'Çünkü yaşamak için bir başkasına sırtını dayamak, tek başına savaşmaktan daha kolaydır.' İnsanın sevdiğiyle birlikteyken kendini evinde hissetmesi bu yüzdendi. Onun yanındayken rahat davranmam, sonsuz güvenlik hissetmem bana ev olduğu içindi. Zaten şöyle bir baktığımda görüyordum. Beni korumak isteyişini, sevmek isteyişini, bana yuva olmak isteyişini görebiliyordum. Zaten insan evini nerede görse tanırdı.
Bakışlarımı raftaki kitaptan çekip onda yoğunlaştırdım. Benimle büyük bir özenle ilgileniyor, beni yormamaya çalışıyor ve yaralarımı büyük bir incelikle inceliyordu. Gözlerini her bir detayımda gezdiriyor gördüğü her yarada veya morlukta kaşları giderek çatılıyordu.
"Hemen geleceğim." Yerinden kalkıp banyoya girdiğinde suyun sesini duydum.
Bakışlarımı sakince odada gezdirdim. Beni yazlığı andıran şirin, iki katlı, ahşap bir eve getirmişti. Pencerenin etrafı yeşil, gür sarmaşıklarla çevriliydi. Bu oda da dahil olmak üzere ev tamamen sade döşenmişti. Fazladan gereksiz eşya yoktu. Güzeldi. Ferahlatıcıydı ama... neden buraya gelmiştik? Neden beni kızların yanına götürmemişti?
Tekrar odaya döndüğünde önümde diz çöktü. Bakışlarımı zorlukla gözlerine çıkardığımda elalarındaki yumuşaklık beni rahatlatıyordu. Saatlerdir içimde, yaptığım şey için kendimle çekişirken daha yeni yeni artık o düşüncelerden kurtuluyor ve tekrar onun yanında olmanın heyecanını yaşıyordum. Unutamıyordum tabii ama Savaş her zaman her şeye baskın geliyordu. Onu özlemiştim. Onu çok özlemiştim. Bu, geçmişte bıraktıklarıma karşı hissettiğim özlemden farklıydı. O söz konusu olduğuna her şeyin başkalaştığı bu da başkaydı. Yanımdaydı ama halâ özlüyorum. Bu... şey içime sığmıyordu ve eğer böyle giderse yakında taşacak gibiydi.
Özlem dolu bakışlarımı ellerine indirdim. Önce ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkardı. Sonrasında yavaşça bacaklarımdan yukarıya doğru tırmanan parmakları belime gidip tişörtümü içine soktuğum pantolonumun dışına çıkardığında olduğum yerde korkuyla titreyip aniden ayağa kalkmış ve zorlukla yutkunmuştum. Halâ bana yapmaya çalıştığı şeyin etkisindeydim. Halâ Alec'in etkisindeydim!
Benimle aynı anda ayağa kalkarken verdiğim tepki yüzünden utanıp başımı öne eğdim. Onu istemediğimi düşünecekti. Gözümden akan birkaç damla yaş yere düşerken tüy kadar hafif dokunuşuyla çenemi tutup havaya kaldırdı.
"Eğme o güzel başını." Başparmağıyla yanağımdaki ıslaklığı silerken uzanıp alnımı öptü. Alec bana dokunmamış olsa bile şu an karşısında o kadar çok utanıyordum ki. Ağlayacağımı belli eden hafif öne doğru sarkan alt dudağımı dişleyip gözlerine bakamadan başımı omzuna yasladım.
"Bana güveniyor musun?" Cevap vermek yerine başımı salladığımda dudaklarını saç diplerimde hissettim. Dokunuşları, küçük öpücükleri hem beni rahatlatmak içindi hem de tutmakta zorlandığı özlemindendi.
Parmaklarını tekrar tenimde hissettiğimde içli bir nefes alıp bir adım daha yaklaştım ona. Tişörtümü yukarıya doğru sıyırırken ona yardımcı olmak için kollarımı havaya kaldırdım. Tek seferde vücudumdan sıyrılan tişört yerle buluşurken bir süre üzerindeki kurumuş ve koyulaşan kanlara baktım. Bu yolun sonunda masum kalamayacağımı biliyordum.
Sıcak parmaklarını tekrar tenimde hissettiğimde başımı ona doğru çevirdim. Her ne yapacaksa bunu beni düşündüğü için yapacağından ona izin verdim. Artık ondan utanmak istemiyordum. Beni tekrar eski ben yapmasına ihtiyacım vardı. Benim huzura, sakinliğe ihtiyacım vardı. En çokta ona. Sevgisine.
Pantolonumun düğmesini açıp aşağıya doğru sıyırdığında başımı boynuna gömdüm ve dudaklarımı uzunca bastırdım oraya.
"İyi ki varsın." Beni kollarımın altında kasılan vücuduna iyice yapıştırıp bir süre sadece saçlarımın arasında nefes aldı. Ona dokunmayı, öpmeyi, sarılmayı en çokta kokusunu o kadar özlemiştim ki bir an için bu anın hiç bitmemesini diledim. Şimdiden bile ruhumun iyileşmeye başladığını hissedebiliyordum. Ruhumdan koparılan parçalar yine eski yerlerini bulurken dudaklarımı hareket ettirip tekrar aynı yeri öptüm. Tamamlanmak güzeldi. Hele ki onun tarafından tamamlanmak... anlatmak istesem kelimeler kifayetsiz kalacaktı. Bu... bu sadece hissedilerek öğrenilirdi ve ben sanki onun kalbinin sıcaklığını hissediyor gibiydim.
Bacaklarımı hareket ettirip pantolondan kurtulduğumda çıplak kalmanın etkisiyle biraz üşümüştüm. Bir süre sırtımda gezinen kolları yavaşça aşağıya indi ve bacaklarımı kavradı. Beni kucağına aldığında gözlerimi aralayıp yüzüne baktım. Yüzündeki memnuniyet ifadesi ona güvendiğimi bilmesindendi.
Banyoya girdiğimizde başımı hafiften göğsüne sürterek kendime güzel bir yer yaparken boynundaki ellerimi daha da sıkılaştırdım. Her şey bir rüya gibi geliyordu. Asla bitmesini istemeyeceğim bir rüya.
"Şimdi seni bırakacağım ama korkma tamam mı?" Neden korkacaktım ki? Sakince başımı sallayıp ayaklarımın yere basmasını bekledim. Bedeni aşağıya doğru eğildiğinde inmek için tam kollarımı boynundan çözmüştüm ki beklenmedik ıslaklıkla korkup bedenimi toplamaya çalıştım ve kollarımı sıkıca boynuna sardım.
"Sakin ol... Sadece su." Güven verici ses tonuyla bakışlarımı tekrar yüzüne çıkarırken anlamaya çalıştım. Su? Başımı yana çevirip aşağıya baktım. Üstü tamamen köpükle kaplı su dolu küvet beni bekliyordu. Doğru ya yıkanmaya ihtiyacım vardı. Daha önce hiç küvette yıkanmamıştım.
"Hazır mısın? Bırakayım mı?" Kuruyan dudaklarımı ıslatırken hafifçe gülümsedim. Küvet eğlenceli olabilirdi. Tekrar başımı salladığımda beni yavaşça küvetin içine bıraktı. Tam vücut ısıma göre ayarlanan suda bedenim anında gevşerken arkama yaslanıp gözlerimi kapattım. Kabus dolu saatler sonunda bu iyi gelmişti. Banyodan çıktığını sanırken hissettiğim nefesiyle gözlerimi aralayıp ona baktım. Üstündeki tişörtünü çıkarmış ve yanıma eğilip kollarını küvete dayamıştı.
"Beni mi izleyeceksin yoksa?" Çenemi omzuma sürtüp kaşırken onu daha iyi görebilmek için saçlarımı kulak arkası yaptım. O böyle bakarsa heyecandan sabun dahi tutamazdım.
"Daha iyisini yapacağım." Parmakları yavaştan kolumdan yukarıya doğru tırmanırken gözlerim biraz büyümüş bedenim dokunuşuyla ürpermişti. Ilık su birden ateş almış gibi bana kaynar su hissini verirken onun göremediği suyun içinde kalan elimle yavaşça kalbime dokundum. Böylesini daha önce hissetmemiştim. Beni korkutmuyordu ama yapacağı tek bir hareketle belki de bakışıyla kalbimin atışını durduracak gibiydi. Sakince yutkunup cümlesinin devamını getirmesini bekledim.
Diğer elini de omzumun üzerine koyduğunda kulağıma yaklaşıp usulca fısıldadı.
"Seni ben yıkayacağım." Sesi ne onay istiyordu ne de itiraz kabul ediyordu. Sadece... bunu yapacaktı. Bakışlarımı burnumun ucundaki gözlerine indirdiğimde koyulaşan elalarında sadece istek gördüm. Bunu yapmayı gerçekten istiyordu. Yok denecek kadar az bir miktarda ise arzu. Hazır olmadığımı düşündüğünden arzulu duygularını bastırmaya çalışıyordu ama ben bunu istemiyordum. Ben sadece... onu istiyordum. Kendini benden saklamasını istemiyordum.
Sütyenimin askılarını aşağıya indirdiğinde titrek bir nefes alıp tekrar ona doğru döndüm. Biraz... tedirgindim. Bedenimi tüm çıplaklığıyla görmesine hazır mıydım?
"Bana güven..." Sırtımdaki kilidi çözüp çamaşırı avuçlayıp çıkardığında üzerimdeki hafif şaşkınlığı halâ atamamıştım. Bakışlarını hiçbir şekilde gözlerimden ayırmazken eli sırtımdan aşağıya doğru kayıp çamaşırımın üzerinde durdu.
"Benden korkma..." Ben hiçbir şekilde tepki veremezken o hızını hiç kaybetmeden diğer kolunu belime sardı ve beni hafifçe havaya kaldırıp çamaşırımı altımdan çekip tek seferde bacaklarımdan sıyırıp çıkardı. Siktir... Artık çırılçıplaktım. Dakikalar önce artık ondan utanmak istemezken bu şu an çok zordu. Beni daha iç çamaşırlarımla bile görmemişken şu an çıplaktım. Daha önce hiçbir alıştırmamız yoktu. Gerçi nasıl alıştırma olurdu bilmiyorum ama... her neyse işte. Çıplaktım.
Suyun yüzeyini kaplayan köpük omuzlarımdan aşağısını göstermese de sonuç olarak çıplaktım. Evet... öyleydim.
Derin bir nefes alıp geri çekilmesini beklerken ondan kaçırdığım bakışlarımı tekrar gözlerine çıkardım. Anlaşılan bana dokundukça saklamaya çalıştığı arzuları yavaştan gün yüzüne çıkmaya başlamıştı.
"İçeriye gel." Yavaştan geri çekilirken kaşları hafiften havaya kalktı. Evet... yanlış duymadın. Beklenmedik isteğim beni bile şaşırtırken tırnaklarımı baldırıma batırdım. Allah aşkına ne diyordum ben!? Neden kendime sahip çıkamıyordum? O bunun için erken olduğunu düşünebilirdi. Ya da bilmiyorum... Sarhoş olduğu gece açık açık beni istediğini söylemişti. Beni halâ istiyor muydu? Gelecek miydi? Ahh lanet olsun! Hiç sormamalıydım.
"Ne?" Bacaklarımı büküp kollarımı etrafına sararken yavaşça gülümsedim. Söylemiştim bir kere artık geri dönemezdim. Beni reddeder miydi bilmiyorum ve eğer reddederse çok üzüleceğimi de biliyordum. Ne yapmalıydım? Durmalı mıydım yoksa... devam mı etmeliydim? Durmak istesem nasıl duracaktım peki? Her bir hücrem onun için titrerken nasıl duracaktım? Buna gücüm var mıydı ki? Sanırım artık sınırlarımı aşmam gerekiyordu. Bir süreden sonra bastıramadığım duygularım artık beni bitiriyordu. Beni görsün istiyordum. Ona olan aşkımın büyüklüğünü bilsin, hissetsin istiyordum. Onunda hislerine güvenerek devam ettim.
"İçeriye..." bakışlarımla suyu gösterdim.
"Gel." Gözlerini birkaç kez kırpıştırıp parmaklarını küvetin kenarına koydu. Ne o? Çekiniyor muydu yoksa? Belki de aklım başımda mı diye düşünüyordu. Saatler sonra daha yeni yeni konuşmaya başlamıştım ve istediğim şey benimle birlikte küvete girmesiydi. Ama... aklım başındaydı. Sadece onu özlemiştim.
"Beni daha ne kadar bekleteceksin." Kısık ses tonumla kendine gelirken gözlerini birkaç kez daha kırpıştırdı. Dudaklarını yavaşça iki yana kıvırdığında bende rahat bir nefes alıp gülümsedim. O... halâ oydu. Tabii ki de bu fırsatı kaçırmayacaktı.
Ayağa kalktığında tam içeriye dalacaktı ki olumsuz bir ses çıkarıp durdurdum onu. Böyle olmazdı. Ben böyleyken o öyle olmazdı.
"Soyun." Cesaretime ben bile hayran kalırken ateşi artık bedenimin en uçlarında hissettim. Resmen alev alev yanıyordum. Derin bir nefes alıp arkama yaslandığımda beraberinde gözlerimi de kapattım. Neyse ki itiraz etmedi. Şaşkın olduğunu biliyordum ama birazdan aklını başından alacaktım onun. İçimdeki ateş beni tek başıma yakmamalıydı. Bunu onunla paylaşmak istiyordum. Onun için yandığımı hissetsin istiyordum. Pantolonun yere düşen sesini duyduğumda zorlukla yutkundum. Sınırları kademeyle aşacağımı sanırken hepsini birden yıkmıştım. Neyse ki dengesiz olduğumu biliyordu.
İçeriye adım attığını hissettiğimde Bir an için gözlerimi açmak istedim. Ama bu kadarını yapamazdım. Şimdilik... ya da bilmiyorum. Açma... Açma... ne göreceğimi bilmiyorum. Büyük ihtimalle daha önce hiç görmediğim bir şeydi. Hem o da beni daha tamamen görmemişti belki kendisi de onu görmemi istemiyordur. Ne? Ne saçmalıyordum ben? Sanırım aynı küvetin içinde ikimizinde çıplak olduğunu daha idrak edememiştim. Huhh... öyleydik değil mi? Suyun hafif çalkalanmasıyla kendime gelirken boğazımdaki yumruyu zorlukla aşağıya indirdim. Ahh... Siktir! Görmek istiyordum. Sabırsızlıkla onu beklerken dayanamayıp çaktırmadan gözlerimi araladım. Gördüğüm şeyle o fark etmeden panikle tekrar gözlerimi kapatırken kenarından tutunduğum küveti sıktım. Aman Allahım! O çok... kusursuzdu. Kalbim yine hızını alamayıp bedenimi parçalayıp çıkmak istercesine atarken nefeslerimin sıklaştığını hissettim. Her bir detayından bu kadar hızlı etkilenirken sonum ne olacaktı hiç kestiremiyordum.
Gözlerimi araladığımda bel altı çoktan suya girmişti beni bu hale getiren ise gördüğüm karın kaslarıydı. Parmaklarımı pürüzsüz teninde gezdirip arada bir dokunma fırsatı yakaladığım kasları.
Bacaklarıma değen bacaklarını hissettiğimde gözlerimi açtım. Tamamen içeriye girip oturduğunda su biraz dışarıya taşmıştı küvette su azaldığından dolayı köpüklerde biraz aşağıya inmiş ama henüz göğüslerimi açığa çıkarmamıştı.
Islanan vücuduna büyük bir açlıkla bakarken yavaşça yutkundum. Vay be! Resmen kas madenine sahiptim. Daha önce dokunmuş olsam da gözlerimi açıp bakmayı akıl edememiştim. Baklavalarını ilk kez görüyordum. Tanrım..! Kaç taneydi onlar?
"Ne kadar..-" gözlerimi kaçırıp tekrar tekrar derin nefesler aldım. Soramayacaktım. Ne kadar çıplaksın diyemeyecektim. Siktir! Utanacağım tutmuştu.
"Hazır olduğun kadar." Sadece onu istiyordum ama buna ne kadar hazırdım bunu ben bile bilmiyordum.
Ona yaklaşmak için yerimde hareketlendiğimde yanlara uzattığım bacaklarımı tutup kendisine doğru çekti. Bana her dokunuşunda kalbim hızını arttırırken göğüslerimin onun vücuduna dokunmasıyla teklemişti. Yakınlığımız daha önce hiç bu raddeye kadar gelmemişti.
Dudaklarımı dişleyip bacaklarımı beline sardım. Günler sonra sonunda kavuşmuştuk işte. Kollarını kollarımın altından geçirip beni biraz daha kendine yaklaşıldığında bacaklarının üzerine çıkmıştım. Kasıklarımız birbirine sürtünürken ağzımdan kaçan küçük inlemeyle giderek onunda ateşini harladığımı biliyordum. Ama kendime hakim olamıyordum. Onunda alıp büyük bir gürültüyle verdiği içli nefes onu öpmek için sızlayan dudaklarıma çarparken tek elimi yavaşça karnındaki kaslarda gezdirdim. 1, 2, 3... ellerim gittikçe yukarı tırmanırken büyük bir zevkle saymaya devam ettim. Tam 6 tane! Artık onu istemek için 6 sebebim daha vardı.
Alnını alnıma dayarken gözlerini çoktan kapatmış, çenesi gerilmişti. Kolları ise ben kaçmayayım diye beni sıkıca sarmalamış gibiydi. Kaçmak isteyen mi vardı sanki?
"Yap hadi." Kısık sesim kulaklarına ulaştığında gözlerini araladı. Siktir..! Gözleri simsiyah olmuştu! İlk defa bu kadar koyu ilk defa bu kadar yoğundu. Halâ o da istiyordu...
"Neyi?" Gözleri biraz açılmış benden gelecek cevabı beklerken hafifçe kıkırdadım. Aklını çelmeyi başarmıştım ama... altında boxerını bırakmamış olsaydı çok farklı şeyler yapabilirdik. Artık ne onu soyacak cesaretim kalmıştı ne de tekrar soyunmasını isteyecek. Ayrıca halâ benim hazır olmadığımı düşünüyordu o yüzden bir şekilde hep tereddütte kalacaktı. Oysa ki ben beni istediği o geceden beri hazırdım.
"Yıkamayacak mıydın?" Alnımı ondan ayırmadan önce son kez teninin kokusunu içime çektim. Yavaştan sıklaşmış olan nefeslerimi düzene sokarken elimi suyun altından çıkarıp yanağına uzattım ve yavaşça okşadım. Bunu yapmayı bile çok özlemiştim.
Sonunda kendine geldiğinde gözlerini gözlerimden çekip bir süre etrafta gezdirdi. Birbirimize dayandığımız o kısacık saniyede farklı bir aleme ışınlanmış gibiydik. Ve anlaşılan etkisinden çıkmak onun için daha zordu.
Gözlerim yutkundukça oynayan adem elmasına kayarken o uzanıp yanda asılı duran turuncu lifi eline aldı. Şu dakikadan itibaren onun bebeğiymiş gibi hissetmeye başlamıştım. Lifi suya daldırıp ıslattıktan sonra yanağında duran elimi avuçlayıp yavaşça aşağıya indirdi. Parmaklarıma yapışıp kalan kanları yavaşça temizlerken başımı hafif yana eğip onu izledim.
Yüzü her zamanki gibi ciddi bir iş yaparken aldığı surat ifadesine bürünmüştü. Kaşlar hafif çatılmış gözler biraz kısılmış ama halâ bakışları keskinliğini koruyordu. Nasıl beceriyordu bilmiyorum ama bir şekilde yüzündeki kemikler daha da belirginleşiyordu. Dudakları biraz inceliyor ve düz bir çizgi halini alıyordu. Dudaklarında takılı kalan gözlerim dudaklarımın sızısını arttırırken kendime işkence etmemek için bakışlarımı hemen oradan çektim. Onunda sırası gelecekti. Anlaşılan o kademe kademe ilerlemek istiyordu. Anlamadığım tek şey her zaman önce o hazır olup beni ele geçirirken bugün neden çekingen davrandığıydı. Ona bu kadar fırsat vermişken o neden bunları değerlendirmiyordu anlamıyorum. Oysa ki o sunduğum hiçbir fırsatı kaçırmazdı.
"Ne düşünüyorsun?" Elimle işi bittiğinde yavaşça bırakıp diğer elimi avuçladı. Sargısı ıslanan elim yavaştan sızlarken oraya dudaklarını hafifçe bastırıp gözlerini ona dikmiş olduğum gözlerime çıkardı. Ne düşünüyordu merak ediyordum.
"Neden?" Bakışlarını tekrar elime indirdiğinde kanlı parmaklarımı temizlemeye koyuldu. Tırnaklarımın arasına kadar özenle temizlediği elimi ondan çekip tekrar yanağını okşadım.
"Neden dedim?" Başını hafif yana eğdiğinde gözleri kolumdaki morluklarda gezindi. Evet canım yanıyordu ama bu onun yüzünden değildi ki.
"Verdiğim sözü tutamadım. Seni korumayı beceremedim." Küçük bir tebessümle başımı iki yana sallayıp itiraz dolu bir ses çıkardım.
"Senin suçun değil Savaş kendine haksızlık etme. Kendimi bildiğimden beri en çok senin yanında güvende hissettim ben."
"Kolların... elin, yüzün... yaraların çok. Canın çok yanmış. Seni dışarıdan sakınabilseydim-" parmaklarımı dudaklarına götürüp susturdum onu. Daha fazla bu saçmalıkları dinlemek istemiyordum. Daha fazla kendisini suçlamasını istemiyordum. Beni bu hale getiren Alec'ti, o değil.
"Senin suçun değil! Buna sebep olan kişi de bunun bedelini ödedi." Onu hatırladıkça halihazırda bekleyen gözyaşlarım anında yanaklarımdan süzülürken onları yakalamak istercesine dudaklarını yanaklarıma bastırdı. Nasıl olacaktı bilmiyorum ama artık yaşananları unutmak istiyordum.
"Özür dilerim." Kollarımı tekrardan boynuna sararken kendimi tutmayı bırakıp küçük hıçkırıklarıma izin verdim. İçimde biriken bu kırgınlığı nasıl dışarı atacağımı bilmiyordum. Ağlamak iyi gelir miydi onu da bilmiyorum. Tek bildiğim artık yanında olup tekrar güvende hissettiğimdi. Bana bu kadar iyi gelirken kendisini suçlamasına dayanamıyordum. Bu hale gelmemin tek suçlusu Alec'ti ve ben onu... öldürmüştüm.
Kollarını sıkıca bedenime sararken aynı zamanda kulağıma beni rahatlatmak için küçük küçük fısıldıyor ve sürekli özür diliyordu.
"O çok korkunçtu. Ben... her gün beni öldüreceğini bilerek bekledim onu."
"Anlat bana. Sana ne yaptığını anlat." Başımı iki yana sallayıp alnımı omzuna dayadım. Anlatamazdım. Bana yapmaya çalıştığı şeyi ona anlatamazdım.
Bir süre sessiz kalıp sakinleşmeyi bekledim. Ağlamaya devam edersem iyice işkillenecekti ve üzerime gelecekti. Ben onun, Alec'in bana saldırdığını bilmesini istemiyordum.
"Ben..." Başımı kaldırıp ellerimi boynundan yukarıya doğru kaydırdım ve yüzünü avuçladım.
"Seni kaybettiğimi sandım." Zorlukla yutkunup devam ettim. Dolu dolu bakan elaları beni daha da zor bir duruma sokuyordu. O... sandığımdan da berbat bir haldeydi. Belli etmemeye çalışıyordu ama belli ki o da korkmuştu. Ben artık hayatımda korku istemiyordum. Önümüzde beraber geçirebileceğimiz huzurlu günler varken artık en ufak bir korku dahi yaşamak istemiyordum. Sadece onunla huzurlu bir hayat istiyordum o kadar.
"Gözlerinde cehennem ateşi var gibiydi... ona inanmak istemedim. Sen geleceğim dedin, kavuşacağız dedin sana inanmak istedim ama..." biraz bekleyip soluklandım. Kalbim... yine ağrımaya başlamıştı. O anki hislerim yine içime doğmuştu. Belki bunları dile getirirsem bekli ona anlatırsam bir daha hissetmezdim. Sonuç olarak kaybeden Alec'ti ben yine Savaş'ı kazanmıştım.
"Ama onun üzerinde kan vardı. Senin olduğunu söyledi. Ona inanmak istemedim ama burada..." elini tutup göğsümün üzerine yerleştirdim. Dokunuşuyla hızlanan kalbim elinin altında gittikçe ısınıyor ve sanki... büyüyordu.
"Burada bir şeyler hissettim." Şu dakikadan itibaren kalbim yaşadıklarımın etkisiyle değil de tamamen onun dokunuşuyla çırpınıyordu. Resmen göğsüme dokunuyordu. Çıplak göğsüme! Bende onun etkisi yaşadıklarımdan çok daha büyüktü.
Bir süre sonra elini aşağıya doğru indirip çektiğinde hafif bir utançla ikimizde gözlerimizi birbirimizden kaçırdık. Bir anda değişen atmosfer aslında bana iyi gelmişti. Yaşadıklarımı konuşmak yerine onu hissetmek güzeldi. Son kez burnumu çekip bakışlarımı tedirginlikle yüzüne çıkardım.
"Şey yapalım..." eliyle saçlarını karıştırırken etrafa bakındı. Sersemleşmişti bir anda. Bu hali bile çok çekiciydi.
"Ne yapalım?" Gözlerimle her bir hareketini izlerken hafifçe kıkırdadım. Onu dikkatle izlemem elini ayağını birbirine dolaştırmıştı.
"Sen hasta olmadan şu işi bitirelim."
"Hangi işi?" Yüzümdeki tüm hüzün silinip giderken yerini büyük bir gülümsemeye bırakmıştı. Bir anda panik olması hoşuma gitmişti. Normalde sürekli karşısında ben panik olurdum ve o beni gülerek izlerdi. Gerçekten güzel bir manzara oluşuyormuş.
Başını bir şey arar gibi sağa sola çevirirken sonunda eline aldığı şişeyle bana doğru döndü ama artık her ne gördüyse donup kalması da bir oldu. Dudakları bir şey söylemek için kıpırdansa da titremekten başka bir şey yapmıyordu. Yine neyden etkilenmişti bu? Kendimi kontrol ettiğimde açıkta bir yer görememiştim.
"Ne oldu? Neden öyle bakıyorsun?"
"Çok güzel gülüyorsun." Evet... bunu daha önce de söylemişti. Dudaklarım gittikçe iki yana kıvrılırken elindeki şişeyi görmemle büyük bir şaşkınlıkla açıldı.
"Bu..?" Bakışlarımı takip edip o da şişeye baktı.
"Senin kokun." Evet bu benim kullandığım şampuandı. Nereden biliyordu ki bunu kullandığımı?
"Aradım... buldum?" Benim kokumu mu aramıştı yani? Her hareketinde ona tekrar tekrar aşık olurken yerimde kıpırdanıp ellerimi omuzlarına koyarak kendimi hafifçe kaldırdım. Onu öpecektim.
Boğazını temizleyip kendini hafifçe geriye çektiğinde olduğum yerde kaldım. Sanırım öpemeyecektim.
"Kıpırdanıp durma." Ne yani öpmeyeyim mi? Dudağımı büzüp tekrar otururken bir şey diyecek gibi olsa da onu yutup derin bir nefes aldı. Ne yaptım ben şimdi?
"Saçlarını yıkayayım da çıkalım üşüdün sen." Evet biraz.
Şampuanı eline döküp oradan da saçlarıma yedirmeye başladığında gözlerimi kapattım. Yanlış bir şey mi yapmıştım az önce? Neden kıpırdamama- Siktir! Kucağında oturuyordum değil mi? Ben ona dedikçe- Siktir! Yanaklarımın anında elma gibi kıpkırmızı kesildiğinde emindim. Açıkçası iradesinin gücüne hayran kalmıştım. Onu baştan çıkarmak için yaptıklarıma karşı nasıl bu kadar dirayetli olabiliyordu? Oysa ben geçtim bir dokunuşu tek kelimesinde bile kendimi ona teslim etmek için hazır oluyordum.
Soğuyan suyla yavaştan üşümeye başlayan bedenim saçlarıma tuttuğu fıskiyeyle tekrardan ısınmıştı.
Ellerini yüzümde gezdirip saçlarımı geriye ittiğinde hafifçe araladım gözlerimi. Yüz ifadesi yine memnuniyete bürünmüştü. Eskisi gibi olmak güzeldi.
"Ben sana havlu getireyim." Başımı sallayıp yerinden kalkması için kendimi geriye çektim. Bacaklarımı onun belinden çözüp yine kıvırarak kollarımı etrafına sardım ve çenemi dizlerime yasladım.
"Gözlerimi kapatayım mı?" Bir süre yüzüme bakıp cevap vermeden kalktığında ciddiyetle sırtımı dikleştirdim. Lanet olsun! Sadece onu denemek istemiştim kalkacağı sırada gözlerimi kapatmayı düşünüyordum. Her neyse... artık sadece kaslarının değil tüm vücudunun bir maden olduğu kanısına varmıştım. Büyük bir hayranlıkla küvetten çıkışını izlediğimde arkasını dönmesiyle gözlerimi sıkı kalçalarından alamadım. Siktir! Siktir! Siktir! Yüz bin kere siktir!
Neden daha önce onları fark etmemiştim? Tanrım aklım neredeydi benim? Bu çocuğun her bir detayı mükemmeldi. Bacakları bile. Gözlerim yavaştan yukarıya çıktığında daha önce görmediğim kürek kemikleri arasındaki dövmeye büyük bir dikkatle baktım. Sanırım körün tekiydim.
"Sırtında dövme var..." bana omzunun üzerinden bakıp öyle cevap verdi ve önüne dönüp elinde büyük havluyla tekrar bana doğru döndü.
"Biliyorum." Tabii ki de biliyorsun ben sadece... şaşırmıştım.
"Gel hadi." Havluyu uzunca açıp gözlerini kapattı. Uslu çocuk.
Küvetten çıktığımda ayağımın kaymaması için yere dikkatle basıp havluyu elinden aldım ve kollarımın altından bedenime sardım.
"Gözlerini açabilirsin." Talimatım üzerine gözlerini açtığında beni baştan aşağı süzüp eline küçük bir saç havlusu aldı ve beni belimden ilerleterek içeriye soktu.
"Senin için her şeyi önceden hazırladım." Dolabın kapağını açtığında renkli kıyafetleri görmemle küçük bir şaşkınlığa uğramıştım. Bunlar benim için miydi?
Yanına gidip dolabı incelerken hafifçe tebessüm ettim. O elindeki havluyla önce açıkta kalan omuzlarımı sonra boynumu daha sonra ise saçlarımın ıslaklığını almaya başladı. Sırayla dizilmiş kıyafetlerimizi yan yana görmek hoştu. Aynı dolabı paylaşıyor olmak bizi birbirimize ait gösteriyordu ki öyleydi de zaten.
"Sen istediğini seç." Arkama geçip kolunu belime sararken sıcak dudaklarını uzunca omzuma bastırdı. Titrek bir nefes alıp elimi boynuna götürdüm ve yavaşça okşadım. Sürekli bana sarılsın beni hiç bırakmasın istiyordum. Ellerini üzerimden çektiği anda sanki yine kaybolacak gibiydim.
"Geldiğimde saçlarını ben kurutacağım."
"Tamam..." Benden ayrılıp dolaptan kendine birkaç parça eşya aldı ve banyoya girdi. Ardından bende birkaç adım daha atıp çekmeceye uzandım. Fazla bir şeye ihtiyacım yoktu. Kalçamı kapatması için bir çamaşır ve üstümü kapatması için bir tişörtü yeterdi.
Elime aldıklarımı hızlıca üzerime geçirip küçük havluyu başıma sardım. Onun gelmesini yatağa oturup beklerken gözüm komodindeki telefonuna kaydı. Kızlarla konuşmam gerekiyordu.
"Hmm?" Kapının arkasından boğuk sesini aldığımda konuşmaya devam ettim.
"Telefonunu kullanabilir miyim?"
"Keyfine bak geliyorum birazdan." Hızla telefonunu alıp ekranı kaydırdığımda gördüğüm şeyle bir an donup kalmıştım. Beni... resmimi ekran fotoğrafı yapmıştı. Ne ara çekmişti bunu? Ne zamana aitti bu? Bende onun bir tane bile fotoğrafı yoktu. Telefonun ışığını biraz daha açıp dikkatlice baktım. Üzerimde kırmızı elbisem olduğuna göre parti gecesinden kalmaydı bu. Artık gözüne ne kadar güzel gözüktüysem o gün bu halimi kağıda bile aktarmıştı. Vücudum hafif bir utanç dalgasıyla sarsılırken yanaklarımın kızardığını hissettim. Şapşal şey...
Duyduğum tıkırtıyla kendime gelirken rehberine girip İdil'in ismini bulduğumda üzerine tıklayıp aradım onu. Ahh... kim bilir ne haldeydi?
Telefon ilk çalışta hemen açıldığında heyecanla ağzımı açtım ama daha konuşamadan İdil'in endişeli sesi doldurdu kulağımı.
"Savaş! İyi mi!? Sağlığı yerinde mi!?" Derin bir nefes alırken hafifçe gülümsedim. Kardeşimi özlemiştim.
"Ablam..." Titreyen sesini aldığımda gözlerim anında dolmuştu.
"Kardeşim." Sevim annem ne kadar ısrar etse de yaşlarımız yakın olduğu için İdil bana pek abla demezdi. Sadece işi düştüğünde ya da beni başkasından kıskandığında çok baskılamadan laf arasında söylerdi. İlk defa bu şekilde içtenlikle söylüyordu. Artık kendimi koruyamadığım için kendime daha çok öfkeliydim. Onu yalnız bırakmamam gerekiyordu.
"Seni çok merak ettim... İyi misin?" Arkadan Öykü'nün meraklı sesini duyduğumda keyfim biraz daha yerine gelmişti.
"İyiyim merak etme. Siz nasılsınız?"
"Biz iyiyiz, güvendeyiz. Günlerdir sana ulaşmaya çalıştım ama bulamadım. Çaresizce beklemek çok korkunçtu." Yavaşça yutkunup sesimin tonunu ayarlamaya çalıştım. Onu daha fazla üzmemeliydim. Kendime konuşmak için biraz süre tanırken o sırada Savaş banyodan çıktı ve elindeki malzemelerle yanıma oturdu. Lanet olsun! Belden yukarısı çıplaktı.
"Geçti artık..." Savaş konuşmamın bitmesini beklerken yavaşça yanağımı okşamaya başladı. O dokundukça daha çok anlıyordum. Sevgisine o kadar muhtaçtım ki...
"Ne zaman geleceksin? Sana kemiklerin kırılacak raddeye gelene kadar sarılmak istiyorum. Öykü'de saçlarınla oynamayı özlemiş."
"Yakın zamanda-" Savaş'ın başını iki yana salladığını görünce sustum. Açıkçası bu biraz şaşırtmıştı. Neden kızların yanına gitmiyorduk ki?
"Birkaç gün sonra..." tekrar hafifçe gülümseyip yanağımda duran parmakları hareketlerine devam etti.
"Birkaç gün çok! 2 haftadır yoksun ortada seni çok özledim. Bir an önce gel!" İsyan eden sesinde biraz da haklılık payı vardı. Annemle babamdan sonra hiç bu kadar ayrı kalmamıştık... hatta sanırım biz hiç ayrı kalmamıştık.
"İdilcim... eve gelmek şu an için tehlikeli olabilir." Savaş yavaştan başını sallarken bende kelimeleri sallamaya devam ettim.
"İzimizi kaybettirdiğimizden emin olmalıyız. Biraz daha sabret olur mu?"
"Tamam... Sen iyi ol da ben beklerim."
"Şimdi kapatmam gerekiyor. Seni çok seviyorum."
"Ben daha çok seviyorum. Hoşça kal." Telefon kapandığında yüzümde soru işaretleriyle ona doğru döndüm.
"Neden eve gitmiyoruz?" Başımdaki havluyu çekip saçlarımı serbest bıraktı. Küçük bukleler omzumdan aşağıya doğru akarken gözleri yavaşça onları takip etti.
"Önce eline bir bakayım." Elimi avucunun içine aldığında ona izin verdim. Demek ki burada olmamızın bir nedeni vardı. Bakışları bunu fazlasıyla belli ediyordu ama ne?
Elime sardığım siyah kıyafet parçasını çözerken parmakları yavaş ve dikkatliydi. Yaram ne haldeydi bilmiyorum. Bağladığım günden beri hiç açmamıştım ve pansuman da yapılmadığı için ne halde olduğunu hiç kestiremiyordum. Birkaç kez doladığım ipi açtıktan sonra daha yakından bakmak için başını biraz yaklaştırdı.
"Nasıl oldu bu!?" Ahh... bu az çok iyileşmiş haliydi. Sakince yutkunup bakışlarımı kesikten çekmeden cevap verdim. Ne lanet olası bir gündü ama?
"Kesti işte." Parmaklarını bir süre çevresinde gezdirdikten sonra eline bir pamuk aldı.
"Alıştım." Bakışlarını yüzümde hissettiğimde dönüp bakmadım. Bu doğruydu. Acıya alışmıştım artık. Sorunda buydu ya zaten. Neden ben acıya alışmak zorunda kalmıştım? Bunları hak edecek ne yapmıştım? Doğduğumdan beri neyin bedelini ödüyordum? Ne büyük trajediydim ama.
Hissettiğim acıyla ağzımdan küçük bir nida kaçarken pamuğu anında çekmişti yaradan. Sanırım mikrobu çoktan kapmıştım.
"Özür dilerim." Gözlerimi endişeli gözlerine çıkartıp kendimi gülmeye zorladım. Yaraya uzun uzun üflerken gözlerim öne doğru uzanan dudaklarına kaymıştı. Ne zaman öpecekti beni? O benim kadar özlememiş miydi yoksa?
"Senin hatan değil... devam et."
"Daha fazla... Neyse saracağım şimdi yarın tekrar bakarız." Canımı yaktığını düşündüğü için kendini bir anda suçlu hissetmişti. Neden kendine bu kadar yükleniyordu anlamıyorum. Bu onun elinde olan bir şey değildi ki.
Eline aldığı tüplü kremi küçük dokunuşlarıyla kelepçenin aşındırdığı bileğime ve kolumdaki morluklara yedirip işi bitince eşyaları kenara itti.
"Saçların uzamış..." Neredeyse belime kadar uzanan saçlarımı yavaşça okşadı. Saçlarımı sevdiğini biliyordum ama yine de tepkisini merak etmek için yalandan bir düşünce attım ortaya.
"Fazla uzunlar kestirmeyi düşünüyorum."
"Sakın!" Birden yerinde dikleştiğinde bedenimi iyice ona doğru döndürüp sert yüz ifadesine baktım.
"Kısa yakışmaz mı?" Başını hafif yana eğip gözlerini kıstı.
"Sen ne demek istediğimi anladın." Onu sıkıştırmama hiç izin vermiyordu. Ya da ben mi çok belli ediyordum anlamıyorum.
Kurutma makinesini fişe takarken işini daha rahat yapabilmesi için ona arkamı döndüm. İşte bu kısımda biraz dişimi sıkmam gerekiyordu. O saçlarıma ayrı bir kıymet verirken onların da zarar gördüğünü bilmesini istemiyordum. Çünkü her bir yaramı gördüğünde sadece ama sadece kendisine kızıyordu. Neden böyle yapıyordu anlamıyorum. Kimse olacakları bilemezdi ki. Ne yaşanırsa yaşansın hayat bir şekilde devam ediyordu. Yaşadıklarım daha çok tazeydi, bu yaraları gördükçe sürekli kabus dolu günleri hatırlayacağımı biliyordum ama artık yine de önüme bakmak istiyordum. Kolay olmayacaktı ama unutmak istiyordum. Unutmak için ise onun yardımına ihtiyacım vardı.
O dokundukça sızlayan ense köküm ağır zedelenmişti. Eve gittiğimde Sevim annemin İdil'in çabuk yıpranan zayıf saçları için yaptığı karşımdan yapıp birkaç gün onu kullanmam gerekecekti. Bu karışım hem saçlarıma hem de saç derime iyi gelecekti.
"Neden kendini kasıyorsun?" Makinenin gürültüsüne inat kulağıma gelen sesiyle biraz daha kasıldım. Her şeyi bu kadar çabuk nasıl anlıyordu?
"Bir yerin mi ağrıyor?" Hızla başımı iki yana salladım.
"Bir şey yok... devam et sen." küçük dokunuşlarıyla saçlarımı birbirinden ayırıp iyice kuruyana kadar kapatmadı makineyi. Sonunda işi bittiğinde tekrar ona doğru döndüm. Aklımda halâ bazı sorular vardı.
"Halâ neden eve gitmediğimizi söylemedin?" Önümden uzanıp makineyi komodinin üzerine koyduğunda geri çekilirken çok uzaklaşmadı. Tam önümde durdu ve yüzünü bana çevirip öyle cevap verdi.
"Bu konuda biraz bencil davranmak istedim." Aradaki küçük mesafeyi kapatıp başını boynuma gömdüğünde ikimizde derin bir nefes aldık. Sıcaklığını hissettiğimde her zaman olduğu gibi kalbim yine titremişti. Kendine gel. Kendine gel.
"Hangi konuda?" Başımı biraz aşağıya eğip yüzüne baktım. Sakallarının uzunluğunu daha yeni fark ediyordum. Hiç bu kadar uzun bırakmazdı.
"Sen konusunda." Konuştukça yanağıma sürten dudakları cümlesi bittiğinde de uslu durmayıp küçük öpücüklerle devam etti. Küvetteyken durdu durdu da şimdi mi açılası tutmuştu? Hem de tam manasıyla kendime gelmeye başlamışken. Utanç duygumu geri kazanmışken. Huhh! Ölecektim sanırım.
"Bir süre bana kal istedim. Sana doyana kadar... 3 günde ne kadar doyabilirsem..." Geri çekildiğinde oluşturduğu sıcaklık anında soğurken açık kalan ağzımı yavaşça kapattım. Bana doyana kadar mı? Ne yani özel olarak mı buraya gelmiştik? Bakışlarım tekrar yüzünü bulurken uzanıp kocaman öptüm yanağını. Önümüzde kocaman 3 gün vardı...
"Sevdim bu bencilliği." Elini belime koyduğunda beni iyice kendisine çekti. Geldiğimizden beri yoğun bakan bakışları zaman geçtikçe daha da yoğunlaşıyor gibiydi.
"Bunu daha fazla yapmamı ister misin? Arada seni kaçırsam... baş başa kalsak?" Nefeslerim gittikçe sıklaşırken yavaşça ona doğru uzandım. Sonunda beni geri çevirmeyen bakışları önce gözlerime sonra dudaklarıma düştü.
"Bu çok hoşuma gider." O yaklaştıkça birbirine sürten dudaklarımız içimdeki sönmek bilmeyen ateşi harlayıp duruyordu. Yandıkça onu daha çok istiyordum.
"Savaş..." ismi dudaklarımdan çaresizce dökülürken elimi önce omzuna oradan da sürterek boynuna götürdüm.
"Güzelim..." burnunu burnuma sürttüğünde yüzüme çarpan nefesi dudaklarımı gıdıklamıştı.
"Özledim." Cümlemi tamamladığında gözlerimi açıp büyüyen gözlerine büyük bir özlemle baktım. Artık daha fazla beklemek istemiyordum. Büyük bir açlıkla dudaklarına yapıştığımda aldığım tutkulu karşılık onun olma isteğimi kabartıyordu.
Boynuna sıkıca tutunurken belimdeki elini sıkıştırıp kalçama götürmesiyle usulca inledim. Bu onu daha da kışkırtırken tek hamlede beni havaya kaldırıp kucağına oturtmuştu. Bacaklarımı çıplak beline sarıp onun tutkusuna misliyle karşılık vermeye çalıştım.
Anlık olarak nefes nefese birbirimizden ayrılırken hafiften şişen göğüslerim aldığım derin nefeslerle hareket edip onun çıplak göğsüne sürtünüyordu. Göz göze geldiğimizde ikimizin de arzu dolu gözleri bu anı ne kadar çok beklediklerini belli edercesine kısa bir süre özlemle bakıştı. Hiç beklemeden beni kendine yapıştırdığında kesik bir nefes daha alabilmiştim. Elimi göğsüne götürdüğümde kalp atışlarını hissetmek istedim. Deli gibi atıyordu... tıpkı benimki gibi. Dili ağzımın içini talan ederken yavaşça kendimi ona sürttüm. Artık kendime hakim olamıyor gibiydim. Çıkardığı hırıltılı sesten sonra dudaklarımı dişleyip hafifçe çekiştirdi. Canım yanmıyordu aksine bu bana daha çok zevk veriyordu.
Eli çıplak bacaklarımı uzun uzun okşayıp sonrasında yavaştan tişörtümden içeriye doğru sızdı. Sakince yukarıya doğru tırmanan parmakları kendisiyle beraber tişörtümde yukarıya doğru sıyırıyordu. Her dokunuşu bende yoğun şehvet hissi uyandırırken dudaklarımı her ısırışında ağzımdan küçük inlemeler kaçıyor ama dudaklarımız arasında boğuklaşıp kayboluyordu. Elim ensesindeki saçları küçük küçük çekiştirirken dudaklarının boynuma kaymasıyla başımı geriye atıp ona daha fazla yer açtım. Dudakları boynumdaki parmak izinin ve bıçak ucunun açtığı küçük yaranın üzerinden geçerken temkinli davranıyordu. Bunlar dudaklarıma uyguladığı sert öpücüklerin aksine pamuk kadar yumuşak dokunuşlardı.
"Siktir! İçinde bir şey yok." Parmakları halâ sırtımda gezerken sütyenimin olması gereken yerde durmuştu.
Tıpkı banyoda bana yaptığı gibi onu taklit ettim.
"Biliyorum." Bana hafifçe gülüp dudaklarımız tekrar büyük bir açlıkla tutunduğunda ayrı geçen 2 haftanın hıncını almak istercesine birbirini aşındırıyordu.
"Canını yakmak istemiyorum." Nefes nefese kulağıma ulaşan fısıltıyla gözlerimi araladım. Ahh.. tüm derdi bu muydu yani? Bu yüzden mi dakikalar öncesine kadar benden uzak durmaya çalışıyordu? Bana bu kadar iyi gelirken canımı yakabileceğini nasıl düşünebilirdi..?
"Dokundukça acıyor biliyorum." Yüzünü avuçlayıp dudaklarına birkaç küçük öpücük kondurduktan sonra alnımı alnına dayadım.
"Acımıyor Savaş. Sen beni sevdikçe ben iyileşiyorum."
"O halde seni çok sevdiğimi bil." Her bir kelimesi kalbime özenle işleyip oralarda çiçek bahçesi açtırırken buğulu gözlerimi araladım.
"Biliyorum. Burası..." elimi aşağıya kadar sürterek indirip tekrar kalbinin üzerine koydum.
"Burası bana ait." Nefeslerim yavaştan düzene girerken doya doya kokladım onu. Her defasında sanki son nefesimmiş gibi derince çektim içime.
"Hep sana ait olacak." Tekrar dudaklarıma uzandığında bu sefer yavaşlamıştı. Şimdilik özlemi gidermiştik. Uzun ve yumuşak öpücükleri bu sefer tadını çıkarmak ister gibiydi. Bu hoştu... ama neden halâ kendini tutuyordu. Ellerini sınır belirlemiş gibi sırtımdan başka bir yere oynatmıyordu. Bana beni istediğini söylemişken ve... onu fazlasıyla hissederken neden halâ duruyordu? Delirmemi mi bekliyordu? Çünkü kendini biraz daha tutarsa delirecektim. Onu ilk defa bu denli arzularken onun beklemesi beni delirtiyordu. O beni beklettikçe onu daha çok istiyordum ve gittikçe hırçınlaşıyordum. Tırnaklarımı sırtına batırdığımda aynı zamanda dudağını da ısırıp geri çekildim.
"Benden uzak durma-" başını yavaşça kaldırıp gözlerini açtığında gözlerinde o günkü isteğini söylerken beliren ışıltı belirdi. İstiyorsun işte Savaş... Neden duruyorsun?
"Neden bunu yapıyorsun?" Ben buradaydım işte. Geldiğimizden beri onu isteyen bakışlarımla kucağında oturuyordum. Kollarının arasında, dudaklarının arasındaki dudaklarımla, tüm kalbimle, saklayamadığım tüm hislerimle karşısındaydım.
"Sen bu haldeyken olmaz. Yaraların varken olmaz. Canını daha fazla yakarım." Küçük öpücükler dudağımda ve çenemde hareketlenirken devam etti.
"Seni istiyorum..." Fısıltılar halindeki çaresiz sesini duydukça kalbim titriyordu. Buna çare yok değildi. Çare bizdik.
"Dakikalardır kendimi nasıl tuttuğumu bilemezsin. Sen bir iyileş.." beni kucağına alıp yatağa yatırırken çok nazikti.
"Benden kurtuluşun olmayacak zaten." Bacaklarımı belinden çözdüğümde yanıma uzandı. Ne yani o da beni mi bekliyordu? Kurtuluşun olmayacak derken? Sakince yutkunup kırmızı yanaklarla ona doğru döndüğümde yüzünde arsız bir gülümseme olduğunu gördüm. Siktir! Ne düşünüyordu? Bilmek istiyordum! Aklından geçen her düşünceyi, kalbini esir alan her duyguyu bilmek istiyordum.
"Kurtulmak isteyen mi var?" Bedenimi tamamen ona doğru döndürdüğümde ayak ucuma doğru uzanıp örtüyü üzerime çekti.
"Uyu biraz, dinlen." Dirseğini yastığa dayayıp elini çenesinin altına koydu. Boşta kalan eliyle de beni iyice kendine çekip başımı okşamaya başladı.
"Uykum yok ayrıca yorgun falan da değilim." Tek kaşını kaldırdığında bende kaldırdım. Uyumak istemiyordum onunla vakit geçirmek istiyordum.
"Hayır akmıyor." Bunu söylerken esnemem dışında başka sorun yoktu. Yumuşak yatak üzerinde çoktan gevşemeye başlayan bedenim onun kokusuyla da sarmalanınca iyice kendini bırakmıştı. Onun nefes alışverişleri dışında etrafta hiçbir ses yoktu. Kokusu dışında başka bir şey hissetmiyordum. Sadece onu hissediyordum.
"Gözlerin kapanmaya başladı bile."
"Sende uyu o zaman." Başımı göğsüne yaslarken kolumu ve bacağımı da etrafına sardım. Böyle daha iyiydi.
"Ben biraz daha seni seveceğim." O da olurdu. Keyifle iyice ona sokulurken dudaklarımı denk geldiği yere sıkıca bastırıp derin bir nefes aldım. Sonunda huzurlu bir uyku çekecektim.
⚫
Bugün gergindik. Fazlasıyla gergindik. Gece gördüğüm kabuslar yüzünden ikimizde doğru düzgün uyku çekememiştik. Sahi kaç kere uykudan çığlık çığlığa sıçramıştım? Üçüncüsünü hayal meyal hatırlıyordum onun devamı geldi mi bilmiyorum. Geceyi güzel kapatmışken sabaha berbat kalkmıştık. Uykumda sayıkladım mı bilmiyorum? Sayıkladıysam eğer neler söyledim onu da bilmiyorum? Ahh... baş başa geçirebileceğimiz 2 günümüz kalmışken bu günleri iyi değerlendirmek istiyordum. Ama böyle gidersem belki de benden sıkılıp akşama yola çıkmak isteyebilirdi.
Benim suratım halâ kabuslarımın etkisinden çıkamadığı için asıkken onunki tam olarak neden asıktı bilmiyorum. Alec'in bana türlü işkenceler yapıp uyanmadan hemen önce saldırdığı kabuslarımda sürekli Yapma! diye bağırdığımı hatırlıyorum. Sürekli onu istemediğimi, bana dokunmasından iğrendiğimi söylediğimi hatırlıyorum. Ya bunları da uyanmadan hemen öncede sayıkladıysam? Ya o duyduysa? Siktir! Bunları duyduğu için mi suratı düşüktü yoksa? Siktir! Siktir! Siktir!
Yerimde rahatsızca kımıldanıp ayağa kalktım. Bakışlarını pür dikkat üzerimde hissediyordum. Yavaş adımlarla onu gerimde bırakıp camın önüne geldim, kollarımı etrafıma sardım. Dışarıda yağmur çiseliyordu. Islak toprak kokusu aralık camdan içeriye sızarken gözlerimi kapatıp derince çektim içime. Bu biraz da olsa içimdeki sıkıntıyı bastırıyordu.
"Üşüyor musun?" Konuşmak yerine olumsuzca başımı salladım sadece. Kahvaltıdan sonra ilk defa konuşmuştu benimle. Uyandığından beri çok sessizdi birkaç kere konuşmaya çalışsam da bana kısa cevaplar verip durdu. Sesi sert ya da soğuk değildi ama konuşmak istemediğini açıkça belli ediyordu.
Ona omzumun üzerinden bir bakış atıp tekrar bahçeye doğru döndüm. Bakışları halâ üzerimdeydi hatta biraz... sorgularcasına bakıyordu. Ben... beni anladığını sanıyordum. Yanılmıştım...
Bu tavrı hoşuma gitmemişti. Haksız yere bana surat yapıyordu oysa yerimde kim olsa benim yaşadıklarımı yaşadıktan sonra büyük ihtimalle akli dengesini kaybederdi. Hem sevdiklerimin hayatıyla hem de kendi hayatımla tehdit edilmiştim üstüne bir de bana sahip olmak istemesiyle mücadele vermiştim. Tüm bunlarla başa çıkmak çok zordu.
"Neden öyle bakıyorsun?" Bu bakışları hak etmiyordum. Birden bire böyle davranması beni çok kırmıştı.
"Soğuk." Yavaşça yutkunup tekrar önüme döndüm. Dün ne kadar güzelse bugün de o kadar berbattı.
Sabahtan beri elinde tutup bir türlü içmeyip soğuttuğu kahvesini camın yansımasından sehpaya koyduğunu gördüm. Sonunda konuşmaya karar vermişti anlaşılan.
Yanıma geldiğinde benimle beraber dışarıya bakmak yerine tamamen bana doğru dönmüştü. Ona yandan bir bakış attıysam da hiç oralı olmamaya çalıştım. Bu pek mümkün olmadı ama. Derin bir nefes alıp ona döndüğümde kollarımı tekrar önümde bağlayıp bir dizimi hafifçe öne doğru kırdım.
"Bana her şeyi anlatmanı istiyorum." Ağzım şaşkınlıkla aralanırken kollarım iki yana düştü. Ne duymak istiyordu ki!?
"Ne yaşadıysan anlat." Başımı iki yana sallarken gözlerim çoktan dolmuştu bile. Neden böyle yapıyordu ki!? Ben olanları unutmaya çalıştıkça o neden bunları bilmek istiyordu? Halbuki benim her şeyi unutmak için ona sığındığımı biliyordu.
"Ne- neden?" Sinirli bakıyordu. Bir şeyler biliyordu artık bundan emindim. Peki siniri bana mıydı yoksa yaşadıklarıma mı?
"Bunu konuşmak istemiyorum." Yanından geçip gitmek istediğimde kolumdan tutup durdurdu beni. Savaş... yapma. Bana tekrar tüm bunları yaşatma. Beni buna zorlama. Beni sen kırma. Zaten paramparçaydım, toparlanmam zaman alırken hele ki onun sayesinde toparlanabilirken bunu yapmamalıydı.
"Lütfen..." Bakışları eskisi gibi yumuşarken bir süre gözlerini kapatıp bekledi. Hızlı verdiği sıcak nefesler yüzüme çarparken bakışlarımı kolumdaki eline indirdim. Canımı yakmıyordu hatta başparmağıyla sakince okşuyordu. Çözemiyordum onu. Sinirli miydi değil miydi?
"Lütfen sorma." Kolumdaki eli gevşerken derin bir nefes alıp ayrıldım ondan. Bir süre kendimle kalıp düşünmeliydim.
Onu arkamda bırakıp yatak odasına girdim. Yatağın ucuna kıvrılıp bedenimi top gibi topladığımda gevşemenin etkisiyle gözümden bir damla yaş aktı. Dün kanatlarımın üzerinde uçarken bugün sertçe yere çakılmış gibiydim. Çok bir şey istemiyordum. Geçmişi arkamda bırakmaya hazırken bugün istediğim tek şey sevgiydi. Gerisini ben hallederdim. Yemin ederim toparlardım kendimi. Sadece sevgiye ihtiyacım vardı.
Bugüne kadar yaşadığım acılara rağmen yine de her güne güçlü bir adımla başlarken bir şekilde hep yolun sonunda yığılıp kalıyordum. Ben tüm bunları hak edecek ne yaptım?
Hazırdım... Her şeyi unutmaya, baştan yeni bir sayfa açmaya hazırdım. Kimseye bulaşmak istemiyordum ama anlaşılan tüm dünyanın benimle bir derdi var gibiydi. Mücadele ediyordum ama bu nereye kadar böyle gidecekti? Sonuçta bende bir insandım. Sonsuz güce sahip değildim ya bir yerde benimde gücüm tükeniyordu. Ama bunun için çok erken değil miydi? Çektiğim acıları boşuna mı çekmiştim? Bir yerden sonra hayatımı yaşamam gerekmiyor muydu?
Elimde kalan son umut kırıntılarımı da kaybederken elimden başka ne gelirdi ki? Kendim için daha ne yapabilirdim? Yaşamak için daha ne yapmam gerekiyordu? Hayatım cevabı olmayan koca bir soru işaretiydi. Belirsizliklerle dolu bu yaşantımda yolumun sonunu yavaştan tahmin etmeye başlamıştım. Kilit noktası gibi görünsem de aslında önemsenmeyen, insanların çıkarları uğruna sürekli sağa sola savurdukları ve sonunda da kim vurduya gidecek olandım.
Biliyorum kurtarılmaya çalışılacaktım, benim için de mücadeleler edilecekti ama... yolun sonu belliydi işte. Hayat bir şekilde güzel giden her şeyi hep kursağımda bırakıyordu. Bu eziyete daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
624 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |