37. Bölüm

Bölüm 37: Korku

Nickinci
nickinci

Korku... sadece korku. Kendim için, ailem için... sadece korkuyordum. Onlardan haber alamamak beni korkutuyordu. Kendimde miyim bilmemek korkutuyordu. Neden buradaydım? Ne yapacaklardı bana? Bu odada günlerdir neyi bekliyordum? Ölecek miydim? Tabii ya ölüm... en çokta bu düşünce bırakmıyordu peşimi. Sürekli bir kovalamaca içerisindeydim ve her seferinde yakalanıyordum. Ölecek miydim? Yakın zamanda bu gerçekle karşılaşacağımı biliyordum ama bu kadar çabuk olacağını tahmin edememiştim. Her şey kontrolümdeydi her şey... Anıl benden uzaktaydı, kızlar güvendeydi, Savaş'la yine birlikteydik. Her şey yoluna girmeye başlamışken tekrar tüm bunlardan çok uzakta olmak beni öldürüyordu. Bu küçücük odada geçirdiğim nefes krizleri beni öldürüyordu. Ne yapacağımı bilmemek, çaresizce olacakları beklemek beni öldürüyordu. Ben kendimi öldürüyordum ve canım gerçekten çok acıyordu. Ölecektim biliyorum... öleceğimi bilmek ise yaşanan zamanı boşlaştırıyordu. Gerçi... yaşıyor muydum ki?

 

Bu yıkık dökük küf kokulu karanlık odada kısılıp kalmak ve her tıkırtıda korkuyla kalbimin teklemesi, sürekli midemin bulanması, nefesimin kesilmesi ve güneş ışığına hasret kalmak yaşamak mıydı? Peki günlerdir bu yaşadığıma ne denirdi? Sanki hayatım dizinin en güzel sahnesinde araya girmiş ve tüm büyülü anı bozmuş, uzun süren can sıkıcı reklamlarla yarıda kalmış gibiydi. Hayatıma devam edebilmem için bir an önce bu uzatmanın bitmesi gerekiyordu ve ben... buradan kurtulacak olup olmamanın bilinmezliğinde hayatta kalmaya çalışırken nedense artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünüyordum.

 

Soğuk bir çatı katı, nefes almayı zorlaştıran ve rüzgarın etkisiyle sürekli uçuşan tozlar, tavandan gelen kuş belki fare tıkırtıları. Sürekli kapının önünden gelen adım sesleri ve yabancı dilde konuşmalar. Oturduğum yatak dışında sağımda ya da solumda ne vardı doğru düzgün göremiyordum. Günlerdir karanlıktaydım. Ve... çok korkuyordum.

 

Neredeydim ben? O güne dair hatırladığım son şey zorla bir helikoptere bindirilip başıma geçirilen siyah bir torbaydı. O günden sonra hep karanlıktaydım. Sahi kaç gün olmuştu? 4 mü? Ya da 5? Belki 6'dır ya da daha fazla. Bilmiyorum... zihnim çok karışık ve uyuşuktu. Doğru düzgün hiçbir şey düşünemiyordum. Belki de halâ şoktaydım.

 

Sadece bekliyordum. İlk günler verdikleri yemeği yememekte kararlı olsam da sırf açlıktan bayılmamak ve uyanık kalabilmek için sabah ve akşam verdikleri yemekten birkaç lokma atıştırıyor, eğer götürürlerse tuvalette ihtiyacımı gideriyor ve kalan tüm boş zamanda kendimi battaniyeye sarıp bekliyordum. Neyi beklediğimi bilmeden korku içinde bekliyordum sadece.

 

Kızlar yokluğumda ne yapıyordu? Anne ve babamdan sonra İdil hiç benden bu kadar ayrı kalmamıştı. Yanında ben olmadığım zamanlar korkardı o. Üzgün olduğu zamanlar beni isterdi yanında şimdi o bana üzülürken, benim için korkarken kime sarılacaktı? Peki ya Savaş? O ne yapıyordu? Beni arıyor muydu? Tabii ki de arıyordu! Ama bulamıyordu. Onu çok özlemiştim o da beni özlemiş miydi? Beni orada bıraktığı için pişmanlık duyuyor muydu? Ama o gitmemi söylemişti kalmak için ısrar eden bendim. Benim suçumdu yani... Tekrar onları görebilecek miydim?

 

Kapımın önünden gelen sesle başımı hafifçe yasladığım yerden kaldırıp altından ışık süzülen kapının alt kirişine baktım. Günde sabah ve akşam olmak üzere değişim vardiyası yapılıyordu. Biri gidiyor yerine bir diğeri geliyordu. Duyduğum birkaç kaba ses ve tanıdık sesle anında yattığım yerden doğruldum. Beni buraya hapsedip günler sonra gelmişti! Kapının kilit sesiyle biraz daha yerimde doğrulup yumruklarımı sıktım. Bana bu yaptığının hesabını verecekti!

 

Kapı büyük bir gıcırtıyla açılmış yanan loş, sarı ışık gözümü alırken yüzümü buruşturup biraz yana doğru eğmiştim. Daha kendime gelemeden kolumun sertçe kavranmasıyla sürüklenerek kapının önüne doğru atıldım.

 

"Hayvan herif!" Tuvalete götürecekleri zaman da sürekli bu şekilde sert davranıyorlardı o yüzden kolumun çeşitli bölgelerinde küçük morluklar oluştuğuna adım gibi emindim. Bana bu yaptıklarının hesabını hepsine teker teker ödetecektim.

 

"Callate!" Ne? Dizlerimin üstüne düştüğüm yerden yine sertçe beni kaldırıp kapının dışına çıkardı. Işık gözlerimi sızlatsa da ona direnip göz kapaklarımı açık tutmaya çalıştım. Etrafım birkaç siyah giyinimli, tipleri ajanı andıran adamla çevriliydi. Anlamlandıramadığım şekilde sürekli çelik yelekle dolaşmaları, bellerine takılı kalın kemerde çeşitli silah ve kesici aletlerin bulunması, yakalarından kulaklarına uzanan kablo, uzun, siyah botlar ve eldivenler... ajan gibi işte. Karşımda ise her zaman ki gibi yine beyaz gömlek ve siyah pantolon giyen, özenle yana taradığı sarı saçlarıyla o vardı. Alec...

 

Onu görmemle kaşlarım anında çatılırken öne doğru bir hamle yaptım ama adamın biri beni hemen tutup kolumu neredeyse kırma derecesinde büküp arkamda sabitledi. Canımın acısıyla yüzümü buruştururken tek ayağıma ona tekme atmaya çalıştım.

 

"Bırak beni! Pislik herif!" Kolumun acısına rağmen tepinmeye devam ederken adam Alec'in tek bir hareketiyle beni bırakmıştı. Hızımı kesmeden Alec'in üzerine atıldığımda beni hemen kollarımdan yakalamış ve sabit tutmaya çalışmıştı. Lanet olsun ki başarmıştı da!

 

"Wow..." beni aniden kendine doğru çektiğinde nefesim anlık olarak kesilmiş ve gözlerim hafif bir şaşkınlıkla açılmıştı. Ne halt ediyordu bu!? Kendime gelip ondan kurtulmak için çok çabaladım ama başaramadım. Gücüm yoktu... Pislik herif yüzümün her bir tarafında özenle gezdirdiği gözlerini en son gözlerimde sabitleyip kırpıştırdı biraz. Tıpkı balodaki gibi bakıyordu.

 

"Hala güzlesin." Sapık! Bileklerimi zorla tuttuğu ellerinden kurtarınca dengemi kaybedip birkaç adım geriye gittim. Niye kaçırmıştı beni? Bana ilgi duyduğu için mi yoksa arananlar listesinde birinci sırada olduğum için mi? Bu hareketi kafamdaki tilkilerin kuyruklarının dolanmasına yetmişti.

 

"Ne istiyorsun benden!?"

 

"Konuşacağız... sonra." Aksanlı şivesiyle keyifle konuşup yanındaki adama döndü ve yine o anlamadığım yabancı dilde bir şeyler söyledi. Adam bir şey demeyip sadece onaylayan bir baş hareketi yaptı ve gitti.

 

"Yokluğumda sana pek iyi bakmamışlar... şanslısın ki erken döndüm." Biraz daha yüz ifademe bakıp yanağıma dokunmaya kalkınca korkuyla geri çekildim. Tiksiniyordum ondan. Biraz daha burada kalırsam ne kadar ileri giderdi bilmiyorum ama artık daha fazla korkmaya başlamıştım. Alec... nasıl böyle iğrenç biri olduğunu anlamamıştım.

 

"Götürün." Adamın biri kolumu tutup beni sürüklemeye başladığında halâ omzumun üzerinden ona bakıyordum. Yeraltı'na ihanet ederek büyük hata yapmıştı. Savaş'a ihanet ederek çok daha büyük hata yapmıştı. Ve bana dokunmaya kalkarsa hayatının en büyük hatasını yapmış olacaktı.

 

"Nereye götürüyorsun beni?" Merdivenlerden inerken zorluk çıkarmadım. Bana karşı o kadar gaddar o kadar sertlerdi ki onları engelleyecek herhangi bir hareket yapsam sadece kendime zarar vermiş olacaktım.

 

Merdivenlerden indikten sonra dar bir koridora girip beni odanın birinin önüne getirdi. Kapısını açtığında içeriye hafif bir bakış atıp adama döndüm.

 

Anlamadığımı bildiği halde yine de bana bir şeyler söylüyordu. Anlamaz gözlerle bakmaya devam edip başımı iki yana salladım.

 

"Ne? Anlamıyorum seni." Cevap vermeyip beni omzundan içeriye doğru itekleyip kapıyı sertçe kapattı ve kilitledi. Bu neydi şimdi? Artık burada mı kalacaktım? En azından penceresi ve banyosu vardı. Bizim evdeki misafir odasını andıran odaya tekrar bir göz atıp camın önüne yürüdüm. Güneş batmak üzereydi. Dışarıdan demirle kapatılmış pencereyi açıp temiz havayı derince içime çekmeye başladım. Ciğerlerimde çiçekli bahçelerin açtığını hissediyordum. Bu iyi gelmişti.

 

Kapının kilit sesini duyduğumda kendimi geri çekip belimi pencerenin önüne yasladım ve ellerimi önümde bağladım. İçeriye burada gördüklerimin aksine bahçıvan giyinimli yaşlı bir adam girmişti. Normalde görsem buna sıcak bir gülümseme derdim ama buradaki kimse bana samimi gelmiyordu.

 

"Sen kimsin?" Soruma anlamlı bir cevap alıp almayacağımı bilmeden başımı hafif yana eğdim. Ne isteyecekti benden?

 

Daha yeni fark ettiğim elindeki katlanmış kıyafetleri dolabın içine bıraktı ve gözleriyle odadaki diğer kapıyı işaret etti.

 

"Temizlen." Aldığım cevap karşısında olduğum yerden doğrulurken adama doğru birkaç adım attım. Sonunda dilimden anlayan biri...

 

"Kimsin sen?"

 

"Sadece ne yemekten hoşlanırsın onu sormaya geldim."

 

"Neresi burası? Benden ne istiyorlar biliyor musun?" Adamın kolunu tuttuğumda beni buraya getirip kapıda bekleyen adam eliyle kapıya doğru vurdu. Adamı bırakıp geri çekilirken bana biraz endişeli gözlerle baktığını gördüm.

 

"Hayatta kalmak istiyorsan sakin ol ve ne istiyorlarsa onu yap." Sessizce fısıldayıp bir adım geri çekildi ve elini cebine götürüp kalem ve kağıt çıkardı.

 

"Soruma cevap ver?"

 

"Ne sevdiğimi neden öğrenmek istiyorsun?"

 

"Artık aşağıda onunla beraber yemek yiyeceksin." O? Alec mi? Birde onunla aynı sofraya mı oturacaktım? Daha neler!

 

"Şimdi ikimizde zarar görmeden cevap ver lütfen!" Korkuyla arkasına bakıp önüne döndü. Anlaşılan sadece evle ilgilenen bir hizmetliydi. Onu kendi tarafıma çekmeliydim. Buradan çıkış anahtarım o olabilirdi.

 

"Makarna severim..."

 

"Başka?"

 

"Patates..."

 

"Et sever misin?" Eh işte.

 

"Severim." Başını sallayıp odadan çıktığında tekrar camın önüne geldim. Bu adam hakkında emin değildim. Korkak birine benziyordu her şeyi eline yüzüne bulaştırabilirdi. Ahh... nasıl kurtulacaktım buradan? Şehir değiştirmiş miydik onu bile bilmiyordum.

 

Başımı biraz öne uzatıp alnımı demirlere yasladım. Çevreden ne insan ne de hayvan sesi geliyordu. Şehirden çok uzakta bir yerde ormanın ortasında olmalıydık. Ama muhakkak birileri vardır. Bir köy ya da bir kulübe evi... birileri olmak zorundaydı.

 

Güneş yavaştan batıp etrafı karanlık esir almaya başladığında yerimde doğruldum. Demir başıma iz çıkarmış olmalıydı. Üşüyünce pencereyi kapatıp perdeleri çektim. Odanın içini daha yeni inceliyordum. Tek kişilik bir yatak, tek kapaklı bir dolap, aynalı çekmece ve ortada büyük bir halı. Çekmeceyi açtığımda içinde tarak ve birkaç lastik toka olduğunu gördüm. Dolapta ise birkaç parça eşya vardı. Dolaptan temiz çamaşır ve kıyafet alıp banyoya girdim. İlk gördüğüm karşıma çıkan lavabonun üzerinde asılı olan aynadaki yansımamdı. Şimdi neden halâ güzlesin dediğini yeni anlıyordum. Ciddi anlamda yıkık haldeydim. Sararmış bir surat, şişmiş ve kızarık gözler, çatlamış ve kanamak üzere olan dudaklar... Sanki... sanki bir... ölüyü andırıyor gibiydim.

 

Derin bir nefes alıp bakışlarımı aynadan çektim. Güçlü olmak zorundaydım. Savaş beni bulduğunda hayal kırıklığına uğramamalıydı. Hep güçlü bir kız olmuştum ve yine öyle olacaktım. Önce kendim için sonra sevdiklerim için. Saçlarımı kulak arkası yapıp doğruldum yerimde. Etrafta kamera var mıdır ki? Banyonun her tarafının altını üstünü getirdim elime geçen ise sadece bornoz ve saç kurutma makinesiydi. Neyse ki kapının arkasında anahtarı duruyordu. Ne olursa olsun halâ korkuyor ve halâ güvenmiyordum. Suyun sıcaklığını ayarlarken acele ediyor bir türlü ortasını tutturamıyordum. Bir an önce bu iğrenç kokudan arınmalıydım.

 

Ilık suyun altına girdiğimde bedenim rahatlamıştı. Hatta o kadar rahatlamıştım ki sırtımı dayadığım soğuk fayanstan aşağıya doğru kaydırıp yerle bütünleşmiştim. Kenardaki şampuandan bir miktar avcuma döktüğümde kokusunu almak için burnuma yaklaştırdım. Gözyaşlarım akan suyla beraber süzülüp giderken yine gözümün önünde bana büyük bir arzuyla bakan koyu elalar canlanmıştı. Şu an onun yanında olmayı o kadar çok istiyordum ki... Sadece onun. Saçlarımı yıkamaktan vazgeçip elimdeki şampuanı akıttım. Beni bulduğunda saçlarımın kokusunun ona yabancı olmasını istemiyordum.

 

Kendimi daha fazla duygusal çöküntüye sokmadan buradan çıkmak istedim. O sapık herifin neler yapabileceğini bilmiyordum. Kapım kilitli de olsa açmak zor değildi. Yeşil sabunu vücudumun her yerine sürüp işim bitince çıktım suyun altından. Hızlıca üzerimi giyip odaya girdiğimde karşımda onu görmemle yerimde sıçrayıp korkuyla birkaç adım geri attım. Sapık! Sapık! Sapık!

 

Bunca zamandır banyodan çıkmamı mı bekliyordu burada? Neyse ki üzerimi banyoda giymiştim. Önceden nasıl da fark etmemiştim bu bakışları? Baloda ilgisini çektiğimi biliyordum ama bir daha onu göreceğimi düşünmemiştim. Hatta onu hiç düşünmemiştim. Bu bakışlar normal değildi... kim bilir neler düşünüyordu neler hayal ediyordu. Bana işkence etmesinden değil o sapık düşüncelerini üzerimde uygulamasından korkuyordum.

 

Yerinden kalkıp önümde dikilmeye başladığında korkuyla yutkunup bakışlarımı gözlerine çıkardım. Çok fazla duygu belirtisi yoktu. Sadece biraz... sakin duruyordu.

 

"Artık konuşmamızın zamanı geldi." Başımı hafifçe sallayınca saçlarıma sardığım havlu omzumdan kayıp yere düştü. Bakışlarını baştan sona uzun saçlarımda gezdirip bir adım daha yaklaştı. Korkuyordum ama daha fazla üzerime gelmemesi için ona bunu belli etmek istemedim. Karşımdakini ringde pataklamaya hazır olduğum rakibim gibi düşündüm. Onların karşısında nasıl sert ve korkusuz duruyorsam yine öyle durdum. Sırtımı dikleştirdim ve gözlerimi hafif kısıp derin bir nefes aldım. Bana dokunduğu anda o elini kırardım onun.

 

"Saçlarını kurut. Hasta olmanı istemem." Evet... bu çok umurundaydı sanki!

 

Yanımdan geçip gittiğinde belli etmemeye çalışarak rahat bir nefes verdim.

 

"Seni aşağıda bekliyorum." Kapıyı arkasından kapattığında yerdeki havluyu alıp aynanın önüne gittim ve saç kurutma makinesini fişe taktım. Bir an önce bu pislikten kurtulmam gerekiyordu. Benden her ne istiyorsa ona onu vermeyecektim bu kesindi. Ama yine de ne istediği önemliydi. Çünkü onu oradan vurmak istiyordum.

 

İşim bittiğinde derin bir nefes alıp kapıyı açmayı denedim. Şaşırtıcı bir şekilde kilitli değildi. Odadan çıktığımda beni buraya getiren adamla karşılaştım.

 

"ven."

 

"Ne?" O beni anlamıyordu ben de onu. Ama yine de birbirimize cevap vermekten geri çekilmiyorduk. Gözlerini devirip sırtını yasladığı duvardan ayırdı ve kolumu tutup kendisiyle birlikte çekmeye başladı. Kolum daha fazla acımasın diye onun hızına ayak uydurdum. Sonunda bir kat daha merdivenlerden aşağıya inip beni büyük bir kapının önüne getirdi ve gitti. Derin bir nefes alıp cesaretimi topladım ve kapıyı aralayıp içeriye girdim. Klasik, süslü bir salon... Alec camın önünde telefonda hararetli bir şeyler konuşuyor ve elini etrafa savurup duruyordu. Arkasını dönüp beni gördüğünde kısa bir şey söyleyip telefonu kapattı ve başında dikildiğim masanın önüne geldi.

 

"Otur lütfen." Onunla aynı sofraya oturarak kendimi ihanet etmiş gibi hissediyordum. Onunla yemek yiyemezdim...

 

"Aç değilim." Derin bir nefes alıp telefonunu sertçe masaya koydu ve üzerime doğru gelmeye başladı. Beni es geçip yanımdaki sandalyeyi sinirle havaya kaldırdı ve geriye çekip sertçe yere bıraktı. Kesinlikle sinir problemi vardı.

 

"Burada kaldığın sürece beni tekrar ettirme." Dudağımın kenarını aşındırırken işlerin çirkinleşmemesi için oturdum sandalyeye. Ama yemek yemeyecektim!

 

Eski yerine gidip tam karşıma oturduğunda sakince arkama yasladım. Masa büyüktü... aramızda en az 4 metre vardı.

 

"Aç olduğunu biliyorum." Dirseklerimi masaya dayayıp gözlerimi fazla iştah açıcı yemeklerde gezdirdim. Hayır... yemeyecektim. Bakışlarımı tekrar ona çıkartıp büyük bir açlıkla yutkundum.

 

"Neden kaçırdın beni?"

 

"Herkesin peşinde olduğu büyük bir avdın... artık benim elimdesin." Tek kaşımı hafifçe kaldırıp biraz daha öne eğildim.

 

"Amacın ne?" Gülerek başını iki yana salladığında tabağından çatalına bir şeyler batırıp ağzına götürdü. Her bir hareketini dikkatlice inceliyor ve küçük bir açık aramaya çalışıyordum. Onu bir şekilde köşeye sıkıştırmam gerekiyordu.

 

"Söylesene bu kadar adamı kızdıracak ne yaptın?" Bilmiyordu...

 

"Ne yani bilmiyor musun?" Tıpkı benim gibi tek kaşını kaldırıp öne eğildiğinde yarım ağız güldüm.

 

"Madem bir halttan haberin yok ne diye kaçırdın beni?"

 

"Açıkçası seni buraya arananı yakaladığım için getirmedim. Farklı sebeplerim var." Farklı sebepler? Yüzüm yavaştan ciddileşirken bu sefer o yarım ağız güldü.

 

"Alec! Ne istiyorsun!?"

 

"Özel bir şey." Gözlerimi devirmemeye gayret edip derin bir nefes aldım. Özel derken?

 

"Açık konuş?" Gerginliğim gittikçe artarken kollarımı önümde bağlayıp arkama yaslandım.

 

"Korkuyorsun..." söylediği kelime üzerine beklenilmedik bir şekilde küçük bir kahkaha atıp rahatça oturduğum yerde kıpırdandım. Evet korkuyordum ama komik olan bu değildi. Rahat tavrım karşısında yavaştan ciddileşirken elindeki çatalı tabağının kenarına bıraktı.

 

"Affedersin..-" tekrar bir kahkaha daha patlatırken elimi karnıma bastırdım. Yüz ifadesi o kadar komikti ki kendimi bir türlü durduramıyordum.

 

"Bu kadar komik olan ne?"

 

"Sen..." boğazımı temizleyip kendime gelirken tekrar dirseklerimi masaya dayadım.

 

"Komik olan sensin. Yaptıkların..." etrafa alayla bir göz atıp bakışlarımı en son masada sonlandırdım.

 

"Evet birçok kişi tarafından aranıyorum ve evet beni sen yakaladın ama benimle ne yapacağını bilmiyorsun değil mi? Aslında istediğin özel bir şey değil..."

 

Gıcık bir şekilde sırıtıp arkasına yaslandı. "Seninle ilgili özel planlarım olmadığını nereden biliyorsun?" Özel? Ciddi miydi o? Yüzüm tüm hatlarıyla ciddiyete bürünürken hafifçe öne eğilip başımı iki yana salladım.

 

"Hata yapıyorsun Alec... Senin için halâ umut var bırak beni gideyim."

 

"Sandığımdan daha fazla korkuyorsun benden." Keyifle sırıtmaya devam ederken suyundan bir yudum aldı. Ne ara elime alıp sıkmaya başladığımı fark etmediğim bıçağı sakince masaya bırakıp arkama yaslandım. Anlaşılan zor yoldan halledecektim bu işi.

 

"Biliyor musun... korkmaya başlasan iyi edersin. Senin yerinde olsam saklanacak delik arardım."

 

"Senden mi?" Alayla gülümseyip başımı iki yana salladım. Hayır benden değil...

 

"Buradan kurtulacağımı biliyorum ama sen? Seni kim kurtaracak?"

 

"Üzgünüm ama seni bir tehdit olarak görmüyorum." Ahh... tam bir aptal.

 

"Alec... Savaş seni öldürmeye geliyor." Yüzü yine ciddileşirken iki yana kıvrılmış olan dudakları düz bir çizgi halini aldı. Doğru yoldaydım o halde.

 

"O küçük aklınla saçma bir oyun oynamaya kalktın ve bu senin sonun olacak." Çenesinin kasıldığını gördüğümde hızımı kesmeden devam ettim.

 

"Bu oyunu nereye kadar sürdürmeyi planlıyorsun? Ha? Yoksa kazanacağını mı düşündün?" Küçük bir kahkaha daha atıp onu iyice öfkelendirmeye devam ettim. Kulağının arkasından boynuna doğru akan ter damlası doğru yolda olduğumu gösteriyordu.

 

"Sen bir hainsin! Savaş'a ihanet ederek çok büyük bir hata yaptın. Seni yaşatmayacak-" öfkeyle yerinden kalktığında sandalyesi geriye doğru düşmüştü. Ne kadar korksam da dik durmaya devam ettim. Şimdi yapacağı hamle onun zayıf noktasını gösterecekti.

 

Kolumdan tutup beni ayağa kaldırdığında öfkeyle verdiği soluklar yüzüme çarpıyordu.

 

"Savaş'tan korkacağım öyle mi?" Demek Savaş... zayıf noktası Savaş'tı. Benim de öyle...

 

"Eğer bana dokunmaya kalkarsan ölürsün!"

 

"Savaş öldürür değil mi?" Deli gibi başımı salladım. Yalan değildi. Birisi ona engel olmazsa Alec'i öldürmeden durmazdı.

 

"Anladım ben seni. Bu zamana kadar hep onun altında kaldın değil mi? Onu kıskandın şimdi de ona darbe indirmek istiyorsun. Kendi ölüm fermanını yazdın tebrik ederim." Tuttuğu kolumu giderek sıkarken gözlerindeki o harlayan ateşi görmüştüm. Savaş'ı ciddi anlamda kıskanıyordu. Kanayan yarası buydu demek.

 

"Biliyor musun...?" Başını biraz aşağı eğip benimle aynı hizaya geldi ve dudaklarını kulaklarıma yaklaştırıp fısıldadı.

 

"Onu öldüreceğim." Duyduğum şeyle başımı anında geri çekip ciddi mi diye gözlerine baktım. Resmen ışıldıyordu. Bunu gerçekten istiyordu! Onu öldürmek mi...? Yapamazdı. Buna cesaret edemezdi. Ben buna izin vermezdim.

 

"Yapamazsın."

 

"Gel o zaman benimle." Birden koluma asıldığında hızına yetişmekte güçlük çektim.

 

"Ne yapıyorsun!?" Bir şey söylemeyip beni merdivenlerden yukarıya çıkardı. Kapısında kilit olan bir odaya geldiğimizde resmen beni içeriye doğru fırlatmıştı.

 

"Amacım sana zarar vermek değildi ama bunu sen istedin." Çalışma masasına doğru ilerleyip çekmeceden parlak, kırmızı bir şey aldı. Neydi o? Tekrar bana döndüğünde yüzünde psikopatı andıran bir gülümsemeyle elini havaya kaldırdı. Bastığı düğmeyle elindeki kırmızı renkteki çakı küçük bir sürtünme sesiyle açıldı. Tamam... bu ciddiydi işte.

 

"Ne yapıyorsun?" Bileğimden tutup beni kendine doğru çektiğinde korkudan nefes almayı bile unutmuştum.

 

"Bana dokunursan yaşatmaz seni!" Hiç beklemediğim hareketiyle elini boynuma götürüp annemden kalan inci kolyeyi çekip aldı.

 

"Ne yapıyorsun!? Ver onu bana!" Elinden kurtulmak için çırpınırken önce kolyemi masaya koydu sonra beni de iyice masaya doğru yaklaştırdı.

 

"Ondan korktuğumu sanıyorsun bu doğru değil ama o benden korksun!" Çakıyla avcumun içini kestiği anda acıyla çığlığı basıp boşta kalan elimle tokatı geçirdim ona. Bu acıtmıştı... hemde çok!

 

"Adi şerefs-" kesik avcumu yumruk yapıp sıktığı anda tekrar acıyla inleyip ondan kurtulmaya çalıştım ama yapamadım. Elimden damlayan kanlar kolyemin üzerine yapışırken amacını daha yeni anlamıştım. Pislik! Bu çok adiceydi.

 

"Salih!" Bir süre sonra bana ne yemek sevdiğimi soran adam içeriye girdiğinde ona bakışlarıyla kolyemi gösterdi.

 

"Kolyeyi Suarez'e ver." Bakışları beni bulduğunda elimi itekleyerek bıraktı.

 

"Yeraltı'na bıraksın. Bunu da yanına koyun." Çekmecesinden içinde sarı sıvı bulunan küçük bir şişe çıkardı.

 

"O ne?"

 

Adam, onu ikiletmeden kolyemi ve şişeyi alıp bana acıyan gözlerle baktı ve odadan çıktı. Yemin ederim öldürecektim onu! Kanayan elimi tutarak üzerine doğru yürüdüm.

 

"Sana o ne dedim!?"

 

"Zehir." Ne? Zehir mi?

 

"Savaş iyi bilir onu." Gözlerimi kırpıştırarak bir iki adım geri çekildim. Beni ölü göstermeye mi çalışıyordu o yoksa ben mi yanlış anlamıştım?

 

"Sen..."

 

"Evet sevgilin 1 haftaya kalmaz öldüğünü düşünmeye başlayacak... son nefesine kadar acı içinde olduğunu düşünecek... Ne kadar acıklı değil mi?" Öfkemi kontrol edemeyip üzerine saldırdığımda beni kolayca duvara fırlatmıştı. Kemiklerim sırtıma battığında yüzümü buruşturup yana doğru çevirdim. Güçsüz kalmaktan nefret ediyordum!

 

"Sence bu süre içinde ne kadar aklı başında düşünebilecek?" Bu çok adiceydi... hem o inanmazdı ki. O gelene kadar benim mücadele edeceğimi biliyordu. Pes etmeyeceğimi biliyordu.

 

Elimdeki kana aldırmadan akan gözyaşlarımı sildim.

 

"Ondan korkuyorsun... ve o bunu biliyor. Buna cesaret edemeyeceğini de biliyor. Bu boş blöflerine kanacağını mı sanıyorsun?"

 

Tekrar üzerime doğru geldiğinde sırtımı iyice duvara yapıştırdım.

 

"O çenene hiç sahip çıkmıyorsun."

 

"Alec... öleceksin." Çenemi parmaklarının arasına aldığında dudaklarım öne doğru buruşmuştu.

 

"Sana zarar vermek istemiyorum lütfen beni buna mecbur etme ve çeneni kapalı tut. Yoksa..." Bakışları dudaklarıma kaydığında midem bulanmış ve yüzüne türküme isteğim kabarmıştı. Derin soluklarım arasında yüzümü ondan kurtarıp birkaç adım yana kaydım.

 

"Yaptığın hiçbir şey yanına kalmayacak." Elimin acısını uyuşukluğundan hissetmezken kanamasını durdurmak için üzerimdeki tişörtü avuçladım. Bana zarar vermek istemiyordu. Tabii...

 

Nefesini ensemde hissettiğimde hızla arkamı dönmemle burun buruna gelmiştik. Amacını bir türlü anlayamıyordum. Bu bakışlar normal değildi.

 

"Biliyor musun seni ilk gördüğüm zamandan beri arzuluyorum. İstediğimi almadan seni bırakacağımı mı sanıyorsun?" Gözlerim şaşkınlık ve korkuyla büyürken kendimi geri çektim. Benden istediği şeyi gerçekten ona vereceğimi mi sanıyordu?

 

"Beni hiçbir zaman elde edemeyeceksin! Senden nefret ediyorum!" Bu konuda ciddi miydi? Gerçekten benden etkileniyor muydu yoksa bunu sırf Savaş'ı kıskandığı için mi yapıyordu? Beni kullanarak onu alt edeceğini mi sanıyordu?

 

"Eğer bana dokunmaya kalkarsan..." sesim titrediğinde hızlıca yutkunup bir adım daha geriye gittim.

 

"Yemin ederim seni öldürürüm!"

 

"Korkma... bugün değil."

 

"Hiçbir zaman olmayacak!" Koşarak odadan çıktığımda koridorun sonunda bekleyen iki adam gördüm. Geri dönüp koridorun diğer ucuna koştum ve kendimi bana verdikleri odaya attım. Ne akan yaşlardan doğru düzgün görebiliyordum ne de hıçkırıklarımdan nefes alabiliyordum. Açık açık beni arzuladığını beni istediğini söylemişti. Ruh hastası sapık! Onunla hiçbir münasebetim olmamasına rağmen bunu nasıl isteyebiliyordu.

 

Elim için banyoya giderken halâ bacaklarım titriyordu. Bu korkuyla burada nasıl kalacaktım? Ya... ya bana saldırırsa!? Ya bana zorla sahip olmak isterse? Korkuyla yutkunup elimi suyun altına tuttum. Güçlü kalıp bir an önce buradan kurtulmam gerekiyordu.

 

Bulduğum küçük havluyu elime sarıp odaya girdim ve kendimi pikenin altına sakladım. O pis ellerini üzerime sürecek diye o kadar korkuyordum ki... benden karşılık alamayacağını bildiği halde halâ bunu nasıl isteyebiliyordu bunu bana nasıl söyleyebiliyordu? İstediğini alırmış... Lanet olsun bunu kendisine nasıl hak görebiliyordu!?

 

Derin bir nefes alıp kim olduğumu hatırlamaya çalıştım. Bana dokunmaya kalktığı anda önce uzanan o ellerini sonra bütün kemiklerini kırardım. Bu zamana kadar o kadar çok adamla karşılaşmıştım ki Alec onların yanında bir hiçti. Sadece gözümü korkutmaya çalışıyordu ama aslında onu göremeyeceğim kadar küçüktü. Evet ondan korkuyordum ve korkmam gerekiyordu ve bu korku ya beni hayatta tutacaktı ya da öldürecekti.

 

 

Güneşin ilk ışıkları delikli perdeden içeriye sızarken kastığım bacaklarımı biraz uzattım. Bütün gece gözüme bir damla bile uyku girmemişti. Alec'in o sözlerinden sonra duyduğum her tıkırtıda kalbim duracak gibi oluyor ve korkudan midem bulanıyordu. Resmen paranoyak olmuştum. Gözümü her kapattığımda sanki karanlıkta gizlice odaya sızmış gibi hissediyordum. Bazen tam uyuyacak gibi olsam da bana zorla sahip olmaya çalıştığı halüsinasyonlar peşimi bırakmıyordu.

 

Gece boyunca aklımda ne kadar kaçma sahnesi kurduysam da buna cesaret edememiştim. Bu işi hava karanlık olduğunda yani gece halletmem gerekiyordu. Ama bahçe koruma doluydu ve sürekli el feneriyle gezip duruyorlardı onları atlatmam imkansız gibi gözüküyordu. Bahçeyi geçtim daha kapımda bekleyen adamı halledebilecek miydim onu bile bilmiyordum. Sıkıntılı bir nefes verip ayağa kalktım ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra camın önünde dikilmeye başladım.

 

Ne zaman kurtulacaktım buradan? Sevgiye aç bir çocuk olarak büyümüştüm o yüzden hayatıma giren herkese onları kaybetmemek için çok bağlıydım. Bu zamana kadar sevdiklerimden ayrı birkaç saat geçiremezken şimdi araya günler girmişti. Buradakiler bana o kadar sert o kadar gaddar davranıyorlardı ki kendimi savunmaya geçtiğim her an bedenimi büyük bir acıyla yerde buluyordum. Kolumda oluşan birkaç morluğa dudaklarımı büzerek baktım. Savaş bana dokunmayı severdi. Parmaklarını tenimde dolaştırıp büyük bir arzuyla dans ettirir sevdiği yerleri özellikle belimin kenarını ve çenemi okşar ve oraları öperdi. Ruhuma ne kadar iyi davranıyorsa bedenime de o kadar iyi bakardı. En ufak yara bile gözünden kaçmaz iyileşene dek sürekli orayla ilgilenirdi. Yokluğunda kendime iyi bakamamıştım. Stresten dolayı sürekli yanaklarımı kemirmekten artık yara yapmaya başlamıştım. Zaten kolum morluklar içindeydi birde elimdeki kesik iyice canımı sıkmaya başlamıştı.

 

Elim tekrar sancıyınca banyoya gidip işe yarar bir şey bulma umuduyla çekmeceleri karıştırdım. Sabun ve havlu dışında başka bir şey yoktu. Yaram çok derin değildi ama bıçak yarası acıtırdı. Daha taze olduğu için her oynatışımda tekrar tekrar kanadığını hissediyordum. Dün gece sardığım havluyu dikkatlice çözdüm. Yaraya yapışan havluyu kanatmamaya dikkat ederek elimden ayırdığımda pek başarılı olamamıştım. Akan kanı durdurmak için tekrar havluyu elime bastırırken bir çözüm arar gibi etrafa baktım. Havlu büyük olduğu için elimin tamamını kaplıyordu ve kalınlığından dolayı bağlanmıyordu da. Bana biraz daha ince bir şey lazımdı böyle sargı bezi gibi ya da...- işte bunun gibi. Dün banyo yapmak için üzerimden çıkardığım bluzümü yerden alıp boyun askısını zorlukla yırttım. Bu şimdilik yaramı idare ederdi. Elimi son kez suyun altına tutup yırttığım ince şeritle elimi bir güzel sarıp bağladım. İşte böyle daha iyiydi.

 

Odanın içerisinden tıkırtı geldiğinde panikle banyodan çıktım. Alec elinde beyaz bir tepsiyle birkaç adım içeriye girmiş ayakta dikiliyordu. Kalbim korkuyla hızlanırken sakin kalmaya ve ona bir şey belli etmemeye çalışarak karşısında dikildim. Bu neydi şimdi? Sanki dün gece hiç yaşanmamış gibi bana kahvaltı mı getirmişti? Bakışlarım tepsiye kayarken gözlerimin önünde anılarım canlanmıştı.

 

O sabah... çok güzeldi. Savaş'ın bana kahvaltı hazırladığı, benim ona sarıldığım, küçük öpücüklerle birbirimizi ödüllendirdiğimiz sabah... o gün çok güzeldi.

 

"Acıktığını biliyordum." Dalıp gittiğim o güzel anıdan çıkıp gözlerimi kırpıştırarak bakışlarımı tepsiden çekip yüzüne çıkardım. İstemeden yüzümde oluşan gülümsemem anında silinirken dudaklarıma baktığını fark ettim. Bu çok... iğrençti.

 

"Acıkmadım, istemiyorum." Ona arkamı dönüp yatağın köşesine oturdum. Benim hakkımdaki düşüncelerini öğrendiğimden beri ondan iğreniyordum. Suratına baktığımda resmen kusasım geliyordu.

 

"İnat etme işte." Yanıma oturup tepsiyi kucağıma koyduğunda küçük bardağa koyulmuş pembe çiçeği daha yeni fark ediyordum. Beni bu şekilde kendine çekmeye falan mı çalışıyordu? Ona istemediğimi belirten bakışlarımı yollayıp tepsiyi kucağımdan alıp yatağın üzerine koydum.

 

"Eline bir bakayım." Elime uzandığı anda hızlı bir refleksle elimi çekip ondan biraz uzaklaştım. Bana dokunmasını istemiyordum.

 

"Ben hallettim." Ona böyle mesafeli davranmama yavaştan sinirlenmiş olacak ki kaşlarını hafifçe çatıp ellerini dizlerinin üzerine koydu.

 

"Canını yakmak istemedim-" bir hışımla ayağa kalkıp pencerenin önüne gittim. Kesinlikle ruh hastasının tekiydi. Yaptıklarıyla söyledikleri çelişiyordu.

 

"Dün gece ne istediğini gayet açık belirttin Alec! Ve bunu hiçbir zaman alamayacaksın!" Tıpkı benim gibi öfkeyle yerinden kalkıp yanıma geldi. Ne olursa olsun ona dik gitmekten ona hakaret etmekten asla vazgeçmeyecektim.

 

"Henüz değil..." aramızda yeterli mesafe olmasına rağmen yine de durmadı ve yaklaşmaya devam etti. O geldikçe ben geri gidiyordum. Sırtım duvara yaslandığında korkuyla yutkundum.

 

"Söyledim sana hiçbir zaman. Vazgeç artık." Ayakkabısının ucu parmaklarımın ucuna değdiğinde ağlamaya hazır ruh halimle dudaklarım titremeye başlamıştı. Bir an önce o iğrenç düşüncelerinden kurtulmasını istiyordum.

 

"Bu konuda senin fikrini merak etmiyorum..." elime dokunduğu anda bana yapabilecekleri aklımın sınırını fazlasıyla zorlamış bir anlık gözüm kararmıştı. Şoka girmiş gibi olduğum yerde çakılı kalırken bakışlarımı hafif yana kıvrılmış dudaklarına çıkardım. O... o bana- tekrar korkuyla yutkunduğumda çıplak kollarımdan yukarıya doğru kayan parmaklarını hissettim. Gözlerindeki arzuyu görebiliyordum ama bu bende sadece mide bulantısı hissi verdi. Anlık olarak geçirdiğim şoku hızlıca üzerimden atmış kaşlarım anında çatılırken ona saldırmamı emreden vücudumdan gelen sinyalleri görmezden gelmedim.

 

Öfkeyle bağırıp onu göğüslerinden iteklediğimde hızımı kesmeden suratına sert bir yumruk geçirdim. Şerefi olmayan adi herifin tekiydi. Bana dokunmuştu! O kirli parmaklarını tenimde gezdirmişti!

 

"Asla bana sahip olamayacaksın asla!" Beklenmedik bu tepkim karşısında afallarken kendisine gelmesine izin vermeden bana dokunduğu elini tutup ters çevirmeye çalıştım. O pis elini kırmak istiyordum.

 

Hissettiği acıyla kendine gelmiş olacak ki bana okkalı bir tokat geçirip yere doğru fırlattı. Yüzümün yarısını hissetmezken daha kendime gelemeden şaçlarıma asılması ile acıyla yüzümü buruşturup bırakması için ellerimi şaçlarıma götürdüm.

 

"Canımı sıkmaya başladın! Yarını görmek istiyorsan kendine sahip çık." Derin soluklarım arasında patlattığım dudağına bakıp onu daha fazla sinir edeceğini bilsem de kendimi frenlemedim ve güldüm. Asla ama asla ona boyun eğmeyecektim.

 

"Hastasın sen. Acıyorum sana." Saçlarıma biraz daha asıldığında hafifçe inlesem de dudaklarımı birbirine bastırıp susturdum kendimi.

 

"Öleceksin Alec. Kimse seni kurtaramayacak." Gözlerimin buğusundan yüzünü görmekte zorlanırken saç diplerimin acısının giderek artmasından artık sessiz kalamadım.

 

"Dünden beri aynı laf!" Aksanı gittikçe belirginleşirken tıpkı benim gibi aldığı derin soluklarının yavaşladığını hissettim. Beni bırakıp ayağa kalktığında yanaklarımın ıslaklığıyla yüzüme yapışan saçları kenara sıyırdım.

 

"Ben yapacağım." Düştüğüm yerden doğrulurken devam ettim. "Seni ben öldüreceğim."

 

Tam arkasını dönüp gideceği sırada konuşmam üzerine durdu ve omzunun üzerinden gözlerinde hiçbir pişmanlık hiçbir acıma duygusu olmadan baktı.

 

"Göreceğiz." Tekrar önüne döndüğünde sanırım çıkardığımız gürültüden olacak birkaç adam ve aşçı kapıda birikmişti.

 

"Tüm gün aç kalsın." Odadan çıkıp kapı kapanıp kilitlendiğinde kendimi serbest bıraktım. Sessiz ama şiddetli hıçkırıklarım arasında sırtımı bazanın kenarına yasladım. Bu yaptığının bedelini ödeyecekti. Bana bu yaşattığının cezasını çekmeden bırakmayacaktım yakasını.

 

Elimi saçlarıma götürüp üzerinde gezdirdim. Neredeyse avcumu dolduracak kadar kopup gelen telleri koklamak için burnuma bastırdım. Savaş saçlarıma dokunmaya bile kıyamazdı. Şimdi daha iyi anlıyordum ki hiçbir zaman onun değerini tam olarak bilememiştim. Ne kadar karşılık vermeye çalışsam da bana gösterdiği ilginin ancak küçük bir kısmını verebiliyordum ona.

 

Beni korumasına beni sahiplenmesine o kadar alışmıştım ki onsuz düştüğüm bu çukurdan onsuz çıkabileceğimi düşünmüyordum. Kanatlarının altında yaşamaya alışmıştım ve şimdi... kendimi uçmayı bilmeyen çaresiz bir kuş gibi hissediyordum. Burada yuvadan ayrı yaşayamazdım.

 

Alec... Yaptığı her hareket bir şekilde ruhumu sancıtırken elimi tekrar sıkışan kalbime götürdüm. Daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum. Yaptığım her hareketin karşılığını misliyle alırken buradan canlı çıkabilecek miydim bilmiyorum. Artık bir şekilde buradan kurtulmam gerekiyordu ve bunu tek başıma yapamazdım yardıma ihtiyacım vardı. Burada kimsenin bana yardım da etmeyeceğini biliyordum. Tek umudum Savaş'ın beni bir an önce bulmasıydı.

Bölüm : 01.01.2025 19:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...