36. Bölüm

Bölüm 36: Hain

Nickinci
nickinci

"Nasıl hissediyorsun?"

 

"Midem bulanıyor." Nefes almakta zorlansam da yorganı tepeme kadar çekip karanlıkta kalmaya devam ettim. Karnım ağrıyor, midem bulanıyor ve gözlerim... yanıyordu.

 

"Yemeğe gelmeyecek misin? İdil senin için makarna yaptı."

 

"Canım bir şey yemek istemiyor." Bacaklarımı sanki çekebilirmiş gibi biraz daha yukarıya hareket ettirip karnıma yapıştırdım ve akan burnumu elimdeki peçeteyle sildim. Canım hiçbir şey yapmak istemiyordu.

 

"4 gün oldu Hazal... hastasın ve doğru düzgün bir şey yemedin. Senin için endişeleniyoruz."

 

"Endişelenecek bir şey yok. Sadece yalnız kalmak istiyorum." Görmesem de yanıma uzandığını hissettim. Kimseyi yanımda istemiyordum. Tek başıma kendi karanlığımda kalmak istiyordum. Karanlık... Karanlıktan korkardım. Belki de kendimi bu şekilde cezalandırıyordum.

 

Yorgundum... vücudum çok halsizdi. Saat başı ağlamaktan bütün yüzüm şişmiş, sürekli yatmaktan bütün vücudum çürümüş gibi ağrıyordu. Artık kemiklerim etime batar olmuştu. Dudaklarım çatlamaktan yara olmuş, burnum silmekten tahriş olmuştu. Ondan geriye bir enkaz olarak kalmıştım. Bir kenara yığılmış, terk edilmiş kaba bir enkaz...

 

"Yalnız kalmak istiyorum." Tekrarladım. Günlerdir yaptığım gibi.

 

"Dinleyecek misin bilmiyorum ama yine de konuşacağım ve sonra yemeğe ineceğim." Artık teselli edecek hiçbir kelime duymaya tahammülüm yoktu. Teselli edilmeyi hak etmiyordum. Ben... hiçbir şeyi hak etmiyordum. Ne onu ne de sevilmeyi.

 

"İlk defa aşk acısı çekiyorsun... Canın acıyor biliyorum." Canım mı acıyor? Sürekli canım yandığından o hissin ne olduğunu biliyordum. Benim canım yanmıyordu. Bu... hissettiğimin yanında çok hafif kalıyordu. Bu o kadar küçük bir şey değildi. Kalbimde büyük bir ağırlık vardı. Beni hayattan soğutan, beni kahreden bir ağırlık. Başımı yorganın altından çıkarıp ona baktım. Keşke sadece canım acısaydı.

 

"Kalbim ağrıyor..." Şu geçirdiğim son 4 günü ölü gibi geçirmiştim. Ölülerden tek farkım sadece nefes alıyor olmamdı. Bu bir avantaj gibi gözüküyordu ama her nefes aldığımda kalbim sıkışıyorsa bu büyük bir dezavantaja dönüşüyordu. Artık nefes dahi almak istemiyordum. Evet... Eğer onsuz nefes alacaksam hiç almayayım daha iyiydi. Eğer onsuz yaşayacaksam hiç yaşamayayım daha iyiydi.

 

"Geçecek inan bana. Onun da senden farklı durumda olduğunu düşünmüyorum. Aslında birbirinizin ilacısınız sadece farkında değilsiniz."

 

"Beni terk etti! Artık beni sevmiyor. Nasıl onun ilacı olabilirim ki?"

 

"Hazal... sana seni sevmediğini söyledi mi?" Hayır ama... sevmiyor işte.

 

"Gitmesi yetmez mi? Beni arkasında bıraktı."

 

"Seni bırakmadı. Sadece zamana ihtiyacı var... haklı olarak." Başımı iki yana sallayıp tekrar yorganın altına girdim.

 

"Beni bırakmasaydı telefonlarıma çıkardı."

 

"Kimsenin telefonunu açmıyor." Kimsenin? Nasıl yani?

 

"O da kendini eve kapatmış-" hızla yorganın altından çıkarken önüme gelen saçları geriye itip dizlerimin üzerinde oturdum.

 

"Evde miymiş?"

 

"Evet... Doruk geldi sabah sana seslendim ama duymadın-"

 

"Evinde yani?" Yerinde doğrulurken tek kaşını kaldırdı.

 

"Ne düşünüyorsun?"

 

"Sence gidip konuşmalı mıyım?"

 

"Vazgeçmedin yani?" Hızla başımı iki yana salladım. O pes etse bile ben etmemiştim, etmeyecektim. İşleri bu noktaya ben getirdiysem o halde benim düzeltmem gerekiyordu. Benim... çabalamam gerekiyordu. Tekrar beni istemese bile vazgeçmeyecektim. Tekrar tekrar deneyecektim. Gözlerime bakıp seni sevmiyorum diyene kadar vazgeçmeyecektim. Sadece... karşısına nasıl çıkacaktım bilmiyorum.

 

"Bütün suç benim Öykü... beni affeder mi bilmiyorum ama onunla konuşmak zorundayım."

 

"Eve geldiğin gece o kadar kötüydün ki size dair tüm umudunu kaybettin sandım... ama sen sandığımdan daha güçlüymüşsün. Seninle gurur duyuyorum." Bana sıkıca sarılırken tüm telleri birbirine girmiş olan saçlarımı okşadı.

 

"Git konuş..." benden ayrılıp ellerini sıkıca omzuma koydu ve ciddi ifadesini takınıp yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı.

 

"Ve onu tavlamadan gelme." Aldığım küçük motivasyon beni harekete geçirirken hızla banyoya girdim. Aynadaki görüntüme tiksinç bir bakış atıp suyun altına girdim. Acaba benimle konuşmayı kabul edecek miydi? Yüzüme bakacak mıydı? Ama ne olursa olsun çabalamak zorundaydım. Çünkü... ona ihtiyacım vardı.

 

 

"Sen burada bekle 1 saatin sonunda gelmezsem git." Cihan'ı arkamda bırakıp büyük demir kapıyı zorlukla itekledim. Korumalar neredeydi? Karanlık, taşlı yolda ilerlerken evden hiç ışık yanmayışı dikkatimi çekti. Lütfen burada ol...

 

Hiç oyalanmadan kapının zilini çalıp bekledim. Beni istemese bile yüzünü görmek, sesini duymak bana iyi gelecekti. Zili art arda çalıp bir yandan da kapıya vurmaya başladım. Kimse yoktu sanırım. Büyük bir hayal kırıklığıyla başımı kapıya yaslayıp gözlerimi kapattım. Nerede bulacaktım onu?

 

Gök gürültüsü beni kendime getirirken başımı yukarı kaldırıp damlaların yüzümü yıkamasına izin verdim. Lütfen... onu istiyorum. Tek bir işaret lütfen. Eğer evdeyse-

 

Duyduğum sesle kulaklarımı kabartıp kapıya dayadım ve bekledim. Evden ses mi gelmişti yoksa ben mi garipten sesler duymaya başlamıştım? Sanki... böyle bir şey yere düşmüştü ve tiz bir ses çıkarmıştı. Heyecanla zili tekrar tekrar çalarken umutla bekledim. İçeride biri vardı ve o olmasa bile onun nerede olduğunu öğrenebilirdim. Sabırsızlıkla beklerken kimsenin kapıyı açmayacağını anladığımda evin arkasına doğru yöneldim. Odasının bir tarafı camdı şansım varsa onu görürdüm.

 

Büyük bir heyecanla arka bahçeye koşarken ayağımın kayması sonucu yeri boylamıştım. Ahh... Lanet olsun! Üzerim hep çamur olmuştu. Sırılsıklam saçlarımdan yağmur damlaları damlarken onları arkaya doğru ittim ve böylece çamuru her tarafıma bulaştırmış oldum. Siktir! Karşısına pasaklı bir şekilde çıkmak zorundaydım.

 

Sinirle yerden kalkıp sakin adımlarla yoluma devam ettim. Köşeyi döndüğümde sonunda camını görmüştüm. Derin bir nefes alıp gülümseyerek yürümeye başladım. Gülüşümü seviyordu değil mi?

 

Camın önüne geldiğimde şansıma perdesi açıktı. Sokaktaki ışığın yansımasından doğru düzgün içeriyi göremiyorum. İyice cama yaklaşıp alnımı dayadım ve ellerimle yansımaları kapatmak için gözlerimin çevresini kapattım.

 

Bu da neydi böyle..? Odası... artık bir oda değildi. Her şeyi dağıtmıştı hatta bir kısmı kırılmıştı bile. Koltuğun yastıkları ve birkaç kağıtla dosya etrafa saçılmış, kitaplığı devrilmişti. Yerde birkaç kırılmış içki şişesi, birkaç tane de yatağın başucunda devrilmiş duruyordu. Gözlerim yavaşça yatağın üzerine çıktı. Oradaydı... yatıyordu. Uyuyor muydu ki?

 

Heyecanla derin bir nefes alıp kapısını yokladım. Kilitliydi. Tamam... o halde cama tıklatmalıydım. Elimi yumruk yapıp heyecanla cama vurdum. Bu çok sessizdi... tekrar vurdum ama daha baskılı bir şekilde.

 

Yüzüstü yatıyordu ve gördüğüm kadarıyla gözleri kapalıydı. Aralıksız vurmaya devam ederken elini başına çıkarıp ovalamaya başladı. Aptal şey... başın ağrıyordu değil mi? O kadar içersen ağrırdı tabii.

 

Beni görmesi için cama birden vurduğumda hızımı alamamış biraz fazla sert vurmuştum ve elim... acımıştı. Yüzümü buruşturmamaya gayret ederek ona baktım. Sanırım doğru duyup duymadığını algılamaya çalışıyordu. Gözlerini açmış tavana dikerken sakince tekrar tıklattım cama. Başını hafif yan yatırdı ve gözleri anında beni buldu. Gözleri önce biraz şaşkınlıkla açılmış sonra aniden kaşları çatılmıştı. Yerinden doğruluğunda ise yüzünde hiçbir mimik yoktu. Beni gördüğüne şaşkın mıydı, sinirli miydi yoksa sevinmiş miydi? Bu sefer o donuk elaların ardında hangi duyguyu saklıyordu? Ama o... benim yanımda duygularını saklamazdı ki çünkü ben başkası değildim. Yüzüm biraz düşse de yaklaştığı için kendimi hemen toparladım.

 

Tüm heybetiyle camın önünde dikilirken gözlerim dağınık saçlarına kaydı. Şimdi onları bir güzel koklayıp sonra da düzeltmek vardı... ahh! Birkaç gün öncesine kadar ona sahipken şimdi sadece bir hayal olmuştu.

 

"Burada ne işin var?" Arada cam olsa da sesi fazla netti. Ayılmıştı belli ki.

 

"Geldim işte." Camdaki elimi hareket ettirip biraz yukarıya çıkardım. Sanki yüzüne dokunuyormuş gibi.

 

"İçeri almayacak mısın?" Yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuştum ve aynı zamanda hasta olduğum için biraz fazla üşüyordum.

 

"Git..." Gidiyim mi? Gerçekten mi? Tamam bunu bekliyordum ama bu kadar çabuk değil. Daha konuşmamıştım bile.

 

"Gitmem."

 

"Git dedim."

 

"Bende gitmem dedim! Konuşmak istiyorum?"

 

"Konuşacak bir şey yok." Kollarımı birbirine sararken masumca ona baktım. Acele çıktığım için üzerime ceket bile almamıştım.

 

"Savaş- off! Üşüyorum görmüyor musun?" Çenem titrerken başımı öne eğdim. Kendini zor tutuyordu biliyorum... çünkü kapıyı açarsa gitmeyeceğimi biliyordu. Ve... üşümeme dayanamayıp açacağını da biliyordum. Hadi...

 

"Ne söyleyeceksin?" Ahh...

 

"Beni deli etme kapıyı aç!" Şiddetini arttıran yağmurda zorlukla gözlerimi açarken iyice cama yaklaşıp meydan okur gibi baktım ona.

 

"Eğer açmazsan..." durup etrafıma bakındım.

 

"Havuza atlarım." Yapabilir miydim bilmiyorum. Belki de sadece blöf olarak kalacaktı.

 

"Suçlusun bir de tehdit mi ediyorsun?"

 

"Sadece özür dilemek istiyorum..!" Başını iki yana sallayıp kollarını önünde bağladığında şaşkınlıkla birkaç adım geri gittim. Belki de gerçekten umurunda değildim.

 

Gözlerim dolarken arkamı dönüp yürümeye başladım. Artık beni önemsemiyordu... umurunda olsaydım ne olursa olsun kapıyı açardı. Onun ayağına kadar gelmişken açardı. Ama açmamıştı. Gözleri çok boş bakıyordu. Benim tanıdığım Savaş bu değildi. Sırt çantamı kenara atıp yürümeye devam ettim.

 

Havuzun başına geldiğimde yüzümü ona döndüm. Kollarımı iki yana açtığımda artık ciddiyetimi anlamıştı. Kolları iki yana düşerken iyice cama doğru yaklaştı. Bir şeyler diyordu ama bu mesafeden dudaklarını okuyamıyordum. Eğer umurundaysam beni engellerdi. Son kez suya bakıp gözlerimi kapattım. Yapabilirdim... yapabilirdim... Hadi... bu kadar zor olamazdı nasıl olsa kurtaracaktı beni.

 

"Tek bir adım atarsan seni...- çok fena olur." Gözlerimi açtığımda kapıdan yeni çıkmış ve elini öne doğru uzattığını gördüm. Yapacaktım. Bana karşı bastırmaya çalıştığı hislerinin tekrar gün yüzüne çıkması için bunu yapmak zorundaydım. Tekrar gözlerimi kapatıp korkuyla derin bir nefes aldım. Beni kurtaracaktı biliyorum ama yine de çok korkuyordum.

 

"Haza-" Bedenimi geriye doğru serbest bıraktığımda buz gibi soğuk su tüm vücudumu ele geçirmişti. Bu bir hataydı. Lanet olsun! İlk defa havuza girdiğim için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Nefesimi tutmayı unutmuştum ve kulaklarımdaki baskı beni çok zorluyordu. Korkuyordum... şoktan ne yapacağımı bilemezken panikle nefes almaya çalıştım. Genzim anında yanarken tekrar tekrar nefes almaya çalıştım. Boğuluyor muydum? Sırtım sert zemine çarptığında dibi boyladığımı anlamıştım.

 

Şu kısacık saniyede ciğerlerimi suyla doldururken sonunda kolunu belime dolamasıyla anında çıkarmıştı beni yüzeye. Ağlamama engel olamazken boynuna sıkıca tutunup şiddetle öksürmeye başladım.

 

"Sakın bırakma! Sakın!" Bacaklarımı beline dolayıp iyice kendimi ona yapıştırdım. Aptal kafam! Aptal! Dikkatini çekecek başka bir şey bulamaz mıydım?

 

"Bırakma... ne olur?" Tek eliyle sırtıma vururken yüzmeye başladı.

 

"Konuşma! Sadece nefes al!" Sesi kulaklarımda çınlarken yüzümü buruşturdum. Beni kaldırıp taşa oturttuğunda bacaklarımı sanki bedenimi yakmış gibi anında sudan çekip uzaklaştım oradan. Halâ öksürüklerim boğazdan geliyor arada ağzımdan su çıkıyordu.

 

"Bir bakayım sana?" Sonunda rahatlamanın etkisiyle derin derin nefesler alıp gözlerimi kapattım. Canımı yakmaktan hiçbir zaman vazgeçmiyordum. Soğuk parmaklarını tenimde hissettiğimde irkilerek geri çekilmek istedim ama elimin kaymasıyla sırtım çamurla buluşmuştu. Kirlenmiştim ama bu umurumda değildi. Sırt üstü uzanmak iyi gelmişti. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken yattığım yerden kalkmadım. Gözlerimi açtığımda ise kızgın bakışlarıyla burun buruna gelmiştim.

 

"Bunu neden yaptın?"

 

"Beni içeriye almadın..."

 

"Kapıyı açmıştım!" Yerimde doğrulup omzumu aşağı yukarı hareket ettirdim. Yapmıştım işte. Ayağa kalktığımda başımın dönmesiyle dengem bozulmuş sağa doğru birkaç aksak adım atmıştım. Elim sancıyan başıma giderken kendime lanet ettim. Sürekli yanlış kararlar veriyordum ve hepsi canımı çok yakıyordu. Yetmezmiş gibi birde başkalarının canını yakıyordum.

 

"İyi misin? Ne oldu?" Kolumdan tutup beni kendine çevirdiğinde ayakta kalabilmek için tişörtünü tuttum. Hayır... burnumun kanamasını istemiyordum. İstediğim tek şey onunla konuşmaktı ve ben bunu bile beceremiyordum.

 

"Neyin var?" Gözlerimi kırpıştırıp görüşümü netleştirirken kendime gelip onu bıraktım.

 

"İyiyim... başım döndü biraz." Yüzümü avuçlayıp yanaklarımı okşadı. Bana dokunuşunu özlemiştim.

 

"Hasta hasta kalkıştığın işlere bak." Mutsuz bir şekilde başımı çevirirken önüme gelen saçları beni görmemesi için geriye itmedim. Yine işleri berbat etmiştim.

 

"Yüzüme bak... iyi misin gerçekten?"

 

"Değilim. İçimde bir şeyler oluyor." Bu duygusal bir şey değil fiziksel bir acıydı. Vücudum uyuşmuştu ve arada gözlerim kararıyordu. Son günlerde soğuk algınlığım şiddetlenmişti bir de şimdi soğuk suyla buluşmuş ve ciğerlerimi suyla doldurmuştum.

 

"Canın mı yanıyor?" Hafifçe başımı sallayıp gözlerimi kaçırdım ondan. Hastalığımı kullanarak bana acımasını bana üzülmesini istemiyordum. Zaten bunları hak etmiyordum. İstediğim tek şey konuşmaktı.

 

Birden tepetaklak olduğumda başım daha fazla dönmüş ne olduğunu anlayamamıştım. Ayaklarım neden yere basmıyordu? Yine mi düşmüştüm yere? Başımda büyük bir baskı vardı. Şakaklarım ağrıyordu... zorla gözlerimi açtığımda her şey açıklığa kavuşmuştu. Beni kucağına almış eve doğru yürüyordu. Off! Güya kendimi affettirmeye gelmiştim.

 

"Savaş..?"

 

"Hmm?"

 

"Mekan olarak ada seçmek çok yanlış bir fikir olarak gelmeye başladı."

 

"Öğreteceğiz dedik ya kızım." Gözlerim büyürken başımı göğüsünden kaldırıp heyecanla boynuna tutundum.

 

"Vazgeçmedin yani?" Cevap vermedi ama yüzünden anladığım şu ifadeye bakılırsa çabalamam hoşuna gitmişti. Evet! Evet! Evet!

 

"Benim yüzümden sende ıslandın. Yine hasta olacaksın. Off..! Her şey benim yüzümden oluyor. Belki de haklısın." Biraz ağzını yoklamalıydım. Kızgınlığı tam olarak hangi evredeydi bilmem gerekiyordu ona göre hamle yapacaktım.

 

"Hangi konuda?" Beni yatağına oturttuğunda kendisi de yere oturup ayakkabımın bağcığını çözmeye başladı.

 

"Beni bırakmakta. Sana zarar veriyorum." Elleri anlık olarak bileklerimde dursa da kaldığı yerden devam edip ayakkabımı çıkardı sonra da çorabımı.

 

"Bana zarar vermiyorsun ayrıca seni bıraktığım falan da yok."

 

"Hayır bıraktın."

 

"Bırakmadım." Baygın bakışlarıma karşılık olarak aynı şekilde bakıp dolabına yöneldi.

 

"Bırakmasaydın gitmezdin." Geri döndüğünde elinde birkaç parça eşya vardı. Bana cevap vermeden kolumdan tutup banyoya sürükledi. Anlaşılan bakıcılık sırası ondaydı ama bunu istemiyordum. Benimle bu şekilde ilgilenmemeliydi. Henüz onun ilgisini hak etmiyordum.

 

"Gitsem daha iyi olacak." Halâ cevap vermezken beni banyoya soktu.

 

"Savaş-"

 

"Giy bunları." Banyodan çıkıp kapıyı kapattığında aynada acınacak halime baktım. Yüzüm anında beyazlamış dudaklarım ve yanaklarım kıpkırmızı olmuştu. Sürekli karşısında güçsüz hale düşüyordum. Belki de bana sadece acıyordu ve o yüzden benimle ilgileniyordu.

 

Derin bir nefes alıp soyunmaya başladım. Verdiği kapşonlu kazak neyse de eşofmanı giymemin imkanı yoktu. Kazağı üzerime geçirdiğimde sütyenimi çıkarmakta kararsız kalsam da sonunda çıkarmaya karar verdim. Islak olduğu için kazağa iz yapacaktı ve ortaya hiç hoş bir görüntü çıkmayacaktı.

 

Parmak uçlarımda yükselip aynada kalçama baktım. Kazak fazla büyük geldiği için kalçamı yeterince kapatıyordu. Tamam... karşısına fazla savunmasız çıkıyordum. Hazırdım. Evet... hazırdım.

 

Kapıyı araladığımda üzerine temiz, kuru bir tişört giyerken gördüm. Üşümez miydi böyle? Kapının gıcırtısını duyunca önce sadece başını çevirip baktı banyodan tamamen çıktığımda ise bütün bedenini bana döndürmüştü.

 

Bakışları baştan aşağı defalarca kez üzerimde gezerken sakince ona doğru bir adım attım.

 

"Böyle..." boğazını temizleyip bakışlarını bacaklarımdan çekti.

 

"Üşürsün." Evet üşüyordum.

 

"Üşüyorum." Birkaç adım da ben atınca parmaklarımızın ucu birbirine değmişti.

 

"Seni üzdüğüm için özür dilerim. Sadece seni korumak istedim."

 

"Saçlarını kurutalım." Beni tekrar es geçip çekmecesine doğru yürüdü ve saç kurutma makinesini çıkardı. Başımı ovalarken her hareketini inceledim. Kaçıyordu benden. Ama neden? Kafamı çok karıştırıyordu... eskisi gibi olmak istese beni dinlerdi ama o bir türlü beni dinlemiyor, sürekli kaçıyordu. Diyelim ki eskisi gibi olmak istemiyor, o halde neden seni bırakmadım diyordu?

 

Fişi prize taktığında makineyi bana doğru uzattı. Yine yanına gittim ama makineyi elime almadım.

 

"Tek istediğim seni de kaybetmemekti-" makineyi birden açtığında yüzüme vuran sıcak havayla gözlerimi kapatıp birkaç adım geri gittim ama o beni kolumdan tutup kendine doğru çekti. Konuşturmuyordu ki... derdimi nasıl anlatacaktım ona?

 

Derin bir nefes alıp saçlarımı kurutmasına izin verdim. Daha fazla ayakta kalacak gücüm kalmamıştı. Başımı omzuna yaslarken tek elini belimde hissettim. Beni iyice kendisine çekti. Bu yüzden birkaç adım daha atmış ve onun sıcak ayaklarının üzerine çıkmıştım. Kollarının altından ona sarılırken kokusunu özlemle içime çektim. Yokluğuna hiç dayanamıyordum...

 

Sonunda makineyi kapattığında başımı kaldırıp ona baktım.

 

"Benimle ilgilenmek zorunda değilsin."

 

"O nereden çıktı şimdi?" Sanki bir bebekmişim gibi kollarımın altından tutup beni havaya kaldırdı ve yatağın üzerine bıraktı.

 

"Beni istemediğini görebiliyorum."

 

"Seni istemiyorum?" Yanıma oturduğunda şaşkınca yüzüme baktı. İstiyor muydu? Hafifçe başımı sallayıp gözlerimi kaçırdım ondan.

 

"Kaçıyorsun..."

 

"Hayır buradayım."

 

"O halde dinle, o gün-"

 

"Yatağa girer misin? Ateş ölçer getireceğim."

 

"Lanet olsun Savaş işte bundan bahsediyorum! Beni dinlemiyorsun!" Yine beni es geçip odadan çıktı. Off... of! Sinirle yatağın içine girip sırtımı başlığa dayadım. Beni dinlemek zorundaydı. Ama... vazgeçmeyecektim. Her fırsatta konuşmayı deneyecektim. O beni dinleyene kadar susmayacaktım.

 

Tekrar odaya girdiğinde elinde birkaç parça eşya vardı. Bir dakika ne o? Şurup mu? Çocuk muydum ben!?

 

Elindekilerini başucumda ki komodine bırakıp dizlerimin yanına oturdu. O elindeki çubukla meşgulken konuşmak için derin bir nefes aldım. Beni susturmadan önce hızlı hızlı konuşup cümlemi bitirmeliydim.

 

"Yaptım çünkü o-" elindeki ateş ölçeri dudaklarımın arasına koyduğunda cümlem yine yarıda kalmıştı. Artık sinirlenmeye başlıyordum. Kaşlarım hızla çatılırken kollarımı önümde bağladım. Beni her defasında sinir etmesini gerçekten çok iyi biliyordu. Başını önüne eğdiğinde hafifçe güldüğünü gördüm. Bu şekilde eğleniyordu demek!

 

"Uzan yatağa." Başımı başka yöne çevirip dediğini yapmadım. Yapmayacaktım da. Derin bir nefes aldığını duyduğumda göz ucuyla ona baktım ama göz göze gelince anında gözlerimi kaçırdım. Ne düşünüyor-

 

Ellerini ayak bileklerimde hissettiğimde anlık olarak ürksem de bana dokunuşuyla kalp atışlarım hemen hızlanmış, beni aşağı doğru çektiğinde ise nefesim kesilmişti.

 

"Nazlanacağın tuttu." Ağzım şaşkınlıkla açılırken çubuk dudaklarımdan kaymış kenara yuvarlanmıştı. Nazlanmak? Ben?

 

"Ben? Ben mi nazlıyım?" Dakikalardır kimin nazlandığı açıkça ortadaydı bence.

 

"Evet sen." Çubuğu alıp ateşime baktı.

 

"Çok yüksek." Yerimde doğrulup sinirle yorganı üzerimden attım. Bugünlük bu kadar yeterdi!

 

"İyi! O halde hastaneye gidiyorum ben!" Omzumdan tutup beni durdurduğunda sinirle ona baktım.

 

"Nazlanıyorsun işte gördün mü?" Onun derdi benim nazlanıp nazlanmamam değildi. Gitmemi istediği belliydi sadece hasta olduğum için vicdanına yenik düşüyordu o kadar. Beni istediğinden değil yani. Pes etmek istemiyordum ama o... kalbim o kadar kırıktı ki. Ona değil hayata, yaşadıklarıma... ne kadar benim hatamda olsa sevdiklerim tarafından reddedilmek ağrıma gidiyordu ve bir yerden sora kaldıramıyordum.

 

"Bırak Savaş gitmek istiyorum." Ayaklarımı yere sarkıtıp kalkacağım sırada belimden çekip yine oturtturdu beni.

 

"Gidemezsin." Gözlerim dolu, kaşlarım çatık ona döndüğümde burun buruna gelmiştik. Neden bunu yapıyordu ki..? Sadece konuşup barışmak istiyordum ama belli ki o istemiyordu.

 

"Git dememiş miydin? Neden tutuyorsun!?"

 

"Gideceksen kollarımın arasına girmeden önce gidecektin şu saatten sonra gitmen mümkün değil." Tek kaşım havaya kalkarken dudaklarımı araladım. Kollarının arasına ben girmemiştim o çekmişti beni.

 

"Savaş... ne yapmamı istiyorsan söyle ve bitsin bu durum? Çünkü artık dayanamıyorum..." Sonunda donuk elaları erimeye başladığında gözlerindeki o küçük ışıltıyı görmüştüm. Yüzünü biraz daha yaklaştırıp gözümden akan yaşı başparmağıyla silerken sıcak nefesini dudaklarıma doğru verdi. Onu... çok özlemiştim.

 

"Sana kızgınım. Çok kızgınım hem de ama bu gece burada kal. Seni iyileştireyim, sonra konuşuruz." Omzumdan itip beni tekrar yatağa yatırmasına izin verdim. Tamam... kalayım o zaman. Uysal bir kedi gibi yorganı boğazıma kadar çekip gözlerimi kırpıştırdım.

 

Benimde tıpkı ona yaptığım gibi ıslak bezi alıp yüzümde ve boynumda gezdirdi. Bezin değdiği yerler sızlarken yüzümü buruşturup yana doğru döndüm ve bacaklarımı karnıma doğru çektim.

 

"İstemiyorum onu... çok soğuk."

 

"Ateşinin düşmesi lazım..." kendinden emin bir tonla konuşup şurubun kapağını açtı ve kaşığa döktü.

 

"O ne?"

 

"Sana iyi gelecek bir ilaç." Ensemden tutup başımı kaldırmama yardımcı oldu. Ve tadı... iğrençti. Yüzümü ekşitirken başımı sertçe yastığa koyup gözlerimi sıktım.

 

"Bir daha bundan istemiyorum!" Ne yaptığını biliyor gibi bezi alnıma koyup ellerini dizlerinin üzerine koydu ve beklemeye başladı.

 

"Bu kadar mı?"

 

"Sabahta sana nane limon yaparım sıcak sıcak içersin."

 

"Başka?" Ellerini yanlara açıp başını iki yana salladı. Daha ne bekliyorsun der gibi bir hali vardı.

 

"Üşütmüşsün sadece." Yapılacak her şey bu kadar basit miydi?

 

"Sen... o gece anneni çağırdım diye de kızdın değil mi?" Sadece güldü. Ona da kızmıştı işte...

 

"Sen ne yapacağını biliyorsun. Öğrenmişsin... Ben öğrenmedim. Yanlış bir şey yapmaktan korktuğum için çağırdım anneni."

 

"Sorun değil." Boynumu saçlarımdan kurtarırken parmaklarının tenime her değişinde kalbim tekliyor, tüylerim diken diken kalkıyordu. İlk zamanlar bu küçük temaslarından nasıl etkileniyorsam halâ öyleydim. Ve o bunun farkında bile değildi.

 

"Uyu biraz." Yorgun ve gergin vücudumu serbest bırakırken baygın gözlerimi yavaş yavaş kapatıp açmaya başladım. Yorgundum ama uyumak istemiyordum.

 

"Uyuyamam..." yere dizlerinin üzerine çökerken kolunu yastık yaparak başını yatağa koydu.

 

"Neden?" İçim geçecek gibi oldukça gözlerimi aralamaya çalışıyordum ama göz kapaklarım o kadar yorgundu ki. Ve sürekli yandığı için kapatma ihtiyacı duyuyordum.

 

"Uyandığımda gitmiş olacaksın çünkü." Tekrar gözlerimi açtığımda elimi tuttuğunu gördüm.

 

Onu düşünmek sahip olduğum her şeyi silip süpürüyordu. Bu zamana kadar nasıl yaşamıştım bilmiyorum. Sadece onun yanında nefes alabilirken onsuz hayatıma nasıl devam edebilirdim ki? İnsan nefes almadan yaşayabilir miydi? Şu geçirdiğim 4 gün bana büyük ders olmuştu. Onsuz yaşayamayacağımı anladığımda her şey bana hiç oluyordu. O yüzden onu kaybedemezdim. Yine hiçliğin ortasında asılı kalmak, boğulmak istemiyordum. O yüzden ona ihtiyacım vardı. Yaşamak için ona ihtiyacım vardı.

 

 

Uyanıyordum... evet. Kesinlikle uyanıyordum. Yağmurun cama vuran tıkırtısı saniyeler geçtikçe sinirimi bozarken elimi garip bir şekilde ağrımayan başıma götürüp önüme gelen saçlarımı geriye doğru taradım. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Onu görememekten korkuyordum. Elimi yatağın kenarına doğru sürterek ona dair bir şey aradım. Dün gece başını koyduğu yer boştu.

 

Gözlerimi yavaş yavaş kırpıştırırken odağıma bir çift göz girdi. Buradaydı... Dudaklarım iki yana kıvrılırken gözlerimi biraz daha kırpıştırıp görüşümü netleştirmeye çalıştım. Gözlerimi her açtığımda yavaş yavaş benden uzaklaşıyor ve gözleri boncuk boncuk her tarafımda geziniyordu. Ama bu... o değildi!

 

"Hihh!" Korkuyla gözlerimi açıp sırtımı yatağın başlığına dayarken kızda korkuyla kendini geriye doğru attı. Bu kimdi!? Ve tepemde ne arıyordu?

 

"Sen kimsin!?"

 

"Şeyy... ben.." benden küçük olduğu her halinden belli olan kız ellerini panikle iki yana sallayıp uzaklaşmaya başladı.

 

Elindeki bezi birden yere atıp koşarak odadan çıkınca şaşkınca etrafıma bakındım. Ne oluyordu? Kimdi bu kız? Ve Savaş neredeydi?

 

"Anne..! İçeride biri var!" Halâ yaşadığım şoku üzerimden atamamışken sanki çıplakmışım da bir yerlerimi kapatmak istercesine üzerime kapattığım yorganı bırakıp ayağa kalktım. Merdivenden ayak sesleri duyduğumda kazağı çekebildiğim kadar aşağıya çekmeye çalışıp kapıdan girecekleri bekledim. Kız beni görünce neden öyle kaçmıştı ki? Hırsız mıydı yoksa bunlar!? Kapıda korumalarda yoktu, boş ev sanıp girmiş olabilirlerdi.

 

İçeriye hafif tombul bir kadın ve yine o kız girdiğinde bir adım geri çekildim.

 

"Siz kimsiniz?" Kadın gözlerini önce şaşkınlıkla dağınık odada gezdirdi sonra beni gördüğünde daha büyük bir şaşkınlıkla olduğu yerde kalıp beni baştan aşağı süzdü ve bacaklarımda takılı kaldı.

 

"Aa aaa." Ağzından uzun bir şaşkınlık nidası dökülürken elini kocaman açtığı ağzına götürüp kızına döndü.

 

"Bu oğlanın serseri olduğunu biliyordum da bu kadarını tahmin etmemiştim."

 

"Ne? Neyi tahmin etmediniz?" Birisi bana ne olduğu anlatabilir miydi!?

 

"Birde eve kız atmış... tövbe tövbe. Sen çarşafları sök kızım." Ağzım şaşkınlıkla açılırken hızla başımı iki yana salladım. Eve kız atmak mı? Bizim şey yaptığımızı düşünüyorlardı... şey. Off!

 

"Bir şey olmadı ki..."

 

"Olmuş... büyük bir şey olmuş burada." Tekrar gözlerini odada gezdirip daha yeni fark ettiğim elindeki kovayı yere koydu.

 

Ahh Savaş ah! Madem eve temizlikçi çağırıyorsun keşke bir haber verseydin. Düştüğüm şu duruma bak!

 

Anne kız dağınık odaya giriştiğinde hızla banyoya girip kapısını kilitledim. Dün gece kenara attığım kuruyan kıyafetlerimi panikle üzerime geçirip çıktım odadan. Bana bu yaşattığının hesabını vermek zorundaydı.

 

Komodinin üzerindeki çantamı alırken başucumdaki bardak termosu daha yeni fark ediyordum. Söz verdiği gibi yapmıştı nane limonunu. Ama... bu kağıt? Büyük bir heyecanla ortadan ikiye katlayıp termosun altına sıkıştırdığı kağıdı alıp açtım. Ahh... bu çocuk- lanet olsun! Sürekli beni arada bırakıyordu. Hem kaçıyordu hem de beni kendine çekiyordu. Amacı her ne ise bunu kesinlikle başarmıştı çünkü ben... artık bana ne olduğunu anlayamıyordum. Küçük çizim kalbimi anında sıcacık sararken kendi kendime gülümsedim. Beni çizmişti yine... ağızımda ateş ölçer çubuğu varken. Ahh... komik gözüktüğümü biliyordum! Belli ki onunda hoşuna gitmişti ve... çizmişti işte. O anki tipimi düşündükçe gülümsemem daha da büyüyordu ta ki kadının beni uyarmak için boğazını temizlemesine kadar.

 

Herkes birbirine garip bakışlar atarken hızla odadan çıkıp merdivenleri koşarak tırmandım. Çantamdan telefonumu çıkarıp bildirimlere göz atarken Meryem teyzeden gelen 2 cevapsız çağrıyı fark ettim. Neden?- ahh tabii ya! Bugün Tanem'e piyano dersi vermek için sözleşmiştik değil mi? Akıl mı bırakmıştı bende? Çoktan beni almaya gelmiş olan Cihan kapımı açtığında ona gülümsedim. Kesinlikle doğru kişiyi seçmiştim. Öykü'nün numarasını tuşlayıp telefonu kulağıma götürdüm. Saat biraz geç olmuştu ve daha eve gidip hazırlanmam gerekiyordu.

 

Tabii bir de bana bu teklifi kabul etmememi söylemişti değil mi? Yeni yeni fark ediyorum ki sürekli ona ters gitmiştim. Hiçbir şekilde onu dinlememiştim. Zaten sevme işini de beceremiyordum. Ahh... lanet olsun. Ben hiçbir şeyi beceremiyordum.

 

'Alo?'

 

"Yardımına ihtiyacım var. Bana düzgün birkaç parça eşya hazırlar mısın? Gelince hazırlanıp hemen çıkacağım."

 

'Tamam... sen ne yaptın o işi?' Onu büyük hayal kırıklığına uğrayacaktım.

 

"Elime yüzüme bulaştırdım."

 

'Hadi be..! Tavlayamadın yani?'

 

"Yarım..."

 

'Yarım?'

 

"Gelince konuşalım olur mu? Uzun biraz."

 

'Tamam... görüşürüz.'

 

Aramalarıma dönmeyen Savaş'ı tekrar nerede bulacaktım şimdi? Bir de iyileş konuşuruz diyordu. Neyse ki dün gece biraz da olsa duygularını açığa çıkarmasını sağlamıştım. Ve... neyse ki kızgınlığı sevgisinin önüne geçmemişti.

 

 

"Hayır hayır oraya gitme. Önce bu tarafı öğrenelim tamam mı?" Tanem'in ellerini piyanonun sol tarafına sürükleyip parmaklarımı parmaklarının üzerine koyarak tuşlara basmasına yardım ettim. Piyano öğrenmek benim için çok zordu şimdi bir de bunu öğretmek daha da zor. Ve Tanem... hiçbir şekilde beni dinlemiyor kafasına göre tuşlara basıp ritim yakalamaya çalışıyordu.

 

Derin bir nefes alıp Meryem teyzenin bizim için getirdiği meyve suyundan bir yudum alıp kuruyan boğazımı ıslattım. Bu çocuk çok şımarıktı.

 

"Tanem... orası değil burası. Bu tarafı öğretiyorum sana."

 

"Ama ben bu tarafı öğrenmek istiyorum." Her kelimenin sonunu baskılayıp kafasını bana doğru uzattı. Bu çocukla büyük işim vardı.

 

"Burayı öğrenmeden orayı öğrenemezsin."

 

"Bak..." tuşlara rastgele basıp bilmiş bilmiş sırıttı.

 

"Öğrendim bile."

 

Sabahtan beri yaptığım gibi tekrar derin bir nefes alıp zonklayan başımı kaşıdım. Saatlerdir çalışıyorduk ama daha tek bir nota dahi öğretememiştim.

 

"Ben küçük kurbağa çalmak istiyorum."

 

"Küçük kurbağa?"

 

"Ku vak vak?" Dirseğimi piyanonun kapağına yaslarken kendi kendime gülüp dudaklarımı ısırdım. Demek ku vak vak. Peki...

 

"Bir sonra ki derste de onu çalışırız olur mu?"

 

"Hayır şimdi. KÜÇÜK KURBAĞA KÜÇÜK KURBAĞA KUYRUĞUN NEREDE!?" Birden bağırarak şarkıyı söylemeye başladığında aynı zamanda rastgele tuşlara basıyordu. Ve benim başım... çatlamak üzereydi. Ona yalvarırcasına bakıp yanına oturdum. Kafamın içinde o kadar çok boş gürültü vardı ki. Hepsinden kurtulmak istiyordum hepsi sussun istiyordum.

 

"Bakıyorum da iyi kaynaşmışsınız." Levent amca her zaman ki gibi büyük kurtarıcım olarak odaya giriş yapmış ve Tanem anında yaptığı işi bırakarak uslu bir çocuk gibi ellerini dizlerine koymuştu. Sonunda rahatlamanın etkisiyle tekrar derin bir nefes alıp elimde ki kağıtları bir kenara koydum.

 

"Baba piyano çalmak çok eğlenceli!"

 

"Fark ettim ne kadar eğlendiğini." Tek dizinin üzerine eğilip Tanem'in yanağını öptü ve saçlarını okşadı.

 

"Bugünlük bu kadar yeter. Sen odana git birazdan bende geleceğim." Tanem somurtarak odadan çıkıp kapıyı kapattı. O günden sonra Levent amcayla ilk kez karşı karşıya geliyorduk ve ben... ne yapacağımı bilmiyordum.

 

"Nasılsın?" Yerden kalkıp yanıma oturduğunda hafifçe ona doğru döndüm. Sanırım utanıyordum.

 

"İyiyim. Siz nasılsınız?"

 

"Bende iyiyim sanırım." Sanırım... hepimizin hayatında sürekli yolunda gitmeyen şeyler oluyordu ve bazen bunların üstesinden gelmek çok zor olabiliyordu.

 

"Savaş mı?" Başımı önüme eğerken hafifçe salladım. Neyse ki şu an için baba konusunu açmamıştı. Kafam o kadar karışıktı ki... Savaş'la aramızın bozulmasından dolayı bu konu üzerinde düşünme fırsatı dahi bulamamıştım.

 

"Konuşamıyorum onunla."

 

"Savaş'ta kendi gençliğimi görüyorum. İstediğini kolaylıkla alan bir çocuk. Son birkaç yıldır işleri birlikte yürüttük sayılır. Doğrusu işin büyük bir kısmını o üstlendi. Dışarıdan sert ve soğuk görünse de içeride büyük bir kalbi olduğuna emin olabilirsin. Ne olursa olsun sevdiklerimizi arkamızda bırakmayız. Sadece güvendiği insanlar tarafından arkasından iş çevrilmesine alışık değil o kadar. Şu an o da ne yapacağını bilmiyor o yüzden en kolay yol olan kaçmayı tercih ediyor." Büyük bir kalbi olduğunu ve o kalbin sevgiyle dolu olduğunu biliyordum. Sevgiyle büyüdüğü için bana nasıl yaklaşmasını gerektiğini gayet iyi biliyordu. O yüzden beni bir kere bile üzmemişti bir kere bile kırmamıştı. Ama ben... gerçekten onun canını çok yakmıştım. Kendimden nefret ediyordum.

 

"Peki nasıl ulaşacağım ona?"

 

"Üzerine gitmeye devam et." Kendinden emin bir şekilde konuşup ayağa kalktı. Ama...

 

"Ama onu nerede bulacağımı bilmiyorum ki?" Omzunun üzerinden bana yarım bir gülüş gönderip telefonunu çıkardı.

 

O bulacaktı! Ve bana söyleyecekti. Heyecanla ayağa kalkıp yanına gittim.

 

"Nerede?" Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra telefonu kapatıp sinsi bakışlarla bana döndü. Bulmuştu...

 

Ahh Savaş kaçak bebeğim benden kurtuluşun yok.

 

 

Burayı biliyordum. Burayı biliyordum ve lanet olsun ki buradan nefret ediyordum. Kapıyı sertçe kapatıp ellerim belimde mekanın önünde dikilmeye başladım.

 

"Neden buraya geldik?"

 

"Çünkü burada." Cihan beni baştan aşağı süzüp kafasını iki yana salladı.

 

"Buraya böyle mi gireceksin?" Tamam... kıyafetim burası için biraz fazla sade kaçıyordu ama amacım zaten buraya uyum sağlamak değildi ki. Savaş'ı da alıp gitmek istiyordum sadece.

 

"İçinde ne var?" Gözlerim şaşkınlıkla açılırken onun alaycı bakışlarını buldu.

 

"Ne!?"

 

"Zaten sana kızgın bir de kafası dağınıksa seni hiç umursamayacak en azından üzerine biraz dikkat çekte kıskanır belki." Ortaya attığı fikirle kafam allak bullak olurken belimi arabaya yasladım. Sanırım haklıydı.

 

"Ne yapacağız o halde." İkimizin de gözü mekandan yeni çıkan ve yürümekte zorlanan kızı takip ederken aynı anda birbirimize baktık. Olur muydu ki?

 

"Fena değil..."

 

"Fena değil mi? Kız resmen çıplak!" Bana gözlerini devirip kızın arkasından yürümeye başladı.

 

"Abartma." Hızlı adımlarla onu takip ederken kızı nasıl ikna edeceğimizi düşündüm.

 

"Ya kabul etmezse?"

 

"Neyi kabul etmezse?" Birden koşup kızı ara sokağa çektiğinde bağırmaması için eliyle ağzını kapatmıştı. Ne yapıyordu bu!? Karanlık sokakta bizi gören birinin olup olmadığını kontrol ederek girdikleri yere girdim.

 

"Ne yapıyorsun!? Cihan!" Zorla kızı metal bir kapıdan içeri sokunca bende peşi sıra girip sokak ışığının içeriyi aydınlatması için kapıyı yarım aralık bıraktım.

 

Kız zorla tepişirken elindeki çantasını Cihan'ın suratına doğru savuruyordu. Olanları büyük bir dikkatle izlerken kız birden tepinmeyi bırakmış çantası elinden düşmüştü. Korkuyla onlara doğru bir adım attım.

 

"Ne yaptın ona!?"

 

"Sadece bayılttım." Bir insanı bayıltmak bu kadar kolay mıydı? Bu hareketi benimde öğrenmem gerekiyordu. Sadece boynunun bir kenarına baskı uygulamış ve beklemişti o kadar.

 

"Sen kıyafetlerini değiştir ben kapıyı tutacağım." Manyak...

 

Halâ yaptığımızın şokunu üzerimden atamazken zorlukla hareket edip kızı soymaya başladım. Eğer bilerek böyle giyindiğimi anlarsa bana daha çok kızacağından emindim.

 

Kızın şortunu giymek yerine kendi siyah pantolonumla kalmayı tercih ettim ve üzerime kızın siyah, göbeğimi açık bırakan boyundan askılı bluzunu geçirip ipini ensemde bağlayınca kalan ip çıplak sırtımda sürtünmüş ve gıdıklamıştı. Neyse ki bedenlerimiz birbirine çok yakındı, kıyafet üzerimde sırıtmamıştı. Kızın takılarını da çalıp hazırlığımı bitirdim ve kendi tişörtümü ona giydirdim.

 

Kapıdan çıktığımda Cihan tekrar tekrar beni süzüp sonunda onaylayan bir yüz ifadesine büründü. Deri ceketimi üzerimden çıkartmadım. Eğer yine konuşmayı reddederse bu kozumu o zaman kullanacaktım.

 

"Ehh işte!" Ona gözlerimi devirip içeride yatan kıza baktım.

 

"O ne olacak?"

 

"Ben ilgilenirim sen git."

 

Derin bir nefes alıp arka sokakta kalan eğlence kulübüne doğru yürüdüm. Umarım halâ oradasındır. Kapıdan içeri girdiğimde yüksek ses anında kulaklarımı rahatsız ederken yüzümü buruşturup içeriye doğru adım attım. Bu kalabalıkta onu bulmam imkansız gibi bir şeydi. Umutsuzca ilerlerken parmak uçlarımda kalkıp etrafa bakındım. Lütfen burada ol ve... lütfen ayık ol.

 

Dans edenlerin arasından zorlukla geçip bar tezgahına ulaştığımda gözlerimi oturanlarda tek tek gezdirdim. Burada değildi. İlerideki koridor ayrımına gidip burası daha sakin olduğu için sırtımı duvara verdim ve gözlerimi her tarafta gezdirdim. Yoktu işte...

 

Son bir umut barmene doğru yürüdüm. O burada olup olmadığını bilirdi. En köşedeki tabureye oturup buraya gelmesini bekledim. Lütfen burada ol... Lütfen burada ol.

 

"Ne alırsın?" Birden kulağımın dibinde konuşmasıyla irkilerek geri çekildim. Ne ara gelmişti bu?

 

"Birini soracaktım?" Tek kaşını kaldırıp elindeki bardağı silerken tezgaha bir adım yaklaştı.

 

"Savaş burada mı? Savaş Kılıçoğlu?" Anında gözünü arkamdaki bir noktaya kilitlediğinde hemen dönüp baktım ama onu göremedim.

 

"Nerede? Göremiyorum?" Tekrar ona döndüğümde tuttuğu bezin altından bana doğru tuttuğu silahı gördüm. Ne oluyordu be!? Kendimi geri çekeceğim sırada tezgahtaki kolumu tuttu. Siktir...

 

"Ne yapıyorsun!?"

 

"Kimsin sen?" Sakince yutkunup derin bir nefes aldım. Ne oluyordu? Neden bana silah tutmuştu ki?

 

"Ben..." sesim titreyince durdum bir süre. Ne yapmam gerekiyordu?

 

"Ben-"

 

"İndir şunu!" Birisi elini barmenin elinin üzerine koyunca derin bir nefes aldım.

 

"Kılıçoğlu'nu sordu."

 

"Ben ilgilenirim." Gözlerim korkudan dolmaya hazırken başımı yana çevirip tanıdık sesin sahibine baktım. Alec...

Stresten avcum terlerken ceketimi çıkarıp kucağıma koydum.

 

"Su ver bir bardak." Barmen onun dediğini ikiletmeyip anında bir bardak suyu önüme koydu. Suyu tek dikişte bitirirken soğuk elimi boynuma götürüp hafifçe okşadım.

 

"Teşekkür ederim." Hafif bir gülüşle başını sallarken ayağa kalktım.

 

"Sadece Savaş'ı sordum. Neden böyle bir şey yaptı anlamadım."

 

"Her gün buraya gelip onu soran niyetini bilmediğimiz onlarca kişi var. Ben seni götürürüm." Niyet? Sürekli tehlikede miydi yani!?

 

"Gel." Hafifçe koluma dokunup yukarı kata çıkan merdivenlere yöneldi. Burayı ilk defa görüyordum. Uzun koridor boyunca sadece birkaç tane kapı vardı.

 

"Arandığını duydum?" Başımı tekrar ona çevirirken dediği şey üzerine ayağım takılmış az daha merdivenden düşecektim. Herkes biliyordu tabii.

 

"Dikkat et." Elini belime koyduğunda vücudum irkilmişti. Bana temas etmesinden hoşlanmamıştım. Ne kadar rahatsız olsam da geri çekilmedim. Bir art niyeti olduğunu düşünmüyordum sadece tekrar düşersem beni tutmak için koymuştu elini oraya. Başka türlüsünü düşünmek istemiyordum.

 

Koridorun sonuna doğru ilerlerken tam karşımdaki kapı açılmış ve Savaş dışarıya çıkmıştı. Sonunda! Kapıyı kilitleyip önüne döndüğünde göz göze gelmiştik. Sonunda onu bulmanın mutluluğuyla yüzüm gülerken o önce bana bakmış sonra Alec'e ve sonra da belimdeki yabancı ele. Siktir...

 

Yanlış anlamazdı değil mi?

 

"Hazal?" Dışarıdan sıradan bir soru gibi gözükse de bu tonlamayı, altında yatan imayı biliyordum.

 

"Seni arıyordu." Çenesi gerilirken kalbim korkuyla hızlanmış Alec'ten ayrılıp ona doğru bir adım atmıştım. Yine kızmıştı...

 

"Tamam." Bana doğru büyük bir adım attı ama gözleri hiçbir şekilde beni bulmuyordu.

 

"Görüşürüz Hazal."

 

"Görüşürüz." Omzumun üzerinden ona bakıp gidişini izledim. Tekrar önüme döndüğümde ise çatık kaşlar ve alevli gözlerle karşılaşmıştım. Korkuyla bir adım gerilerken kolumdan tutup sertçe beni kendisine çekti.

 

"Savaş?" Korkuyla fısıldayıp geri çekilmeye çalışınca diğer elini de belime koydu.

 

"Bir daha asla sana dokunmasına izin verme!" Derin bir nefes alıp başımı hafif kaldırarak ona baktım. Ondan hoşlanmıyordu biliyordum.

 

"Tamam..." nefesimi düzene sokarken gözlerimi gözlerine çıkartmaya korkuyordum.

 

"Barmene seni sordum ama o bana silah çekti." Gözlerini kapatıp dudaklarını ısırırken sert nefesini yüzüme doğru verdi. Giderek sinirlendiğini hissediyordum.

 

"Beni arasaydın."

 

"Aradım zaten. 7 kere." Sakince yutkunup kirpiklerimin altından masumca baktım. Korkmuştum zaten bir de tehditkar bakışları altında kalmak insanı geriyordu.

 

"Yardım etti bana." Belimdeki elini gevşettiğinde geri çekilebilirdim ama çekilmedim. Ona yakın olmak güzeldi. Kolumu tuttuğu elini yukarı çıkarıp önce alnıma sonra da boynuma götürerek ateşimi kontrol etti.

 

"O kimseye yardım etmez."

 

"Buraya her gün seni sormaya gelen insanlar mı oluyor?" Bakışları gözlerimi bulurken tek kaşını hafifçe kaldırdı.

 

"O nereden çıktı?"

 

"Alec söyledi. Öyle mi?" Geri çekilip elini sırtıma koydu ve az önce kilitlediği kapının önüne geldik.

 

"Bazen."

 

"Ne istiyorlar senden?" Endişeyle ondan gelecek bir cevap beklerken iki elini omzuma koyup beni ikili koltuğa doğru itekledi.

 

"Önemli bir şey değil." Yanıma oturduğunda bedenimi tamamen ona doğru çevirip elini tuttum.

 

"Bana niyetini bilmediğimiz insanlar geliyor dedi. Demek ki kötü niyetliler de geliyor."

 

"Siz sohbet mi ettiniz?" Konuyu çok saçma bir yere saptırdığında hayretle ona baktım.

 

"Doğru değil mi? Sürekli tehlikedesin!"

 

"Başka ne konuştunuz?"

 

"Madem sürekli buraya geliyorlar neden halâ buradasın?"

 

"Sana ne söyledi?"

 

"Savaş! Bana cevap ver!?"

 

"Asıl sen bana cevap ver! Sana ilgili miydi?"

 

"Bilmiyorum! Şimdi sen cevap ver tehlikede misin?"

 

"Değilim." Gayet rahat bir tavırla konuşup arkasına yaslandı.

 

"Yalan söylüyorsun." Anlamıştım çünkü bana ilk defa yalan söylüyordu.

 

"Yüzüme bak." Yüzümü iyice ona yaklaştırıp çenesinden tuttum ve kendime çevirdim. Gözlerimi gözlerine kilitleyip en ufak bir hareketini yakalamaya çalıştım. Eğer böyle bir şey varsa bilmeliydim.

 

"Gerçeği söyle?" Bakışları yavaştan değişip tüm yüzümde dolaşırken elini tekrar belime koyup beni kendine çektiğinde şaşkınlıktan tepki veremedim. Tekrardan mı yakınlaşıyorduk? Bakışları dudaklarıma kayarken gözlerimi kırpıştırıp çenesini tuttuğum elimi gevşettim ve yakasına doğru kaydırdım. Ne oluyordu?

 

"Konuşacaktık hani?" Barışmış mıydı benimle?

 

"Sen yeterince konuştun bende dinledim."

 

"Konuşmadım."

 

"Konuştun... dün gece." Dün gece mi?

 

"Ne... dedim?" Parmaklarını yüzümde gezinirken şaşkınlıktan hafif aralanan dudaklarımda durdu. Tekrar eski dokunuşlarıyla her hücremi ele geçirirken ruhum bedenimden çekiliyor ve onunkiyle bütünleşiyor gibiydi. Ve bu... acı değil büyük bir zevk veriyordu.

 

"Söyledin işte bir şeyler." Uykuda sayıklamış olmalıydım. Dudaklarıma uzandığını fark ettiğimde onu ne kadar çok istesem de başımı geri çektim.

 

"Hastayım."

 

"Sence bu umurumda mı?" Taklitçi... dudaklarım iki yana kıvrılırken elimi boynuna götürüp ensesindeki saçlarını okşadım. Sonunda bitmişti... Sonunda bana yine eskisi gibi bakmaya başlamıştı. Ya da hep böyle bakıyordu ve ben kendimden nefret ettiğim için bu bakışları kendime yakıştırmıyor ve görmemezlikten geliyordum. Ama... onu daha ne kadar görmemezlikten gelebilirdim ki?

 

"Bu gece de bende kalsana?" Gülüşüm büyürken uzanıp dudağımın kenarını öptü ve geri çekilmedi. Fısıldadıkça sürtünen dudaklarım titremeye başladığında derin bir nefes alıp kapattım gözlerimi. Siktir. Bu çok ani olmuştu.

 

"Olabilir...-" Bu romantik anımız kapının iki kez tıklanmasıyla bozulmuş ve gerçekliğe dönmek beni fazlasıyla utandırmıştı. Bedenime yasladığı bedenini itip kendim de geri çekildim ve üzerimi düzelttim. Lanet olsun! Sürekli böyle anlarda birisi gelip bozuyordu ve her seferinde tepki veren taraf ben olduğum için o benimle dalga geçiyordu.

 

İçeriye giren takım elbiseli adam önce Savaş'a sonra bana ve sonra tekrar Savaş'a baktığında rahatsızca yerimde kıpırdandım. Adamın ciddi ve asık duran suratı söyleyeceği şeyden dolayı mı böyleydi yoksa her zaman ki hali miydi bilmiyorum ama bu içime büyük bir korku düşürmüştü. Savaş boğazını temizleyip yerinden kalktığında bana göz kırpıp adama doğru ilerledi.

 

"Sorun ne?" Adam tekrar bana baktı ve Savaş'ın kulağıma doğru eğilip bir şeyler fısıldadı. Omzumun üzerinden onları dikizlerken Savaş'ın bakışları arada beni buluyordu. Sonunda adam geri çekildiğinde Savaş da ona birkaç şey söyledi ve adam odadan çıktı.

 

"Ne oluyor?" Odanın ortasındaki çalışma masasına ilerleyip açtığı çekmeceyi karıştırmaya başladı.

 

"Adamlardan biri seni eve bıraksın ben sonra geleceğim." Tedirginlikle ayağa kalkıp yanına doğru ilerledim. Nedense içimdeki kötü his gittikçe büyüyordu.

 

"Nereye gidiyorsun?" Koluna dokunduğumda bana doğru hafif yan dönmüştü ve bu sayede çekmeceden çıkardığı şeyi görmüştüm. Korkuyla derin bir nefes alıp hızla başımı iki yana sallarken elimi elinin üzerine koydum.

 

"Gitme."

 

"Önemli bir durum yok-"

 

"Onu niye alıyorsun o zaman?" Elindeki silahı masaya bırakırken tamamen bana döndü ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.

 

"Korkulacak bir şey yok sakin ol."

 

"Korkuyorum ama. Gitme ne olur?" Başımı omzuna dayayıp kollarımı boynuna sardığımda sakince derin bir nefes aldım. Bugün bir şey olacaktı hissediyordum.

 

"İçimde kötü bir his var. Madem önemli değil gitme o halde." Başını geri çekip yüzümü saçlarımdan temizlerken hafifçe güldü. Gidecekti işte.

 

"Tamam onu almayacağım ama gitmek zorundayım."

 

"Bende gelsem?" Başını iki yana sallarken uzanıp alnımı öptü.

 

"Sen beni evde bekle-"

 

"Burada bekleyeceğim o halde."

 

"Hazal..-"

 

"Ya beni de yanında götürürsün ya da seni burada beklerim sen seç?" Gözlerimi kararlı bir şekilde kısıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunlardan başka seçenek yoktu. Bir süre daha ciddi ifademi süzüp sonunda başını iki yana sallayarak geri çekildi. Kabul etmişti ama hangisini?

 

"Tamam burada bekle o halde." Silahı açtığı çekmeceye geri koyup kapattı.

 

"Ama bu odadan dışarı çıkmak yok." Başımı sağlandığımda cebinden bir anahtar çıkarıp avcumun içine koydu.

 

"Bu ne?"

 

"Arkamdan kapıyı kilitle."

 

"Nereye gittiğini söylemeyecek misin?" Kapıya doğru ilerlerken tekrar kolundan tutup durdurdum onu. Korkuyordum işte... ama yanında olsam korkmayacaktım ve belki de onu koruyacaktım.

 

"Bilmesen daha iyi. Çok kısa sürecek, hemen geleceğim ve sonra gideceğiz." Hayır, aksine bilmesem aklım onda daha çok kalacaktı. Nereye gittiğini ve orada ne yaptığını bilmemek beni fazlasıyla korkutuyordu ve nedense güvende olmayacağını düşünüyordum. Kapıyı açıp tam çıkacağında aniden durup tekrar bana doğru döndü. Bakışlarım hemen arkasında başka bir odadan çıkan Alec'i bulduğunda sanki ona baktığımı hissetmiş gibi başını yan çevirdi ve göz göze geldik.

 

"Alec bakıyor."

 

"Daha iyi." Uzanıp dudaklarımı uzunca öptüğünde büyük bir özlemle karşılık verip yanağını okşadım.

 

"Dikkat et kendine ve... çabuk gel." kulağına doğru fısıldayıp geri çekilirken derin bir nefes aldım. Tekrar ona sahip olmuşken doyamadan gitmesini izlemek zor gelmişti.

 

Kapıyı arkasından kapatıp kilitledikten sonra sırtımı duvara yaslayıp derin nefesler almaya başladım. Elim önce çarpıntısı başlayan kalbime sonra da terleyen boynuma gitti. Bu korku da neyin nesiydi bilmiyorum. Ortada hiçbir şey yokken birden bütün bedenimi ele geçirmiş ruh halimi tamamen çökertmişti.

 

Sakince koltuğa oturup başımı arkaya attım. Gidecekti ve gelecekti. Sorun yoktu. Kısa sürecekti. Kendimi olmasını istediğim düşüncelerle avuturken dakikalar birbirini kovalamış aradan tam 1 saat geçmişti.

 

Sıkıntılı bir nefes verip camın önüne doğru yürüdüm. Dar sokak iki sokak lambasıyla aydınlanması gerekirken biri patlamış diğeri yanıp sönen ve yakında patlamak üzere olan lambayla aydınlanıyordu. Sokaktan geçenlerin yansıması taş duvarlara birer dev gibi yansırken bu bana korku filmi izliyormuş gibi bir his yaramıştı.

 

Sokağa arka arkaya birkaç araba girdiğinde dikkatimi oraya vermiştim. Gelmiş miydi? Heyecanla onun arabasına bakınırken sadece 3 tane araba sokağa girmiş ama onunki girmemişti. Sıkıntılı bir nefes verip başımı cama dayadım. Neden halâ gelmiyordu?

 

Arabaların sokaktan geçip gitmesini beklerken onlar tamam önümde, binanın arka kapısında durmuşlardı. Yerimde dikleşip arabadan inecek asıl kişiyi bekledim. Kimdi bu yanında yaklaşık 10 tane korumayla gezen?

 

Adamlar sırayla arabadan inerken bir tanesi dışarıda kaldı diğerleri ise içeriye girdi. Daha dikkatli baktığımda arabada bir kişinin daha olduğunu gördüm. Karanlıktan yüzünü göremiyordum ama emindim arabada bir kişi daha vardı. İstemsizce kaşlarımı çatıp arabadakini görebilmek için yerimde kıpırdandım. Kimdi o? Ve neden adamlar içeriye girmişti? Yoksa yine Savaş'ı sormaya mı gelmişlerdi? Gözlerim ve kalbime düşen korku bu ihtimalle büyürken camdan uzaklaştım. Gitmeden onun kim olduğunu öğrenmem gerekiyordu.

 

Hızla kapıya koşup kilidini açarken kalbimin bedenimin her zerresinde attığını hissettim. Bana burada kal demişti... ama onun kim olduğunu da çok merak ediyordum. Kapının kulbunu tereddütle indirirken derin, titrek bir nefes aldım. Neden bu kadar korkuyordum?

 

Sadece uzaktan bakacağım o kadar. Evet... kapıyı açıp başımı kaldırdığımda karşımda, koridorun sonunda göz göze geldiğim kişi bana bütün korkumu ve aşağıya olan bütün merakımı unutturmuş tüm dikkatimi ona vermemi sağlamıştı. Onun. Burada. Ne işi. Vardı!

 

İkimizde birbirimizi gördüğümüze ne kadar şaşırsak da bunu belli etmemeye çalışıyorduk. Ben bir elim halâ kapının kulbunda ona baka kalırken sonunda o harekete geçmiş ve tam önümde durmuştu. Sakin ol... sakin ol... hani ondan vazgeçmişti!

 

"Burada ne işin var?"

 

"Burası bir eğlence mekanı..."

 

"Eğlence mekanı aşağı katta! Bu katta artık seni ilgilendiren bir şey yok sanıyordum?"

 

"Öyle... her neyse onunla görüşmem gerek." Yanımdan geçip tam kapıdan içeriye gireceği sırada yana doğru bir adım atıp önüne geçtim. Senin Savaş'la ne görüşmen gerekebilir ki? Sen kimsin?

 

"Burada değil ne söyleyeceksen bana söyle?"

 

Derin bir nefes alıp elini beline koyduğunda yavaştan sinirlenmeye başladığını hissediyordum. Duygularımız karşılıklıydı demek. Güzel...

 

"Nerede?"

 

"Selin... Bana söyle?" Çantasından siyah bir flash çıkartıp havaya kaldırdı.

 

"Kıskançlığın sırası değil. Abimle arasında önemli bir iş var ama abimin işin olduğu için bunu ona getirmek bana düştü o kadar. Vereceğim ve gideceğim." Önemli bir iş? Yine ne işler çeviriyordu bu?

 

"İyi. Bana ver o zaman ben ona veririm."

 

"Olmaz. Bunun ona kesin olarak ulaştığını bilmeliyim. O yüzden kendim vereceğim." Cevap vermemi beklemeden omzuma çarpıp içeri girdiğinde sıktığım dişlerimi serbest bıraktım. Sürtü- ahh!

 

Sakin kalmaya çalışarak derin bir nefes alıp topuklarım üzerinde döndüm ve içeriye girdim. Ne yani şimdi o gelene kadar beraber mi bekleyecektik? Umarım o gelene kadar çenesini kapalı tutardı da buradan tek parça halinde çıkardı.

 

Yüzünü görmek istemediğim için oturmak yerine tekrar camın önüne geçip dışarıyı izledim. Arabalar halâ duruyordu.

 

"Ne zaman gelir?" Umarım en kısa zamanda.

 

"Yakında." Ellerimi üşüyen kollarıma sararken başımı camın bittiği duvara yasladım. Halâ onunla birlikte Savaş'ı beklediğime inanamıyordum. Hiçbir şey yapmasa dahi nefes alışverişleri bile gıcığıma gidiyordu.

 

"Burada olduğunu sanıyordum nereye gitti ki?" Gözlerimi devirip ona dönerken sırtımı duvara verdim. Sa-na-ne!

 

"Sessizce bekleyemez misin?" İkimizde kısık gözlerimizi birbirimize sabitleyip derin bir nefes aldık. Savaş mı çıkıyordu yoksa? Uzun zamandır kimseyi dövmemiştim umarım bu isteğimi yerine getirecek adımlar atardı.

 

"İster konuşurum iste-" onun sözünün kesilmesini ve benimde olduğum yerde sıçramamı sağlayan şey duyulan sesti. Duyulan ses ise... lanet olsun ki silah sesiydi! Hızla arkamı dönüp dışarıya baktığımda arabaların halâ aşağıda olduğunu gördüm.

 

"Ne oluyor!?" Aşağıda bekleyen adam başını kaldırdığında göz göze geldik ve anlık olarak bana gülümseyip başını arabanın açık penceresinden içeriye doğru soktu.

 

"Pencereden uzak dur." Onu kolundan çekip odanın ortasına getirdikten sonra hızla hareket edip koltuğun üzerindeki çantamı aldım ama art arda duyduğum silah sesleriyle ellerim titrerken çantam elimden kayıp yere düşmüştü. Gerçekten ne oluyordu böyle!?

 

Dakikalardır kontrol altında tutmaya çalıştığım korkum bütün bedenimi sararken titreyen bacaklarımla ayakta duramayacağımı anlayınca koltuğa oturdum.

 

Aşağıdan arka arkaya silah sesleri duyulurken insanların çığlıkları da yukarıya ulaşıyordu.

 

"Bunu almaya geldiler. Kesin bunu almaya geldiler!" Selin elindeki flashla odanın içinde korku dolu turlar atarken Cihan'ın numarasını tuşladım. Hayır, onu almaya gelmemişlerdi... Aşağıda yaşanan gerçeklik tüm sertliğiyle yüzüme çarparken kavurucu bir sıcaklığın bedenimi ele geçirdiğini hissettim. Her şey buraya kadar mıydı?

 

Telefon sonuna kadar çaldığı halde açılmayınca tekrar tekrar aradım. Hadi... aç şunu! Lütfen... iyi ol.

 

Yüzümle elimi kapatırken sinirle alnıma vurdum. Bulmuşlardı işte beni. Aşağıda o kadar insan varken burada oturup bekleyemezdim. Yapmam gerekeni yapacaktım. Bir hışımla ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdüm.

 

"Nereye gidiyorsun? Sana diyorum!" Kapıdan çıkacağım sırada kolumdan tutup beni durdurdu.

 

"Kafayı mı yedin sen!? Duymuyor musun sesleri?" Kolumu ondan kurtarıp kapıdan dışarı çıktım.

 

"Sen burada kal. Sakın ama sakın dışarıya çıkma!"

 

"Hey-" kapıyı sertçe kapattığımda derin bir nefes alıp cesaretimi toplamaya çalıştım. Durum ne bilmem gerekiyordu. Duyduğum sesler koridorda yankı yaparken hızlı ama dikkatli adımlarla ilerleyip trabzanlara ulaşınca bakışlarımı korkuyla aşağıya doğru indirdim ve gördüğüm manzara... dehşet vericiydi.

 

Masalar devrilmiş her birinin arkasında eli silahlı birkaç adam duruyordu. Yerler kırılan bardak ve içki şişelerinin camlarıyla doluydu. İki farklı grup birbirlerine öldüresiye ateş ederken gözlerim Cihan'ı aradı. Bana çok uzaktaydı. Arada adamlar varken bana ulaşması imkansız görünüyordu.

 

"Cihan!" Ona seslenmemle birkaç dikkati daha üstüme çekmiştim bunların içinde karşı taraftan da birileri vardı.

 

"Odaya git!"

 

"Kız yukarıda!" Duyduğum sesle ayaklarım geri geri giderken koşmaya başladım. Artık emindim. Kesinlikle benim için gelmişlerdi. Odaya girip kapıyı arkamdan kilitlerken korkuyla dizlerimin üzerine çöktüm.

 

"Ne gördün? Ne istiyorlar?" Gözlerimi açtığımda Selin meraklı gözlerle başımda dikiliyordu. Yanımda durması onu da büyük tehlikeye sokuyordu.

 

"Çıkmalıyız buradan." Kendimi toparlayıp ayağa kalktım ve çalışma masasına doğru yürüdüm. Bunu yapabilirdim... evet yapabilirdim. Çekmeceyi açıp Savaş'ın bıraktığı silahı elime alırken Selin koşarak yanıma geldi.

 

"Kullanmayı biliyor musun?"

 

"Hayır, sen?" Hızla başını iki yana salladığında derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Çekmecedeki kurşunları avuçlayıp masanın üzerine koyarken çok yakında gelen silah sesiyle ikimizde panikle kapıya baktık.

 

"Geliyorlar!" Aceleyle bütün kurşunları çıkarıp masaya koydum. Nasıl girecekti bunlar bunun içine? Şarjörü çıkarmak için herhangi bir düğme ararken tekrar yakından duyulan sesle korkudan silahı elimden düşürmüştüm. Daha tutamıyordum bile!

 

"Abimden görmüştüm. Bir de ben deneyeyim." Silahı yerden alıp etrafını dikkatlice incelerken yaptığı bir hareketle şarjör gürültülü bir şekilde masaya düştü. Sanki büyük bir iş başarmış gibi birbirimize gülerken kurşunları takmaya başladık. Sadece 8 tane kurşunumuz vardı. Kurtarılana kadar kendimizi korusak yeterdi.

 

Şarjörü büyük bir baskıyla yerine itip zorla silahın üzerini geriye çekti.

 

"Bu kadar sanırım. Ateşlenmeye hazır." Silahı masaya koyduğunda bir süre korkuyla birbirimize baktık. Kim ateşleyecekti şimdi bunu?

 

"Ben yapamam." Silahı benim önüme iterken korkuyla yutkundum.

 

"Buradan çıkmak zorundayız." Silahı elime aldığımda büyük bir stres de etrafımı sarmıştı. Ya yanlış kişiye ateş edersem? Ya ateş ettiğim kişi ölürse?

 

"Yapabilecek misin?" Sadece kendim söz konusu olsam çoktan net bir karar vermiştim. Ya silahsız mücadele ederdim ya da teslim olurdum. Ama yanımda o vardı ve ondan ne kadar haz etmesem de benim yüzümden ona zarar gelmesine izin veremezdim. Mecbur yapmak zorundaydım.

 

"Sen arkamda kal ve kendini koru. Çıkacağız buradan." Temkinli adımlarla ilerleyip kapıyı araladım ve koridoru kontrol ettim. Güzel... kimse yoktu.

 

"Karşına birisi çıkarsa ateş edecek misin?"

 

"Bilmiyorum." Silahı tam karşıma doğrultup sessiz adımlarla ilerleme devam ettim.

 

"Ya o da bize silah çekerse?" Sakin kalmaya çalışarak dudaklarımı ısırırken omzumun üzerinden ona baktım.

 

"Dikkatimi dağıtıyorsun!" Susup dediğim gibi kendisini bedenimin arkasına saklamaya çalışarak beni takip etti. Eğer kendimizi yeterince saklarsak bizi kimse görmezdi ve buradan sağ salim çıkabilirdik.

 

Temkinli adımlarla devam ederken birden önümüze adamın birinin fırlamasıyla ikimizde çığlığı basmış ben olduğum yerde sabit kalırken Selin korkudan geri geri gitmeye çalışmıştı ama ayaklarının birbirine dolanmasıyla yeri boylamıştı.

 

"İşte buradasın." Adam ona silah doğrultmama aldırmadan kendi silahını indirdi ve üzerime doğru gelmeye başladı.

 

"Yaklaşma!" Durmayıp gelmeye devam etti ve namlunun tam ucunda durdu.

 

"Yaklaşma dedim! Ateş ederim!"

 

"Beni vuracak olsaydın çoktan vurmuştun." Öyle miydi? Boşuna mı silahı tutuyordum o zaman?

 

"Evet zarar vermek istemiyorum... beni buna mecbur bırakmadığın sürece." Alaycı bir gülümsemeyle tek kaşını kaldırdı. Beni küçük olarak görüyordu. Belki yaşım çok büyük değildi ama yaşantım uzun bir ömre bedeldi. İnsanları kaybetmeyi öğrenmiştim ve bununla mücadele etmeyi de.

 

"Fazla vaktin kalmadı ve sen benimle gelmek zorundasın." Kolumu tutmak istediğinde bir adım geri çekilip silahımı biraz daha yukarıya kaldırdım.

 

"Adamlarını da al git buradan!" Aşağıdan gelen silah sesleri tekrar yoğunlaşınca gözü anlık olarak merdivenlere gitti ama tekrar beni bulduğunda ise o alaycı ifadeden eser yoktu. Yüzü bir an da ifadesizleşmiş sert yüz hatları ve bazı damarları ortaya çıkmıştı. Belki de kahverenginin en koyu tonuna sahip olan gözlerinden ise âdeta ateş fışkırıyordu. Korkuyla yutkunmaya çalışırken gözüm yana doğru kaldırdığı eline gitti. Silahını bana değil Selin'e doğrultmuştu.

 

"Yapma! Yalvarırım yapma!" Selin ağlamaktan zar zor konuşurken ellerini öne doğru siper etmişti. Gözlerim yavaştan dolarken çaresizce adama baktım. Yapar mıydı?

 

"Yaşamak istiyorsan bana değil arkadaşına yalvar. Hayatın onun elinde." Selin yaş dolu gözlerle bana baktığında başımı iki yana salladım. Yapamazdım. Onun hayatına karşılık kendi hayatım...

 

"Yapamam..."

 

"Hazal... yaşamak istiyorum. Lütfen..." Yaşamak... Yaşamak güzeldi hele ki hayatında halâ sevdiğin insanlar varsa. Güzel anlarım tek tek gözümün önünden geçerken yanağımdan bir damla süzüldü. Bende yaşamak istiyordum ama bunu yapamazdım. Benim yüzümden onun ölmesine izin veremezdim. Silahımı aşağıya doğru indirdiğimde parmaklarımın arasından kayıp yerle buluştu.

 

"Yapma... o masum." Adam sonunda kararlılığıma güvenip silahını indirdi ve koluma yapışıp beni merdivenlere doğru sürüklemeye başladı.

 

"Aferin, doğru karar." Omzumun üzerinden arkama baktığımda Selin'in elleriyle yüzünü kapatmış hıçkırıklara boğulduğunu gördüm. Onun buraya gelmesi, benim buraya gelmem, burada beklemem... hepsi büyük bir hataydı. Selin bana karşı bir koz olmasaydı belki buradan çoktan kurtulmuştum. Bugün yaşadığım olay bana net bir şekilde şunu göstermişti; seveyim ya da sevmeyeyim fark etmez çevremde ne kadar çok insan olursa o kadar tehlikedeydik ama ne kadar az insan olursa hem onlar hem de ben daha fazla güvende olurduk. Bugünün tam aksine...

 

Merdivenlerden inip arka kapıya yöneldiğimizde son an da Cihan'ı görmüştüm. Kolundan yaralı mıydı o? Arkamdan bağırıp yanıma gelmek için atak yapsa da diğerleri onu zorlukla tutuyordu.

 

"Geldim işte adamlarını geri çek."

 

"Olanları anlatması için yukarıda bir kişi bıraktım fazlasına gerek yok." Ne!? Aşağılık herif! Elinden kurtulmak için debelenmeye başladığımda kolumu daha fazla sıkmaya başlamıştı. O yerin moraracağına adım gibi emindim ve bunu onun yanına bırakmayacaktım.

 

"Bırak pislik herif!" O kadar savurduğum yumruklara rağmen bir nebze bile etkilenmeden beni sürükleyerek arka kapıdan çıkarmıştı.

 

"Bırak dedim! Nereye götürüyorsunuz beni!?"

 

"Kapıyı aç." Çoktan dışarı çıkmış arabanın önüne gelmiştik bile. Camdayken göz göze gelip bana gülen adam kapıyı açtığında resmen içeriye doğru fırlatılmıştım.

 

Kaçırılıyordum değil mi? Etrafım silahlı adamlarla sarılmıştı ve ben... tamamen kapana kısılmıştım. Kaçacak bir yerim yoktu. Sanki bunun farkına daha yeni varmış gibi dizlerimin üzerinden kalkmadan titreyen başımı yavaşça havaya kaldırdım. Ama... ama o?

 

"Hola belleza." HAİN!

Bölüm : 01.01.2025 19:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...