
"Lütfen... benim için?" Başımı olumsuz anlamda iki yana sallarken önümde ki boş tabağı alıp sandalyeden kalktım ve tabağı lavabonun içine bıraktım.
"Olmaz." Olmazdı.
"Hazal biliyorum başından çok kötü olaylar geçti.. ama sen bunları atlatabilirsin." Evet atlatabilirdim. Atlatıyordum da. Evden dışarıya adım atmayarak.
"Olmaz."
"Hazalcım-"
"Olmaz."
"Papağan gibi aynı kelimeyi tekrar edip durma lütfen!" İdil sesini yükseltmeye başladığında ağzımı açıp tek bir kelime dahi etmeden ortamı daha fazla germemek adına ona arkamı dönerek merdivenlere yöneldim. Artık kimsenin bana istemediğim şeyler yaptırmasına izin vermeyecektim. Bu benim iyiliğime dahi olsa bile.
"Hazal nereye gidiyorsun!? Sen beni çıldırtacak mısın!? Hemen buraya gel!" İdil'in böğürmeleri devam ederken odama girip kapıyı nazikçe kapattım ve aynamın önündeki pufa oturdum.
Olmaz.
Elimi önümdeki makyaj malzemelerinin üzerinde gezdirip başlangıç olarak yüz temizleme jelini ve bir miktar kopardığım pamuğu elime aldım. Yüzüm temizdi. Uyanalı henüz bir saat olmuştu ve güne ılık bir duşla başlamıştım. Yumuşak lifi yüzüme o kadar uzun süre sürtmüştüm ki duştan çıktıktan sonra aynaya baktığımda yeni olgunlaşmaya başlamış domates gibi gözüküyordum.
İdil'in sesi giderek yakınlaşırken gözlerimi sıkıca kapatıp bir süre olduğum yerde sallandım. Olmaz diyordum neden anlamıyordu. Olmaz. Olmaz. Olmaz!
Derin bir nefes alıp gözlerimi açtığımda bir süre solgun yüzüme baktım. İyiydim. Evde güvendeydim. Şimdi ise yüzüme birkaç küçük dokunuş uygulayacak ve güzel olacaktım. Eski Hazal olmak istiyordum. Eskisi gibi görünmek istiyordum. Gözaltı morluklarımdan, solmuş yüzümün yer yer belirgin noktalarındaki kızarık damarlarımdan kurtulmak istiyordum. Ve bunlardan sadece makyaj yardımıyla kurtulabiliyordum. Ya da kurtulduğumu sanıyordum. Herkes beni normal bir insan gibi görürken aynaya baktığımda gerçek yüzümü gören sadece bendim.
Pamuğu yumuşak hareketlerle yüzümde gezdirirken kulağımı kapımın önünden gelen seslere kabarttım.
"İdil! İdil diyorum! Dur! Ne yapıyorsun sen!?" Aynı soruyu kendime sordum. Ne yapıyordum ben?
İşi biten pamuğu hemen ayak ucumda duran içi, kullanılmış pamuk ve dibi gelmiş makyaj malzemeleriyle dolup taşmak üzere olan çöpe attım. Kendi kendimi kanser ediyordum.
"Ne yapıyormuşum!? Onu normal hayata döndürmeye çalışıyorum. Sende biraz destek versen fena olmaz!" Bizim ne zaman normal bir hayatımız olmuştu ki?
"Hangi normal hayat? Allah aşkına şu kıza bir bak sence bir hayatı varmış gibi mi gözüküyor?" Yok muydu? Benim bir hayatım yok muydu? Nefes aldığıma göre hayattaydım. Her gününe lanet ederek uyanığım bir hayat.
Tüm bu kendimi sorgulamalarım içimdeki bitmek bilmeyen savaşı harlarken yüzümde hiçbir tepki uyandırmamıştı. Harekete geçmem gerekiyordu artık bu savaşı bitirmem gerekiyordu ama benim tek yaptığım kolumu hareket ettirmek oldu. Donuk bakışlarım eşliğinde gözaltı morluklarıma kapatıcı uygulamaya başladım. Eskisi gibi güzel değil miydim artık?
"Evet şu an yok! Gün boyunca sadece uyuyor, uyandığında ise sadece makyaj yapıyor. Sohbet etmiyor, doğru düzgün yemek yemiyor, eskisi gibi film izlemiyor. Farkında mısın Hazal artık bizimle kavga bile etmiyor." Hafifçe gülümsedim. Duyduklarım hiç hoşuma gitmiyordu. Evet hareketsizdim. Hiçbir iş yapmıyor hatta tüm gün yatakta uzanıyor olabilirdim ama bu düşünmediğim anlamına gelmiyordu. Aldığım sakinleştirici ve uyku hapları sadece bedenimi uyuşturuyordu zihnimi değil. Zihnim hala aynı zihindi. İntikam aynı intikamdı. Ben halâ aynı bendim. Sadece biraz istirahate ayrılmıştım o kadar. Yaşadıklarım beni o kadar çok yormuştu ki artık hiçbir eylemde bulunmak ve onların sonuçlarına katlanmak istemiyordum. Bir süre dümdüz bir sakinlik istiyordum. Dinlenmek istiyordum. Pes etmiyordum... ama yorgundum.
"Yaşadıkları kolay değildi-"
"Biliyorum Öykü biliyorum... Onun yerinde ben olsaydım eminim ondan bin kat daha beter durumda olurdum. Ne yani ben bu halde olsam siz beni izleyecek misiniz?" Kendimi ebeveynleri kavga eden çocuklar gibi hissetmeye başlamıştım.
"Hayır tabii ama-"
"Olayın üzerinden 2 hafta geçti artık insan içine karışması gerekiyor. Onu bir işle meşgul etmeliyiz ve benim fikrim gayet güzel."
"Ama Savaş dedi ki-"
"Savaş artık onu görmeye bile gelmiyor!" Duyduklarım karşısında kaşlarımı çattım. Burada durması gerekiyordu.
"Çünkü burada değil! Sırf tüm bunlardan Hazal'ı uzak tutmak için kendisi şu an kilometrelerce uzakta. Alec olayından Savaş'ı sorumlu tutmayı bırak artık! Onun hiçbir suçu yok." Ne!? İdil gerçekten tüm bu olanlardan Savaş'ı mı sorumlu tutuyordu. Olayların sadece 2 sorumlusu vardı ben ve Anıl. Başka hiçkimse değil.
"O çocuğu kendinden uzak tutabilmeyi başarabilseydi Hazal'dan da uzak olurdu ve başına bunlar gelmezdi!" Saçmalık!
Hızla yerimden kalkıp bir hışımla kapıyı açtım. Kızlar oldukları yerden bir adım gerilerken benden gelecek tepkiyi bekliyorlardı. Korkuyorlardı çünkü artık ne yapacağımı kestiremiyorlardı. Artık bende ne yapacağımı kestiremiyordum.
"Gelecek! İşlerini halledip gelecek!" Öykü verdiğim bu tepkiden sonra sakinlikle yaklaşıp yavaşça kolumu okşadı.
"Elbette öyle hayatım." Başka hiçbir şey demeden arkamı dönüp odama girdim ama kapıyı kapatmadım.
"Artık bu konu hakkında tek bir kelime dahi duymak istemiyorum. Sessizce oturacaksanız gelebilirsiniz." Artık ne Alec'in adını duymak istiyordum ne de o gece olanları hatırlamak. Tek istediğim sakinlikti. Lütfen! Biraz sakinlik!
Tekrar pufa oturup önemdeki malzemelere göz gezdirdim. Soluk yüzüme biraz renk katmalıydım. Savaş beni eve bu şekilde bırakmamıştı ve bu şekilde de bulmamalıydı. Onunlayken iyiydim. Olayın en taze anında bile bana her şeyi unutturmuştu. Fakat eve geldikten sonra hiçbir şey o şekilde devam etmemişti. Kızların desteği yetmiyordu. Onlarda bilmiyorlardı ki bana nasıl yaklaşacaklarını. Fazla mı abartıyordum bilmiyordum. Eve geldigim ilk geceden itibaren kabuslarım başlamıştı, gün içinde bakışlarım boşluğa dalıp gidiyordu. 2 hafta olmuştu ama ben bir türlü onu aklımdan çıkaramıyordum. Nasıl çıkaracaktım ki? Bana yapmaya çalıştığı şeyi nasıl unutabilirdim? Onu öldürdüğümü nasıl unutacaktım? O şeytan bakışlı gözleri bir an olsun gözümün önünden gitmezken nasıl unutacaktım? Babasının feryatlafına nasıl sağır kalacaktım?
"Beni yanlış anlıyorsun..." parmaklarımın ucundaki fırçayı küçük darbelerle gözkapağıma uygulamaya başladım. Gürültü istemiyordum.
"Seni çok seviyorum ve... seni böyle görmeye dayanamıyorum."
"Nasıl?" Aynadan arkamdaki yatakta oturan İdil'e baktım. Nasıl görünüyordum?
"Hazal-"
"Nasıl görünüyorum?"
"Açık olmak gerekirse.. sen... ölü gibisin Hazal." Fırça parmaklarımın arasından düşerken gözlerimi ondan kaçırıp kendimi hemen topladım ve fırçayı tekrar elime aldım.
"İdil! Allah aşkına ne diyorsun sen!?" Öykü ona karşı çıkarken ben makyajıma devam ettim. Ölü gibi davrandığımı biliyordum. Evde varlığımla yokluğum arasında bir fark yoktu. Sadece sesli olarak duymak biraz afallatmıştı o kadar.
"Özür dilerim ama-"
"Gidelim."
"Ne? Sen ciddi misin?"
"Emin misin Hazal?" Kızlar büyük bir şaşkınlıkla bana bakarken ben hareketlerime normal olarak devam ettim. Belki de İdil haklıydı. İnsan içinde karışmam bana iyi gelebilirdi. Ya da en azından onun söylenmelerinden kurtulurdum. Belki beni rahat bırakmaları için rol yapardım. Off... sadece uyumak istiyordum.
"Yarım saate aşağıda olurum."
"Gi-gidiyoruz yani?"
"Ben vazgeçmeden çıksanız iyi olur." İdil büyük bir sevinçle boynuma sarılıp başıma küçük öpücükler kondururken Öykü onu zorla kolundan çekiştirip kapıya doğru sürükledi.
"Yalnız..." omzumun üzerinden onlara baktım.
"Benim bikinim veya mayom her neyse ondan yok." Gerçi ben havuza girmeyi pek düşünmüyordum. Zaten yüzme bilmiyordum. Eskiden tatile gittiğimizde de sadece bacaklarımı suya sokardım o kadar. Korkum daha fazlasına izin vermiyordu.
"Bende var fazladan merak etme. Sen gel yeter."
Kızlar odadan çıktığında bıkkınlıkla bir nefes verip ayağa kalktım. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Giderek doğru mu yapıyordum? Aslında bu bunalımdan sıkılmaya başlamıştım. Tüm gün yatmaktan eklemlerim ağrıyordu. Ama... bilmiyorum. Sonuçta ben... bir insanın hayatına son vermiştim. Yaşamayı haketmediğimi düşünüyordum. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu.
İsteksizce sırt çantama gerekli malzemeleri koyup üzerimi değiştirdim. Siyah bir pantolon ve düz bir tişört yeterliydi. Havalar ısınmaya başlamıştı ve ben sıcaktan nefret ederdim. Boynumu ele geçiren saçlarımı tepeden toplayıp yaptığım makyajın abartılığından sürdüğüm ruju sildim. İşimi bitirdiğimde yatağın kenarına oturup komodinin üzerinde sessizde kalan telefonumu elime aldım. Henüz öğlen olmasına rağmen Savaş'tan cevapsız arama vardı. Anlaşılan bugünkü rapor için erken davranmıştı. Bunu yapmayı artık bırakmalıydık. Çocuk değildim ben. Hergün onunla saatlerce konuşabilirdim ama bu rapor vermek için olmamalıydı.
Aramasına geri dönmek için tuşa bastığımda operatörün sesi kulağımı doldurdu. Telefonu kapalıydı. Umursamadım. Çoğu zaman aradığımda kapalı oluyordu zaten. Ama o istediği her an benden haber alabiliyordu. Ya benden ya kızlardan ya da aşağıdaki sayısız korumalardan. Bazen sesine ihtiyaç duyuyordum ve o bazen fazlasıyla ulaşılamaz oluyordu. Gözlerimi kapatıp birkaç saniye derin nefesler aldım. Çok karamsar düşünüyordum farkındaydım ama bazen zihnim benden bağımsız çalışıyor gibiydi. Bazen o düşünüyor bense yakından onu dinliyordum. Önüne geçemiyordum. Onu susturamıyordum. Onu... öldüremiyordum. Halbuki bu işte yeterli tecrübem vardı.
Dağınık odamı arkamda bırakıp usulca aşağıya indim. Kızlar çoktan hazırlanmış beni bekliyorlardı. Neşeli sesleri merdivenin başından bile duyuluyordu. Peki bu neşenin kaynağı kendileri dışarı çıkacakları için mi yoksa beni dışarı çıkaracakları için miydi? Ne fark eder? Sonuçta onlar mutluydu önemli olan da buydu zaten.
"Merak etme senin için önceden tesisi arayıp rapor aldım. Dışarıdaki havuz kalabalık fakat kapalı yüzme havuzu biraz daha boş."
"Sorun değil. Ben bir kenarda oturacağım zaten."
"Olsun belki sende girmek istersin. Kendini öyle şartlandırma. Önce bi gidelim sonra karar verirsin." İdil'in ısrarlarına göz devirip evden çıktım. Dışarı çıkmayı kabul etmiştim daha fazla üzerime gelmese iyi ederdi.
Kapıdan dışarıya adım atar atmaz Cihan dibimde bitmişti. Haliyle şaşırmıştı da tabi.
"Ben hemen arabayı hazılayayım."
"Gerek yok. Yürüyeceğiz." Öykü benim yerime cevap verip bahçenin dış kapısına doğru yürüdü. Cihan'a bakıp göz kırptım
"Yürüyecekmişiz."
"Ben hemen arkanda olacağım merak etme." Merak etme... kolaydı tabii.
Adımlarımı hızlandırıp kızlara yetiştim. Havanın sıcaklığı bunaltıcı derecedeydi. Ayağımın altındaki asfalt yakında alev alacak gibiydi ya da bana öyle geliyordu. Aşırı bir şekilde memnuniyetsiz olduğumun farkındaydım ama bu benim elimde değildi. Sakinleştiricilerim bedenimi uyuşturuyor ve halsiz bırakıyordu. Ben sadece uyumak istiyordum. Bıkkın bir nefes verip elimle kendime yelpaza yaptım. Kabul etmekle hata mı yapmıştım? Şimdiden içim daralmaya başlamıştı. Neyse ki tesis oturduğumuz siteye özel olduğu için bize çok yakındı birkaç dakikalık yürüyüşten sonra varmıştık bile.
İçeriye girerken çalışanların gözü bizde değil arkamızdan Cihan'la birlikte giren 3 korumadaydı. İnsanlar önce onların varlığı farkediyor ki buradaki herkes tatil havasındayken onların baştan aşağı siyah renkli resmi kıyafetleri farkedilmeyecek gibi değildi sonrasında kime hizmet ettiklerini merak eder gibi gözleri hemen bizi buluyordu. Benim hastalıklı gibi duruşum ve Öykü'nün tedirgin bakışları insanları iki saniye oyalıyor sonrasında tüm ilgileri aramızda en dinç gözüken İdil'de sabitleniyordu. Duruşu, bakışları, üstü başı, konuşması çok aklı başında gibi gözüksede hepsi sahteydi. Dışarı çıkmayı çok istiyordu ama aynı zamanda çok korkuyordu. Kardeşimi tanıyordum ben.
"Hoşgeldiniz efendim."
"Hoşbulduk. Havuz bölümüne geçeceğiz."
"Bu taraftan." Adam eliyle soldaki büyük kapıyı gösterdi.
"Soyunma odası ve duş ileride sağdaki kapı." İdil adama teşekkür edip kapıya doğru yöneldiğinde adam anlamsız bakışlarını korumalara yöneltti.
"Beyler için soyunma odası ve duş bu tarafta." Adam eliyle başka bir yönü gösterdiğinde Cihan'a bakıp hafifçe gülümsedim. İçeriye kadar gelecekler miydi yoksa?
Biz kendi yolumuza doğru devam ederken Cihan dışındaki diğer iki koruma dışarıya çıktı, Cihan ise direkt havuza yöneldi. Gözlerimi devirdim. Bu kadar abartmaya gerek yoktu. Dışarıyı bekleseler yeterdi. Hem bu sitede güvendeydik korumalara bile ihtiyaç yoktu.
Soyunma odasına girdiğimizde İdil iki farklı bikiniyi önüme doğru uzattı.
"Hangisini istersin?" Bir süre gözlerimi ikisi arasında gezdirdim. Gerek var mıydı?
"Ben girmeyeceğim biliyorsun."
"En azından ortama ayak uydur. İstersen açık havaya çıkarız güneşlenirsin." O fazla ısrar etmeden rastgele elindekilerden birini aldım. Başım ağrıyordu.
Kabine girip soyunurken bu dar yer anında beni boğmaya başlamıştı. O karanlık gecelerden sonra her şey üstüme gelmeye başlamıştı. Lanet olsun ki atlatamıyordum.
Hızlıca işimi bitirip çıktım dışarı. "Ben hazırım."
"Çıkıyorum birazdan." Benden saniyeler sonra Öykü'de çıkarken İdil'in hazırlanması fazla uzun sürmüştü.
"İdil zaten havuza girince o güzelim saçların bozulacak ve makyajın akacak. Hadi daha fazla bekletme bizi." Şaşırmadım.
"Ya bir dakika! Az kaldı." Gerçekten bir dakika sonra çıktığında gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu İdil miydi?
"Nasılım?" Baştan aşağı bir sapık gibi süzdüm onu. Evden bu değişimi göremeyecek kadar mı uzak kalmıştım? Ben en son kilo almaması için İdil'in elinden cips paketlerini alıyordum.
"Nasıl?"
"Son zamanlarda yememe içmeme dikkat ediyordum zaten. Sende birden ortadan yok olunca iyice kesildim. Sen yoksun diye kurudum kızım." Sesi sonlara doğru titrerken kısacık bir an boynuma sarılıp geri çekildi. Yok olmak.. Keşke sonsuza kadar yok olsam.
"Yokluğum işe yaramış anlaşılan."
"Saçmalama! Sen yeter ki hep yanımda ol ben obez olmaya bile razıyım." Hafifçe kıkırdarken utanmış gibi başımı başka yöne çevirdim.
"Güldü! Gördün demi Öykü? Gerçekten güldü!" İdil sevinçle şakırken şaşkınlığımı içimde yaşayıp gülümsememi biraz daha büyüttüm. Küçük bir gülüşüme dahi bu kadar sevinebiliyorlarsa ben gerçekten... ayvayı yemiş halde olmalıydım.
Eşyalarımızı dolaplara koyup kilitledikten sonra odadan çıktık. Uzaktan gelen uğultu giderek çoğalırken kapalı havuz alanına giriş yapmıştık. Beklediğim gibi sakin bir yer değildi. Çocuğundan yaşlısına kadar her türlü insanın bulunduğu alan fazlasıyla kalabalıktı. Kızları üzmemek için yüz ifademi memnun tutarken Öykü'nün geldiğimizden beri yüzünden silmediği tedirgin bakışlarını üzerimde hissettim.
Güven verircesine fısıldadım. "Sorun yok."
Artık sorun olmamalıydı. Kendime bunu yapmamalıydım. Bir yerden başlamam gerekiyordu ve burası güzel bir başlangıç gibi duruyordu. Artık ne kendimi ne de kızları üzmemeliydim. Tüm başımıza gelenlerin sorumlusu ben iken onların beni sürekli alttan alıp destek olmaları bir yerde mahcupluk hissimi kuvvetlendiriyordu. Artık sorun çıkarmayacaktım.
"Dışarısı daha güzel duruyor. Ne dersiniz?" Geldiğimizden beri gözlerinin içi parlayan İdil omzunun üstünden bana bakıyordu. Evet ciddiydim.
"Olur! Hem güneş kremide getirdim ben."
Adımlarımızı dışarıya doğru yöneltirken salonun en uç köşesindeki Cihan'ı gördüm. Peşimizden gelmeye başladığında adımlarımı yavaşlatıp bana yetişmesini bekledim. Kızlar çoktan dışarıya çıkmış boş şezlonglara havlu seriyordu.
Nefesini ensemde hissettiğimde olduğum yerde durup karşısına dikildim. Tek kaşını sorgularcasına kaldırdığında boğazımı temizleyip lafa girdim.
"Bugün izinlisin. İzin veriyorum gidebilirsin."
"Ben izin istemedim ki." Şaşırmıştı.
"Biliyorum. Ben izin veriyorum zaten. Git işlerini hallet."
"Benim işim seni güvende tutmak." Gözlerimi devirdim.
"İş dışındaki işlerinden bahsediyorum. Nişanlının yanına git mesela. Eminim çok sevinir kız."
"Neden?" Gerçekten mi?
"Cihan dalga mı geçiyorsun? İzin veriyorum işte git."
"Neden böyle bir şey yapıyorsun?"
"Sana açıklamak zorunda değilim. İzin verdim git!" Sesimin katı çıkması için biraz çaba sarfetmiştim.
"Arkadaşız sanıyordum. Patron işçi muhabbetine mi döndük?" Sabır dilenircesine gözlerimi kapattım.
"Arkadaşız zaten. Sadece bir günlüğüne de olsa normal bir yaşam istiyorum tamam mı? Üzerimde koruyucu bakışlar olmadan. Anlatabildim mi?"
"Anladım."
"O halde gidebilirsin."
"Üzgünüm. İşimi kaybetmek istemiyorum." Derin bir nefes alıp adımlarımı dışarıya yönelttim. Ne dersem diyim gitmeyecekti.
"Şurdan bir şezlong kap sende o zaman. Ayakta dikilme."
"Şemsiye kafi." Gözlerimi tekrar devirip kızların yanına doğru adımladım.
"Senin için simit getirdim. Eğer girmek ister-" İdil'in elindekilerini kimse görmeden bir hışımla alıp çantaya tıktım.
"Saçmalama İdil rezil edeceksin beni!" Elini ağzına bastırıp hafifçe kıkırdadı.
"Ne zamandan beri başkalarını umursar oldun?" Çekingenliğim etraftakiler değil daha çok Cihan içindi. Buradaki insanlar umrumda bile değildi ama Cihan artık aileden biri sayılırdı ve beni bu halde görüp dalga geçmesini istemiyordum. İnsanların benimle dalga geçmesinden nefret ederdim.
"Çocuklar için bunlar İdil. İstemiyorum."
"İdil zorlama kızı istersen. Geldiğine şükredelim olur mu?" Neyse ki içimizden birisi anlayışlıydı.
"Peki. O halde sana güneş kremi süreyim." Cevabımı beklemeden arkama geçip güneş kremini sırtıma yedirirken gözlerimi devirdim.
Çevreye gözlerimi gezdirirken burasının içeriye göre daha çok genç ağırlıklı olduğunu farkettim. Kızlı erkekli karışık grupları inceledim biraz. Havuzdakilerin bir kısmı havuz topuyla oynuyor, birkaç erkek güreşiyor, bazı kızlar ise cilve yapıyordu. Gözüm en fazla gürültü çıkaran gruba kaydı. Kızlı erkekli karışık en az 10 kişiden oluşan büyük grup kendi aralarında bir çeşit oyun oynuyor olmalıydı. Eğlendikleri abartı harektleriyle ve kahkahalarıyla dışarıya vuran grup bakışları sık sık üzerlerine çekiyordu.
Kızlar havuza girmeye karar verince bende arkama yaslanıp bacaklarımı ileriye doğru uzattım. Çantanın üzerinde duran büyük şapkayı yüzüme örttüğümde benden rahatı yoktu. Sanırım uyuyacaktım. Sıcak bedenimi iyice mayıştırırken rahatsızca yerimde kıpırdandım. Hem Cihan'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum hemde bana uzak olmasına rağmen fazla gürültü yapan grup rahatsız ediyordu beni. Birkaç dakika daha sabretip dayanamayınca sinirle yerimden doğruldum. Neydi onları bu kadar eğlendiren.
Bakışlarımı tekrar onlara doğru çevirdiğimde grubun biraz daha büyümüş olduğunu gördüm. Merakla bir süre incelemeye koyuldum. Hepsi, istisnasız hepsi gülüyordu. Bir tek kişinin bile somurttuğunu göremiyordum. İnsanların mutluluğunu görünce bende gülümsedim. Neden somurtsunlar ki? Sonuçta buraya eğlenmeye geliyorlardı. Etrafa hızlı bir bakış attım. Geldiğimden beri somurtan tek kişi bendim.
"Selam." Olduğum yerde hafiften sıçrarken sağımdan yaklaşmış ve dibime kadar girmiş kızı farketmemiştim.
"Afedersin. Korkutmak istememiştim." Hafif bir mahcuplukla gülümserken ben hala şaşkınlıkla bir ona bir de elinde tuttuğu meyve suyu şişelerine bakıyordum. Bu kız gerçekten benimle mi konuşuyordu? Ama neden?
"Önemli değil." Zorlukla iki kelimeyi ağzımdan çıkarıp hafifçe tebessüm ettim.
"Bir süredir büfede oyalanıyordum da senin bizimkileri dikkatle izlediğini gördüm. İstersen bize katılabilirsin."
"Ben mi?" Bu teklif karşısında küçük bir şok yaşadım. Ben neden onlara katılacaktım ki? Kimseyi tanımıyordum bile.
"Evet. Biz çok eğleniyoruz ve seninde pek eğlendiğin söylenemez." Derin bir nefes aldım. İnsanların dikkatini çekiyordum demek ki.
"Biraz acele et Senem! Seni bekliyoruz!" Kız kaşlarını çatarak grubuna bağırdı.
"Geliyorum!"
"Oyunu kaybettiğim için içecekleri ben ısmarlıyorum. Yetmezmiş gibi bir de acele ettiriyorlar." Adının Senem olduğunu öğrendiğim kız hala başımda dikilirken bir ona bir de grubuna bakıyordum.
"Ee geliyor musun? Sana eğlenme garantisi veriyorum." Emin olmayan bakışlarımı ellerime sabitlerken kendime şaşırarak cevap verdim.
Olur."
"Güzel. O zaman şunları taşımama yardım et." Senem parmaklarının arasına sıkıştırdığı şişelerden ikisini kucağıma bırakırken rahat bir nefes verip yürümeye başladı.
"Ee hadi." Hızla yerimden kalkıp çantadaki beyaz tül elbiseyi üstüme geçirdim ve onu takip ederken bu teklifi kabul etmemem gerektiğini düşünmeye başlamıştım. Tanımadığım insanların içinde rahat edemiyordum. Sadece... merakıma yenik düşmüştüm.
"Biz geldik!" Yabancı bakışlar hızla beni bulurken gruba anlık sessizlik hakim olmuştu. Senem elindekileri ortada birleştirilen iki masanın üzerine bırakırken bende aynı şekilde şişeleri bıraktım.
"Nerede kaldın hayatım kavrulduk burada?" Senem az önce ona seslenen oğlanın yanına oturup başını omzuna koydu.
"Yeni arkadaşımla tanışıyordum." Herkesin bakışları tekrar ayakta kalan bana dönerken bazılarından gelen hoşgeldinleri tebessüm ederek karşıladım.
"Biriniz kalksında kıza yer versin hayvan herifler!" Beklemediğim bu tepki karşısında gözlerim biraz açılırken istemsizce ensemi kaşıdım.
"Bu kadar misafir perversen kalk sen yer ver Sudecim." Az önce cırlayan sarışın kız yerinden kalkıp eliyle oturmamı işaret etti.
"Gel sen böyle otur tatlım. Şimdiden söylüyorum bu öküzlerede aldırma." Gülme isteğimi bastırıp kızın kalktığı yere oturdum. Değişiklerdi.
"Ee hadi oyuna devam." Kendimi tanıtmayacak mıydım? Peki öyle olsun. İşime gelirdi.
Ara sıra üzerime düşen bakışları umursamadan masaya bakmaya devam ettim.
"Yusuf sevgilinle cilveleşmen bittiyse bardakları doldurur musun abicim?" Başka bir oğlan söze girdiğinde Senem'in sevgilisi kızın omzuna attığı kolunu dahada sıkılaştırıp hiç istifini bozmadı.
"Kendin koy." Bakışlarımı masadaki dolu bardaklarda gezdirdim. Tam olarak hangi bardakları dolduracaktı?
"Doldurdum zaten sende üstünü tamamlarsan seviniriz." Yusuf gözlerini devirip çantasından çıkardığı içki şişesinin kapağını açtı ve etrafa kolaçan bir bakış atıp her bardağın üzerine azar azar ekleme yaptı. Hafif şaşkınlık ve tedirginlikle etrafıma bakınırken Cihan'la göz göze geldim. Başını onaylamaz biçimde iki yana salladı. İçmeyecektim zaten.
"O halde ilk ben başlıyorum." Kızın biri boş şişelerden birini alıp çevirdi ve bekledi. Lanet olsun! Bu oyundan nefret ediyordum.
Şişenin kapaklı kısmı yanımda oturan oğlanda durunca çocuğun gerildiğini hissettim. Kız ise sanki bu anı bekliyormuş gibi gözlerinin içi parladı.
"Doğruluk mu cesaret mi?"
"Doğruluk." Kızın dudağının kenarı havaya kalkarken ellerini önünde bağlayıp arkasına yaslandı.
"Benden sonra kaç kişiyle birlikte oldun?" Etraftan oo sesleri yükselirken ben oturduğum yerde rahatsız olmuştum. Gerçekten eğlenceli bir gruptu!
Başımı yana çevirip oğlana baktığımda sinsice sırıttığını gördüğüm.
"Uzun zaman önce saymayı bıraktım." Bazıları gülerken bazıları da ortamı gaza getirecek sesler çıkarıyordu. Kız bozuntusunu belli etmemeye çalışsa da başaramıyordu.
"Saçmalama Zeynep buna bozulmadın değil mi?" Kız oturduğu yerde omuzlarını dikleştirip başını dik tuttu.
"Saçmalamayın. Sadece merak ettim."
"Artık beni merak etme Zeynep!" Oğlan yarım ağız gülümserken içeceğinden büyük bir yudum aldı. Hepsi sarhoş olmasa bile fazlasıyla açık sözlü olacak kadar içmişti.
Soruyu cevaplayan yanımdaki oğlan şişeyi çevirirken göz ucuyla bana baktı ve tekrar önüne döndü. Umarım o şişenin ucu bende durmazdı.
Ortamdaki boş uğultu devam ederken şişe defalarca dönmüş, şansım yaver gitmiş ve sıra bana bir süre gelmemişti. Gözlerim kızları aradı. Haftalardır eve kapanmaktan olacak ki beni çoktan unutmuşlar havuzda doyasıyla eğleniyorlardı.
"Hey! Aramızda mısın?" Önümde sallanan elle birlikte kendime gelip Senem'e baktım.
"Efendim?"
"Meyve suyunu içmeden uçtun sen." Ortada komik bir şey olmamasına rağmen herkes kıkırdıyordu. Bakışlarımı masaya çevirdiğimde şişenin ucunun beni gösterdiğini gördüm. Buraya gelmek bir hataydı.
"Doğruluk mu cesaretlik mi?" Evde olsaydık cesaret derdim ama buradakilerin ne yaptıracağını bilmediğimden buna cesaret edemezdim.
"Öncesinde kendini tanıtsan daha iyi olur." Yanımdaki oğlana kısa bir bakış atıp tekrar önüme döndüm.
"Ne önemi var ki? Tatlım sadece soruya cevap ver sen."
"En azından adını söylesin." Gözlerimi devirip bana soru soracak olan yanımdaki çocuğa döndüm.
"İsmim.. Aylin." Gerçek adımı ifşa etmek istememiştim. Hiçbir riski göze alamazdım.
"Pekala Aylin tekrar soruyorum doğruluk mu cesaretlik mi?"
"Doğruluk."
"Bize en büyük sırrını anlatır mısın?" Aklıma birçok şey gelirken istemsizce gülümsedim. Peki.
"Çok aşağılıksın Soner. İlk sorudan kızı kaçırtacaksın." Senem tekrar beni savunmaya geçerken gözlerimi sorun yok dercesine kapatıp açtım. Madem oyun oynuyorduk benim istediğim gibi oynayacaktık o halde.
Buradaki insanların hiçbiri o dışarıdan özentiyle bakılan bir arkadaş grubunun parçası değildi. O görüntü sadece göstermelikti. Daha geldiğim ilk andan ortamdaki gergin havayı hissetmiştim. Hepsi birbirinin açığını arayan, kıskançlıktan geberen, birbirini çekemeyen insanlardı. Yalnızların sevgili olanları çekememesi, kızların öne atılma çabası, erkeklerin ağır abi tavırları.. hepsi gözlerimin önündeydi. Dışarıdan bir gözlemci olarak her şeyi gayet net görebiliyordum. İnsanların başında ne büyük dertler varken, zor şartlar altında yaşam mücadelesi verirken bu şımarıkların gösteriş yarışı içinde olması sinirlerimi bozmuştu. Belkide kendimce onlara bir ders vermeliydim.
"Sorun yok. Anlatabilirim." Herkes pür dikkat bana bakarken boğazımı temizleyip sırtımı dikleştirdim. Belkide onlara anlatmalıydım. Ama biraz daha farklı şekilde.
"Birini bıçakladım." Öne doğru eğilip sessizce fısıldadığımda herkes anlık bir şok geçirmiş bazıları hala bön bön bakarken bazıları kahkahayı basmıştı. Gerçekten mi? Sanırım kafayı yemişlerdi.
"Ciddi ol lütfen." Senem küçük bir uyarıda bulununca sadece sırıtmayı tercih ettim.
"Ciddiyim zaten." Herkes anında ciddileşirken gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Aklım yerinde değildi. Bunu hem yapmak istiyordum hem de yapmak istemiyordum. Eğlenmek istiyordum ama sanırım doğru yolda değildim ve çıktığım bu yoldan geri dönemiyordum.
"Ne?.. Nasıl?" Tedirgin çıkan yanımdaki sese döndüğümde asi gözlerimi onun titreyen gözlerine çıkardım.
"Çok zevkliydi." Kendine gel! Kendine gel!
"Onun evindeydik. Arkasından yaklaştım. Ve bana doğru döndüğü anda bıçağı sapladım karnına. Acı çekişini izledim-"
"Dalga mı geçiyorsun!?" Gruptan bir kız korkuyla ayaklandığında hemen karşısına dikildim.
"Ne o korktunuz mu? Az önce gayet eğleniyor gibi duruyordunuz?"
"Eğer bu gerçekse polise haber vermeliyiz!"
"Öyle mi?" Alaylı bir gülüşle kızın üzerine doğru yürüdüm.
"Oyun oynadığımızı sanıyordum?"
"Bu anlattıkların gerçekse-"
"İlla gerçekleri duymak istiyorsan bu grubun gerçekliğini anlatayım ne dersiniz! Daha doğrusu sahteliğini!" Şaşkın bakışları üzerimde hissederken nefes almadan devam ettim.
"Mesela sen!" Elimle geldiğimden beri sessiz sedasız köşede oturan kızı işaret ettim.
"Ve sen!" Senem'in korkuyla koluna sarıldığı sevgilisini gösterdim.
"Senem'in arkasından iş çeviriyorsunuz."
"Ne?" Üzgün bakışlarımı Senem'e gönderdim.
"Malesef sevgilin seni aldatıyor."
"Yusuf bana ihanet etmez! Değil mi sevgilim?"
"Sevgilinin mesajlarına bak anlarsın ihanet etmiş mi etmemiş mi."
"Sen kim oluyorsun da bizimle böyle konuşuyorsun!?" Sesler yükselmeye başladığında elimi ağrıyan başıma götürüp bir süre ovaladım. Ne halleri varsa görsünler diyip en baştan uzaklaşmalıydım buradan.
"Ben kim olduğumu söyledim ama sen.. sen bir hırsızsın!"
"Ne!? Sen çok oldun ama!" Sude hızla yanıma yaklaşıp kolumu kavradığında gücümün tükendiğini hissettim ve kendimi ondan kurtaramadım.
"Hırsız değilsen neden o çantadaki cüzdanı alıp kendi çantana koydun?" Gösterdiğim çantanın sahibi olan kız hemen çantasının içini yere döküp karıştırmaya başladı.
"Cüzdanım yok! Sude sana inanamıyorum!" Ortalık iyice karışırken ortamdaki gürültüden uzaklaşmak için yavaş yavaş geri adımladım.
"Ayrıca bu çocuk sapık! Telefonun galerisine bakarsanız görürsünüz." Gitmeden önce son bombayıda patlatıp az önce yanımda oturan çocuğu gösterdim. Bir iki oğlan onun üzerine yürürken tamamen birbirine giren gruptan iyice uzaklaştım. Yine büyük saçmalamıştım. Buraya eğlenmek ve sosyalleşmek için gelmiştik ama ben yine her şeyi batırmıştım. Kavgayı gören koşarak gelirken ben kendimi zorlukla Cihan'ın yanına doğru sürükledim. Neyse ki acı çektiğimi anlamış olacak ki iki adımda dibimde bitti.
"Ne oldu!? İyi misin?"
"Pek iyi hissetmiyorum. Eve gidebilir miyiz?" Koluma girdiğinde zorlukla adım atmaya çalıştım. O şey yine oluyordu. Bedenim uyuşuyor, başıma keskin sancılar giriyor ve burnum.. kanıyordu.
Dizlerimin bağı çözüldüğünde ıslak betona değen bacaklarımı hissetmiyordum bile.
"Hazal!" Uzaktan gelen boğuk uğultular giderek kaybolurken gördüğüm son şey kızların endişeli yüzleriydi. Artık buna da alışmıştım. Akşama yine baş ağrısıyla uyanacak ve bir poşet ilaçla göz göze gelecektim. Muhtemelen Levent amca beni muayneye gelecekti ve üzüntü ve stresten uzak durmamı tembihleyecekti. Fakat ne yazık ki bunların hiçbiri benim elimde değildi. Bundan sonra ölene kadar hayatımın böyle geçeceğini biliyordum. Ölene kadar dediysemde öyle uzak bir zamandan bahsetmiyorum. En yakın zamanda.
⚫
'Üşengeç değilsin, sadece mutsuzsun ve sadece mutsuz insanlar yorgun olur, hiçbir şey yapmak istemezler.' -Bukowski
Yıllar önce Sevim annemin kütüphanesinde okurken kırmızı kalemle altılı çizili olan bu cümle zihnimde yankılanmaya başlamıştı. O zamanlar mutsuz olan annem iken artık mutsuz olan bendim. Onların ölümü beni her ne kadar derinden etkilesede hayata küstürmemiş sadece zaman geçtikçe beni yalnızlığa alıştırmıştı. Şimdi ise yalnız değildim ama mutsuzdum. Yaşama hevesim yakın zamanda elimden alınmıştı. Elimden alınan diğer bazı şeyler ise saflığım, masumluğum ve insanlığımdı.
Yorgundum. İsteksizdim. Herkese her şeye karşı. Ne düşünmeliydim, nasıl davranmalıydım artık bilmiyordum. Önceden hiçbir şey bilmezdim ama bir yaşama tarzım belirli sınırlarım vardı. Şimdi ise her şeyi biliyordum ama bir yaşamım yok gibiydi.
"Kendine geliyor." Kendime geleli çok olmuştu. Sadece göz kapaklarımı açamayacak kadar yorgundum.
"Doktora haber vermeli miyiz?" Kimseyi istemiyordum.
"Biraz daha bekleyelim."
Gözlerimin ışığa karşı hassasiyet duyarken zorlukla kıpırdattığım elimi gözlerime siper ettim.
"Su." Zorlukla yutkunurken isteğim saniyesinde gerçekleşmiş, bir el başımın altında yerini bulup hafif dikleştirirken aralık dudaklarımdan ılık su boğazıma doğru akmıştı.
Gözlerim yavaş yavaş ışığa alışırken elimi indirip etrafa göz attım. Başımda dikilen 3 çift endişeli göze hafifçe gülmeye çalıştım. Ne kadar başarılıydım bilmiyorum.
"İyi misin?" Parmaklarının bir kısmı hala başımın altında duran ve baş parmağıyla sağ şakağımı okşayan Öykü'ye kısa bir bakış atıp gözlerimi hemen onun yanında duran İdil'de ve sol yanımda başımda dikilen Cihan'da gezdirdim.
"İyiyim." Yerimde dikilmek için vücudumu hareket ettirirken Zorlandığımı gören Öykü ve Cihan hemen müdahele etmişti.
"Ne oldu bana?" Ne olduğunu çok iyi biliyordum.
"Hatırlamıyor musun?" Başımı olumsuzca iki yana salladım. Dışarı çıkmak berbat bir fikirdi.
"Bayıldın ve burnun tekrar kanadı. Bir sorun olmadığına emin misin?" Levent amca öyle söylemişti.
"Tekrar giderim."
"Birlikte gidelim." Zorlukla başımı salladım. Günlerdir yatmaktan her yerim tutulmuştu ve artık vücudum çürüyor gibi hissediyordum.
"Şimdi gerçekten iyi misin? Doktor çağıralım mı?"
"İyiyim." Kelimenin sonunu uzatırken inandırıcı olmaya çalışmıştım. Ama buradaki herkes günlerdir iyi olmadığımı çok iyi biliyordu.
"Sadece acıktım." Başımı pencereye çevirdiğimde güneşin hala ortalığı az çok aydınlattığını gördüm. Fazla baygın kalmamıştım anlaşılan.
"Ben hemen hazırlarım bir şeyler." İdil koşarak odadan çıkarken Cihan'da hareketlendi.
"Benden bir isteğin yoksa görevimin başına döneyim." Başımı sallayıp onu odadan yolcu ettikten sonra yanı başımda oturtan Öykü'ye şirince gülümsedim.
"Bu sıralar beni çok korkutuyorsun."
"Özür dilerim." Birkaç gün önce yaşadığım küçük bir ölümden dönme vakasından bahsettiğini biliyordum. Neyse ki bu olay ikimizin arasında kalmıştı.
"Oraya neden çıktın Hazal?" Gözlerimi kapatıp başımı arkaya yasladım.
"Hava almak istedim."
"Çatıda mı?"
"Yalnız olmak istedim. Üzerimde hiçbir bakış olmadan nefes almak istedim."
"Balkona çıksaydın o zaman!" Dudaklarımı büzerek başımı ona doğru çevirdim.
"Aklıma gelmedi."
"Aklın başında mı sanki?" Değildi. Hafifçe kıkırdadım. Artık birbirimize izah edemediğimiz şeylerin mizahını yapmaya başlamıştık.
"Gülme!" Bunu derken kendiside gülüyordu.
"Hazal! Ağlayacak halimize gülüyoruz." Akıtacak tüm gözyaşlarımı akıtmıştım. Artık istesemde ağlayamıyordum. Gerçi... ağlamak için illa gözyaşı mı akıtmak gerekiyordu?
"Özür dilerim. Dikkatsiz davrandım."
"Bu.. bu kadar basit olmamalı! Kapıyı açık bıraktığını farkedip peşinden gelmesem çoktan aşağı düşmüş olacaktın." Çatının bakımı yıllardır yapılmadığı için tuğlalardan birinin ayağımın altından kayması sonucu az daha aşağı düşecektim. Doğru. Bunu basit bir özürle geçiştiremezdim.
"Günler, haftalar geçti Hazal. Biliyorum çok kötü şeyler yaşadın ama hayatının sonuna kadar böyle davranamazsın. Yaşananları arkanda bırakıp sorumluluklarına dönmelisin artık. Bak bunu ben söylüyorum. Aramızdaki en sorumsuz kişi olarak seni uyarıyorum. Tüm bunları beraber atlatacağız. Bizi uzaklaştırma, Savaş'a iyiymiş gibi rol yapma, iyi ol! Kendini sev. Kendini sevmezsen bir başkasını nasıl sececeksin?" Zorlukla yutkunarak başımı pencereye doğru çevirdim. İnsan bazen gerçeklere kulaklarını tıkamak istiyordu.
"Daha yaşayacak çok şeyimiz ve alınacak bir intikamımız var. Hesabını sormamız gereken bir geçmiş var. Artık kendini bizden dışlama. Bu senin meselen değil hepimiz meselesi. Sen yalnız değilsin!"
"Ben.. ben sizi de kaybetmekten korkuyorum."
"Korkma! Ben korkmuyorum ve hiçbir yere gitmiyorum! Bu işi birlikte bitireceğiz! Duydun mu beni!?" Elimi tutup yüzümü kendine doğru çevirdi.
"Birlikte!" Başımı boynuna gömerken kollarımı boynuna sardım. Birlikte! Bunu sık sık kendime hatırlatmalıydım. Yalnız değildim. Benim hala bir ailem vardı. Her şeyin üstesinden gelebileceğim, beni asla yalnız bırakmayan bir ailem vardı. Aile olmak için illa kan bağına gerek yoktu ki. İnsan, kendini kimin yanında evinde gibi hissediyorsa o insanın ailesi oluyordu ve benim çok kalabalık bir ailem vardı.
Bir kitapta okumuştum: 'Her şey yoluna girmeden önce en kötüsü olmak zorundadır.' Sanırım en kötüsünü yaşamıştım. Artık her şeyi yoluna sokma vakti gelmişti!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |