
"Kaç saattir baygınım?" Üzerine tonlarca yük binmiş gibi bana ağır gelen göz kapaklarımı zorlukla araladığımda görmeyi beklediğim hareler kesinlikle bir çift ela göz değildi.
Genelde bayıldığımda endişelenen karşı taraf olurken bu sefer karşımdaki profesyonel bir rahatlıkla bana bakarken ben endişeyle yattığım yerden doğrulmuştum.
"Levent amca! Senin burada ne işin var- şey yani.. bir şey mi oldu? Herkes iyi mi?" Zehir sürülmüş gibi acıyan boğazımdan zorlukla kelimeleri çıkartırken son sorumla sesim iyice kısılmıştı.
Benim bu telaşlı hallerime karşı o çok rahat bir şekilde başucuma çektiği sandalyesinde geriye yaslanıp kollarını önünde birleştirdi. Kaşları ve dudakları düz bir çizgi halini alırken gözleri keskin bir ok gibi tam kahvelerimi bulmuş ve oraya saplanmıştı.
"Senin dışında herkes iyi." Rahat görünüşüne karşın ses tonu fazlasıyla gergin çıkmıştı. Oturduğum yerde biraz kıpırdanıp sırtımı yatak başlığına dayadım. Bu hafta bu ikinci baygınlık geçirişimdi. Bende iyi olmak istiyordum.
"Sizin nasıl-" haberiniz oldu diye soracaktım ki lafı ağzıma tıktı.
"Meryem'i dışarıda beklemesi için zor ikna ettim. O yüzden zamanımız kısıtlı." Gözlerim usulca arkasında ki duvarda asılı saate gitti. Henüz akşam olmamıştı.
"Ne için kısıtlı?" Sıkıntılı bir nefes verip biraz öne doğru eğildi. Ufaktan bir korku ve gerginlik ruhumu yoklarken o hiç beklemediğim bir şey yapmış ve tüm bu yanlış hisleri ruhumun en derinliklerine gönderip yerine şefkat ve biraz da hüzün getirmişti.
Sol eli başımın üstünü yavaştan okşarken sonunda kendini kasmaktan vazgeçmiş ve gözlerindeki endişeyi açığa vurmuştu. Gözlerim kısılan elalarına dalıp giderken hissettiğim şefkate ne kadar muhtaçsam bir o kadar da uzak ve acı oluşu içimdeki kırgınlıkları bir miktar dürtmüş ve ruhuma küçük kesikler bırakmıştı. Annemi özlüyordum. Babamı özlüyordum.
"Kendine bunu yapmayı bırak." Dolan gözlerimi anında onun hapsinden kurtarıp odanın içinde tur attırmaya başladım.
"Neyi?"
"Kendini geçmişe mahkum ediyorsun. Savcıda sensin hakimde. Olayları sadece kendin üzerinden değerlendiriyor ve tüm cezayı kendine kesiyorsun. Yapma." Tüm bu olanlara varlığım sebep olmamış mıydı zaten? Başka kimi suçlayacaktım ki?
"Ama-"
"Bitirmedim!" Sert ses tonu sözümü bıçak gibi keserken iyice gerilip avuçlarımı sıktım. Sözümün kesilip laflarımın ağzıma tıkılmasından ne kadar nefret etsemde Levent amcaya sinirlenemiyordum. Benim iyiliğime konuştuğunu biliyordum çünkü.
"Sen daha geçmişin sadece şu kadarını öğrendin." diyip sağ elinin baş ve işaret parmağını miktar gösterir gibi birbirine yaklaştırdı ve küçümseyici bakışlarını bana gönderdi.
"Şimdiden yataklara düşersen geri kalanını öğrendiğinde üstüne toprak atarız herhalde." Kaşları giderek çatılırken ses tonuda iyice sertleşmişti. Zorlukla yutkunup derin bir nefes aldım. Amacının beni üzmek olmadığını biliyordum çünkü bu bakışları yıllar öncesinden tanıyordum. Mehmet babam da ben bir işler çevirdiğim zamanlar beni karşısına alır, kaşlarını çatar, kaz ayakları gözlerini kısmasıyla daha da belirginleşir ve bir yandan bana azar çekerken bir yanda da nasihat verirdi. Ben ona hiçbir zaman alınmaz, kırılmazdım. Benim iyiliğimi düşündüğünü bilirdim çünkü. Şimdi ise bir an için karşımda babamı görür gibi oldum. Levent amcanın yüzü bir anda karşımda toz olup uçmuştu sanki. Gözlerim bulanıklaşırken onu daha iyi görebilmek için biraz öne eğildim. Silik görüntüyü hafızamda netleştirmek hiçte zor değildi. Gözleri maviye dönmüştü bir anda, kaşları daha da kalınlaşmış gibiydi. Alt dudağı biraz daha dolgunlaştı ama konuşmaya devam ettiği için gerilip duruyordu ve bu da çatlak dudak görüntüsü ortaya çıkarıyordu. Kaşları eskiden olduğu gibi sürekli çatıktı ama beni korkutmuyordu çünkü eli halâ saçlarımı okşuyordu.
Zaman kavramını yitirmiştim. Geçmişteki çok eski bir anıda mıydım, yoksa gelecekte yanına mı ulaşmıştım? Zaman mı durmuştu yoksa duran kalbim miydi?
Etraf birden karardığında nefesimi tutup bekledim. Babam yine mi gitmişti? Yine mi yetim kalmıştım ben?
'Baba!' Sesim kulaklarımda yankılandığında korkudan ellerimle kulaklarımı kapattım. Bu neydi? Zihnim mi bana oyun oynuyordu zaman mı?
'Baba!' Korkuyla bağırıp son kez şansımı denedim. Az önce bir nefes kadar yakınımdayken şimdi aramızda uçurumlar var gibi hissediyordum. Bir an da nereye kaybolmuştu?
Korkuyla yutkunup yıllar önce kalbimi buz tutturan o morg soğukluğundan kurtulmak istercesine kollarımı bedenime sardım. Uyan Hazal!
'Tik tak, tik tak!'
Kafamın içinde yankılanan saat sanki ileriye değilde geriye doğru hareket ediyordu. Her göz kırpışımda farklı bir anı gözümün önünden geçerken kendime lanet ettim. Bunu istemiyordum. Anılarımı hatırlamak istemiyordum. Beynimin bu lanet oyununa dahil olmak istemiyordum.
Gözlerimi hiç açmazsam buradan kurtulurum diye düşünsem de hiç beklediğim gibi olmadı. Zihnim her bir direnişimde bana yeni bir evren açıyor ve eskileri hatırlatmaktan çekinmiyordu.
"Benim yüzümden! Benim yüzümden!" Çıldırmış gibi aynı kelimeleri tekrarlarken bir yandan olduğum yerde tepiniyor bir yandan zihnimde tekrarlanan bu seslerden kurtulmak için, beynimi söküp çıkarmak için kafama en sert darbelerimi indiriyordum. Çık aklımdan çık!
'Öfkeni doğru kullanmayı öğren kızım. Bu yaptığın sadece sana zarar verir.'
"Benim yüzümden!" Boğazımı yırtacasına dudaklarımın arasından fırlayan çığlıklarım etrafımdaki karanlık sert duvara çarpıp yüzümde patlıyordu. Bu zamana kadar yaptığım tüm hataları, tüm yanlışları, varlığımı yüzüme vuruyordu.
'Tik tak tik tak.'
Zaman hızlıca akıp beni daha da küçülttüğünde henüz 15 yaşındaydım. Hayatın, biletini bana kesmekten bir an olsun hiç tereddüt etmediği acıların yüklerini omuzlarımda bıraktığı ağırlığın aydınlanmasını yaşıyordum. Ama yine de çocuktum.
'Hazal! Odana kaçıp saklanamazsın. Büyü artık!'
Her bir cümle her bir tını kalbimin teklemesine sebep olurken yorgunca dizlerimin üzerine çöktüm. Buna dayanamazdım. Yıllardır yokluğuna dayanmakta zorluk çektiğim insanların bu zihnimdeki saçma oyun yüzünden karşıma çıkıp beni dağıtmasına izin veremezdim. Çünkü eğer dağılırsam toparlanamazdım.
'Tik tak tik tak.'
Yeter. Nolur yeter! Bu zamana kadar ördüğüm ve Savaş dışında kimsenin çatlatmasına dahi izin vermediğim duvarlarım cam misali tuzbuz olurken etrafa saçılan her bir parça ruhumda her bir anıyı temsil edercesine iz bırakıyordu.
Yaşım gittikçe küçüklürken göğsümdeki boşluk daha da büyüyordu. O zamanlar anne baba nedir bilmiyordum. Nasıl evlat olunur bilmiyordum. Sadece eksik olduğumu biliyordum.
'Mehmet baba değil. Sadece baba diyeceksin tamam mı?'
'Tik tak tik tak'
Sırtımı daha fazla dik tutamayıp yana doğru devrilirken bedenim az önce dizlerimin altındaki sert zemine değil okyanusun ortasına bırakılmış gibi suyla bütünleşmişti. Ama... ben yüzme bilmiyordum ki.
Sımsıkı kapattığım gözlerimi araladığımda kirpiklerimin en dinine kadar suyu hissettim. Şoka girmiş halimden çıkmak için çabalasamda bedenimde en ufak bir hareketlenme yoktu. Verdiğim savaş sadece zihnimdeydi.
Ağır ağır kırptığım gözlerimi uçsuz bucaksız okyanusta gezdirdim. Gün ışığından gittikçe uzaklaşan bedenim okyanusun dibine doğru hızla çekiliyordu. Nefes almıyordum. Alamıyordum. Daha doğru buna ihtiyaç duymuyordum. Su ilk defa beni boğmuyordu.
Usulca elimi suda gezdirdim. Parmak uçlarımdaki sular elimi hareket ettirdikçe küçük dalgalanmalar yaşıyor sonra duruluyordu. Saçlarımın her bir teli ayrı ayrı suyla bütünleşmiş ufaktan dans eder gibi kıvrılıyordu.
Neydi bu yaşadığım. Az önce cehennemi yaşarken birden cennete düşmüş gibiydim. Tüm korkum suya karışıp yok olurken içimi huzur kaplamış, deli gibi atan kalbim yorulmuş gibi bir anda yavaşlamıştı.
Bu zamana kadar kendimi, düşüncelerimi nasıl anlamlandıramadıysam şimdi de anlamıyordum. Yıllardır kendimi karanlığa mahkum edip orada güvenli olduğumu düşünürken az önce oradan kaçıp kurtulmak için kendimi hırpalıyordum. Şu anda hayatımdaki en büyük korkum bana mezar değil uyanmak istemeyeceğim bir rüya gibi geliyordu.
Elimi bir kez daha usulca hareket ettirip oluşan kabarcıkları yakalamak istercesine öne doğru uzattım. Ama beklediğimin aksine maviliklerden uzanan küçük bir el parmaklarıma dolanmış oradan da bileklerime ulaşıp sıkıca kavramıştı. Korkmadım.
Gözlerimi ellerinden başlayıp önce kollarına sonra yüzü hariç vücudunun geri kalanında dolaştırdım. Bu ince parmakları, arı desenli çorabı, diz kapağındaki yara izini, küçük yüzüne oranla dalgalı uzun ve kabarmış saçları, boynundaki benleri tanıyordum. Hemde çok yakından. Bu.. bendim.
'Burada olmamalısın.' Fısıltı gibi çıkan sesim küçük Hazal'a ulaştığında dudakları iki yana kıvrılıp küçük parmakları bileğime daha fazla baskı yaptı.
'Sen neden buradasın?' Tıpkı benim gibi fısıltıyla çıkan sesi bir süre zihnimde yankılandı. Doğru yolu bulmaya çalışıyordum.
'Burası benim hayalim.'
'Ölmek hiçbir zaman bizim hayalimiz olmadı.' Ölmek?
Başımı kaldırıp yukarıya baktığımda suyun yüzeyinden oldukça uzaklaşmıştık. Güneş ışınları artık çevremi aydınlatmıyordu. Okyanus artık gökyüzü gibi mavi değil gece gibi karanlığa bürünmüştü. Ayaklarım kumlu zemine değdiğinde korkuyla aşağıya baktım. Dibe vurmuştum.
Korkum tekrar baş göstermeye başladığında bir çıkış yolu bulabilmek için telaşla etrafıma bakındım. Hareketimi kısıtlayan bileğimi ondan kurtarmak için hamle yaptığımda kelepçe kadar sıkı olan parmakları milim yerinden oynamamıştı.
'Buradan çıkmam lazım!'
'Oyun oynarken hep hile yapardık. Neden bu kadar kuralcı oldun?' Kuralcıydım ama bu kuralları kendim koyduğum içindi.
'Hiçbir şey bilmiyorsun!' Karşımdaki 6 yaşındaki çocukla şimdiki ben arasında dağlar kadar fark vardı. Araya onlarca kayıp ve kırgınlıklar eklenmişti.
'Ben her zaman senin bir parçandım Hazal.' Her zaman umudu olan bu çocuk belki benim içimdeydi ama onun öyle kalması için etrafına kalın duvarlar örüp penceresine çiçekli bir bahçe eklemiştim. Yıllardır yaşadığım hiçbir zorluğu ona göstermedim. Çünkü onu kaybetmek istemedim. İçimde kalan son iyi şeyinde beni terketmesini göze alamadım.
'Ben kimsesiz halimle kaçıp bize yeni bir hayat sundum. Sen, seni seven bir ailen varken neden bu hayatı kurtarmıyorsun?'
'Attığım her adımda bir başkası zarar görüyor. Kimseye kıyamıyorum.'
'Bir şey yapmazsan bize kıyacaklar.'
'Ne yapacağımı bilmiyorum.'
'Aklımızı kullan. O yetimhaneden nasıl kurtulduysak bundan da kurtulabiliriz.'
'Beni kurtarabilecek tek şey ölüm.'
'Öl o zaman. Yaşamak için.'
'Ne?' Sıkı parmakları bileğimden çözülürken hafif bir tebessümle geriye doğru bir adım attı.
'Gitme!' Bana ne demek istediğini açıklamak zorundaydı.
'Bizi yaşat.' Dudaklarından zorlukla okuyabildiğim kelimeleri zihnimde defalarca tekrar ettim. Yaşamak için ölmek mi? Bu nasıl olacaktı.
Ben yere çivilenmiş gibi hareket edemezken küçük siületim benden uzaklara gitmiş ve sonunda gözden kaybolmuştu. Okyanusun ortasında tekrardan yalnızlaşırken aklım karma karışık olmuştu. Yüzeye çıkıp nefes almak istedim ama dipteyken de boğulmuyordum. Yüzmek istedim ama hareket edemedim. Çığlık atmak istedim ama sesimi duyurabileceğim kimse yoktu. Ne yapacaktım ben. Buradan nasıl çıkacaktım. Nasıl yaşayacaktım.
Gözlerimi sıkı sıkı kapatıp olduğum yerde çöktüm ve kollarımı dizlerime sardım. Her şey çok saçmaydı! Şu an ki durumum, bu konuşma, bu.. oyun. Zihnimi o kadar bulanıklaştırmıştı ki ne yapacağımı ne düşüneceğimi bilmez olmuştum. Belkide tek yapmam gereken uyanmaktı. Zihnime art arda komutlar verdim.
Uyan! Uyan! Uyan!
'Tik tak tik tak'
Ellerimle kulaklarımı kapattığımda bu lanet saatin sesi hala kulaklarımdaydı. Yeter artık yeter! Uyanmak istiyordum. Son gücümle çığlığı bastığımda ruhumun içimden çekilip çıktığını hissettim. Gözlerimi kocaman açıp olan biteni anlamaya çalışırken oturduğum yerde tepetaklak olmuştum. Artık suyun bir parcasıymış gibi sağa sola savruluyor dalgalada ayak uyduruyordum. Ve ben boğuluyordum.
Zaman tekrar geriye akmaya başladığında zihnim az önceki düşüncelerin hepsinden arınmış koca bir boşluk gibi hissettiriyordu. Geriye akan zaman geçmiş anılarımı değil şu anki zamanı sarıyor gibiydi. Suyun dibinden yüzeye doğru çekildiğimde artık bu işkencenin bitmesi için yalvarmaya başlamıştım.
Suyun yüzeyinden çıkıp sırılsıklam üstüm anında kururken başım sert zeminden birden doğrulmuş ve kendimi dizlerimin üzerinde karanlık odada bulmuştum. Benden bağımsız hareket eden ruhum ve bedenim tüm yaşananları geriye sararken nefesimi tutmuş bu şeyin son bulmasını istedim. Sımsıkı kapattığım gözlerimi kulaklarımdaki ugultu ve zihnimdeki baskı durulduğunda araladım.
Levent amca bir eli halâ başımda bana nasihatler verirken şaşkınca gözlerimi biraz daha açıp omzunun üstünden saate baktım. Bana saatler gibi gelen ve bitmek bilmeyen işkence aslında saniyeler sürmüştü. Akrep ve yelkovan son baktığımdaki yerlerinde dururken gözlerimi tekrar kısık elalara çevirdim ve derin bir nefes aldım.
Az önce ne olmuştu öyle?
Ruhum bedenimi terk etmiş, bedenim zihnimden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş ve zihnim bana ihanet ederek tüm benliğimi ele geçirmişti. Beni hatırlamak istemediğim, her bir parçası canımı yakan geçmişin tozlu sayfalarına hapsetmiş ve beni yalnız bırakmıştı. Beni güvende tutacağını sandığım surlarımı yıkıp, kaçmama izin vermeden kaosu yaşamıştı. Beni korkumla baş başa bırakmış ama kendimi bulmamı sağlamıştı.
Bu beklenmedik yüzleşme beni sandığımın aksine fazlasıyla sarsmış ve kendime getirmişti. Ne yapıyordum ben Allah aşkına? Kimdim ben?
İçimde bir yerlere sakladığım ve günyüzüne çıkmasına izin vermediğim küçük benliğim beni kendime getirmişti. İnsanlar değişmezdi. Bende değişmemiştim. Bu zamana kadar sadece kendimi kandırıyordum. Yaptıklarım, yaşadıklarım beni değiştirmemişti sadece her geçen gün biraz daha olgunlaştırmıştı.
O küçük kızın umudu hala içimde bir yerdeydi. Yıllardır hayata umutsuz bakan gözlerim bir an da parladı. Ben umudumu kaybetmemiştim ki sadece üzerine örtü çekmiştim ve bu da beni yanlış yollara sürükleyip hata yapmama neden olmuştu. Ama insan hata yapa yapa olgunlaşırdı değil mi? Bende olgunlaşıyordum ama değişmiyordum.
Bir babamın olması, yıllardır beni aradığını, bana babalık yapmak istediğini söylemesi beni yumuşatmıyordu. 2 kez ailemi katledişi öfkemin çoktan sınırlarını aştığını ve kalbimde büyük bir alanda yer edinmesini sağlıyordu.
Birini öldürmüş olmam beni cani yapmıyordu. Kelebeği öldürseydim belki katil olabilirdim ama bir hamamböceğini öldürdüm diye kimse bana katil damgası yapıştırmazdı üstüne ayağa kalkıp alkışlarlardı.
Ben değişmedim ki. Sadece beni zayıf düşüreceğini sandığım baskın gelmeye çalışan duygularımı sindirip onların yerine sadece öfke getirmiştim. Her şeye herkese öfkeyle yaklaşırsam kimse canımı yakamaz sanmıştım. Bir yerden sonra yaşadıklarımın ağırlığı omzuma binince ayağım takılıp sendelemiştim ve düşüşüm diz kapaklarımı yaralamıştı. Kalkmak istediğimi biliyordum ama kalkacak gücü kendimde bulamadığım için çevreme dinleniyormuş pozu veriyordum. Ve bu yalana kendim de inanmış gibiydim. Ne kadar güçlü olduğumu haykırsamda hala yerdeydim ve dizlerimdeki yarayı sarmamıştım. Evet güçlüydüm ama ayağa kalkarsam. Yaralarım vardı ama onları sarabilirdim. Omzumda ayağa kalkmamı zorlaştıran yükler vardı ama bu bana engel olamazdı. Belkide ihtiyacım olan tek şey bana uzanan yardım ellerini kabul etmekti.
"Dinliyor musun sen beni?" Gözlerimi kırpıştırıp sonunda doğru yolu bulmamı sağlayan bu yüzleşmeden sıyrıldım.
"Dinliyorum."
"Güzel. Madem bu kadar açık konuştum o halde son bir şey daha söyleyeyim. Yıllardır gözümün önündesin, birçok yıkılışına şahit oldum ama ilk defa bu kadar bitik bir halde görüyorum seni." Yavaşça başımı aşağı yukarı salladım. Son 10 gündür berbat bir halde olduğumu biliyordum.
"Hani derler ya uyuyunca geçer, büyüyünce unutursun.." komodinimin üzerindeki uyku haplarını ve sakinleştiricileri alıp cebine attı.
"İnsanlar bu konuda yanılıyor. Geçerse uyursun, unutursan büyürsün." Yüzüme tokat gibi çarpan bu gerçekle derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Büyümemi istiyordu ama benim büyümek için biraz zamana ihtiyacım vardı. Olanları unutacaktım ama şimdi değil. Bu şey.. böyle bitemezdi. Madem Anıl benimle oyun oynuyordu o halde bu oyunu bozmanın zamanı gelmişti. Eğer bir oyun oynanacaksa bu oyunu ben kuracaktım. Kendi kurduğum oyunun ebesi ben olacaktım. Sobelenmesi gerekenleri kendi yöntemimle sobeleyip oyun dışı bıraktıktan sonra bir daha arkamı dönüp bakmayacaktım. İşte o zaman her şeyi unutur ve büyür, başımı yastığa koyduğumda gözlerimi huzurla kapatırdım.
⚫
Alışkın olmadığım ve yoğun bir ilgiye maruz kaldığım akşam yemeğinin sonunda, Levent amca ve Meryem teyze, Tanem'i evde bıraktıklarını ve geç olmadan evlerine gitmek istediklerini söylediler ve kalktılar. Bu sadece benim değil kızlarında alışık olmadığı bir şeydi. Aylardır ilk defa misafir ağırlıyorduk. Daha doğrusu bizim evimizde onlar bizi ağırlamıştı. Ben baygınken Meryem teyze kızları mutfağa toplamış akşam için güzel bir menü oluşturmuştu. Levent amca ise saatlerce başımda beklemiş ve benimle ilgilenmişti. Yemek sonunda kızlar zoraki bir şekilde Meryem teyzeyi mutfaktan çıkarmış bulaşıklara girişmişken ben büyük bir mahcuplukla onları yolcu etmiştim.
"Benden nasıl haberleri oldu?" Yorgun bir şekilde belimi mutfak masasına dayadığımda kızlara usulca göz attım.
"Ben haber verdim."
"Neden?"
"Çünkü o senin doktorun." İdil sesini kısıp karşısındaki küçük çocuğa laf anlatır gibi kelimeleri baskıladığında gözlerimi devirdim.
"Gerek yoktu."
"Kusura bakma canım ağzın yüzün kan içinde yığılınca aklıma doktorunu çağırmaktan başka bir şey gelmedi." Tekrar gözlerimi devirip camın önüne gittim ve kollarımı önümde bağladım. Sanki bilerek yapıyordum.
"Onlardan rahatsız mı oluyorsun?"
"Ne!? O kadın herkesin hayalini kurduğu ama asla sahip olamadığı bir kaynana!"
"Öykü!" Büyük bir utanç dalgası etrafımı sararken dikildiğim yerde hafifçe sallanmaya başladım.
"Ne?" Bana gözlerini belertip bulaşıkları durulamaya devam etti.
"Rahatsız olmuyorum. Sadece.." Sadece ne? Bu insanların anne ve babammış gibi davranmaları beni heyecanlandırıyor ve korkutuyor mu? Sanırım tam olarak öyleydi. Bu zamana kadar sayısız kayıp vermişken bir aile faciasınıda kaldıramazdım. Tekrar birilerine bağlanıp umut bağlamak istemiyordum. Elimde kalanları güvende tutsam yeterdi.
"Anladım ben seni." İdil çok bilmiş gibi konuşup yaptığı işi yarım bıraktı ve bir sandalye çekip karşıma oturdu.
"Ne anladın?" İyi de ben hiçbir şey söylememiştim ki ne anlayabilirdi.
"Ailelerde tanıştığına göre iş ciddiye bindi. Sende korktun."
"Ne!? Ne ciddiye binmesi?" Şaka mı yapıyordu?
"Müsait bir zamanda gelsinler istesinler seni." Ben ağzım beş karış açık dikilirken Öykü büyük bir kahkaha patlatmıştı.
"İdil! Dalga geçme!"
"Geçmiyorum zaten. Savaş'ın zırt pırt bu eve gelmesi hiç uygun kaçmıyor. Hem Meryem hanımla konuştuk biz. O da benimle aynı fikirde." Korkuyla elimi kalbime götürüp ayaklarının önünde diz çöktüm. Şaka? Şaka yapıyordu değil mi?
"Ne konuştunuz?" Sesimin içime kaçmasını umursamadan endişeyle bir cevap bekledim.
"Aile arasında söz keselim diyoruz." Donmuş bir vaziyette dizlerimin üzerinde dikilirken avcuma aldığım elini sakince çekip ellerimin üzerine koydu.
"Sen Savaş'ı sevmiyor musun yoksa?" Tek kaşını kaldırıp yargılarcasına bakarken korkuyla yutkundum.
Söz?
"Seviyorum."
"Yaşşasınn düğünlere bayılırım!" Öykü evin içinde sevinç çığlıkları atarken zorlukla turkunup ayağa kalktım. Ben tüm bu olanlara hala inanmakta güçlük çekiyordum. Söz kesmekte nereden çıktı. Ne gerek vardı böyle bir şeye. Hem.. daha çok erkendi.
"Güzel. Hazırlıklara başlayabilirz." İdil bana göz kırpıp işinin başına döndüğünde olduğum yere çivilenmiş gibi kaldım. Savaş'ın böyle bir şeyden haberi var mıydı?
"Bak kahveleri dağıtırken de sakın heyecan y
apıp bayılma almazlar valla seni."
"İdil." Dehşet verici yüz ifademle yanına yaklaşıp koluna dokundum.
"Sen ciddi misin?" Ağlamaklı çıkan sesime karşı elindeki süngeri bıraktı ve bıkkın bir nefes verip tekrar bana döndü.
"Değilim gerizekalı."
"Hı?" Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken kolundaki elimi çektim.
"Kandırdınız mı beni?"
"Evet." Umursamaz sesiyle tekrar yaptığı işe dönünce derin bir nefes alıp titreyen elimle bir sandalye çekip oturdum. Böyle şaka mı olurdu?
"Kalbime iniyordu!"
"Hep bize mi inecek? Biraz da sana insin." Sitem edercesine bakışlarımı ikisinede yollasamda arkaları bana dönük olduğu için bunu farketmediler.
"Hem sen neden bu kadar korktun ki? Savaş'la bir gelecek düşünmüyor musun?"
"Bunun için çok erken değil mi?" Masadaki sürahiden bir bardak su doldurup kafama diktim.
"Evlen demedim ki söz keselim dedim. Parmaklarınıza birbirinize ait olduğunuzu gösteren bir yüzük takacaksınız sadece." Kırgın bakışlarımı yüzük parmağımda gezdirdim. Belki şimdi değil ama ileride bu bağlılığı tüm dünyaya göstermek isteyebilirdim. Tabii eğer ondan ayrılma kararı almamış olsaydım. Hemde ona deli gibi aşıkken. Onun için canımı feda edebilecekken. Sahi nasıl ayrı kalacaktım ondan? Nasıl dayanacaktım?
"Biz zaten birbirimize aitiz bunu göstermeye gerek yok ki."
"O yüzden mi günlerdir yanında değil!?" Kendi kendine konuştuğunu belli eden bu fısıltısını rahatlıkla duyabilmiştim.
"İdil! Başlama yine. Lütfen." Öykü koluyla İdil'i dürterken hiçbir şey demedim. Tüm bu yaşananlardan sonra artık kendimi açıklayacak gücü bulamıyordum.
Şu an Savaş'ın yanımda olmasını o kadar çok isterdim ki. Bir yandan da istemezdim. Ondan ayrı kalmaya alışmam gerekiyordu. Fakat yanımda olmasa bile o güzel sesini bir gün bile benden esirgemediği için bu çok zordu.
Kapı zili çaldığında dalıp gittiğim yerden sıyrılıp ayağa kalktım.
"Bir şey unuttular sanırım." Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerleyip duvardaki asılı aynadan kendimi süzüp üstümü başımı düzellettim. O kadar berbat bir haldeydim ki Meryem teyze bana alıcı gözle baksa beş saniye sonra vazgeçerdi.
Kapıyı açtığımda gördüğüm yüz asla beklediğim yüz değildi. Belki de karşımdaki aklıma gelecek en son insandı. Hatta aklıma bile gelmezdi. Şaşkınlıkla bakakalırken elim kapının kulbundan düştü.
"Selin?" Dudaklarını birbirine bastırıp birkaç saniye bekledi. Omzunun üzerinden arkasına baktığımda camları açık arabadan telefonuyla uğraşan tanıdık simayı görmüştüm. Yanlış hatırlamıyorsam abisiydi.
"Şey.. abim adresi Savaş'tan zorla alabildi yoksa daha erken gelmek istemiştim." Neden beni görmek istemişti ki?
"Ne için?"
"Şey.."
"İçeri gelmek ister misin?" Sağ elimi kaldırıp arkamı gösterdiğimde abisi sabırsız gibi birkaç kez kornaya basmıştı.
"Fazla vaktim yok. Ben sana teşekkür etmeye geldim." Zorlandığı her halinden belli olurken kelimeleri bir çırpıda dilinden çıkarıverdi.
Teşekkür..?
Ben şaşkınlıkla dikilirken o devam etti.
"O gün.. yani seni zorla götürdükleri gün benim için kendini tehlikeye attın. Ben olmasaydım muhtemelen bunlar başına gelmezdi."
"Bunu nerden çıkardın?"
"Öyle.. başının çaresine bakabileceğini biliyorum. Ben olmasaydım bir şekilde kurtulurdun oradan."
"Ben yaptığım şey için pişman değilim." Zorlukla gülümseyip kollarımı önümde bağladım.
"Böyle olacağını ikimizde bilemezdik kendini suçlama."
"O adam seni aşağı indirdikten sonra tek yapabildiğim peşinizden koşup arabanın plakasını almak oldu. Tabii bir faydası dokundu mu bilmiyorum." Kaşlarım tekrar şaşkınlıkla havalanırken dudaklarımda beraberinde aralanmıştı. Selin. Benim. Peşimden. Gelmişti. Belki de sandığım kadar kötü değildi. Gerçi.. Selin kötü müydü? Bana ne yaptıysa Savaş'a olan aşkından yapmıştı ve tüm bunlara rağmen karşıma geçip özür dileyebiliyordu. Bana sorsanız karşımda Selin'i özür dilerken görmek yerine okuldaki kavgalarımızı tercih ederdim. En azından o zamanlar bu dertlerimizin hiçbiri yoktu.
"Bende teşekkür ederim. Çabaladığın için." Karşılıklı tebessümlerimizi kornaya basan abisi bölmüştü.
"Gitmem gerek. Bu senin için." Bir şok dalgası daha etrafımı sararken bir ona bir de uzattığı pakete baktım.
"Bu ne?"
"Teşekkür hediyesi. Her ne yaşamış olursak olalım hayatımı kurtardın sonuçta."
"Gerek yoktu."
"Lütfen al." Elini daha fazla havada bekletmeyip paketi elinden aldım. Son kez gözlerime bakıp tebessüm etti ve arkasını dönüp bahçeden çıktı.
Açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Sandığımdan daha derin duyguları vardı ve bunu gözlerinden saklamıyordu.
Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde sorgulayıcı bakışları karşımda buldum. İdil ve Öykü bir bana bir de elimdeki pakete tedirgin ve biraz da sinirli bakışlar atarken ilk konuşan İdil oldu.
"Bomba olmasın." Kaşlarıyla elimdeki paketi işaret etti.
"Yok artık!" Sakince salona geçerken korkuyla elimdeki pakete baktım. Yok canım. O kadarını da yapmazdı.
Koltuğa oturduğumda kızlarda merakla yanıma oturmuş ve gözlerini paketten ayırmadan bekliyorlardı. Ben de onlar kadar merak içerisindeydim.
"Ay zengin hediyeside ayrı bir güzel olur." Öykü'ye gözlerimi devirip paketin içindeki küçük kutuyu çıkardım.
"Kutusu bile buram buram kalite kokuyo."
"Ya bi susta kız açsın!"
"Ne var be! Sen zenginsin tabi alışıksın böyle kutulara."
"Aaa! Ne alakası var?" Onlar didişirken ben küçük kare şeklindeki kutuyu araladım.
"Eski sevgililerini bilerek zengin seçip kendine zorla hediye aldırttığını biliyorum."
"Yok öyle bir şey! Uydurma."
"İnkar etme İdil! Biliyorum."
Kutunun içinden çıkan gül şeklindeki broşu alıp avucumun içine koydum. Gülün yaprakları koyu kırmızıydı geriye kalan sapı ve minik dikenleri altın rengindeydi.
"Çok güzelmiş."
"Hii! Gerçek mi o! Ay kız paraya kıymış valla."
"Neyse ne madem konumuz Selin o halde aldığı hediyeyi değil de Hazal'ın Süpermenliğini konuşalım." Idil anında konuyu başka yere çekerken bıkkınlıkla bir nefes verdim. Anlaşılan bugün tersinden kalkmıştı.
"Ne yapsaydım İdil? Bıraksaydımda kızı öldürse miydi?"
"Kendini haklı çıkarma. Sen yaşadıklarını hakettin mi?"
"Konu benim yaşadıklarım değil insanlığım. Onu orada bırakıp kaçmayı çok iyi bilirdim ben. Sen olsan birini ölüme terk edebilir miydin?" Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım.
"Katil olmakla bunun arasında hiçbir fark yok."
"Hayır çok fark var! Onu, keyfin için ölüme terketmiyecektin, kendin ölmemek için terkedecektin!"
"İdil ben ölmedim zaten!"
"Öyle mi? Günlerdir ölüden daha beter bir ruh halinde olduğunun bir tek ben farkındayım galiba?" Gözlerini onay istercesine Öykü'ye dikti.
Tamam bugün bu kadar saçmalık yeterliydi. Tüm gün elimden geldiği kadar alttan almaya çalışmıştım ama İdil gerçekten sınırı zorlamıştı. Bir hışımla ayağa kalkıp etrafa saçtığım peketleri yerden aldım.
"Ben odama çıkıyorum!"
"Kaçıyorsun!" Tam arkamı dönmüştüm ki sinirle olduğum yerde kalıp avuçlarımı sıktım.
"Kaçtığım falan yok! Tüm gün üzerime geldiğinin farkındayım ve bana büyük bir haksızlık yapıyorsun! Bende daha fazla burada durmak istemiyorum."
"Durursan ne olur?"
"Kalbini kırarım İdil!"
"Kızlar yapmayın! Hepimiz günlerdir gerginiz daha fazla birbirimizi üzüp kırmaya gerek yok."
"Sayende yeterince kırıldık zaten!" İşte tam bu an en yakınımdakine bile gözüm kapalı güvenemeyeceğimi anlamıştım. Çünkü yılların birikiminin üstünü ne kadar örtsede hep bir açıklık kalmıştı ve bu açıklıktan taşan kırgınlıklar onun elinde sivrilip sırtıma batan bir bıçak halini almıştı.
İlk defa duygularını bu kadar açıkça belli ediyordu. İçinde biriken tüm kırgınlığı, öfkeyi, üzüntüyü saklamaktan hiç çekinmeden gözlerimin önüne seriyordu. Bu zamana kadar yanımda olduğunu haykırırken içten içe bilenmişti bana. Tek bir sözüyle beni yıkıp geçmeyi başarmışken, hala hiçbir pişmanlık duymadan karşımda dikiliyordu. Hiç tereddüt etmeden olanlar için beni suçlayabiliyordu. Ben kendimi, onlar yaşasın diye feda etmeyi düşünürken o, beni varlığımla suçluyordu. Ailemizi elinden almakla, onun canını tehlikeye atmakla, hayatını karartmakla suçluyordu. Ben kendimi onun desteğiyle zorla toparlanmışken, bu suçluluk duygusundan arınmaya çalışırken o bunca zaman bana rol yapmıştı.
Tüm bunların yeni yeni farkına varırken haykırıp tüm öfkemi bu iğrenç dünyanın üzerine kusmayı diledim. O okyanustan hiç çıkamayıp dibe vurmuşluğumla kalmayı, orada boğulup geberip gitmeyi diledim. Kanlar içinde yere yığıldığımda tekrar uyanamamayı diledim. Beni anlamasına en çok ihtiyacım olan kişinin beni suçlamasını duymayı değil de ölmeyi diledim.
'Öl o zaman.'
Çok tuhaf. Ağlayamıyorum ama ruhum paramparça olmuştu. Bu da benim içime atmamın, güçlü görünmeye çalışmamın bir sonucuydu. Ve bu çok yorucuydu. Boğazımda biriken ve bana sanki camdan oluşmuş gibi gelen yumruyu zorlukla yuttuğumda tüm boğazımın yırtıldığını ve mideme akan kanları hissettim. Bunlar ihanetin kanlarıydı. Kardeşim dediğim kızın sırtıma batırdığı bıçaktan akan kanlardı. Hayata çok kırgındım, çok ağladım ama bu yaşadığım.. kırgınlıkların en büyüğüydü.
"Bunu bana yapma." Bazı zamanlar olur ki kalabalıktayken yanlızlaşır insan. Odada yalnızken bile yok oluverir birden. Her şey anlamsızlaşır. Her duygu, her yaşanmışlık yabancılaşır. Birden hiç olursun. Yaşarken ölür insan.
"Yapma."
Donup kaldığım yerden zorlukla kıpırdanıp odama doğru harekete geçtim. Anlaşılan veda vakti gelmişti. Her ne kadar insanı sevdikleri öldürsede ben onlara kıyamazdım. Kaç kere düştüğüm yerden kalkabildiysem bir o kadar da düşürmüştüm. Ama ailem dediğim insanlara bunu yapamazdım. Canları yanacaktı ama en azından hayatta kalacaklardı.
Kapımı sakince kapatıp yatağımın başucuna oturdum. Komodinimi açıp arkalara kaçan kartviziti bulup avcumun içine aldım. Artık kimseye güvenmiyordum tek amacım bir an önce bu işi bitirmekti. Ama tek yapamayacağımı da biliyordum. Ondan yardım isteyerek büyük bir riske gireceğimi biliyordum. Ama denemeye değerdi. Ailemi yaşatmak için denemek zorundaydım.
Titreyen parmaklarımla numarayı tuşlayıp telefonu kulağıma dayadım. Birkaç çalmadan sonra açıldığında ilk başta kısa bir hışırtı ve arka plandan küçük bir bebeğin ağlama sesini duydum.
"Alo!" Nefes nefese gelen sesi kulağımı doldurduğunda benim sesim çoktan onun soluğunu kesmişti.
"Benim. Hazal." Aramamı beklemediği açıktı. Birkaç saniye daha sessiz kaldığında sözlerime devam ettim.
"Konuşmamız gerekiyor."
"Konuşalım." Derin bir nefes aldım.
"Telefonda olmaz. Önemli. Gelip beni alabilir misin?" Şaşırdığını biliyordum. Benimse artık tek bir duygu kırıntısını hissedecek gücüm yoktu.
"Geliyorum." Telefonu kapattığımda usulca yatağıma kıvrılıp cenin pozisyonunu aldım. Umarım hızlı gelirdi çünkü artık burada kalmak istemiyordum. Birkaç damla gözyaşım çarşafı ıslattığında arkamda bırakacağım yaşlı gözleri düşündüm. Belki bu yapacağımdan sonra beni asla affetmeyeceklerdi ama bu umrumda bile değildi. Ne yapacaksam her şeyin son bulması için yapacaktım. Belki en büyük ihaneti ben edecektim, belki beni hiçbir zaman anlamayacaklardı, yine en çok canı yanan ben olacaktım kısacası olan yine bana olacaktı ama onlar yaşayacaktıya önemli olan buydu.
'Unutma Lola, hiçbir acı baki değildir. Üflersin geçer. Bazılarına biraz daha çok üflemen gerekir, hepsi bu.'
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |