45. Bölüm

Bölüm 45: Kaza

Nickinci
nickinci

En zor savaş, kafanda bildiklerinle kalbinde hissettiklerin arasındadır...

 

İçimde bir savaş vardı. Ateşle suyun, iyilikle kötülüğün, siyahla beyazın savaşın gibi. Eğer ortada bir savaş varsa biliriz ki zafere giden yollarda kayıplar veririz. Bu yüzden savaşın sonunda kazanan hep tek bir taraf olmazdı. Beyaza kara leke bulaştığı gibi siyahada saf beyaz bulaşırdı. Zaten bilinmezliği ortaya çıkaran, suyu bulandıran da bu grilik değil midir? Savaşın sonunda ne iyi saf iyi kalabilir ne de kötü saf kötü kalabilir. Ateşle su birleşirse ne olur? Birbirlerine dokundukları anda enkaz buhar olup uçmaz mı? Geriye ne ateş kalır ne su, ne siyah kalır ne beyaz.

 

İçimde bir savaş vardı. Kafamda bildiklerimle kalbimde hissettiklerim arasında. Aklımla kalbim arasındaki ince çizgideydim. Ne bir adım ileri gidiyordum ne de geri. Ayaklarımın altındaki halat bana küçük kesikler hediye ediyordu fakat benim yaptığım tek şey ise tam ortada beklemekti.

 

Ne bir adım ileri ne bir adım geri.

 

Ne ihaneti kabul edebiliyordum ne de aşkımdan geçebiliyordum.

 

Eski Hazal olsa ortalığı birbirine katar, ne kırılmadık masa ne de sorulmadık hesap bırakırdı. Aklımla oynamanın ne demek olduğunu bir güzel gösterirdim hepsine bundan emindim. Fakat hayat kalbimle oynanınca ne yapacağımı öğretmemişti bana. Yuvadan atılan yavru serçe gibiydim. Uçmayı beceremeyen, zayıf, fazlalıktan başka bir şey olmayan minik serçe. Fazlalık..

 

Bu ailedeki fazlalıktım ben.

 

Kırgınlığımın etrafı yakıp yıkmakla geçmeyeceğini biliyordum. Zaten buna ne gücüm vardı ne de kalbim dayanırdı.

 

Ne onu affedebilirdim ne de ondan geçebilirdim.

 

Sadece gitmeliydim.

 

Geriye doğru bir adım daha attım. Bir tane daha ve bir tane daha. Salondan çıkmış sadece görevlilerin dolandığı koridorda saçımdan akan yağmur damlalarına eşlik eden göz yaşlarımla baş başa kalmıştım.

 

Nefesim sıklaşmış, kalbim deli gibi çarpmaya başlamıştı. Gitmeliyim.

 

Koridordaki şaşkın ve tedirgin bakışları yok sayıp çıkışa doğru koştum. Titreyen bacaklarım beni ayakta tutmakta zorlanıyordu. İçimden gelen tek şey yeri göğü inletecek bir çığlık atmak ve tüm hayalkırıklığımı kusmaktı.

 

Döner kapıya yaklaştığım an da kendimi dışarıya fırlatıp nefes almak isterken önüme çıkıp beni zorla durduran bedenle afallamıştım. Gözyaşlarımın arasından zorlukla kim olduğunu seçtiğimde kaşlarım çatılmış içim öfkeyle dolmuştu.

 

"Göründüğü gibi değil-" suratına geçirdiğim yumruk sayesinde yana doğru sendelese de ondan beklenilmeyecek bir şekilde karşımda dik durabilmeyi başarmıştı.

 

"Bana yalan söyledin!" Doruk suçlu gibi gözlerini benden kaçırdığı an buruk bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.

 

"Hepiniz bana yalan söylediniz!" Haykırışım koridorda yankı yaparken oradan geçen birkaç kişi bize meraklı gözlerle bakmış kapının hemen dışında bekleyen güvenlikler tetikte bekler gibi bir bana bir Doruk'a bakmaya başlamıştı.

 

"Sana yemin ederim-"

 

"Daha fazla yalanlarınızı dinlemek istemiyorum! Çekil önümden!" Onu kenara ittirip tam kapıdan çıkacaktım ki arkamdan adımın haykırılmasıyla elim havada kaldı.

 

Düzenbaz..

 

Yalancı..

 

Hain..

 

Daha sıralayabileceğim o kadar çok şey vardı ki. Ama artık kalbim kaldırmıyordu. Burada olanlar.. bana yapılan bu haksızlık çok büyüktü. Ne olursa olsun hiçbir çaresizlik, hiçbir mecburiyet ona bunu yaptıramazdı. Ne olursa olsun kimse Savaş'a istemediği bir şey yaptıramazdı! Ne olursa olsun! O bunu bile isteye yapmıştı. Beni kaybetmeyi göze almıştı! Tüm bunlardan sonra söyleyeceği hiçbir şey umrumda değildi çünkü artık ona inanmıyordum.

 

Çıkarken arkama bile bakmadım. Ne halde olduğunu ne diyeceğini umursamadım. Tek istediğim buradan gitmekti.

 

Dışarı çıktığımda yağmur iyice şiddetini arttırmıştı. Binanın arka tarafına doğru koşarken ne ezip geçtiğim çiçekleri umursadım ne de arkamdan gelen bağırışları.

 

Arka bahçeye ulaştığımda camdan salona son kez baktım. Aileler tebrikleri alıyordu. Ailem dediğim insanlar, bana sahip çıkacaklarını söyleyenler şimdi karşımda mutluluk pozları veriyordu. Şundan emindim ki bu ihanetin bedeli çok büyük olacaktı.

 

"Hazal! Dur dedim!" Gittikçe yaklaşan sesini duyduğumda panikle etrafıma bakındım. Cihan'ı bulmalıydım. Gitmek istiyordum.

 

Yönümü arabaya doğru çevirip son sürat koşmaya başladığımda sonunda bu lanet yerin bahçesinden çıkmış ve caddeye fırlamıştım. Caddeden geçen arabaları umursamadan kendimi yola attığımda kulağıma hem Savaş'ın adımı haykırışı hem de bana son an da çarpmaktan kurtulan arabanın tiz kornası doldu.

 

"Önüne baksana be kadın öldürteceksin kendini!" Başını arabanın camından dışarı çıkarıp bana bağıran adama şok içinde baktım. Öfkeyle biraz daha söylendikten sonra gaza basıp gitti.

 

Başım dönüyor, midem bulanıyor ve kulaklarım uğulduyordu.

 

Gitmek istiyordum. Hemen buradan yok olmalıydım.

 

Yolun karşısında duran arabayı gördüğümde derin bir nefes aldım. Cihan oradaydı.

 

Yola tekrar adım attığım an da kolumun sertçe çekilmesiyle sarsıldım. Yakalamıştı beni.

 

"Dinle beni!" Onu ne görmek istiyordum ne de duymak. Kolumu elinden kurtardığım gibi bir yumrukta onun suratına geçirdim. Yüzünü dağıtsam hakkımdı. Çok merak ettiği yumruklarımın tadına bakmıştı sonunda. Ama ben yumruklarımı onun bastırdığı dudaklarında seviyordum kasılan çenesinde değil.

 

"Bir daha sakın bana dokunma!" İçimden sürekli aynı kelimeyi tekrar ettim. Sakın.. Sakın.. Bir daha sakın ona kanma.

 

Yolun boş olmasından yararlanıp karşıya geçtiğimde Cihan çoktan arabadan çıkmış sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

"Ne oluyor? Ne bu halin?" Bıraktığı Hazal ile karşısında bulduğu Hazal arasında dağlar kadar fark vardı. Kim olsa şaşırırdı. Karşısında salya sümük ağlamam belki de beklediği son şeydi.

 

"Kaybol." Arkamda gördüğü suretle kaşları şaşkınlıkla havalanıp bir ona bir de bana baktı.

 

Peşimi bırakmıyordu..

 

"KAYBOL!" Peşimdekinin o olduğunu bilmesem arkamda bir aslan olduğunu zannedebilirdim. Şayet bu tarz bir küreme ancak avını elinden kaçıran bir aslandan çıkabilirdi. Zaten öyle olmamış mıydı?

 

Cihan anında tüy olup uçarken beni burada yalnız bıraktığı için içimden ona da kırıldım. O benim emrimin altındaydı ve ben ona gitmesini söylememiştim.

 

Arkama dahi bakmadan birkaç adımda arabaya ulaştım. Kapısını açtığım gibi beni kenara çekip kapıyı itti ve kapattı.

 

"Yüzüme bak!" Yumruk olan ellerime hakim olup biraz daha sıktım. Avuçiçlerimi kanatmak kalbimde açtığı yarayı bastırmak istedim. Ama hiçbir acı bundan daha acı verici olamazdı.

 

Arkamı dönüp arabaya binmek için tekrar bir hamle yapsamda beni yine durdurmuş ve beni kendisiyle arabanın arasında sıkıştırmıştı. Kendini anlatmak için çırpınıyor onu dinlemem için beni sabit tutmaya çalışıyordu. Ama ben uğuldayan kulaklarımdan dolayı hiçbir şey duymuyordum. Ya da duymak istemiyordum. Dokunuşlarından kurtulmak için yüzümü sağa sola çevirip, ellerini bedenimden uzaklaştırmaya çalıştım.

 

"Bırak beni! Dokunma!"

 

"Her şeyi anlatacağım. Sadece beni dinle!" Tüm bu yalvarışlarını duymak, göz yaşlarını görmek istemedim. Çünkü hepsi yalandı. Her şey gibi koca bir yalan!

 

Son gücümle göğüsünden geriye doğru ittim onu. Artık bana yaklaşmasına izin vermeyecektim.

 

"Yalancısın.." içli bir nefes çekip hıçkırıklarımı durdurmak için zaman tanıdım kendime.

 

"Oynadın benimle.. kullandın beni!" Tekrar derin bir nefes alıp geriledim birkaç adım.

 

Ben gittikçe o geliyordu.

 

"Sana güvenmiştim.." Zaten kırılmış olan kalbimi ben onun sevgisiyle toparlarken o daha beter parçalamıştı kalbimi. Meğerse kendimi celladımın eline bırakmışımda haberim yokmuş.

 

"Konuşma böyle. Her şeyi açıklayacağım." Yüzümü avcunun içine aldığında daha fazla ona karşı koyacak gücü kendimde bulamadım.

 

"Ağlama yalvarırım."

 

"Bırak beni Savaş gitmek istiyorum."

 

"Bırakamam Hazal! Seni sevi-"

 

"Sakın devamını getirme! Artık yalanlarını duymak istemiyorum." Belki o kabul etmeyecekti ama asıl gerçeği yüzüne haykırdım. Bu oyunu bozduğumu kabullenmek istemiyordu.

 

"Çünkü eğer beni sevseydin-" yüzümdeki ellerini tutup aşağı indirdim.

 

"Bana bunu yapmazdın. İntikamın için kullandın beni. Önce beni kendine aşık ettin sonra da-"

 

"Bunların hiçbiri doğru değil!" Hala başını iki yana sallıyor kabul etmiyordu. Hala bana üzgün ve çaresiz pozlar veriyordu. Bana bu yaptığını bende kabul edemiyordum. Nasıl edebilirdim ki? Onsuz aldığım nefes bile zehir gelirken bu ihaneti nasıl kabul edebilirdim. Birbirimize verdiğimiz onca söz yalan mıydı gerçekten? Bir insan sevmediği birine defalarca seni seviyorum diyebilir miydi? Daha da önemlisi bu yalan sevgiyi hissettirebilir miydi? Lanet olsun!

 

"Bu ne o zaman!?" Hızla elini kavrayıp parmağındaki yüzüğü gösterdim.

 

"Ben her şeyden vazgeçmişken sadece senin olduğun bir hayale tutunurken sen.." devamını getiremedim.

 

"Allah kahretsin!" Sonunda kendimi tutamamış tekrardan hıçkırıklara boğulmuştum.

 

"Bana bunu nasıl yaparsın?" Yıllardır paslanmaya yüz tutmuş kilitli kalbimi ona açmışken o beni hayalkırıklığına uğramıştı. Bu zamana kadar kaybettiğim tek savaşımdı o benim.

 

"Sana yemin ederim bunun benim için hiçbir değeri yok!" Parmağındaki yüzüğü çıkarıp yola fırlattığında bir süre yuvarlanışını izledim. Her şey bu kadar basit miydi gerçekten?

 

"Benim için var ama! Gözümün önünde başka bir kızla nişanlandın Savaş!" Sesim gittikçe kısılmaya başlıyordu. İnsanın en büyük darbeyi sevdiğinden alması nasıl da zormuş. Herkes bırakır gider o asla gitmez dediğiniz kişinin sizi ortada bırakmasından daha ağır ne olabilir? Tüm zorlukları beraber atlacağımızı söyleyip kendini benim için en büyük zorluk haline getirmişti. Şimdi ben onu nasıl atlatacaktım?

 

"Yüzüme bak!" Sabahtan beri yüzü dışında her yere bakmıştım. Biliyordum.. Eğer gözlerine bakarsam yine yenilirdim.

 

"Bırak! Gitmek istiyorum."

 

"Böyle gitme. İzin ver açıklayayım!"

 

"Sana inanmıyorum!" Usulca gözlerimi gözlerine çıkardım. Gördüğüm şeyle istem dışı titreyen dudaklarım iki yana kıvrıldı.

 

"Sahte göz yaşları."

 

"Kalbini kırdım-"

 

"Sadece kalbimi kırmadın sen beni öldürdün!"

 

Gecenin karanlığında biraz daha koyulaşan göz bebekleri büyüdü, elimi tutan eli kaskatı kesildi. Hala bana oyun oynuyordu. Hala gözlerimin içine bakıyor ve ona inanmam için yalvarıyordu. Elaları o kadar saydam o kadar derin bakıyordu ki adım atsam içinde kaybolacak gibiydim. Elimi daldırsam çizgi çizgi yayılan yeşillerinde çiçek filizlenecekti. Ama ben boğuluyordum. Bu kadarı çok fazlaydı. Benim aşık olduğum adam bana dokunmaya kıyamazken nasıl bana bu kadar acı çektirebilirdi?

 

"Bana yaşattığın bu acıyı asla unutmayacağım." Ve ekledim..

 

"Ömrümün sonuna kadar seni affetmeyeceğim!" Derin bir nefes alıp elimi elinden kurtardım ve işaret parmağımı sol göğüsüne bastırdım.

 

"Şu sözümü de sakın unutma.." nefesimi tutup başımı dikleştirdim.

 

"Andım olsun ki bende seni kalbinden vuracağım!"

 

İntikam ateşi ruhumu ele geçirmeye başladığında üzerinde zorlukla dengede kalmaya çalıştığım halatta bir adım attım. Ruhum bir süre aklımla kalbim arasında kararsız kalsada sonunda tarafını seçmişti. Hayatım boyunca ilk kez kalbimi dinlemiştim ve beni büyük hüsrana uğratmıştı. O paslı kilidi asla yerinden sökmemeliydim. Bu kez kalbime kanlı kilit vurdum. Bugünden sonra kalbim hep kanayacaktı, kalbim hep acıyacaktı ama ben iyileşecektim. Bana bunu yaşatan herkesten tek tek hesap soracaktım.

 

O sözlerimin ağırlığının altında ezilirken bunu fırsat bilip arabaya atladım ve kapıyı kilitledim. Üzerinde takılı olan anahtarı çevirip arabayı çalıştırdığımda kendine gelmişti fakat beni durdurmak için geç kalmıştı.

 

Daha bu sabah tenimde gezinen elleri şimdi arabanın camına kırarcasına çarpıyor, kapının kilidini zorluyordu. Bağırıp çağırıyor durmam için beni ikaz ediyordu. Ne yazık ki bana oynadığı bu iğrenç oyun bugün burada sonlanmıştı. Artık bana yaklaşmasına izin vermeyecektim.

 

Gaza basıp onu arkamda bıraktığımda dikiz aynasından izledim onu. Bu sahne Anıl'la buluştuğum geceyi hatırlatmıştı bana. Tıpkı şu an ona yaptığım gibi beni sokak ortasında bırakıp gitmişti. Tıpkı benim gibi önce yorgunlukla birkaç adım atmış sonra dizlerinin üzerine çökmüştü. Sevdiğinin seni arkada bırakması nasıl bir histi belki şimdi anlardı. Tabi beni sevmiş olsaydı...

 

Ne kadar onu görmek istemesemde gözlerimi aynadan alamıyordum. Sanki büyüleyici bir şarkının son mısrasında gibiydim. Saniyeler sonra müzik bitecek, bu hayal dünyasından uyanacak ve gerçek hayata dönecektim.

 

Yoğun yağmur ve sisin sayesinde görüş açımdan çıktığında tutmaya çalıştığım göz yaşlarım bir bir aktı gözümden ve gerçek bir kez daha sarstı bedenimi. Beni aldattı..

 

"Allah kahretsin!" Daha bu sabah evlilik hayali kurduğum adam beni aldattı!

 

Ondan çıkartamadığım tüm öfkemi tüm kırgınlığımı direksiyondan çıkartıyor gibi ellerim acıyana dek vurmaya, ses tellerim zarar görene dek haykırıp ağlamaya devam ettim. Ben bunu haketmemiştim..

 

Nereye gittiğimi bilmeden yorgun ve bitkin bedenimle arabayı sürmeye devam ettim. Yollar dağ oldu, yağmur sel oldu ama ben durmadım.

 

Ne yapacağımı kime gideceğimi bilmiyordum. Bu halde eve gitmek istemiyordum zaten artık o evde de kalmak istemiyordum. Hayatımda kimseyi istemiyordum artık. Ne aile ne arkadaş ne de sevgili. Yetimhanedeki yalnızlığımı istiyordum sadece. Ya da.. ölmek istiyordum.

 

Aklıma gelen düşünce ile ruh sağlığım biraz daha bozulmuş ve delirmiş gibi kahkaha atmaya başlamıştım. İntiharın en büyük günahlardan birisi olduğunu biliyorum. Fakat mutsuz olmakta çok büyük bir günah olmalıydı. Çünkü mutsuzken başka insanları incitirsiniz. Bu da bir günah değil mi? Ailenizi, arkadaşlarınızı incitirsiniz. Kendinizi incitirsiniz. Bu da bir günah sayılmaz mı? Beni incitirsen günah olmuyor ama intihar edersem günah sayılıyor öyle mi? Saçma.. İnsanı bu raddeye getirmek suç değil midir? Bununda bir cezası olmalı. Hayatımı çalanların, yaşama hevesimi yakanların birer cezası olmalı değil mi? Hayır intihar etmeyeceğim. Benim olanı geri almadan ölmeye niyetim yok. Bunu nasıl yapacaktım, kimden yardım alacaktım bilmiyorum fakat bildiğim tek şey artık acımasız olma sırası bendeydi. Benim ne kadar canım yandıysa binbeterini yaşatacaktım onlara.

 

Hayatımı çalan hırsızlar, yalancılar, üzerime kumar oynayanlar.. Hepsi kalbi kırılan bir kadının gazabına uğramak ne demekmiş öğrenecekti.

 

Gözlerimdeki tozpembe perde kalktığına göre eski Hazal'ı uykusundan uyandırma vakti gelmişti. Eskisi gibi gözü kara, zarar vermekten çekinmeyen ve eskisinden daha mutsuz. Bundan sonra siyaha bürünen ben olacaktım.

 

Beni kapattıkları o lüks kafese asla geri dönmeyecektim. Hırsla arabanın hızının arttırdım. Elimin tersiyle gözümdeki yaşları silerken bir yandan da takip edilip edilmediğimi anlamak için aynayı kontrol ediyordum. Fakat yağmur o kadar şiddetliydi ki görmek neredeyse imkansızdı.

 

Belki de tam bu an hayatmın dönüm noktası olacak hareketi yapmıştım. Bu iyi mi olacaktı kötü mü bilmiyorum ama bir şeyleri değiştireceğinden kesinlikle emindim.

 

Arkamdan gelen arabanın beni takip mi ediyor yoksa sıradan gelip geçen bir araba mı olduğunu anlamak için başımı arkaya çevirdiğimde buğulu gözlerim hiçbir şey görememişti tıpkı önüme döndüğümde bir tırla dip dipe olduğumu göremediğim gibi.

 

Nereden çıktığını bilmediğim tıra çarpmamak için panikle frene basmak istesemde ayağım boşa gitmişti. Siktir! Her şey burada bitiyor muydu? Yaşadığım onca acı boşuna mıydı? Hiçbirinin karşılığını alamadan bu koca tırın altında ezilip ölecek miydim? Korkuyorum..

 

Korkudan kaskatı kesilen bedenimi sarsmaya çalıştım. İçimden sürekli kendime emirler veriyordum. Bir şey yap! Bir şey yap! Ama ne yaparsan yap ölme!

 

Arabanın ucu tırın arkasına değip beni sarstığında sımsıkı kavradığım direksiyonu hiç düşünmeden sağa doğru kırdım. Sağımda ne olduğunu bilmeden sadece kurtulma umuduyla yaptığım bu hareket hüsranla sonuçlanmıştı. Fakat zamanı geri alamazdım. Emniyet kemerimi takmalıydım..

 

Gözlerim kararmadan, kulağımdaki baskın çınlama kesilmeden ve gözümün önünde sallanan annemin inci kolyesinin ucundan akan kırmızı damlaları görmeden önce hatırladığım son şey yoldan çıkıp bariyerleri yıkıp geçmem ve arabanın bana saatler gibi gelen ama saniyeler içinde gerçekleşen birkaç takla atıp sert bir şeye çarparak durmasıydı.

 

Ölüm daha önce hiç bu kadar yakın olmamıştı oysa ki fikri uzun zamandır aklımdaydı. Ruhumun yarısı intikam ateşiyle harlanırken diğer yarısı fazlasıyla yorgun düşmüştü ve bu ölüm fikrine hiç uzak bakmıyordu. Bu fikirlerden hangisi daha baskındı bilmiyordum tek istediğim zamanın bir an önce geçmesiydi. Mümkün olduğunca hızlı. Her şey olacağına varsın ve artık bu belirsizlik bitsin. Bende öleceksem eğer öleceğime varayım.

 

 

Ölüm tuhaf şey.. Bugün varız ne zaman yok oluruz bilmiyoruz. Bugün gülümseyerek fotoğraf çekiyorsun ertesi gün ağlayarak toprağın altına koyuyorlar. Yarın görüşürüz diyip sevdiğini öpüyorsun saatler sonra hayatla vedalaşıyorsun. Ölüm tuhaf şey..

 

"Kendine geliyor. Doktoru çağırın. Hemen!"

 

Ölmemişim. Sevinmeli miydim? Oysa içimde bir parça bile sevgi kırıntısı yoktu. Üzülmeli miydim? Hayır onu da hissetmiyordum. Sürekli belirsizlikleri bitirmek için uğraşıyordum ama asla yok olmuyordu. Nasıl hissedeceğimi bilmiyordum. Ölmem mi daha iyi olurdu yaşamam mı bilmiyorum. Ben bile sevinemezken hayatta olduğuma sevinecek kimim kalmıştı ki?

 

"Işık.." gözümü açmaya çalıştığımda yoğun bir ışık hüzmesi gözlerime nüfuz etmiş ve zaten yanan canımı biraz daha yakmıştı. O arabadan nasıl sağ çıkmayı başarabilmiştim ben?

 

"Canım yanıyor.." bütün bedenim en uçtaki hücresine kadar sızlıyor ve uyuşuyordu, buna rağmen gözümden akan yaşları hissedebiliyordum.

 

"Ağrı kesici iğneyi hazırlayın dozunu yükseltin! Henüz uyanmaması gerekiyordu.."

 

Sonunda gözümü tamamen açabildiğimde zor da olsa başımda fırdönen hemşireleri gördüm.

 

"Tekrar uyutmamız gerekebilir. Doktor bey nerede kaldı!?"

 

Kapının gürültüyle açılıp kapandığını duydum. Kulaklarım aşırı hassas olmalıydı ki dışarıdaki konuşan insanların sesini, dosyada sıkışıp kalan kağıtların hışırtısını hatta sedyelerin tekerlek seslerini dahi duyabiliyordum.

 

"Hocam şaşıracaksınız belki ama hasta kendine geldi." Beyaz önlüklü adam içeri girdiği gibi soluğu dibimde almış ve minik feneriyle gözlerimi kontrol etmeye başlamıştı.

 

"Tüm fonksiyonlar şu an için normal sadece kalp atışı gereğinden fazla. Çok fazla." Sol tarafımdaki erkek hemşire ise kulağımın dibinde öten cihaza bakıp durumum hakkında bir şeyler zırvalıyordu. Çarpıntımı hissedebiliyordum.

 

"Nasıl hissediyorsun?" Kuruyan ağzımı birkaç kez kapatıp açtım. Kolumu kaldıracak halim dahi yoktu. Göz kapaklarım bile ağır geliyordu.

 

"Karnım." Elimi karnına götürüp dokunmak istedim fakat parmak uçlarımı dahi hareket ettirdiğimi sanmıyordum.

 

"Çok ağır ve riskli bir ameliyat geçirdin. Neler olduğunu hatırlıyor musun?" Ne yazık ki her saniyesini. Öncesinin ve sonrasının her saniyesini hatırlıyordum.

 

"Kaza yaptım."

 

"Vücudundaki birçok cam kesiklerinin yanı sıra hem kafana ağır bir darbe almışsın hem de karın boşluğuna demir bir çubuk saplanmış seni buraya getirdiklerinde çok kan kaybetmiştin şanslısın ki baban yanındaymış. Hem seni hastaneye yetiştirdi hem de kan verdi." Babam mı? Kan verdi derken.. Anıl mı!? Beni buraya Anıl mı getirmişti?

 

"Babam.." konuşmakta zorlandığımda bir süre yutkanmaya çalıştım. Nefes alırken dahi canım yanıyordu.

 

"O-"

 

"Kendini yorma. Biraz daha dinlenmen lazım uyandığında acıların biraz daha dinmiş olacak." Elindeki iğneyi gördüğümde kirpik uçlarıma kadar sızlayan gözlerim fal taşı gibi açıldı.

 

"Hayır!" Beklemiyor olacak ki eli şaşkınlık ve tereddütle bir süre havada asılı kaldı.

 

"Uyumak istemiyorum." Diğerleri beni bulmadan buradan gitmek istiyordum. Eğer Savaş beni bulursa asla bırakmazdı ve ben bu halde kimseye karşı koyamazdım.

 

"Güçlü bir kız olduğunu ameliyat masasında kanıtladın ama şu an dinlenmen gerekiyor."

 

"Lütfen. Onu görmek istiyorun."

 

"Babandan mı bahsediyorsun?" O adam benim babam değildi..!

 

"Evet o."

 

"Pekala çok kısa sürecek ve sonrasında dinleneceksin?"

 

"Söz. Ama önce onu görmem lazım."

 

"Adamı hazırlayın babayla kızı daha fazla ayırmayalım." Aman ne duygusal! Baba kızmış. İki ezeli düşman desek daha doğru olur.

 

Doktor ve beraberinde 2 hemşire daha dışarı çıktığında daha rahat nefes almaya çalıştım. Fakat canım o kadar çok yanıyordu ki bu basit şeyi dahi yapmakta zorlanıyordum. Elimi sancıyan karnıma götürmek istedim. Sanki dokunsam şifa olacaktı. Yaram o kadar çok yanıyordu ki soğuk elimle dokunsam tüm yangını söndürecek gibiydim. Ama bırak dokunmayı parmaklarımın ucunu dahi zor kıpırdatmaya başlamıştım. Şu an için yapabildiğim tek şey yarım yamalak konuşabilmekti.

 

Kazadan sonra ne kadar zaman geçmişti kestiremiyorum. Aradan 1 gün geçmiş miydi? Kaza yaptığımdan kimin haberi vardı? Eve gitmediğim için Öykü ve İdil telaşlanmış mıydı? Peki ya ikizler? Bir an önce gitmelerini beklerken bu kaza işi onları daha fazla burada kalmaya zorlayacaktı. Of!

 

"Buyrun ama sadece 5 dakika hastanın henüz hayati tehlikeyi atlattığı söylenemez yorulmaması lazım." Gözlerim kapıya kaydığında bir süre benimkilerin kopyası olan gözlerine kilitlendim. Gerçekten mi? Gözlerindeki endişe gerçek miydi yoksa diğer herkes gibi o da mı rol yapıyordu?

 

"Beni görmek istemen gözlerimi yaşarttı." Anlaşılan ne olursa olsun ukala davranışlarından vazgeçemiyordu.

 

Yanıma yaklaşıp onu görebilmek için havaya diktiğim gözlerimi yormamak adına dizlerini biraz kırdı ve boyunu benimle eşitledi. Gözlerimi bu kadar açmak gerçekten canımı yakıyordu.

 

"Ağrın var mı?" Laf olsun diye sormuştu çünkü yaşlı gözlerimden ağrımın olduğu fazlasıyla belli oluyordu.

 

"Ben seni getirmişsin?" Sorusuna cevap alamasada hiç istifini bozmamıştı. Anlaşılan bu haldeyken benimle uğraşmak istemiyordu.

 

"Öğreneceklerinden sonra ağlayacak bir omuz istersin diye peşinden gelmiştim ama intihar etmek isteyeceğini düşünmemiştim. Beni şaşırttın."

 

"İntihar etmedim. Kaza oldu."

 

"Arabayı yoldan çıkarıp hurdaya çevirmeden bahsetmiyorum, fırtınalı havada son sürat araba sürmenden bahsediyorum. Bu da bir nevi intihar girişimi sayılır." Düşününce evet haklıydı. Hayatım boyunca Anıl'a hak vereceğimi düşünmezdim. Gerçi bu hakkı da ona ben vermiştim. Tamamen benim sorumsuzluğumdu.

 

"Seni görmek istedim diye sakın havalara uçma." Biraz nefeslenip hızla havaya kalkıp inen göğsümün yavaşlamasını bekledim. İki kelime konuşur konuşmaz tıkanıyordum hemen.

 

"Bu halde olmam onlar kadar seninde suçun. Onlar kadar sende benim canımı yaktın." Tamam. Sakin ol. Geçmişi hatırlama. Eski günleri gözünün önüne getirme. Sakin ol.

 

"Beni kurtardığın için sana teşekkür etmeyeceğim."

 

"Yoğun bakımda da olsam babama olan kinimi kusmaktan geri kalmam diyorsun." Beni alaya alınca sinirle kaşlarımı çatmak istedim ama acı dolu bir buruşturmayla olduğum yerde kaldım çünkü yüzümde mimik dahi oynattığımda yüzümdeki yaralar acıyordu.

 

"Kesinlikle annene çekmişsin." Derin bir nefes alıp verdim. Şu an annemi de hatırlamak istemiyordum.

 

"Neden buradasın?" Bu sorunun cevabı benim için çok önemliydi.

 

"Çünkü sen benim kızımsın." Benim gibi o da ciddileşmiş ve yüzünü biraz daha bana doğru eğmişti.

 

"Hastalığın için beni tedavi olarak mı kullanmak istiyorsun?" Önce gerçekten şaşırmış gibi kaşları havaya kalkmış sonra hiç beklemediğim bir şekilde gözleri kısılmış ve kısık sesli bir kahkaha atıp geri çekilmişti. Komik miydi?

 

"Sana böyle mi söylediler? Bende seni akıllı sanırdım."

 

"Bu da mı yalan?" Sesim ağlamaklı çıktığında zor da olsa başımı diğer tarafa çevirdim. Bu zamana kadar anlatılan her ayrıntı yalan mıydı gerçekten?

 

"21 yıldır hastalığın pençesinde olan ve tek ümidi kızı olan bir adama mı benziyorum? Sence de tıp gelişmedi mi?" Açıkçası onu her gördüğümde çok dinç gözüküyordu hiç hastaya benzer bir hali yoktu.

 

"Hasta değil misin yani?" Ama annem mektubunda Anıl'ın hasta olduğunu söylemişti.

 

"Hastayım. Ama şifa kaynağım sen değilsin doktorumun verdiği ilaçlar." Anlaşılan beni Anıl'dan korkutmak için söylenen bir yalan daha ortaya çıkmıştı.

 

"Bana zarar vermeyeceksin yani?"

 

"Ben cani birisi değilim Hazal. Hem kızım olduğun için hem de annenden bana kalan tek hatıra olduğun için yanında olmak istiyorum. Baba kız olmak için hiç mi şansımız yok?" Sevdiğim herkesi öldüren ve öldürmek isteyen bir baba.. Ciddi ciddi şans istiyordu öyle mi?

 

"Annemi neden öldürdün?" Titreyen dudaklarımı zor da olsa birleştirmeyi başardım. Belki hesaplaşmanın ne yeriydi ne de zamanı ama bilmek istiyorum. Eğer bir annem olsaydı bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Belki de bu kadar kalbim kırılmayacaktı. Belki ihanete uğramazdım. O beni herkesten korurdu, beni dinlerdi beni anlardı. Belki de kaçmak için kendimi yollara atmak yerine onun kollarına atardım. Tabii bir annem olsaydı..

 

Sorduğum soru Anıl'ı üzmüş gibiydi. Meryem teyze ilk tanıştıklarında annemle Anıl'ın aşık olduklarını söylemişti. Tabii onun da anlattıkları ne kadar doğruydu orası meçhul.

 

"Bu konuyu sonra konuşalım. Eğer tekrar görüşmek istersen."

 

"Beni zorla kendi evine götürüp alıkoymayacak mısın?" Garip bir tavırla geri çekilip ellerini önünde birleştirdi. Ama.. genelde öyle olmaz mıydı? Zamanında Savaş'ta beni kaçırmıştı Alce'te. Şimdi sıra Anıl'da olmalıydı.

 

"Ben senin babanım Hazal zebani değilim. Sen istemediğin sürece seni hiçbir şeye zorlayamam. Eğer bir şansımız varsa bunu diğerleri gibi hor kullanmak istemiyorum. Ama ne zaman istersen yaşadığım yere ki orası seninde evin gelebilirsin." Peki.. hiç beklediğim gibi birisi çıkmamıştı. Beni ona karşı o kadar çok korkutmuşlardı ki hayal ederken bile yüzünü zihnimde canavar olarak tasvir ediyordum. Halbuki uzaktan yakından alakası yoktu. Ama ne yazık ki bu yaptıklarını unutturmuyordu.

 

"Hastaneden sonra evine dönmek istemiyorsan sana bir yer ayarlayabilirim?"

 

"Ben senden çok daha başka bir şey isteyeceğim ve bunu yapmak zorundasın çünkü bana borçlusun." Resmen gözlerinin içi parlamıştı. Ondan bir şey isteyecek olmam bile onu mutlu ediyordu anlaşılan. Gerçekten bu kadar çok mu istiyordu beni? Dediği gibi gerçekten baba kız mı olmak istiyordu? Kalbimde açtığı yaraları yine kendisi sarabilir miydi? Kimsesizliğimi bastırabilir miydi?

 

"Beyefendi hastanın dinlenmesi lazım dışarı çıkın lütfen."

 

"1 dakika!" Nasıl yaptım bilmiyorum ama daha az önce parmaklarımı dahi haraket ettirecek gücü bulamazken şimdi yaralı bedenimi umursamadan ani bir refleksle kolumu hareket ettirip gitmemesi için Anıl'ın elini tuttum. Benimkine nazaran eli çok sıcaktı. Yaptığım şeyin saçmalığını farkedince elimi geri çekmek istesemde bu sefer o bırakmamıştı.

 

Ona karşı o kadar önyargıydım ki çok yakınımda hatta avcumun içinde olmasına rağmen gözümün önünden ona karşı olan tüm düşüncelerim geçiyor ve tüm yüzünü gölgeliyordu. Ona karşı çok doluydum. Bana anlatılan her şey yalan olsa dahi annemle babamı öldürdüğü kamera kayıtlarını izlemiştim. Bu ise yüzüne bakmamam için fazlasıyla yeterli bir sebepti. Ona güvenemezdim ama yanımda ondan başka hiç kimse yoktu. Hatta bu isteyeceğim şeyi ondan başka kimse yapamazdı. Eğer beni istiyorsa bu isteğimi seve seve kabul edecekti, hatta işine bile gelecekti.

 

Hemşire onaylamaz bir yüz ifadesiyle bir süre ikimizide baktı ve eliyle işaret parmağını kaldırıp odadan çıktı.

 

"Ne istiyorsun söyle hemen yapayım?" Elimi bırakmadı.

 

"Beni öldürmeni istiyorum."

Bölüm : 22.01.2025 19:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...