkiye haritası ve haritanın üzerinde birbirine karışmış olan kağıtlar ve dosyalar kaplıyordu.

 

"Hastamla yalnız konuşmak istiyorum." Bakışlarım Levent amcayı bulurken Savaş elimi biraz daha sıkmıştı. Her ne olduysa babasıyla arasında olmuştu belli ki.

 

Derin bir nefes alıp güldü. "Baba... Ne söyleyeceksin ona?"

 

Levent amca gayet rahat bir şekilde arkasına yaslanıp ellerini iki yana açtı.

 

"Doktor-hasta gizliliği denen bir şey var." Ortam yavaştan gerilirken elimi elinden kurtarıp omzuna dokundum.

 

"Sorun değil... içeride bekle beni." Bir süre daha bekleyip bakışlarını babasından çekmeden başını hafifçe salladı ve odadan çıktı.

 

"Giderek alıngan bir çocuk olmaya başladı..." Savaş ve alınganlık? Çenemi karışırken gülüşümü saklamaya çalıştım. Hem Savaş'ı ilişkilendirdiği şeye gülüyordum hem de rahat tavırlarına. Ayrıca onu ilk defa takım elbise dışında başka bir kıyafetle görüyordum. Altına açık kahverengi bir pantolon üzerine ise pantolonun birkaç ton koyu rengi, baklava dilimli bir kazak giymişti. Bugün tamamen ev babası modundaydı.

 

"Süren dolmadı ama-"

 

"Hazır!" Heyecanla birkaç adım öne atıldım. Tek kaşını kaldırırken yerinden kalktı ve odanın ortasındaki masaya doğru ilerledi.

 

"Dinliyorum?" Büyük bir heyecanla yanına ilerlerken bir yandan da çantamı açıp içindeki kağıtları çıkardım. Paniklemiştim birden. Yere düşürdüğüm birkaç kağıdı alıp hepsini masaya koydum ve önüne doğru ittim.

 

"Ne bunlar?"

 

"İlk olarak bu..." küçük not kağıdını öne çıkardım.

 

"Bu seçtiğim yerin adresi. Küçük bir balıkçı dükkanı."

 

"Anıl balıktan nefret eder."

 

"Harika!" Resmen nokta atışı yapmıştım. Mekanın içini gösteren yamuk çizimlerimi sıraya sokarken bir yandan da planı anlatmaya başladım.

 

"İlk olarak ön taraftan giriş yapacağız. Muhtemelen erken gelecek ve bizim içeriye girdiğimizi görene kadar gelmeyecek. Mutfağa açılan arka kapıda ise korumalarımız bekleyecek. 2 en fazla 3 kişi. Yaklaşık bir 5 kişi de ön girişte bekleyecek."

 

"Az değil mi?"

 

"Onlar sadece göstermelik. Asıl adamlarımız içeride bizimle beraber olacak. Müşterisinden garsonuna kadar hepsi bizim adamımız olacak. Anıl'a haber vermeden bir gün önce onları yerleştireceğiz ki her şey normal gözüksün. Hatta Anıl'da bizim gibi içeriye adam sokmaya çalışacaktır. Durumu anlamaması için kabul edebiliriz hem... böylelikle kolay yoldan adamını almış oluruz." Büyük bir dikkatle beni dinlediğini fark ettiğimde gülerek devam ettim.

 

"Arka kapı dar bir sokağa açılıyor. Adamlarının çoğunu oraya yerleştirecektir. Ön kapıdan beni çıkaramaz çünkü kapı şehrin en işlek caddelerinden birine açılıyor ayrıca hemen karşı caddede küçük bir karakol var. Kısacası gürültü çıkarmaya cesaret edemez."

 

"Arka kapı peki? Orada desteğimiz az seni kolaylıkla alabilir." Derin bir nefes alıp devam ettim.

 

"Evet... o yüzden bana saldırmadan hemen önce müsade isteyip lavaboya gitmek için kalkacağım-"

 

"Seni yalnız yakaladığı an adamları üzerine gelecektir."

 

"Onu da düşündüm. Organize olacağız. Lavaboya gideceğim sırada benimle birlikte başka bir kadın daha ayağa kalkacak ve arkamdan gelecek aynı zamanda temizlik görevlisi de malzeme odasına doğru harekete geçmiş olacak. O yüzden yaklaşamazlar çıkışımı bekleyecekler."

 

"Devam et..." elimle kağıtta lavaboyu işaret ettim.

 

"Gireceğim ama çıkmayacağım. Benim yerime başkası çıkacak. Tabii gönüllü olmak isteyen olursa. O gün onunla tamamen ikiz gibi olacağız. Ben tuvalete gireceğim bir süre sonra o çıkacak ve mutfağa yönelecek. Herkes onu ben sanacak. Dikkatler oraya çekilecek, büyük bir hareketlenme olacak. Kız arka kapıdan çıktığı an da korumaların yanına gidecek ve o sırada Anıl'ın adamları etraflarını saracak. Onlardan tek istediğim teslim olmaları. Kimsenin zarar görmesini istemiyorum."

 

"Sen onları merak etme. Yaptıkları işin karşılığını fazlasıyla alıyorlar." Başımı sallayıp çıkış yapacağım noktayı işaret ettim.

 

"Anıl yanlış kızı yakaladığını öğrendiği an da ben çoktan mekanı terk etmiş olacağım."

 

"Nasıl olacak o?"

 

"Tam buradan." Parmağımı o noktaya bastırdım.

 

"Üzerine kilit vurulmuş çatıya açılan kapıdan çıkacağım. Çatıların hepsi düz ve bitişik. Birinden diğerine geçmem sıkıntı olmayacak. Birkaç dükkan ilerideki takıcı dükkanı bir tanıdığımın. Oradan çıkacağım." Boğazımı temizleyip devam ettim.

 

"Tek sorun yerimden kalkamadan önce Anıl'dan yeterli cevapları alabilmek." Anlatmayı bitirdiğimde konuşmaktan kuruyan dudaklarımı ıslatıp bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Nasıl?" Kaşları hafif çatık bir bana bir kağıtlara baktı. Beğenmemiş miydi yoksa?

 

"Başarılı..." sonunda duymak istediğim kelime dudaklarından dökülürken yavaşça gülümsedim.

 

"Fazla başarılı." Gülümsemem giderek büyürken derin bir nefes aldım. Beğenmişti!

 

"Tek başına mı hazırladın bunu?"

 

"Evet." Başını iki yana sallarken ellerini masaya koydu.

 

"Babanın aklı seninki kadar çalışmaz kesinlikle annene çekmişsin." Gururla gülümserken belimi masaya dayadım.

 

"O adam benim babam değil ve benden hiçbir şekilde faydalanamayacak." Buna izin vermeyecektim.

 

Elini omzuma koyup yavaşça sıktı. "Aferin... yanında hep ben olacağım sakın korkma." Başımı salladım. Biliyordum. Acı insanı daha güçlü yapar, korku ise daha cesur. Kırık bir kalp ise daha akıllı. Ve ben... kendimi bildiğimden beri kırılıyordum.

 

"Geri kalanını ben halledeceğim sen merak etme. Sorularını hazırla... kendini hazırla." Sorularım da bende çoktan hazırdım. Ve suratına inmek için bekleyen yumruklarımda.

 

"Bizim oğlan daha fazla sinirlenmeden git sen." Kağıtlarımı toplamak için uzandığımda elini kolumun üzerine koydu.

 

"Onlar burada kalsın." Kapı çalınmadan açıldığında panikle arkamı döndüm.

 

"Benim..." Meryem teyze fısıldayarak içeriye girip sessizce kapıyı kapattı.

 

"Şüphelenmeye başladı. Beni sıkıştırıp duruyor."

 

"Ben gidiyim... anlayacak yoksa." İyi geceler dileyip odadan çıkınca Savaş'la burun buruna gelmiştim. Duymuş muydu yoksa?

 

"Ne oluyor?"

 

"Hiç..." koluna girip merdivenlere doğru çektim onu. Arada arkasına şüpheli bakışlar atıp önüne dönüyordu. Sanırım bir şey duymamıştı.

 

"Ne oluyor dedim...?" Derin bir nefes alırken gözlerimi kapattım. Yalan söyleyecektim...

 

"Saldırıdan sonra hastaneye gittim..." yanaklarımın içini kanatana kadar ısırırken devam ettim.

 

"Kendimi iyi hissetmiyordum." Dış kapının önüne geldiğimizde durdu.

 

"Bana neden haber vermedin?"

 

"Yoğundun... meşgul etmek istemedim."

 

"Sana daha önce de söyledim benim senden daha önemli başka bir işim yok..." Güldüm. Ona bunu yaptığım için artık kendimden nefret ediyordum. Ne kadar onun iyiliğini düşünsem de yaptığım büyük bir yanlıştı ve artık geri dönüşü yoktu. Öğrendiğinde bana çok kızacaktı. Belki yüzümü bile görmek istemeyecekti.

 

"Sorun neymiş peki?" Önüme gelen saçları geriye alırken uzanıp alnımı öptü.

 

"İlaçlarımı aksattım... değerlerim halâ düşük." Başını hafif yana eğerken yüzümdeki elini çekmedi.

 

"İlla her gece hatırlatmaya mı gelmem lazım?" Gülerek yerimde hafifçe sallandım.

 

"Mesaj da atabilirsin ama gelmek istersen de hayır demem." Elimi elinin üzerine koyup yavaşça indirdim. Ona layık değildim...

 

"Her neyse... Beni evime bırakacak mısın yoksa özel adamımı mı aramalıyım?" Gözlerini devirip arkamdan ceketimi alıp elime tutuşturdu.

 

"Özelmiş..." Kapıdan çıktığımızda gördüğümüz manzarayla benim ağzım şaşkınlıkla açılmış onun gözleri ise sinsice kısılmıştı. Ve... Cihan gelmişti. Arabayla içeriye kadar girmiş, bir kolunu açık kapıya yaslamış telefonla konuşuyordu. Beni gördüğünde başıyla hafif bir selam verip telefonunu kapattı ve kapımı açıp beni bekledi.

 

"İşine sadık..." Yavaşça başını bana doğru çevirirken devam ettim.

 

"Kesinlikle doğru kişiyi seçmişim..."

 

"Hazal? Ne diyorsun lan!?" Gözleri bir ok kadar keskin çenesi ise bir o kadar gergindi. Gerçekten kıskanıyordu... benimle alay ettiğini düşünmüştüm.

 

"Sen ciddisin!" Gülerek ona doğru dönerken ağzım aynı zamanda şaşkınlıkla açılmış hatta yerle bütünleşmek üzereydi.

 

"Gittiğim her yere gelmesini ben söyledim ona. Ayrıca sen onun patronusun ve bizi biliyor."

 

Omzumun üzerinden halâ arkaya bakarken konuştu.

 

"Bakışlarını üzerinden ayırmıyor."

 

"Ben söyledim çünkü..."

 

"Ne dedin?"

 

"Gözün üzerimde olsun dedim."

 

"Bacaklarını mı kesiyor o senin!?" Hızla öne atıldığı sırada onu tutup sarıldım.

 

"Savaş... lütfen. Ona bir şey yapmaya kalkma. Benimle yakından ilgilenmesi için onu ben seçtim ve senin ondan uzak duracağına dair söz verdim."

 

"Ama ben böyle bir söz vermedim."

 

"Benim için lütfen... ayrıca bacaklarıma baktığı falan yok. Tipi değilim." Derin bir nefes alırken ellerini sırtıma koydu.

 

"Yakından derken?"

 

"Yani isteklerimi yerine getirmesi için."

 

"İsteklerin..." Tek kaşını imalı bir şekilde yukarı kaldırınca derin bir nefes alıp boynumu geriye attım ve gözlerimi kapattım.

 

"Savaş... Kıskançlığın tuttu. Gidiyorum ben." Ondan ayrılmak için bir adım geri attım ama kollarını çözmediği için ondan ayrılmamıştım.

 

"Dur..." olduğumuz yerde biraz yan dönüp kendine uygun bir açı arar gibi pozisyon aldı.

 

"Öpsene beni." Kahkaha atmamak için kendimi zor tutarken parmaklarımı yanaklarına çıkardım.

 

"Ne?"

 

"İyi geceler öpücüğü." İyi geceler öpücüğü? İnanmıyorum... onu kıskandırmaya çalışıyordu.

 

"Sen ciddisin? Kendini onunla-" Dudaklarıma kapandığında kelimelerim boğuk bir şekilde çıkmıştı. Ahh... gerçekten inanamıyordum. Bu meselenin burada kapanması için küçük bir karşılık verip başımı geri çektim.

 

"Gidiyorum!"

 

"Kapını ben kapatacağım..." Gözlerimi devirirken benimle birlikte arabaya doğru yürüdü. Cihan bize bakmıyor dik bir şekilde karşıya bakıyordu.

 

"Teşekkürler Cihan." Arabaya binerken Savaş kapıyı tutup biraz daha açtı. Bunun üzerine Cihan kapıyı bırakıp arabanın önünden dolaştı ve şoför koltuğuna yerleşti.

 

Bakışlarımı tekrar Savaş'a çıkartırken o halâ Cihan'a bakıyordu. Onun duymaması için başımı biraz öne uzatıp dişlerimin arasından fısıldadım.

 

"Şöyle bakmayı kes!" Başını aşağı indirip sonunda gözleri beni buldu.

 

"İyi geceler... Yarın gece geleceğim unutma." Ona gözlerimi belertirken o sırıtarak kapımı kapattı. Sonunda derin bir nefes alıp emniyet kemerimi taktım. Cihan süs heykelinin çevresinden dolaşıp büyük kapıdan çıktığında biraz daha rahatlamıştım.

 

"Kıskandı değil mi?" Ona yandan bir bakış atıp gülerek başımı pencereye çevirdim.

 

"Cihan... zor tuttum onu. Gözü üzerinde olacaktır lütfen bir şey çaktırma."

 

"İçi rahatlayacaksa söyleyeyim sevgilim var... evlenmeyi düşünüyoruz." Büyük bir şaşkınlıkla ona doğru döndüm. Benden hoşlandığını sanmıştım... Büyük utanmıştım şu an. Her neyse bu Savaş'ın içini soğutmaya yeterdi. Evlenmek mi?

 

"Adı ne?"

 

"Duygu." Duygu... Güzel isim.

 

"Cihan... bana karışmak düşmez ama bu meslekte yarının belli değil."

 

"Ondan ayrılayım mı yani?"

 

"Ne!? Hayır aptal! Kendine başka bir meslek bul." Sıkıntılı bir nefes verdi. Anlaşılan sıkıntıları vardı...

 

"Bu işte iyi para var ve benimde iyi paraya ihtiyacım var." Bakışlarımı ondan kaçırıp yola diktim. Paraya ihtiyacı vardı... ve bende de çok para vardı.

 

"O... kanser." Duyduğum şeyle tekrar şaşkınlıkla ona dönerken saçımı kulak arkası yaptım. Kanser mi?

 

"Geçmiş olsun." Başını sallayıp yutkunmaya çalıştı. Boğazına büyük bir yumru oturmuş olmalıydı. Ne diyecektim şimdi..?

 

"Durumu şimdilik iyi ama tedavisi için paraya ihtiyacımız var. Anlayacağın bu işe ihtiyacım var."

 

"İstersen size yardım edebilirim."

 

"Tanıdığın bir doktor mu var?"

 

"Öyle değil... maddi olarak." Çekine çekine teklifte bulunduğumda vereceği cevabı büyük bir heyecanla bekledim.

 

"Bunu kabul edemem... o da istemez zaten. İkimizde çalışıyoruz... şimdilik yetiyor gibi." Benimle üstü kapalı konuşmak yerine derdini anlatması hoşuma gitmişti. Gülmeye çalışıp tekrar ona doğru döndüm

 

"O halde tanıdığım iyi bir doktor var."

 

"Nerede çalışıyor?"

 

"Patronun..." Gözlerini devirip önüne döndü.

 

"Ona paramız yetmez."

 

"Sen onun çalışanısın... para almaz ki."

 

"Olmaz Hazal... Bu çok masraflı bir şey ondan böyle bir şey isteyemem."

 

"Ben isterim. Duygu'yu düşün."

 

"Olmaz..."

 

"Cihan o halde sonra ödersin. Bu hastalığı bilirim tedavi olmazsa daha da kötüye gidecek." Daha kötüye gidecek ne ya... off!

 

"Öyle demek istemedim. Yani..-"

 

"Yardım etmeye çalışıyorsun farkındayım... ve üzülmedim çünkü alıştım. Teklifini de düşüneceğim. Şimdi kapatalım şu konuyu olur mu?"

 

Eve gelene kadar bir daha hiç konuşmadık. Yardım etmek istiyordum ama ağzımdan bir laf çıkarda beni yanlış anlar diye çok korkuyordum. Neyse... düşüneceğini söyledi. Umarım tekliflerimden birini kabul ederdi.

 

Sonunda eve geldiğimizde kendimi yorgunlukla yatağıma attım. Ne geceydi ama... Levent amcanın planımı begenmesine bile sevinemiyordum. Savaş'tan bir şeyler saklamak o kadar canımı sıkıyordu ki... özellikle bu Anıl hakkındaysa daha da kötü oluyordum. Ezeli düşmanı ayağıma kadar gelecekti, konuşacaktık ve ayrılacaktık. Onun ise bu iş bittikten sonra haberi olacaktı. Çok kızacaktı çok...

 

Minik çıkardığım tıkırtıya uyanıp kollarımın arasına girerken başını okşadım.

 

"Ne yapacağımı bilmiyorum Minik..." sessizce hırlayıp gözlerini kapattı. Onunla birlikte gözlerimi kapatırken çarpıntımı umursamamaya çalıştım.

 

Bazen bir şeyin hata olduğunu bilsek bile yine de yapmak zorunda kalıyorduk. Bazen tek seçenek doğru olmayan olabiliyordu. Ve ben hiçbir zaman umudumu kaybetmediğim sürece bunun da üstesinden gelebilirdim...

Bölüm : 05.12.2024 16:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...