50. Bölüm

Bölüm 50: Aşk Düğümü

Nickinci
nickinci

Sustuğum şeyler var, hiç konuşmadıklarım, içinde kaybolduğum şehirler ve içimde kaybolup giden insanlar var...

 

'Günaydın sevgilim.' Gözlerimi araladığımda ilk gördüğüm hasret kaldığım yüzü oldu. Ama nasıl..?

 

Panikle yattığım yataktan kalktığımda neler olduğunu anlamak istercesine etrafa bakındım. Ben buraya ne zaman gelmiştim ve onun burada ne işi vardı!? Ve.. burasıda neresiydi böyle?

 

Kalktığım yatağa baktığımda aslında kalkmadığımı gördüm. Ben ayaktaydım ama bedenim hala yatakta uzanıyor ve kollarını aşık olduğu adama doluyordu. Neydi bu şimdi? Başka bir evrendeki en güzel halimiz mi?

 

Bu.. manzara gerçek olamayacak kadar güzel gözüküyordu. Böyle kalabilmek için nelerimi vermezdim. Onunla olmak, sadece onunla olmak.. Tek istediğim buydu.

 

Beni kucağına aldığında zevkle yanağını öpüp omzuna başımı koyuşumu seyrettim. Bir ruh gibi etraflarında dolanıp kapıya kadar peşlerinden gittim. Biz mutluyduk. Onunla mutluydum. Sanki tüm bu yaşananlar yaşanmamış gibiydi. Sanki o bana ihanet etmemiş, sanki ben ölmemişim gibi.

 

Dışarı çıktığımızda gördüğüm manzara fazlasıyla cezbediciydi. Gözlerimin önünde uçsuz bucaksız masmavi deniz, ayaklarımın altında beni gıdıklayan minik kum taneleri. Biz gerçekten hayalimi yaşıyorduk!

 

Savaş beni kucağında birkaç tur döndürdüğünde kahkahalarımız birbirine karıştı benimse gözümden bir damla yaş aktı. Onu istiyordum. Olduğum yerden hızlı adımlarla yanına gidip ona dokunmak istedim. Parmaklarımı yüzüne doğru yaklaştırıp sakallarına dokundum ama sanki parmaklarım boşluğa düşmüştü. Tekrar denedim ama olmadı. Ben onu hissedemiyordum o da beni. Buradayım diye fısıldadım ama beni duymadı. Belki de payıma düşen bu güzel hayali uzaktan izlemekti.

 

Beni yere bıraktığında üzerimdeki uzun beyaz geceliğin etekleri uçuşmaya başladı. Rüzgardan dolayı gözlerimin önünde uçuşan saçlarımı benim yapmama izin vermeden yanağımı okşayarak kulağımın arkasına sıkıştırdı. Eskiden bunu sık sık yapardı. Ona veda etmeden önce hep yapardı. Beni benden önce düşünmesi hoşuma giderdi.

 

Yaşlarla dolan gözlerimi ovalayarak sildim. Bir çeşit rüyada olmalıydım. Çünkü gerçek olamayacak kadar güzel olan bu yaşantıya ancak rüyamda sahip olabilirdim.

 

'Seni seviyorum.' Alnını alnıma dayadığında içli bir nefes çektim. Dalgaların kıyıya vurma sesi gülüşmelerimize karışıyor ve zihnimde yankılanıyordu. Sesini çok özledim. Onu çok özledim.

 

'Sen uyanmayınca huysuzlanıp içeriye kaçtı.' Kim? Birisi daha mı vardı? Ama hayalim sadece ikimiz içindi.

 

'Anne! Uyanmışsın!' Duyduğum küçük çocuk sesiyle olduğum yerde donup kalırken şaşkın bakışlarım yavaşça küçük evin kapısına kaydı.

 

Henüz 5 yaşlarında olan oğlan çocuğu koşarak yanımdan geçtiğinde rüzgarıyla savrulmuş gibi bir adım geriye gittim. O.. bana anne mi demişti?

 

'Ne işler çeviriyorsunuz siz?' Çocuğu kucaklayıp kollarımın arasına aldığımda tek elimle alnına düşen saçlarını geriye gittim. Kumral saçları tıpkı benimki gibi dalgalıydı, gözleri ise Savaş'ın gözlerinin kopyasıydı. Yer yer yeşillere kayan elaları tıpkı onun gibi bakıyordu. O bizim çocuğumuz muydu?

 

Nefesimin kesildiğini hissettiğimde elimi boynuma götürdüm. Biz aile olmuştuk! Ben.. anne olmuştum.

 

Nefes nefese gözlerimi açtığımda gecenin karanlığı etrafımı sarmıştı. Panikle etrafıma bakındım ne Savaş buradaydı ne de oğlum. Oğlum..

 

Ter içinde yataktan çıkıp kendimi banyoya attım. Soğuk suyu yüzüme çarparken gözlerimi kapattığımda zihnim az önce gördüklerimi gözlerimin önünde tekrar tekrar oynatıyordu.

 

Hakim olamadığım yaşlar arka arkaya yanaklarımdan süzülürken duvara tutunup zorlukla banyodan çıktım.

 

Gerçek gibiydi. Biliyorum rüyaydı ama sanki gerçekti. Hissettiklerim, hissettirdikleri hala kalbimdeydi. Dokunuşları hala bedenimdeydi. O kadar gerçekçiydi ki kalbim hala çıldırmış gibi atıyor ellerim titriyordu.

 

Lanet olsun!

 

Bu sadece hayalde kalmamalıydı. Biz mutlu olabilirdik. Biz aile olabilirdik. O yoksa yaşamamın bir anlamı yoktu. Boş yere hayata umut bağlayıp duruyordum ama biliyorum onsuz asla mutlu olamayacağımı biliyordum.

 

Avuç içlerimle göz yaşlarımı silip masama doğru ilerledim. Günlüğümü çıkarıp önüme koyduğumda göz yaşlarım kapağını ıslattı.

 

25.11.2023

Yokluğumla seni cezalandırmak istedim ama en büyük eziyeti kendime yapıyorum. Senden nefret edemiyorum. Bana yaptığın şeye rağmen hala seni istiyorum. Sen olmadan hayatımın hiçbir anlamı yok. Belki mezarda değilim ama inan ölüden hiçbir farkım yok.

Seni tekrar görecek miyim bilmiyorum ama göreceğim günü özlüyorum.

 

 

Yaşlarım sayfaları ıslatırken usulca defterin kapağını kapattım. Yokken bile canımı yakmayı başarabiliyordu ve ben ona izin veriyordum. Onu unutmaktansa canımı yaksın ama hep hatıramda kalsın istiyordum.

 

Açık kalan pencereyi kapatıp bir süre dışarıya baktım. Anlaşılan bugün de güneşin doğuşunu izleyecektim.

 

Kenara attığım kalın hırkayı üzerime geçirip telefonumu cebime attım. Odamdan çıkıp ses yapmamaya özen göstererek merdivenlerden aşağıya indim ve dışarıya çıktım. Neyse ki dışarıya adım attığım an dibimde bitecek korumalar yoktu. Evin güvenliği tamamen bahçe duvarlarının arkasından sağlanıyordu. Zaten dışarıdaki onlarca adamı geçip içeriye girecek hiçbir güç yoktu.

 

Karda kaymamaya dikkat ederek arka bahçeye yöneldim ve bu sıralar sık sık uğrak yerim olan salıncağa vardım. Burayı benden başka kullanan kimse yoktu. Anıl ya işe gidiyor ya da işi evden yürütüyordu, Umut ise hafta içi okulda hafta sonu ise muhakkak bir plan yapar dışarıya çıkardı. Evde tek boş dolaşan bendim ve burayı kendime özel alan ilan etmiştim.

 

Dikkatlice salıncağa yerleştikten sonra kollarımı etrafıma sardım. Vücudum üşümekten değil rüyanın etkisinden dolayı titriyordu. Gerçekleşmesi asla mümkün olmayan bir rüya. Daha kaç gece uykumdan onu sayıklayarak uyanacaktım bilmiyorum. Bu işkence ne zaman bitecekti bilmiyorum. Belki de hiçbir şey bilmediğimden sürekli onu düşünüyordum. Benden sonra hayata nasıl devam ediyor yoksa benim gibi edemiyor mu bilmiyorum. Öldüğümü duyunca ne hissetti bilmiyorum. İçimde başlattığı yangını sadece o söndürebilirdi ama ben buna izin vermiyordum. Ondan uzak durursam bir şeyler düzelir sanmıştım ama öyle olmamıştı. Her geçen gün onu daha fazla arıyordum yokluğu daha fazla koyuyordu. Bana yaptığı şeyden sonra onu cezalandırdığımı düşünüyordum ama belki de sadece kendimi cezalandırıyordum. Kendimi yine belirsizlikler içinde bırakmıştım. Önüme bakmak istiyordum ama kalbim hep geçmişte takılı kalıyordu. Sanırım bir şeyleri bilmeliydim. İçim soğur muydu bilmiyorum ama denemeliydim. Hayata devam edebilmek için öğrenmek zorundaydım. Benden sonra o nasıl hayata devam ediyor öğrenmeliydim. Ve bunu nasıl yapacağımı çok iyi biliyordum.

 

Telefonumu cebimden çıkarıp Selin'e buluşmak istediğimi belirten bir mesaj attım. Saat çok erken olduğu için hemen bir cevap almayı beklemiyorum ama şimdiden çok heyecanlanmıştım. Selin'le onu konuşmak garip olacaktı.

 

"Eşlik edebilir miyim?" Anıl'ın sesini duyduğumda bir süre gözlerim daldığı yere takılı kamaya devam etti. Onun bu saatte ayakta ne işi vardı ve benim burada olduğumu nereden biliyordu?

 

Başımı ağır ağır arkama çevirip ona baktım. Üzerinde ilk defa takım elbise yerine başka bir kıyafet görüyordum. Altında siyah bir eşofman üstünde ise beyaz tişörtün üzerine giydiği eşofmanın takımı olan hırkası vardı. Anlaşılan yeni uyanmıştı ve spora gidecekti. Geç yatıp güne erken başlamasından uykuyu sevmediğini anlamıştım. En azından bu huyumu ondan almamıştım.

 

Cevap vermek yerine oturduğum yerde biraz yana kaydım. Mesajı aldığı gibi bir şey demeden yanıma oturdu ve arkasına yaslanıp kollarını önünde bağladı.

 

"Bir şey seni huzursuz ediyor farkındayım." Gözlerine bakıp sen demek istedim. Beni huzursuz eden sensin.

 

Derin bir nefes alıp bakışlarımı ondan çektim ve önüme döndüm. Beni ne kadar sahiplensede buraya ait olmadığımı biliyordum. Hiçbir zamanda ait olmayacaktım. Ait olduğum tek bir kişi vardı artık o da imkansızımdı.

 

"Sorun yok ben iyiyim."

 

"Babalar evlatları yalan söylediğinde anlarlar. İyi olmadığını görebiliyorum." Gözlerim dolsada ona bakmadım. Baba ve evlat.. Bedenlerimiz yan yana olabilirdi ama kalplerimiz arasında kilometrelerce mesafe vardı. Ve en az o da benim kadar iyi biliyordu ki biz asla onunla gerçek bir baba ve kız olmayacaktık.

 

"Özür dilerim." Tutamadığım yaşlar yanağımdan süzülürken duyulan tek ses aldığım içli nefeslerdi. İlk defa benden özür diliyordu. Yaptıklarının yanında bu iki kelime çok basit kalıyordu. Bana bir özürden fazlasını borçluydu. Bana bir anne borçluydu. Bana bir çocukluk borçluydu ve en önemlisi bana bir aile borçluydu.

 

"Hayatımı mahvettin.."

 

"Sevdiklerimi elimden aldın." Biraz nefeslendim ve titreyen sesimi düz bir kalıba koymaya çalıştım. Hislerim çok yoğundu ama ona bunları hissettirmek ne kadar acınası bir halde olduğumu göstermek istemiyordum.

 

"Bir özür bunları telafi edemez."

 

"Beni affetmeyeceğini biliyorum. O insanların yanında mutlu olacağını bilseydim senin karşına hiç çıkmazdım. Ama kızımı yalancıların eline bırakamazdım." Yalancılar.. En azından Anıl bu zamana kadar hep dürüst olmuştu. Ne kadar zalim bir insanda olsa yaptıklarının hala arkasındaydı. Tek bir şey hariç. Sadece anneme yaptıkları için pişmanlık duyuyordu.

 

"Sen gelip ailemi katledene kadar ben mutluydum zaten!"

 

"O insanlar senin gerçek ailen değildi Hazal. Dediğim gibi seni yalancıların eline bırakamazdım bırakmadımda."

 

"Sevim annem ve Mehmet babamın ne suçu vardı? Onlar sadece yaşlı iki insandı. Yıllarca bana baktılar beni büyüttüler! Onların ne günahı vardı!?"

 

"Seni evlat edinirken hiçbir çıkar ilişkisi kurulmadan sadece sevgi ve merhametle mi hareket ettiklerini düşünüyorsun?" İşte yine aynı şeyi yapıyordu. Aklımı karıştırıyordu ve günün sonunda beni çıkmaza sokuyordu.

 

"Ne demek istiyorsun?"

 

"Gerçekler canını biraz daha yakacak ama söylemek zorundayım. En azından kalbinde vahşi bir katil olarak değil de yıllarca ondan kızını koparanları avlayan öfkeli bir adam olarak yer alırım." Kendisinden ilk defa baba olarak değilde sıradan bir adammış gibi bahsetmişti. Belkide hiçbir zaman onu baba olarak kabul etmeyeceğimi kabullenmişti.

 

"Hangi gerçekler?" Koca bir yalana sarılan geçmişim bu yalanların altında biraz daha ezilmeye başlamıştı. Tam bitti derken arkasından dahasıda geliyordu.

 

"Levent'in para karşılığı seni o karı kocaya sattığı gerçekler."

 

"Bu doğru değil." Doğru değil. Doğru değil. Doğru olamaz. Biz o sabah parkta tesadüf eseri karşılaştık. Onlar benim anne babamdı. Onlar ailemdi. Anıl onlara iğrenç bir iftira atıyordu o kadar. Ben kimseye satılmadım!

 

"Yalan söylüyorsun! Onlar beni 6 yaşımda evlat edindiler Meryem teyze ise daha 2 yıl öncesine kadar beni arıyordu! Aralarında böyle bir ilişki yok!" Bu zamana kadar hep dürüst olmuştu belki de ilk defa bana yalan söylüyordu. Geçmişle tüm duygusal bağımı koparmam için yalan söylüyordu. Geçmişe takılıp kalmamam, önüme bakmam için yapıyordu bunu. Biliyorum.. yalan söylüyordu.

 

"Meryem'in 2 yıldan beri haberi var Levent'in değil." O kadar sakindi ki. Sanki söyledikleri doğruymuş gibi gözümün içine baka baka sıralıyordu her şeyi.

 

"İnan o ailem dediğin insanlar sıradan insanlar olsaydı onların kılına bile dokunmazdım. Kızımı bu yaşına kadar büyüten insanlara minnet duyar ve mutluluğunu uzaktan izlerdim." Bu gerçek olamazdı.. bunu da yapmış olamazlardı değil mi? Ailem yalan olamazdı. Yaşadıklarım sahte olamazdı.

 

"Seni yetimhaneye bırakırken Tanem'e kim yardım etti sanıyorsun?" Levent amca.. ama bu olaylar patlak verdiğinde bana hep babacan bir şekilde yaklaşmıştı. Beni koruyordu, oğluyla yakınlaşmamı onaylıyordu her şeyden önemlisi beni evine kadar sokuyordu. Bu zamana kadar ondan hiç şüphe duymamıştım ki ben. Çünkü o bana babalık yapıyordu. İnsan hiç babasından şüphe duyar mıydı?

 

"Ama.. neden böyle bir şey yapsın!? Ben onlara emanet bırakıldım! Levent amca en başından beri biliyor olsaydı beni yetimhaneye bırakmak yerine yanına alırdı!"

 

"İsterse benden intikam almak için yapmış olsun isterse ailesini korumak için hiç farketmez yaptı sonuçta. Ben ondan oğlunu aldım o da benden kızımı aldı. En başta Meryem'e söyleseydi eğer o seni kızı olarak kabul ederdi ve bende seni elimle koymuş gibi bulurdum. Ama Levent hem seni ailesinden uzak tuttu hemde gözünü senin üzerinden hiç ayırmadı."

 

"Senden intikam almak isteseydi beni öldürürdü."

 

"Levent masum insanlara dokunmaz hele çocuklara asla. Oğlunun ölümü tam olarak trajik bir kaza. Oğluna sıkılan kurşun benim adamımın silahından çıktı ama ben böyle bir emir vermedim. Ve o da bunun farkında."

 

"Sence bir gün gelip beni öldürür mü?" Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı.

 

"Levent kısasa kısas yapacak bir adam değil. Her ne kadar benim kızım da olsan sana karşı zaafı var. Yıllarca onun kanatları altında yaşadın ve seni benimsedi. İstese de sana zarar veremez."

 

"Bu durum canını sıkmıyor mu? Beni senin kadar düşünmesi, senin yerine geçmeye çalışması?"

 

"Onunla her ne kadar düşmanda olsak onu tanıyorum. Eğer annene bir söz verdiyse son nefesine kadar bu sözünü tutacaktır. Bundan böyle benim himayem altındasın ama bana bir şey olursa gözümün arkada kalmayacağını biliyorum. Levent'in kapısı sana her zaman açık olacak." Peki bu saatten sonra ben o kapıdan içeri girer miydim? Resmen hayatım üzerinde kumar oynanıyordu ve kazanan için ben hazine değerindeydim. Oysa ki hiçbir değerim yoktu benim.

 

Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Bir acı gerçek daha gün yüzüne çıkmıştı. Hayatıma giren insanların beni hayalkırıklığına uğratmak gibi bir hobileri vardı anlaşılan. Meğerse ailem olduğunu düşündüğüm insanlarla her yeni güne başladığımda onlar bunun karşılığını para olarak alıyordu. Aslında bana anne baba değil bakıcı olmuşlardı. Bu o kadar kırıcıydı ki.. ve ben bu duyguya karşı artık bağışıklık kazanmıştım. Eskisi gibi tepkiler veremiyordum artık. Ortalığı yakıp yıkmıyordum mesela. Ya da gözlerim şişip sesim kısılana kadar ağlamıyordum. Zamanla hiçbirine değmeyeceğini anlamıştım. Sessizce birkaç damla göz yaşı akıtıp arkamda bırakmaya çalışıyordum. Tek bir kişiyi atlatmaya çabalamıyordum çünkü o atlatılamazdı.

 

"Bunları anlatarak canını yakmak istemiyorum ama bilmeni isterim ki bu hikayenin tek kötüsü ben değilim ve kötü olmayı ben tercih etmedim onlar beni böyle olmaya mecbur kıldılar."

 

"Sorun değil." Onu anlıyordum ama onu anlamam yaptıklarını onayladığım anlamına gelmiyordu. Onu anlamam onun kötülüğünü, zalimliğini yok etmiyordu. O çok acımasızdı ama insanlarda ona çok acımasız davranmıştı. Annem onu aldattı, onu hayalkırıklığına uğrattı Anıl ise kırgınlığını öfkeye çevirip arkasından iş çeviren herkese zulüm etmişti. Tıpkı o da benim gibi aşık olduğu insan tarafından aldatıldı, tıpkı o da benim gibi ailesini kaybetti ve tıpkı o da benim gibi sırtından bıçaklandı.

 

Baba ve kız. Bizim kaderimiz aynı yazılmıştı.

 

Güneş çoktan etrafı aydınlatmaya başlamıştı. Uzun zaman sonra ilk defa uzunca sohbet etmiştik. İki yabancı bir araya geldiğinde birbirini tanımaya çalışırdı biz ise birbirimizi yaralarımızdan tanıyorduk. Biz birbirimize yabancı değildik çünkü aynı yaralara sahiptik. O insanlara açtığı savaşla içini biraz olsun soğutmuş yarasının üstü kabuk bağlamıştı benim yaram ise hala kanıyordu. İçim hala alev alev yanıyordu. Ben kaçmaya çalışıyordum ama biliyordum benimde savaşım çok yakındı.

 

Biliyordum ki çok yakında ortalık alev alacaktı ve ben kimseye merhamet etmeyecektim.

 

"Bugün Selin'le dışarı çıkacağım geç olmadan dönerim." Konuyu değiştirip bu yoğun havayı dağıtmak istedim. Aksi takdirde boğulacaktım.

 

Henüz Selin'den bir cevap gelmese de dışarı çıkacağımı Anıl'a bildirmek istedim. Bu izin almak değil haber vermekti. Sonradan öğrenip bana şüpheyle yaklaşmasını istemiyordum.

 

"İyi anlaşacağınızı biliyordum." Başımı onaylarcasına sallayıp ayağa kalktım. Yeterince vakit geçirdiğimizi düşünüyordum.

 

"Çok konuşuyor bu sayede biraz olsun kafamı dağıtabiliyor ve başka şeylere odaklanabiliyorum. O akşam bizi tanıştırman doğru bir karardı." Olduğum yerde hafifçe sallanıp ellerimi cebime attım. Hareketsiz kaldıkça üşümeye başlıyordum.

 

"Kahvaltıya kadar biraz uzanacağım." Bir şey demesini beklemeden oradan uzaklaştım ve onu kendisiyle baş başa bıraktım. Benimle her konuştuğunda geçmişe gidip yaptıkları için pişmanlık duyuyordu. Ona iyi gelmiyordum ama yine de bana yaklaşmaktan vazgeçmiyordu. Bazen tüm bu olanlardan bağımsız olarak onu tanımak istiyordum sonra gözlerine bakıp kendimi gördüğümde bundan vazgeçiyordum. Bizim ancak benim hafızamı kaybedip tüm bu olanları unuttuğum zaman bir şansımız olabilirdi. Eğer öyle bir şey yaşanacak ise o gün gelene kadar aramızdaki bu kalın duvar sapasağlam durmaya devam edecekti.

 

 

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun Selin! Kimseye bahsetmeyeceğine söz vermiştin!?"

 

"Sözümü tuttum zaten. Bir şey anlatmadım ki kimseye."

 

"Abim anladı diyorsun!"

 

"Abim bende bir gariplik olduğunu anladı dedim seninle ilgili hiçbir şey bilmiyor."

 

"Eğer senin peşine düşerse beni de öğrenir!"

 

"Sorun yok Hazal. Durumu uzatmak isteseydi beni bırakıp gitmek yerine peşimden buraya kadar gelirdi."

 

"Gelmediği ne malum!?" Panikle etrafa bakıp bizi gözetleyen birinin olup olmadığını kontrol ettim. Geldiğimiz kahve dükkanının kapıya en uzak köşesine oturmuştuk. İçerisi fazla kalabalık olmadığı için herkesi rahatça izleyebiliyordum ve şu an için her şey yolunda gözüküyordu.

 

"Hey! Gereksiz kuruntu yapıyorsun! Sadece sabah kahvaltı masasında senin mesajını görünce bir an için panikledim ve abim soruncada seni yakmak yerine kendimi yaktım ve erkek arkadaşımla buluşacağımı söyledim. O da biraz sinirlenip kıskançlık yaptı işte. Beni takip edecek olsaydı anlardım."

 

"Anlamamışta olabilirsin Selin! Şu an uzaktan bir yerden bizi izliyor olabilir ve eğer beni tanırsa-"

 

"Sakin ol.. buraya kadar onunla gelmedim tabii ki de! Beni başka bir yere bıkmasını söyledim o gidince de taksiye binip buraya geldim." Neyse ki böyle bir ters köşe yapmayı akıl edebilmişti.

 

"Eğer yaşadığım ortaya çıkarsa tahmin dahi edemeyeceğin kötü şeyler olur. Lütfen bu konuda dikkatli ol." İçim biraz rahatlayınca arkama yaslanıp derin bir nefes aldım.

 

"Merak etme bana güvenebilirsin." Şu saatten sonra ona güvenmekten başka şansım yoktu zaten.

 

"Ne alırdınız efendim?" Garson gelip başımızda dikilmeye başladığında ona boş gözlerle baktım. Sahi.. nasıl sipariş veriyorduk?

 

"Sen ikimize de filtre kahve getir.. kendimize gelmeye ihtiyacımız var." Selin siparişleri söylerken garsonda duyduklarını elindeki sipariş defterine yazdı.

 

"Benimki şekersiz olsun." Küçük bir ekleme yapmamdan sonra garson bizden uzaklaştı. Kaçamak bakışlarım arada etrafı taramaya devam ediyordu.

 

"Rahat ol artık." Derin bir nefes alıp dirseklerimi masaya dayadım. Bir süre ikimizde sessiz kaldık. O gece bana destek çıksa da onu arayacağımı düşünmüyordu sanırım. Bende düşünmüyordum ama o kadar aciz durumdaydım ki kim olursa olsun birilerine ihtiyacım vardı. İçimi dökmeye biraz olsun rahatlamaya ihtiyacım vardı. Bu kişi Selin olsa bile. Zaten artık o eski Selin değildi bende eski Hazal değildim.

 

"Susmak için mi çağırdın beni?" Bakışlarımı sağdan soldan çekip en son onda sabitledim. Konuya nasıl başlamalıydım bilmiyorum.

 

"Hayır.."

 

"Bir şey mi isteyeceksin..?" Artık sadate gelmem gerekiyormuş gibi bakıp beklemeye devam etti. Tamam. Neden geldiğimi biliyordum. Konuyu açacaktım. Ne kadar canımı yaksa da konuşacaktım.

 

"Hayır.."

 

"O mu?" Arkasına yaslanıp kollarını önünde birleştirdi. Bu sırada kahvelerimiz gelmişti. Titreyen elimle kupayı kavrayıp dudaklarıma götürdüm.

 

"Kim?" Anlamıştı biliyorum. Adını ağzıma dahi alamıyorken nasıl konuşacaktım ki?

 

"Kendine eziyet etmeyi bırak. Eskiden tanıdığım en güçlü insanlardan biriydin şimdi şu haline bir bak. Bir erkek uğruna bu hale gelmemelisin."

 

"Evet onun etkisi çok büyük ama sadece bir erkek bu hale getirmedi beni. Arkamdan dönen oyunları bir bilsen aklını kaybedersin."

 

"Haklısın. Her şeyi bilmeden böyle konuşmamalıyım. Ama karşında sert bir feminist olduğunu bilmelisin. Eğer karşımda ağlamaya devam edersen karşı cinse ağzımdan hoş olmayan kelimeler çıkabilir." O söyleyene kadar ağlamaya başladığımın bile farkında değildim. Hızlıca avuç içlerimle yanaklarımı kuruttum. Bu huyumdan vazgeçmeliydim artık.

 

"Ama feministlik kadın erkek eşitliğini savunur-"

 

"Eşit miyiz peki?" Eğer eşit olsaydık ya bugün annem hayatta olurdu ya da Anıl özgür olmazdı.

 

"Erkekler ataerkil düzenini de alıp bu ülkeden defolabilirler. Hepsinin canı cehenneme."

 

"Günün birinde sana hak vereceğim aklımın ucundan bile geçmezdi." Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Hepsinin canı cehenneme.

 

"Savaş'ı merak ediyorsun? Yoksa onun karşısına mı çıkmaya karar verdin!?" Hızla başımı iki yana salladım. Onun karşısına çıkmak yapacağım en büyük hatalardan birisi olurdu.

 

"Karşısına çıkmayacağım. Sadece.. nasıl devam ediyor bilmek istiyorum belki bu konuda bana ilham olur."

 

"Devam etmiyor." Biriyle kulbundan tutup diğeriyle ısınmak için bardağı kavradığım elim bir süre kahvenin etkisiyle yandı. Etmiyor..?

 

"Ona bir şey mi oldu?" Titrek bir nefes alıp verdim. Duyacağım cevaptan korkuyordum. O iyi miydi?

 

"Oldu." Yanan elimi bardaktan çekip boynuma götürdüm. Gözlerim yine dolmuştu. Ona bir şey olamazdı ki ama. O güçlüydü, zekiydi. Ona bir şey olmamalıydı. Canı yanmamalıydı. Çünkü eğer yanarsa benimde canım yanardı ve ben daha fazla acı istemiyordum. Her şeye rağmen hala aşıktım ona.

 

"Ne oldu?"

 

"Hayatta en çok değer verdiği insanı kaybetti. Yaşama amacını kaybetti. Onun değimiyle mucizesini kaybetti."

 

Başımı yere eğip ellerimle yüzümü kapattım. Dakikalardır kapana kısılan hıçkırıklarım ağzımdan firar edip özgürlüğüne kavuştular.

 

O kaybetti. Ben kaybettim. Biz kaybettik.

 

Bu ilişkinin bitmesinde hiç hata payım var mıydı bilmiyorum ama o.. ikimizide bitiren o'ydu.

 

Benden sonra hayatına devam edemeyecekse neden bana ihanet etmişti ki? Hiç sevmemiş olsaydı hayatına devam ederdi ama biraz olsun sevdiyse bizi neden kaybetmeyi göze almıştı? Beni biraz olsun sevdiyse canımı neden bu kadar yakmıştı? Madem eline hiçbir şey geçmeyecekti neden!?

 

"Ondan başka türlü de intikam alabilirdin bu yaptığın.. çok acımasız. Ölümünden kendini sorumlu tutuyor." Bu ihtimali daha önce düşünmüştüm. İçinde biraz olsun insanlık varsa bu olaydan kendine pay çıkarırdı zaten. Ama artık gerçek kişiliği hangisiydi bilmiyorum.

 

Beni gerçekten seven, koruyan mı gerçek Savaş'tı yoksa Anıl'dan intikam almak için beni kullanan mı gerçekti?

 

"Ne yaparsam yapayım peşimi bırakmazdı. Onu kendimden uzak tutmak zorundaydım. Canını yakmak istedim." O gece ona sarf ettiğim cümleler bir bir aklımdan geçti.

 

'Andım olsun ki bende seni kalbinden vuracağım!'

 

Sözümü tutmuştum sanırım.

 

"Başardın. Çocukluk arkadaşım sayende artık nerede yatıp kalktığı belli olmayan alkole bağımlı bir serseriye dönüştü. Eğer bir gün onu görürsen ne demek istediğimi anlayacaksın."

 

"Ben çok mu iyiyim sanıyorsun?"

 

"Kıyaslamıyorum Hazal. Sende çok acılar çekmişsin hala çekiyorsun ama o da hiç iyi değil. Bilmiyorum.. seni aldattığını söylüyorsun ama bu onun tarzı değil. Savaş birisiyle nişanlanmış olsa şu an parmağında yüzük oldurdu ama yok ve hiç olmadı." Ağrıyan başımı bir süre ovalayıp derin bir nefes aldım. Aklım yine karışmaya başlamıştı. Ben ne gördüğümü biliyorum ama şu an Selin de dahil o gün herkes bunu inkar etmişti. Savaş, Doruk, Selin.. neden inkar ediyorlardı ki? Savaş hem Selin'le arkadaştı hem de Selin'in abisiyle. Onların böyle bir durumdan haberlerinin olmamaları imkansızdı ama neden inkar ediyorlardı.

 

"Bak ne diyeceğim. İzin ver ben şu işin aslını abimden öğreneyim. Onun mutlaka bir şeylerden haberi vardır. Ne diyorsun?" Bir süre kararsız kaldım. Bu konuyu tekrar gün yüzüne çıkarıp kimseyi bir şeylerden şüphelendirmek istemiyordum. Ama sanki.. sanki bir şeyler çok yanlıştı. Anlatılanlar ile gördüklerim birbirini tutmuyordu. Ya ben hayal görmüştüm ya da onlar bana yalan söylüyordu ki bu zamana kadar hep ikinci ihtimalin doğruluğuna tutunmuştum.

 

"Bilmiyorum.. tehlikeli olabilir-"

 

"Hiçbir şey olmaz. Sadece abimle konuşacağım sorsam anlatır zaten. O gün neler olduğunu öğrenmek zorundayız." Usulca başımı salladım. İçimi bir korku kaplamıştı. Tüm çektiğim bu acıların boşa çıkacağından korktum. Kabuslarla geçirdiğim gecelerin bir anlamı olmamasından korktum. Kazadan bu zamana kadar yaşadığım her şey bir bir gözümün önünden geçti. Çok korkuyordum. Hem Anıl'ın haklı çıkmasından hem de haksız çıkmasından çok korkuyordum. En çokta gitmek istediğim zaman beni bırakmamasından korkuyordum.

 

"Kalkalım." Selin başka hiçbir şey söylemeden sadece dediğimi yaptı. Hesabı ödeyip çıktık kafeden.

 

"Hava bugün biraz ısındı gibi artık şu üstündeki karabulutları dağıt ve temiz havayı içine çek. Söyle bakalım ne yapmak istersin." Önce dediği gibi derin bir nefes aldım. Saat daha erkendi ve ben eve gitmek istemiyordum. Kalabalık caddeye göz gezdirdim bir süre.

 

"Bilmiyorum-" Gördüğüm şeyle gözlerimi kısıp emin olmak için birkaç adım yaklaştım. Onun burada ne işi vardı hemde bu saatte?

 

"Ne oldu? Birini mi gördün yoksa!?" Selin tedirgince kolumu tutup etrafa bakmaya başladı.

 

"Evet birisini gördüm. Kaçak birisini. Gel benimle." Onu kolundan tutup çekiştirmeye başladım. Girdiği binanın önüne gelince karşıma kilitli kapı çıkmıştı.

 

"Kimi gördün Hazal söylesene?" Tüm dairelerin zillerine tek tek bakıp hangisine basacağımı düşündüm.

 

"Umut. Okulda olması gerekiyordu." Erkek kuaförü, petshop, dövmeci ve bunlardan bir iki tane daha. Elimi kaldırıp rastgele bir zile basacaktım ki içeriden birisi çıktığı için kapı açılmıştı. Kapıyı tutup kapanmadan içeri girdim.

 

"Sanki sen hiç okuldan kaçmadın." İmalı sözlerine gözlerimi devirip merdivenleri tırmanmaya başladım. Ben ablaydım kaçabilirdim ama o daha küçüktü.

 

Merdiven boşluğundan kafamı çıkarıp yukarıya baktığımda Umut'u yanındaki birkaç arkadaşıyla birlikte çatı katına kadar çıktıklarını gördüm. Hızlı ama dikkatli adımlarla merdivenleri tırmanıp en üst kata ulaştığımda Umut'un girdiği kapıda sadece tek bir kelime yazıyordu. Tattoo

 

"Onun burada ne işi olabilir ki?" Bu çevreye semt olarak baktığımızda Anıl'ın Umut'un burada takılmasına izin vereceğini sanmıyordum. Onların tarzı daha çok elit yerlerdi.

 

"Anlaşılan bir çılgınlık yapmaya karar vermişler." Haklı olabilirdi. Anıl birçok konuda Umut'u baskıladığı için Umut'ta gizli gizli yapıyordu bazı şeyleri. Şu an da Anıl Umut'un burada olduğunu duysaydı işi gücü bırakır ve onu yaka paça buradan götürürdü. Ona göre buralar serserilerin, it kopukların mekanıydı ve çok pisti. Hem insanından korkardı hem de mikrop kapmaktan.

 

Hiç düşünmeden zile basıp bekledim. Fazla geçmemişti ki kısa kıvırcık saçlı boynuna kadar her yeri dövmeyle kaplı bir kız açtı kapıyı.

 

"Randevu almış mıydınız?"

 

"Hayır biz-"

 

"Gelmeden önce randevu alın." Kız tam kapıyı kapatacaktı ki elimi araya koyup tuttum kapıyı. Böyle emir verir gibi üstten konuşmalardan nefret ederdim. Daha derdimi anlatmadan kapıyı yüzüme kapatacaktı.

 

"Kardeşim içeride!" Kapıyı sertçe ittirip bir şey demesini beklemeden içeriye girdim. Selin de arkamdan kıza birkaç laf söyleyip beni takip ediyordu.

 

"Polis misiniz!?" Duyduğum soruyla olduğum yerde kalıp omzumun üzerinden kıza baktım. Anlaşılan yasadışı çalışıyorlardı.

 

"Polisleri kapıya dikmemi istemiyorsan çeneni kapat ve bizi rahat bırak." Kız bir şey demeden sadece başını salladı başka bir odaya girerek gözden kayboldu.

 

"En azından hala korkutucu olabiliyorsun."

 

"Hala derken?" Ne yani eskiden de mi korkutucuydum ben? Bir yandan koridorda ilerlerken bir yandan karşıma çıkan birkaç kapıdan içeriye bakıp kontrol ediyordum. Anlaşılan insanlar burayı hem ev hem de iş yeri olarak kullanıyordu.

 

"Kavga ettiğimiz günü hatırlıyor musun? O gün fazlasıyla korkunçtun. Sonrasında yeni müdürün verdiği ceza daha korkunçtu." O günü hatırlamıştım. Onun yüzünden tüm gün kütüphaneyi temizlemek zorunda kalmıştım. Ne çok sövmüştüm ama.

 

"Sende fena değildin."

 

Sonunda birkaç heyecanlı erkek sesi duyduğumda oraya doğru yöneldim. Buldum seni kaçak!

 

Kapıyı açıp içeriye girdiğimde meraklı 3 yüz ve bir adette dehşete düşmüş yüz karşılamıştı bizi. Masa başındaki adam oğlanlara dövme modeli gösteriyor olmalı ki elinde çizimlerle dolu bir defter vardı. Bakışlarımı ondan çekip Umut'a diktim.

 

"Anıl burada olduğunu biliyor mu?" Sonunda kendine gelmiş gibi bakışlarını benden kaçırıp arkadaşlarına dikti daha sonra tekrar bana doğru döndü.

 

"Bu kim Umut?" Anlaşılan hepsi buraya gizlice gelmişti ve yakalanmaktan korkuyorlardı.

 

"Ablasıyım." Çocukların ağzı şaşkınlıkla açılıp yere düşecek gibi oldu. Yıllar sonra ortaya çıkan ablası..

 

"Bir ablan olduğunu hiç söylememiştin. Memnun olduk efendim. Biz Umut'un sınıf arkadaşlarıyız." Umut hızla yaklaşıp kolumdan tuttu ve beni kapıya doğru çekiştirmeye başladı.

 

"Sen gelsene benimle!"

 

"Umut! Selam." Umut Selin'in sesini duymasıyla aklı başından gider gibi oldu. Beni unutmuş gibi eli gevşemiş ve kolumu rahat bırakmıştı. Önümden çekilip adımlarını Selin'e doğru yönlendirdi.

 

"S-Selin selam! Naber?" Dirseğini kapının pervazına yaslayıp ağırlığını koluna verdi. Aptal. Selin'le flört ettiğini sanıyordu.

 

Onları es geçip odanın içerisine doğru yürüdüm. İki arkadaşı suçlu gibi kenarda dikilmiş bana bakıyorlardı. Dövme yaptırmak için yaşları tutmuyordu ve yakalanmanın getirdiği utançla başları biraz öne eğilmişti.

 

"Hem okuldan kaçtınız hem de bir dövmeciye geldiniz."

 

"Ailemize mi haber verceksin?"

 

"Vermeli miyim?" Bir şey demeden beklediler. Tabii ki kimseye haber vermeyecektim. Bu çocuklar umrumda bile değildi sadece Umut'u düşünüyordum.

 

"Lütfen.."

 

"Evinize gidin." Bir şey demeden hızlı adımlarla odadan çıkıp gittiler. Umut'un onların arkasından bağırdığını duydum.

 

"Müşterilerimi kaçırdın." Bu zamana kadar sessizliğini koruyan masa başındaki adam sonunda konuşmuştu.

 

"Daha çocuk onlar."

 

"Sen? Sen de çocuk musun?" Bana mı teklif ediyordu? Ben ne anlardım ki dövmeden.

 

"Hiç böyle bir düşüncem olmadı."

 

"Al incele. Belki bir düşüncen olur." Defteri önüme doğru itip yerinden kalktı ve odadan çıktı. Anlaşılan bozulan işinin parasını benden çıkarmak istiyordu.

 

Dövme yaptırmayacak olsam bile yinede defteri elime alıp incelemeye başladım. Sayfaları ilerlettikçe minimalist resimler çoğalıyordu. Son sayfada çok basit bir çizim gördüğümde durdum ve parmağımı üzerinde gezdirdim. Denizci düğümü..

 

"Deniz kadını mısın?" Ne ara geldiğini bilmediğim adam beni bir anlık korkutmuştu.

 

"Hayır."

 

"O zaman aşıksın." Kendinden o kadar emin konuştu ki bir an için afalladım. Denizci düğümü ile aşkın ne alakası vardı? Benim aşkım bu düğüm gibi basit bir şey değildi.

 

"Arada nasıl bir bağlantı kurduğunu sorabilir miyim?"

 

"Ben ona genel ismi dışında bir şey daha diyorum. Aşk düğümü. Bu sıradan attığın düğümlere benzemez. Bir kere aşk düğümünü atarsan bir daha açamazsın. Ömür boyu seninle kalır." Söylediklerini soluksuz dinledim. Bu açıdan baktığımızda ne kadar da anlamlı olmuştu.

 

"Sevgililer arasındaki güçlü bağı temsil eder. Asla ayrılmayacaklarını düşünenler, sonsuza kadar birlikte olacaklarını düşünenler hikayeyi duyduktan sonra bu dövmeyi yaptırmaya geliyorlar. Sende partnerini getir aranızdaki bağ daha da güçlensin."

 

Benim getirebileceğim bir partnerim yoktu.

 

"Gerek yok." Defteri masaya bırakıp odadan çıkmak için tam arkamı dönmüştüm ki söylediği sözler beni olduğum yere kitlitledi.

 

"Oh.. demek ki gelip geçici bir sevgi." Asla gelip geçici olmamıştı!

 

Derin bir nefes alıp omzumun üzerinden adama baktım. Beni bilerek tahrik etmiş gibiydi.

 

Sonra biraz düşündüm. Bir daha asla göremeyeceğim bir insandan kendime küçük bir hatıra bırakmak istemez miydim? Belki o bilmeyecekti ama bu bizim aşkımızın sembolü olabilirdi. Belki her gördüğümde kalbimde bir acı hissedecektim ama yine de onu hatırlamak bazen bana iyi gelebilirdi. Belki o yanımda olmayacaktı ama bu düğüme her baktığımda onun kalbimde olduğunu hatırlayacaktım.

 

"İşinde ne kadar iyisin?" Küçük bir tebessümle yerinden kalkıp eliyle bana karşıdaki koltuğu gösterdi.

 

"Merak etme kısa sürecek."

 

Dövmeyi nereye yaptıracağımı da çok iyi biliyordum. Ait olduğu tek yere. Tam kalbime.

Bölüm : 22.01.2025 19:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...