38. Bölüm

Bölüm 38: Bıçak

Nickinci
nickinci

Yapma... lütfen!' Korkuyla geri geri koşarken ayağımın takılması ile kalçalarımın üzerine düştüm. En başından beri korktuğum başıma gelmek üzereydi. Alec... beni yakalayacaktı. İstemiyordum... onu istemiyordum.

 

'Kaçacak bir yerin kalmadı.' O çirkin gülüşüyle üzerime gelmeye devam ederken bir kısmını yırttığı tişörtümden açıkta kalan yarı çıplak sırtım soğuk duvara dayandı. Korkuyla yutkunup ellerimi önüme siper ettim.

 

'Dokunma ne olur...? Yalvarırım.' Derin hıçkırıklarım nefes alışımı zorlaştırırken gözündeki kararlılıktan yolun sonuna geldiğimi anladım. Minik ada'mda ki balıklar feryat ederek kıyıya vuruyor ama yine de benden yardım istiyorlardı. Benim buradan kurtuluşum yoktu ki. Artık ondan kendimi kurtaramazdım.

 

'Ben seni sevmiyorum.' Dizlerinin üzerinde eğilip çenemi tuttuğunda başımı yana doğru çevirdim. O tiksindirici suratını dahi görmeye tahammülüm yoktu.

 

'Benimde sana bayıldığım söylenemez ama...' bakışlarını göğüslerime indirdiğinde elinden kurtulmak için yana doğru hamle yaptım. Bunu yaşamak istemiyordum.

 

'Bırak beni! Bırak!' Çığlıklarımı susturmak için avucunu dudaklarıma bastırırken üzerime doğru eğildi. İtiraz dolu nidalarım acı dolu çığlıklara dönüşürken son çırpınışlarımı veriyordum.

 

"Bırak..." hissettiğim ıslaklıkla gözlerimi açtığımda kirpiklerimin arasından etrafa göz gezdirdim. Ahh! Birkaç gündür olduğu gibi yine lanet bir kabus görmüştüm. Elimi küt küt atan kalbime götürüp sakinleşmek için nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Sadece kabus...

 

Yattığım yerden doğrulup kuruyan dudaklarımı ıslattım. Ter içinde kalmıştım yine. Tişörtümü tek hamlede çıkarıp kucağıma koydum. Banyo yapsam iyi olacaktı. Elimle kendime yelpaze yaparken başımı arası açık kalan pencereye doğru çevirdim. Perde rüzgarın şiddetinden dolayı içeriye doğru kabarıyor- bir dakika ne ara açmıştım ben bu pencereyi?

 

"İyi misin?"

 

"Hihh!" Duyduğum sesle oturduğum yerde korkuyla sıçrayıp kendimi yere attım ve korkuyla tişörtümle önümü kapattım.

 

"Ne işin var burada!?" Gayet rahat bir tavırla başını arkaya atıp gözlerini kapattı. O ne zamandan beri oradaydı!? Beni mi izliyordu? Gözlerinin kapalı oluşunu fırsat bilip tişörtümü geçirdim hemen üzerime.

 

Ne ara sızmıştı odanın içine? Az önce karşısında tıpkı kabusta olduğu gibi yarı çıplak yerde duruyordum değil mi? Uyandıktan sonra da devam eden kabus neredeyse aklımı oynatmamı sağlayacaktı. Gecenin bir yarısı baş ucumda ne halt ediyordu bu!?

 

"Ne işin var burada?" Yerden kalkıp ondan uzaklaşarak camın önüne geldim. Boğazımda korkudan dolayı oluşan yumruyu sakince aşağıya gönderip daha iyi nefes alabilmek için camı sonuna kadar açtım. Birbirimizi hırpaladığımız o günden sonra aradan birkaç gün geçmişti. Sanırım o günden sonra bir daha eve uğramamıştı çünkü o zamandan beri ev çok sessizdi.

 

"Düşünüyorum."

 

"Ne düşünüyorsun?" Ellerimi üşüyen kollarıma sarıp belimi camın pervazına dayadım. Umarım beni uyurken izleyip sapık düşüncelere dalmamıştır.

 

"Sana karşı pekte misafirperver olduğum söylenemez ama-"

 

"Aması yok! En başından beri bana kötü davranıyorsun. Her şeyi geçtim ben bir kadınım ama senin yüzünden her yerim yara bere içinde. Sakın bana, beni sen kışkırtıp durdun deme." Gözlerini açıp başını hafif yana eğdi ve küçük bir gülümsemeyle yüzüme baktı. Ne yani ona karşı çıktım diye yine sinirlenmemiş miydi?

 

"Haklısın." Ne? Doğru mu duydum ben?

 

"Öfkeme yenik düştüm ve fazlasıyla canını yaktım."

 

"Ne o kafana saksı mı düştü?" Tekrar gülüp yatağa uzattığı tek bacağını indirdi ve kapının önüne doğru yürüdü.

 

"Yarın yine yemek yiyelim." Ne cevap vereceğimi aldırmadan odadan çıktığında rahat bir nefes aldım. Ne olmuştu buna? Aklı başında mıydı acaba? Belki de biraz sarhoştu o yüzden uğraşmaya pekte hali yoktu. Bilmiyorum... ama bir şey olduğu kesindi.

 

Kaçan uykumun bir daha gelmeyeceğini bildiğimden banyoya girdim. Umarım tekrar ziyaret etmeye kalkmazdı. Ayrıca o yine ne konuşacaktı benimle? Yine atışacağımızdan adım kadar emindim. Kim bilir bu sefer ne yapacaktı, nasıl canımı yakacaktı? Ama kararlıydım ne kadar canım acısa da pes etmeyecektim. Savaş beni bulana kadar savaşacaktım.

 

 

Günlerdir olduğu gibi bekledim yine. Gerginlik ve stres altında kalmaktan nefret ediyordum. Ama sabretmeliydim. Hissediyordum. Hayalimi birlikte gerçekleştirecektik ve buna çok az kalmıştı. Bana yaklaştığını hissediyordum.

 

"Ne konuşmak istiyorsun benimle?" Önümdeki sudan bir yudum alıp arkama yaslandım. Son birkaç gündür beni cezalandırmak için doğru düzgün yemek vermiyorlardı ve ben o kadar açtım ki onunla oturduğum bu yemek masasından birkaç lokma atıştırmak zorunda kalmıştım.

 

Sakin kaldığım her dakika ki bu günde çok az oluyordu benden beni istemek dışında farklı bir şey daha istediğini düşünmeye başlamıştım. Sadece beni elde etmek için beni kaçırmış olamazdı. İhanet ederek başına çok büyük işler açmıştı ve bunu sadece benim için yapmış olamazdı. Beni istediğini söyleyerek beni sadece korkutmaya çalışıyordu. Bu oyunlarına kanmamalıydım. Korkuma yenik düşüp ona asıl istediğini vermemeliydim.

 

"Bugün kiminle görüştüğüme inanamayacaksın." Kollarımı önümde bağlayıp derin bir nefes aldım. İşte başlıyorduk.

 

"Kiminle konuştun?"

 

"Anıl Hanzade... tanıdık geldi mi?" Duyduğum isimle gözlerim fal taşı gibi açılırken oturduğum yerde dikleşip kollarımı masaya dayadım.

 

"Anıl mı? O mu seni buldu?" Alayla gülümseyip eline yarısına kadar doldurduğu şarap bardağını alıp sakince dudaklarına götürdü ve yudumladı. Bu yavaşlığı beni sinir ederken sakin kalıp onu dinlemeyi tercih ettim. Anıl hiçbir yerde peşimi bırakmıyordu.

 

"Ben istemedikçe kimse ne seni bulabilir ne de beni. Bunu daha anlayamadın mı?" Sanırım haklıydı. Öyle bir yerdeydik ki... Dünyanın keşfedilmemiş küçük bir toprak parçasındaydık sanki. Etrafta ne insan vardı ne hayvan. Günlerdir camdan bakıp etrafı gözlüyordum ama burada hiçbir yaşam belirtisi yoktu.

 

"Anıl'ın baban olduğunu hiç söylemedin?" Bardakta yarım kalan suyu da kafama dikip bakışlarımı sertçe onunkilere diktim.

 

"O benim babam değil."

 

"O öyle söylemiyor. Ve... seni istiyor."

 

"Ne o beni ona mı vereceksin yoksa?" Alayla gülüp bakışlarımı boş bir şekilde odada gezdirdim. Böyle bir şey yapamazdı.

 

"Neden olmasın? Şu ana kadar en iyi teklifi veren o." Yavaştan ciddileşirken oturduğum yerden sakince ayağa kalktım. Ciddi miydi o? Beni Anıl'a mı verecekti!? Ayrıca teklif? Şu ana kadar derken? Kaç kişi istiyordu beni?

 

"Sen beni başkalarına pazarlamaya mı çalışıyorsun?" Kulaklarım doğru mu duymuştu benim? O... benim için görüşmeler mi yapıyordu?

 

"Sakin ol... ucuza gitmeni istemem bir süre daha benimlesin." Ağzım şaşkınlıkla aralanırken güç almak istercesine ellerimi masaya bastırdım. Hayatımda hiç bu kadar aşağılanmıştım. Ben satılık mal falan değildim! Beni yakaladı diye her istediğini yapamazdı böyle bir hakkı yoktu. Bu çok... onur kırıcıydı.

 

Bakışlarında hiçbir duygu değişimi olmazken onu ikna etmekten vazgeçtim. Aslında onun umurunda bile değildim kime ne anlatacaksam. Sadece kendi çıkarını düşünen bencil piçin tekiydi. Bu yaptığına şaşırmam bile hataydı. Derin bir nefes alıp başımı dikleştirdim. Beni Anıl'a vermemesi için onu bu fikirden caydırmalıydım. En azından Savaş beni bulana kadar bir süre onu oyalasam yeterdi. Birkaç gün... eminim beni bulacaktı. Hissediyordum birkaç gün sonra kavuşacaktık.

 

"Ne teklif etti sana?" Korkuyla yutkunup cevabını bekledim. Böyle bir şey yapamazdı... aklımda sürekli bu ses yankılanıyordu. Buna izin vermemeliydim. Son birkaç ayımı Anıl'dan kaçmak için harcayıp ağır hasarlar almışken beni ona veremezdi. Tüm mücadelem boşa gidemezdi. Dayanmalıydım... peki daha fazla buna gücüm var mıydı? Her fırsatta canımı o kadar çok yakıyordu ki artık buna dayanmakta güçlük çekiyordum.

 

"Ne istiyorsan sana ben veririm."

 

"Senden istediğim şeyi zaten biliyorsun." Sandalyemi kenara ittirip olduğum yerden şimşek hızıyla çıkmış ve yakasına yapışmıştım. Bu kadar sakin kalmak yeterdi.

 

"Sert kızlardan hoşlandığımı biliyor muydun?" Birazdan sert neymiş gösterecektim ona.

 

"Sana ne teklif ettiğini söyle!?" Ellerim hala yakasında onu sandalyeye yapıştırmışken içeri giren birkaç adama eliyle işaret çekip gitmelerini söyledi. Bir şey söylemesi için onu sarsarken o keyifle dilini alt dudağının üzerinde gezdirip başını arkaya attı. Sanki... sanki bu durum ona zevk veriyor gibiydi.

 

"Bunu..." elini ceketinin iç cebine götürüp içinde beyaz bir toz olan küçük bir paket çıkardı. Neydi o? Uyuşturucu mu?

 

"2 tır dolusu." Yakasını bırakıp yerimde dikleşirken paketi elime aldım. 2 tır mı? Bu çok fazla mı demekti? Bu işlerden pek anlamazdım ama onu caydırmam gerekiyordu ve bunu nasıl yapacağımı biliyordum. Belimi yemek masasına dayarken paketi dikkatle inceledim. Hafif kırık beyazı andıran bir rengi vardı.

 

"Kafası güzeldir." Yanıma gelip tek elini masaya dayadığında ona küçümser bir bakış attım.

 

"Sadece 2 tır mı?" Başımı yana çevirip çenemi omzuma dayadım. Yüzündeki o keyifli ifade gitmiş onun yerine belirsizlik belirmişti.

 

"O tırları sınırdan geçirmek zordur. Ne kadar tır o kadar zorluk."

 

"Anıl'ın beni almak için yapamayacağı şey yoktur. Yerinde olsam biraz daha zorlardım onu."

 

"Bana yardım mı ediyorsun sen?" Tek kaşını hafif havaya kaldırıp karşımda dikilirken paketi masaya bıraktım.

 

"Dürüst olmak gerekirse Anıl'a gitmek istemiyorum ve senin onu zorlaman bana yeteri kadar zaman kazandıracak."

 

"Ne için zaman kazandıracak?" Yüzündeki hiçbir şey anlamadığını belirten sıfatı gittikçe daha da belirgin hale geliyordu. Hafifçe gülüp önüme gelen saçları kulak arkası yaptım.

 

"Savaş'ın beni bulması için." Dudaklarımı ısırıp keyifle sırıttığımda eliyle yüzünü ovuşturup sıkıntıyla bana baktı.

 

"Halâ Savaş diyorsun..."

 

"Çünkü beni bulacak biliyorum."

 

"Savaş yok!" Ellerini iki yanımdan masaya sertçe yapıştırdığında kendimi biraz geriye çektim. Güçlü durmalıydım. Anıl konusunda onu şüpheye düşürmüştüm eminim bu konuyu düşünecekti şimdi sıra zayıf noktası olan Savaş'a gelmişti. Eğer onu Savaş'a karşı eziklersem kendini ondan üstün kılmak için işi zirveye taşıyacaktı. Sonucu ne olursa olsun karşısında dik durmalıydım.

 

"Onu bir daha göremeyeceksin. Unutmaya başlasan iyi edersin." Sinirlendikçe komik olmaya başlıyordu. Onu unutmak? Kendi kendine gerçekleşmeyecek hayaller kurup duruyordu. Artık gerçek dünyaya dönse iyi olacaktı çünkü ciddi anlamda canım sıkılmaya başlamıştı. Neymiş efendim Savaş'ı unutacakmışım ve beni Anıl'a verecekmiş. Gerçekten kendisi buna inanıyor muydu? Her şey bu kadar kolay mıydı sanki? Değildi... sadece o hayal dünyasında yaşıyordu o kadar.

 

"Onun adını duydukça kuduruyorsun değil mi?" Hırıltılı nefesleri yüzüme sertçe çarparken sakince yutkunup başımı dik tuttum. Biliyorum yine canım yanacaktı ama ona asla boyun eğemezdim. Beni ne kadar korkutsa da hatta beni öldürecek bile olsa yine karşısında dik dururdum. Çoğu zaman bu dik başlılığım başıma bela açıyordu zaten. Ama yapım böyleydi ve bunu değiştiremiyordum. Gerçi... değiştirmek istiyor muydum ki? Elimi geriye doğru kaydırıp masada gezdirdim. Kendimi savunacak bir şey bulmam lazımdı.

 

"Sadece sakince yemek yiyelim istedim!" Dişlerinin arasından tıslayıp başını biraz daha yaklaştırdığında titreyen gözlerimi gözlerine çıkarttım. Yine ne geçiyordu o aklından?

 

"Sakinlik? Alec 2 gün sonra ölmüş olacaksın-" hızlı bir refleksle saçlarımı ense kökünden tuttuğunda yüzümü hafifçe buruşturup yana eğdiği başımı sabit tutmaya çalıştım. Biraz daha dayanmalıydım. Onu gaza getirmem gerekiyordu.

 

"Tam bir aptalsın. Sana iyi davranmaya çalışıyorum ama sen... kendini bana öldürtmeden rahat durmayacaksın anlaşılan." Saçlarıma biraz daha asılıp beni iyice kendisine doğru çekti. Tek kolunu belime sardığında aklından yine o iğrenç düşünceyi geçirdiğini anladım.

 

"Madem uslu durmayacaksın o halde şu işi halledelim. Ne dersin?" Dudakları tam dudaklarımı bulacağı sırada başımı yan çevirip ondan kurtuldum. Korkudan tüm vücudum titriyor beynim durmuş gibi hiçbir şey düşünemiyordum. Şimdi... şu dakika... gerçekten bunu yapacak mıydı?

 

Bir şey yapmalıydım... beni öpmeden önce bir şeyler yapmam gerekiyordu. Daha fazla bana dokunmasına izin veremezdim. Güçlü kolları arasından kurtulmak için çabalarken elime geçen yemek bıçağını hiç düşünmeden öne doğru savurup yanağını uzunca kestim. Buna asla ama asla izin vermezdim!

 

Sonunda acıyla kendini geriye atarken tek eliyle yanağını tutuyor hafif bir şaşkınlıkla da bana bakıyordu. Sıkıca kavradığım bıçağı öne doğru uzatıp aramıza mesafe koydum. Yine bana dokunacak olsun hiç düşünmeden keserdim onu. Yapardım değil mi?

 

"Tek bir adım daha atarsan yemin ederim bana ne olacağını umursamadan seni burada gebertirim!" Yüzündeki şaşkın ifade hızla silinip büyük bir öfkeye evrilirken sert ve hızlı adımlarla üzerime doğru yürümeye başladı. Ne yapıyordu bu!? Beni anlamamış mıydı? Yapardım. Yemin ederim yapardım.

 

Öne doğru uzattığım bıçak korkudan elimde titrerken o geldikçe hareket ettiriyordum ama o durmuyordu. Ben çok korkuyordum ama o... korkmuyor gibiydi. Onun korkusuz duran yüz ifadesi beni daha da çok korkutmuştu.

 

"Yaklaşma!" Ben daha bir şey yapamadan hırsla öne doğru atılıp çokta keskin olmayan yemek bıçağını ucundan tutup çekti. Lanet olsun! Arkamı dönüp tam kaçacağım sırada yine saçlarımdan tutup yakaladı ve beni göğsüne yasladı.

 

"İyice sinirimi bozmaya başladın!" Bıçağı boynuma bastırdığında hafif sivri olan köşesi canımı biraz yakmıştı. Nefeslerim sıklaşırken yutkunmakta zorlandım. Ama ne olursa olsun pes edemezdim. Beni öldürene kadar pes edemezdim. Ona boyun eğemezdim.

 

"Durma yap hadi!" Zorlukla konuşup bıçağı daha da derine bastırması için koluna baskı uyguladım.

 

"Yap! Çünkü eğer yapmazsan ben seni öldüreceğim!" Nefesini kulağımda hissedince yine bana yaklaştığını anladım. Vazgeçmiyordu! Onu neredeyse öldürecek olmama rağmen yine de benden vazgeçmiyordu!

 

"Madem çok istedin o halde bu gece birisi ölecek." Korkuyla gözlerimi kapatıp olacakları bekledim. Onun olacağıma ölürdüm daha iyi.

 

"Ama bu ikimizden biri olmayacak." Kolunu gevşetip beni serbest bıraktığında zorlukla birkaç adım ilerleyip masaya tutundum. Kalbim! Yerinden! Çıkacaktı! Bizden olmayacak derken?

 

"Ne?"

 

"Onu çok mu seviyorsun?" Anlamaz bakışlarımı yüzünde gezdirip elimi sancıyan boğazıma götürdüm. O? Savaş'tan mı bahsediyordu?

 

"Onun yüzünden az daha kendini bana öldürtecektin peki o? O da senin için ölmeyi göze alır mı?" Onu öldürmek mi? Yerimde dikleşip anlamlandırmakta zorlandığım cümlesini bir süre kafamda analiz etmeye çalıştım. O... onu öldürmekten mi bahsediyordu?

 

"Ne diyorsun sen be!?" Alayla gülümseyip ellerini cebine koydu ve birkaç adım geri gitti. Aniden değişen ruh haline şaşkınlıkla baktım. Az önce az daha beni öldürecekken şimdi gayet keyifli duruyordu. O tam bir ruh hastasıydı!

 

"Dediğim gibi bu gece birisi ölecek." Salondan çıkmasına izin vermeden koluna yapışıp durdurdum onu. Ciddi miydi o?

 

"Böyle bir şey yapamazsın! Zaten... onun karşısında hiç şansın yok!"

 

"Ona karşı elimde büyük bir koz varken onun benim karşımda hiç şansı yok." Bir süre beni baştan aşağı süzüp sonunda kolunu benden zorla ayırdı. Ben ne yapmıştım? Lanet olsun ben ne yaptım!? Alec'i Savaş'ın üzerine salarak çok büyük aptallık etmiştim. Ya ona bir şey olursa?

 

"Yapamazsın..." gözyaşlarım ilk defa bu kadar hızlı sökülüp yanaklarımı su içinde bırakırken gitmemesi için tekrar kolunu tuttum. Gitmesine izin veremezdim. Ne olacaksa ne yapacaksa bana yapmalıydı ona dokunmamalıydı.

 

"Hayır yapacağım ve sen kim daha güçlü göreceksin!" Beni kenara doğru itip kapıya yöneldi ve adamlarına işaret çekti. Hayır gidemezdi.

 

"Alec! Yapamazsın!" Adamlar iki kolumdan tutup beni merdivenin başına getirdiğinde onlardan kurtulmak için etrafa rastgele tekmeler savuruyordum. Buna izin veremezdim! Gidemezdi. Savaş benim yüzümden zarar göremezdi. Benim aptallığım yüzünden...

 

"Onu öldürmezsin! Duydun mu beni!? Ona zarar veremezsin!" Yaklaşıp yine çenemi tutup sıktığında hiç beklemeden müstehcen yerine tekmeyi geçirdim. Onu öldürecektim! Ona bir zarar versin yemin ederim onu öldürecektim.

 

Sancıyan yerini tutup yabancı dilde bir şeyler söylerken yüzünden canının yandığını görebiliyordum. Bundan daha fazlasını yapmalıydım. Öfkesini kendime yönlendirmeliydim.

 

Başını yukarı kaldırdığında önce öfke ve hırs karışımı bakışlarını bana sonra beni tutan adamlara çıkardı. Dişlerinin arasından yine yabancı dilde bir şeyler söyleyip belinden çıkardığı tabancayı yüzüme doğrulttu.

 

"Sana ne yapacağımı söyleyeyim..." Silahı yanağıma dayayıp bir süre orada bekletti.

 

"İşte bununla öldüreceğim onu." Başımı ne kadar harekete ettirsem de silahın soğuk yüzeyinden kurtaramadım. Silahı yüzüme sürtüp aşağıya doğru indirmeye başladı. Ne kadar tepinsem de ondan kurtulamıyordum.

 

"Eve geldiğimde ellerimde onun kanını göreceksin." Yüzüne tükürdüğümde gözlerini sinirle kapatıp başını hiç hareket ettirmeden elinin tersiyle suratını sildi. Gittikçe sinirlendiği görebiliyordum ama kendini tutuyordu. Tutmamalıydı. Öfkesini benden çıkarmalıydı.

 

"Ona hiçbir şey yapamayacaksın! Çünkü senden daha iyi. Çünkü senden daha güçlü." Her kelimemde daha da öfkelendiğini görebiliyordum ama yine de öfkesini bana döndürmüyordu. Ahh... Lanet olsun ne yapmıştım ben!

 

"Sonra ne olacak biliyor musun?" Silahı göğüslerimin arasında tuttuğunda o parçalamak istediğim suratını biraz daha yüzüme yaklaştırdı.

 

"O ellerle sana sahip olacağım." Gözlerim dehşetle açılırken bir anda tepinmeyi bırakmıştım. Kanlı eller? Sahip olmak? Psikopat! Bunu nasıl düşünebilirdi? Bir an için eve geldiğinde elinin kana bulanmış olduğunu hayal ettim. Ayakta durmaya zorladığım bacaklarım anında kıvrılıp beni taşıyamaz hale geldiğinde dizlerimin üzerine düştüğüm yerden zorlukla başımı kaldırıp ona baktım. O... ciddiydi.

 

"Ne yapacaksan bana yap..." tam arkasını dönüp gidecekti ki olduğu yerden tekrar arkasını dönüp önüme doğru eğildi ve başparmağını burnumun ucuna doğru tuttu.

 

"Senin de sıran gelecek... bu gece. Bu gece senin de işini bitireceğim." Son sözlerini söyleyip çıkıp gittiğinde sadece arkasından baka kalmıştım. Adamlar iki kolumdan havaya kaldırıp beni kaldığım odaya sürüklerken de hiçbir şey yapmamıştım. Şokta mıydım? Nasıl olmayayım ki zaten? Onu öldüreceğini söylemişti değil mi? Savaş'ın hiçbir şeyden haberi yokken Alec şimdi ona doğru yola çıkmıştı. Onu öldürebilir miydi bilmiyorum ama bunu deneyecekti sonuçta. Ona zarar verecekti. Ya hayati tehlikesi olursa? Ya onu bir daha göremezsem? Onsuz yapabilir miydim ki? Hayatıma onsuz devam edebilir miydim? Yapamazdım değil mi? Onsuz yaşayamazdım çünkü o... her şeydi.

 

Adamlar beni odanın içine bırakıp kapıyı üzerime kilitledikten ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama yavaş yavaş kendime geliyordum. Bir şey yapmam gerekiyordu. Savaş'a bir şekilde ulaşmam gerekiyordu. Bana şey lazımdı... şey... telefon! Bana telefon lazımdı. Ama nereden bulacaktım? Kapıdaki adamlardan almam imkansızdı. Eğitimli oldukları belliydi onlardan almaya kalksam hissederlerdi. Peki başka kim vardı? Odanın içinde bir sağa bir sola gidip bir çıkış yolu bulmaya çalıştım. Buradan çıkmam gerekiyordu. Kaçmalıydım buradan. Muhakkak dışarıda birisiyle karşılaşırdım, yardım isterdim ondan. Hiç olmadı bir benzinlik bulurdum. Özgür olursam bir şekilde ona ulaşırdım.

 

Koşarak camın önüne gidip bahçeye göz attım. Sayısız koruma arasından çıkmam imkansızdı. Ön taraf nasıldı peki? Ama önce bu odadan çıkmam gerekiyordu. Peki kapıdaki adamlar ne olacaktı? Başımı ellerimin arasına alıp delirmiş gibi koşuşturmaya devam ederken ağlayarak yere çöktüm. Düşünemiyordum... buradan çıkış yok gibiydi. Bu lanet yerde kısılıp kalmıştım.

 

Bu gece yine karanlığa mahkum edildim sanırken kapının açılan kilidini duydum. Titreyen vücudumu kontrol edemezken başımı zorlukla çevirip gelene baktım. Aşçı elindeki büyük, içi su dolu bardakla hafif şaşkınlık içinde yerde oturan bana bakıyordu. İçeriye bir adım attığında bardağı kenardaki aynalı çekmecenin üzerine koyup arkasını döndü ve adamlara yabancı dilde bir şey söyleyip kapıyı kapattı.

 

"Konuşulanları duydum." Bir adım daha üzerime doğru yaklaştığında ıslak yanaklarımı avcumun içiyle sildim. Tabi ya... Aşçı vardı!

 

"Su getirdim sana. Sakinleş biraz. Geldiğinde yine ona inat gitme belki..."

 

"Geldiğinde beni öldürecek." Oturduğum yerden dikkatlice ayağa kalkıp karşısına dikildim. Telefonu ondan almam gerekiyordu çünkü başka seçeneğim yoktu. Ama nasıl..?

 

Yanına gittiğimde gözlerinde öncekine nazaran korkudan çok acıma görüyordum. Bana acıyordu. Beni hiç tanımamasına rağmen yine de ölüp ölmemem onun umurundaydı. Beni merak etmişti ve bana su getirmişti. Onun için aslında iyi niyetli birisi diyebilirdim. O halde onun bu iyi niyetinden faydalanmam gerekecekti.

 

"Daha gençsin... dik kafalı olmayı bırak ve yaşaman için ne istiyorsa ona onu ver." Benden istediği şey... imkansızdı.

 

Ağlamayı bırakmıştım ama küçük hıçkırıklarım halâ devam ediyordu. Ona doğru biraz daha yaklaşıp suyu almak için kolumu uzattım. Sanırım şimdi tam sırasıydı. Derin bir nefes alıp hazır hissettiğimde kendimi adamın üzerine bıraktım. Yalandan ölmek istemediğimi sayıklarken gözlerimin arasından ne yaptığına baktım. Gözlerindeki şaşkınlık büyürken üzerine düşmemin etkisiyle o da kalçasının üzerine düşmüştü.

 

"Aman kızım kendine gel..." elleriyle yüzüme hafif hafif vururken anlık kendimden geçmişim gibi yavaşça gözlerimi araladım.

 

"Gel seni yatağa yatıralım." Yaşlılığın getirdiği çöküntüyle beni kucağına alamayacağı için kollarımdan tutup kalkmama yardımcı olmaya çalışıyordu.

 

"İyiyim... bir an öyle başım döndü sadece." Ona tutunarak ayağa kalkarken ellerimi hafifçe üzerinde gezdirdim. Yoksa telefonu yok muydu? Yavaşça ellerimi arka cebine götürdüğümde elime gelen sert cisimle içimde zafer çığlıkları attım. Şimdi onu hissettirmeden almam gerekiyordu.

 

"Ben..." ayağım kaymış gibi yapıp tekrar yere düşerken ani hareket değişiminden yararlanıp tek seferde telefonu parmaklarımın ucuyla çekip aldım. Küçük tuşlu telefonu avcumun içine saklarken adamı bırakıp yatağa tutunarak kendim kalktım ayağa.

 

"Affedersiniz." Adam sırtıma destek olurken beni yatağa doğru ilerletti. Telefonu ondan saklayarak dikkatlice yorganın altına girip telefonu yastığın altına doğru ittirdim.

 

"Şunu bir iç bakalım." Elini enseme koyup başımı kaldırarak su içmeme yardımcı oldu.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Sana bir ilaç getireyim ben."

 

"Gerek yok. İyiyim." Başını sallayıp odadan çıktığında rahat bir nefes aldım. İnanmıyorum... adamdan telefonu almayı başarmıştım.

 

Hızla yattığım yerden kalkıp banyoya girdim ve kapıyı kilitledim. Banyo yaptığımı sanmaları için suyu akıtırken banyonun en uç köşesine gittim. Onu arayabilecektim sonunda. Heyecandan kalbim duracak gibi olduğunda sakince klozetin üzerine oturdum. Tamam... başarmıştım işte. Sakin olmalıydım.

 

İlk iş nefesimi düzene sokup bedenimi kasmayı bıraktım. Parmaklarım titrerken hiçbir şey yapamıyordum. Hazır olduğumda telefonun tuş kilidini açıp sesini sonuna kadar kıstım. Dikkatlice numaraları tuşlarken hatırlamakta zorlandığım yerlerde duraksadım. Sonu böyle miydi? Adamın telefonunun yokluğunu fark etmesi an meselesiyken sonunda karar verip arama tuşuna bastım. Lütfen doğru olsun. Lütfen doğru olsun.

 

Telefon sonuna kadar çaldığı halde açılmadığında panikle numaraları tekrar kontrol ettim. Evet buydu. Emindim doğru numara buydu. Tekrar arayıp bekledim. Aç... Lütfen aç. Telefon meşgule atıldığında heyecanla tekrar aradım. Telefon elindeydi! Aç işte aç!

 

Sonunda ilk çalışta açıldığında gelen hışırtı sesi bile kalp krizi sebebiydi. Hemen ardından sesini duyacak olmam ise belki de benim sebebim olacaktı.

 

'Kimsin!?' Sesini aldığım anda gözlerimi büyük bir özlemle kapatırken sanki bir an olsun yanımdaymış gibi hissetmiştim. Onu o kadar çok özlemiştim ki... belki aramızda kilometreler vardı ama o sonuç olarak telefonun diğer ucundaydı ve ben buradan bile sesindeki o burukluğu hissedebiliyordum. Dışarıdan birisi şu an onu ne kadar kaba olarak nitelendirecek olsa da ben hissetmiştim. Sesi buruktu, üzgündü. Tıpkı o da benim gibi iyi değildi... Nasıl iyi olacaktık ki zaten? Birbirimizin iyi olup olmadığını bile bilmiyorduk. O kolyeden sonra yine de umudunu yitirmeyip hayatta olduğumu düşünmeye çalışsa bile canımın çok yandığını biliyordu.

 

'Konuşmayacaksan niye arıyorsun..?' Sesi sonlara doğru uzak gelince kapatacağını düşünüp sonunda konuşabilmiştim.

 

"Benim..." küçük fısıltımı kendim dahi zor duyarken onun duyup duymadığını anlamak için biraz bekledim. Telefondan ses gelmiyordu. Kapatmış mıydı çoktan? Telefonu kulağımdan çekip ekrana baktım. Görüşme halâ devam ediyordu.

 

Duyulmaktan o kadar çok korkuyordum ki... ama cevap gelmeyince korkuyla tekrar fısıldadım.

 

"Orada mısın?"

 

'Hazal..?' Nefeslerinin sıklaştığını duyduğumda kendi kendime gülümsedim. Tıpkı benim gibi heyecanlanmıştı.

 

"Evet benim-"

 

'İyi misin!?' Birden gürlediğinde olduğum yerde sıçrasam da anında toparlanıp telefona sıkı sıkı sarıldım.

 

'Nerede olduğunu söyle? Kimin telefonu bu? Sen... iyi misin?-' Derin bir nefes alıp ardı arkası gelmeyen sorularını yarıda kestim. Telefonda ne kadar özlem gidermek istesem de şu an benden daha önemli bir sıkıntı vardı.

 

"İyiyim. Beni dinle-"

 

'Neredesin!? Sakın telefonu kapatma tamam mı?' Panik olmuş halde hiç susmazken kendi kendime gülümsedim. Merak edildiğimi bilmek hoşuma gitmişti.

 

"Savaş!" Sesimi yükselttiğimi anlayınca korkuyla kapıya bakıp herhangi bir ses almaya çalıştım. Sanırım kimse duymamıştı.

 

'Hazal... iyisin değil mi güzelim?' Güzelim... bunu duymayı bile o kadar çok özlemiştim ki. Gözlerimi sıkıca kapatıp bir süre bekledim. Sesini duyduktan sonra önüme ördüğüm katı duvar birden yıkılıvermişti. İyi miydim bilmiyorum.

 

"İyiyim... sadece... iyiyim işte." Bana verdiği zararları anlatıp onu üzmemeliydim.

 

'Değilsin... Ne yaptı o şerefsiz sana!? Çok mu yaktı canını?'

 

"Ben dayanıyorum... sen gelene kadar da dayanacağım." Sık sık akan burnumu çekerken kendime hakim olmaya çalıştım. Ağlamamalıydım... Güçlü olduğumu düşünmeliydi.

 

'Çok canın yanmış... öldüreceğim onu!' Ne kadar belli etmemeye çalışsam da titrek sesimden her şey anlaşılıyordu.

 

"Benim çok vaktim yok. O sana geliyor. Önce seni öldüreceğini söyledi! Seni uyarmak için aradım."

 

'Bırak beni sen-'

 

"Bırakamam Savaş! Öldüreceğini söyledi diyorum! Koru kendini ondan zarar görmeni istemiyorum."

 

'Bir dakika önce derken?' Ahh... ağzımdan kaçırdığım küçük kelimeyi anında kaparken sinirle alnıma vurdum.

 

"Önce sen dedi... Sanırım sırada da ben varım."

 

'Seni bu gece oradan alacağım!'

 

"Acele etme ne olursun!? Burası çok kalabalık. Kendini tehlikeye atma-"

 

'Hazal bu gece dedim! Telefonu kapatma yerini bulmak üzereyim daha fazla seni orada bırakmam!'

 

"Dediğim gibi Savaş... ben dayanıyorum. Buradan kurtulmayı, yanında olmayı ne kadar çok istesem de biraz daha beklemeye razıyım. Beni kurtaracağını biliyorum ama sana bir şey olmasını istemiyorum. Yalvarırım acele edipte bir hata yapma."

 

'Acı çektiğini bile bile seni orada bırakamam...' gözyaşlarım dudaklarımı yakarken ağzımdan herhangi bir ses çıkmaması için dişlerimi birbirine bastırdım. Ben ağladıkça o daha da bileyleniyordu.

 

"Korkuyorum Savaş... Burası çok korkunç, Alec çok korkunç. O tam bir ruh hastası! Bana sürekli yapacağı şeyleri anlatıp duruyor. Seni anlatıyor... sana ne yapmak istediğini anlatıyor. O anlattıkça ben aklımı kaybediyorum burada. N'olursun kendini koru ondan." Gözlerimin önüne sürekli o gözündeki kararlılık geldikçe kalbim sıkışıp duruyordu. Ona zarar verecek olmasının düşüncesi bile aklımı oynatmama yetiyordu.

 

'Benim seni korumam gerekirdi... Benim-'

 

"Seni çok özledim..." tutamadığım birkaç hıçkırık dudaklarım arasından firar ederken sessiz kalmak için dudaklarımı dişledim.

 

'Bu gece kavuşacağız. Duydun mu güzelim? Bu gece.' O göremese de hızlıca başımı salladım. Bu gece... Bu gece kollarının arasında uyumak istiyordum.

 

İçime umut tohumları teker teker düşüp filizlenirken derin bir nefes aldım. Beni burada bırakmayacağını biliyordum sadece ona zarar gelmesini istemiyordum o kadar. Ne kadar sürerse sürsün beklerdim onu. O yüzden acele etmesini istemiyordum. Acele karar verip zarar görmesini istemiyordum.

 

Duyduğum sesle telefonu kulağımdan sıyırıp kapının altına baktım. Birisi vardı orada. Ya da birileri. Kapının arkasındaki hareketlenmeler aceleci gözüküyordu. Birden kapı açılmak için zorlandığında ağzımdan korkuyla küçük bir nida kaçtı. Siktir...

 

'Ne oluyor!?'

 

"Kapatmam lazım." Kapı kırılmak istenircesine tekmelenirken korkuyla oturduğum yerden kalktım. Anlamışlardı...

 

'Kapatma! Hazal ne oluyor!?' Kapı kırılarak yere düştüğünde korkuyla çığlık atıp geri çekildim. Belki de işim çoktan bitmişti.

 

Önde kapımda nöbet tutan adam arkasında ise aşçı vardı. Adam önce çatık kaşlarıyla çoktan yere düşürmüş olduğum telefona sonra bana baktı. Başını öfkeyle iki yana salladığında korkuyla birkaç adım daha geri çekildim ta ki sırtım soğuk fayansa yapışana kadar.

 

"Yapma!" Korkuyla elimi öne doğru uzatıp başımı yana doğru eğdim. Zarar görmekten o kadar yorulmuştum ki artık onlarla konuşmaya dahi mecalim yoktu. Beni anlamıyorlardı... bana insanmışım gibi davranmıyorlardı.

 

Kendimi korumak için öne doğru uzattığım elim sıkıca kavranıp çekildiğinde korkuyla bir çığlık daha atıp ondan kurtulmak için tepinmeye başladım. Belki de Savaş acele etmeliydi.

 

"Savaş! Lütfen Savaş! Yardı-" Telefona uzanıp ona birkaç şey daha söylemek isterken güçlü eller bedenimi kendine sabitleyip hızlıca dudaklarımı kapattı. Belki de dayanacak daha fazla gücüm kalmamıştı.

 

Adam beni zorla kapıdan çıkarmak için uğraşırken son kez telefona baktım. Aşçı çoktan yerden telefonu almış kulağına dayamış ve gözlerini fal taşı gibi açmıştı. Tek hamlede telefonu yere atıp parçalarken ayakkabılarıyla her bir parçasını özenle ezdi. Bana yardım etmesi için son kez gözlerine yalvarırcasına bakarken o hiçbir şey söylemeyip sadece gözlerini benden kaçırdı. İçinde bana karşı az da olsa merhamet varken artık hiç yoktu.

 

Zorla banyodan çıkarıldığımda sert bir şekilde yatağa fırlatıldım. Kendime gelip hareket etmeme izin verilmeden adam beni sabit tutmak için bir bacağını karnıma bastırırken ona vurmak için savurduğum elimi yakalayıp bileğimden yatağın başlığına kelepçeledi.

 

"Bırakın beni! Hepinizi öldüreceğim duydunuz mu beni!? Hepiniz öldünüz!" Adam ağırlığını üzerimden çektiğinde nefes almaya çalışsam da bana fırsat tanımadan yine ense kökünden saçımı çekip başımı kendisine yaklaştırdı. Sürekli aynı yeri çekmeleri artık canımı daha çok yakmaya başlamıştı. Saç derim çekilmeden dolayı zedelenmiş olmalıydı çünkü artık canımı yakmaları için çekmelerine gerek yoktu dokunsalar yeterdi.

 

Adam beni sabit tutmaya çalışırken yaklaşıp konuşan aşçı oldu.

 

"Seni akıllı bir şey sanmıştım ama kendi kendini bitirdin."

 

"Dediğin gibi daha gencim. Burada oturup beni öldürmeye gelmesini bekleyeceğimi mi sandın!?" Gözlerindeki acıma duygusu yerini öfkeye bırakırken bir adım daha yaklaşıp işaret parmağıyla kafamı ittirdi. Görebiliyordum... öfkesi korkusundandı.

 

"Kendinle beraber beni de yakacaktın az daha!" Korkak köpek. Adamın saçımdaki eline aldırmadan öfkeyle başımı biraz daha ona yaklaştırdım.

 

"Kurtulacağım buradan! Ve sen-" cümlemi bitiremeden sertçe yatağa sabitlendiğimde acıyla inleyip yumruklarımı sıktım. Bu yaptıklarının hesabını verecekti! Hepsi bunun hesabını verecekti!

 

"Senin de canın yanacak. Ben ne yaşadıysam sende yaşayacaksın ve ölmemek için yalvaracaksın! Duydun mu beni!?" Kendini geri çektiğinde adamda beni bırakıp geri çekildi.

 

"Korkak! Saklanacak yerin olmayacak korkak!" Odadan çıktıklarında halâ arkalarından deli gibi bağırıyordum. Susmayacaktım da.

 

"Öleceksiniz hepiniz!" Sesim kısılıp bedenim dayanamayacak raddeye gelene kadar bağırdım. İçimdeki öfkemi ancak bu şekilde dışarıya kusuyordum ve bu... daha yarısı bile değildi.

 

Hırıltılı nefeslerim yavaştan düzene girerken zorlukla uyuşan bedenimi hareket ettirdim. Bu kelepçeden kurtulmam gerekiyordu. Bileğimi fazlasıyla sıkan kelepçeyi zorlarken bundan kurtuluşum olmadığını biliyordum. Sadece anahtarla açılırdı bu ve anahtarı da adam ceketinin cebine koymuştu. Ona ulaşmamda imkansızdı. Zaman ilerledikçe artık her şey imkansız gibi görünmeye başlamıştı. Savaş telefon kapanmadan yerimi bulmuş muydu bilmiyorum. Dışarıyla iletişim kurduğumu öğrenen Alec muhtemelen yolun yarısında dönmüş beni öldürmeye geliyordu. Tabii daha çatışmaya girmediyse. Savaş'ı arayarak iyi mi yaptım bilmiyorum. Sadece ona zarar gelmesini istememiştim ama sanırım kendimi bu sefer gerçekten yakmıştım.

 

Karnıma küçük ağrılar girerken yatağa oturup sırtımı yatak başlığına dayadım. Korkum, özlemim hepsi o kadar yoğundu ki günler geçtikçe artan duygusal boşluğum beni gittikçe çökertiyordu. Artık ayakta durmakta zorlanıyordum. Dik durdukça canım daha çok yanıyordu ve bu beni daha da öfkelendiriyordu. Öfkelendikçe ise işler çığırından çıkıyordu ve zarar gördüğümle kalıyordum. Gittikçe yorgun düşüyordum. Ona dayandığımı söyledim ama ben... artık dayanamıyorum.

 

Konuşmanın ardından geçen birkaç saat sonra kapımın aniden açılmasıyla ağlamaktan şişen gözlerimi zorla araladım. Gelmişti işte... Beni öldürmeye gelmişti.

 

Hızlı adımlarla yaklaşıp boğazımı sıkarak yatak başlığına dayadığına hiç tepki vermedim. Artık karşı koyacak gücüm kalmamıştı. Tepkisizliğime şaşırsa da kendini toplayıp yeniden öfkeli haline büründü.

 

"Onu mu aradın!?" Sorduğu sorunun cevabını bildiği için cevap vermedim. Işığa alışan gözlerim daha yeni yeni onu seçerken dikkatimi çeken ilk şey boyundaki ve yakasındaki kan lekesi oldu. Yoksa o...

 

Oturduğum yerde hareketlenmeye başladığımda elimi boynundaki elime götürüp sertçe ittim. Kimin kanıydı bu?

 

"Ne yaptın sen?" Nefeslerim sıklaşırken yerimden kalkıp kelepçenin izin verdiği kadar üzerine atılmaya çalıştım. Kendini geri çektiği için dokunamamıştım bile.

 

"Onu arayarak beni engellemeye çalıştın ama sana söyledim... benim karşımda onun şansı yok!" Hayır yapmamıştı. Savaş'a dokunamamıştı. Biliyorum dokunmamıştı.

 

"Yalan söylüyorsun!"

 

"Niye yalan söyleyeyim ki? Onu arayarak hayatını kurtardığını mı sanıyorsun? Sadece işleri zorlaştırdın o kadar." Kendimden geçecek gibi olduğumda zorlukla duvara tutundum. İnanma... İnanma... yalan söylüyor inanma. Sadece canımı yakmaya çalışıyor inanma ona...

 

"Yalan söylüyorsun! Yalancının tekisin sen!" Suratıma okkalı bir tokat geçirdiğinde başım bir süre yana dönük kaldı. Hayır inanmamalıyım ona. Lanet olsun! İnanmak istemiyordum ama... kalbim yine ağrıyordu. Tıpkı beni terk ettiğini sandığımda olduğu gibi. Onu kaybettiğimi düşündüğümde olduğu gibi.

 

'Bu gece kavuşacağız. Duydun mu güzelim? Bu gece.' Kavuşacaktık hani? Hani kollarında uyuyacaktım?

 

Yere düşmemek için zorlukla yatağa oturdum. Kendimi kaybetmemeliydim. Seni oradan alacağım dediyse alırdı. Sabretmeliydim. Biliyorum gelecekti. Kanayan dudağımı başparmağımla silip başımı ona doğru çevirdim. İstediği zevki vermeyecektim ona.

 

"Sana inanmıyorum!" Bir tokat daha geçirdiğinde başım yine yana dönerken dişlerimi sıkıp tekrar ona döndüm.

 

"Sen onu yenemezsin!" Bir hışımla havaya kaldırdığı eline titreyen gözlerimle bakarken sanki onu bir şey durdurmuş gibi yumruğunu sıkıp elini yavaşça yanına doğru indirdi.

 

"Çıkın dışarı!" Aşçı lafı ikiletmeden odadan çıkarken diğer iki adam durmaya devam etti. Yine dişlerinin arasından yabancı dilde bir şey söylediğinde diğer ikisi de çıkmıştı dışarıya.

 

"Verdiğim sözü hatırlıyor musun?" O kadar çok şey söylemişti hangisinden bahsediyordu bilmiyorum. Yanıma oturduğunda halâ nefesleri sık ve hırıltılıydı. Çünkü planını bozmuştum. Çünkü... ona hiçbir şey yapamamıştı. Bu işi beceremediği için öfkesini bana yansıtsa da asıl kendine öfkeliydi o.

 

"Geldiğimde... bu ellerle-" ellerini göstermek ister gibi hareket ettirirken isteğini anladığım anda serbest kalan elimle sert bir tokat geçirdim suratına. İstediği şeyi ona asla ama asla vermeyecektim!

 

"Rüyanda görürsün alçak herif!" Sinirle üzerime atıldığında korkuyla geri çekilmek istedim ama yapamadım. Hayır! Bana dokunmasına izin veremezdim. Ona izin veremezdim!

 

Boşta kalan elimle onu uzaklaştırmaya çalışırken tek hamlede bileğimi kavrayıp başımın üzerine sabitledi.

 

"Bırak!" Zorlukla yutkunup konuşabilirken o hiç durmuyor ve beni soymaya çalışıyordu. Midem bulanmaya başlamıştı çoktan. Gözlerim korkudan kararırken tek elini bacağımda gezdirdiğini hissettiğimde gözlerim anında açılmış ve dokunuşlarını reddeden vücudum ondan kurtulacağım umuduyla büyük bir güç dalgasıyla titremişti. Küçük boşluğunda faydalanıp elimi ondan kurtardığım anda saçlarına uzanıp onu iyice kendime çektim ve fırsat vermeden dişlerimi kafasına geçirdim.

 

"Orosp-"

 

Acıyla inleyip kendini geriye attığında ağzımda kalan iğrenç tadı suratına tükürdüm. Ağzıma gelen rastgele küfürleri aceleyle sıralarken içinde alev topları gördüğüm gözlerini sulanmış kahvelerime dikip tekrar sinirle üzerime doğru eğildi. Yerimden kalkmak için yeltendiysem de bacaklarıma oturarak beni engellemişti.

 

"Bırak! Bırak beni! Dokunma bana!" Elleri tam tişörtümden içeriye kayacaktı ki duyulan sesle ikimizde pencereye doğru döndük. Gelmişti!

 

Hiç vakit kaybetmeden karnına geçirdiğim tekmeyle iki büklüm olup yanıma devrilirken üst üste tekmeleyerek yere düşürdüm onu.

 

"Öldün sen şerefsiz! Bu gece öldün sen!" Dışarıdan hızla yükselen silah sesleri giderek yakınlaşırken içeriye adamın biri dalıp aceleyle konuşmaya başladı. Alec kendine gelip toparlandığında beni tamamen unutmuş sadece adamla konuşuyor ve pencereye çok yaklaşmamaya dikkat ederek dışarıya bakmaya çalışıyordu.

 

"Geldi işte gördün mü!? Hepinizi öldürmeye geldi!"

 

"Kes sesini!" Belinden çıkardığı silahı suratıma doğrulturken adamın konuşması üzerine bir süre daha öyle kalıp sonrasında öfkeyle bağırıp geri indirdi silahı. Onunla dalga geçen gülüşüm gittikçe büyürken dişlerinin arasından adama bir şey söyleyip çıkıp gitti odadan.

 

"Hiçbir yere kaçamazsın! Duydun mu beni!? Ölümden kaçış yok sana!" Arkasından avazım çıktığı kadar bağırırken odada kalan adam hızla yanıma gelip eliyle ağzımı kapattı. Bir yandan da sürekli kapıyı yokluyor diğer elindeki silahı hazır tutuyordu. Artık şundan emindim. Beni öldürmeyeceklerdi. O halde sınırlarımı zorlamanın vakti gelmişti. Etrafa kısa bir bakış atıp gözüme başucumdaki vazoyu kestirdim. Adamın burada benimle tek başına kalmasının korkusu hissedebiliyordum. Onu başucumda buldukları anda öleceğini biliyordu ama belli ki aldığı emire de karşı gelemiyordu. Çünkü o zaman da öleceğini biliyordu.

 

Beni kontrol etmeyişini fırsat bilip önce dudaklarımın üzerindeki elini ısırdım sonrasında ise hamle yapmasına fırsat vermeden panikle ayağa kalkıp vazoyu kaptığım gibi kafasına geçirdim. Sanırım bugün heyecandan ölecektim.

 

Aldığı darbeden hiç etkilenmemiş gibi başını çevirip bakan adama korkuyla bakıp yapacağı hamleyi bekledim. Neden bir şey olmamıştı? Oysa ki çok sert vurmuştum. Vücudunu yavaşça bana döndürdüğünde nefesimi tutmuş vereceği tepkiyi bekledim. Önce elimdeki vazoya baktı sonra bakışlarını yüzüme çıkarttı. Gözleri yavaştan kayarken hiç beklemeden hırsla bir çığlık atıp vazoyu kafasında kırdım. Koca vücudu anında yeri boylarken korkuyla sırtımı duvara verip derin bir nefes aldım. Başarmıştım. Evet... başarmıştım!

 

Vakit kaybetmeden ceketinin ceplerini karıştırıp kelepçenin anahtarını aradım. Alec'i kaçmadan yakalamam gerekiyordu.

 

Sonunda elime gelen soğuk metalle zaferle gülümseyip çıkardım anahtarı. Çift anahtar vardı... tamam. Önce birini soktum ve yavaşça çevirdim. Kelepçe anında açılıp yataktan sökülürken sonunda özgür olmanın verdiği huzurla gülümsedim. Kurtulmuştum! Kelepçenin diğer yarısı halâ bileğime kilitliyken onu açmakla uğraşıp zaman kaybetmek istemedim. Koşarak odadan çıktığımda uzun koridorun boş oluşu beni sevindirdi. Sonunda artık engelsiz bir yoldaydım.

 

Derin bir nefes alıp koridor boyunca yürümeye başladığımda acele etmiyordum. Silah sesleri aşağıdan geldiğine göre çatışma aşağıda sürüyordu. Peki Alec neredeydi? Çoktan kaçmış mıydı yoksa? Onu bulup canını almadan bu geceyi sonlandırmak istemiyordum. Bana çektirdiği eziyetin hesabını vermeden bu işten kurtulamazdı. Buna izin vermeyecektim. Adımlarım sakin ama yere sert basıyordu. Önünden geçtiğim odaların açık kapısından içeriyi kontrol ederken kapalı olanları ise soğuk kanlılıkla açıyordum.

 

Az önce bana yaşattığı korku hala vücudumu titretirken arada bacaklarımda gezen ellerini hissediyor gibi oluyordum. Daha tenime dokunmamış olmasına rağmen bana yine de kafayı yedirtirken dudaklarını hissetmek belki de ölümle eş değer olacaktı. Ben artık ben olmayacaktım. Şu an bile değişiktim. Ben eski ben değildim. Gözüm intikam ateşiyle kararmıştı. Avcum kaşınıyordu ama ona inmek isteyen yumruklarımdan dolayı değil. Elime kanı bulaşsın istiyordum. Sapıkça bedenimde gezdirdiği gözleri kapansın istiyordum. Ben... o yok olsun istiyordum.

 

Aşağıya inen merdivene yaklaştıkça kulağımdaki baskı artarken sonunda onu görmüştüm. Tek başınaydı. Merdivenin kapalı trabzanının arkasına saklanmış arada yakaladığı küçük boşluklarda elindeki iki silahla aşağıya ateş açıyordu. Eğer silahın birini alırsam beynini dağıtabilirdim ya da onu korkuluklardan aşağıya itekleyebilirdim. Adımlarımı ona doğru çevirdiğimde yanından geçip gideceğim odayla anlık olarak durdum. Daha iyi bir fikrim vardı.

 

Odaya girip yerini bildiğim şeyi almak için çalışma masasına yöneldim. Canını fena yapacaktım onun. Çekmeceyi açmamla karşıma çıkan manzaraya şaşkınlıkla baktım. Burada aradığımdan daha fazlası vardı. Elimi kestiği küçük çakıyı kenara itip daha büyüklerine yöneldim. Boy boy bıçaklar sırayla dizilmiş ışığın etkisiyle metal uçları parlıyordu. Üzerine dokunduğum bir bıçak anında parmağımı keserken ucuna bir damla kan bulaşmıştı. Fazla vakit kaybetmeden bıçağı elime alıp çıktım odadan.

 

Tüm dikkatini aşağıya vermiş ona yaklaştığımı hissetmezken bıçağı arkama sakladım. Her şey buraya kadardı... hayat senin için buraya kadardı.

 

Dibine kadar geldiğimde aşağıdan gelen küçük bağrışmalar gittikçe artıyor ve silah sesleri azalıyordu.

 

"Ateşi kesin!" Sesini duyduğumda kalbim teklemişti. Gözlerine bakmaya cesaret edemezken birazdan yapacağım şeyin ağırlığıyla belki de hiç bakamayacaktım.

 

"Kimse ateş etmesin!" Merdivenin başında durmamla bütün silahlar susarken o halâ geldiğimi fark etmemişti. Kendini o kadar kaptırmıştı ki bulduğu bu boşluğu değerlendirip hızla ayağa kalktı ve kurşunlarını aşağıya boşalttı. Aptal... Tam bir aptal. Buradan kurtulacağını sanıyordu.

 

Kurşunu biten silahını sinirle yere atarken diğerinin de bitmesiyle bir küfür savurup kaçmak için arkasını döndü ve... bum! Sonunda karşı karşıya gelebilmiştik. Beni gördüğüne önce şaşırsa da hemen kendine gelmiş ve kaşları hızla çatılmıştı. O iğrenç aklından neler geçtiğini biliyordum. Nasıl bu kadar aptal olabiliyordu? Kapana kısılmıştı işte halâ beni nasıl kurtuluş olarak görebiliyordu ki?

 

Bana doğru hamle yaptığı sırada ondan önce davranıp can acıtıcı hamlemi yaptım. Karnına soktuğum bıçağı içinde hareket ettirirken yüzüme tıpkı onunki gibi psikopat bir gülüş yerleştirdim. Böyle şeyleri sever sanıyordum ama o... neden eğlenmiyordu? Yoksa hoşuna gitmemiş miydi?

 

"Söyledim sana..." ağzı yavaştan açılıp boğazdan sesler çıkartırken bıçağı en derine bastırmamla can alıcı hamlemi de yapmıştım. İşte bu kadar... Her şey bu kadardı. Bıçağı içinden çekmemle başı yavaşça aşağıya kaydı. Karnından oluk oluk akan kanın bir kısmı ellerime bulaşmıştı.

 

"Şunlara bak..." heyecanla şakıyıp ellerimi görmesi için önünde salladım. Delirmiş miydim?

 

"Kimin kanı kimin ellerinde? Söyle hadi kim kazandı?" Ağzının kenarından aşağıya doğru akan kan boynundan yol çizip yakasından aşağıya doğru indi. Şaşırmıştı değil mi? Sürekli birilerini öldürmekten bahsederken ölmeyi hiç hesaba katmamıştı.

 

"Ölümünün benim elinden olacağını söylemiştim." Üzerine doğru attığım adımla yavaşça geriye doğru savrulup trabzanlardan aşağıya düştü. Düşündüğümün aksine kalbimde bir nebze bile ağırlık belirmezken aksine hafiflemiş hissediyordum. Birinin hayatına son vermenin her zaman büyük bencillik olduğunu düşünürdüm ama şimdi artık hiç öyle değildi. Alec gibileri gerçekten ölmeyi hak ediyordu. O pis düşüncelerin bir şekilde bu dünyadan silinip yok olması gerekiyordu. Onları yok etmek bu seferlik bana düşmüştü ve ben hiç bencil hissetmiyordum.

 

"Oğlum! Yavrum!" Bakışlarımı aşağıya indirdiğimde yaşlı bir adamın Alec'in ölü bedeninin yanına diz çökmüş acı içinde feryat ettiğini gördüm.

 

"Oğlumu öldürdü o kız! Yaşamayı hak etmiyor!" Ne kadar iğrenç bir insanda olsa bir babayı evladından ayırmıştım. Elimdeki bıçak kayıp yerle buluştuğunda çıkardığı ses kulağımı çınlatmıştı. Aşağıdaki yakarışlara rağmen yine de hiçbir pişmanlık hissetmiyordum. Kalbim bir anda nasıl bu kadar soğumuştu? Nasıl bu kadar katı bir hal almıştı?

 

Hissettiğim sıcaklıkla başımı yana doğru çevirip şefkat ve özlem karışımıyla dolu gözlere baktım. Bir anda tüm vücudumu ateş kaplarken göz göze geldiğimiz an hiç beklemeden öne doğru atıldım. Aynı anda o da hamle yaparken saliseler içinde birleşmiş bir süre ayrı kalan saf ruhlarımız eskisi gibi bütünleşmişti. Buz tutan kalbim eriyip yanmaya başladığında adamın feryat eden sesi yükseldikçe kalbime binen ağırlık artıyordu. Ben ne yapmıştım? Doğru olan bu muydu? Olması gereken bu muydu? Pişman mıydım..? Hayır değildim. Peki bu çektiğim acı da neyin nesiydi? Kendime mi üzülüyordum yoksa? Kendime mi acıyordum? Tabii ya! Ben... kaybetmiştim.

 

Artık masumluğumu kaybetmiştim.

Bölüm : 01.01.2025 19:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...