44. Bölüm

Bölüm 44: İhanet

Nickinci
nickinci

Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılmaz bu dertler. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin.

Düşündüm, herkesin gökyüzünde bir yıldızı varsa, benim yıldızım uzak, karanlık, anlamsız olmalı. Belki de hiç yıldızım olmadı.

İçimde müphem bir arzu: Bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakin pırıl pırıl bir dünyaya yeniden doğsam.

Azap çeken bir ruh gibi bekliyor, kolluyor, arıyordum, lakin boşuna! Dünya,ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum.

Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya.

Gönlümde düğümlenen bir şeydi bu ıstırap, bu kederli hal; kasırgadan az önceki havayı andırıyordu.

Hissettim ki benim düşüncelerim de dayanıksız bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar.

Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! Artık hiçbir şeye inanmıyorum.

Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler. Yalnız ölüm yalan söylemez!

Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir.

Sadece görünmeyen yangınlar,

duyulmayan fırtınalar,

gizlice çürüyen ruhlar vardır.

 

Nedir günler, nedir aylar?

Benim için önemi yok bunların;

Mezarda olan için zaman, anlamını kaybeder.

 

 

Uyandım. Ne ara uykuya daldığımı bilmeden, düşüncelerimin ne ara sesini kestiğini bilmeden uykuya dalmıştım. Ve şimdi uyandım işte. Oysa ki gözlerimi kapattığımda asla uyanmamayı dilemiştim.

 

Yattığım yerden hiç istifimi bozmadan sadece başımı arkaya çevirip saate baktım. Son baktığımdan bu yana sadece yarım saat geçmişti. Sadece yarım saat huzur bulabilmiştim. Bu böyle olmayacaktı. Huzursuzca üzerimdeki pikeyi tekmeleyip yere düşürdüm. Uzun bir duş iyi gelir diye düşünüyordum. Zihnimdeki o susmayan sesi de tüm pisliklerle alıp götürür diye umut ettim.

 

Güneş henüz doğarken perdelerimi sonuna kadar açıp içerinin aydınlanmasını sağladım. İçerisi sıcaktı fakat ben tirtir titriyor ve dile getirmekte bile zorlandığım şeyin düşüncesiyle korkudan ölüyordum.

 

Yavaş adımlarla banyoya girip üzerimdekilerden bir çırpıda kurtuldum. İdil bu şeyin şakasını yaptığında bu kadar gerilmemiştim ama şimdi.. şu an çok farklıydı. Suyun ısınmasını beklemeden altına girdiğimde titreyen vücudum daha da hızlanmıştı fakat sonrasında suyun aniden ısınmasıyla resmen haşlanmıştım. Tıpkı benim gibi ayarına karar veremeyen su bir ısınıp bir soğurken sırtımı yasladığım duvardan kaydırarak yere çöktüm. Henüz yirmili yaşlarının başında olan kalbim tüm bu olanları kaldıramıyordu. Gözümden yaşlar süzülürken başımı geriye atıp gözlerimi kapadım. Gözlerimi her kapattığımda dün akşam gördüklerim önüme geliyordu. O yüzük.. benim içindi. Başka kimin olabilirdi ki? İdil şaka yaptığını söylesede demek ki gerçekti. Zaten durduk yere neden böyle bir şey söylesin ki? Meryem teyzeyle konuşmuştu işte. Her şey hazırdı belli ki. Savaş yüzük bile almıştı! Peki o? O nasıl kabul etmişti böyle bir şeyi? Onca derdimizin arasında sırası mıydı bunun? Yoksa her şey onun fikri miydi? Kabul edeceğimi mi düşünmüştü? Gerçi neden düşünmesin ki? Onu seviyordum. Ömrümün sonuna kadar sadece onu sevecektim. Birlikte olduğumuz tonlarca hayal kurmuştum. Yaşlılığımızı bile düşünmüşken neden teklifini kabul etmeyecektim ki!? Tabiki de edecektim. Hayatımda ondan başkasına yer vermek istemezken onu reddecek değildim. Tanışalı kısa bir zaman olsa da ben ona çoktan evet demeye hazırdım ki. Aslında her şey o kadar normal, o kadar sırasıydı ki. Ben sadece bahaneler üretiyordum. Eğer hayatımı ortaya koyduğum planı yapmamış olsaydım bugün hiç durmaz gider ben ona evlenme teklifi ederdim.

 

Erken falan değildi. Parmağımda ona ait olduğumu gösteren yüzüğü gururla taşırdım. Birbirimizi tanıdık, birbirimizi sevdik, anladık. Aramızda o kadar kuvvetli bir çekim vardı ki uzakta olsa bile onun nefesini, kalp atışını hissedebiliyordum. Birbirimize bağlıydık ve bu bağ bir kördüğüm haline gelmişti. Ne kadar ondan kopmak istesem de her defasında daha fazla ona çekiliyordum. Kalbim onu her gördüğünde yerinden çıkacak gibi atıyor, zihnimin onu düşünmediği bir saniye bile geçmiyor ve bedenim sürekli onu isterken neden olmasın? Ailesi beni seviyordu, hatta beni korumayı vazife edinmişlerdi. Kızlar Savaş'a güveniyordu ben ona güveniyordum. Her şey olması gerektiği gibiydi. Neden olmasın?

 

Nedeni basitti. Ben ölümdüm ve bana yaklaşan herkesi öldürüyordum. Tıpkı anne ve babamın öldüğü gibi. 2 defa ailemi öldürmüşken Savaş'la birleşip, bir aile kuramazdım. Bizi öldüremezdim. Ona zarar veremezdim. Ben ondan ayrılmayı düşünürken onunla birleşemezdim. Hayatta olursa hayatta kalırdım ama onu kaybedersem işte o zaman kendimi de kaybederdim. Beni ayakta tutan adamı kaybedersem neye dönüşürdüm bilmiyorum.

 

"Hazal.. iyi misin?" Kapım defalarca tıklanıp açılmaya başlandığında kaymamaya özen göstererek yerden kalktım ve suyu kapatıp kenara attığım bornozu üzerime geçirdim.

 

"Abla!?" Ne zaman korksa bana abla derdi.

 

Kapının kilidini açmamla Idil'in içeriye girmesi bir oldu. Endişeli gözlerle önce beni baştan aşağı süzdü sonrasında ise banyoya göz gezdirdi.

 

"Ne yapıyorsun!?"

 

"Banyo."

 

"Neden cevap vermedin peki?"

 

"Suyun sesinden duymamışım. Sen neden buradasın?"

 

"Saat çok erken neden bu saatte kalktın?"

 

"Sorguya mı çekiliyorum İdil?" Aynaya doğru dönüp yüzüme gelen saçları çektim. Ona kırgındım. Belki o haklıydı. Belki buna hakkım yoktu ama yine de.. kırılmıştım. Kardeşimdi o benim. Başkasından duysam umursamayacağım şeyleri ondan duymak beni derinden yaralamıştı. Özellikle aşmakta zorlandığım, bize ağır travma yaratan bu olayda beni suçlaması daha bir ağırıma gitmişti.

 

"Uykuyu seversin sen. Bu saate odandan tıkırtılar gelince merak ettim." Evet severdim. Eskiden. Neredeyse son 1 yıldır günde 4-5 saat uyuyordum.

 

"Mutfak alışverişine çıkacağım dolap bomboş. Can kahvaltıya bayılır. İlk günden hayalkırıklığına uğramasın çocuk." Yüzüm ona dönük olmasa da aynadan sürekli göz göze geliyorduk. Bakmadan duramıyordum ki. Küçüklüğümden beri üzgün olmasına dayanamazdım zaten. Suçlu olduğunu biliyordu ve bu yüzden de beni lafa tutmaya çalışıp konuyu bir şekilde özür dilemeye getirecekti.

 

"Bende geliyim mi?" Durduğu yerde sallanıyor, kaşları alnının ortasına doğru havalanıyor ve gözlerini masumca kısıyordu. Öne sarkan alt dudağı da unutmamak gerekir. Yüzümü başka yöne çevirip gülme isteğimi bastırmaya çalıştım fakat o böyle bakarken bu çok zordu.

 

"Tek gideceğim." Sert ve soğuk çıkan sesime karşı herhangi bir tepki vermedi sadece odama geçebilmem için kapının önünden yana kaydı.

 

"Konuşurduk biraz." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Yelkenleri suya indirmek üzereydim. İnsan sevdiğine ne kadar çok kırılsa da barışmak için bir o kadar da istek duyuyordu hatta bunun için çabalıyordu.

 

"Sonra İdil." Beni tanıyordu ve ses tonuma göre tavrımı çok net anlayabiliyordu. Başıyla onaylayıp odadan çıktı ve kapıyı yavaşça kapattı. Aptal! Bizi bu hale getirmeyebilirdin.

 

Hızlıca üzerimi giyinip saçlarımı kuruttum. Bir an önce dışarıya çıkmak ve İlayda'nın yüzünü dahi görmek istemiyordum.

 

Odamdan çıktığımda benimle aynı anda misafir odasından çıkan ve koridorun sonundan beliren Can'ı gördüm. Yüzünde yine o hem sinsi hem de şebek sırıtış belirmişti. Gülüşü hep aynıydı ama her türlü anlam çıkarılabilirdi.

 

"Oo kuzen erkencisin." Odamın kapısını yavaşça kapatıp birkaç adım ilerledim. Aynı şekilde o da birkaç adım gelmiş ve merdivenin önünde buluşmuştuk.

 

"Günaydın." Benim aksime o çok neşeliydi. Mutsuzluğumu belli etmemeye çalışarak günaydın diye mırıldandım.

 

"Nereye böyle sabah sabah?" Anlaşılan bugünkü sorgum sabahtan başlamıştı.

 

"Birkaç kahvaltılık alacağım. Sen nereye?"

 

"Koşacağım biraz. Sabahları başka türlü kendime gelemiyorum." Yavaşça başımı salladım. Sitenin kızlarını keseceğini adım gibi biliyordum. Serseri.

 

"Akşam çok geç geldiniz konuşamadık hiç." Yüzüne yine o sinir olduğum gülüşü yerleştirdi. Biraz ilgili davranıp fazla dikkat çekmemeliydim yoksa bu dalgın halim onları şüpheye düşürebilirdi.

 

"Konuşacağız kuzen." Merdivenlerden ne ara indiğimizi farketmemiştim.

 

Şöyle etrafa bir göz atıp pencerenin önüne doğru yürüyüp perdeyi araladı. "Konuşacak çok şey var."

 

Korumalardan bahsediyordu. Onları açıklamak basitti ama inandırmak.. bakalım uyduracağımız yalana ne kadar inanacaklardı. İlayda sadece benimle uğraşmayı beni ezmeye çalışmayı severdi ama Can.. fazla konuşmaz ama izlerdi. Zekasını çok iyi kullanabilirdi ve bunu hiç belli etmezdi bile. Kimsenin aklına gelmeyecek fikirler bulur ve kendini yükseltmesini bilirdi. Nornalde kendi halinde takılır kimseye karışmazdı ama amcam ona bir görev verdiyse bunu layıkıyla yerine getireceğinden emindim. Tek amacım dışarıdaki korumaların neden burada olduklarını onlara düzgünce açıklamak ve buna inanmalarını beklemekti.

 

"Diğerleri uyanmadan gidip geleyim ben." Kenardaki dolaptan ayakkabılarımı alıp hızlıca giydim. Bu sırada gözümü ondan hiç ayırmamıştım o da korumalardan.

 

"Araba dışarıda hazır bekliyor. Her çıkacağın zaman haber mi veriyorsun?" Akşamdan Cihan'a söylemiştim...

 

"Sadece önlem."

 

"Önlem!" Diye baskıladı.

 

"Gerçekten konuşacak çok şey var kuzen." Kaşları havada hayret edercesine dışarıyı izlemeye devam etti. Sakin ol Hazal. Bunu da atlatacaksın.

 

Kapıdan çıktığımda koşar adımlarla arabaya binip rahat bir nefes verdim. Neyse ki akşamdan bütün adamları uyarmıştım. Hiçbiri benden habersiz ağzını açıp tek kelime etmeyecekti.

 

"Saat daha çok erken. Marketler açılmamıştır ki?"

 

"Sür Cihan. Yeter ki şu evden uzaklaşalım." Eğer bir yerde kötü bir anım olduysa o yerden hemen soğuyordum. Tıpkı dağ evi gibi.. tıpkı bu ev gibi. Şu anda huzur bulabileceğim tek yer Savaş'ın beni götürdüğü yazlık evdi. Kesinlikle orasıydı.

 

Cihan boş vakiti öldürmek için rastgele sokaklara girip kafasına göre önüne çıkana korna basıyordu. Neyse ki o benimle uğraşmıyordu.

 

"Senin şu ikiz kuzenler.." gözlerimi devirdim. Şom ağzıma sokayım.

 

"Ne olmuş onlara?"

 

"Fazla kalacaklar mı?"

 

"Neden sordun?"

 

"Beni çok ilgilendirmez tabii de biraz farklı tiplere benziyorlar. Gözüm pek tutmadı açıkçası." Anlaşılan gözlem yeteneği iyi olan tek kişi Can değildi.

 

"Umalımda bir an önce gitsinler. Başımızda bunca dert varken bir de onlarla uğraşmayalım."

 

"Merak etme bizim adamlardan yana sıkıntı çıkmaz. Seninki gecenden beri 3 kez arayıp herkesi tek tek tembihledi."

 

"Savaş mı?" Şaşkınlıkla ona doğru döndüm. Ondan adamlarla konuşması için rica etmiştim ama 3 kez arayacağını tahmin etmemiştim. Zaten ikizlerden birinin erkek olduğunu duyunca ve onunla aynı evde kalacağımızı öğrendiğinde her şeyi onlara anlatıp buradan kaçmalarını sağlayacağını söylemişti. Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Neyse ki beni dinlemiş ve adamlarla konuşmuştu. Yoksa işlerin onun açısından doğrudan benimle ilgili olarak kötü gideceğini söylerek onu tehdit etmiştim. Ciddiye alacağını düşünmemiştim ama almıştı işte.

 

"Hıhı. Neymiş efendim ondan habersiz konuşan olursa dilini kesermiş, çenesini kırarmış, dişlerini söker-"

 

"Cihan!" Olduğum yerde bir yandan kahkaha atarken bir yandan da koluna geçirdim bir tane.

 

"Taklitini yapma! Bu söylediklerini bir duysa sana neler yapar biliyorsun değil mi?" Korkulu gözlerle bana baktı.

 

"Söylemezsin. S- söylemeyeceksin değil mi? Sonuçta ikimiz ortağız. Bence bu bizim sırrımız olmalı ne diyorsun?"

 

"Düşünmem lazım."

 

"Bir şartla?"

 

"Nedir?" Arabayı marketin otoparkına park etti ve bana doğru döndü.

 

"Duygu'yu Levent amcanın hastanesinde tedavi ettireceğiz." Bana yandan bir bakış atıp tekrar önüne döndü ve marketin kepenklerinin açılışını izledi.

 

"Unutmamışsın."

 

"Unutmam. Durumu nasıl bu arada? Kızı aksatmıyorsun değil mi?"

 

"Kullandığı ilaçlar iyice halsiz düşürdü onu. Üniversiteyi dondurmaya karar verdi. Hukuk onun en büyük hayaliydi. Elimden bir şey gelmiyor."

 

"Her şey düzelicek. Zaten hukuk bile kazandıysa, kazanamayacağı hiçbir savaş yoktur emin ol."

 

"Öyle mi diyorsun?" Telkinlerim onu biraz haratlatmışa benziyordu.

 

"Öyle."

 

"Market açıldı." Sonunda saat biraz olsun ilerlemişti.

 

"Sen burada bekle zaten fazla bir şey almayacağım." Bana ciddi olup olmadığımı sorar gibi bakış atınca aynı bakışı bende ona attım. Çünkü ciddi olamazdı.

 

"Saçmala Cihan markete peşimden gelemezsin."

 

"Peşinden gelemeyeceğim tek yer kızlar tuvaleti. Eğer benden de kaçmak istersen aklında bulusun." dedi ve beni beklemeden arabadan indi. Demek ki birilerinden kaçtığım açıkça belli oluyordu.

 

Bu sefer bir değişiklik yapıp ben onun peşinden yürüdüm. Marketin kapısını açıp bana tutmadan içeri girdi. Son anda yüzüme yapışmasını engellediğim kapıyı iterek içeri girdiğimde küçük bir çocukta bunu fırsat bilmiş ve ben kapıyı kapatmadan koşarak içeri girmişti. Arkasından gülerek raflara doğru ilerledim. Gerçekliğe dönmek yine canımı sıkmıştı. Bu alışverişi neden yaptığımı daha doğrusu kimler için yaptığımı hatırlamak yine yüzümün asılmasına neden olmuştu.

 

Cihan bir market arabasıyla yanıma yaklaştığında içini çoktan birkaç parça gofretle doldurmuştu.

 

"Ismarlarsın değil mi?" Gülerek gözlerimi devirip alışverişe devam ettim.

 

"Ben zeytin peynir bakacağım sende fırın bölümüne gidip ekmek ve kruvasan alır mısın? Birde minik için mama al."

 

"Buranın havası daha girer girmez baydı beni. Sırf bir an önce buradan çıkmak için gideceğim. Sadece 5 dakika başına bir iş açmadan durabilirsin değil mi?"

 

"Cihan! Abartma. Git dediklerimi al. Kasada buluşalım."

 

Amacı ne kadar beni korumak olsa da ensemde hep birinin nefesinin olması beni geriyordu.

 

Tam rahat bir nefes alıp alışverişe başlayacaktım ki bacağımın dürtülmesiyle durmak zorunda kaldım. Kapıda ayağımı ezip geçen küçük arkadaşım şimdi de bacağımı minik parmaklarının arasında eziyordu.

 

Dizlerimi kırıp onun boyuyla aynı hızaya gelecek şekilde eğildim. Bu kaygılı bakışlardan anladığım kadarıyla bir problemimiz vardı.

 

"Senin benimle ne alıp veremediğin var küçük adam?" Elindeki 3 paket çikolatayı gösterdi.

 

"Bunları istiyorum." İlk başta parasız olduğu ve sokakta yaşayan çocuklardan birisi olduğunu düşünmüştüm ama üstüne başına baktığımda gayet düzgün görünüyordu.

 

"Annen ve baban nerede senin?" Kaygılı bakışlar birden korkuyla çevrelendi.

 

"Sakın onlara söyleme!"

 

"Tamam söylemem. Sana bunları almamı mı istiyorsun?" Başını iki yana sallayıp durdu. Ee hem çikolataları gösterip istediğini söylüyordu hem de onları almamı istemediğini söylüyordu.

 

"Ne yapmamı istiyorsun peki?" Biraz kaşlarımı çatıp kızmış gibi yaparak başını okşadım.

 

"Bu seninmiş." Elindeki küçük siyah poşeti bana uzatıp almamı bekledi. Bu neydi şimdi?

 

"Benim mi?"

 

"Evet bunu alırsan bu çikolatalarda benim." Sanırım bir şeyleri yeni anlıyordum. Korkudan titremeye başlayan elimle poşeti aldım.

 

"Bunu sana kim verdi?"

 

"Yaşlı bir amca." Poşeti aldığım gibi koşarak benden uzaklaştı.

 

"Heyy! Buraya gel!" Kendime geldiğimde arkasından koşsam da çoktan gözden kaybolmuştu.

 

Belasız bir gün geçiremeyecek miydim ben?

 

Alelacele poşetteki telefonu çıkardım. Siktir! Bunun ne demek olduğunu gayet iyi biliyordum. Birisi beni bulmuştu ama kim?

 

"Ee sen hiçbir şey almamışsın?" Uzaktan Cihan'ın geldiğini görünce panikle telefonu cebime atıp siyah poşeti rafların arasına attım.

 

"Sana diyorum?" Kucağındakileri market arabasına bırakıp yanıma geldi.

 

"Hazal?"

 

"Şey.. telefon geldi de." Hay söyleyeceğim yalanın ben. Aslında tam yalan olmadı. Henüz.

 

"Savaş beyimiz mi?" Sesindeki imayı es geçip yürümeye başladım. Beni bulan kimdi? Anıl? Daha önce de bana bu şekilde ulaşıp iletişim sağlamıştı. Gerçekten o olabilir miydi?

 

"Evet o. Neyse çok oyalanmayalım." Hızlıca alacaklarımı alıp önce kasaya oradan da arabaya geçtik.

 

"Durgunlaştın birden?"

 

"Acıktım ya ondan."

 

"Aç halin bile çekilmiyor." Bugünkü enerjisi ve açık sözlülüğü sabah beni ne kadar eğlendirsede az önce olan şeyden sonra tüm keyfim kaçmıştı. Bana takılmalarını duymazlıktan gelip dışarıyı izlemeye devam ettim.

 

Ya Anıl beni bulmuştu ya da onun düşmanları. Hay sikeyim! Tam da ikizler gelmişken. Ne halt yiyeceğim şimdi ben. Kerem'e mi haber verseydim? Savaş'a söylemeli miydim? Of!

 

Araba kapının önünde durduğunda o eve girmeyi hiç istemediğimi bir kez daha farkettim. Şu an isteyeceğim en son şey sorguya çekilmekti.

 

Kapıyı çaldığımda açan Idil'di. Elimdeki poşetlere uzansa da onu es geçip mutfağa yöneldim. Onu affedemiyordum. Bunu istiyor muydum? Bilmiyorum. Belkide aramızdaki bu soğukluğu fırsat bilip kendimi iyice ondan uzaklaştırmak istiyordum. En azından onu terk ettiğimde fazla acı çekmezdi.

 

"Seninki kalkar kalkmaz söylenmeye başladı." Aldığım ekmekleri doğramaya koyulan Öykü sesinin duyulmaması için fısıltıyla konuşuyordu.

 

"Benimki?"

 

"İlayda işte!"

 

"Nereden benimki oluyormuş?!"

 

"Ee seni daha çok seviyormuş ya, oradan seninki oluyor." Şu evdekilerin benimle uğraşmadığı tek bir gün olacak mıydı? Gerçi.. yakında ben bu evde olmayacaktım. Ne kadar kızsam da tüm bunları çok özleyeceğimi biliyordum.

 

"Öykü! Uğraşma benimle. Zaten canım burnumda!"

 

"Ayy yine oldu! Sakin kaldığın bir günün var mı senin?" Emin ol bunu o kadar çok istiyorum ki. Sakin, sıradan, normal bir hayat. Çoğu kişinin bunaldığı benimse sahip olmak için birçok şeyi feda edebileceğim bir hayat. O kadar çok istiyorum ki bunun için kendimi bile feda etmeye hazırdım.

 

"Boşver şimdi beni." Usulca arkama bakıp bizi dinleyen birisi var mı diye kontrol ettim.

 

"Idil'e anlattın değil mi? Hepimiz aynı yalanı söyleyeceğiz."

 

"Merak etme. Zaten tekrar senin gözüne girebilmek için can atıyor."

 

"O biraz zor." Kendi kendime mırıldanışım anlaşılan sadece kendi kendime olmamıştı. Mutfağa ne ara girdiğini bilmediğim İdil, elinde çaydanlıkla kalakalmış, gözleri dolmuş bir vaziyette bana bakıyordu.

 

Öykü beni uyarmak için boğazını temizlemekte geç kalmıştı. İdil hiçbir şey demeden mutfaktan çıktığında hissettiğim acıyla önüme döndüm.

 

"Hazal!" Öykü yanda asılı duran peçetelikten hızlıca bir tane koparıp parmağıma sararken bir yandan da söyleniyordu.

 

"Ne olacak sizin bu haliniz."

 

Gözümden birkaç damla yaş geldiğinde sıktığı parmağımı bıraktı.

 

"Küçük bir şey gibi duruyordu ama.. acıyor mu?" Başımı iki yana salladım.

 

Acıdan değil yorgunluktan ağlıyordum. Bu yük o kadar ağırdı ki, İdil elimi bırakınca resmen altında ezilmeye başlamıştım.

 

"Tamam sen otur. Şu yarabandını da takalım. Bitti işte."

 

"Domatesler yarım kaldı."

 

"Tamam canım ben hallederim onları. Sen biraz dinlenmek ister misin? Az uyumuşsun belli." Elimin tersiyle yanaklarımı silip ayağa kalktım.

 

"Ayıp olur şimdi. İçeriye geçiyim ben."

 

"Hazal!" Tam kapıdan çıkacaktım ki olduğum yerde durup omzumun üzerinden arkama baktım.

 

"İyi misin?"

 

"Bilmiyorum." Şu sıralar hiçbir şeyi bilmiyordum. İyi miydim değil miydim?, doğru yolda mıydım?, güvende miydim?, evet demeye hazır mıydım? Hiçbir şey bimiyordum.

 

"Oo Hazal hanım sabah sabah kayboldunuz ortalıktan." Yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirip masaya oturdum.

 

"Ekmek almaya gitmiştim. Kruvasan da aldım seversin sen." İlayda dün gece yol yorgunluğuyla hemen hazırladığımız odaya çıksa da sabah tüm o sinsi enerjisiyle karşımdaydı. Beni baştan aşağıya inceleyen gözleri en son gözlerimde sabit kalmış ve uzun bir süre rahatsız edercesine çekmemişti.

 

"Bizim oradakiler gibi olmasa da idare eder. Teşekkür ederim." Hafifçe başımı sallayıp çayımı yudumladım.

 

"Ee kızlar eskiye nazaran çok sessizsiniz. Yeni ev arkadaşınız olmuş hiç bahsetmediniz." Anlaşılan susmayacaktı.

 

"Evet öyle oldu-" İdil son an da topu benden almıştı. Yoksa benim bu kısa ve sıradan cevaplarımla yakayı ele vermemiz yakındı.

 

"Öykü bizim çok eski arkadaşımız. Ailesi bir süre şehir dışında olacağı için bizimle kalıyor." Can Öykü'yü baştan aşağı süzerken Öykü'nün elindeki bardak titriyordu. Erkek görünce heyecanlanmadan edemiyordu şapşal.

 

"Amcamla yengem nasıl? İyiler umarım."

 

"Kırgınlık var üzerlerinde özellikle babam-" Can İlayda'nın bu imalı sözlerine artık dur dercesine boğazını temizleyip söze girişti. Neyse ki o bizi İlayda kadar bunaltmayacak gibi duruyordu.

 

"Havalar aniden soğuduğu için üşüttüler biraz ama iyiler."

 

"Geçmiş olsun dileklerimizi iletirseniz seviniriz." Şu kahvaltıyı artık bitirebilir miydik?

 

"Kendiniz arayıp söylemeye ne dersiniz? Numarasını atarım size." Bu son cümleyi sindirmem biraz uzun sürmüştü. Hattımızı değiştirince amcamın numarasıda rehberimizden silinmişti.

 

"Olur tabi. Daha iyi olur."

 

"Eski evden de taşınmışsınız, numaranızda değişince babam size ulaşamadı. Uzun bir süre endişeliydi annem zor sakinleştirdi. Gençler işte unutmuşlardır bizi dedi." Bana daha çok yengem bizi unutturmaya çalışmış gibi geldi. Bizi çok sevmezdi zaten. Üvey olduğumuz yetmiyormuş gibi mirasada ortak olmamız onu delirtiyordu. Eskiden uzun bir süre bunun tartışması sürsede babam bu konuya sert bir dille tepkisini koymuş ve konu kapanmıştı. Amcamın mirası nasıl ailesine kalacaksa babamınkide kendi ailesine kalacaktı. Geride sadece İdil ile ben kaldığımız için babamın şirketteki tüm hisseleri bizimdi. Vekaletimizi hem aile dostumuz hem de aile avukutumuz olan Kemal amcaya verdiğimiz için şirketle hiç ilgilenmiyorduk sadece her ay hesabımıza belli bir miktar para yatıyordu.

 

"Olur mu öyle şey? Siz bizim tek akrabamızsınız-"

 

"O halde bu ani kayboluşun bir sebebi olmalı." Bir değil birden fazla sebep vardı.

 

"Merak etmekte haklısınız. Hayatımızda bazı değişiklikler oldu." İnandırıcı ol Hazal. Sakin ol.

 

Son cümlelerimle birlikte Can'da başını telefondan kaldırmış ve dikkatini söyleyeceklerime vermişti.

 

"Yine başınızı belaya mı soktunuz?" İlayda bunu söylerken ne kadar düşünceli gibi davransa da bıyık altından gülüşü tüm niyetini ortaya çıkarıyordu. Sorusuna evet yanıtı almayı o kadar çok istiyordu ki.

 

"Canım kardeşim susarsan öğreneceğiz ne olduğunu." İlayda keskin bakışlarını Can'a çevirse de tekrar dikkatleri üzerime topladım.

 

"Öncelikle başımız belada değil içiniz rahat olsun."

 

"Bu adamlarda neyin nesi o zaman? Babam bu durumu hiç hoş karşılamayacak baştan söyleyeyim." Sabır dilenircesine derin bir nefes alıp susmasını bekledim. Çok konuşuyordu. Çok.

 

"Eğer müsade ederseniz anlatacağım her şeyi. Merak ettiğinizi biliyorum."

 

"Dinliyoruz." Gözlerini devirip arkasına yaslandı. O gözleri oymayı o kadar çok istiyordum ki.

 

"Bir abim var." Bu cümle masada şok etkisi yaratırken bakışlarımı İdil'e çevirdim. Normalde Kerem'i kıskanıyordu ama şimdi yüzünde mimik oynamamıştı. Normal de ona abi demezdim ama neden şimdi ona abi dediğimi çok iyi biliyordum. İdil'in canını yakmak istemiştim.

 

"Ne dedin sen?!"

 

"İdil bu doğru mu?" Ne? Söyledim ya işte neden Idil'e onaylatma ihtiyacı duyuyordu ki. Gıcık.

 

"Doğru. Malesef." Son mırıltıyı sadece ben duymuştum. İyi ki sadece ben duymuştum yoksa bu tek kelime bile detaylı bir sorgulanmayı hakediyordu.

 

"Neden bu kadar şaşırdınız ki? İdil de bende evlatlığız bunu biliyorsunuz." Neyse ki bu konuda hassas değildik ve rahatlıkla konuşabiliyorduk.

 

"Biliyoruz ama bu ihtimali daha önce hiç düşünmemiştim. Gerçekten şaşırdım."

 

"Ne yalan söyleyeyim bende bunu beklemiyordum." Can'a onu anladığımı belli eder bir şekilde gülümsedim çünkü bunu ben bile beklemiyordum. O yüzden şaşırmalarında büyük bir haklılık payı vardı.

 

"Peki şu dışarıda her an birinin üzerine atlayacakmış gibi duran adamlar kim?"

 

"Ah canım onlar bizim korumalarımız." Öykü'nün patavatsızlığıyla gözlerim açılırken masanın altından bacağına bir tekme geçirdim. Evet koruma olduklarını söyleyecektik ama daha kibar sözcüklerle.

 

"Pardon? Neyden ya da kimden koruyorlar sizi?" Can tüm ciddiyetiyle bana konsantre olduğunda biraz gerilmiştim. Ah Öykü!

 

"Tam koruma diyemeyiz. Kötü bir durum yok-"

 

"Hazal gevelemeden anlatır mısın?" Tabi.

 

"Abim yani Kerem. Kerem Yiğiter ünlü camiasında tanındık birisi ayrıca çok başarılı bir iş adamı. Magazincilerin de fazlasıyla ilgilendiği bir isim oluyor kendisi."

 

"Peki tüm bunların nasıl bir bağlantısı var?" Gerizekalı mıydı bu kız? Aradaki bağlantıyı kuramayacak kadar küçük müydü beyni? Aptal!

 

"Şöyle bir bağlantısı var İlaydacım, henüz kardeş olduğumuzu kimse bilmiyor. Çünkü kendisi özel hayatını magazine dökmeyi sevmiyor. Bu gizliliğinden dolayıda merak uyandırıyor ve bu da gizli gizli takip edilmesine sebep oluyor. Hatta sen iyi bilirsin 6 yıl önce izine geldiğinizde Hadise'yi Bebek sahilde görüp gittiği mekana kadar takip etmiştin yanlış mı hatırlıyorum?" Bıyık altından gülme sırası bendeydi. İlayda bozuntuya vermeden elindeki su bardağını kafasına dikip arkasına yaslandı ve kollarını önünde bağladı.

 

"Olmuştu galiba öyle bir şey hatırlamıyorum."

 

"Nasıl hatırlamıyorsun kızım. Kadın seni şikayet etmişti bizde seni karakoldan almıştık hani. Bozuk türkçenle ağlamaktan konuşmamıştında da polislere adresi 2 saatte anca verebilmiştin-"

 

"Can! Hatırlattığın için sağ ol! Konudan sapmayalım lütfen." Gülüşümü kapattığım parmaklarımı indirip dizlerimin üzerine koydum. Karşımda renkten renge giren bir adet İlayda dururken konuya odaklanmakta zorluk çekiyordum. Onu daha fazla utandırmamak için kendimi devam etmeye zorladım.

 

"Sürekli buraya gelip gittiği paparazziler tarafindan farkedilince hakkında yalan yanlış haberler çıkmaya başladı, haberciler tarafından sıkıştırılmaya başlandı ve beni öğrenmeleri artık an meselesi haline gelmişti. Kapımıza defalarca röportaj alıp haber yapmak isteyen birkaç gazeteci gelince biz fazlasıyla rahatsız olduk. Kerem'de onları bizden uzak tutmak için kendi çalışanlarını buraya getirdi. Her şey açıklığa kavuşana kadar burada kalacaklar. Olay tamamen bundan ibaret."

 

"Adı ne demiştin?" Telefonu eline aldığında gözlerimi devirdim. Meraklı şey.

 

"Kerem Yiğiter."

 

"Vaov."

 

"Evli ve bir de çocuğu var." İlayda'nın kaşları havalandığında az çok hayal kırıklığına uğradığını farketmiştim. Zaten bilerek söylemiştim. Çünkü o kendinden yaşça büyük adamlarla takılmayı severdi.

 

"Bu kadar mı?" Bakışlarımı Can'a çevirip dirseklerimi masaya dayadım. Bence gayet iyi gitmiştim.

 

"Aklına takılan bir şey mi var?"

 

"Aklıma takılan çok şey var kuzen." Gözlerimi ondan kaçırıp arkama yaslandım. Başka ne vardı ki? Sakin kalmaya gayret ederek gülümsedim.

 

"Yakında 21 oluyorum ama hala aldığım kararlardan ötürü sorguya çekiliyorum. Aklına ne takıldıysa sor kuzen. Saklayacak bir şeyimiz yok." Dirseklerini masaya dayayıp sitem edercesine bekledim. Bir süre bakışlarını gözlerimden çekmesede sonunda başını eğip masadaki tabağıyla oynamaya başladı. Dik ve ifadesiz durdum. Herhangi bir açığımı yakalayamayacaktı.

 

"Açık olmamı ister misin?" Güldüm. Yeterince açıktı zaten.

 

"Lütfen.."

 

"Bir şeyler saklıyorsunuz ve bizi de bu abi kardeş yalanına inandırıp bir an önce buradan göndermek istiyorsunuz." Kendinden emin ifadesiyle ucu sivri sözlerini sarf edip biraz da olsa korkumu tetiklemişti. Fakat ne olursa olsun gerçeği asla öğrenemeyeceklerdi.

 

Herkes ortamdaki gerginliğin etkisiyle suspus olurken bu sefer bakışlar benden gelecek olan cevaba çevrildi.

 

"Olan ne ise onu anlattım sırf amcam bizim için merakta kalıp endişelenmesin diye. Bunun dışında ne size ispatlamam gereken bir şey var ne de hesap verecek halim. İnanıp inanmamak size kalmış." İdil boğazını temizlediğinde susmam gerektiğini anlayıp durdum. Karşımda oturan iki densiz çocukluğumuzda biraz olsun beni tanıdılarsa konuyu uzatmamaları gerektiklerini anlamış olmaları lazımdı. Çünkü eğer damarıma basılırsa nasıl bir canavara dönüşeceğimi ikiside biliyordu.

 

"Hey! Sakin olun biraz. Can sende kızın üzerine gitme. Anlattıklarına bakılırsa yıllar sonra bir akrabasının ortaya çıkması kolay benimsenecek bir şey değil." İlayda'nın ilk defa benim arkamda duruşu beni ne kadar şaşırtsa da Can'ı da bir o kadar etkilememişti. Anlaşılan bu savunuşunda bile bir çıkarı vardı.

 

"Haklısın ilk günden hemen bıktırmayalım kendimizden." İlk günden? Uzun mu kalacaklardı yoksa.

 

"Sorun yok. Sende haklısın tabi. Yıllarca başıma bela açmaktan başka bir şey yapmadım şimdi bu anlattıklarım sana tiyatro gibi geliyordur. Ama akşam Kerem geldiğinde bizzat kendisiyle de tanışırsınız."

 

"Akşam o mu geliyor?" Bu ne kadar İdil'in hoşuna gitmese de gelecekti. Sonuçta onunla benim bir kan bağım vardı. O benim.. abimdi.

 

"Evet sabah konuştum geleceğini söyledi."

 

"Kahvaltıda ilk gerginliği attığımıza göre bir kahve içeriz değil mi?" Öykü.. diyecek bir şey yoktu ona. İkizlere densiz diyordum da benim bu kafasız arkadaşımın da onlardan pek kalır yanı yoktu.

 

"Türkiye kahvesi mi yapacaksın?" Türkiye kahvesi..

 

"E-evet ondan."

 

"Benimki şekerli olsun." Elini hiçbir şeye sürmeden kahvaltı masasından kalkan İlayda saçlarını savurup koltuğa oturdu. Hizmetçisi vardı sanki. Sinirle dişlerimi sıkıp masayı toplamaya başladım.

 

Sabaha zaten aşırı huzursuz başlamışken sorgulayıcı iki çift göz karşında tüm günümü geçiremezdim. Çarpıntım geceden başlamış sabahı zor etmiştim. O yüzük kutusunu aklımdan çıkaramıyordum. Hava almam gerekiyordu. Sanki beynime giden damarlar tıkanmışta artık düşünemiyordum. Halbuki düşünüp çözüme kavuşturacak o kadar çok şeyim vardı ki.

 

"Canım açmayacak mısın?"

 

"Efendim?"

 

"Telefonun çalıyor. Kapanacak şimdi." Kendime gelip silkelendim. Şimdilik Anıl'ı da yüzüğü de kenara bırakıp ikizlere yoğunlaşmalıydım. Önce onları gönderecek sonra kaldığım yerden devam edecektim.

 

Tezgaha bıraktığım telefonumu alıp kapanmadan açtım.

 

"10 dakikan var."

 

"Anlamadım?" Sesimi alçaltıp masadan uzaklaştım. Can hala her hareketimi dikkatle izliyordu.

 

"10 dakika diyorum bukalemun. Hazırlan seni alacağım." Bu ani buluşma da neyin nesiydi?

 

"Ama-"

 

"İtiraz kabul etmiyorum yolda konuşuruz." Telefonu yüzüme kapattığında bir süre olduğum yerde kaldım. Daha dün akşam beraberdik ve bana bu plandan bahsetmemişti. Zihnimde yine yüzük kutusu belirdiğinde heyecanla elimi kalbimin üzerine koydum. Buluşmamızın sebebi bu olabilir miydi? Yoksa bana yüzüğü mü verecekti? Yanlış olsa bile bu ihtimal beni sevindimişti.

"Gerçek aşk bu olsa gerek." Öykü'nün sesiyle irkilip etrafıma bakındım.

 

"Anlamadım?"

 

"Sadece 10 saniye. 10 saniye içinde ne dediyse kendinden geçmeyi başardın yine. Bu çocuğun sende bıraktığı etkiyi takdir ediyorum valla. Senin gibi bir odunu bile aşk böceğine dönüştürebildi. Helal olsun." Gözlerimi devirdim. Tamam sert bir yapım vardı ama benimde bir kalbim vardı ve ben aşık olmuştum. Ne bekliyorlardı ki eskisi gibi her saniye somurtmamı mı? Savaş bir saniye bile aklımdan çıkmazken gülümsememek elde değildi.

 

"Bir şey düşünüyordum."

 

"Çok düşünüyorsun." İmalı sözlerini es geçip masada sona kalan birkaç tabağı üst üste koyup tezgaha taşıdım.

 

"Benim gitmem gerek ben gelene kadar idare edin."

 

"Nereye!? Bizi burada yalnız bırakmazsın."

 

"Bilmiyorum Öykü. Sen oyalarsın onları çok geç kalmam."

 

"Can gözünü senden ayırmıyor her nereye gidiyorsan bu onun dikkatini çekecektir." Arkamda dikilen ve benimle konuşmaya çalışan İdil'e dönüp bakmadım bile.

 

"Çok geç kalmam." İstediği kadar dikkatini çekeyim İsveç'e eli boş dönecekti.

 

Hızla mutfaktan ayrılıp kalan son 5 dakikamı aceleci kullandım. Neyseki üstüm giyinikti. Hızla çantamı çıkarıp içine telefon ve cüzdanımı attım. Sabah elime tutuşturulan telefonu dolabımın en dip köşesine kaydırıp üzerini kıyafetlerle kapattım. Beni bulan her kim ise nerede yaşadığımı biliyordu ve anlaşılan sadece konuşmak istiyordu. İçim çok rahat olmasada konuşmayı akşama erteledim.

 

Sabah koyduğum mamasını çoktan bitiren minik bacaklarımın arasından geçip hareket etmemi engelliyordu.

"Şu sıralar sana vakit ayıramadım miniğim biliyorum. Özür dilerim." Onu kollarının altından tutup yüz hızama kadar kaldırdım.

 

"Merak etme. Yakında yanımda sadece sen olacaksın. Sadece sen benimle birlikte geliyorsun." Sanki beni anlıyormuş gibi yüzüme doğru bir kere havlayıp dilini dışarı çıkardı. Başının üzerine dudaklarımı bastırıp onu yere bıraktım.

 

"Ama şimdi gitmem lazım. Söz gece birlikte uyuyacağız."

 

Hızla odamdan çıkıp merdivenlerden aşağı indim. Gününün neredeyse tamamını odamda ve banyomda geçiren Minik bugün peşimi bırakmamaya kararlıydı.

 

"Dışarı mı çıkıyorsun?" Salon kapısının önünden sıyrılıp geçmeyi beklerken dedektör gözlü İlayda'ya takılmamak elde değildi.

 

"Evet birkaç işim var akşama dönerim." Bir şey demesini beklemeden dış kapıya yöneldim. Artık insanlarla uğraşmaktan bıkmıştım. Keşke herkes sadece kendisiyle ilgilenseydi. İlla birinin hayatına burnunu sokacaklarsa bu kişi kesinlikle kuzenleri olmamalıydı.

 

Dış kapıyı açtığımda Minik benden önce fırlamış ve çoktan tanıdık arabaya doğru koşmuştu. Savaş.. yine çok karizmatikti. Güneş gözlüğünü çıkarıp yakasına taktı ve kendisine doğru koşan Minik'i kucakladı.

 

"Her geçen gün daha da büyüyorsun." Annesi iyi bakıyor da ondan.

 

Ayakkabılarımı ayağıma geçirdikten sonra kapıyı arkamdan kapattım. Bahçenin kapısına kadar uzanan beton yolda aceleyle yürüyüp hemen yanlarına vardım. O yüzük hala orada mıydı merak ediyordum. Ona çaktırmadan nasıl bakacaktım? Dün gece inceleme fırsatı bulamamıştım. Güzel bir şeye benziyordu ama basit gibiydi de. Of! Ne fark eder ki? Sonuçta ortada bir yüzük vardı ve büyük ihtimalle benim için olmalıydı. Aklıma gelen fikirle çarpılmış gibi kalakaldım olduğum yerde. O gün bu gün olabilir miydi? Yoksa daha dün akşam buluşmuşken neden bugün tekrar beni görmeye gelsin ki? Hemde bu yoğunluğun içinde?

 

Şakağıma konan öpücükle kendime gelirken gözlerimi kırpıştırıp etrafa bakındım. Sakin olmalıydım. Yüzümdeki endişe verici ifadeyi sildim hemen. Boynumdan enseme doğru kayan soğuk parmaklar yüzümü kendine çevirdiğinde çoktan dudaklarım iki yana kıvrılmış ve uzanıp yanağını bulmuştu.

 

"İyi misin?" Bir adım yana kayarak önüne geçtim ve kucağına yerleşen Minik'in kafasına işaret parmağımla vurdum. İyi olacaktım.

 

"Uykusu yok ama uyuma numarası yapıyor."

 

"Belkide sadece beni özlemiştir?" Tek kaşımı kaldırıp bakışlarımı ona çevirdim. Minik'ten bahsediyorduk. Benim Miniğimden. Akıllı olduğu kadar bir o kadar da şımarık ve oyuncuydu.

 

"Belkide canı şımarmak istiyordur?"

 

"Özlenilcek birisi değilim yani?" Yarım ağız gülüp aramızdaki mesafeyi kapatacak bir adım attım. Anlaşılan şımaran sadece Minik değildi.

 

"Söyleyeceğim şeyi aklına kazısan iyi edersin." Ellerim önce Minik'i tutan ellerinin üzerine gitti ve birkaç saniye orada oyalandı.

 

"Seni sadece ben özleyebilirim." Minik'i kucağından alıp yere bıraktım. Tabii ki de onu Minik'ten kıskanmamıştım sadece.. kimse onu benim gibi özleyemeyeceği için sadece benim özlemem gerçek bir özleme sayılabilirdi.

 

Kuyruğunu sallayarak bahçeye koşan Minik'i izlerken gözlerim pencerenin önünde bizi izleyen İlayda'ya kaydı. Daha doğrusu bizi değil sadece Savaş'ı izliyordu. Onu baştan aşağı süzüyor ve dikkatle inceliyordu. Bakışından duyduğum rahatsızlık beni öfkelendirmişti. Sürtük olduğunu bilmesem meraktan bakıyor diyecektim ama o.. o bambaşka bir boyuttu. Bakış açısı ve sınırları o kadar genişti ki düşündükçe midem bulanıyordu.

 

Sonunda sinirden kısılan bakışlarımı farketmiş olacak ki gözleri son kez Savaş'a ondan da bana değip uzaklaştı. Eğer benim olana bir daha öyle bakacak olursa o gözleri oyardım.

 

"Hoşuma gitti." Önüme dönüp sinirli bakışlarımı bu sefer ona yönelttim.

 

"Kim!?" Anlamaz gözlerle bana baktığını farkettiğimde silkelenip kendime geldim. Sabah fazla gerilmiştim ve saçmalıyordum.

 

"Bir şey mi oldu?" Derin bir nefes alıp başımı göğüsüne yasladım.

 

"İkizler ilk günden yormaya başladı." Sırtımdan saçlarıma kayan eli başımı okşamaya başladı.

 

"Kaçırıcam seni." Gülümseyip alnımı omzuna sürttüm. Keske kimsenin bizi bulamayacağı bir yere kaçabilsek.

 

"Emin ol hiç direnmeyeceğim."

 

"O zaman.." çenemden tutup başımı yukarı kaldırdı. Ela artık en sevdiğim renkti. Özellikle de içinde yeşil ve kahve karışımları olan.

 

"Atla." Evden uzaklaşmanın ve onun yanında olmanın mutluluğuyla arabaya bindim. Gözlerim torpidoya takılsa da içine bakmak için doğru zaman değildi.

 

Arabaya binip çalıştırdığında keyifle arkama yaslandım. Kimsenin benim için bir şey yapmasına gerek yoktu. Bana iyi gelen tek şey aşkımın yanında olmaktı. Vereceğim tüm kararları zorlaştırsa da ondan ayrı olmak beni daha da zor bir duruma sokacaktı. Onunlayken aldığım nefes dahi bana şifa oluyordu sanki. Kerem'le tekrar konuşmalıydım. Başka bir plan yapmam gerekiyordu.

 

"Beni nereye kaçırdığını söylemedin?" Mahalleden çıktığımızda daha rahat nefes almaya başlamıştım. Tüm kaosu arkamda bırakmıştım ve kızların beni nasıl idare edeceği umrumda bile değildi.

 

"Listeden bir madde sileceğiz." Heyecanla gözlerim parladı. Öğrenilecekler listemizi unutmamıştı. Halbuki ben onu laf olsun diye söylemiştim.

 

"Hangi maddeymiş o?"

 

"Sürpriz." Sayesinde sürprizlere bayılır olmuştum. Ama sadece o yaptığında. Gerçi onun yaptığı her şeye bayılıyordum ben.

 

 

Sakin.

 

Tek kelime. Şu an ihtiyacım olan tek şey sakin olmaktı.

 

"Korkulacak bir şey yok. Ben yanındayım."

 

Olduğum yerde usulca kıpırdandım. Şu an korkmuyordum çünkü tehdit edici bir durumun içinde değildim ama sonra? İlerisini düşündüğümde korktuğum tek bir şey vardı o da kendim.

 

"Korkmuyorum." Kararlı bakışlarımı yaklaşık 20 metre ilerideki hedefe doğrulttum ve derin bir nefes aldım.

 

"Kolunu biraz daha yukarıya kaldır." Bana izin vermeden arkamda dikilen bedenini bana doğru eğip elini ileriye doğru uzattığım koluma koydu ve hafif yukarıya kaldırdı.

 

Tek gözümü kırptım ve hedefi ortalamaya çalıştım. Kendimce kolumu milimetrik olarak sağa ve sola oynatıp doğru açıyı bulmaya çalıştım.

 

"Kendini kasıyorsun."

 

"İlk defa elime silah alıyorum." Gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Daha önce elimde bıçakla dövüşmüştüm ama silah.. bambaşka bir şeydi. Ben rakibimin kendime yakın olanını tercih ederdim. Uzaktaki hedefi nişan almak bana göre çok zordu. Özellikle de 1 derece miyopken.

 

"Alışacaksın." Sıcak nefesi kulağıma çarpıp oraları uyuşturdu. Belki de tek sorunum bana bu kadar yakın olmasıydı. Birbirine yaslı bedenlerimiz ve kolumun altındaki eliyle yeterince odağımı bozuyordu. Karşımdaki şişeye mi odaklanayım yoksa sıcak temaslarına mı karar veremiyordum.

 

"Acele etme." Çektiğim nefesi tutup daha fazla beklemeden ateş ettim. Çıkan ürkütücü gürültüyle bir adım gerilemek isterken arkamdaki duvar kadar sert bedeni beni engelledi.

 

Bu 5. denememdi fakat yine hedefi vuramamıştım.

 

"İyiydi." Dalga mı geçiyordu?

 

Ellerimi iki yana açıp öne doğru büzdüğüm dudağımla arkamı döndüm.

 

"Beceriksizin tekiyim." Gözlerini dudaklarımdan ayırmamakta ısrar etsede silahla rastgele hareket etmem sonunda dikkatini başka yöne çekmişti.

 

"Iskaladın. İlk deneme göre gayet iyiydi." Uzanıp elimdeki silahı aldı ve beline taktı.

 

"Gerçekten mi?" Aramızdaki mesafeyi kapattı ve yüzümü avuçlarının içerisine aldı.

 

"Gerçekten." Alnıma kondurduğu uzun öpücükten sonra elini bileğime kaydırıp beni arabaya doğru sürükledi.

 

"Biraz daha denemeliyim henüz başarı elde edemedim." Adımlarını olduğu yere sabitlediğinde bende onunla durdum. Yanlış bir şey mi söylemiştim?

 

"Mecbur olmasam bırak silahı eline vermeyi gözünün önünde dahi bulundurmam."

 

"Biliyorum.. bunu öğretmeni senden ben istedim unuttun mu?"

 

"Bu hiç doğru gelmiyor."

 

"Doğru değil zaten ama bu hayatı yaşamaya mecbur bırakıldıysam bu aleti kullanmaya da mecburum. Biliyorsun.. artık sadece bu yumruklarla hayatta kalamam." Avuçlarımı sıkıp yumruk haline getirdim ve gözlerinin önünde salladım.

 

"Şu yumruklarını tadına bakmayan bir ben kaldım sanırım." Elimi tutup dudaklarına götürdüğünde keyifle gülümseyip aramızdaki mesafeyi kapattım ve bedenimi ona yapıştırdım.

 

"Başka tatları seviyorsun sanıyordum? Yanılıyor mu-" ani hareketiyle beni öpücüklere boğmaya başladığında büyük bir zevkle karşılık vermeye başladım. Kısa bir zaman öncesine kadar birlikte aynı evi paylaşırken şimdi ayrı kalmak bana çok zor geliyordu. Ona o kadar çok alışmıştım ki yanımdan ayrıldığı an gözlerim her saniye onu arıyordu. Baktığım her yerde, dokunduğum her şeyde, duyduğum her tınıda onu istiyordum. Her gün onu hissetmek, başımı döndürecek kadar güzel olan o kokusunu içime çekmek istiyordum. Hayatımı sonsuza kadar onunla birleştirmek, onunla yaşamak ve onunla ölmek istiyordum.

 

Düşündüğüm saçma sapan planlardan, peşimdeki adamlardan, intikamdan uzak bir yaşam istiyordum. Bu ölen aileme sırt çevirmek değildi. Eğer kendimi bu yoldan kurtaramazsam ya ölecektim ya da asla dönüşmek istemediğim canavara dönüşecektim. Bense bu iki seçeneği de reddediyoddum. Tek istediğim o'ydu ve o benimdi. Eğer beni yaşatacak, çiçek açmamı sağlayacak ve bu çiçekleri koparmadan koklayacak birisi varsa o da tam kollarımın arasındaydı ve ne onun beni bırakmaya niyeti vardı ne de benim onu bırakmaya.

 

"Seni seviyorum ve ömrüm boyunca sadece seni seveceğim biliyorsun-"

 

"Biliyorum." Yanaklarına küçük öpücükler kondururken fısıldamaya devam ettim. Biliyorum.. Hiçbir zaman sevgisinden şüphe duymadım duymam da.

 

"Ne olursa olsun-"

 

"Biliyorum Savaş beni bırakmazsın." Dudağına uzun bir buse bıraktım. Ben kendimi bıraksam o beni bırakmazdı ki. Geri çekildiğimde yüzünü avuçladım ve nazikçe sakallarını okşadım. Benim için defalarca ölümü göze alan birisi beni nasıl bırakabilirdi?

 

"Neden böyle konuşuyorsun? Bir şey mi oldu?" Gözlerini benden kaçırdığı an içim huzursuzlukla doldu. Bir şey olmuş.

 

Yana çevrilen başını parmaklarımla kendime doğrulttum hemen.

 

"Yüzüme bak."

 

"Yok.. bir şey olmadı. Sadece sevdiğimi söylemek istedim." Hayır bir şey vardı ama benden gizliyordu. Yüzümde gezdirdiği bakışlarından bunu çok net anlayabiliyordum. Gizlemeye çalışıyordu ama sanki bilmemi ister gibiydi de. Gözlerinde kaygı ve endişe vardı.

 

Kararsız gözlerini son kez yüzümde gezdirip başını öne eğdi ve elimi tekrar tutup arabaya doğru yürümeye başladı. Bir şey olmuştu ve bundan suçluluk duyuyordu. Tüm hareketleri bunu gösteriyordu.

 

"Savaş?" Elinden çekip durdurduğumda derin bir nefes aldı.

 

"Anlatacak mısın?" Uzaklardaki karabulutlar tepemizde dolaşıp hava gürlemeye başladığında yürümemekte ısrar ettim. Hafif çiselemeyle başlayan yağmur hızını arttırdığında hala çatık kaşlarımla ona bakıp bir açıklama bekledim.

 

"Sevdiğimizi söylemek ne zamandır suç sayılıyor?"

 

"O zaman neden bana daha çok suçunu bununla bastırmaya çalışıyormuşsun gibi geliyor."

 

"Güzelim bir şey yok dedim ya. Bana güvenmiyor musun?" Fakat ona güvenmem onun benden bir şeyler saklayabileceği anlamına gelmiyor. Her şeyi bilmek istiyordum. Önemli ve ya değil. Her şeyi.

 

"Güveniyorum-" Her zamanki gibi konuşmanın ortasında çalan telefonu tüm atmosferi bozmuştu.

 

"Yollar kapanmadan eve dönsek iyi olacak. Beni arabada bekler misin?" Hiçbir şey demeden arkamı dönüp arabaya yürüdüm ve sinirle kapıyı çarptım.

 

Benden bir şeylerin gizlenmesinden bıkmıştım artık. Her şeyi sonradan öğreniyor ve ben toparlamaya çalıştıkça tüm hayatım tekrardan tepetaklak oluyordu. Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Eğer Savaş bir şey söylemek istemiyorsa bunu asla söylemezdi. Hiçbir kuvvet ki buna bende dahilim ona istemediği hiçbir şey yaptıramazdık.

 

Bir şey anlatmadığı gibi çoğu zaman telefonunu benim yanımda açmıyordu. Ya meşgule atıyordu ya da şu an olduğu gibi benden uzakta konuşuyordu.

 

Huzursuz ve sinirli bedenimi rahat ettirmek için kıpırdandığımda dizim torpido kapağına çarpmış ve tamamen aklımdan çıkan şeyi bana hatırlatmıştı.

 

Başımı kaldırıp Savaş'ın olduğu yöne baktım. Hem uzaktaydı hem de gelecek gibi durmuyordu. Hızlı hareket edip kapağı açtığımda sadece birkaç evrak parçası ve bir de dolu şarjör gördüm. Yüzük? Yüzük yoktu? Neredeydi? Parmağımda değildi orası kesin.

 

O yüzüğü bulmam gerekiyordu. Daha doğrusu kime ait olduğunu bulmalıydım.

 

 

Yatağımda huzursuzca kıpırdanıp üzerimdeki pikeyi tekmeleyerek yere düşürdüm. Bundan nefret ediyordum işte. Açık açık benden bir şeylerin gizlenmesinden nefret ediyordum.

 

Pencereyi açmak için yataktan doğrulacağım sırada zaten sonuna kadar açık olduğunu farkettim. Fırtınalı havadan dolayı perdem sağa sola uçuşurken içeriye giren yağmur kokusu bir nebze olsa beni rahatlatıyordu.

 

Bu kadar fazla düşünmenin ve kendi kendime senaryolar yazıp çizmenin sağlıklı olmayacağını anlayıp ayağa kalktım ve dolabımın kapağını açtım. Eve geldiğimden beri üzerimi değiştirmemiştim ve eğer biraz olsun rahatlamak istiyorsam önce bu pantolondan kurtulmalıydım.

 

Elimi eşofman bölüme attığım sırada elime gelen cisimle içim cız etti ve elimi bir şey yakmış gibi hemen oradan çektim. Telefon... tamamen aklımdan çıkmıştı. Nefeslerim sıklaşmaya başladığında elimi kalbimin üzerine koydum ve sakinleşmeyi bekledim.

 

Herkes birbirinden bir şeyler saklıyordu bugün benim payıma düşen ise bu telefondu.

 

Çalışma masamda duran şişeyi kafama dikip bir anda kuruyan ağzımı ıslattım. Ellerimi masaya dayadım ve gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Ne yapmam gerektiğini gayet iyi biliyordum ama yapmak istemiyordum. Telefon elime hiç ulaşmamış gibi hayatıma devam edebilirdim, onu görmezden gelebilirdim. Fakat o telefonu açmayı ne kadar istemesemde telefonun diğer ucundan bana söylenecekleri deli gibi merak ediyordum. Belki benden saklanan yeni bir sırrı öğrenecektim belki de tehdit edilecektim bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa telefonun diğer ucundaki kişi beni bulmuştu ama bana zarar vermeye kalkışmamıştı. Belki de sadece konuşmak istiyordu.

 

Anlık verdiğim kararla hızla arkamı döndüm ve telefonu paketinden çıkarıp elime aldım. Kapalıydı.

 

Açma tuşuna basılı tutup bir süre açılmasını bekledim. Telefon açıldığında ne bir mesaj vardı ne de bir çağrı. İstemsizce kaşlarım çatıldı. Birisinin aramasını mı beklemeliydim? Telefonu biraz kurcaladığımda kayıtlı tek bir numara gördüm ve benim aramam gerektiğini düşündüm. Eğer bu zamana kadar bu telefona çağrı düşmemiş ise anlaşılan karşıdaki her kimse benden bir adım bekliyordu.

 

"Hadi bakalım."

 

Bu eski telefonun arama tuşuna zorla basıp numaranın çevrilmesini bekledim. Kalp atışlarım yine hızlanmıştı ve ben telefonu kimin açacağını deli gibi merak ediyordum.

 

"Benim güzel kızım.." duyduğum sesle bir hışımla yerimden kalkıp parmaklarımı yumruk haline getirdim.

 

"Sen beni ne cüretle ararsın!?"

 

"Sen benim kızımsın-"

 

"Değilim! Bir daha sakın bana kızım deme!" Anıl'ın sesini duyduğum an da resmen gözüm dönmüştü. Ne ara elime aldığımı bilmediğim cam şişeyi sakince masaya bırakıp kapıya koştum ve kilitledim. Kendime hakim olmalıydım. O burada değildi... buraya gelmeye cesaret edemezdi.. aileme zarar veremezdi. Sakin ol Hazal. Sakin ol.

 

"Şimdi öyle diyorsun fakat söyleyeceklerimden sonra benden başka kimsen kalmayacak kızım." Ben! Senin! Kızın! Değilim!

 

"Senin yalanlarını dinleyecek değilim. Bir daha beni arama ve peşimi bırak!"

 

"Ailem dediğin sahtekar insanların yalanlarını hergün dinliyorsun ama öz babanı dinlemeyeceksin öyle mi?" Telefonu kapatmak için kulağımdan uzaklaştırdığımda duyduğum sözcüklerle elim havada asılı kaldı.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?"

 

"Sen zeki bir kızsın Hazal ama resmin tamamı göremeyecek kadar da körsün." Aklımı karıştırıyordu.

 

"Benimle açık konuş."

 

"Aile dediğin o insanların arkandan işler çevirdiğinin farkındasın ama yine de gözlerini kapatıyorsun. Bunu neden yapıyorsun kızım?" Ansızın aklıma bugün Savaş'la konuştuklarımız geldi.

 

"Onlar beni senden ve başıma açtığın belalardan koruyor."

 

"O insanlar seni öz babandan ayırıyor ve seni kullanarak bana zarar vermeye çalışıyorlar." Saçma. Kimse beni kullanmıyordu.

 

"Yalan söylüyorsun."

 

"Bu zamana kadar yalanın içinde yaşayan sensin. Aptal olma."

 

"Ne demek bu?" Zihnim gittikçe bulanıyordu. Bunlar gerçek olamazdı. Ben Savaş'a, Levent amcaya güveniyordum.

 

"Gerçeği gözlerinle görmek ister misin?" Sessiz kaldım. Beni kandırmaya çalışıyordu.

 

"Sana adresi mesaj atacağım. Tamam bana inanmıyorsun, haklısın o yüzden gidip kendin gör. Arkandan çevrilen işleri sana söylenen yalanları tek tek öğrenme fırsatı sunuyorum sana. Gecenin sonunda kiminle gitmek istersen onunla gideceksin." Benden cevap gelmeyince telefonu kapattı ve mesaj attı. Az önce konuşulanlar gerçek miydi?

 

Panikle ne yapacağımı bilemeyip bir süre boş boş etrafa bakındım. Bu sabah yaşadıklarım üzerine bu konuşmalar sanki birbirini tamamlıyordu. Ama.. bunları söyleyen Anıl'dı ve o benim en büyük düşmanımdı. Yine yalanlarıyla beni kandırmaya ve kendi tarafına çekmeye çalışıyordu.

 

Yatağın üzerindeki kendi telefonumu alıp Savaş'ı aradım ama açmadı. Defalarca kez aramaya devam ettim ama cevap veren yoktu. Levent amcayı aradım bu sefer ama o da açmadı. Lanet olsun! Bu gece bu kadar önemli ne vardı.

 

Anıl'ın ısrarla oraya gitmemi istemesi, Savaş'ın ve Levent amcanın telefonlarını açmaması beni iyice şüphelendirmişti. Bir hışımla ayağa kalkıp sandalyenin üzerinde asılı duran çantamı aldım ve evden çıktım. İdil ikizleri sinemaya götürdüğü için rahat hareket edebiliyordum.

 

"Cihan!" Bahçenin demir kapısından çıktığımda Cihan koşarak arkamdan geldi.

 

"Bir sorun mu var?"

 

"Arabayı getir bir yere gideceğiz."

 

"Patron?"

 

"Hızlı ol!" Net tavrım sayesinde beni bir daha tekrarlatmadı ve koşar adımlarla garajdaki arabaya gitti.

 

Hoşuma gitmeyecek bir işler dönüyordu ama hadi hayırlısı.

 

Hızla çantamdan telefonumu çıkarıp son bir numara daha çevirdim. Asla yalan söylemeyi beceremeyen birisi.

 

"Hazal?"

 

"Savaş nerede Doruk!?"

 

Cihan arabayı getirdiğinde bir hışımla koltuğa atlayıp Cihan'a işaret parmağımla sus işareti yaptım ve sadece adresi gösterdim.

 

"Bilmiyorum." Kısa cevaplar..

 

"Bana sakın yalan söyleme! Ne işler çeviriyorsunuz siz?"

 

"Bir işler çevirmiyoruz.. Hem neredesin sen?" Bir işler dönüyordu işte yoksa neden nerede olduğumu sorsun ki. Daha adımı söylerken sesindeki endişeden anlamıştım her şeyi.

 

"Evdeyim! Siz neredesiniz? Neden telefonlarıma cevap vermiyor?"

 

"Savaş yanımda değil eve gitmiştir herhalde." Arkadan gelen müzik sesleri beni iyice germişti.

 

"Niye arıyorsun Savaş'ı? Bir şey mi oldu yoksa?"

 

"Merak ettim sadece."

 

"Her şey yolunda merak etme. Eve gidip uyumuştur o." Telefonu yüzüne kapatıp tırnaklarımı etime geçirdim. Yalancı!

 

"Hızlı git Cihan."

 

"Neden bu salona gidiyoruz ve neden sinirlisin?" Şaşkınlıkla ona döndüm.

 

"Ne salonu?"

 

"Adresteki salon. Navigasyona yazdım no:7 Beyaz Konak olarak geçiyor. Bu şehrin en pahalı semtlerinden birinde olduğuna göre gerçekten özel davetler için kullanılıyor olmalı." Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Ne olup bittiğini öğrenmeden bir yorum yapmak istemiyordum.

 

"Sadece sür lütfen." İçime beni yakıp kavuran bir ateş düşmüştü. Gittiğim yerde umarım hayal kırıklığına uğramazdım. Anıl'ın söyledikleri doğru çıkacak diye öyle ödüm kopuyordu ki.

 

"Geldik." Çantamı arabada bırakıp dışarı çıktım. Anıl neden benim bu görkemli salona gelmemi istemişti? Ne vardı burada?

 

Yağmura aldanmadan yavaş ve temkinli adımlarla bahçeye doğru yürüdüm. Hemen arkamda olan Cihan eli belinde tetikte bekliyor ve etrafı kolaçan ediyordu.

 

Dışarıdaki sakinlik dikkatimi çekse de fazla düşünmeden binaya doğru yürüdüm. Binanın tamamı cam kaplamaydı ve sanırım ben arka taraftaydım.

 

"Birileri geliyor!" Cihan kolumdan tuttuğu gibi beni çekiştirmeye başladı ve binanın dışarı doğru uzayan çıkıntısına çekti. Bu sayede önümüzden geçen iki korumandan saklanmış olduk.

 

"Arka taraf temiz. 2 adam gönderin nöbet tutsunlar." Kalbim resmen kulağımda atıyordu.

 

Adamlar gider gitmez olduğum yerden çıktım ve binanın biraz daha aydınlık tarafına doğru yürüdüm. Yağmurdan doğru düzgün önümü göremiyordum ki.

 

"Ne aradığımızı söyleyecek misin?"

 

"Bilmiyorum! Sen etrafa bak ben içeride neler döndüğünü öğreneceğim."

 

Cihan'ı arka tarafta bırakıp binanın yan duvarına doğru yürüdüm. Buradan içerisi çok rahat gözüküyordu.

 

Çamurlu ayaklarımla biraz daha ilerleyip içeriyi net görebildiğim zaman durdum. İçeride kesinlikle bir davet vardı. Buradan hiçbir şey anlaşmılıyordu ki ama. Ne davetiydi bu?

 

Çaresiz bakışlarla etrafa bakındığım sırada biraz ilerimde bir kapı açıldı ve dışarıya sigara molası veren bir garson çıktı. Sonunda.

 

O beni farketmeden ağaçların arkasından sessiz adımlarla kapıya varıp yavaş hareketlerle kapıyı açtım ve içeri girdim. Sırılsıklam üstüm, yüzüme yapışan ve uçlarından yağmur damlaları akan saçlarım, çamurlu ayakkabılarımla buraya hiç ait olmadığımı gösteren bakışlar bir an da bana dönmüştü. Mutfağa çıkmıştım. Güzel.

 

Şaşkın bakışlara aldanmadan koşar adımlarla çıkış kapısına doğru gittim. Arkamdan gelen sesler umrumda bile değildi.

 

"Hanımefendi buraya bu şekilde giremezsiniz!" Herkesi arkamda bırakıp karşıma çıkan koridordan müzik sesine doğru ilerledim.

 

Müzik sesi kısılıp birisi eline mikrofonu aldığında tam giriş kapısındaydım. Masaların etrafında dikilen herkes konuşan adama doğru döndüğünde kimse beni farketmemişti. Olduğum yerde bekleyip neler olduğunu anlamaya çalıştım.

 

Tanımadığım hafif sıska ve kilolu adam bugünkü neşesinden ve gururundan bahsediyordu.

 

"Doğanay ve Kılıçoğlu aileleri olarak bu özel günümüzde bizi yalnız bırakmadığınız için teşekkür ediyorum." Kılıçoğlu derken?

 

Gözümle etrafı taradığımda en baştaki masaların birinde Levent amca ve Meryem teyzeyi gördüm. Az önce onurlandırılmalarına rağmen yine de suratları asıktı. Tam arkalarındaki masada ise Doruk, Bora ve tanımadığım birkaç genç vardı. Allah aşkına ne oluyordu burada!?

 

Ben etrafı inceleyip ne olup bittiğini anlamaya çalışırken pist tarafında bir hareketlenme oldu. İçeriye doğru birkaç adım daha atıp daha net görmek istedim.

 

"Bugün burada biricik kızım Gülşah ve artık benimde oğlum sayılan Savaş'ın nişan törenini kutlayacağız."

 

Ne..?

 

Duyduklarım nefesimi kesip başımı döndürdüğünde hala olduğum yerde dikilmeye devam ettim.

 

Yanlış algılamış olmalıydım.

 

Bu mümkün değildi. O adam başka birinden bahsediyor olmalıydı.

 

Kılıçoğlu ailesi.. Savaş...

 

Tüm bunlar çok saçmaydı. Savaş nişanlanamazdı ki. Ben vardım. Beni seviyordu. Daha bugün söylemişti.

 

Etraftan büyük bir alkış koptuğunda ancak kendime gelebilmiştim. Elimi ağrıyan başıma götürüp şakaklarımı sıktım bir süre.

 

O benim Savaş'ım değildi. Olamazdı. Sadece isim benzerliği olmalıydı.

 

İnsanlar masalarından ayrılıp piste doğru ilerlediğinde gözlerimi oraya çevirdim. Önce kızı gördüm. Yeşil mini elbisesi ve turuncu kıvırcık saçlarıyla etrafa gülücük saçıyordu. Koluna girdiği adam ise.. görmek isteyeceğim en son kişiydi. Savaş..

 

Gözümle görmeden inanmamak için diretsemde artık görmüştüm. O'ydu.

 

Bu nasıl olabilirdi? Benim sevgilim, benim aşkım orada başka bir kadınla kolkola ilerliyordu.

 

Rüya görüyor olmalıydım hatta kabus. Savaş bana bunu yapmazdı. O asla beni incitmezdi. Bu zamana kadar beni kandırmış olamazdı. Beni kullanmış olamazdı. Tanıyordum onu yapmazdı.

 

Tekrar bir alkış tufanı koptuğunda yaşlı gözlerimi biraz aşağıya indirdim. Kızın babası söz yüzüklerin kesmişti. Gece kadar karanlık olan takımını artık kırmızı kurdele süslüyordu.

 

Her şey gerçekti. Uğruna ömrümü adamak istediğim adam gözlerimin önünde nişanlanmıştı. Arabada görüp heyecanlandığım yüzük başka kızın parmağındaydı.

 

Ağzımdan içli bir hıçkırık firar ettiğinde kimsenin duymaması için elimi dudaklarıma bastırdım. Anıl'ın dediği her şey doğruydu. Ben buraya, bu aileye ait değildim. Hiç olmamıştım. Gözüme inen pembe perde bugün gördüklerimden sonra yerinden sökülüp parçalara ayrılmış ve her bir parçası kül olurcasına alev almıştı.

 

Ben hayatımda hiç bu kadar aşağılanmamıştım.

 

Arkamı dönüp koşarak uzaklaşmak istedim ama adeta ayaklarım yere çivilenmiş gibiydi.

 

Gözlerimi son kez bakmaya doyamadığım elalara çıkardım. İçinde her türlü duyguyu barından, beni her seferinde aşktan kıvrandıran bu gözler artık bana ait değildi.

 

Belkide son kez gözgöze geldik. Tam bu an içimden bir parçanın koptuğunu hissettim. Gözümdeki son yaşları önce bizim için akıttım. Yazık oldu. Sonra bu ihaneti asla affedemeyeceğimi hatırladım. Sırada nefret göz yaşları vardı. Ama biliyordum günün sonunda sadece kendim için ağlayacaktım.

 

Aptaldım. Aşka inanacak kadar, kendimi buna kaptıracak kadar aptaldım.

 

Başını iki yana salladı. Şaşırmıştı. Burada olduğumu kabullenmek istemiyor gibiydi. Normal. Benim üzerimden kurduğu bütün planları yok olmuştu artık. Yaşlarla dolan bu elalara daha fazla kanamazdım artık. Ben geriye doğru bir adım attığımda o da bana doğru bir adım attı fakat Levent amca kolundan tutup onu durdurdu. Bence de durmalıydı. Bana oynadığı bu oyun burada bitmeliydi artık.

 

Belki o sözünü tutmamıştı ama ben tutacaktım. Ömrümün sonuna kadar aşık olduğum adamı sevecektim. Ama bu karşımdaki beni kendine aşık eden adam değildi. Ben, benim Savaş'ımı, tanıdığım, aşık olduğum adamı sevecektim karşımdaki düzenbazı değil.

 

Bugün şunu anladım ki tutkuyla atılan adımlar insanı felakete sürükler. Anlık heyecanlar ömür boyu yük olur insanın sırtına. Pişmanlık olur, hayalkırıklığı olur.

 

O yüzden şimdi gidiyordum. Onu sevmekten vazgeçtiğimden değildi gidişim. Gidiyorum çünkü kaldıkça kendime olan sevgim azalıyordu.

Bölüm : 12.01.2025 19:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...