
Ait olduğu yeri bulamamış, bulduğu yere de uyum sağlayamamış kimseler hep bir arayış içindedirler. Ararken rastladığı, yaşadığı, maruz kaldığı ve bulduğunu sandığı şeyler de birer tecrübedir derler. O halde Savaş benim sonsuza kadar sürmesini istediğim en güzel tecrübemdi.
Kendimi ait sandığım yer benim gerçek evim değildi, uyum sağladığımı sanmıştım. Yanılmışım. Ne kadar inkar etsemde sevgiye muhtaçtım. Bunu belli etmek istemesemde sürekli bunu aramıştım. Sevginin peşinde koşmuştum. Ona ulaşamadıkça sürekli öfkelenmiştim ama hiçbir zaman onu aramaktan vazgeçmemiştim. Ve hayat ilk defa beni kenara itelemeyi bırakmış, yüzüme gülmüş ve karşıma onu çıkarmıştı. İlk defa kendimi tamamen bir yere ait hissederken kendi ellerimle bunu öldürmeyi seçmiştim. Birgün beni affedeceğini umut etmek istedim ama buna inanmam için içimde en ufak bir kıpırtı olmamıştı. Çünkü biliyordum. Beni affetmeyecekti.
"Beni aramanı beklemiyordum." Başımı yasladığım camdan kaldırıp dikiz aynasından açık kahveye kaçan gözlerine diktim. Onunla görüşmek benim uzun zamandır aklımdaydı oysa ki.
"Olanlardan sonra sen gelirsin sanmıştım." Gerçekten beklemiştim onu. Beni önemsediğini, benim için endişelendiğini görmek istiyordum. Onu hayatıma almak için bir sebep bulmak istemiştim ama o ne aramıştı ne de ziyaretime gelmişti.
"Geldim." Şaşkınlıkla ona doğru döndüm. Benim böyle bir şeyden haberim yoktu.
"Ama-"
"Kapıdan geri döndüm sonra. 3 kere." Aralık dudaklarım daha da açılırken içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Sanırım artık bir sebebim olacaktı.
"Neden?"
"Cesaret edemedim."
"Neden!?"
"Çünkü seni koruyamadım." Saçmalık.
"Seni uzakta bekleten bendim. Nasıl koruyacaktın ki?" Cevap vermedi. Başıma gelenlerden herkesin kendine bir pay çıkartmasından sıkılmıştım artık.
"Telefonda sesin kötü geliyordu? Bir şey mi oldu?" Sürekli bir şeyler olup duruyor..
"İş birliği yapabileceğimizi düşündüm." Direksiyonu sıkı sıkı tutan parmakları birkaç saniye sonra yavaşça gevşedi ve daha rahat bir tutuş sergiledi.
"Sen yeter ki iste.. kardeşim." Kardeşim...
⚫
"Sen benden ne istediğinin farkında mısın!?" 5 dakikadır süren bağırışları hız kesmeden devam ederken daha fazla dayanamayıp ayağa kalktım. Eğer ben en yakınlarımı arkamda bırakıp ondan yardım istiyorsam beni anlamak zorundaydı.
"Yardım edebileceğini düşünmüştüm ama yanılmışım!" Beni getirdigi bu küçük evden çıkmak için kapıya doğru yöneldiğimde kolumdan tutup beni durdu.
"Hazal.. bu berbat bir plan!"
"Daha iyi bir planın var mı peki!"
"Neden bir plana ihtiyacın var ki? Biz o katili yakalayana kadar evde kal yeter." Gözlerimi devirip kollarımı önümde bağladım.
"Bir plana ihtiyacım var çünkü daha fazla kayıp vermek istemiyorum!"
"Vermeyeceksin!"
"Bana bunun garantisini verebilir misin!? Veremezsin!"
"Bak-"
"Bak orada sadecr ben vardım ne sen ne de bir başkası. Sadece ben! Ben orada cehennemi yaşarken kaç defa ölüp dirildim haberin var mı senin! O sapık.." onu hatırlamak bedenimde uyuşma hissi yaratırken kendimi fazla kaptırmadan devam ettim.
"O sapık herif defalarca boynuma bıçak dayadı ama bunu hiçbiriniz bilmiyorsunuz! Kaç kere ölümden döndüğümü bilmiyorsunuz! Kaç gece beni ne zaman Anıl'a vereceğini bekleyerek geçirdiğimi bilmiyorsunuz, bana neler yapmak istediğini anlatırken gözündeki ışıltıyı görmediniz! Savaş'ı öldürmek için evden çıkıp eve eli kanlı geldiğinde nasıl gülümsediğini bilmiyorsunuz!-" çıldırmış gibi bağırıp yerimde tepinirken beni zorla zaptetmeye çalışıyordu.
"Sakin ol Hazal!"
"Bana saki ol deme!" Bıkmıştım artık bu kelimeden. Sakin ol Hazal. Kendine gel Hazal. Yapma Hazal. Bıktım. Anlıyor musunuz bıktım! Kollarından kurtulmaya çalışırken artık ağzımdan çıkan kelimelere hakim olamıyordum.
"Tek yaptığınız kapıma koruma dikmek, telefonumu takip etmek, her adımımdan haberdar olmak ama bunlar çözüm değil! Kaç tane yara aldığım umrunuzda değil yeter ki hayatta kalayım ama neden! Neden hayatta kalmamı istiyorsunuz!"
"Çünkü sen benim kardeşimsin. Sen hatırlamasanda ben hatırlıyorum."
Başımı arkaya atıp göğüsüne çarptığımda nefeslerimi düzeltmeye çalıştım. Acım hiçbir zaman dinmeyecekti biliyordum. Her geçen gün üzerine bir yenisi eklenirken nasıl dinecekti ki zaten?
"Kardeş.. ben en büyük yaramı az önce kardeşimden aldım. Ben uçurumda sallanırken elimi nasıl bıraktığını gördüm." Sesli nefes alışverişlerim arasında duyulmayıp odada dolaşan fısıltım sadece benim beynimde yankılanıyordu.
Sahiden saatler önce yaşananlar gerçek miydi? İdil gerçekten bana arkasını mı dönmüştü? Yıllardır birbirine kenetlenen ellerimiz onun tek bir sözüyle çözülüp anında aşılmayacak engellerle mi savrulmuştu? Nasıl yapardı bana bunu? Onca yaşanandan sonra.. nasıl yapardı?
"Sakin ol." Derin bir nefes alıp gevşettiği kollarından sıyrıldım ve az önce kalktığım koltuğa geri oturdum.
"Ben sana bir su getireyim."
"Gerek yok. İyiyim." Emin olmak için beni baştan aşağı incelerken bakışlarımı ondan kaçırıp yere diktim. İlk defa birinin yanında böyle bir patlama yaşamıştım ve kimseye anlatamayacağım şeyleri saniyeler içinde önüne dökmüştüm. Ağzını sıkı tutsa iyi olacaktı.
"Yardım edecek misin?" Zorlukla yutkunup bir cevap bekledim. Sabırsızlığım zaman geçtikçe artıyordu. Izdırap gibi gelen saniyeler bana saatleri andırırken sonunda beklediğim cevap gelmişti.
"Edeceğim. Ama.."
"Ama?"
"Acele etmeyeceğiz. Planı birlikte detaylandıracağız." Hızla başımı salladım. Zaten bu hemen yarın uygulayacağımız bir şey değildi. Hazırlık yapmak zorundaydık. Madem ölecektim o halde bu bana yakışır bir ölüm olmalıydı.
"Tamam. Yeter ki bitirelim artık şu işi."
⚫
Bir ömrü bir kelimeye sığdırmak mümkün müydü?
Bütün yaşanmışlıklar, sevinçler, hüzünler... Aşkım, anılarım.. hepsini bir kelimeye sığdırabilir miydim?
Belki bunları hiçbir kelimeye sığdıramazdım hatta ben tüm bunları yere göğe bile sığdıramazdım ki. Beni ben yapan şeyleri, kendimi hiçbir şeye, hiçbir yere sığdıramazdım ama tüm bunlardan vazgeçeşimi 4 harfli bir kelimeye sığdırabilirdim. Ölüm.
Ölümüm ile her şeyi, herkesi geride bırakırken kendimi de geride bırakacaktım. İnsanlar değişmezdi bende değişmeyecektim sadece kendime bir süre ara verecektim. Ölümümden sonra asla olmak istemeyeceğim bir kişiliğe bürünmek zorundaydım. Eski beni geri istiyorsam bunu yapmak zorundaydım.
Hayatımın dönüm noktası bu kelime olacaktı. Ölüm.
"Açmayacak mısın?" Omzuma dokunan el ile kendime gelirken soyutlandığım ruh halinden çıkıp ona baktım.
"Efendim?"
"Kim arıyorsa sana ulaşmakta ısrarcı davranıyor." Gözüyle sehpanın üzerindeki titreşen telefonu işaret etti. Duymamıştım.
Uzanıp telefonu aldığımda gördüğüm 6 cevapsız çağrı kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Birkaçı Savaş'tan birkaçı ise Öykü'dendi.
"Savaş aramış."
"Az önce konuştum onunla. Evden apar topar çıkınca endişelenmiş."
"Seninle olduğumu nereden biliyor?"
"Seni almaya gelince kapının önündeki adamlar beni gördü, onlar söylemiştir." Pencerenin önüne doğru gidip perdeyi araladı biraz.
"Zaten şu çocuk saatlerdir kapının önünde bekliyor." Yerimden kalkıp tedirgince pencerenin önüne geldiğimde rahat bir nefes aldım. Cihan.
"O benim adamım. Ama geldiğini bilmiyordum."
"Senin adamınsa gittiğin yere gelmesi normal değil mi?"
"Öyle sanırım. Bu mafyacılık işlerinde yeniyim."
"Mafyacılık? Beni de mafya olarak görmüyorsun umarım?" Küçük bir tebessümde bulunup yerime geri döndüm.
"Seni tanımıyorum ki. Hakkında ne düşüneceğimi bile bilmiyorum." Ve ben tanımadığım birinden medet ummuş ve hayatımı ellerine teslim etmiştim.
"Henüz tanımıyorsun. Sonuçta artık beraberiz. Tanımak için çokça vaktin olacak. Hem.." kararsız bir ifadeyle bana döndü.
"Hem?"
"Eğer istersen seni ailemle de tanıştırabilirim?" Şaşkınlık içinde oturduğum yerden tekrar kalktım.
"Ailen?"
"Eşim, kızım..." Şaka mı bu? Ben bunu neden şimdi öğreniyordum? Kızım derken?
"Kızın mı? Senin bir ailen mi var!?" Sinirli çıkan sesim onu biraz korkutmuş gibiydi.
"Evet. Ne var bunda?"
"Ne demek ne var bunda? Kerem senin bir ailen var! Ne kadar tehlikeli işlere bulaştığımızın farkında mısın?"
"Onları koruyamayacağımı mı düşünüyorsun?"
"Ya sen delirdin mi!? Ben burada aileme zarar gelmesin diye onlardan vazgeçiyorum sen bile bile bu işin içine giriyorsun!"
"Öncelikle sesini alçalt bakalım ufaklık." Ufaklık?
"Ben senden önce de bu işin içindeydim ve bu zamana kadar ailemin kılına bile zarar getirmedim."
"Ama bu başka."
"Aileme yeni bir üye daha katıldığını düşünürsek ki bu kişinin biraz hırçın ve başına buyruk davrandığını da göz önüne alırsak evet biraz daha dikkatli olmam gerekecek." Ben onun ailesinin bir üyesi miydim yani? Gerçekten beni aile olarak mı görüyordu?
"Seni bu işe hiç karıştırmamalıydım-"
"Orada dur bakalım. Seninle tanışmadan çok önce hayatıma dahil olmuştun zaten. Seni bir kere kaybettim bir daha kaybetmeyeceğim. Anladın mı?"
"Sen bana abilik mi taslıyorsun?" Hoşuma gitmedi değil.
"19 yıl yapamadım bırakta bundan sonra yapayım." Çok kararlı konuşuyordu. İzin almaktan çok haber veriyor gibiydi. Hayatıma bir anda dahil olması dengelerimi altüst etsede onu geri itmeyecektim. Yakında çok yalnız kalacaktım ve onun şefkatine ihtiyacım olacaktı. Kolay atlatamayacağımı biliyordum. Bu süreçte yanımda olup bana yol gösterecek, beni ayakta tutacak birine ihtiyacım vardı.
Telefonum tekrar titrediğinde ekrana bakmadan açıp kulağıma dayadım. Öykü'nün azarlayıcı sesini duymayı beklerken her seferinde kalbimin teklemesini sağlayan onun büyüleyici sesini duydum.
"Hazal? İyi misin? Evden ayrılmışsın ne oluyor? Seni çok merak ettim. Telefonlarımı neden açm-" Nefes almadan art arda sıraladığı sorular her seferinde endişeli ses tonunu daha da açığa çıkarırken kendi kendime gülümsedim. Beni merak etmişti. O kadar şey atlatmamıza rağmen ben hala bunlara takılacak kadar saf bir şekilde seviyordum onu. İyi olduğumu, güvende olduğumu bildiği halde yine de benden duymak istiyordu.
"İyiyim... Seni çok özledim." Duraksadı bir süre. Bunu duymayı beklemediğini biliyordum. Şu anda tek ihtiyacım olan şey onun kollarında derin bir uyku çekmekti. Çünkü o yanımda olduğunda her şeyi unutuyordum. Kalbimi buz tutturan herkes kayboluyordu ortalıktan ve onun sıcaklığı buz tutan kalbimi eritip içini sevgiyle dolduruyordu. Ona ihtiyacım vardı. Gel diyemezdim ama gelse iyi olurdu.
"Sabah yanında olacağım."
"Ne? Hayır hayır gelme! Yani benim için gelme."
"Ne demek benim için gelme?"
"Önemli bir şey yok Savaş. Yani gelmeni gerektirecek bir şey olmadı. Babanın orada olman için baskı yaptığı biliyorum-"
"Geleceğim dedim." Bu huyumdan nefret ediyordum. Kendimi hep tikinsitiyle baktığım şu ilgi bağımlısı kızlar gibi hissediyordum. Ne olurdu sanki başımın çaresine baksam. O hayatıma dahil olduğundan beri kendimi sonsuza dek korunmaya ihtiyacı olan bir prenses gibi hissediyordum. Ama bunda onunda payı vardı. Ben her yaralanışımda onu yanımda isteyebilirdim belki ama o da biraz geri durmalı ve bana haddimi bildirmeliydi. Her düştüğümde elini uzatmamalıydı. Resmen yerden nasıl tek başıma kalkacağımı unutmuştum çünkü her seferinde beni kucaklıyordu.
"Gerçekten önemli bir şey yok."
"Hazal-"
"Lütfen.. İdil'le tartıştık ve biraz yalnız kalmak istiyorum." Göz ucuyla Kerem'e bakıp bizi dinlemediğine emin olduktan sonra sesimi biraz alçalttım.
"Seni arayacaktım ama uzakta olduğunu bildiğim için vazgeçtim. Hem Kerem'i biraz tanımak istedim."
"Nasıl gidiyor peki tanıma işi?" Kendi kendime gülümsedim.
"Tek bir aramamla kapımda bitti. İlk testi başarıyla geçti diyebiliriz."
"Beni arasaydın bende gelirdim." Sözlerinde biraz haklılık payı verdiğim sitemi sezdim.
"Biliyorum. Bu yüzden aramadım zaten. Gel desem her şeyi bırakıp gelirdin ama bunu yapmanı istemiyorum."
"Neyi?"
"Beni hayatının merkezine koyma..." bensizliğe alışması zaman alacaktı o yüzden yavaş yavaş onu kendimden uzak tutmalıydım. Her fırsatta onu yanımda istememeliydim. Buna ikimizde alışmalıydık.
"İlk fırsatta geleceğim ve konuşacağız." Kalbim korkuyla atarken sözlerimle onu bir şeylerden kuşkulandırıp kuşkulandırmadığımı düşündüm. Ne dedim ki ben?
"Ne konuşacağız?"
"Gelince konuşuruz."
"Tamam öptüm." Öptüm? Cidden bunu diyen ben miydim?
Telefonu kapatırken son anda güldüğünü duymuştum. Aptal Hazal! Göz ucuyla camın önündeki Kerem'e baktığımda yüzünü buruşturup bana baktığını gördüm. Kendi kendine fısıldayıp tekrar cama döndüğünde çoktan dudaklarını okuyup ne dediğini anlamıştım.
Aptal ergenler..
Utançla başımı önüme çevirdiğimde hala elimde duran telefon üst üste gelen mesajlarla uzunca titredi. Saatlerdir bana ulaşmaya çalışan Öykü anlaşılan sonunda çıldırmıştı.
Gönderen: Öykü
'Nerdesin sen!?'
Gönderen: Öykü
'Bıktım artık arada kalmaktan!'
Gönderen: Öykü
'İdil o adamla gittiğini gördüğünden beri zırlayıp duruyor!'
Gönderen: Öykü
'Ayrıca söyledikleri için çok pişman sinirle söylenmiş sözler olduğunu sende iyi biliyorsun. Hatta en iyi sen bilirsin.' Her durumda bana laf çakmayı unutmuyordu.
Gönderen: Öykü
'İlk fırsatta evini bırakıp o adamla (İdil bu tabiri kullanıyor benim için o senin yakışıklı ve zengin abin) gittiğin için trip yükleniyor haberin olsun. Haklı durumdayken haksız duruma düşmemek için hemen gelsen iyi olur.'
Gönderen: Öykü
'Son olarak İsviçredeki amcan bir şeyler olduğunu sezmiş ve sizi kontrol etmek için ikizleri gönderiyormuş. Yarın akşam burada olacaklar. Evde olmazsan her şey daha da berbat bir hal alacak haberin olsun.'
"Hii!"
"Noldu?"
Her şey çoktan berbat bir hal almıştı. Çoktan! Lanet olsun! Neden istediğim her şeyde zorluklarla karşılaşıyordum ki!? Ne günah işledimde tüm bunlar benim başıma geliyordu?
"Hazal? Ne oldu?"
"Öykü'yü aramam lazım." Telaşla konuşup bir yandan da Öykü'nün numarasını ararken az kalsın yanlışlıkla Savaş'ı arayacaktım. Heyecanla nefesimi tutup telefonun açılmasını bekledim. İkizlerin adını duyunca elim ayağıma dolaşmıştı.
"Sonunda! Neredesin sen ya?"
"Kerem'in yanındayım. Sen beni boşver de mesajda amcamdan bahsetmişsin o ne alaka?"
"Çok alaka canım. Asıl sizin bu zamana kadar bunu düşünememenize şaşırmalı."
"Ya baştan anlatsana ne oluyor?"
"Canım benim iyi dinle beni her şeyi tekte anlatacağım."
"Dinliyorum Öykü anlat hadi!"
"Biz dağ evinde kalırken İdil amcanla konuşmuş. Hani her hafta konuştuğunuz, halinizi hatrınızı soran, bir ihtiyacınız var mı diye merak eden bir amcanız vardı hatırladın mı güzelim? Hani siz ona abisinin emanetlerisiniz ya!" Hassiktir! Amcamı unuttum ben! En son aylar önce konuşmuştum. Nasıl böyle bir şeyi atlardım.
"Eee!"
"Eee'si canım dağ evinden bu yana sizden haber alamayan adam çıldırmış! Evi arıyor yoksunuz. Muhtarı arıyor yine yoksunuz. Neden? Çünkü artık eski mahallede oturmuyorsunuz. Gerçekten böyle bir şeyi nasıl unutursunuz anlamıyorum."
"İkizler mevzusu ne peki?"
"Devam ediyorum. Bu siteye taşındığımızdan beri kapımızın önünden korumalar eksik olmadığı için site yöneticisi durumda bir gariplik seziyor ve amcana ulaşıyor. Çünkü baban evi amcanın üzerine almış."
Of!
"Sen gittikten sonra yönetici kapıya gelip amcanın numarasını bıraktı ve acil aramamız gerektiğini söyledi."
"Aradınız mı?"
"İdil aradı. Aradığına bin pişman oldu. Seninle tartışmasının üzerine bir güzelde amcandan azar işitti. Adam o kadar sinirliydi ki yan odada olmama rağmen bağırışlarını duyup ben bile korktum. Her neyse İdil iyi olduğunuzu, ortada endişe edilicek bir durum olmadığını izah etsene adamı inandıramadı çünkü kapıda 10 tane koruma var."
"Peki ikizler!?"
"Amcan iş yoğunluğundan dolayı sizi kontrole gelemeyeceği için ilk uçakla ikizlerini gönderiyormuş. Yarın akşama burada olacaklarmış. O yüzden gelsen iyi olur çünkü sağlam bir yalan uydurmamız gerekiyor." Of.. of! Bir onlar eksikti.
"Tamam gelicem ben."
"Hemen!"
"Tamam dedim Öykü! Bırak biraz düşüneyim."
"Hızlı düşünsen iyi edersin çünkü 24 saatin kaldı."
"İyi geceler Öykü!"
"İyi geceler bir tanem!"
Suratımı ekşitip başımı arkaya yasladığımda içimden ağlamak gelmişti. Yine her şey üst üste gelmeye başlamıştı. Tam önüme bakacağım, işleri yoluna koyacağım derken yolumda sürekli çukurlar oluşuyordu ve ben o çukurları kapatmakla zaman harcarken düşmanlarım bana daha da yaklaşıyordu.
"Anlatmak ister misin?" Derin bir nefes alıp istifimi hiç bozmadım.
"Yarın kuzenlerim geliyor."
"Neden mutsuzsun peki?"
"Hiçbir şeyden haberleri yok ama bir terslik olduğunun farkındalar. Çok üzerimize gelicekler eğer açık verirsek bu sefer amcamda gelir ve her şey mahvolur."
"Korkmanı gerektirecek bir durum yok ki. Rahat davran yeter."
"İkizleri tanımıyorsun. Can serserinin teki ama İlayda küçüklüğümüzden beri sevmez beni. Her yaz geldiklerinde bizi ellerinden geldiğinde ayrı odalarda tutmaya çalışırlardı."
"O neden?"
"Ben hırçındım o ise.. o da benim gibiydi."
"Ee bu sizi daha yakın yapmaz mı? Yani huylarınız benziyorsa?"
"Öyle değil işte. Aramızda bir nevi rekabet vardı. Ben umursamazdım ama o öyle değildi. Her şeye hakim olmak isterdi, lider ruhluydu. Aşırı egoist birisi bir kere. Kendini hep benden üstün görürdü. Kız ilgi manyağının teki. Dikkat çekmek için yapmayacağı şey yok. Aradan yıllar geçti ama değişmediğine adım gibi eminim."
"Güzel gömdün."
"Ama öyle. Anlayacağın yıldızımız hiç barışmadı. Geldiğinde her saniyesini açığımı aramakla geçirecek. Amacı amcamı başımıza dikmek."
"Madem ilgi manyağı neden babasını size musallat etsin ki?"
"Tanımıyorsun demiştim.. Amcam değişiktir biraz. Kontrolü elinde tutmayı seviyor. Bizi kendisiyle İsviçreye kadar götürecekti de Allahtan yengem engel oldu. Evinde fazlalık istemiyormuş." O aileden amcam dışında kimseyi sevmiyordum ve onları sevmemek için fazlasıyla nedenim vardı.
"Amcamdan dolayı İlayda istediği gibi hareket edemiyor. O biraz şeydir.. kopuk."
"Korkma-" kaşlarımı çatarak oturduğum yerde doğruldum.
"Hey! Orda dur bakalım. Korktuğum falan yok. Sadece çıkacak kavgaları düşünmekten şimdiden yoruldum."
"Onları en kısa sürede göndermek istiyorsun değil mi?"
"Evet."
"O zaman bir farklılık yapmaya ne dersin?"
"Nasıl yani?"
"Kavga etme." Ben ve kavga etmemek?
"Nasıl olacakmış o?"
"Kavga etme onunla. Umursama. Mecbur olmadıkça konuşma bile. Şaşırsın. Değiştiğini düşünsün. Zaten bir süre sonra sıkılır uğraşmaz seninle."
"İşe yarar mı sence?"
"Denemekten zarar gelmez."
"Peki kapıdaki korumaları nasıl açıklayacağız?"
"Sen orasını bana bırak." Aklına bir fikir gelmiş gibi gülümseyip arkasına yaslandı. Battı balık yan gider demişler. Bekleyip görecektik neler olacağını. Açıkçası başımdaki belayı düşündükçe geriye kalan her şey gözümde ufacıktı. Ne olacaksa olsun artık.
⚫
Kalp kırıklıklarımın üzerinden henüz saatler geçsede içim olayın ilk saniyelerindeki gibi sıkıntılı değil daha rahat bir hal almıştı. Ya bu hisse alışıyordum ya da zamanla İdil'e hak veriyordum. Ne kadar dirensemde içimdeki o ses susmuyordu. Her şeye varlığımın sebep olduğunu savunan o ses hiç susmuyordu. Ödediğim bedel çok ağırdı ama bunun sebebi sadece Anıl olamazdı. Biraz oturup aklı başında düşündüğümde olay örgüsü bir yerden sonra saçmalıyordu.
Anıl hastalığı için beni istiyordu. Beni kurtuluş yolu olarak görüyordu. Yıllardır bulamadığı donörü bende bulacağından nasıl bu kadar emin olabilirdi? Peki ya diğer mafyalar? Anıl'a ulaşamadıkları için onun yerine beni hedef almaları ne kadar mantıklı olsa da bu da Anıl'ı yok etmek için yeterli değildi. Başka bir şey olmalıydı. Benden istedikleri ama benim bilmediğim başka bir şey olmalıydı. Zihnimdeki bu boşluğu asla kapatamıyordum.
"Daha orada dikilecek misin yoksa içeri geçecek misin?" Dalıp gittiğim düşüncelerden beni kopartan kapının kulbuna yaslanmış ve bana dik dik bakan Öykü oldu. Kapıyı açtığını farketmemiştim.
Kapı zilinde asılı kalan elimi indirip avuçlarımı sıktım. İdil'le karşı karşıya gelecek olmak heyecanlandırmıştı.
İçeri girdiğimde dikkatimi ilk çeken burnuma gelen yemek kokularıydı. Uzun zamandır evimiz böyle güzel kokmamıştı.
"Hoşgeldin evine." Öykü'nün imalı sözlerini duymazdan gelerek salona doğru ilerledim. Henüz gelen giden olmamıştı.
"Ne zaman geliyorlarmış?" Sırt çantamı koltuğa fırlatıp etrafa dikkatlice baktım. Ben yokken derin bir temizlik yapılmıştı anlaşılan.
"İdil havaalanından onları almaya gitti. Birazdan gelirler."
Derin bir nefes alıp verdiğimde içime dolan sıkıntı camdan onu görmemle tamamen uçup gitmişti.
"Gelmiş."
"Geldiler mi!?" Öykü telaşla aynanın karşısına geçerken ben Savaş'ın ciddi bir yuz ifadesiyle ve el kol hareketleriyle Cihan'a bir şeyler anlattığını izliyordum. Sanırım yine ona azar çekiyordu.
"Onlar değil."
"Kim?" Kaşlarını çatıp arkasını döndüğünde salak bir sırıtmayla ona baktım.
"Sevgilim. Sevgilim gelmiş." Bana gözlerini devirip koltuklardan birine oturduğunda iyice aşk kadınına evrildiğimden söyleniyordu. Hem hoşuna gidiyormuş hemde gıcık oluyormuş. Benim adıma mutluymuş ama kendi adına kıskanıyormuş. Boş boş ayakta dikileceğime onun kollarına koşmalıymışım. Onu zorla eve sokup odama çıkarmalıymışım. Sonra onu öpme- ne?
"Aloo? Kime söylüyorum ben?"
"Bana mı?"
"Of Hazal! Karşılayacak mısın artık eniştemi?"
"Evet." Kendime gelip koşarak evden çıktım. Gelicem demişti ve gelmişti.
O hala hararetli hararetli bir şeyler anlatırken benim geldiğimi farketmemişti ve eminim arkasından yaklaşıp kollarımı bedenine sardığımda neye uğradığını şaşırmıştı. Muhtemelen ruh değişimi şu şekildeydi. Yanına yaklaştığımda sinirli gelen sesi sarılmamla yumuşayarak kesilmiş, küçük bir şaşkınlığın ardından Cihan'nın zor tuttuğu gülümsemesinden kaçan minik kıkırdaması onu tekrar sinirlendirse de ensesine kondurduğum minik öpücük bütün sinirlerini toz edip havaya karıştırmış ve esen rüzgarla birlikte bizden çok uzaklara götürmüştü.
"Kaybol." Cihan ışık hızıyla yanımızdan ayrılırken hala gülüyordu. Kaşınıyordu.
"Sen milletin önünde böyle yaparsan ben bunlara nasıl söz geçireceğim?" Göğüsüne sardığım kollarımdan birini tutup beni önüne çektiğinde araba ile onun arasında kalmıştım ve bu herkesin gözü önünde olurken hiç utanmamıştım. Aksine, hem işime geliyordu hem de kimse umurumda değildi.
"Ben onlara söz geçiriyorum merak etme sen sadece.. bana hep böyle bak yeter." Bana nasıl derinden baktığının bile farkında değildi. Ben, onun sıradan sandığı anlık bakışlarında bile yanarken, onun hiçbir şeyin farkında olmayışı ve beni her saniye küle çevirmesi insanı deli ediyordu. Kesinlikle beni delirtiyordu.
"Sadece onlara mı söz geçiriyorsun?" Parmak uçları bileğimden başlayıp tenime sürtünerek yukarı tırmanırken gözlerim usulca onları takip ediyordu. Kim kime söz geçiriyordu? Kafam karışmıştı.
Karınca hızındaki parmakları anlık bir hızla yükselişe geçip omzumu hızla geçmiş ve çenemin altına tutunup yüzümü yukarı kaldırmıştı. Bu büyülü andan çıkıp gözlerine tutunduğumda yeni bir büyülü ana geçmiştim. Onunlayken çoğu zaman bu duyguya kapılıyordum ve bunu çokta sevdiğim söylenemezdi. Çünkü her şey gerçekten yaşanmış gibi değilde zihnimde oynattığım bir hayalden ibaretmiş gibi geliyordu. Ama gerçekti. Neyse ki çabucak bunun farkına varıyordum ve tüm huzursuzluğum saniyesinde yok oluyordu.
"Başka kime söz geçiyormuşum?" Ciddi tutmaya çalıştığım yüz ifadem biraz daha bana böyle bakmaya devam ederse tamamen gevşeyecek ve ona olan tüm hayranlığım ortaya dökülecekti.
"Sencede bu çok açık değil mi?" Dudaklarımın arasından alaycı bir gülümseme firar ederken başımı yana çevirip yola baktım. Şaka yapıyor olmalıydı? Benim üzerimdeki devasa etkisine rağmen o değil de ben mi ona söz geçiriyordum?
"Sana gelme demiştim." Yana çevirdiğim başımı çenemdeki parmakları anında yakalayıp tekrar kendi yüzüne hizalarken gözleri kısılmıştı.
"Bana gel demişsin gibi geldi." Tuttuğum nefesimi yüzümün gevşemesiyle birlikte bırakıp yüzüme küçük bir tebessüm yerleştirdim. Daha doğrusu istemsizce gülümsemiştim. Hıhı. Söz geçiren bendim evet.
Başımı boynuyla omzu arasına yerleştirip onu sardığımda tek dileğim hep böyle kalmaktı. Ömrümün sonuna kadar böyle kalmak. Beni sarmakta gecikmeyen kolları bedenimi daha da kendisine bastırdığında derin bir nefes aldım. Allahım! Ben onsuzluğa nasıl dayanacaktım? Başka bir yol bulamaz mıydım?
"Ayrıca tek özleyen sen değilsin." Çenemi göğüsüne dayayıp başımı yukarı kaldırdım. Özlemini gözlerinde görebiliyordum.
"Bu kadar uzakta olmak zorunda mısın?" Belki bencilce olacaktı ama onu hep yakınımda istiyordum. Gerçi.. zaten bu zamana kadar isteklerimle olması gerekenler hep zıtlaşıyordu. Ben mi yanlıştım yoksa gerçekler mi fazla gaddar oluyordu çözemiyordum. Çoğu zaman kendime hakverişlerim ağır bassa da gerçekler beni dinlemiyor ve bildiğini okuyordu. Gerçekler yüzünden yarım kalmaya alışmış biri olarak kısa bir zaman sonra tekrar yarım kalacağım gerçeği yüzüme tekrar çarparken elimden geldiğince bunu ona belli etmemeye çalıştım.
"En azından kaldığın adresi konum atsan?"
"Ne yapacaksın? Ziyarete mi geleceksin?" Alaycı sesi kaşlarımı havaya kaldırırken şaşkınlıkla yerimden doğruldum. O beni hafife mi alıyordu yoksa bana mı öyle gelmişti?
"Hıhı. Ziyaret edeceğim."
"Olur valla." Tüm ciddiyetim tekrardan anında dağılırken o her kelimesiyle gülüşümü daha da büyütüyordu.
"Birlikte gidelim hatta. Hem saniye yanımda olursun hem de geceleri-" gözlerim şokun etkisiyle kocaman olurken ensesine attığım elimi dudaklarının üzerine yapıştırıp bizi duyan birileri var mı diye etrafa göz gezdirdim. Şimdi utanmıştım.
"Sus devam etme." Ben de ne eksik diyordum? Edepsizliği!
Avuç içimi öptüğünde huylanarak elimi aşağı indirdim. Az önce sözünü geçirememekten bahseden adama ne olmuştu. Ya benimle gerçekten alay ediyordu ya da kimse umrumda değildi.
"Savaş! Etrafta insanlar var!"
"Ne olmuş yani? Sevgilim değil misin?" Öyleydim değil mi? Olsun. Özlemizi uluorta konuşmamalıydık.
"Ama ayıp."
"Arabaya binelim o zaman." Fikrimi almak yerine beni arabanın diğer tarafına yönlendirdiğinde itiraz etmedim. En iyisi arabada konuşmak olacaktı.
Kapıyı açıp tam bineceğim sırada telefonu çalsada duraksamayıp sanki bir bebeği korur gibi arabaya binmeme yardımcı oldu. Zorunda olmadıkça teması kesmek istemediğini gayet net anlamıştım.
"Sadece 2 dakika. Fazla uzun sürmeyecek." Telefonla konuşacağını belirtip kapıyı kapattığında, kapının şiddetiyle açılan torpido kapağı dizlerimin ucuna düşmüştü. İçindeki silaha huzursuzca bakıp kapağı kapatmak için elimi kaldırmıştım ki en arkada, bir köşesi gözüken kırmızı kutu dikkatimi çekmişti. Fazla meraklı olmayan kişiliğim sadece onunla ilgili olan şeylerde sınırlarını aşarken, kutunun onun arabasında olması merakımın yine sınırlarını aşmasına sebep olmuştu.
Telefona cevap vereli henüz saniyeler geçmişti ve arkası bana dönük bir şekilde dışarıda dikiliyordu. Yine de arabasını karıştırırken ona yakalanmak istemiyordum. Kararsız bir şekilde bir ona bir kutuya bakarken elimi hızlıca kutuya uzattım ama onda olan gözlerim hareketlendiğini gördüğü anda korkuyla elimi çekip arkama yaslandım. Bir an farkedecek diye korktuysamda neyse ki sadece diğer tarafa doğru dönmüştü.
Kutuda ne olduğunu öğrenmek için saniyelerimin kaldığının bilincinde hareket edip hızlı bir refleksle kutuya uzanıp avcumun içine aldım. Kalbim neden bu kadar hızlı atıyordu?
Derin bir nefes alıp küçük kutuyu açtığımda gördüğüm şeyle gözlerim yerinden çıkacak gibi olurken kalp atışlarım şiddetini arttırmıştı. Bu yüzük neyin nesiydi? Daha doğrusu kim içindi? Yoksa İdil'in bahsettiği söz işi doğru muydu? Hassiktir!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |