
Mental olarak o kadar yoruldum ki dümdüz bir sakinlik istiyordum. Acı verici kavgaları değil konuşabilmeyi, gürültülü eğlenceleri değil de sevdiklerimle balkonda sohbet etmeyi istiyordum. Eğer yaşayacaksam bir an önce hayatımın bu anlarına ışınlanmak istiyordum. Kimsenin kimseden bir şey saklamadığı, yalan söylemediği, şüpheye düşürmediği küçük bir hayat sadece. Artık sadece yaşamak istiyordum.
Flashı avcumun içinde döndürürken diğer elimi sancılı karnıma götürdüm. Buluşmadan önce bu kamera kaydını izlemeliydim. Anıl'ın bu işte de bir parmağı var mı yok mu öğrenmeliydim.
'Aşağıdayım.'
Beklediğim mesaj gelince sakince yattığım yerden kalktım. Güçlü olmak zorundaydım. Ceketimi üzerime geçirip kapımın gıcırdamamasına özen göstererek açtım. Savaş'ı çağırmak için gece yarısını beklemiştim. Bizim evde izleyemezdik ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Şimdilik kızlardan bu işi gizli tuttuğum için bizim ev uygun değildi.
Merdivenlerden de parmak uçlarımda inip botlarımı geçirdim ayağıma. Titrek parmaklarımla kapıyı açtığımda da içeriye dolan soğuk hava bütün bedenimi titretmişti. Derin bir nefes alıp dışarıya ilk adımımı attım.
Yorgun ve tedirgin adımlarla arabaya doğru yürüyüp kendimi güçlükle içeriye attığımda neyse ki onu görünce yüzüm biraz gülmüştü. Kısa bir sarılmanın ardından arabayı çalıştırdı.
"Nasılsın?"
"İyiyim... sanırım."
"Biraz daha bekleyebilirsin."
"Bekleyemem... Artık gerçeği öğrenmek istiyorum." Uzanıp dizlerimin üzerindeki elimi tuttu ve dudaklarına götürdü.
"Öğrenelim..." Kısa bir sessizlik sonunda evine varabilmiştik. Hiç vakit kaybetmeden içeriye girip odasına indik.
"Burada bekle hemen geleceğim." Ceketimi çıkarıp film izlediğimiz koltuğa oturdum. Korkuyordum. Anıl'ın bu ailemi de elimden almış olmasından korkuyordum.
Döndüğünde elinde bir bardak su vardı. Anlaşılan o da ne tepki vereceğimi kestiremiyordu. Yanıma oturup sehpahada ki bilgisayarın kapağını araladı. Titrek ellerimle flashı sehpaya bırakıp geri çekildim.
"Bitmesini istiyorum artık... aç ve bitsin."
Flashı takıp enter tuşuna bastı ve arkasına yaslandı. Kaşlarım çatık beklerken yine o boş yol çıkmıştı karşıma. Sabırsızlıkla eğilip birkaç saniye ileriye sardım. Artık bekleyecek fazla gücüm kalmamıştı.
Babamın kırmızı arabası kadraja girdiğinde elimi yavaşça tuştan çektim. Derin bir nefes alıp olacakları beklerken tekrar arkama yaslandım. Yine o araba yavaşlayıp babamın arkasına geçti tam burada bir karartı olmuştu işte. Önemli olan bu arada yaşanan şeylerdi. Oturduğum yerde öne doğru eğilip dirseklerimi dizlerime yasladım. Büyük bir dikkatle olacakları beklerken yeni bir araba daha görüş açısına girmişti. Araba hızla babamın yanından geçip önüne kırdığında nefesimi tutup hafif bir şaşkınlıkla ona doğru döndüm. Kaza değildi...
Gözlerim anında dolarken tekrar ekrana döndüm. Babamın önünü kesen arabadan 3 kişi inmişti. Arkasında ki arabadan ise 2 kişi. Ama onlar... sadece yaşlı 2 insandı. Hiçbir şeyden haberleri yoktu ki...
Annemle babamı zorla arabadan indirip yola fırlattılar.
"Onların bir suçu yoktu... Onlar ölmeyi hak etmedi." Elim sıkışan kalbime giderken kesilen soluklarım arasında zorlukla birkaç nefes almıştım.
Adamın biri öne çıkıp yerden kalkmakta zorlanan annemle babamın başında durdu. Onu tanıyordum. Anıl...
"O yapmış." Masum iki insanın daha canını almıştı. Şerefsiz.
"Şşt..." kolunu omzuma dolayıp beni kendine çektiğinde alnımı boynuna dayadım.
"Şimdi ne yapacağım ben? İdil'e nasıl hesap vereceğim?"
Adamın biri anneme tokatı geçirdiğinde sanki benim canım acımış gibi inleyip başımı başka yöne çevirdim. Acımıştı da... Savaş uzanıp sertçe bilgisayarın kapağını kapatırken kolunu bana daha sıkı sardı.
Kırgın, üzgün en çokta yalnız olduğumda beliren şefkat ihtiyacım onun sarılmasıyla biraz daha hafifliyordu. İdil kocaman bir sarılmanın tüm acıları hafiflettiğini söylerdi. Ama öyle değildi... Bu acı hafiflemezdi.
Ruhumun boşluğundan sızan o ilk acıyı, soğuk morg koridorunda hissettiğimde aklımı kaybedeceğimi sanmıştım. Bu benim ilk ailemi kaybedişim değildi... Zamanla bu acıya alıştığımı zannediyordum ama meğerse o benim çoktan ruhumun bir parçası haline gelmişti.
Sakinlikle başımı kaldırıp kızarık gözlerine baktım. O bu haldeyse kim bilir benimkiler nasıldı...
"Bu gece seninle kalabilir miyim?" Yumuşak, sıcak elleriyle yanağımı okşayıp saçlarımı geriye doğru taradı ve başını salladı.
Derin bir nefes alıp ıslak yanaklarımı ellerimin tersiyle sildim ve bardaktaki suya uzandım. Suya muhtaç bir toprak gibi bardağı başıma diktiğimde bazı damlalar kenarlardan firar etmiş ve çeneme doğru yol izlemişti.
"Gel." Bardağı elimden alıp sehpaya bıraktı ve kolumdan çekip kanepeye yatırdı. Sırtımı sert göğüsüne yaslarken başımı altından geçirdiği koluna koydum. Bir diğer elini sıkıca belime sarıp beni iyice kendisine çekti.
"Ne hissediyorsun?"
"Hiçbir şey..." Derin bir nefes alıp başını iyice enseme yaklaştırdı ve öyle kaldı. Sadece sevgiye ihtiyacım vardı. Onun sevgisine...
Elimi yanağımın altından çekip belimdeki elinin üzerine koydum ve parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim.
"Ama ne istediğimi biliyorum."
"Ne istiyorsun?" Olduğum yerde hareket edip ona doğru döndüm. O ne istiyorsa bende onu istiyordum. Başından beri bunu istiyordum.
"Onu öldürmek istiyorum." Bir süre bir şey demedi. Ama aklıma koyduğum şeyi yapacağımı da biliyordu. Beni bundan nasıl uzak tutacağını düşünüyordu. Beni ondan, onu benden... ama yapamazdı. Anıl avcumun içindeydi. Ne zaman çağırırsam bir köle gibi ayağıma gelmek zorundaydı. Çünkü bana muhtaçtı. Özgürlüğü için bir tek bana ihtiyacı vardı. Ama beni anladığında onu özgür bırakmak istediğim zaman benden kaçacaktı. Saklanmak için delik arayacaktı çünkü ben o çok istediği özgürlüğü ona zehir edecektim.
"Bana hayalini anlat. Anlat ki seni kurtarabileyim." Benim kurtuluşum yoktu... Ama ona bir amaç vermeliydim. O yüzden anlatacaktım. Gözlerimi kapatıp başımı boynuna doğru soktum. Burayı her zaman sevecektim.
"Küçük bir ada..." elleri saçlarımı okşarken yavaştan mayışmaya başlamıştım.
"Her şeyden uzak. İnsanlardan uzak..."
"Yalnız başına mı?"
"Hayır... öyle vakit geçmez. Biri lazım bana. Benden sevgisini esirgemeyen, yanında güvende hissettiğim... sevdiğim biri." Gözlerimi açıp koyulaşmış elalarına baktım.
"Ve bu kişiyi çoktan seçtim mecbur benimle gelmek zorunda. Bu konu tartışmaya tamamen kapalı. Üzerine mühür bile bastım."
"Kim olduğunu sorayım mı?" Eski pozisyonumu alıp tekrar gözlerimi kapattım.
"Sorma. O kendini biliyor."
"Ama sen yüzme bilmiyorsun ki...?" Kendi kendime gülüp devam ettim.
"Ama o biliyor... ve bana sözü var." Uyku sersemliğiyle sorularına cevap verirken elimi çenesine çıkarıp yeni çıkmaya başlayan sakallarını okşadım.
Ondan öğreneceğim çok şey vardı. Sırası çoktan belliydi. İlk olarak bana nasıl silah tutulur onu öğretecekti. Gerisi benim hayal gücüme kalmıştı...
⚫
'Selam... sana ulaşamıyorum çünkü telefonun saatlerdir kapalı. Evet... bunu sende biliyorsun. Her neyse saçmaladım. Sadece... Ben sadece- ahh! Söyleyene kadar süre çoktan dolmuş olacak keşke bu kaydı gönderemesem ama tuşa bastım çokta-'
Lanet olsun! Neden böyle bir şey yapmıştım ki. Onu hiç aramamalıydım. Buluşmadan sonra konuşmalıydık. Şimdi bir şey olduğunu sanacaktı.
'Ben sadece iyi olduğundan emin olmak istedim. Ve... seni seviyorum.' Sadece bunu söylemek istemiştim. Paniklediğim zamanlar fazla saçmalıyordum.
Korkudan bedenim fazlasıyla titrerken yumuşak yastığıma sıkı sıkı sarıldım. Buluşma günü sonunda gelmişti ve ben... hastaydım. Savaş'tan kapmış olmalıydım.
Ardı arkası kesilmeyen hapşırığım tekrar uğrarken hızlı bir refleksle komodinimin üzerindeki selpağı kapıp burnumu kapattım. Tam da hastalanacak günü bulmuştum.
Kapım hafifçe tıklanıp açıldığında yerimden doğrulup başımı kapıya doğru uzattım. İdil elindeki büyük poşete garip bakışlar atarak içeriye girdi ve ardından kapıyı kapattı.
"Sana bir paket var... Patrondan." Yerimden kalkıp poşeti elinden aldım ve dolabımın içine attım.
"Bakmayacak mısın?"
"Ne olduğunu biliyorum." Kaşları hafif havaya kalkarken bir adım yaklaştı.
"Ne peki?"
"Heyy çok yaklaşma..." burnumu çekip yatağıma oturdum.
"Hazal? Patron sana neden paket gönderdi ve içinde ne var?" Halâ ona söylememiştim. Ne buluşmayı ne de cinayeti...
"Yalan söylemekten nefret ediyorum..." dayanamayıp kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Buluşmaya çok az kalmıştı ve Levent amca bana giyeceğim kıyafetleri göndermişti.
"Öykü! Çabuk buraya gel Hazal yine bir işler çeviriyor." Sanki kapının önünde bekliyormuş gibi Öykü anında odaya ışınlanırken ellerimle yüzümü kapattım.
Gergindim ve korkuyordum. Ve bunu onlarla paylaşmak istiyordum çünkü biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı. Ama... ya bana engel olmaya kalkarlarsa, ya Savaş'a ağızlarından bir şey kaçırırlarsa. Bugün hangisi yaşanacaktı görecektik.
"Ne oluyor?"
"Bir şeyler olduğu kesin... Hazal şimdi bize ne olduğunu anlatacak. Değil mi Hazal?" Yerimde doğrulup bağdaş kurdum ve Angry Birds süs yastığımı kucağıma aldım.
"Anıl'la görüşeceğim... bugün."
"Sen aklını mı kaçırdın?" Başımı iki yana salladığım an da suratıma sert bir yastık yedim.
"Evet kaçırdın!" Tamam... kaçırdım.
"Şuna bak! Birde karşıma geçmiş açık açık söylüyor."
"İdil...-"
"İdil haklı. Sen aklını kaçırmışsın."
"Bir dinleyin lütfen."
"Bizim senin saçmalıklarını dinleyecek zamanımız yok!" İdil yerinden kalkıp Öykü'nün yanında dikilmeye başlamıştı. İkisinin de elleri belinde, tek kaş hafif kalkmış ve bir bacak öndeydi.
"Bu akşam... Levent amca yanımda olacak. Güvenliğimi tehdit eden hiçbir şey yok. Kusursuz plan-"
"Plan? Her şey çoktan hazır yani?" Derin bir nefes alıp bende ayağa kalktım.
"O adamdan öğrenmem gereken şeyler var tamam mı? Benden tam olarak ne istediğini öğrenmeliyim. Peşimizi bırakması için ne istediğini öğrenmeliyim."
"Bunları telefonda konuşarak da öğrenebilirsin yüz yüze olmak zorunda değil!"
"Kabul etmiyor. Bakın... ben de korkuyorum tamam mı? Ama bunu yapmak zorundayım. Dediğim gibi güvende olacağım."
"Savaş bunu nasıl kabul etti? O da seninle birlikte olacak mı?" Gözlerimi kaçırıp ensemi kaşıdım. Asıl sorun o'ydu...
"Haberi yok... lütfen olmasın."
"Hazal... ama biliyorsun o... yani abisi-"
"Biliyorum... o yüzden onu uzak tutuyorum ya. Babası da şimdilik öğrenmesini istemiyor. İş bittikten sonra anlatacağım." İdil birden boynuma sarıldığında afallamıştım.
"Lütfen gitme... lütfen." Kollarımı sırtına çıkarıp saçlarının arasına küçük bir öpücük kondurdum.
"Korkma... bir şey olmayacak. Söz akşama evde olacağım."
"Korkuyorum. Ablamı kaybetmek istemiyorum." Onu daha sıkı sararken saçlarını okşadım. Öyle bir şey olmayacaktı... Korkusunu anlıyordum ama buna mecburdum. Bende korkuyordum... Ben hayatımda ki kimseyi kaybetmek istemiyordum. O yüzden gidiyordum ya onun yanına.
"Hazal... biliyorsun hep arkanda oldum ama bu çok tehlikeli. Buna izin veremem lütfen gitme." Öykü'de gelip kollarını ikimize sardığında kocaman bir sevgi yumağına dönmüştük.
"Yapmayın böyle... Desteğinize ihtiyacım var. Yanımda olduğunuzu bilmeliyim."
"Yanındayız zaten... keşke biraz da söz dinlesen. Her zaman kafanın dikine gitmesen. Madem kendini düşünmüyorsun o halde bizi düşün. Sensiz ne yapacağız?" Başımı geri çekip ikisini de karşıma alıp omuzlarından tuttum. Vaktim giderek doluyordu.
"Bensiz kalmayacaksınız ve bende sizsiz kalmayacağım. Gideceğim ve sapasağlam bir şekilde geri geleceğim. Beni daha fazla üzmeyin. Ve... ben gelene kadar kimseye bir şey söylemeyin."
"Gidiyorsun yani?" Dudaklarım hafif öne sarkarken başımı eğip onlara baktım. Ağlayacaktım şimdi...
"Biz de gelelim o zaman-"
"Olmaz! Bakın her şey hazır tamam mı? İnanın bana güvenliğimi tehdit eden hiçbir şey yok. Siz gelirseniz aklım sizde kalır."
"Bizim de aklımız sende kalacak... Nasıl haber alacağız senden?"
"Güvenin bana..." başımı çevirip saate baktım. Buluşmaya bir saatten az bir süre kalmıştı.
"2 saat sonra evde olacağım. Şimdi hazırlanmam gerekiyor." Son kez birbirimize sıkıca sarılıp ayrıldık. Onları ikna etmek sandığımdan daha da zordu.
Kızlar odadan çıktıktan sonra Levent amcanın gönderdiği kıyafetleri paketten çıkarıp hazırlandım. Her şey güzel olacaktı... olmak zorundaydı. Çünkü bir şeyler ters giderse ne yapacağımı bilmiyordum.
⚫
"Rahatla... her şey kontrolümüz altında." Gergince arkama yaslanırken tırnağımın kenarını soymaktan kanatmıştım. Ne zaman gelecekti bu adam!
"Gecikti... fazla gecikti! Gelmeyecek..."
"Sakin ol. Anıl her zaman her yere geç gelir. Ayrıca adamlarını arka kapıya yerleştirmiş bile." Endişeyle ona doğru döndüm. Kesin gelecekti yani! Zaten onu bekliyordum ama... gelecekti işte.
"Derin bir nefes al ve karşısında rahat ol. Bocalarsan üzerine gelecektir." Haklıydı. Gözlerimi kapatıp nefes egzersizleri yaparken aradan çok zaman geçmeden dirseğiyle hafifçe beni dürttü.
"Geliyor." Tekrar derin bir nefes alıp gözlerimi açtım. Sakindim... Sadece onunla ne konuşacağımı bilmiyordum o kadar.
Dükkanın kapısı garson tarafından açıldığında içeriye tek girmişti. Korkmuyordu anlaşılan... Yüzümdeki tiksinç ifadeyi saklayıp inceledim onu.
Siyah bir pantolon, siyah bir gömlek ve gri bir kaban. Giyimine özen gösteriyordu bunu balodayken de anlamıştım. Kırlaşmaya başlayan saçlarını yine arkaya doğru taramış gözleri avını arayan aslan gibi keskince etrafta geziyordu. Göz göze geldiğimiz an gözlerinde parlayan o ışığı görmüştüm. Beni istiyordu...
Yanında ona bir şeyler söyleyen garsonu elini kaldırarak susturdu ve adımlarını bizim masaya doğru yöneltti. Her bir adımında kalbime bir şeyler saplanırken yerimden kalkıp onu boğmamak için kendimi zor tuttum. Burada olmazdı...
Karşımdaki sandalyeyi gıcırdatarak geriye çekip oturdu. Rolüne fazlasıyla adapte olan adamımız gelip bir şeyler isteyip istemediğini sorunca sadece su istedi.
"Yalnız olacağız sanıyordum?" Bakışları Levent amcadaydı ama sorusunun muhattabı bendim. Tekrar derin bir nefes aldım ve dirseklerimi masaya dayadım. Laf oyunlarına hazırdım...
"Yanılmışsın." Yine...
Bakışları beni bulduğunda hafiften süzüp arkasına yaslandı.
"O günden sonra... iyi duruyorsun."
"Beni kurşunların arasında bırakıp kaçtığın günden mi bahsediyorsun? Evet iyiyim!" Levent amca gelmeseydi o gün kötü adamların eline düşecektim. Hatta belki de hayatta dahi olmayacaktım.
"Seni bırakıp gitmedim-"
"Öyle mi? Neredeydin o zaman?"
"Düşmanın kaynağına gittim ve döndüğümde sen yoktun." Düşmanın kaynağı... silahları durdurmaya... Çok iyi bir yalancıydı. Beni önemsediğini söylemeye çalışıyordu güya.
"Sana inanmıyorum." Kelimelerimi heceleye heceleye bastırarak söyleyip yarım ağız güldüm.
"Bana! güven! vermiyorsun!"
"Yanındakine mi güveniyorsun?" Levent amcanın gerildiğini anladığımda ne kadar büyük bir hata yaptığımı fark ettim. O burada olmamalıydı. Anıl'la o karşı karşıya gelmemeliydi.
"Bir düşman arıyorsan en yakınındakine bakacaksın." En yakınımdaki...? Ailemi sen öldürdün pislik herif! Senden a'la düşman mı olurdu!?
Başımı çevirip Levent amcaya baktığımda dişlerini sıktığını gördüm. Bir şeyler yapmalıydım.
"Hazal ben senin babanım-"
"Onun bir babası var zaten..." Levent amca uzanıp masadaki elimi tuttuğunda şaşkınlıkla tekrar ona doğru döndüm. Baba mı...? Levent amca mı? Bana baba mı olacaktı?
Gözlerini Anıl'dan çekip beni bulduğunda sıcak gülümsemesiyle gözleri biraz kısılmıştı. Ciddi miydi o? Nefeslerim sıklaşırken gözlerimi kırpıştırdım birkaç defa. Babam mı olacaktı benim? Zorlukla gülümserken elini tutup sıktım. Baba... yıllardır bu kelimeye o kadar uzaktım ki. Gerçek miydi bu an? Yoksa sadece olmasını istediğim bir hayal miydi?
"O benim kızım!" Başımı çevirip kısık gözlerle bizi izleyen Anıl'a baktım. Kıskanmıştı... Ve her şey gerçekti...
"Artık benim... kızım. Sen onu hak etmiyorsun." Karnımda bir şeyler takla atarken önümdeki sudan bir yudum aldım.
"Buna sen karar veremezsin." Evet buna sadece ben karar verirdim. Ve kararım çoktan belliydi. Sadece o... bunu biraz geç öğrenecekti.
"Benim hakkımda sana ne söyledilerse hepsi yalan! Onlara inanma. Senin gerçek baban benim ve sana sahip çıkacağım." Beni onlar doldurmamıştı. Beni kimsenin doldurmasına gerek yoktu ki... Çünkü izlemiştim. Anne ve babamı nasıl öldürdüğünü izlemiştim. Şimdi sanki tüm bunları yapmamış gibi karşıma geçip ben senin babanım ve sana sahip çıkacağım diyordu. Yalancı! Sen büyük bir yalancısın ve ben sana inanmıyorum diye bağırmamak için kendimi zor tuttum.
"Anneme... ne oldu?" Gözleri tekrar beni bulduğunda hafif öne eğilip dirseklerini benim gibi masaya dayadı.
"Annen evden ayrıldıktan sonra onu bir daha hiç görmedim." Yalan... halâ gözümün içine baka baka yalan söylüyordu. Bunu bilmek için de kimseden akıl almama gerek yoktu. Annem mektubunda her şeyi açıklamıştı zaten.
"Benden nasıl haberin oldu?"
"Tanem... bana mektup bırakmış-" imkansız.
"Görebilir miyim onu?"
"Benimle gel... bilmek istediğin her şeyi sana anlatacağım." Seninle mi geleyim? Kim bilir buraya ne hayallerle gelmişti.
"Sen... benden ne istiyorsun?"
"Babanım ben senin Hazal... Kızıma sahip çıkmak istiyorum." Sahip çıkmak? Hastalığa ne oldu? Onu neden söylemiyordu? Benden asıl istediği şeyi neden söylemiyordu?
"Madem baştan beri bana baba olmak istiyorsun neden beni kendi işlerin için kullandın?"
"Ben seni tehlikeye atacak hiçbir şey yapmadım. Zamanla sende bunu neden sana yaptırdığımı anlayacaksın." Şaşkınlıkla kaşlarımı yukarıya kaldırdım. Şaka mıydı bu? İstediği görevi yapacağım diye az daha ölecektim! Hem de Savaş tarafından.
"Bana karşı tamamen iyi niyetlisin yani? O halde bana şunu açıkla... o gün baloda bana dedin ki, sende bana ait olan bir şey var. Ne peki?" Artık itiraf zamanıydı... Beni yaşatacaksın demenin zamanıydı.
"Annene benziyorsun. Onun kalbini taşıyorsun ve bana ondan kalan tek şeysin. Bana ait olan sensin." Karşıma geçip nasıl annemden bahsedebiliyordu!? Delirecektim nasıl bu kadar rahat olabiliyordu? Sanki hiçbir şey yapmamış gibi. Bütün suç kendisinin değilmiş gibi...
İyi oyuncuydu. O kadar iyi oynuyordu ki hiçbir şey bilmesem ona kesinlikle inanırdım. Bu duygulu sözler, duygulu gözler... Geçmişimi biliyordu o yüzden hep istediğim şeyi bana sunuyordu. Aile olmak istiyordu. Masadaki elini elime doğru kaydırırken korkuyla geri çekildim. Ama ben her şeyi biliyordum ve onun bu sözlerine bir nebze bile inanmıyordum. Buraya sadece boş laflar edip yalanlarıyla beni kandırmaya gelmişti. O halde... sıra bendeydi.
Ondan daha iyi bir oyunculuk yapıp kalktım masadan. Gözlerim zaten doluydu ama ne korkudan ne de bana duygu dolu bakışlarından. Mutluluğumun sebebi artık bir babam olduğu içindi. Ama bunu ona çok farklı yansıttım. Sanki ondan etkilenmişim gibi, sanki ona inanmaya başlıyormuşum gibi. Ve onun gözünde de bu ışıltıyı görmüştüm. Amacına ulaştığını sanıyordu.
"Yüzümü yıkamak istiyorum." Kimsenin cevabını beklemeden koşarak lavaboya gittim. İçeriye girdiğim anda yüzüm eski şeklini alırken aynada kendime baktım. Beni asla elde edemeyecekti. Demek planı buydu. Beni etkilemek... Aptal! Levent amca demişti. Aklı benimki kadar çalışmıyordu. Ya da daha sadece asıl kartını ortaya koymamıştı. Ama bu beni korkutmadı. Çünkü başlangıcı berbat yapmıştı.
"Sıra sende." Belini lavabonun kenarına yaslamış geldiğimden beri beni izleyen dublörüm keskin bakışlarını benden çekip aynada son bir kez kendine baktı.
"Dikkatli ol."
"Merak etme... Benim işim bu." Çıktığında derin bir nefes alıp koridordan kayboluşunu izledim. Sonunda mutfağa doğru döndüğünde kapının arkasında gizlenmeyi bırakıp hemen sol tarafımdaki çatıya çıkan merdivenlere yöneldim.
Onu kandırdığımı anladığında yüz ifadesini o kadar çok merak ediyordum ki. Tek isteğim mekandan ayrılırken Levent amcayı daha fazla kışkırtmamasıydı.
Levent amca... ya ona artık baba dememi isterse. Yapabilir miydim ki? Peki o gerçekten ciddi miydi? Yoksa sadece Anıl'ı kışkırtmak için mi böyle bir şey yapmıştı? Kalbim ilk seçenekten yanaydı. Çünkü biliyordum... onu tanıdıysam bana böyle bir kötülük yapmazdı. Beni önemsiyordu ama Savaş'ın dediği gibi kullanmak için değil. Onunla aramızda görünmez, özel bir bağ vardı. Bunu başından beri hissedebiliyordum ve eminim o da bunun farkındaydı. Bana değer verdiğini biliyordum.
Titreyen elimle ceketimin cebindeki paslı anahtarı çıkartıp kapıyı açtım. Çok heyecanlıydım... Levent amcayla yüz yüze geldiğimizde ne tepki vereceğimi bilmiyordum.
Biraz korku biraz da heyecanla çatıya çıkıp etrafa bakındım. Buluşmanın akşam olması iyi olmuştu, karanlıkta hareket etmek daha kolaydı. Kapıyı arkamdan kapatıp kilitledim. Hızlı ama sessiz adımlarla çatıdan çatıya geçip sonunda takıcı dükkanına ulaşmıştım. Bazı çatılar daha alçak bazıları ise daha yüksekti ama aşılamayacak gibi de değillerdi. Kendimi âdeta bir ajan gibi hissetmiştim. Ya da... bir kaçak.
Benzer bir kapıyla karşı karşıya kalınca çok sert vurmamaya özen göstererek metal kapıya iki kez vurdum. Hadi Cansu...
Kapının kilit sesini duyduğumda bir adım geri çekildim. Cansu sadece gözleri gözükecek kadar başını çıkarmış vücudunun geri kalanını kapının arkasına saklamıştı.
"Yalnız mısın?" Açtığı aralıktan içeri girip kapıyı kapattım.
"Yalnızım." Görüşmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Yine kim bilir başına ne işler açtın?" Her zamanki gibi bana söylenirken merdivenlerden inip dükkanın içine girdik.
"Yardımın için teşekkür ederim."
"Ahh... Hazal hiç akıllanmayacak mısın sen?"
"Bu sonuncusuydu. Artık yeni bir hayata başlıyorum." Sevdiklerimle yeni bir hayat...
"Sen ve yeni bir hayat? Son zamanlarda bunu çok söylüyorsun." Arka kapıya geldiğimizde kapıyı açmadan durdu.
"İdil nasıl?"
"İyi."
"Peki sen?" Derin bir nefes alıp sırtımı kapıya yasladım.
"İyi olmaya çalışıyorum. İnanmayacaksın ama hayatımda biri var... bana iyi geliyor." Boynuma sarıldığında anlık olarak afallasam da hemen toparlanıp kollarımı sırtına çıkardım.
"Yıllar sonra güzel bir haber verdin sonunda." Gülerek başımı geri çektim. Savaş karşıma çıkana kadar gerçekten ümitsiz vakaydım. Ama... onu tanıdım ve hayatım tamamen değişti. Onunla mutluydum.
"Gitmem gerekiyor."
"En kısa zamanda detayları öğrenmek istiyorum."
"Tamam..." bileğimi kaldırıp saatime baktım. Vaktim geçiyordu.
"Şimdi gitmeliyim. Kendine iyi bak."
"Sende... dikkatli ol." Dükkandan çıktığımda derin bir nefes alıp sokağın sonunda beni bekleyen arabaya doğru yürüdüm. Cihan kapıya yaslanmış tek elinde sigara şüpheli bir şekilde bana bakıyordu. Ne olmuştu buna? Suratı fazlasıyla asıktı ve... o da ne? Kavga mı etmişti o? Kaşı patlamış, etrafı çok az kanlanmış ve kurumuştu.
"Ne bu halin?" Elindeki sigarayı yere atıp başını iki yana salladı ve geri çekilip kapımı açtı. Şaşkın bakışlarımı üzerinden çekmeden arabaya bindim. Kapımı kapatınca olduğu yerde kaldı. Cama iki kez vurup seslendim ona.
"Gitmeliyiz... hey! Nereye gidiyorsun?" Cama vurup dikkatini çekmeye çalıştım ama o bir şey demeyip arabanın arkasına doğru yürüdü. Ne yapıyordu bu? Neden gelmiyordu? Kapıyı açmak için uzandığım sırada kapım kilitlenmiş arabanın ışığı açılmıştı. Korkuyla bir nefes alıp başımı çevirdim. Kahretsin! Bu böyle olmamalıydı.
Bedenimi tamamen ona doğru döndürüp saçımı kulak arkası yaptım.
"Kemerini tak." Zorlukla yutkunurken arkama yaslandım. Anlaşılan gece uzun olacaktı.
"Savaş-"
"Kemerini tak dedim!" Birden kükrediğinde korkuyla iyice yerime sinip dediğini yaptım. Arabayı çalıştırıp dar sokaktan çıktı.
Korkuyla tekrar başımı ona çevirdiğimde alnından başlayıp elmacık kemiğine kadar inen damarını gördüm. Aynısından boynunda da vardı. Lanet olsun! Bunu böyle hayal etmemiştim. Sakin bir zamanda açıklamayı düşünüyordum ama o... bir şekilde öğrenmişti ve şimdi buradaydı.
Madem öğrenmişti o zaman neden içeriye gelmemişti. Neden beni beklemişti. Sonunda o çok istediği fırsat ayağına gelmişken o neden buradaydı?
"Konuşalım..." elimi vitesteki elinin üzerine koyduğumda bir hışımla elini çekip direksiyonu tuttu. Sinirliydi... çok sinirliydi ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Onunla konuşmak zorundaydım... kendimi anlatmam gerekiyordu.
"Yavaşla lütfen. Savaş?" Boş otobanda gazı körüklerken korkuyla başımı arkaya yasladım.
"Durdur arabayı..." Gözlerini yoldan ayırmıyor ve sadece derin derin nefesler alıyordu. Çok hızlıydı ve artık durması gerekiyordu.
"Savaş! Dur dedim sana!" Birden frene bastığında şiddetle öne doğru savrulup tekrar arkaya yapışmıştım. Ne yapıyordu bu!?
"Sen...!" Dişlerini birbirine bastırırken işaret parmağını öne doğru uzatıp gözlerime baktı. Konuşamıyordu bile... beni affetmeyecekti.
Sinirle bağırıp yumruğunu direksiyona geçirdi ve arabadan indi. Beni anlaması gerekiyordu. Vakit kaybetmeden arkasından inip kolunu tuttum.
"Dinle beni!"
"Çok bencilsin!" Hayır değildim. Ona haber vermezdim çünkü onu kaybetmek istemiyordum. Oraya sadece kendim için gitmemiştim artık sevdiklerimin de zarar görmesini istemiyordum ve bu işi bitireceğimi umarak gitmiştim oraya.
"Seni uyarmıştım değil mi!? Sana bunu yapma demiştim!" Kolumu tutup beni sarstığında akmaya hazır göz yaşlarım çoktan serbest kalmıştı. Korkuyordum.
"Onunla konuşmak zorundaydım... Anla beni. Cevaplara ihtiyacım vardı." Ama hiçbir cevap alamamıştım ondan. Bir tane bile. Hiçbir şey hayal ettiğim gibi değildi. Çok boş bir buluşma olmuştu ve şimdi bunun yüzünden benimle kavga ediyordu. Ve benim... kendimi savunacak bir şeyim yoktu.
"O adam...! Siktir! Sana ne yapacağını bilmiyor musun!?"
"Savaş..." uzanıp yüzünü avuçlayacağım sırada ellerimi iterek geri çekildi. Uzaklaşmasın benden ne olur...
"Yapma böyle... O adam ailemi öldürdü. İçimde neler yaşadığımı bilmiyorsun, suçluluk duygusunun ne kadar ağır bastığını bilmiyorsun. Anlamaya çalış beni."
"Seni anlayayım mı?" Birkaç sert adımda dibimde biterken gözüm yumruk yaptığı ellerine gitti. Eğer ben bir erkek olsaydım şu an karşısında hiç şansım olmazdı.
"Seni en iyi benim anlayacağımı biliyorsun! Adam avcumun içindeydi neden içeriye girmedim? Neden kafasına sıkmadım onun!? Neden biliyor musun? Çünkü ben sadece kendini düşünen bencilin teki değilim. Çünkü arada sen vardın! Çünkü biz diye bir şey vardı!" Başımı hafif yana yatırırken gözlerim alnından damlayan terleri takip etti. Ne demekti şimdi bu?
"Halâ biz diye bir şey var." Bu sefer kaçmasına izin vermeden uzanıp yanaklarını avuçladım.
"Biz... halâ varız!"
"Biliyor musun...? Tam da geçmişi arkamda bırakmaya karar vermiştim. Tek derdim seni o adamdan uzak tutmaktı çünkü önümde lanet olası güzel bir hayal vardı!" Sesi sonlara doğru yükselirken beni baştan aşağı süzüp geri çekildi. Hayır... Her şeyi berbat etmiştim. Lanet olsun her şeyin içine etmiştim!
