51. Bölüm

Bölüm 51: Kimsesiz

Nickinci
nickinci

'Günaydın sevgilim.'

 

"Hayır!" Kanter içinde gözlerimi açıp yataktan fırladım. Hayır hayır hayır! Yapma bunu! Yapma bunu kendine! Avuç içlerimi sertçe başıma vurup bir nevi kendimi cezalandırmak istedim.

 

Dayanamıyordum artık. Kafayı yemek üzereydim. Her gece, uykuya daldığım her an aynı rüyayı görüp duruyordum. Dayanamıyorum. Onsuzluğa dayanamıyorum ve böyle hissettiğim için de kendimden nefret ediyordum. Sürekli onu düşündüğüm için, onu istediğim, onu arzuladığım için kendimden nefret ediyordum. Bana bu kötülüğü yapan insanı hala sevdiğim için kendimden nefret ediyordum.

 

"Çık artık aklımdan çık!" Başımı ellerimin arasına alıp iki yana salladım. Elimde olsa beynimi açıp parçalayacaktım.

 

"Sen gerçekten hastasın!" Derin nefeslerim aniden kesilirken kapımın önünde dikilen Umut'a baktım. Elinde bir bardak suyla öylece dikilmiş acıyan gözlerle bana bakıyordu.

 

"Ne işin var senin benim odamda!?" Hızla yerimden kalkıp üzerine doğru yürüdüm. Ürküp bir adım geriye kaçsada hızlı bir refleskle uzanıp elindeki suyu aldım ve kafama diktim. Kuruyan boğazım rahatlarken derin bir nefes aldım ve kendime gelmeye çalıştım. Her yanım terden yapış yapış olmuştu.

 

"Yabani misin? İsteseydin eğer verirdim zaten sana getirmiştim."

 

"Rahat bırak beni Umut." Arkamı dönüp odamın karanlığına girdim.

 

"Seni düşünende kabahat. Ne halin varsa gör!"

 

Ayak seslerinden gittiğini anladım. Vakit kaybetmeden odanın penceresini açıp başımı dışarıya çıkardım. Elim istemsizce göğsümün biraz üzerine aşk düğümüme gitti. Dayanamıyordum. Artık sadece geceleri değil gün içinde de nefes alamamaya başlamıştım. Aklıma geldiği her an, gözleri zihnime düştüğü her saniye nefesim kesiliyordu. Beni boğuyordu. Yanımda olmadığı her an bana ölümü yaşatıyordu ama yanına gitsem yine ölürdüm biliyorum. Çünkü o ölümdü. O severken bile öldürmeyi başarabilmişti. Artık beni biraz olsun sevdiğini biliyorum çünkü çektiği acı ortadaydı. En azından içinde biraz olsun insanlık olduğunu anlamıştım. Biraz olsun vicdanı vardı ki arkamdan yasımı tutuyordu. Biraz olsun sevilmiştim..

 

Soğuk hava beni üşütmeye başladığında penceremi kapatıp perdeyi çektim. Terli kıyafetlerimi çıkarıp bir köşeye attım ve temizlerini giydim.

 

Her gün kendimi az kaldı diye teselli ediyordum. Az kaldı. Şimdi çok zorluyordu ama biliyorum az kaldı. Bununla yaşamayı öğrendiğimde bu kadar acı çekmeyeceketim. Alışacaktım. Onsuz yaşamaya, onsuz nefes almaya alışacaktım. Ben güçlüydüm. Acıya alışkındım. Biliyorum toparlayacaktım. Az kaldı..

 

Boynuma yapışan saçlarımı toplayıp gevşekçe bağladım. Umut'a baksam iyi olacaktı. Hem o bu saatte neden ayaktaydı ki?

 

Kenarda duran terliklerimi giyip çıktım odadan ve ses yapmamaya dikkat ederek uzun koridorda yürüdüm. Odasının önüne geldiğimde bir an tereddütte kaldım. Muhtemelen o da beni odasından kovacaktı. Hatta önce hakaret eder sonra kovardı. Çok bağırıpta Anıl'ı uyandırmasa bari.

 

Kapısını iki kere tıklatıp ses vermeseni bekledim. Uyumuş muydu? Bir kez daha denedim. Daha 5 dakika önce uyanıktı bu kadar hızlı uykuya dalmış olamazdı. Ses vermeyince kapının kulbunu yavaşça indirip içeriye doğru adımladım. Belkide lavabodaydı- hayır gerçekten yatıyordu.

 

Ses yapmamaya özen göstererek başucuna kadar geldim. Kulaklıktan çalan müzik o kadar yüksek sesliydi ki ben bile rahatça duyabiliyordum.

 

"Umut?" Kimsenin duymaması için sessizce fısıldadım ama bunu Umut bile duymazdı.

 

"Umut!" Sesimi biraz daha yükselttim ama hemen yan odada Anıl'ın uyuduğunu bilmek sesimi istemsizce ürkekleştiriyordu.

 

Umut hiçbir tepki vermeyince usulca koluna dokundum ama hiç beklediğim gibi olmadı. Korkmuş olmalı ki önce korkuyla bir nefes alıp gözlerini kocaman açtı sonra sadece ay ışığındaki gölgemi görmüş olmalı ki korkuyla bağırıp kendini yatağın diğer ucuna attı. Hassiktir! Lütfen kimse uyanmasın!

 

"Sakin ol benim!" Panikle koşup odanın ışığını açtım.

 

"Umut benim ablan! Korkma." Yatağın en uç köşesine pısmış yastıkla önünü kapatmıştı.

 

"Söz bir daha seninle uğraşmayacağım! Hakarette etmeyeceğim! Lütfen beni öldürme!" Yastığın arkasından usulca bana bakıp geri saklandı. Anıl bu çocuğu nasıl yetiştirmişti böyle? Bu zamana kadar ömrümü Anıl'la geçirmiş olsaydım eminim ki yastığımın altında bir bıçakla uyurdum. Ama Umut.. o bambaşka bir karakterdi. Babasıyla çok zıttı.

 

"Neden seni öldüreyim ki? Şöyle davranmayı kes artık." Hızla öne atılıp elindeki yastığı çekip yere attım. Korkuyla yutkunup yüzüme bakmaya devam etti. Ahh.. bu çocuk tam bir pısırıktı.

 

"Sakin ol." Gözlerimi gözlerinden ayırmadan dikkatle ayaklarının ucuna oturdum. Gerçekten korkmuştu.

 

"Sen benim kardeşimsin sana asla zarar vermem." Göz temasını kesmeden elimi kalbinin üzerine bastırdığı elinin üzerine koydum.

 

"Nefes al." Neyseki ses tonumu doğru ayarlayabilmiştim de biraz olsun kendine gelebilmişti.

 

"Gecenin bir yarısı odama neden geldin o zaman?" Bacağıma değen ayaklarını biraz daha kendine çekip iyice küçüldü.

 

"Az önce kaba davrandığım için özür dilerim ve neden gecenin bir yarısı hala uyumadığını merak ettim."

 

"Beni mi merak ettin?" Sakince başımı salladım.

 

Her gün tavuk gibi erkenden uyuduğu için bu saate ayakta olması normal değildi.

 

Biraz rahatlamış görünüyordu. Bakışlarını benden kaçırıp etrafta gezdirmeye başladı.

 

"Neden uyumadın?"

 

"Uyku tutmadı. Sen neden uyumadın?"

 

"Az önce gördün ya. Kabus gördüm."

 

"Aslında seni uyandırmak istedim ama uyanmadın bende bir bardak su getirdim-'

 

"Teşekkür ederim."

 

"Yüzüne dökmek için." İtirafı karşısında kaşlarım biraz havalansada sinirlenmek yerine sakinliğimi korudum. En azından dürüsttü. Anıl'dan aldığı tek iyi özelliği olabilirdi.

 

"İyi ki uyanmışım o zaman."

 

"Kızmadın mı?" Başımı iki yana salladım. Şu an karşımda iki büklüm oturan çocuğa kızmak mümkün değildi. Muhtemelen korkudan kaynaklı biraz da saçmalıyordu.

 

"Yarın erken kalkacaksın uyu hadi." Yerimden kalkmıştım ki duyduğum şeyle tekrar oturdum.

 

"Yarın okula gitmeyeceğim."

 

"Neden?"

 

"Çünkü.. rahatsızım. Karnım ağrıyor." Kaşlarım bu sefer alayla havaya kalktı. Beni mi kandırmaya çalışıyordu o?

 

"Emin misin?"

 

"Evet." Sonunda olduğu yerden kalkıp yerdeki yastığı aldı ve yerine koydu.

 

"Umut bende öğrenci oldum. Beni mi kandırıyorsun?"

 

"Ne kandırması? Hastayım işte ateşim çıkıyor arada." Hiç beklemediği anda elimi alnına yapıştırdım.

 

"Hayır ateşin gayet normal."

 

Gözlerini benden kaçırıp odanın içinde birkaç tur attırdı. Hem ona inanmayışım hem de bir anda ortaya çıkan ilgim onu hem şaşırtmış hem de rahatsız etmiş olmalıydı.

 

"Madem her şeyi çok biliyorsun okula gitmek istemediğimi de anlamış olman gerekiyor."

 

"Nedenini merak ediyorum?"

 

"Sanane?"

 

"Bana sanane diyemezsin ablanım ben senin-"

 

"Öyle bir an da ortaya çıkıp hayatıma dahil olman, kararlarıma karışmaya çalışman çok sinirimi bozuyor haberin olsun. Madem seni buradan gönderemedim bari benden uzak dur anladın mı? Sen benim ablam falan değilsin!" Hergün burada istenmediğimi yüzüme vurması artık kalbimi kırmaya başlamıştı. Buraya ait olmadığımı biliyordum ama henüz gidecek hiçbir yerim yoktu.

 

"Nereye gideceğim ki?"

 

"Buraya gelmeden önce ailen kimse onların yanına git!"

 

"Ailem öldü." Gözleri bir süre kahvelerimde takılı kaldı. Bilmediğini biliyordum. Buraya neden geldim, nasıl geldim, daha önce kimdim hiçbir şeyi bilmediğini biliyordum. Anıl onu tüm bu gerçeklerden uzak temiz bir hayat sunmuştu. Belkide en iyisi buydu. Sevim annem ile Mehmet babam da üzerime kumar oynamamış olsalardı muhtemelen benimde böyle bir hayatım olacaktı. Anıl kendi söylemişti. Karşıma çıkmayacaktı, hayatımı altüst etmeyecekti. Onun varlığından bile haberdar olmayacaktım. Güzel bir hayat gibi görünüyordu.

 

Oturduğum yerden sakince kalkıp üşümenin etkisiyle kollarımı etrafıma sardım.

 

"Seni ispiyonlamayacağım sadece gerçekten merak etmiştim. İyiysen gideceğim." Dili tutulmuş gibiydi. Olaylardan çabuk etkileniyordu anlaşılan. Bir süre cevap vermedi.

 

"Senin yeni ailen biz değiliz." Can yakmayı seviyordu. Anıl'dan aldığı bir yeni özellik daha. Bana üzüleceğini düşünmemiştim zaten ama en azından üzerime gelmekten vazgeçeceğini ummuştum.

 

"Hergün hatırlatıyorsun zaten."

 

Kimsesizliğimi hergün yüzüme vurmaktan vazgeçmiyordu.

 

 

Umut'la konuşmamızdan sonra gece uyku tutmamıştı. Her ne olursa olsun kan bağımız vardı. Ne derse desin ne yaparsa yapsın ona karşı içimde bir yakınlık vardı. Kardeşimdi o benim. Şimdiye kadar gördüğüm en saf, en güçsüz kişiliğe sahip olabilirdi ama diken gibi sözleriyle insanı rahatça altedebilirdi. Ben onu benimsemeye çalıştıkça o benden koşarak uzaklaşıyor ve yoluma dikenler savuruyordu.

 

"Günaydın! Kahvaltı hazır." Yasemin kapıdan bana haber verip diğerlerini çağırmaya gitti.

 

Derin bir nefes alıp yerimden kalktım. Cehennemde yeni bir gün daha.

 

"Umut! Bu halin ne!?" Koridordan gelen sesle adımlarımı hızlandırıp çıktım odadan. Ne oluyordu?

 

Yasemin Umut'un odasının kapısından birkaç adım geride durmuş tek eliyle ağzını kapatmıştı. Dün gece ona inanmamıştım ama gerçekten hasta mı olmuştu yoksa?

 

"Ne oldu Yasemin?" Bana bakmadan hızlı adımlarla arkasini dönüp gitti.

 

"Anıl beye haber versem iyi olacak!"

 

Kapıdan içeriye baktığımda Umut'u zorlukla ayakta dururken gördüm. Yanakları ve dudakları al al olmuş gözleri kızarmıştı ve baygın baygın bakıyordu.

 

"Ne oldu sana?" Hızla içeriye atılıp koluna girdim. Olduğu yerde sallanıyordu ve düşecek gibi duruyordu.

 

"Hastayım demiştim sana."

 

"Gel böyle uzan." Kolundan tutarak yavaşça yatağa yatırdım. Ama gece hiç böyle değildi ki. Ateşi bile yoktu. Hatta benden daha sağlamdı.

 

Başının altındaki yastığı düzeltip rahat etmesini sağladım. Elim boynuna değdiğinde korkuyla çektim. Alev almış gibi sıcaktı.

 

"Tamam bırak beni babamı çağır." Zorlukla birkaç kez öksürüp gözlerini kapattı.

 

Yerimden doğrulup geriye bir adım atmıştım ki açık pencere gözüme çarptı. Dün gece bu cam kapalıydı. Odası buz tutmuş gibi soğuktu. Hızla koşup kapattım pencereyi. Geceden beri hastaysa eğer neden bu soğuk havada camı açmıştı ki?

 

Yatağın kenarına oturup boğazına kadar çektiği yorganı açtım biraz.

 

"Üşüyorum neden açıyorsun üstümü!? Bırak şu yorganı!"

 

"Bu kadar ateşin varken üstünü örtemeyiz. Bekle beni burada."

 

Hemen banyoya koşup çekmeceleri karıştırdım. Çekmecede bulduğum küçük el havlularından birkaç tanesini çeşmede ıslatıp fazla suyunu sıktım ve tekrar Umut'a döndüm.

 

"Ateşini düşürmemiz lazım. Biraz daha üşüyeceksin ama sabretmelisin birazdan geçecek." Elimdeki havluları katlayıp birini alnına birinide boynuna yerleştirdim. Titreyen vücudunu elimin altında rahatlıkla hissedebiliyordum.

 

"Çok soğuk."

 

"İyi olacaksın dayan biraz."

 

"Ne oldu paşama? Neyi var!?" Önde büyük bir telaşla Suna arkasında Anıl sırayla içeriye girdiler. Yasemin artık ne dediyse Anıl da biraz endişeli duruyordu. Umut'un başucunda beni görmeyi beklemiyor olacak ki önce bir şaşırdı sonra bu konuyu daha sonra düşünmek istemiş olmalı ki tekrar ilgisini Umut'a yöneltti.

 

Suna gelir gelmez oturduğum yerden kalkıp birkaç adım geri gittim. O hemen benim yerimi alıp Umut'u yokladı sonra elindeki ateş ölçeri Umut'un ağzına soktu.

 

"Aferin kızım. Havluları koymayı iyi akıl etmişsin."

 

"Oğlum? Nasıl hasta oldun sen böyle?"

 

"Bilmiyorum baba. Bugün yanımda kalır mısın?" Anıl dizlerini kırıp Umut'un başucuna doğru eğildi ve başını okşadı.

 

"Kalırım tabii."

 

"Ama.. bugün İtalyanlar ile önemli bir toplantınız vardı unuttunuz mu? Gecelerdir bu görüşmeye hazırlanıyorsunuz." Anıl başını eğip bekledi bir süre.

 

"Erteleyemez misin baba?"

 

"Daha önce iki kere ertelemiştim zaten tekrar ertelersem anlaşmayı bozmak isteyebilirler." Anıl yerden kalkıp odanın içinde birkaç tur attı. Bu yaşına kadar bu çocuğa bebek muamelesi yapmasını aklım almıyordu. Nasıl olurdu da böyle bir canavar bu kadar narin bir çocuk yetiştirebilirdi?

 

"Siz gidin zaten anlaşılan iyi bir hasta bakıcımız var." Suna bana doğru bakıp usulca göz kırptı. Şaka olmalı? Ben mi bakacaktım Umut'a? Hemde benden bu kadar nefret ederken.

 

"Aslında ben-" sözümü kesip emrivakiye devam etti.

 

"Haklısın. Benden daha iyi bakacağı kesin."

 

"Ama baba-"

 

"Geç kaldım akşam yemekte görüşürüz." Anıl Umut'u bana postalayıp odadan çıktı peşinden de Suna onu geçirmek için çıktığında odada baş başa kalmıştık.

 

"Büyü mü yapıyorsun?"

 

"Ne?" Başladık yine.

 

"Bırak hasta olmayı bir yerimi ufacık incitsem babam yanımdan ayrılmazdı ta ki sen bu eve gelene kadar!"

 

"Umut.. kafanı bu tarz şeylere yormaktan vazgeç. En kısa zamanda bu evden gideceğim sende eski düzenine geri döneceksin tamam mı?"

 

"En kısa zamanda değil şimdi git. Hemen şu an defol odamdan!"

 

"Aptal çocuk!" Bir hışımla odasından çıkıp kapıyı çarptım. Gerizekalı! Ben çok meraklıyım sanki burada kalmaya. Çöplükte yaşasam kafam daha rahat olurdu eminim.

 

Hızla merdivenlerden inip Anıl evden çıkmadan yetişmek istedim. Ona verdiğim sözün zamanının dolduğunu ve artık burada kalmak istemediğimi söyleyecektim.

 

"Toplantı işini iyi akıl ettin Suna aman diyim gözün üzerlerinde olsun birbirlerine girmesinler." Ha ortada önemli bir toplantı falan yoktu yani! İki sinsi bir olup güya bizi oyuna getireceklerini sanıyorlardı. Son basamağıda inip köşeyi dönecektim ki isteyerek kulak misafiri olduğum sözler beni olduğum yere kitlitledi.

 

"Doktor randevunu aksatmaman gerekiyor oğlum sen git bizi merak etme." Doktor?

 

"Umut'un babasına ihtiyacı var sana veda etmeye henüz hazır değil. Bırak huysuzlansın bir bilse ne kadar hasta olduğunu hiç böyle davranır mı? Canını sıkma sen akşam gelince gönlünü alırsın."

 

Kapının kapanma sesini duyduğumda Suna'nın gitmesini bekleyip bir süre daha saklandığım yerden çıkmadım.

 

Anıl'ın hasta olduğunu biliyordum ama bu kadar ciddi olduğunu bilmiyordum. Halbuki sormuştum ona ama beni geçiştirmişti. İlaçlarla durumu idare ettiğini söyleyip kapatmıştı konuyu ama bu son duyduklarım bildiklerime tamamen tersti.

 

Anıl ölecekti.

 

Annemin katili ölecekti. Kerem'in babasının katili ölecekti. Savaş'ın abisinin katili ölecekti. Ailemin katili ölecekti. Katil ölecekti.

 

Umut'un babası ölecekti.

 

O an içimden, kalbimden tek bir arzu geçti. Ölsün o zaman.

 

Katil ölsün. Bu dünyadan koparttığı her ruh mezarında rahat yatsın artık.

 

Umut'un babası ölecekti. Sahi Umut ne olacaktı? Anıl onun tek ailesiydi. Katil ölsün istiyordum ama ölümü bir ailenin ocağına ateş düşürmez miydi? Umut babasına o kadar bağlıydı ki onu kaybederse akli dengesini dahi kaybedebilirdi. Anıl olmadan Umut hayatta kalamazdı ki. O ağzında altın kaşıkla doğmuş, babası tarafından her daim ilgi görmüş, fazlasıyla şımartılmış ve hiçbir zorluk çekmeden büyümüştü. Anıl öleceğini bile bile onu hayata hazırlamamıştı. Sebebini bugün çok açıkça farkedebiliyordum. Bir gün beni yanına alacağını, oğlunu emanet edebileceği yeni bir ailesi olduğunu biliyordu. Umut'un yaşam tarzına tamamen zıt yetişmiş ablası bugüne kadar nasıl kendini koruduysa onu da herkesten korumaya devam edebilirdi. Tek ihtiyacı sevgi ve değer görmek olan ablası bunu Umut'tan temin edebilirdi. Günün sonunda herkes ihtiyacı olanı alır ve gözlerini huzurla kapatırdı. Olay tamamen bundan ibaretti değil mi? Ama pek istenildiği gibi gitmiyor gözüküyordu. Artık kendisini bile korumaktan yoksun olan ablası Umut'u nasıl koruyacaktı ki? Özellikle de kardeşi ondan bu kadar nefret ederken.

 

Derin bir nefes alıp mutfağa girdim. Hayatım hiç kolay olmamıştı ve bundan sonra da kolay olacak gibi değildi. Umut'u arkamda bırakıp gidemezdim. İnsanın ailesini kaybetmesinin ne kadar acı olduğunu çok iyi biliyordum. Bu süreçte Umut'u yalnız bırakmaktansa benden nefret etse bile yanında olmak ve kendimi ona kabul ettirmek istiyordum. Kimsesizliğin ne olduğunu bilmesini istemiyordum.

 

"Küçük hanım bir şey mi lazımdı?"

 

"Umut'un iyice güçten düşmemesi için bir şeyler yemesi gerekiyor. Akşamdan çorba kaldı mı sıcak sıcak içsin?"

 

"Malesef ama ben ocağa koyarım yarım saate hazır olur." Belimi tezgaha dayayıp Suna'yı izledim bir süre. Aceleyle bir tencere çıkartıp tezgaha koydu. Eli ayağına dolaşmış gibi bir çekmeceyi açıp kapatıyor bir dolapları karıştırıyordu. Anıl'ın durumuna üzüldüğünü az önceki konuşmadan ses tonundan anlamıştım. Yaşlılığında getirdiği duygusallıkla iyice harap olmuş gibiydi.

 

"Tamam Suna sen git dinlen biraz ben hallederim." Şaşkınca yüzüme baktı.

 

"Merak etme zehirlemem onu."

 

"Estağfurullah. Siz yorulmayın-"

 

"Git hadi yorgun görünüyorsun. Umut'la ben ilgilenirim." Bir şey demeden usulca başını salladı ve mutfaktan çıkıp gitti.

 

Vakit kaybetmeden çorbayı karıştırıp ocağa koydum. Bu sırada düşünmek için biraz vaktim oldu. Anıl'ın gidişiyle Umut'u nasıl ayakta tutacağımı ona nasıl bir hayat sunabileceğimi düşündüm. Okulundan geri kalmamalıydı. Eğer devlet okuluna gitmeyi kabul etmezse özel okul taksitlerini bir şekilde denkleştirmem gerekecekti. Benim çok acil bir iş bulup birikim yapmam lazımdı. Umut'un günlük yaşamındaki harcamalarının da yüksek olduğunu eve sürekli gelen kargolardan biliyordum. O zaman bir de ek iş bulup onun rahat etmesini sağlayabilirdim. Tabii bize bir de kalacak bir yer lazımdı. Bu evde yaşamayacağımıza göre 2+1 düzgün bir ev işimizi görürdü.

 

Geriye sadece Umut'u ikna etmek kalıyordu. Başta zorlanacaktı ama sonra alışacaktı. Herkes her şeye alışırdı. Bende alışacaktım.

 

Kaynayan çorbayı ocaktan alıp boş kaselerden birini doldurdum. Kaseyi bir tepsiye alıp yanına bir parça ekmek ile bir bardak su koydum ve Umut'un odasına doğru yola çıktım.

 

Her şey düzelecekti.

 

Odadan içeriye girip tepsiyi hemen baş ucundaki komodine koydum.

 

"Umut uyan hadi." Onu ürkütmeden sakin bir sesle seslenip yatağın kenarına oturdum. Vücudu hala titriyordu. Başındaki ve boynundaki havluları alıp kenara attım, alnına yapışan saçlarını geriye doğru taradım. Gözlerini ağır ağır aralasada herhangi bir tepki vermedi.

 

"Biraz doğrulabilir misin? Çorba getirdim iyi gelir."

 

"Rahat bırak beni..!" Yorgun sesiyle zorlukla mırıldandıp tekrar gözlerini açtı.

 

"Şu çorbayı iç söz rahat bırakacağım." Elimi başının altına koyup kalkmasına yardımcı oldum neyseki fazla direnmedi. Ateşinin bu kadar yüksek olması beni korkutuyordu.

 

Tepsiyi kucağıma alıp kaşığı doldurdum ve içmesi için dudaklarına kadar yaklaştırdım.

 

"Çocuk muyum ben! Seni niye benim başıma hasta bakıcı diye diktilerse hiç anlamıyorum!"

 

"Bir an önce iyileşip benden kurtulmak istemiyor musun? Direnmeyi bırak artık söylenmede iç şu çorbayı."

 

"Kendim de içebilirim!" Kaşığı elimden alıp daha içemeden titreyen parmaklarının arasından dökmüştü. Neyseki inatlaşmamız sırasında çorba soğumuştu.

 

"Demek ki kendin içemiyormuşsun Umut! Bırakta ben halledeyim." Tepsiye baktığımda peçete koymayı unuttuğumu farkettim. Etrafa bakındım ama göremedim.

 

"Çekmecede olacaktı." Sonunda yardım elimi kabul etmiş olacaktı ki bir adımda o attı.

 

Çekmeceyi açtığımda eline ne gelirse buraya attığını farkettim. O kadar dağınık ve doluydu ki. Hızla elimi içine atıp bir paket cep selpağı buldum. Çekmeceyi kapatacaktım ki gördüğüm şey kanımı donduracak cinstendi. Lütfen düşündüğüm şey olmasın! Lütfen düşündüğüm şey olmasın!

 

"Umut?"

 

"Ya orada dedim-" gözleri benimkileri takip edip gördüğüm şeyi gördüğünde bir an için yutkundu. Bir ona bir de orada duran küçük bir paket içindeki toz maddeye baktım.

 

Sonra korktum. Hemde çok korktum. Hayatta sahip olabileceğim tek şeyi daha kazanamadan kaybetmekten korktum. Kalbim sıkıştı, zihnim sarsıldı. Bir an için hayal gördüğümü sandım ama oradaydı işte. Parmaklarımın hemen ucunda minik bir paket.

 

"Benim değil." Derin bir nefes alıp zorlukla başımı kaldırdım.

 

"Neden senin çekmecende o zaman?" Göz göze geldiğimiz ilk andan kendini ele vermişti zaten. Ne kadar inkar ederse etsin bu ona aitti.

 

"Yemin ederim." Kimsenin duymamasını ister gibi sesini alçaltıp eliyle elimin üzerini kapattı. Bir yandan da gelen var mı diye kapıyı kontrol ediyordu.

 

"Ne zamandan beri kullanıyorsun?" İlk şoku atlatıp paketi cebime attım.

 

"Benim değil dedim ya-"

 

"Umut! Çıldırtma beni ne zamandan beri dedim!?" Dolan gözlerini benden kaçırıp başını arkaya doğru vurdu.

 

"Dün akşam ilk defa kullandım. Çok az."

 

"O yüzden mi bu haldesin!"

 

"Bu şekilde etkileyeceğini düşünmemiştim. Biliyorum hiç bulaşmamam gerekiyordu ama merak ettim. Yemin ederim bağımlı değilim." Beni inandırmak için aklına ne geliyorsa sıralamaya devam etti.

 

"Zaten onu çöpe atacaktım. Babama söyleme."

 

Elimle yüzümü kapatıp bir süre ne yapacağımı düşündüm. Ona inanmalı mıydım? Siktir ya! Bir gün olsun her şey yolunda gidemez miydi?

 

"Hastaneye gitmeliyiz-"

 

"Gidemem! Babam öğrenir."

 

"Umut!" Hızla öne doğru atılıp yüzünü avuçladım. Benim gözümden yaş akıyordu onun gözlerinden ise benimkinden daha fazla.

 

"Ne hale geldiğine bir bak! Zehirlemiş seni gidelim de bir baksınlar sana."

 

"Babam öğrenirse beni affetmez. Onu hayalkırıklığına uğratamam."

 

"Bu semptonlar gayet normal. İlk defa kullandığım için böyle oldu. Akşama kadar hepsi geçecek."

 

"Söz ver bana. Söz ver bir daha elini bile sürmeyeceksin!"

 

"Söz."

 

"Eğer akşama kadar iyi olmazsan hastaneye gideceğiz."

 

"Söz iyi olacağım." Ellerimi yüzünden çekip derin bir nefes aldım.

 

"Nereden aldın bunu?"

 

"Ne yapacaksın?"

 

"Sadece soruma cevap ver! Nereden aldın?"

 

"Sınıfımda Murat diye bir arkadaşım var ondan aldım. O da arada bir okul çıkışlarında gelen Hüseyin diye bir adamdan alıyormuş. Bana öyle dedi başka da bir şey bilmiyorum."

 

"Bir daha asla o çocukla konuşmuyorsun asla! Göz göze gelmek bile yok!"

 

"Tamam."

 

Kaşığı çorbaya daldırıp ona içirmeye başladım. Bir an için ikimizde suspus olduk. Ben arada içli nefesler çekiyordum o ise ağlamanın ve korkunun etkisiyle arada bir hıçkırıyordu.

 

Çorba bittiğinde tepsiyi de elime alıp ayağa kalktım.

 

"Neden benimle ilgileniyorsun?"

 

"Çünkü sen benim kardeşimsin. Asla ama asla sana zarar gelmesine izin veremem. Benden ne kadar nefrette etsen bu değişmeyecek. Ve şunu unutma ben hiçbir yere gitmiyorum ve hep senin yanında olacağım. Karşında değil yanında. Bunu aklına kazısan iyi edersin."

 

 

Neresi benim yerim bilmiyorum. Nerede durmalıyım, nereye gitmeliyim bilmiyorum. Sanki herkesin bir yeri varmış, herkes sığmışta şu dünyaya bir ben açıkta kalmıştım. Bir tek ben ait olduğum yeri bulamamıştım. Şimdi de kaybolduğum bu boşlukta Umut'un elini tutmaya çalışıp onu da kendimle sürüklemek istiyordum.

 

Sonra gün içinde sık sık yaşanan kalp sıkışmaları ile günün sonunda sağ göğüsünden koluna doğru gelen ağrıyla insanın düşüncesi başka yöne kayıyor istemeden. 'Her şey buraya kadar mı?' diye sormadan edemiyor insan. Tüm hayatı boyunca yanlış yollarda yürüyüp hayalindeki okyanusa bile varamadan dipsiz bir uçurumla yolu kesiliyor insanın. Ne geride kalan acıları taşıyabiliyor insan ne de sırtından bu yükü atabiliyor.

 

İnsan bazen bazı zamanlarda sıkışıp kalır. Nefes alamaz, zaman ilerlemez. Bedeni kaskatı kesilir ruhu buz tutar. Sadece düşünür. Yaşadıklarını ve yaşamak istediklerini zihninde tartar. Ne kadar da dengesiz bir terazi. Bu adaletsiz dünyadan başka ne çıkardı ki zaten.

 

O zaman devam etmeliyim diye düşündüm. Dengeleri biraz daha bozmam gerekiyordu. Her ne olursa olsun devam etmeli insan. Yaşamın kanunu gibi bir şeydi bu. Ne yaşanırsa yaşansın her insan devam ederdi. Dönüp arkasına bakmadan edemezdi ama yinede ayakları ileriye doğru götürürdü. Tüm yaşamım böyle geçmişti ve böyle geçmeye de devam ediyordu.

 

Bu yüzden üzerimdeki ölü toprağını bir kenara bıraktım artık. Yakında her şeyin sona ereceğini biliyordum. Anıl ölecekti ve ben artık özgür bir insan olacaktım. O ölecekti ve ben artık hayatımın iplerini elimde tutabilecektim.

 

"Babam geldi. Bir şey söylememişsin." Daldığım manzaran çıkıp arkamı döndüm ve belimi camın pervazına yasladım.

 

"İspiyonlarsın sanmıştım." Beni hiçbir zaman anlamayacaktı. Belki eskisi kadar nefret etmeyecekti ama hiçbir zaman ablası olarak görmeyecekti.

 

"Yarın da okula gitme. Biraz daha kendine gelmeye ihtiyacın var."

 

"Söylediklerini yapmazsam sırrımı açıklayacak mısın?"

 

"Seni tehdit etmiyorum sadece iyiliğini istiyorum-"

 

"Neden?" Derin bir nefes alıp yanına gittim ve yatağın kenarına oturdum.

 

"Senden başka kimsem yokta ondan." Bu yakınlığım onu şaşırtıyordu. Birden bire ortaya çıkıp daha birbirimizi bile tanımadan ona ablalık yapmaya çalışıyordum. Kim olsa şaşırırdı.

 

"Geldiğin yerden bahsetsene biraz belki gitmen için bir yol bulurum." İlk defa bana ciddi bir şekilde git demedide ironi yapmıştı. Sanırım bu da bir gelişme sayılırdı.

 

"Birazcık kenara kayarsan neden olmasın."

 

"Baştan söyleyeyim seni tanımak gibi bir niyetim yok sadece saatlerce başımda dikilmendense neden buraya geldiğini anlatman vaktin biraz olsun geçmesini sağlar."

 

"Tamam. Ama benim hikayem biraz uzun yani fazla vaktini alır." Deli gibi merak ettiğini biliyordum. Cevap vermek yerine yüzüme bakmadan yana kaydı bende o vazgeçmeden yanına oturup sırtımı yatak başlığına dayadım ve ayaklarımı uzattım.

 

"Benim hakkımda ne biliyorsun?"

 

"Bu eve gelene kadar varlığından bile haberim yoktu. Babamın yıllar önce kaçırılan kızıymışsın."

 

"Annem aşık olduğu adamla kaçarken ben daha onun karnındaydım. Sonra.." ona babasının katil olduğunu söyleyemezdim.

 

"Sonra bir kaza olmuş ve benim dışımda tüm ailem ölmüş. 6 yaşına kadar yetimhanede büyüdüm. Sen yanında baban olduğu için çok şanslısın. Oraları görmeni istemezdim. Kesin hemen hasta olurdun çünkü orası çok soğuk ve sen.." şöyle bir göz ucuyla ona bakıp tekrar önüme döndüm. "Çok zayıfsın." Vücudumu o gecelerin soğukluğu sarmış gibi titredim.

 

Arada bir dönüp bana baktığını hissetsemde dümdüz karşımdaki duvara bakmaya devam ettim. Onda göreceğim herhangi bir duygu kırıntısı çökmeye yer arayan ruhumu paramparça edebilirdi.

 

"6 yaşında kaçtım. Kaçarken peşime küçük bir kız takıldı. Sarı saçlı, biraz tombul yanaklı, tatlı mı tatlı bir kız. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir park gördüm akşama kadar orada oynadık. Sonra karanlık oldu bütün çocuklar gitti. Sarı saçlı kızla ben kaldım sadece."

"Bir banka oturup birilerinin bizi bulmasını bekledik ama kimse gelmedi. Yorgunluktan uyuya kaldık. Sabah gözlerimi açtığımda her şeyi bir rüyadan ibaret sanmıştım ama soğuktan kaskatı kesilen vücudum beni hemen gerçeğe döndürdü." Soluksuz beni dinleyişi hoşuma gitmişti.

 

"Uzaktan yaşlı bir kadın ile kocasını bize doğru koşarken gördüm. Önce korktum sonra sadece spor yapan iki insan olduklarını görünce rahatladım. Yaşlı adam yanımızdan geçerken bana göz kırptı. Parkı turlayıp tekrar önümden geçerken bir terslik olduğunu anlamış olacak ki durdu ve bizimle konuşmaya başladı. Küçük sarı saçlı kız daha doğru düzgün konuşamıyordu bile." O günü hatırladığımda içim bir hoş olmuştu. O iki yaşlı karı kocayı ilk gördüğümde anlamıştım bir şeylerin değişeceğini. Ama beni bu kadar büyük bir hayalkırıklığına uğratacaklarını düşünmemiştim.

 

"Özlediysen gidebilirsin eminim kimse sana engel olmayacaktır."

 

"Gidemem. Çok uzaktalar."

 

"O-onlarda mı öldü!?" Evet bir yanlış yapmışlardı ama ölmeyi haketmemişlerdi. Umut'a o iki insanı da senin baban öldürdü diyemedim. Senin baban bir cani diyemedim.

 

Sadece başımı salladım. Bugün ne kadar da çok ölüm kelimesini kullanmıştık.

 

"Rahatını bozmak istemezdim ama buraya gelmeye mecbur kaldım. Ne halde geldiğimi gördün. Bütün ailem ölmüşken o halde bana kim bakacaktı ki?"

 

"Peki hiç arkadaşında mı yok ya da sevgilin? Tüm gün evde oturmak sıkıcı olmuyor mu?" Sevgili.. vardı sevgilim. Her şeyden herkesten çok sevdiğim kendimden bile çok sevdiğim bir sevgilim vardı. Onu sevdiğim gibi beni sevdiğine inandığım bir sevgilim vardı.

 

"Çok arkadaşım yok. 1-2 tane dostum vardı ama kazadan beri görüşmüyoruz."

 

"İltifat olarak algılama ama güzelsin.. yani senin gibi kızların illaki sevgilisi olur. Sevgilinle niye görüşmüyorsun?"

 

"Ayrıldık." İhanet dikenleri acı acı batıyordu kalbime.

 

"Neden."

 

"Beni aldattı."

 

Gözümden akan bir damla yaşı hemen kuruladım. O, onun için göz yaşı dökmemi haketmiyordu.

 

"Ama hala seviyorsun onu değil mi?" Hemde ilk günkü gibi. Hiçbir azalma olmadan deli gibi seviyordum hala. İhtiyacım olan tüm sevgiyi onda bulmuştum çünkü. Sevilmeye ihtiyacım vardı ve hayatımda hiç sevilmediğim kadar çok sevilmiştim. Hiç görmediğim ilgiyi vermişti bana. İçimdeki eksik parçayı onunla tamamlamıştım ben. Ailemdi o benim. Beni asla terketmeyeceğine inandığım, beni koruyup kollayan evimdi o benim.

 

"Çok seviyorum." İçli bir nefes çekip başımı Umut'un omzuna dayadım. Bu haldeyken beni geri çevirmeyeceğini biliyordum.

 

Tüm bunları kendimi acındırmak için anlatmıyordum belki biraz olsun beni anlarda bana karşı bir adım atar diye umuyordum. Sonuçta ölmüş olan birisi artık hiçbir şey istemezdi. Sevilmekte istemez, acınılmakta, teselli edilmekte istemez. Ama benim istediğim tek bir şey vardı o da anlaşılmak.

 

"Bilmediğin, sana anlatamadığım o kadar çok şey var ki. Kalbime o kadar çok acı yüklediler ki arada yorgunluktan duracağını hissediyorum. Canımı o kadar çok yaktılar ki artık acıyı hissedemez oldum." Benim yerimde olmadığı için o kadar şanslıydı ki. Bir bilseydi Anıl'ın kızı olmak nasıl hissettiriyor narin kalbi buna dayanamazdı bile.

 

"Sen eve ilk geldiğinde.. vücudunda bazı izler gördüm. Kaza izlerinin dışında vücudunda yara izleri vardı. Onlar nasıl oldu?"

 

"Onlar hayatımı nasıl kazandığımın izleri. Eğer böyle korunaklı bir kalede yaşamıyorsan kendini kendin korumak zorundasın."

 

"Neyden?"

 

"Herkesten."

 

"Neden bu kadar gizemlisin?" Uzunca yüzüne baktım. Babasının gerçekte nasıl birisi olduğunu öğrenseydi nasıl tepki veriridi acaba? İlk başta inanmazdı biliyorum ama biraz olsun zekasını kullanıp her bir parçayı yerine oturtmayı becerebilirse benim sormakta zorlandığım hesabı o sorabilirdi.

 

"Geç oldu."

 

"Sabahtan beri rahat bırakmadın şimdi de kaçıyor musun gerçekten?"

 

"Kaçmıyorum. Ben kaçmam. Ne merak ediyorsan sabah sormaya devam edersin."

 

"Merak falan etmiyorum ben!"

 

"Öyleyse birde bunu aynaya karşı söyle." Yerimden kalkıp komodinin üzerindeki boş bardağa sürahiden biraz su doldurup üzerine peçete koydum.

 

"İyi geceler."

 

"İyi geceler." En azından artık nezaketen de olsa cevap veriyordu. Onu bilmem ama benim için bu çok büyük bir adımdı.

 

Odama geçip buruk bir şekilde masamın başına oturdum. Solumda bir nefes hissetmiş gibi başımı çevirip baktım. Birkaç saniyelikte olsa karşımda onun silüeti belirmişti. Şu sıralar arada böyle şeyler görüyordum. Çok düşündüğümden ya da çok özlediğimden olmalıydı. Bilmiyorum. Şu an yanımda olmasını, ona sarılmayı o kadar çok isterdim ki. Her şeye rağmen sımsıkı sarılırdım ona. Gözlerime baksa, bir dokunsa bana nasıl da affederdim hemen. Aptalın tekiydim. Aptal aşık. Hayatımın altüst olmasında herkes kadar en az benimde payım vardı. Başkalarının benim yerimde olsa yüzüne tüküreceği insanları ben düşlemekten uykuya dalamıyordum.

 

 

 

 

30.11.2023

İyi olacağım günden güne. Hergün kendime bunu diyorum ve hergün başarısız oluyorum. Unutmanın bazı şeyleri yoluna sokacağını biliyordum ama unutamıyordum. Çünkü onu unutmaktan, hatırlayamamaktan çok korkuyordum. İyi olmam için geriye tek bir yol kalıyordu. Yüzleşmek. Ama bunu yapabilecek ne gücüm var ne de cesaretim.

 

Bölüm : 16.03.2025 23:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...