40. Bölüm

Bölüm 40: Mucize

Nickinci
nickinci

Bukalemun...

 

Sahiden ne kadar çok benziyordum. Bana bu ismi takma sebebini hiçbir zaman tam olarak anlayamamıştım. Ara sıra beklenmedik hareketlerde bulunabiliyordum ama o bunu yine de çok sık kullanıyordu. Hem de çok. Bukalemun olmadığımı düşündüğüm zamanda bile.

 

Şimdi ise zaman geçtikçe daha net anlıyordum. O, benim dışarıya karşı olan hareketlerimi değerlendirmiyordu. O sadece benim onunla olan ilişkilerimde hep bunu söylüyordu. Onunla olan geçmiş ilişkilerimi düşünüyorum da sanırım ona hak veriyordum. Bana söylediği her sözde haklı olduğu gibi bu basit kelimede bile haklıydı.

 

Bukalemun... Sesi kulaklarımda yankılandıkça gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Kabul ediyorum onun yanında olduğum zamanlar anında güncel ruh halimden sıyrılıp bambaşka birine dönüşüyor olabilirdim ama... neden bukalemun? Takacak başka isim mi bulamamıştı sanki? Bana böyle seslendiği zamanlar onu ciddiye almakta zorlanıyordum.

 

Ben... bu konuya nasıl gelmiştim? Ahh tabii ya! Dakikalar önce yaşanan huzursuzluğa rağmen yine de uzun bir aradan sonra tekrar bukalemun olmaya karar vermiştim değil mi?

 

Bu... büyü gibi bir şey olmalıydı. Ben... ben sadece onun yanında böyle oluyordum. Sadece onun! Ne kadar berbat bir gün geçirmiş olup kendimi karanlık dünyama sürüklesem de onun desteğini hissettiğim an anında kalbim tekrardan ısınıyor ve her şeyi unutup kendimi onun kollarının arasında bulmak istiyordum. Tıpkı az önce olduğu gibi. Kendimi kötü düşüncelere boğup ölüme mahkum etmeme rağmen onun sıcaklığını hissettiğim an her şey uçup gitmişti bir anda. Tek bir dokunuşuyla her şeyi boş vermiştim. Çünkü her ne yaşanmış olursa olsun yine de hep benim yanımda olacağını biliyordum. Aynı şekilde bende hep onun yanında olmak isteyecektim. Sonunda birleşeceksek eğer uzak durmanın bir manası yoktu ve biz şu saatten sonra istesek de birbirimizden uzak duramazdık.

 

"Özür dilerim." Odaya girdiğinden beri uyuma numarası yapıyordum. Yani yaklaşık olarak 1 saattir. Lanet olsun! Hareketsiz durmak çok zordu. Off... kaşınıyordum! O fark etmesin diye burnumu bile çekemiyordum. Ahh... neden böyle bir işe kalkışmıştım ki? Hem o ne yapıyordu başucumda? Merak edip gelmiş olabilirsin tamam. Üstümü de örttü tamam. Peki neyi bekliyordu ki daha? Boş boş oturacağına gelip sarılsaydı ya? Yanıma yatsaydı ya?

 

Başıma kondurulan öpücükle kasılsam da odadan çıkmasıyla rahat bir nefes aldım. Ahh... yapmıştı yine yapacağını. Özür dilemesini gerektirecek bir durum yoktu ki ortada. Biraz sakinleşip düşündüğümde, ne yaşadıysam öğrenmek istemesine hak vermiştim. Bunu sadece merakından da yapmadığını biliyordum. Beni anlamak bana destek olmak için bilmek istiyordu her şeyi. Ama işte ben buna hazır değildim ve o bunu bilmiyordu. Gereksiz yere onu reddetmeme rağmen yine de o gelip benden özür dilemişti. Gerçi buna çok şaşırmamıştım. Öykü bana bu tarz şeylerin sık sık yaşanacağını daha önce anlatmıştı. Her ne yaşanırsa yaşansın özür dileyen taraf hep erkekler olmalıymış. Sanırım doğanın kanunu buydu. Saçma...

 

Cidden bazen anlamakta zorlanıyordum. Aslında hiçbir şey yapmamış olmasına rağmen yine de bir şekilde kendisine suç bulmuştu. Levent amca söylediklerinde haklıydı. Savaş dışarıdan ne kadar sert ve soğuk görünse de onun kalbi kocaman ve yumuşacıktı. Ne kadar aptalım. Kendimi üzmem yetmiyormuş gibi durduk yere onunda canını sıkmıştım. Üzerimdeki pikeyi kenara atıp yerimde doğruldum. Bu böyle olmayacaktı. Hata yapan benken özür dileyen taraf hep o oluyordu. Sanırım bu kanunu yıkmanın sırası gelmişti.

 

Derin bir nefes alıp emin adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Aralık kapıdan baktığımda ikili koltukta düşünceli bir şekilde oturduğunu gördüm. Kendini sorguladığını tahmin edebiliyordum. Bunu ona yapmamalıydım. Odadan çıktığımda kapının gıcırtısına rağmen yine de dönüp bakmamıştı. Kim bilir hangi derin düşüncelere dalmıştı?

 

Yavaş adımlarla ilerleyip tam önünde durduğumda beni anca fark edebilmişti. Bakışları gözlerimi bulduğunda gözlerinde büyük bir mahcupluk gördüm. Ben. Kesinlikle. Onu. Hak etmiyordum!

 

Ayağa kalkmak için yeltendiğinde omuzlarından tutarak onu geri oturtturdum ve başımı iki yana olumsuzca sallarken sıkıntıyla bir nefes verdim. Eğilip parmaklarının arasındaki sigarayı çekip aldım. Yokluğumda sigarayı çoğalttığını biliyordum. Daha çok gençtik ve ben onun hasta olmasından tedirginlik duyuyordum.

 

Büyük bir dikkatle ne yaptığımı incelerken bu ince bakışlar altında biraz heyecan yapmıştım. Sigarayı dikkatlice ortadaki sehpanın üzerinde duran küllüğe bastırıp içine bıraktım. İçinde beklediğimden çok daha fazla biriken izmaritler beni büyük şaşkınlığa uğramıştı. Buna bir çare bulmam gerekiyordu. Bu... çok fazlaydı.

 

Yüzüne bakmaya çekindiğim için başımı biraz öne eğip hareketlerime devam ettim. Önce dizlerinin üzerine oturdum sonra da bacaklarımı yandan koltuğun geri kalanına uzattım. Başımı da omzuna yaslayıp kollarımı boynuna doladıktan sonra rahat bir nefes aldım. Bir şeyler söylemem gerekiyordu...

 

Küçük şaşkınlığının ardından kollarını belimde ve sırtımda hissettiğimde başımı yavaşça kaldırıp yüzüne baktım. Tıpkı yaramazlık yaptıktan sonra ceza alan çocuklar gibi bakıyordu. Kalan günlerimizi aptallığım yüzünden mahvedemezdim.

 

"Sen özür dileyecek bir şey yapmadın aptalca davranan bendim."

 

"Gereksiz yere üzerine geldikten sonra seni ağlatan bendim-" Biraz düşündükten sonra olanları merak etmesini anlayışla karşılamaya başlamıştım. Kim olsa merak ederdi. Kızlarda soracaktı neler olduğunu onlara da ağlayıp odama mı kapatacaktım kendimi? Bir an önce aptal aptal davranmayı kesmeliydim. Eski Hazal olmalıydım. Eski güçlü Hazal!

 

"Ağladım çünkü... korktum. Ama senden değil!" Beni yanlış anlamaması için hemen yerimde dikleşip parmaklarımı nazikçe yüzüne yerleştirdim ve sakallarını okşamaya başladım. Sanırım bu özlem içimde sıkışıp kalmıştı. Bir şekilde içimden söküp atabilecek miydim bilmiyorum. Gerçi atmak istiyor muydum ki? Sürekli onu düşünmeyi ona sarılmayı onu öpmeyi seviyordum. Bunları özlemek güzeldi.

 

"O an onu hatırladım. Bana yapmaya çalıştığı şeyi... beni artık sevmezsin diye korktum." Vücudum hafiften titremeye başladığında anında kaskatı kesilen vücuduyla kollarını durdurmuş elimin altındaki teni buz kesmiş gibi soğumuştu. Bende bundan korkuyordum işte. Öğrendiğinde artık beni istemez, beni sevmez diye korkuyordum. Anlatmalı mıydım? Sanırım bir şeyler anlamaya başlıyordu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Benden uzaklaşır mıydı?

 

"N-ne yaptı sana?"

 

"Yapamadı..." Başımı utançla öne eğerek kendimi biraz geri çektim. Sesi titremişti işte. Anlamaya başlıyordu, bakışları kısılıyordu. Sinirlenecekti şimdi belki beni bir daha asla istemeyecekti. Ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da becerememiş ve yanaklarımdan birkaç damla süzülüvermişti. Onu kaybetmek istemiyordum.

 

"Gerçekten... yapamadı. İzin vermedim ona, bana dokunmasına izin vermedim."

 

"O şerefsiz sana-" Söylediklerini duymuyor gibiydim. Kendimi ona anlatmam lazımdı. Bana zorla sahip olmaya çalıştığını ama benim onu istemediğimi bilmeliydi. Bana inanmalıydı.

 

"İzin vermedim. Yemin ederim. Yemin ederim..." yalvarırcasına gözlerine bakarken dikkatim hareket eden dudaklarına kaydı. Bana bir şeyler söylüyordu. Sakin olup onu onu duymaya çalıştım. Tepkisini anlamam gerekiyordu. Beni hala istiyor mu bilmeliydim.

 

"Şişşt! Geçti artık. Ben yanındayım. Bir daha seni asla yalnız bırakmayacağım." Alnıma kondurulan küçük öpücükler beni rahatlatırken derin nefeslerime aralıksız devam ettim. Kolları tekrar eskisi gibi sırtımı okşarken başımı şaşkınlık içinde yavaşça omzuna yasladım. Sadece bu kadar mıydı? Kızmayacak, sinirlenmeyecek miydi? Benden soğumayacak mıydı?

 

"Sana geçmişte ne olmuş olursa olsun ve gelecekte ne olursa olsun sorun değil. Ben hep senin yanında olacağım ve seni sevmekten hiçbir zaman vazgeçemeyeceğim tamam mı?" Gerçekten mi? Başımı yavaşça yasladığım yerden kaldırıp buğulu gözlerimi gözlerine diktim. Onun benim için doğru kişi olduğunu bir kez daha anlamıştım.

 

"Hep mi?"

 

"Hep."

 

"Sıkılırsın..." Sanki az önce söylediklerimi duymamış gibiydi. O kötü anıyı bir anda unutmuş gibiydi. Buz kesen teni yeniden ısınmıştı, bakışları yine sıcaktı.

 

"Hiçbir zaman değerinin farkına varmayacaksın değil mi?" Saçlarımı okşamaya başladığında derin bir nefes alıp başımı biraz daha ona doğru yaklaştırdım. Bana değer verdiğini biliyordum ve bunu bilmek çok hoşuma gidiyordu. Benim kızdığım şey bana hak ettiğimden daha fazla değer vermesiydi. Alec'i öldürerek masumluğumu kaybetmiş olabilirdim ama öncesinde de çok masum olduğum söylenemezdi. Bu zamana kadar birçok kişinin canını yakmıştım. Hem... benim yüzümden insanlar ölmüştü. Belki de olmayan bir şeyi kaybettiğimi düşünüyordum. Ben... başından beri kendimi masum sanıyordum. Ve bunun şu an farkına varmış olmak beni derinden sarsmıştı. Ben masum değildim ki.

 

"Savaş... sen çok iyisin ve ben.. seni hak etmiyorum."

 

"O nereden çıktı şimdi!?" İşte şimdi sinirlenmişti. Ama gerçek buydu. Benden önce de kafasının rahat olduğunu söyleyemem ama hayatına ben girdikten sonra başının daha fazla ağrımaya başladığına emindim. Benim yüzümden daha fazla tehlikedeydi. Sanki kendi sıkıntıları yokmuş gibi birde benim sıkıntılarıma ortak oluyordu.

 

"Öyle işte..."

 

"Hazal?" Çenemden tutup hafif havaya kaldırdığında göz göze geldik. Niye şaşırmıştı ki? Cidden gerçeklerin farkında değil miydi?

 

"Eğer normal bir kız olsaydım-"

 

"Tanıdığım herkesten farklı olduğun için dikkatimi çekmedin mi zaten?"

 

"Ama-"

 

"Aması yok. Burası.." parmağını önce alnıma sonra da yavaşça aşağıya doğru kaydırarak kalbime koydu.

 

"ve burası beni her zaman hayran bırakmaya devam ediyor. Sen böyle çok güzelsin sakın benim için değişme." Kollarının arasında yavaşça erirken içli bir nefes aldım. Karşımdaki insan gerçek miydi? O gerçekse eğer ben ona gerçekten sahip miydim? Göz kapaklarım ağır ağır hareket ederken tekrar tekrar içli nefesler aldım. Bu adam benim sevgilimdi ve ben halâ bunu idrak etmekte zorlanıyordum. O, hayatımın bana sunduğu sayılı lütuflardan birisiydi.

 

"Senin için bu kadar değerli olduğumu bilmiyordum." Güldü. Evet... bilmiyordum ya da bu kadar büyük bir sevgiye alışık olmadığım için şaşkındım.

 

"Sadece değerli olduğunu söylemek hissettirdiklerinin yanında fazla sönük kalıyor." Kızarık yanaklarım eşliğinde gözlerimi ondan kaçırırken fazla sessizdim. Ne olmuştu birden bire buna? Önceden bana bukalemun diye seslenen adam konuşmaya başladığımızdan beri beni yere göğe sığdıramıyordu. Ve kullandığı kelimeler... ahh. Bu sevgide boğulmak istiyordum.

 

"Mucize." Ne?

 

"Hı?"

 

"Sana her baktığımda bu kelime dilime dolanıp duruyor. Sen.. benim mucizemsin." Mucize mi? Bu ne demekti şimdi? Başına bela açmaktan başka bir iş yapmıyorken nasıl onun mucizesi olabilirdim ki?

 

"Benim için birkaç kez ölüm tehlikesi geçirdiğini düşünürsek evet ortada bir mucize var ama o kesinlikle ben değilim." İkimizde kıkırdarken çenemi omzuna dayayıp gözlerini daha dikkatli inceledim. Yer yer yeşillere yer veren elaları çok canlıydı. Sanki sarı çiçeklerle dolu yeşil bir bahçede dolaşıyor ve toprağın kokusuyla hayat buluyor gibiydim. Belki hayatına renk katmış olabilirdim ama ben kesinlikle mucize değildim. Hele onun mucizesi hiç değildim.

 

"Keşke kendini benim gözlerimden görebilsen." Evet... onun gözlerinden dünyayı görebilmeyi çok isterdim. Ama bugünlük bu kadar yeterdi. Bünyem daha fazla güzel söz kaldıramazdı.

 

"Artık sussan iyi edersin yoksa ben seni susturmak zorunda kalacağım ve eminim bu.. çok hoşuna gidecek." Ona dokunup sevmeden duramayan parmaklarım ne ara çenesini okşamaya başladı bilmiyorum ama bu şu an işime gelmişti çünkü inadıma konuşacağını biliyordum.

 

"Se-" ağzından çıkan ilk harfi duyduğum anda dudaklarına kapanırken beni kabullenmekte gecikmeyen dudaklar önce uzunca dudaklarımı emip sonrasında ise memnuniyetle iki yana kıvrıldı.

 

"Bu benim hareketimdi."

 

"Artık bizim." Aramızdaki sıcaklık soğumadan tekrar dudaklarımı onunkilere bastırırken uzunca bir süre geri çekilmedim.

 

"Seni o kadar çok özledim ki... yanımdasın ama bu özlem hiçbir şekilde azalmıyor ve bu çok hoşuma gidiyor." Dudaklarını küçük küçük ıslatırken giderek belimden kalçama doğru kayan elleri kaçınılmaz sona adım adım yaklaştığımı bildiriyordu.

 

"Yanından ayrılmayı hiç istemiyorum." Yüzüme kondurulmaya başlayan öpücükler birazdan bedenimi tamamen esir aldığında konuşmama fırsat vermeyecekti. Fazla ilerlemeden durmak zorundaydım. Eğer onu daha fazla zorlarsam kendini tutamayacaktı ve hep tereddütte kalacaktı. Bunu istemiyordum. Birbirimizi tamamen ele geçireceksek eğer bu tüm duygularımızın en doruk noktada olduğu, başka hiçbir düşüncenin aklımızı esir almadığı bir zamanda olmalıydı. Bana zarar vereceğinin düşüncesini aklının ucundan bile geçirmesini istemiyordum. Tıpkı benim yapacağım gibi anı yaşamalı, her duyguyu hissetmeliydi. İlkler her zaman önemliydi. Daha önce ona sormamıştım ama tahmin edebiliyordum. Bu onunda ilki olacaktı.

 

"Gitme o zaman. Benimle yaşa." İkimizde bu isteğinin cevabını biliyorduk. Aynı evi paylaşmak... geçirdiğim bu son olaydan sonra bunu daha çok istiyordum. Her günüme onunla uyanmak, aynı yatağı paylaşmak belki de şu an için tek isteğimdi. Fakat bunu ne kadar çok istesem de İdil'i yalnız bırakamazdım.

 

"Biliyorsun... İdil'i yalnız bırakamam. Tek ailesi benim." Alnını benimkine yaslarken derin bir nefes aldı. Üzülmüş müydü o? Gerçekten benimle yaşamayı bu kadar çok istiyor muydu?

 

"Biliyorum. Yine de şansımı denemek istedim." Şu an annesi istediği çikolatayı almayan çocuklar gibi gözüktüğüne yemin edebilirdim. O böyle yaparsa günlerimi ondan ayrı nasıl geçirecektim ben?

 

"Ama sık sık ziyaretlerde bulunup seni bunaltacağıma emin olabilirsin."