"Halâ var..." Başını iki yana sallarken geri gitmeye başladı. Gözlerindeki hayal kırıkları bir cam misali kalbime batarken ona doğru gittim. Yaptığım şeyin bedelinin bu kadar büyük olacağını tahmin edememiştim. Lanet olsun her şeyi hesap etmiştim ama ben en önemli olanı... bizi hesap edememiştim. Bu böyle bitmemeliydi.
Gözlerim az gerimizdeki arabayı bulduğunda endişeyle koluna atıldım.
"Gitme!" Beni burada bırakacaktı. Hayır gidemezdi... beni bırakamazdı.
Cihan beni almak için gelirken arabaya doğru ilerleyen Savaş'ı durdurmaya çalıştım.
"Konuşalım... gitme n'olur!?" Beni dinlemeyip arabanın kapısını açtığında ona fırsat vermeyip hemen kapattım ve önüne geçtim. Sık nefeslerim ve hıçkırıklarım arasında yüzüne bakarken o bundan bir gram bile etkilenmemiş gibiydi. Oysa benim üzülmeme dayanamazdı ki o.
"Konuşacak bir şey yok!" Beni kenara doğru iteklediğinde afallayıp birkaç adım geri gittim. Ne demek konuşacak bir şey yok? Öylece bırakıyor muydu beni? Bir daha konuşmayacak mıydı?
Motorun çalışma sesiyle kendime gelirken kapısını açmaya çalıştım.
"Gidemezsin! Aç şu kapıyı!" Bunu yapamazdı. Bana bunu yapamazdı! Beni yarı yolda yüz üstü bırakamazdı. Beni yarım bırakamazdı. O... beni bırakmazdı.
"Savaş?" Camına şiddetle vururken o bunu umursamadı bile. Gitmeye hazırdı ama gitmiyordu. Yüzüme de bakmıyordu. Düşünüyordu... Sadece fevri karar veriyordu sakinleştiğinde bu kadar sert olmayacaktı. İn şu arabadan hadi...!
"Gidersen... her şeyi bitirmiş olursun. Ve ben gitmeni istemiyorum çünkü seni seviyoru-" ellerimin arasından kayıp gittiğinde boşlukta kalmanın etkisiyle yere, diz kapaklarımın üzerine düşmüştüm. Şaşkınlıkla arkasından bakarken yutkunmaya çalıştım. Gitmiş miydi?
Elim sıkışan kalbime gittiğinde bir an nefes alamadım. Gerçekten gitmişti... beni bırakıp gitmişti.
Ama... beni sevdiğini söylemişti o. Beni bırakmayacağını söylemişti. Bunlar yalan mıydı? yoksa... hepsi sadece benim aptallığım mıydı?
Kader miydi bizi ayıran...? Burnumdan damlayan kan asfaltla buluştuğunda halâ yolun sonunda kaybolmak üzere olan arabayı izliyordum. Dudaklarım halâ onu sayıklıyor beni duyamayacak olmasına rağmen gitme diyordum. Bu kadar aptal olmamalıydım... İnsanları insanlar ayırırdı ve bizi de ben ayırmıştım. Bizi aptallığım ayırmıştı.
Savaş benim için intikamından vazgeçmişken aptallığım yüzünden, sönen ateşi tekrar fitillenmişti. Eskiden tetiği çekilmemiş bir silahken artık her an patlamaya hazır bomba gibiydi. Çünkü artık ben yoktum. Ve o... kendini öldürtecekti.
Keşke tüm kırgınlıkları yaşamamış olsaydım. Keşke tüm savaşları vermemiş olsaydım. Keşke... içimde kaybetmeyeceğime dair biraz umut kalsaydı. Artık sağlam durmasam bile öyleymişim gibi yapmak zorundaydım. Artık... bir kalbim olduğundan şüphe ediyordum. Hep söylüyorum... ben bir canavardım. İnsanları yıkıp geçen, onları üzen, kıran bencil bir canavar. Sevgisizlikten kalbim o kadar kararmıştı ki sadece kendimi düşünür olmuştum. Bencil... Bencil... bu kelime zihnimde sayısız defa yankılanırken zorlukla ayağa kalkmaya çalıştım.
Eskiden ne yaşamış olursam olayım yine de hayata karşı hep umudum olurdu. Her defasında bir daha düşmemek için umutla ayağa kalkardım.
Umut... bazen bana istediğimi veriyor bazense sadece işkenceyi uzatıyordu. Artık umudum yoksa ne olacaktı peki... hayatta kalmayı başarabilecek miydim? Boşlukta sallanan koca bir hissizlik abidesiydim. Ne yapacağımı, ne hissedeceğimi bilmiyordum. Artık hiçbir şeyi hak etmiyordum. Dünyaya bedel ödemek için gelmiştim ve şimdi bedellerin en büyüğünü ödeyecektim. Sevdiklerim hayattaydı ama onlar için bir hiçtim ve onlar halâ yaşıyorken ölmelerine engel olamıyordum. O... artık yoktu. Kendini öldürtecekti ve ben hiçbir şey yapamayacaktım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |