47. Bölüm

Bölüm 47: Yarım Kalmak

Nickinci
nickinci

Kaldı ki burası dünya. Burada bir şeyler hep yarım kalacak...

 

Bu dünya en çokta beni yarım bıraktı. Ailemi, arkadaşlarımı, sevgimi yarım bıraktı. Şu hayatta sahip olabileceğim en kıymetli şeyleri esirgedi benden ve bunu defalarca kez yaptı. Hayatıma kimi aldıysam bir bir kopardı hepsini benden. Önce beni yaşarken öldürdü şimdi ise tekrar hayata bağlayıp hiçbir şey olmamış gibi devam etmemi istedi. Ama.. nasıl yapacaktım ki?

 

Bu kadar olaydan sonra hayatıma nasıl devam edebilirdim?

 

Yanımda sadece Anıl vardı ama ona da güvenmiyordum. Keşke İdil yanımda olsaydı. Onun her soruna muhakkak bir çözümü olurdu. Mesela bir keresinde 10 yaşındayken dışarıda oyun oynamaya dalıp akşam ezanını duymadığımda Sevim annem bana kızmasın diye kendini suçlu gösterip beni sinir etmek için beni eve almadığını, beni bilerek dışarıda bıraktığını söylemişti. Bu yüzden Sevim annem bana değil İdil'e kızmıştı. Yine birgün okulda kavgaya karıştığım sırada müdür bana disiplin cezası vermesin diye hem gizlice kamera kayıtlarını silmişti hem de yalancı şahit toplayıp olayı lehime çevirmişti. Şimdi burada olsaydı muhtemelen beni buradan alıp çok uzağa götürürdü ve ne yapar eder bir şeye tutunmamı sağlardı. Sadece alıp götürse de yeterdi. Yanımda olması bile benim için yaşamaya değer bir şeydi. Onu özledim.

 

Eskiden olsa bensiz hayatta kalabileceğini düşünmezdim. Dünyanın iğrenç bir yer olduğunu ikimizde biliyorduk ve o bu dünyaya göre fazla kırılgan ve zayıftı. Ben onun ablasıydım, ondan güçlüydüm, onu korurdum. Ölene kadar onu bırakmayacağıma söz vermiştim. Ona karşı ilk defa sözümü tutmamıştım ve biliyorum ki gerçeği öğrendiğinde beni asla affetmeyecekti.

 

"Uyudun mu?" Yine düşüncelere daldığımdan Anıl'ın geldiğini farketmemiştim. Kapının pervazında durmuş sakince beni izliyordu.

 

O son konuşmamızın üzerinden tam 3 gün geçmişti ama söyledikleri hala zihnimde dönüp duruyordu.

 

'İkimizde ihanete uğradık güzel kızım. Ben anneni affedemeyeceğimi anladığımda onu öldürdüm sen ise Savaş'ı affedemeyeceğini anladığında kendini öldürdün.'

 

"Uyuyacağım birazdan." İçeri davet etmemi beklemeden girdi ve yatağımın ucuna oturdu. Kıvrıldığım köşeden kalkıp oturur vaziyete geldim ve sırtımı yatağın başlığına dayadım. Saat çok geç olmuştu ve onun çoktan uyuması gerekiyordu. Çünkü o tanıdığım en disiplinli insan olabilirdi. Her gece aynı saatte odasına çekilir, her sabah aynı saatte kahvaltıya oturur ve hemen ardından çalışma odasına çekilip 3 saat boyunca çıkmazdı oradan. Aşırı kuralcı bir insandı. Kahvaltı ve akşam yemeği tam saatinde hazır olmazsa Yasemin'e uzun bir azar çekerdi. Eğer çimler olması gerekenden 1 santim uzunsa bahçıvan Hamdi amcanın vay haline. Eğer arabası her sabah temizlenmezse bu Mustafa abinin maaşına olumsuz yansırdı. Ama her şeye rağmen yemek masasına tek bir çalışanı olmadan oturmaz ve yemeğe başlamazdı. Farklı bir düzeni vardı ama kimse bundan şikayetçi gibi durmuyordu.

 

Burada kaldıkça ona karşı olan düşüncelerim değişmeye başlıyordu. Yaptıklarını unutmadım elbette ama artık varlığı beni korkutmuyordu. Eskiden kötü birisiydi ama şimdi nasıldı bilmiyorum. En azından saatlerce karşılıklı oturabiliyor, dilimiz konuşmasa bile gözlerimiz konuşabiliyordu. Bazen gözlerinde hüzün bazen sevgi ve şefkat bazense özlem görüyordum. Bazen bana bakıp annemi hayal ettiğini düşünüyordum. Sanki eski anıları bir bir gözlerinin önünden geçiyor sonra onun artık burada olmadığını hatırlayınca suratı düşüyordu. Artık eskisi gibi beni germiyordu ama yine de çekiniyordum ondan. Tabii bu onu baba olarak kabul edeceğim anlamına gelmiyordu. Bütün bu başıma gelenlerin sorumlusu en başta oydu.

 

"Hastanede ameliyata girmeden önce bazı eşyalarını elime tutuşturdular." Ne zaman kazanın lafı açılsa hemen dikkat kesiliyordum. Kendimde olmadığım için o anları yeteri kadar hatırlamıyordum ve sonrasında olanları Anıl'ın anlattığı kadar biliyordum. Bir şeyleri eksik anlattığının farkındaydım ama yine de sohbet havamda olmadığım için sormamıştım.

 

"Annen bunu asla boynundan çıkarmazdı." Avcunu açtığı zaman gördüğüm şeyle gözlerim yerinden çıkacak gibi oldu.

 

"Kolyem!" Hızla onun elinden alıp inanamıyormuş gibi bir süre parmağımın ucunda sallandırdım.

 

"Kaybettiğimi sanmıştım."

 

"Kaza sırasında kopup saçına takılmış." Şu an sapasağlam gözüküyordu.

 

"Bunca zaman neden vermedin?"

 

"Tamir ettikten sonra verecektim ama kendinde değildin." Hala değilim..

 

"Teşekkür ederim." Sadece kolyeyi verip gideceğini düşündüm ama o oturduğu yerden kalkmadı ve bir süre karşıya bakıp tekrar bana döndü.

 

"Buraya senden bir şans istemeye geldim.. ama kendim için değil." Kolyeyi avcumun içine hapsedip Anıl'ın diyeceklerine dikkat kesildim. Şimdi gerilmeye başlamıştım işte.

 

"Kim için?" Başını kapıya doğru çevirdiğinde çatık kaşlarla bizi izleyen Umut'u gördüm. Konuştuklarımızı duymak için fazla uzaktaydı ve Anıl'ı benim yanımda görmek onun için fazlasıyla dayanılmaz bir durumdu. En başından beri babasını benimle paylaşmak istemediğini yeterince hissettiriyordu. Kimseyle konuşmayıp kendi içime kapandığım için bu durumumla çoğu kez alay etmişti. Umrumda mıydı? Değildi. Hatta şurada düşüp ölecek olsam bir bardak su vermezdi. Onun nefretini kazanacak ne yapmıştım bilmiyorum ama üstlemeye hiç niyetim yoktu.

 

Ona baktığımızı gördüğünde bir fırtına gibi geçip gitti.

 

"Bu zamana kadar benden başka kimsesi yoktu ama artık sen varsın. Bana bir şey olursa gözüm arkada kalsın istemiyorum." Sözleri beni daha çok germişti. Sanırım bir olaylar dönüyordu ve hayatı söz konusuydu.

 

"Tehlikede misin?" Neden bilmiyorum ama sesim titremişti. Belki de ondan yani ailemin katilinden başka sığınacak kimsem olmadığı içindi.

 

"Benim gibi adamların her günü namlunun ucunda geçer bu zamana kadar bunu anlamış olman gerekiyordu." Ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Savaş hayatıma girip tüm bu aksiyonlar başladıktan sonra birçok tehlike geçirmiştim. Anıl bu işin içinde benden daha eskiydi ve bildiğim kadarıyla çok fazla düşmanı vardı. Baş düşmanları ise Savaş ve Keremdi. Biri sevdiğim adam diğeri abim.

 

"Bir aile olabilmek için ben çok geç kalmış olabilirim ama siz daha gençsiniz. Uzun bir süre seni uzaktan izledim kardeşine karşı nasıl korumacı olduğunu gördüm. Umut'unda bir ablaya ihtiyacı var."

 

Ben koca bir enkazın altından daha yeni kurtulmuştum şimdi ise o enkazın izlerini silmekle uğraşıyordum. Aylar sonra kendimi bile daha yeni bulmaya başlamıştım. Ne istediğimi ne yapacağımı bile daha bilmezken Umut'a nasıl yaklaşabilirdim ki.

 

"Aklım çok karışık ben iyi değilim-"

 

"Artık geçti. Herkesi arkanda bıraktın burada yeni bir hayata başlıyorsun. Her şeyi unutmak, tekrardan mutlu olmak senin elinde. Bunu ben istedim diye değil kendin için yap. Emin ol bu sana iyi gelecek." Her şeyi unutmak..

 

Yapılan her kötülüğü, söylenen her yalanı hatta ihaneti bile unutabilirdim. Ama baktığım her yerde karşımda beliren bir çift ela gözü nasıl unutabilirdim? Bu mümkün müydü?

 

Sizin hiç fotoğrafını açıp yüzünün en ince ayrıntısı kadar, incelediğiniz biri oldu mu..?

 

Tamam.. düşünme. Düşünürsen ağlarsın. Sakın düşünme..

 

"Ben.. ne yapabilirim ki? O benden nefret ediyor."

 

"Sabah kalkınca bir günaydın bile demen yeter. Okulunun nasıl geçtiğini sorabilirsin. Küçücük bir ilgi bile onu sana bağlamaya yeter. Yeter ki yanında ol."

 

"Onun... annesi nerede?" Lütfen kızma. Lütfen. Kızma.

 

"Uzakta."

 

"Görüşüyorlar mı?"

 

"Doğumdan sonra ona bakamayacağını söyledi ve memleketi Rusyaya kaçtı." Şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. Gerçekten mi? Umut'un annesi rus muydu? Kendine gel Hazal. Asıl şaşırman gereken şey onu terketmiş olmasıydı.

 

"Ben.. bilmiyordum. Üzüldüm."

 

"Ben üzülmedim. Kendisi tam bir para avcısıydı, zayıf anımda beni pusuya düşürdü. Ertesi sabah uyandığımda cüzdanımda sadece kimliğim vardı." Umut'un annesinin dolandırıcı olmasına mı şaşırayım yoksa Anıl'ın bu rahat tavrına mı karar veremedim.

 

"Peşine düşüp intikam almadın mı?" Gönderdiğim imayı almış olacak ki ellerini birbirine sürtüp ayağa kalktı.

 

"Doğum yaklaşınca o beni buldu. Para karşılığında oğlumu bana satmak istedi eğer istediği parayı vermezsem bebeğe zarar verecekti." O olayı anlattıkça benim kaşlarım tavana değecek kadar havaya kalkıyordu. Bu gerçekten yaşanmış mıydı? Bir anne bile isteye çocuğuna zarar verebilir miydi?

 

"Parayı verdim ve bebeği ondan aldım. Umut'ta benim hayata tutunma sebebim. Artık annen yoktu.. sen yoktun ama umudum vardı." Peki..

 

"Demem o ki ne olursa olsun hatta bana rağmen hayata karşı umudunu kaybetme. Benim umudum hiç beklemediğim an da gelip beni kurtardı seni de kurtarabilir."

 

Söyleyecekleri bittiğinde ellerini iki yana indirip kısa bir saniye yüzüme baktı ve kapıya doğru yürümeye başladı.

 

Haklı mıydı değil miydi bilmiyorum. Ama madem hayattaydım bu şekilde yaşamaktan vazgeçmeliydim. Aylar süren bu depresyondan kurtulmalıydım. Zamanı geriye alıp tüm bu olanları değiştiremezdim ama geleceğime yön verebilirdim. Artık bitti. Ben eski ben değildim ve bu yeni ben neler yapabilecekti yaşayıp görecektim.

 

"Sabah kahvaltıda görüşürüz." Kapımı kapatmadan önce söylediğim şeyle olduğu yerde kaldı ama arkasını dönmedi. Belki istediği oldu diye zafer kazanmışcasına sevinmişti ama ben o istedi diye değil kendim için yapacaktım. Sadece bu fikri aklıma o sokmuştu o kadar.

 

Sabah olduğunda ilk defa o kalabalık kahvaltı masasına oturacaktım. Uyu uyuyabilirsen. Umarım doğru bir karar vermişimdir.

 

Yorgunca üzerimdeki yorganı kenara itip çıplak ayaklarımı soğuk parkeye değdirdim. Adımlarımı masaya yönlendirip sandalyeyi biraz geriye çektim ve oturup üzerinde bağdaş kurdum.

 

Bir süre masanın üzerindeki süs eşyalarını inceleyip köşede kalan kar küresini elime aldım. İçinde tüyleri siyah olan bir yavru köpek vardı. Tıpkı benim Miniğim gibi. Minik.. Benden sonra ona kim sahip çıkmıştı? İdil yurtdışına gidince belki Öykü benim Miniğime bakmıştır. Kocaman olmuştur şimdi.

 

Gözümden bir damla aktığında içli bir nefes çektim. Giderek doğru mu yapmıştım?

 

Masanın çekmecesini açıp içinden ajandayı çıkardım. Belki bir şeyler karalarsam içimdeki huzursuzluk bir nebze azalırdı.

 

18.11.2023

Ben gittim. Ama gitmekle gidilmiyor ki.. Gitmekle gitmiş olamazsın; gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır. Sen.. yarım kalırsın.

 

Belki onlar yok ama ben anılarımızla yaşamaya devam ediyorum.

 

Kafamın içi kocaman bir soru işaretiyle dolu.Yaptıklarım ve yapacaklarım beni belirsizlikte bırakıyor. Geçmişten kurtulup yeni bir hayata başlamak çok uzak geliyor. Defalarca kez hayata karşı umudumu yitirmiş olmama rağmen hep bir son bir kez daha diyip ayağa kalktım. Şimdi son bir kez daha diyorum. Parçalanmaya dayanamayıp kaçan ruhumu son kez arayacağım.

 

Derin bir nefes verip günlüğümü kapattım ve bir süre oturduğum yerde kaldım. Belki her şeye rağmen bu sefer mutluluğu yakalardım. Belki de sadece hayal kuruyordum. Bilmiyorum. Ama.. ikinci kez hayata baştan başlıyorsam denemeye değerdi. Evde hayalet gibi yaşamaktansa dışarıdaki dünyayı tekrardan keşfetmek daha cazipti. Tüm gün kendimi bu odaya tıkıp ağlayarak ölümü bekleyemezdim. Her şeye rağmen hayatta kalmayı başarabilmiş birisi olarak bunu kendime borçluydum.

 

Sandalyeden kalkıp yatağıma geçtim. Başucu lambamı söndürüp başımı yastığa koydum ve elim istemsizce yastığımın altındaki telefonuma gitti.

 

Kendimi durdurmam gerekiyordu. Aldığım yeni kararların yanına bunu da ekledim. Kendini durdur.

 

Telefonu almadan elimi çektim. Artık fotoğrafına bakmak istemiyordum. Hatta onu silmeliydim. Hiçbir yerde izi kalmamalıydı. Bugünden sonra açtığı yaraları kapatmakla meşgul olacaktım. Başarabilir miydim bilmiyorum. Telefonumdan silebilirdim ama zihnimden ne kadar silebilirdim orası şüpheli..

 

Onsuz aylar geçti ama onu unutmak düşündüğümden daha zordu. Bir an olsun aklımdan çıksa belki bir şansım olabilirdi. Fotoğrafını silsem ne değişecekti ki, gözümü kapattığımda tüm netliğiyle karşımdaydı işte.

 

Tüm gece aynı düşünceler birbirini kovaladı ve zihnim çıkmaz bir döngüye dönüştü. Onu nereden kovalarsam kovalayayım bir kere kalbime hapsetmiştim bile. Bırak onu orada öldürmeyi kovmaya bile kıyamıyordum.

 

Tüm gece kendime düşüncelerimle eziyet çektirip sabahı ettim. Güneş doğmaya başladığında gözlerim yeni yeni kapanmaya başlamıştı ve bu çok kısa sürmüştü. Beni uykumdan uyandıran şey evdeki gürültüydü. Tabii ya. Bugün günlerden pazartesiydi. Her hafta başı erkenden temizlik yapılır ve kahvaltıya kadar her iş halledilirdi. Suna'nın yaşından dolayı Yasemin çoğu işte tek kalıyordu ve çok zorluk çekiyordu. Bu yüzden temizlik için her pazartesi bir şirketten 5 kadın geliyor ve tüm işi halledip gidiyorlardı.

 

Saatin daha çok erken olduğunu bildiğimden yataktan kalkmayıp uykuma devam etmek istedim ama bu seferde aradan fazla zaman geçmeden Yasemin beni uyandırmak için gelmişti. Anlaşılan bugün uyku bana haramdı.

 

"Bu kadar uykucu olduğunu bilmiyordum. Anıl bey kahvaltıya ineceğini söylemişti?"

 

"Geleceğim... birazdan." Yorganın altından sessizce mırıldanıp gitmesini bekledim. Çok uykum vardı.

 

"Ama biz 1 kişi eksik olduğunda kahvaltıya başlayamıyoruz ve şu an tek eksik sensin."

 

"Ama çok erken." Nefes almakta zorlandığımı farkettiğimde yorganı başımın üzerinden çektim. Pencereden sızan gün ışığı gözlerimi almaya başlamıştı.

 

"Hergün saat 08.30 da kahvaltı hazır olur. Bundan sonra kendini hazırlasan iyi edersin." Yatağımın diğer ucunu dolaşıp pencereyi sonuna kadar açınca soğuk hava anında tüm odayı doldurdu.

 

"Eğer hemen gelmezsen sinirlenmeye başlayacak." Beni son kez uyarıp odadan çıktı.

 

Madem bir söz verdik arkasında duracaktık artık. Uyuşuk bir halde banyoya girip yüzümü yıkadım. Üzerimdeki polarlardan da kurtulup pantolon ve kazak giydim. Saçımı taramadan tepeden toplayıp uyuşuk hareketlerle çıktım odadan. Tüm gece toplasan 2 saat uyumamıştım.

 

Uyku sersemliğiyle sağa sola sallanarak ağır adımlarla merdivenlerden indim. Salon kapısından içeri girdiğimde 6 meraklı yüz birden bana çevrilmişti. Kapanmakta ısrar eden gözlerim anında açılırken uyuşuk bedenim birden dikleşmiş ve dinç bir hal almıştı. Gerçekten de herkes beni bekliyordu.

 

Çalışanlar hafif bir tebessümle bana bakarken, geç kalmama rağmen Anıl aşağıya inememin sevincini daha içten yaşıyordu. Umut ise.. çatık kaşları ve yanda yumruk haline getirdiği elleriyle biraz fazla sinirlenmiş görünüyordu. Tamam... işte başlıyorduk.

 

Dikdörtgen masanın başına Anıl oturmuştu. Sağ tarafında Umut, Umut'un hemen yanında Suna ve onun yanında ise Hamdi amca oturuyordu. Anıl'ın hemen sol tarafı ise boştu. Sanırım orası bana ayrılmıştı.

 

"Gel böyle." Eliyle tahmin ettiğim yeri gösterip yerime geçmemi bekledi. Kimseyi daha fazla bekletmemek için hemen yerime oturdum. Yanımda Yasemin onun yanında ise Mustafa abi oturuyordu.

 

"Afiyet olsun."

 

Herkes bu emri bekliyormuş gibi sonunda rahat bir nefes alıp kahvaltıya başladı. Benim aksime kimse gergin değildi. Hepsi kırk yıllık bu evin adamı gibiydi. Ben hariç kimse Anıl'dan çekinmiyordu. Herkes rahatça istediği yemeği tabağına koyuyor ve sesini fazla yükseltmeden bir iki kelime sohbet edebiliyordu. Bense daha elime çatalı alıp bir peynir dahi koyamamıştım tabağıma.

 

"Sana servis yapmamı ister misin?" Yasemin kulağıma doğru eğilip usulca fısıldadığında sonunda hareket edebilmiş ve başımı ona doğru çevirebilmiştim.

 

"Olur." Tabağımı eline alıp masada ne varsa hepsinden koymaya başladığında gözlerim fal taşı gibi açıldı.

 

"Yeter Yasemin." Kolunu hafifçe çekip durdurdum onu. Kim yiyecekti bu kadar şeyi.

 

Tabağımı önüme koyup hafif bir tebessüm etti ve kendi kahvaltısına döndü.

 

Şu an da bu insanların önünde yemek yemeye çok utanıyordum. Sanki hepsinin gözü bendeydi. Her hareketimi görmek için an kolluyorlardı. Hepsinin başı önlerindeki yemeğe bakıyordu ama sanki tabaklarda sihirli bir ayna vardı da hepsi oradan beni izliyordu.

 

Derin bir nefes alıp başlamaya karar verdim. Bir iki lokma bir şey atıştırıp hemen odama çekilmek istiyordum. Çayımdan bir yudum alırken gözlerim tam karşımda oturan Umut'a kaydı. Onun gözleri çoktan bendeydi ve hiç iyi bakmıyordu. Çayın boğazımda kalmaması için yavaşça yutkunup arkama yaslandım. Bu durum artık canımı sıkmaya başlamıştı.

 

"Bir şey mi diyeceksin?" Masada baskın çıkan sesimle Anıl'da dahil olmak üzere herkes önce bana dönmüş sonra bakışlarımı takip ederek Umut'a bakmışlardı.

 

"Artık bizimle mi yiyecek?" Bana cevap vermek yerine babasına dönmüştü.

 

Tamam.. bugüne kadar sabretmiştim ama artık benimle istediğinde alay edip istediğinde yok sayamazdı.

 

"Bir sakıncası mı var?" Önce sabır dilenir gibi gözlerini kapattı sonra başını ağır ağır bana doğru çevirdi. Bu sırada Anıl ise ağzını hiç açmıyor sadece bizi izliyordu.

 

"Seninle konuşmuyorum!"

 

"Yeter! Sofrada tartışma istemiyorum. Sorununuz neyse kahvaltıdan sonra çözersiniz."

 

"Baba-"

 

"Hazal artık bu sofrada oturcak ve sizde iyi geçineceksiniz. Başka sorusu olan?"

 

"Kim olarak?" Öfkeden hızla göğüsü kabarıp inmeye başlamıştı. Onun bu öfkesini kazanacak kadar büyük ne yapmıştım ki? Bana haksızlık ediyordu.

 

"Kim olduğunu gayet iyi biliyorsun. Şimdi kahvaltını bitir ve okuluna geç kalma. Döndüğünde birlikte vakit geçireceksiniz." Duyduğum şeyi sindirmeye çalışırken şaşkınlığım gittikçe artıyordu. Tamam o benim kardeşimdi, iyi geçirmemizi istiyordu ama Umut benden bu kadar nefret ederken birlikte vakit geçirmemizi istemesi bir nevi intihar göreviydi. Bu kadar çabuk bir araya gelmemeliydik. Şimdilik sadece sofrada buluşup birbirimize alışmak daha iyi olabilirdi.

 

"Komik şakaydı baba. Akşam yemekte görüşürüz." Sandalyenin arkasına astığı çantasını aldı ve gülerek masadan kalktı. Şaka mı yapmıştı anlamamıştım ama hiç komik değildi.

 

"Okul çıkışı bir yerlere kaybolma Mustafa seni alacak." Umut omzunun üzerinden bize bakıp gözlerini devirdi. İnan bende sana hiç meraklı değilim.

 

"Akşam yemeğine Nurettin amcanlar gelecek." Tam kapıdan çıkacaktı ki durdu. Bir adım gerileyip tekrar bize doğru döndü. Yüzündeki tüm öfke izleri silinmiş gibiydi.

 

"Çoğul konuştuğuna göre tek gelmiyor?"

 

"Umarım gelmez." Anıl yarım ağız sırıtınca hem masadakiler hem de Umut gülmeye başlamıştı. Aylar olmuştu ama ben kesinlikle burada yabancıydım.

 

"Eve gelmeden alışverişte yaparız değil mi Mustafa abi?"

 

"Yeter ki sen iste koçum. Gideriz tabi."

 

Neler döndüğünü anlamak için Yasemin'e döndüğümde tek eliyle ağzını kapatıp gülüşünü saklarken yakaladım. Bacağımla hafifçe ona çarpıp beni farketmesini sağladım.

 

"Neye gülüyorsunuz siz?" Yasemin biraz bana doğru eğilip çaktırmadan konuşmaya başladı. O sırada Umut yüzünde güller açarak çoktan çıkıp gitmişti bile.

 

"Nurettin amcanın bir kızı var. Anlarsın ya işte."

 

Aydınlanmanın etkisiyle tekrar eski pozisyonumu aldım. Gözlerim yavaştan ıslanırken sandalyemi geriye itip ayağa kalktım.

 

"Ben doydum size afiyet olsun." Adımlarımı hızla odama doğru çevirdim. Sanırım biraz uyumalıydım. En azından şu sıralar uykumdayken bir şeyleri unutabiliyordum.

 

Ah sevgili kardeşim.. demek sonunda ortak bir noktamız çıktı.

Demek ki sende aşk denen kanser hastalığına yakalandın. Umarım senin sonun bana benzemez. Umarım sen mutlu olursun. Umarım sende benim gibi hayalkırıklığına uğramazsın.

 

Umarım.. benim gibi yarım kalmazsın.

Bölüm : 22.01.2025 19:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...