 

"Kabul." Kıvrılan dudağının kenarına küçük bir öpücük kondurup geri çekildikten sonra guruldayan karnımla gerçek hayata dönmüştüm. Keşke her şey ikimiz arasında oluşan bağ kadar güzel olsaydı. Her şeyi unutup sadece birbirimizi sevmeye odaklanıyorduk ve bu bana çok iyi geliyordu. Her zaman söylüyordum. Benim hayatta kalabilmem için gerekli olan tek şey sevgiydi. Özellikle ondan gelen ve her seferinde beklentimin fazlasıyla üzerine çıkan sevgisi beni hayata bağlamakla beraber bir de üzerine iyileştiriyordu. Eskiden acınılacak bir hayat sürerken onun hayatıma girmesiyle ve bana sunduklarıyla tüm yaşantım tamamen değişmiş sadece sevgi açısından bakıldığında artık belki de kıskanılacak bir hayat sürmeye başlamıştım.

 

"Demek ki acıktın.." demek ki duymuştu.

 

Başımı şırnaşık kediler gibi omzuna sürterken keyifle gülümsedim. Aklıma güzel bir fikir gelmişti. Bence artık eğlenmeye başlamanın zamanı gelmişti.

 

"Biraz.."

 

"Ben sana bir şeyler hazırlayayım." Kolları beni sarmayı bırakıp kalkmak için hareketlendiğinde bir elimi omzuna diğer elimi koltuğun başlığına koyup kalkmasına izin vermedim. Bazen gerçekten komik olabiliyordu.

 

"Sen mi?" Onunla dalga geçtiğimi belirten ses tonuma tek kaşını kaldırırken yerinde hafifçe dikleşti.

 

"Evet. Bir sorun mu var?" Birde soruyor muydu? Aslında... yemek yapmasını bilmemesi dışında bir sorun yoktu.

 

"Savaş..." kendinden emin bir şekilde gözlerimi kapatıp başımı olumsuzca iki yana salladım. Bu gerçekle yüzleşmesinin zamanı gelmişti.

 

"Sen yemek yapmayı bilmiyorsun." İçli bir nefes çekip sanki çok üzücü bir olay yaşıyormuşuz gibi yavaşça saçlarını okşadım.

 

"Bunun için gerçekten üzgünüm." Onunla dalga geçtiğimi anladığında gözlerini devirip arkasına yaslandı ve kollarını önünde bağladı.

 

"Kim demiş yemek yapamadığımı?"

 

"Birisinin demesine gerek yok ki.. daha bıçak bile tutamıyorsun." Son söylediğim şeyle küçük bir kahkaha atıp gözümde yine o anıyı canlandırdım. Salatalıkları nasıl doğrayamadığı sabahı...

 

"Hoşuna gittiğini sanmıştım." İmalı sesiyle kendime gelirken anında ellerini tutup yüzümü biraz ona doğru yaklaştırdım. Bunun o konuyla bir alakası yoktu. Ben daha çok bana kahvaltı hazırlamasına değil bunu düşünmüş olmasına aşık oluyordum. Beni mutlu etme çabasına hayran kalıyordum.

 

"Üzgünüm ama bundan artık kurtulamazsın. Madem bir kere yaptın artık sık sık isterim."

 

"O halde sık sık bende kalman gerekecek."

 

"Sende bunun için fırsat kolluyorsun zaten değil mi?" Ona yandan bir bakış atıp kucağından kalktığımda elini de kendimle beraber çektim.

 

"Madem öğrenilecekler listesi oluşturdun o halde bende bu listeye sana yemek yapmayı öğretmeyi ekliyorum."

 

"Sen yemek yapmayı nereden öğrendin?" Mutfağa geldiğimizde elini bırakıp dolapları karıştırmaya başladım.

 

"Sevim annemden. Emekli olduktan sonra zamanının büyük bir çoğunluğunu mutfakta geçirmeye başlamış. Yemek yaparken onu izlemeyi çok severdim. Hatta son zamanlarda beni çırağı yapmıştı." Hafif bir buruklukla bulduğum tencereyi dolaptaki raftan indirip tezgaha koydum ve belimi mermere yasladım.

 

"Eğer hayatta olsaydı sana özel soslu tavuğundan yapardı. Eminim çok severdin." O da belini karşımdaki küçük yemek masasına dayayıp uzunca yüzüme baktı.

 

Daha birlikte geçireceğimiz, bana başka tarifler öğretebileceği onca senelerimiz olabilecekken onların elimden alınmasına kahroluyordum. En kötüsü de yaşanan hiçbir şeye engel olamamdı. Her şey benim yüzümden, benim etrafımda yaşanırken ben hiçbir şeyin farkında olamamıştım. Keşke hayatlarına girmeseydim de şu an yaşasalardı. Keşke onlar değil de ben... ahh.. bu saatten sonra keşkeler hiçbir işe yaramıyordu maalesef.

 

"Sen yap." Gözlerimi dalıp gittiğim boşluktan çekip gözlerine diktim. Ben mi?

 

"Ben onun kadar güzel yapamam ki.." Oturduğu yerden ellerimi tutup beni kendine çektiğinde hafif bir tebessüm ettim. Burukluğumu hissetmiş olmalıydı.

 

"Bence çok güzel yapacaksın." Madem istiyordu deneyecektim o halde. Annem hep çok iyi bir çırak olduğumu ve elimin lezzetinin güzel olduğunu söylerdi. Onlarla geçirdiğim son zamanlarda artık mutfağın sorumluluğunu neredeyse ben almıştım. Sanırım bu işte gerçekten iyiydim.

 

"O halde çırağım olmaya hazır mısın?" Savaş ve çıraklık... eğlenceli olacaktı.

 

"Ben? Ben çırak olacağım?" Yüzüme alaylı bir gülümseme yerleştirip yanağını hafifçe okşadım. Evet sen bebeğim.

 

"Her zaman usta olamazsın." Ellerini sırtımdan belime doğru kaydırıp beni biraz daha kendisine yaklaştırdı. Kararlı gözüküyordu.

 

"Ben çırak olmam." Sürekli birilerine emir vermek kolaydı tabii. Birazda emir altında çalış bakalım.

 

"Mecbur... olacaksın." Burnumu burnuna sürttüğümde derin bir nefes alıp dudaklarına doğru verdim. Vücut diline bakılırsa onu ikna etmek kolay olacaktı.

 

"Merak etme..." elimi kolundan yukarıya doğru sürterek çıkartıp yavaşça ensesine tutundum.

 

"Seni çok yormayacağım." İstesem aklını çelmeden de onu ikna edebilirdim ama ben bunu yapmak istiyordum. Artık eskisi gibi saf değildim. Eskiden ne istediğimden emin olduktan sonra ona sessiz sedasız sahip olurdum. Şimdi ise onu istiyordum ve bunu alana kadar uslu durmaya hiç mi hiç niyetim yoktu. Bu saatten sonra uslu durmak için artık çok geçti.

 

"Başlayalım mı?"

 

"Başlayalım." Memnuniyetle ondan ayrıldıktan sonra dolapları karıştırmaya devam ettim. Buzdolabının kapağını açtığımda gördüğüm manzara bende bir süre şok etkisi yaratmıştı. Dolap... doluydu. Evet bu normal bir şeydi ama... dolap fazla doluydu.

 

"Burada yaşayan mı var?"

 

"Genelde yaz aylarımı burada geçiririm."

 

"Tek mi?" Omzumun üzerinden ona bakıp bir cevap bekledim. Gerçi burası ailesi için fazla küçüktü. Aşağı katta küçük bir oturma grubu genelde vaktimizi geçirdiğimiz yukarıdaki bu katta ise mutfak, yatak odası ve mutfakla birleşik küçük bir oturma grubu daha vardı. Bir aile için fazla küçük tek kişi için ise fazla sıkıcı olabilirdi.

 

"Evet." Onu bıraktığım yerde durmuş halâ beni izliyordu.

 

Gerekli malzemeleri kolumla göğüsüm arasına sıkıştırıp dolabın kapağını kalçamla kapattıktan sonra hepsini mermere yığdım.

 

"Tek başına sıkılmıyor musun?"

 

"Artık sıkılmıyorum." Sinsice arkamdan yaklaşıp kollarını birden belime sardığında panikle elimdeki birkaç parça sebzeyi de tezgaha bırakıverdim. Olur olmadık yerde baş gösteren çarpıntım anlık olarak heyecanlanmamla başlamıştı ve geçecek gibide durmuyordu.

 

Artık? Ben olduğum için mi sıkılmıyordu yoksa? Başımı hafif yan çevirip dudaklarımı yanağına bastırdığımda biraz daha boynuma doğru sokuldu. Şu an için belki öyleydi ama ileride benden sıkılacağını biliyordum.

 

"En fazla 5 gün veriyorum." Belki 5. gün bile dolmadan beni postalayabilirdi. Bu sefer o dudaklarını omzuma, atletimin askısından açık kalan kısma doğru bastırdı.

 

"En azından bir süreliğine bana taşın. Denemiş oluruz hem." Elimi ensesine doğru götürüp sakince okşadım. Aslında tüm derdi buydu değil mi? Onunla birlikte yaşamam. Peki bunun asıl sebebi neydi? Beni sevdiği için tüm vaktini benimle geçirmek istediği için mi yoksa onun gözetimi altında olmamı istediği için mi?

 

Sadece güldüm. Ne diyebilirdim ki? Ben istesem İdil izin vermezdi. Hem... onu nasıl yalnız bırakacaktım. Öykü, annesi ve babası şehir dışından döndüğünde gitmek zorunda kalacaktı. Sahi o iş nasıl olacaktı. Peşimdeki adamlar Öykü'nün yanımda kaldığını biliyor muydu? O da ifşa olmuş muydu? Ya o da tehlikedeyse? Evden ayrıldığında onunda peşine düşerlerse ne olacak? Siktir! Başımdaki bu bela çevreme zarar verip duruyordu ve ben her zamanki gibi yine bir şey yapamıyordum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Düşünmeliydim... ailemi bundan nasıl uzak tutabilirdim ya da en azından düşmanlarıma bu hissiyatı nasıl verebilirdim düşünmeliydim. Onlar benim bu işte yalnız olduğumu düşünmeliydiler. Ailemin peşine düşmemeliydiler.

 

"Ne oldu?" Elini ne ara kalbimin üzerine koyduğumu bilmediğim elimin üzerine koyduğunda bir süre zihnimdeki düşüncelerimden uzaklaştım. Yalnız başıma olduğumda sakin kafayla düşünmeliydim. Eminim bir çare bulurdum.

 

"Hiç.."

 

"Saat geçiyor. Yemeği yapalım sonra da biraz dışarıda oturur hem hava alırız hem de sohbet ederiz olur mu?"

 

"Olur. Yemekten sonra sana göstermek istediğim bir şey var." Heyecanla ona doğru döndüm.

 

"Ne göstereceksin?"

 

"Yemekten sonra." İyide ama o zamana kadar meraktan çatlardım.

 

"İpucu versen?"

 

"Bir.. yer. Büyük bir yer." Benden ayrılıp çıkardığım sebzeleri yıkamaya koyulduğunda çaresizce ona baktım. Söylemeyecekti.

 

"Şimdi göster."

 

"Yemekten sonra dedim.."

 

"Savaş yaa! Meraklandırıyorsun insanı. Hadi söyle?" Bana yandan bir bakış atıp bıyık altından güldüğünde umutsuzca önüme döndüm. Kesinlikle söylemeyecekti. Bir an önce yemeği yapıp yemek istiyordum.

 

"Sen bunları doğra olur mu?" Yıkadığı bir avuç sebzeyi önüne doğru ittim. Bende bir yandan ocakla ilgileniyor bir yandan da onu kontrol ediyordum. Kesinlikle bıçak tutmasını bilmiyordu. Daha fazla dayanamayıp elimi bıçağı tuttuğu elinin üzerine koyarak onu durdurdum.

 

"Ne oldu? Kötü mü gidiyorum?"

 

"Eğer parmaklarını da kesmek istiyorsan gayet güzel gidiyorsun." Gülerek elimi elinin üzerinde kaydırıp parmaklarının ucuna getirdim.

 

"Bu şekilde tutacaksın. İçe doğru tamam mı?" Doğru şekli ona gösterip bir adım geri çekildim.

 

"Böyle mi?" Çabuk öğreniyordu.

 

Mutfakta kalan vaktimizi beraber yemeği ve sofrayı hazırlayarak geçirdikten sonra ortaya çıkan şahesere güzel bir bakış attım. Her şey çok güzel gözüküyordu.

 

"İlk defa baş başa yemek yiyeceğiz." Küçük bir heyecan kıpırtısıyla omzumun üzerinden ona bakarken başını yavaşça bana doğru çevirdi ve aklına gelen düşünceyle kaşlarını hafifçe çattı.

 

"Sahi... Seni daha önce hiç yemeğe çıkarmadım. Ne kadar da aptalım." Utançla önüme gelen saçları kulağımın arkasına alırken yerimde hafifçe sallandım. İyi ki daha önce yemeğe çıkmamıştık.

 

"İlk yemeğimizi beraber yaptık. Bence böylesi daha romantik." Birkaç saniye daha gözlerime baktıktan sonra tek elini belime koyup beni kendine doğru çekti ve alnıma çok hafif sayılabilecek bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde bakışlarım halâ yüzündeydi. Memnun bir surat ifadesi vardı fakat gözlerinin ardındaki hüzün bir şeyler sakladığının kanıtıydı. Beni bulduğundan beri bunun farkındaydım. Benimle ilgilenerek bunu saklayacağını düşünüyordu ama yanılıyordu. Onu tanıyordum. Eğer üzerine gidersem benden daha fazla kaçamayacağını o da biliyordu. Fakat her şeyin zamanı vardı. Benden her ne saklıyorsa onu şimdi öğrenmek istemiyordum. Görmemezlikten gelmek işime geliyordu. Günlerdir her saniyeyi beraber yaşıyorduk ve bu çok hoşuma gidiyordu. Burada yaşadıklarımızın o gizli sır ile altüst olmasını istemiyordum. Nasıl olsa yarın normal yaşamıma döndüğümde hayatım altüst olmaya devam edecekti.

 

Yemeklerin daha fazla soğumaması için gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp ondan ayrıldım. Masaya karşılıklı oturduğumuzda hafif bir tedirginlikle gülümsedim.

 

"Nasıl olmuş?" Gözlerini benden ayırmadan masanın üzerindeki çatalı kavrayıp tabağından bir lokma aldı ve yavaşça dudaklarına götürdü. Beğenecek miydi?

 

Meraklı bakışlarımı yüzünün her zerresinde gezdirip küçükte olsa bir mimik yakalamak istedim ama bu resmen imkansızdı. Bakışları gözlerimdeydi fakat halâ bir tepki vermemişti. Beğenmemiş miydi yoksa?

 

Arkama yaslanıp saçımın ucuyla oynamaya başladığımda harelerimi tekrar gözlerine diktim. Düşünüyordu. Yemeği mi değerlendiriyordu?

 

"Ne düşünüyorsun?" Eğer bir an önce konuşmazsa meraktan ölecektim. Sorumla birlikte ağır ağır hareket eden dudakları duraksayıp lokmayı boğazından aşağıya indirdi.

 

"Bence daha sık buraya uğramalıyız." Oturduğum yerde sırtımı dikleştirirken yüzümde büyük bir gülümseme belirdi. Beğenmişti!

 

Sessiz sessiz yemeğimizi yerken duyulan tek ses tabağa çarpan çatal kaşık sesleriydi. Ona yaptığım ilk yemeği beğenmesi hoşuma gitmişti. Anlaşılan sürekli ona yemek yapacaktım.

 

"Sen ne diyorsun? Gelmeli miyiz?" Bakışlarım gözlerini bulurken başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Burayı sevdim." Bakışlarımı gözlerinden kaçırıp etrafta gezdirdim. Evin küçük olması sayesinde gözlerim her saniye onu buluyor ve içim huzur doluyordu.

 

"Burada seninle birlikte olmak güzel." Söylediğim bu söz üzerine utanıp başımı hafif öne eğdim ve gözlerimi tabağıma diktim. O kadar şey yaşadık ama ben halâ ondan utanıyordum. Gerçi o utanmamı bile seviyordu.

 

Tabağımdan birkaç lokma daha alıp arkama yaslandığımda onun tabağını silip süpürdüğünü gördüm. Gerçekten beğenmiş olmalıydı.

 

"Doydun mu?" Başımı hafifçe aşağı yukarı salladım. Kaşları derinden çatıldığında ne söyleyeceğini biliyordum.

 

"Her geçen gün giderek zayıflıyorsun! Kendine bakman gerek." Sandalyesinden kalkıp yanıma oturduğunda bakışlarımı ondan kaçırdım. Yaşadığım onca şeyden sonra artık eskisi gibi iştahlı değildim.

 

"Yeteri kadar-"

 

"Yemiyorsun." Kenara bıraktığım çatalı alıp yemekle doldurduktan sonra ağzıma doğru yaklaştırdı.

 

"Anlaşılan seni elimle beslemem gerekecek." Bu sözüne gülmüştüm. Bebek gibi mi yani?

 

Uzattığı lokmayı alıp yüzümü buruşturarak yuttum. Gerçekten doymuştum. Elimi karnımın üzerine koyup daha fazla ısrarcı olmaması için kaşlarımı büzerek gözlerine baktım. Bu bakışımın etkili olması gerekiyordu.

 

"Son." Nefsimi sonuna kadar verip başımı salladım. Son... Çatlayacaktım sanırım.

 

"Kendini zorlamazsan giderek güçsüz düşeceksin. Güçsüz olmaktan nefret ediyorsun değil mi?" Evet nefret ediyordum. Çünkü hayatta sahip olduğum tek şey gücümdü. Bu zamana kadar gücüm sayesinde hayatta kalmamış mıydım? Ve her geçen gün, öğrendiğim her yeni bilgi gücümü arttırıyordu. İntikamım giderek daha da güçleniyordu. Cesaretim her gün, her saniye daha da artıyor ve içime sığmak bilmeyen korkum ruhumu elime geçiriyordu.

 

Nasıl bir şeydi bu? Hem bu kadar cesaretli olup hem de nasıl korkabilirdim. Belki de... o an cesaret ettiğim eylemin sonuçlarından korkuyordum. Tabi ya! Alec'i öldürürken gözümü bile kırpmamıştım peki ya sonrasında geçirdiğim kriz korkum yüzünden olmamış mıydı? O anda babasının gözündeki öfke beni korkutmamış mıydı? O halde sıradaki şey belliydi. Sırada korkumu yenmek vardı.

 

Tüm bu düşüncelerimin etkisi altında biraz daha ezilirken Savaş'ın bu durumu kullandığını daha yeni fark etmiştim. Beni güç konusunda kışkırtmış ve ben kendi kendime konuşurken o bunu fırsat bilip sürekli doldurduğu çatalı ağzıma sokuyordu. Ağzımdaki tavuğu fark etmemle bir an yutkunamamış ve tükürüğüm boğazıma kaçmıştı. Bir yandan sırtıma hafif hafif vururken bir yanda su dolu bardağı elime tutuşturdu. Yüzüm kıpkırmızı olmuş halde kendime geldiğimde sinirle kaşlarımı çattım.

 

"Bilerek yaptın!" Masadaki peçeteye uzanıp dudaklarımın kenarını temizlerken yüzünde keyifli bir gülümseme belirdi. Ben ise saniyeler önceki sinirimi çoktan unutmuş, dudaklarımı hafif hafif okşayan soğuk parmaklarını düşünmeye başlamış ve dudaklarıma düşen gözlerine kenetlenmiş durumdaydım.

 

"Ben olmasam kendine bakmayacaksın.." devam edecek gibi birden nefesini yarıda kesip anlık olarak elalarını kahvelerime dikti ve tekrar dudaklarımı odağı haline getirdi. Usulca üst dudağımı okşamaya devam eden başparmağı yavaşça alt dudağıma geçip hareketlerine orada devam etti.

 

"Hemm.." kuruyan dudaklarımı ıslatma gereksinimi bastırıp zorlukla yutkundum.

 

"Dolgunluklarını kaybetmeni istemem." Hipnotize olmuş gibi bakışlarımı gözlerinden kaçıramazken mayışmış gibi birkaç kez kırptım kirpiklerimi. Parmakları bu kadar soğukken ben neden alev almış gibi yanıyordum?

 

Hafifçe başını eğip üst dudağıma minik bir öpücük kondurduğunda kendimden geçmekten korktum. Konu buraya nasıl gelmişti? Her şeyden önemlisi ben neden hala onun küçük bir dokunuşuyla bile tuzla buz olabiliyordum? Kanım çekilmiş gibi dona kalmıştım fakat onu, birbirinden kopan her hücremde hissediyordum. Ben... yanıyordum. Saç diplerimde dahi hissettiğim üzerimdeki baskısı her geçen saniye artarken kendimi onun kollarına bırakmak üzereydim ki aniden geri çekilmesiyle bedenim boşlukta kalmış gibi hafifçe sallandı. Alev alan vücudum aniden buz keserken hafif kıkırdamasıyla bakışlarımı dudaklarına düşürdüm.

 

"Nefes al." Söylediği sözcükler zihnimde tek tek birleşip anlamlı bir cümle oluşturduğunda ne yapmam gerektiğini idrak etmiştim fakat nefes alacak gücüm yok gibiydi. Sadece nefes almam gerekiyordu ama nasıl? Nasıl nefes alınıyordu? Şu anda nefes almak istemiyordum ki. Onu öpmeliydim. Hemen şimdi öpmeliydim.

 

Tam ona doğru uzanmaya karar vermiştim ki elimden tutup beni de kendisiyle birlikte ayağa kaldırılmasıyla gerçekliğe dönmüştüm. Ahh... nefes almalıydım. Çaktırmadan aldığım derin nefesler eşliğinde onu takip ederken merdivenlerden aşağı indik.

 

"Nereye?" Sonunda ağzımdan bir kelime çıkabilmişti.

 

"Sürprize." Yanındayken azalmak bilmeyen heyecanım artık bedenimi titretmeye başlamıştı.

 

Dışarıya çıkmadan girişin önünde durduğunda şaşkınlıkla ona baktım. Ee neredeydi bu yer?

 

Alttan bakışlarını kısa tutup omuzlarımdan tutarak arkamı döndürdü. Gördüğüm şeyle kaşlarım hafifçe yukarıya doğru kalkarken merdivenin altındaki kapıya doğru ilerleyip elimi kapının kulpuna sardım.

 

"Ne var içeride?"

 

"Uzun zaman önce yerine getirilmesi gereken bir söz." Ne sözü? Savaş bana neyin sözünü vermişti ki?

 

Başımı hafif yan çevirip tereddütle gözlerine baktım. Onaylayan bakışları eşliğinde kapının kulpunu aşağıya doğru indirdiğimde içerisi başta sonsuz bir karanlık gibi görünse de ışıkları açmasıyla birlikte gözlerim ortama alışmak için önce kısılmış ama gördüklerimden sonra büyük bir şaşkınlıkla açılmıştı. Siktir!

 

"Savaş.. bunları.. bunlar.. senin." Konuşmayı unutmuştum resmen. Doğru bir gün bana gösterecekti değil mi?

 

İçeriye doğru büyük bir adım attığımda elimi terleyen enseme doğru götürüp ovuşturdum. O kadar çoklardı ki... gözlerim hepsine değiyor, her şeyi görmek istiyordum ama öyle üstün körü bakmakta istemiyordum. Her bir tabloyu ayrı ayrı incelemek her bir emeği fark etmek istiyordum.

 

"Çok güzeller..." mest olmuş gibi rafların önünden yavaş yavaş geçerken her bir resmin hikayesinin olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bunlar öyle sıradan çizilmiş, rastgele boyanmış tablolar değildi.

 

Mesela tam önünde durduğum bu tablo. İçinde o kadar çok sırrı barındırıyor ki. Her bir çizgi buradayım diye haykırıyor onları görmem için yalvarıyordu adeta. Fark etmemek imkansızdı. Bir saniye.. ne o şimdi de başımıza sanatçı mı kesilmiştim? Tamam baktığımda farklı hissettiriyorlardı ama ben ne anlardım ki?

 

"Bu.." elimle tablodaki elinde pazar yükü taşıyan kadını gösterdim. Yorgunluğu yüzünden okunan bu kadın hayatın birçok çilesini çekmiş gibi görünüyordu. Yaşadıkları adeta yüzüne yansımış, göz çevrelerindeki her bir kırışıklık ayrı bir çileyi anlatmak ister gibi anında göze çarpıyordu.

 

"7 yaşındaydım. O zamanki çalışanımız evin ihtiyacı için gittiği alışverişten yeni dönmüştü. Hep böyle derin bakardı. Hatırlıyorum... Gün boyu hiç oturmamıştı. Evin neredeyse tüm temizliğini üstlendiği gibi bir de bizim yaramazlıklarımızla ilgilenmiş ve o yorgun haliyle alışverişe bile gitmişti. Hakkettiği değeri görmediğini düşünüyordu. Kızı annesinin hizmetli olmasından utanıyor ve onu yılda iki defa anca ziyarete geliyordu. Kocası erken yaşta ölmüştü. Günlerini torunlarına hasret geçiriyordu. Geçim sıkıntısı çekiyor ve hakkettiği maaşı almadığını düşünüyordu. Annemin evde olmadığı zamanlar arada bir bizi azarladı. Onu sürekli yorduğumuzu bizim yüzümüzden hasta olduğunu söyler dururdu. Sinirliydi... çok sinirliydi."

 

"Ne oldu ona?" Kadının hikayesi gerçekten ilgi çekiciydi.

 

"Bir sabah kendini zorlukla taşındırttığı müştemilatta asılı halde bulmuşlar." Kendimi geri çekip tablodan uzaklaştığımda omzum göğsüne çarpmıştı. Sonunu böyle beklemiyordum. Onun soğukkanlılıkla anlattığı hikaye benim bayağı bir irkilmeme neden olmuştu.

 

"Ona saygı duyardım. Hayatın bir çok zorluğuna tek başına göğüs germişti. O yaşlı haliyle bir yerden sonrasını kaldıramayacağını biliyordum. O günden beri yüzünü hiç unutmuyorum." Bakışlarımı soluk renkli tablodan kaçırıp ilerlemeye devam ettim.

 

Kalbim, bu odaya hapsolmuş tüm hikayeleri kaldıramayabilirdi. Hayranlık dolu bakışlarımı etrafta gezdirirken odanın en köşesinde karanlıkta kalan, üzeri beyaz bir çarşafla kapatılmış olan tuvali gördüm.

 

"Onun üzeri neden kapalı?" Parmağımla uzaktaki tuvali gösterip omzumun üzerinden yüzüne baktım. Başkası görse şu an onun ciddi bir surat ifadesi olduğunu söylerdi ancak ben bu dudakları tanıyordum. Orada her ne varsa onu az da olsa gülümsetmeye yetiyordu.

 

"Henüz bitmedi."

 

"Ne çiziyorsun peki?"

 

"Bir kadın." Vücudumu tamamen ona doğru döndürüp sorgulayıcı bakışlarımı yolladım. Nasıl bir kadın!?

 

"Nasıl bir kadın?"

 

"Güzel.." Güzel... tamam.

 

"Ne kadar güzel?" Bu kadın genç bir kız olabilir miydi?

 

"Baş döndürecek kadar güzel." Derin bir nefes alıp kollarımı göğüs hizamda bağladım. Başını döndürüyor demek!

 

"Anlaşılan seni heyecanlandırıyor?" Sesimi ne kadar düz tutmaya çalışsam da keskinliği 100 metre öteden bile anlaşılırdı.

 

"Fazlasıyla." Kimdi bu kadın!? Derin bir nefes alıp bir adım daha attım ve aradaki mesafeyi tamamen kapattım.

 

"Başka?"

 

"Biraz sinirli, asi ve hırçın."

 

"Bu kadın bayağı hoşuna gitmiş gibi." Kaşlarım yavaştan çatılırken aldığım nefesi sertçe dudaklarına doğru verdim. Karşıma geçmiş resmen aklında yer edinmiş, kalbinde iz bırakmış bir kızı anlatıyordu. Sinirlerim yavaştan gerilirken dudaklarımı birbirine bastırdım. Sakin olmalıydım.

 

"Hoşlanıyorum.."

 

"Kim!?"

 

"Kim olduğunu biliyorsun."

 

"Bir de tanıdığım birisi öyle mi!?" Benim kaşlarım çatıldıkça onun gülümsemesi büyüyordu. Bilerek yapıyordu değil mi? Beni sinir etmek- sinir... o kadın sinirliydi değil mi? Ve bu Savaş'ın hoşuna gidiyordu.

 

Bir şeyleri yeni anlamaya başlıyor gibiydim. Birbirine sardığım kollarım çözülüp aşağı doğru sarkarken kaşlarım anında düz bir çizgi halini aldı.

 

"Bu kadını seviyor musun?"

 

"Mucizeleri kim sevmez." O ben miydim? Dudaklarım şaşkınlıkla açılırken bakışlarımı tekrar büyük tuvale doğru çevirdim. Bu şu zamana kadar bana çizdiklerinin en büyüğüydü. İyi de ama ne zaman çizmeye başlamıştı ki bunu. O sürekli yanımdaydı ayrı olduğumuz zamanlar muhakkak telefonla konuşur birbirimizin durumundan haberdar olurduk. Buraya ne zaman vakit ayırmıştı?

 

Her neyse şu an önemli olan bu değildi. Önemli olan onun sürekli beni mutlu edebilmek için çabalamasıydı. Artık benimde bir şeyler yapmam gerekiyordu. O, onu sadece sevmemin yeterli olacağını düşünse de bana yetmezdi.

 

Kendime geldiğimde şaşkınlıkla açılan dudaklarımı onun dudaklarıyla kapatmayı seçtim. Yanaklarını avuçlayıp kendime doğru çektiğimde afalladığını hissetmiştim. Üst dudağını uzunca emip geri çekildiğimde gözlerimi açmadan alnımı alnına yasladım.

 

"Seni seviyorum." Derin bir nefes alıp konuşmasına izin vermedim.

 

"Seni çok seviyorum ve seni asla bırakmayacağım. Ne olursa olsun asla senden vazgeçmeyeceğim." Bu sözlerimi aklına özenle kazısa iyi ederdi. Şayet ondan ayrılma vaktim geldiğinde bunun gerçek bir ayrılık olmayacağını bilmeliydi.

Bölüm : 01.01.2025 19:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...