
Aslında insanın canını en çok acıtan şey; hayalkırıklıkları değil, yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır.
15.11.2023
Yitirdim kendimi kendi içimde. Cenaze taşır gibi ölü bir ruh taşıyorum. Bir köşeye geçip yüzünü duvara dönmüş çocuk gibi ağlayasım geliyor. Ağlıyorum. Aylar geçti ve fizik tedavim bugün bitti. Artık elim ilk zamanki gibi titremiyor . Doktor ameliyat izinin kalacağını söyledi. Artık sağlıklı bir insandan farkım yokmuş. Ama ben hiç sağlıklı hissetmiyorum. Her bir parçam ayrı hastaydı ve bana çok acı veriyordu. İçimde çok şey birikti ama anlatabileceğim kimsem yok. Burada çok yalnızım. İçimden taşan kırıntıları buraya yazmaya karar verdim yoksa içimdeki bu karadelik her şey gibi beni de yutacak. Bu evde boğuluyorum. Her bir duvarında annemin resmi var. Yıllar geçtikçe gülümsemesi siliniyor. Anıl onun gibi güldüğümü söyledi halbuki buraya geldiğimden beri hiç gülmedim. Bana sürekli annemi anlatıyor sanki onu hiç öldürmemiş gibi-
"Dinlendin mi?" Odamın kapısı iki kere tıklanıp cevap beklenilmeden açıldığında hızlı bir refleksle ajandayı kapatıp kolumun altında saklamaya çalıştım.
Güne başlayalı daha birkaç saat olmuşken bu beni beşinci kontrol edişi olmalıydı. İlgisi sahte değildi ama benim için fazlaydı. Fazla ve gereksiz.
Sakince yutkunup oturduğum sandalyeden kalktım ve camın önüne geçip dikkatini o yönden çekmeye çalıştım. Günlük tuttuğumu bilmesini istemiyordum.
"Kahvaltı hazır herkes aşağıda seni bekliyor hadi gel." Ona arkamı dönüp camdan dışarıyı izlemeye başladım. Dolan gözlerimi avcumun içiyle silerken bunu ona belli etmek istemedim. Artık sürekli ağlamamdan usanmıştı. Ona göre ağlamak büyük bir zayıflıktı. Hatta bu yüzden bana bir kere bağırmıştı ve sinirlendiğinde gerçekten korkunç oluyordu. Sonrasında hemen pişman olup durumu toparlamaya çalıştı ama benden herhangi bir tepki alamadığı için uzatmadı.
"Sabah fazla yoruldun Suna'ya söyleyeyim en iyisi kahvaltını odana getirsin." Cevap almayacağını bildiği için fazla beklemeden odadan çıktı ve kapıyı yavaşça kapattı.
Dün gece uyuduğumu sanıp odama gelmiş ve bir süre başucumda oturmuştu. konuşmayarak onu cezalandırdığımın farkındaydı ve bunu kabulleniyordu. Onunla yaşamam bile yetiyordu ona. Bu yüzden üzerime gelmiyordu ve beni hiçbir şeye zorlamıyordu. Tek amacı dünyada ölü olan bir kızı kendi yuvasında hayatta tutmaktı ve bunu başarmıştı.
Nefesim almakta zorlandığımı farkettiğimde camı araladım. Bu yıl kış çok sert geçiyordu. Geçen yıl Savaş'la geçmişti. Bu yıl da birlikte olabilirdik..
Aylar geçmişti ama onu düşünmeden uyuduğum bir gece bile geçmemişti. Aklımda da ve kalbimde de sadece o vardı. Rüyalarımın, kabuslarımın bile içindeydi. O yokken bile vardı.
"Küçük hanım? Gelebilir miyim?" Suna'nın sesini duyduğumda son kez göz yaşlarımı silip kapıyı açtım. Elinde tepsiyle bir bana bir de omzumun üzerinden içeriye baktı.
"Kahvaltınızı getirdim. İçeriye bırakayım." Bir şey dememi beklemeden içeriye doğru adımladı ve tepsiyi masaya bıraktı.
"Ahh! Üşüteceksiniz." Anlık bir telaşla perdemi çekip camı kapattı ve kapandığına emin olmak için bir süre eliyle bastırıp kontrol etti. Daha doğrusu odada fazla kalabilmek için zaman kazanıyordu. Camı kapatıyor gibi gözüksede gözleri odanın içinde tur atıyor ve bir gariplik olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. 2 gece önce Anıl odamdan çıktığı sırada kapımın önünde Suna ile olan konuşmasını duymuştum. Kendime zarar vermemden korktuğu için sık sık gözünün üstümde olması için tembihliyordu. Bir insan yaşarken bile daha ne kadar ölü olabilirdi bilmiyorum.
Suna evin kahyası gibiydi. Annem bu evden ayrılmadan önce bile burada çalışıyormuş. Evin işleyişi bir nevi onun sorumluluğundaydı. En azından Anıl evde olmadığı zamanlar. Yaşı o kadar ilerlemişti ki bazen onu yukarı katlara çıkarken merdivende durup soluklandığını görüyordum. Sürekli bel ağrısından şikayetlenip duruyordu. Anıl onu çoktan emekli ettiğini söylesede Suna burayı bırakıp gitmiyordu. Hatta daha yaşının genç olduğunu iddia ediyor ve ona teyze dememize dahi izin vermiyordu. Bir gün son nefesini verirken bile bu evde olmak istediğini söylemişti.
Tepsiye şöyle bir göz atıp yatağımın ucuna oturdum. "Son bir haftadır neden her gün aynı börekten getiriyorsun?"
Tepside sıradan kahvaltılıklar dışında sürekli aynı börekten geliyordu. İçi patatesli dışı susamlı.
Onunla konuşmama şaşırmış olmalı ki alnını kaşıdığı eli saniyelik havada kalmıştı. Sonuçta geldiğimden beri doğru düzgün ağzımı bıçak açmıyordu. "Anıl bey iştahla yediğiniz tek şey olduğunu söyledi. Her sabah taze yapılması için rica etti." Rica etti..
Aylardır buradaydım ve doğru düzgün yemek yemiyordum. Zayıflamıştım bu da beni halsiz düşürüyordu. Fizik tedavinin uzaması biraz da bu sebeptendi. Gün geçtikçe güçten düşüyordum. Olaylardan sonra uzun bir süre kendime gelemiştim. Şimdi bile kendimde olduğum söylenemezdi.
"İsterseniz başka bir şey hazırlatabilirim?"
"Gerek yok." Suna odadan çıktıktan sonra kendimi geriye atıp bir süre yatakta uzandım. O geceden sonra olanlar bir bir gözümün önünden geçti. Kerem ile kurduğumuz planı Anıl ile birlikte gerçekleştirmiştik. O kendi gücünü kullanarak benim için sahte bir ölüm belgesi hazırlatmıştı bende karşılığında iyileşene kadar onun yanında kalmayı kabul etmiştim.
Tam 163 gündür ölüydüm.
Kazadan sonra uzun bir süre yürümekte zorluk çeksemde iki ay içinde ayağa kalkmayı başarmıştım. Sonrasında diğer hareket fonksiyonlarımın eski haline gelebilmesi için tedavi görmüştüm. Bu sabah son seansımı gerçekleştirdik. Kazadan geriye kalan tek hatıra karnımdan belime doğru uzanan ameliyat izim ve yerli yersiz sol elimin titremesiydi. Doktor eğer beslenmeme dikkat edersem sağlıklı bir insandan farkım kalmayacağına vurgu yapıp durdu. Tek derdim kilo almak olmalıymış.
Ağlama. Ağlama. Ağlama.
Hayatıma nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. Yalnızdım, korkuyordum ve üşüyordum. Her gece yatmadan önce telefonumdan onun fotoğrafını açıyordum. Ağlamadan uykuya daldığım tek bir gece yoktu. Yokluğu çok ağır geliyordu. Benim yokluğumda ona ağır geliyor mudur?
Derin bir nefes alıp yattığım yerden doğruldum ve göz yaşlarımı sildim.
Düşünme. Düşünme. Düşünme.
Hergün kendime bunları tekrar ediyordum. Ağlama ve düşünme. Çünkü aylardır yaptığım tek şey buydu ve bana acı vermekten başka bir işe yaramamıştı. Ama elimde değildi işte. Sürekli eski güzel günlerimizi düşünüyordum. Yaşanması mümkün güzel günlerimiz olabilecekken neden bana ihanet etmeyi seçmişti düşünüyordum. Düşündükçe ağlıyordum.
Düşünmek beni daha kötü yapıyordu. Bir şeyler atıştırmak için masama geçtim. Dün gece hiçbir şey yememiştim. Hergün açlıktan ölmeyecek kadar yemek yiyor birkaç kelime dışında ağzımı açmıyordum. Bazen başım dönse de bunu kimseye çaktırmıyordum. Fizik tedaviler dışında yataktan tüm gün çıkmıyordum.
Tabaktaki salatalıkları kenara ittim. Onu hatırlatan şeyler bana iyi gelmiyordu. Ağzıma bir lokma peynir attım ve sayısız kez çiğnedim. Yutkunmak çok zor geliyordu. Ruhum o kadar parçalanmıştı ki onları birleştirmek için hiçbir gayretim yoktu. Her bir parça ayrı bir ihaneti simgeliyordu. Kendimi yaşamaya değer bulmuyordum ve bunu iyileştirecek en ufak bir hareket dahi yapsam kendime ihanet etmiş gibi hissediyordum. Bu yüzden yutkunurken zorlanıyordum.
Daha fazla devam edemeyeceğimi anladığımda masadan kalkıp odanın içinde turlamaya başladım. Kendi mutsuzluğumun içinde öyle kaybolmuştum ki benden sonra diğerlerinin ne yaptığını dahi sormamıştım. Merak etmiştim ama sormamıştım. Onların isimlerini dahi anmak istemiyordum. Bir yanım bu yaptığımın doğru olduğunu, onlardan uzaklaşmam gerektiğini söylüyordu. Diğer yanım ise fazla acımasız olduğumu.
Kılıçoğlu ailesine acı çektirmek isterken bundan İdil ve Öykü'de nasibini almıştı. Bana yapılan haksızlık gözümü öyle kör etmişti ki kimseyi düşünemez olmuştum. Kendimle birlikte arkadaşlarımı da yakmıştım. Anıl'dan sadece İdil ve Öykü'nün haberini alıyordum. Cenazeden sonra İdil ikizlerle birlikte İsveç'e gitmiş ve 4 ay boyunca orada kalmıştı. Şimdi tekrar eski evimizde tek başına yaşıyordu. Öykü'nün ailesi ise haberi alır almaz iş gezisinden dönmüştü ve İdil'in gidişiyle Öykü'de evine dönmüştü.
Bir de Kerem vardı.. Anıl onun bu işten fazlasıyla kıllandığını söylemişti. Sonuçta bu planı sadece ona anlatmıştım. Peşimde olduğunu biliyordum. Kimseye söylemese de benim ölmediğimi düşünüyordu buna emindim. Bu yüzden o diğerleri kadar etkilenmemişti. Bir ara mezarı açtırıp DNA yaptırmak istemiş ama Anıl bu işe el atıp onu engellediğini söylemişti.
Kararsız adımlarımı kapıya çevirip hiç beklemeden koridora çıktım. Yavaş ve temkinli hareket ediyordum. Vücudum ani hareketlere henüz hazır değildi. Sakin adımlarla merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Merdivenin bitişinde kocaman bir hol karşılıyordu insanı. Sol taraf devasa mutfağa açılıyordu sağ taraf ise mutfaktan daha büyük olan salona.
Tabak ve çatalların birbirine vuran sesini duyduğumda henüz kahvaltının bitmemiş olduğunu anladım. İçeriye girip girmemek arasında kararsız kalırken mutfaktan elinde omlet tavasıyla çıkan Yasemin'le göz göze geldik. Yasemin Suna'nın ben yaşlarındaki torunuydu. Bu eve geldiğimden beri benimle en çok ilgilenen kişiydi Yasemin. İlaç saatimden kişisel bakımıma kadar her şeyimle o ilgileniyordu.
"Hazal... hanım?" Yalnız kaldığımız birkaç zamanda ona bana sadece adımla seslenmesini söylemiştim. Fakat Anıl'dan fazlasıyla çekindiği için o duymasın diye ortak alanlarda bana hanım diye hitap ediyordu.
Ayaklarım geri geri gitmeye hazırlanmışken Yasemin sayesinde ileriye doğru gitmeye başlamıştı. Odamdan çıkmamalıydım..
"Hazal?" Yasemin'in bana seslendiğini duyan Anıl anında kahvaltı masasından kalkmış ve yanıma kadar gelmişti.
"Bir şeye mi ihtiyacın var?"
"Biraz konuşabilir miyiz?" En son ona ne zaman bir cevap vermiştim hatırlamıyordum. Buraya geldiğimden beri bir ilk olmuştu ve ilk defa ben konuşmak istemiştim.
"Salona geçelim." Omzunun üstünden arkasına doğru baktım. Masada Suna, şoför Mustafa abi, bahçıvan Hamdi amca ve.. Umut vardı. Umut.. o bambaşka bir konuydu. Onunla ne yapacağımı başka zaman düşünecektim.
"Yalnız." Arkasına doğru hızlı bir bakış atıp tekrar bana döndü. Bu sırada Umut çoktan elindeki çatalı ve bıçağı bırakmış bize doğru hırsla gelmeye başlamıştı. Gözlerimi bakışlarından hiç ayırmadım. Geldiğim günden beri beni kıskanıyordu ve bunu belli etmekten geri kalmıyordu.
"Birazdan servis gelir size afiyet olsun." Kapının köşesinde yere bıraktığı çantasını alıp tek omzuna attı.
"Tedavinin bitmesine sevindim sevgili ablacığım. Eğer alanında iyi bir psikolog ararsan haberim olsun-"
"Umut! Dersine geç kalma oğlum." Anıl'ın uyarısından sonra Umut dış kapıyı çarptı ve çıktı. Hiç uğraşamayacaktım. Sonuçta hayatım altüst olurken bir yerlerden varlığından dahi haberim olmayan kardeşlerimin çıkmasına alışıktım.
Merdivenlere doğru yürümeye başladığımızda sabırla bana ayak uyduruyor ve arada bir dinlenmek için durduğum basamaklarda beni bekliyordu. Hayatımda gördüğüm en sabırlı insan olabilirdi. Gerçekte de böyle miydi yoksa sadece benim yanımda mı böyle davranıyordu çözemiyorum bazen.
Sonunda bir odanın kapısının önüne geldiğimizde hevesle kapıyı açtı ve geçmem için bekledi. Etrafa meraklı bakışlar fırlatarak ilk adımı attım. Karşımdaki duvar boydan boya camla kaplıydı ve bahçeye bakıyordu. Solumdaki duvarı koca koca rafları olan bir kitaplık kaplıyordu. İçi sayamayacağım kadar çok kitapla ve plaketle kaplıydı. Camın önünde bir çalışma masası hemen sağ yanımda ise bir toplantı masası büyüklüğünde bir masa vardı ve üzeri devasa bir maketle kaplıydı. Uzaktan anladığım kadarıyla çok işlevli bir rezidans sitesiydi.
"Fazla ayakta kaldın gel otur biraz." Eliyle masanın önündeki koltuğu gösterdi. Ayakta durmayı fazla uzatmadan gidip gösterdiği yere oturdum. Kazadan sonra vücudum çabuk yoruluyor ve halsiz düşüyordum.
Anıl'da karşıma geçip oturduğunda bir süre nereden başlayacağımı düşündüm. Ona sormak istediğim o kadar çok soru o kadar çok hesap vardı ki. Hangi birini soracaktım bilmiyorum.
"Annemle nasıl tanıştınız?" Konu annem olduğunda sürekli geriliyordu ama yine de ondan bahsetmekten geri durmuyordu.
"Onu ilk defa Meryem'in evinde gördüm. 18 ağustos 1985." Durup bir süre nefeslendi. Gözlerini kapattığında o güne gittiğini anlamıştım.
"Meryem'in babası babamla ortaktı. Babam yakın zamanda işini bana devretmeyi düşündüğü için nereye gitse beni de götürüyordu. İlk kez o akşam o yemek masasında gördüm anneni."
"Ona aşık mı oldun?" Gözlerini açıp hafif bir tebessüm etti.
"Yıldırım nikahı için beni ikna eden annendi ve bu hayatımızda verdiğimiz en doğru karardı." İşte burada Meryem teyzenin anlattıklarıyla Anıl'ın anlattıkları çelişmeye başlamıştı. Meryem teyzenin dediğine göre Anıl anneme tecavüz etmişti ve bu yüzden apar topar evlenmişlerdi.
"Annem seninle mutlu muydu?" Bunları sorarak neyi amaçladığımı anlamak ister gibi bir süre yüzüme baktı. Gözleri kısılmış ve kaşları düz bir çizgi halini almıştı. Amacım neydi bende bilmiyorum. Belkide bana anlatılan yüzlerce yalan içerisinde hiç doğru var mıydı merak ediyordum.
"Buna kendin karar ver. Bekle beni burada." Eliyle burada kalmamı işaret edip odadan çıkıp gitti. Arkama yaslanıp merakla beklemeye başladım.
Kısa süre sonra elinde küçük bir karton kutuyla geldi ve kutuyu ayaklarımın dibine bıraktı. Meraklı gözlerle bir ona bir de kutuya bakış attım. Bu da neydi böyle?
"Aç hadi." Fazla beklemeden kutuyu açıp içine bir göz attım. Sanım bunlar resim albümüydü. Elimi uzatıp en üsttekini aldım.
"O albümü dünya turu yaparken doldurduk." Dünya turu..? Peki.
Kapağı açtığımda ilk sayfa boştu. Bir sonraki sayfaya geçtiğimde eyfel kulesinin önünde birbirine sarılan çift vardı. Hemen altındaki fotoğrafta ise yine kulenin önünde bir çimenliğin üzerine oturmuş birbirlerini öpüyorlardı. Beklemeden sayfayı çevirdim.
Bir sonraki sayfada sadece annemin pisa kulesinin önünde çekilmiş fotografı vardı. Diğer sayfada ise annem ve Anıl bisiklete bitmişti. Arkadaki yapılardan anladığım kadarıyla İngiltere sokaklarındaydılar. Annemi Meryem teyzenin gösterdiği fotoğraflardan da tanıdığım için gençliğini biliyordum ama Anıl.. tıpkı şimdiki gibi uzun boylu ve fitti. Genç hali fazlasıyla yakışıklıydı. Beyaz pantalon, beyaz gömlek ve omzuna attığı kahverengi kazakla fazlasıyla tarz görünüyordu. Annemin ondan etkilenmesine şaşmamalı. Şaşkınlığımı gizlemeden bir ona bir de fotoğrafa tekrar baktım. İki suret arasında dağlar kadar fark vardı. Fazla yıpranmıştı. Ama ne kadar yıl geçerse geçsin bu gözleri tanırdım. Aksi taktirde kimse bu iki kişinin aynı kişi olduğunu bana inandıramazdı.
Kendimi iyi hissetmediğimi anladığımda kalan onlarca sayfayı çevirmekten vazgeçip albümün kapağını kapatıp yerine bıraktım. Eğer annem zorla evlenmiş olsaydı bu kadar gerçekçi mutluluk pozları vermezdi. Rol yapmak için hafif bir tebessüm bile yeterken annemin gözlerinin içi parlıyordu.
"Yeterince mutlu gözüküyor muyuz?" Bir şey demeyip sadece arkama yaslandım. Tamam.. severek evlenmişlerdi.
"Ona hiç vurdun mu?" Sorduğum soru karşısında rahatsızca yerinde kıpırdandı. Cevabımı almıştım. Birbirine aşık iki insanın sonunun bu kadar trajedik bitmesi tamamen hayalkırıklığıydı. Eğer birbirlerine karşı sevgi ve saygıları bitmeseydi bugün çok mutlu bir aile olabilirdik.
"Canımı yakmaya çalıştığının farkındayım." Eskileri hatırlamak ona iyi gelmemişti. Konuştukça hüzne bulanan gözleri son sorumla bana bakmayı durdurmuş ve duvarlarda gezinmeye başlamıştı.
"Ben sadece anlamaya çalışıyorum."
"Lafı dolandırmadan da sorabilirsin tıpkı hastanede yaptığın gibi." Unutmamıştı. Bana bu konuyu başka zaman konuşalım demişti ve ben farkında olmadan o günü bugün yapmıştım.
"O halde bana dürüstçe cevap ver. Annemi neden öldürdün!?" Her bir kelimesini baskılayarak sorduğum soru bu sefer onda şok etkisi yaratmamıştı. Kendini bugüne hazırladığını biliyordum.
"Seninle aynı sebepten." Bir dakika ne? Ne demekti şimdi bu? Benimle ne alakası vardı.
"Ne demek istiyorsun?" Alayla güldü ve arkasına yaslandı. Hey bu o kadar basit bir şey değildi. Karşımdaki adam bana annemi hiç tanıma fırsatı sunmamış ve üstüne hayatımı mahvetmişken nasıl karşımda bu kadar rahat oturup, gülebilirdi?
"İkimizde ihanete uğradık güzel kızım. Ben anneni affedemeyeceğimi anladığımda onu öldürdüm sen ise Savaş'ı affedemeyeceğini anladığında kendini öldürdün." Sözleri karşısında gözlerim hızla dolarken onun ismini duymamla zihnim yine allak bullak olmuştu. Boğazım düğümlenmiş, kalbim o ismi duyunca acıyla sızlamıştı.
"Ben yaptığım şey için yıllardır pişmanlık duyuyorum umarım sen duymazsın çünkü bu yara sandığından daha derin ve daha acı."
Karşısında ağlamak istemediğim için hızla yerimden kalkıp odayı terkettim.
Aylardır zihnimin derinliklerinde gömülü olan bu düşünce sonunda günyüzüne çıkmıştı. Kabul etmek istemesemde haklıydı. O annemin katiliydi bende kendimin.
Koridorun tersi istikametine yürüyüp hızla odama girdim ve ilk olarak kapalı pencereyi açıp sonra çalışma masama oturdum. Göz yaşlarım bir bir deftere akarken kaldığım sayfayı açtım ve hemen altından yazmaya devam ettim.
En başından beri ondan nefrette etsem, zıt kutup gibi hep karşısında dursamda aslında bizim bir farkımız yoktu. Onunla uzun zamandır mücadele ediyordum ama o gün hastane odasında yenilgiyi kabul etmiş ve ona teslim olmuştum. Unutmayın. Canavarlarla dövüşen kişi, kendiside bir canavara dönüşmemeye dikkat etmelidir. Çünkü ne zaman bir uçurumun derinliklerine doğru bakarsak
uçurumda bizim derinliklerimize doğru bakar. Anıl bana bakmıştı ve beni görüyordu tıpkı benim onu görmeye başladığım gibi. Baba ve kız. Biz aynıydık.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |