
Ağlamak yerine derin bir nefes alıp kabullenmeyi tercih ettiğin acı.. işte o acı çok farklı bir acıdır.
Artık ağlamıyorum.
Çünkü kalp fazla acıyla ağırlaştığı zaman insanlar ağlamaz, sessizleşirler. Göz yaşları yerini derin iç çekişlere bırakır.
Uzaklaşmak istersin ama kaçamazsın. Kabullenmek zorunda kalırsın sadece. Kabullenirsin ve onunla yaşarsın. Artık benimde kabullenmeye başladığım gibi.
Geride bıraktıklarım bana çok ani veda etmiş olsalarda ben hala veda edememiştim onlara. İçimdeki bu sızının biraz olsun dinmesi için buna ihtiyacım vardı. Son kez görmeye, son kez sarılmaya ihtiyacım vardı.
Cebimdeki telefon titremeye başladığında kahvaltı masasından izin isteyip çıktım salondan.
"Ben mi gelip seni alayım sen mi gelirsin?"
"Önce Umut'u okula bırakacağım oraya gel sende."
"Emrin olur kaçak prenses."
"Selin!"
"Tamaaam. Sabah sabah ne kadar da suratsızsın yine."
"Yüzümü görmüyorsun Selin."
"Birazdan görecek olmam ne kadar da acı." Gözlerimi devirip ağzımın içinde homurdandım. Sabahları ayrı bir çekilmez oluyordu.
"Sana anlatacaklarım var."
"Neymiş anlatacakların?" Tek elimi belime koyup söyleyeceklerini bekledim. Nedense saçmalayacağını düşünüyo-
"Biliyorsun sen." O an kalbimi yakıp kavuran bir ateş sardı. Biliyorum..
Hazır mıydım ki buna? Bana onu anlatmasına hazır mıydım?
"Okulda görüşürüz." Telefonu kapatıp titreyen parmaklarla cebime attım. Anlamlandıramadığım bir korku kaplamıştı içimi.
Tekrar masaya döndüğümde herkes çok sessizdi ve kaçamak bakışları üzerimde hissediyordum.
"Kahvaltın bittiyse çıkalım mı Umut?" Bu sefer kaçamak bakışlar tamamen bana doğru döndüğünde başımı dik tutmaya özen gösterdim.
"Umut'u okula sen mi bırakacaksın?" Hemen yanı başımda oturan Anıl oldukça şaşırmış görünüyordu.
"Selin'le buluşacağım bugün önce Umut'u bırakır öyle giderim." Bu durumdan fazlasıyla memnun olmuş gibiydi sonuçta istediği ikimizin yakınlaşmasıydı.
"Bize bir taksi çağırır mısın Mustafa abi?" Çoktan kahvaltısını bitiren Mustafa abi Anıl'dan bir göz onayı aldıktan sonra ricamı yerine getirmek üzere masadan kalktı.
"İstersen garajdaki arabalardan-"
"Gerek yok. Kendimi hazır hissetmiyorum." Kazadan sonra bırak araba sürmeyi arabaya binmeye bile korkar olmuştum.
"O zaman Mustafa sizi bıraksın ben kendim giderim." Israrına karşı derin bir nefes aldım ve bu anlaşılmam için yeterli oldu. Fazla üzerime geldiğini fark eden Anıl sandalyesinde geriye yaslanıp konuyu kapatmayı tercih etti.
"En azından sana verdiğim kartı yanına al." Başımı sallayıp geçiştirdim onu. Zorunlu ihtiyacım dışında kullanmak istemiyordum.
Sessizce bir iki lokma atıştırdıktan sonra Anıl'ın masadan kalkmasıyla herkes dağılmıştı. Bu sırada suçunu bilip kabullenen Umut ağzını açıp tek kelime etmemişti. Yüzüme bakmadan çantasını sırtına takıp bahçeye çıktı. Gidip şu okulu görmem ve hesap sormam gereken kişiler vardı. Aylardır derin bir uykuya teslim ettiğim gerçek kişiliğim yavaştan uyanmaya başlamıştı. Eğer en ufak bir tehdit veya tehlike hissedersem zarar vermekten asla geri kaçınmayacağımı biliyordum.
Üzerime montumu geçirip çantamı aldıktan sonra çoktan gelmiş olan taksiye doğru yürüdüm. Umut benden önce arkaya yerleşmişti bile. Bende yanına geçip oturduğumda şoför camına eğilmiş Mustafa abi şoföre okulun adresini ve bir miktar para verdikten sonra bize iyi günler dileyip geri çekildi.
"Gerçekten velim gibi geliyor musun benimle? Şaka dimi?"
"Şu Murat ve Hüseyin kimmiş göstereceksin bana." Kendince oflayıp pufladıktan sonra yüzünü elleriyle kapatıp saçlarını yolar gibi yaptı. Geri çekildiğinde yüzü domates gibi kızarmıştı.
"Beni rezil edeceksin!"
"Sadece senden uzak durmalarını söyleyeceğim Umut abartma."
"Çocuk değilim ben! Kendim de arama mesafe koyabilirim."
"Koyacaksın zaten. Ama önce ben konuşacağım." Beni yıldıramayacağını anlayınca sesli bir nefes verip camdan dışarıyı izlemeye başladı.
Birkaç dakika sonra taksi okulun önünde durduğunda Umut inmemek ve için dirense de zorla kolundan çekip dışarı çıkardım onu.
"Bak bana." Yamulmuş gömleğini ve kravatını düzelttikten sonra baştan aşağı inceledim onu.
"Dik dur biraz kızlar sana bakıyor." Sırtını anında dikleştirirken bana sahte bir gülümseme gönderdi.
"Selin de bakıyor mu?"
"Selin daha gelmedi Umut! Ayrıca o senden büyük biliyorsun değil mi?"
"Aşkın yaşı olmaz." Elinde tuttuğu çantasını tek omzuna atıp kollarını önünde bağladı.
"Sevgilisi var."
"Gelip geçici olduğunu biliyorum." Gözlerimi devirip yavaştan ağrımaya başlayan başımı ovaladım.
"Konuyu saptırma." Suratı anında düştü.
"Bari Murat'ı bana bırak. Onunla konuşursan eğer ondan korkup yerime seni gönderdiğimi düşünecek." Arkadaşlarının yanında küçük düşmesini istemezdim.
"Sende onun taşıyıcılık yaptığını söylemekle tehdit edersen kimseye senin hakkında konuşamaz."
"Tamam öyle yapacağım. Benden uzak durmazsa müdüre çıkıp her şeyi anlatacağımı ve onu okuldan attıracağımı söyleyeceğim. Sen karışmayacaksın."
"O halde şu satıcıyı nasıl bulacağım onu söyle."
"Siyah eski bir minibüsü olduğunu biliyorum. Okulun aşağısında çıkışta oturup dinlendiğimiz bir park var o çevrede dolaştığını duydum. Ve sanırım.. şu an arkanda."
Tam arkamı döneceğim sırada kolumdan tutup beni durdurdu. Tarif ettiği minibüs yanımızdan geçip giderken içeride tam görmediğim bir adam ile üniformalı bir öğrenci gördüm. Umut'un tarif ettiği gibi yolun aşağısına doğru ilerlemeye devam etti.
"O Murat'tı."
"Hemen okuluna giriyorsun ve gelince de Murat'la konuşmuyorsun ben halledeceğim." Onu arkamda bırakıp minibüsü gözden kaybetmemek için hızlı adımlarla yolu takip ettim.
"Ama böyle konuşmamıştık!" Arkamdan seslenmesini umursamadan devam ettim. Bu işi kendim halletmeliydim. Umut'un benim kadar korkutucu olabileceğini düşünmüyordum.
Parka gelince araç hızını azaltmış ve sağdan izbe bir sokağa girip durmuştu. Önce uzaktan izlemeyi tercih ettim. Sürücü kapısı açılıp dışarıya pantolonu belinden düşmek üzere, kazağı söküklerle dolu, boynundan kaşına kadar dövmeli 40 yaşlarında serseri tipli bir zargana çıktı. Murat ise ondan daha da zarganaydı. Ben bunları bu halime rağmen çiğ çiğ yerdim.
Sürgülü kapıyı açıp minibüsün arkasına geçtiler ve kirden grileşmiş perdeyi çekip kapattılar.
Sabahın erken saati olduğu için etraf henüz sakindi. Yine de etrafımı kontrol ederek parkın içinden geçip karşıya geçtim. Amacım cama tıklatmaktı ama bana gerek kalmadan Murat kapıyı açmış inmek için hazırlık yapıyordu. Arabanın içinde uzun boyundan dolayı iki büklüm olmuştu ve ineceği basamağa baktığı için beni görmemişti.
"Sürpriz!"
Şaşkınca başını kaldırdığında tavana çarpmıştı bunu fırsat bilip dışarı çıkmasına izin vermeden göğüsünden ittirdiğim gibi geriye doğru sendeleyip yere düşmüştü. Hızla ileriye atılıp içeriye girdim ve kapıyı sertçe arkamdan kapattım. Bir metrekarelik alanda 3 kişi kalmıştık ve kimsenin kaçacak bir yeri yoktu. Hele benden kaçışları hiç yoktu.
Korkuyla karışık şaşkın iki göz beni bulurken satıcı adamın beline doğru hamle yaptığını gördüm. Bu hareketlerle daha önce çoğu kez karşılaşmıştım ve ne yapmam gerektiğini çok iyi biliyordum. Belinden ne çıkarırsa çıkarsın onu alıp müsait bir yerine monte edecektim o kadar. İnsanları zehirlemek hele ki benim kardeşimi zehirlemek neymiş görecekti o. Bileğinden kavrayıp o ulaşamadan elini geriye doğru ittim ve yüzünün ortasına hiç ummadığı kadar sert bir yumruk geçirdim. Adam aldığı darbeyle afallarken ben elimin acısını belli etmemeye çalıştım. Gücümü fazlasıyla orantısız kullanmıştım ve bu beni bile sarsmıştı.
Olaylar karşısında bir saniyeden fazla şoka girmemem gerektiğini zihnim kırmızı alarmlar çalarak bana hatırlatmıştı. Elimi adamın pantolonuna götürdüm ve kemerinin arasına sıkıştırdığı çakıyı tek hamlede çekip aldım.
"Hmm. Biliyor musunuz bunları silahlardan daha çok seviyorum. Yarası kolay kolay kapanmıyor." Hiç beklemeden tek düğmeyle bıçağı açığa çıkarttığım gibi adamın baldırına sapladım. Ve bunu yaparken içimde büyük bir arzu oluşmuştu. Bunu yapmayı deli gibi istiyordum. Can yakmayı, kan akıtmayı istiyordum. Zerre pişmanlık duymadan devam ettim.
Hayatım boyunca yaşadıklarımın getirdiği öyle büyük bir öfke vardı ki içimde bu bütün insanlığa dağılmışta herkes benim düşmanımmış gibiydi. Herkes güvenilmez, herkes hain, herkes yalancıydı.
Adamın acı çığlığı arabada yankılanırken küçük Murat kaçmak için bir hamlede bulunsada onu yakasından tuttuğum gibi adamın yanınadaki boşluğa yapıştırdım.
"Kimsin sen!" Adam hem acıyla haykırıyor hem de şahsıma ağır küfürler ediyordu.
Çenesinden tuttuğum gibi sertçe geriye yatırdım onu.
"Kulaklarını aç ve beni iyi dinle orospu çocuğu!" Ağzından bir küfür daha çıktığı anda hala bacağına saplı olan bıçağı tutup yerinde oynatmaya başladım.
"Abla bırak beni gideyim. Yemin ederim tanımıyorum bu adamı!"
"Kes sesini! Daha senin sıran gelmedi." Murat olduğu yerde iyice küçülürken altına kaçıracak gibi duruyordu.
"Seni bir daha bu mahallede görürsem seni bu arabaya zincirler ve sen içindeyken diri diri ateşe veririm bu külüstürü. Değil bu mahalleye adım atmak yanından bile geçersen sana bu dünyayı dar ederim. Duydun mu beni!?" Eğer biraz daha adamın çenesini sıkarsam bazı çatırdamalar duyabilirdim.
"Duydun mu dedim!?"
"Duydum! Duydum!" Adam can havliyle haykırıp onu bırakmam için yalvardı.
"Bir daha çocuklara uyuşturucu satmayacaksın!"
"Satmıcam! Bırak beni gideyim! Yalvarırım çıkar şu bıçağı!" Güzel.
Bıçağı çıkarttım ama hareket etmesine izin vermeden saçını tuttuğum gibi çekip kafasını cama yapıştırdım. Zaten kendinden geçmek üzereydi şimdi tam olmuştu.
Sıra sana gelelim bakalım küçük.
Murat koltuğa iyice pısmış bu tarafa bile bakamıyordu.
"İn lan aşağıya!" Emrimi alıp hızla harekete geçerken kapıyı açtığı anda attığım tekmeyle yeri boylamıştı.
"Ben bir şey yapmadım. Lütfen bana zarar verme!" Yerde iki büklüm yatıp eliyle yüzünü kapatmıştı. Ben sana yapacağımı bilirdimde dua et çocuksun daha.
"Kalk ayağa! Çıkar telefonunu!" Dediğimi yapıp telefonunu çıkardı ve bana doğru uzattı.
"Polisi arıyorsun ve bu adamı ihbar ediyorsun."
"Ama..-"
"Dediğimi yap!" Çaresizce başını sallayıp dediğimi yaptı. Polisi aradı ve adamı ihbar edip adresi verdi. Ortadan kaybolmak için en fazla 5 dakikam vardı. Bu süre bana yeter de artardı bile.
"Sana gelince.." Birkaç adım üzerine doğru yürüyüp iyice köşeye sıkıştırdım onu.
"Beni hatırladın mı?"
"E-evet. Umut'un ablasının sen. Dövmecide görmüştüm." Güzel. Elimdeki çakıyı gözünün önünde sallayıp ucundaki kanı kravatına sürdüm.
"Bir daha Umut'a yaklaşmayacaksın, onunla konuşmayacaksın, gözünün ucuyla dahi bakmayacaksın. Anladın mı?"
"Anladım."
"Aferin. En ufak bir hatanı yakalarsam bir dahakine bu bıçak senin kanınla lekelenir haberin olsun." Korkudan dili tutulmuş gibi sadece hızlıca başını salladı.
Uzaktan polis siren seslerini duyduğumda artık gitmem gerektiğini anladım.
"Unutma bir dahakine bu adamın yerinde sen olursun. Git şimdi kimseyede bir şey çaktırma." Derin bir nefes alıp koşarak uzaklaştı benden. Arkasına bakmadan okul yokuşunu tırmanıp gözden kayboldu.
Polis arabaları gittikçe yaklaşırken sokak aralarına girip kayboldum. Kanlı elimi dikkat çekmemek için montumun cebine koydum.
Bir insanı bu raddeye getirmek kolay değildi. Bundan zevk almasını sağlamak ise hiç normal değildi. Bir insanı hele ki benden yaşça küçük olan bir çocuğu bu şekilde hırpalayıp korktumam ne kadar doğruydu bilmiyorum ama bundan hiç rahatsız değildim. Artık hiçbir şeye hiçbir kimseye en ufak tahammülüm kalmamıştı. Ben yüz verdikçe tüm iyi niyetim sömürülmüştü ve içimde insanlık namına çok az bir duygu kırıntısı kalmıştı. Artık eskisi gibi vicdanlı değil önüme çıkan herkese karşı acımasızdım. Masum veya suçlu, küçük, büyük, iyi, kötü kim olursa, karışma kim çıkarsa benim gazabıma uğrayacaktı ve ben can yakmaktan asla vazgeçmeyecektim.
Polisin radarına girmemek için okulun alt sokağından dolanıp yolumu fazlasıyla uzatmıştım. Sonunda Umut'u bıraktığım ana kapının önüne gelince sırtımı okulun duvarına yaslayıp önümden geçen ambulansın hızla yokuş aşağı inişini seyrettim. Geber orospu çocuğu!
"Pişt!"
Önüme baktığımda Selin'i kırmızı bir arabanın sürücü koltuğunda oturmuş ve bana sırıtırken bulmuştum. Selin ve.. araba?
"Bu nereden çıktı?" Arabanın önünden dolaşıp ön koltuğa yerleştim ve ilk işim emniyet kemerini takmak oldu.
"Benim yeni bebeğim." Direksiyonu usulca okşayıp ortasını öptü.
"Nasıl? Beğendin mi?"
"Ehliyetin yok sanıyordum."
"Yoktu zaten.. düne kadar."
"Selin! Lütfen araba sürmeyi gerçekten ama gerçekten bildiğini söyle."
"Tatlım sürmeyi beceremeseydim bana bu ehliyeti vermezlerdi değil mi?"
"Becerememiş olabilirsin zaten." Yola çıktığımızdan beri bir kere bile aynaları kontrol ettiğini görmedim. Ayrıca dönerken sinyalde vermemişti.
"Beceremiyorsam nasıl ehliyet verdiler o zaman?" Bakışlarını yoldan ayırmadan, dudaklarını öne doğru büzmüş hafif ciddi bir ifadeyle öndeki arabayla arasındaki mesafeyi korumaya çalışıyordu.
"Öğretmeni ayartmış olabilirsin."
"Duymamış sayıyorum." Yerimde rahatsızca kıpırdanıp temiz olan elimi el frenine yakın tuttum. Tehlikeyi hissettiğim anda freni çekip kendimi dışarıya atıcaktım. Bir kaza faciası daha kaldıramazdım.
"Islak mendilin var mı?"
"Torpido gözünde olacaktı."
Elimi montumun cebinden çıkartıp torpidoya uzandım. Tüm dikkatini yola verdiği için görmemesini ummuştum ama elim koyu kırmızıya bulandığı için beni gör diye bağırıyordu resmen.
"Hih! Ne oldu sana!?" Ani bir frenle ikimizde öne doğru eğilip sertçe arkaya yaslandık.
"Önemli bir şey değil." Elimdeki çakıyı gördükten sonra iyice gerildi. Çünkü elimde herhangi bir yara izi yoktu ve bu da kurumuş kanın benim olmadığını gösteriyordu.
"Ne yaptın sen!?"
"Okulun önüne uyuşturucu satıcısı gelip Umut'u rahatsız etmiş bende gerekeni yaptım." Sakince olanı biteni yüzeysel özetleyip elimi ıslak mendille temizlemeye koyuldum.
"Öldürdün mü?"
"Öldürmek istedim." Başımı yana doğru çevirip umursamaz gözlerimi onun endişeli gözlerine diktim.
"Ama yapmadım. Küçük bir hediye bırakıp polise teslim ettim."
"Korkutuyorsun beni."
"Sadece kardeşimi koruyorum. Bıraksaydımda onu zehirlemelerine izin mi verseydim?" Haklıydım. Haklı olmanın getirdiği öfke bambaşka bir boyutta oluyordu.
"Kullandı mı hiç?"
"Bir kere. Yakalamasam devamı gelebilirdi."
"Korumacı olmanı anlıyorum ama bu fazla değil mi? Bıraksaydın da polis halletseydi." Bir şey demedim. Umut o gece nasıl hastalanıp acı çektiyse o adamında acı çekmesini istemiştim.
Elimi temizledikten sonra çakıyı da iyice temizleyip bıraktığım parmak izlerini sildim ve peçeteye sarıp hemen ilerimde duran çöp kutusuna doğru fırlattım.
"Eğer başına bela alırsan her şey açığa çıkabilir biliyorsun değil mi?"
"Umrumda değil Selin. Umrumda olan tek şey Umut. Onun için her şeye katlanırım."
Tekrar önüne dönüp başını iki yana salladı ve yola devam etmeye başladı.
"Değişmemişsin."
"Hangi manada?"
"Ne olursa olsun kendini feda etmeye hazırsın. Tüm bu olanlardan sonra kendinden başka kimseyi düşünmezsin sanıyordum."
"Düşünmüyorum zaten. Umut hariç. Sonuçta kardeşim o benim. Onuda düşünmek zorundayım."
"Başka kardeşlerinde var biliyorsun değil mi?" Çenemi kaşıyan elim havada asılı kaldı.
"Selin.. yapma."
"Canını yakmak için söylemiyorum ama hiç mi merak etmiyorsun?" Arabayı tekrar sağa çektiğinde bir süre sessizlik oluştu. Merak etmez olur muydum? Deli gibi merak ediyor, deli gibi özlüyordum onları. Kerem'i bile özlemiştim. Kısacık bir an tanışma fırsatı bulsamda kendini ilk andan itibaren sevdirmişti bana.
"İdil'i merak etmiyor musun?" Bir an için nefes alamadığımı hissettim. Ama iyi olduğunu biliyordum. Anıl öyle söylemişti. Böyle bir konuda yalan söyleyeceğini düşünmüyordum.
"Ediyorum. İyi mi?" Bir an için vereceği cevaptan korktum. İyiydi değil mi?
"İyi." İçim rahatlamış gibi derin bir nefes aldım.
"Evleniyor." Evlenmek?
"Ne!?"
"A-anlamadım? Evleniyor derken?"
"Bugün nikahı var." Ağzım şaşkınlıkla açılırken tutunacak bir yer aradım. Evleniyor mu? Benim küçük kız kardeşim evleniyor mu?
"Bora ile mi?" Sadece başını salladı.
"Neden bu kadar erken?" Benim üzerimden henüz 1 yıl bile geçmemişti.
"Sanırım yalnız kalamıyor. Senden sonra tek dayanağı Bora olmuş. Zaten bir süredir birlikte yaşadıklarını duymuştum."
"Anlaşabiliyorlar mı ki? Eskiden sürekli ayrılıyorlardı. Bora İdil'e iyi bakabilir mi? Onu gerçekten seviyor mu? Koruyabilir mi onu?"
"Hazal... Kalbini kırmak istemiyorum ama sen ona veda bile etmeden arkanda bıraktın onu. Sana ihtiyacı olduğunu bile bile gittin. Savunmasız bıraktın. Bora onu korur ve eğer bir gün karşısına çıkmaya karar verirsen onu senden bile korumak zorunda kalabilir." Kalbimi kırmak istemediğini söylemişti ama fazlasıyla kırmıştı. Ve ben bunu haketmiştim. Fazlasıyla hak ediyordum çünkü dediği her şeyde haklıydı. İdil'i arkamda bırakmıştım. Onu yüzüstü bırakmıştım.
"Toparla kendini. Nikaha geç kalacağız."
"Ne!? Nikaha mı gidiyoruz?"
"Kardeşinin nikahını kaçıracak değilsin herhalde."
"Selin.. nasıl gideyim ben? Herkes beni öldü sanıyor."
"Merak etme kimse seni tanımayacak." Ciddi miydi o? Yoksa benimle dalga mı geçiyordu?
"Gidemem çok riskli."
"Bu kadar korkak olma. Kılık değiştirmen için birkaç parça eşya getirdim. Günün sonunda bana minnet duyacaksın."
"Selin herkes orada olacaktır. Öykü, Doruk... Savaş.. ve ailesi. Ben gidemem."
"Uzaktanda olsa göreceksin. Hangi abla kardeşinin nikahına gitmek istemez ki?" İsterim. Çok isterim. Ama yapamazdım. Göze alamazdım. Yakalanmayı değil onu görmeye dayanamazdım. Zaten hayaliyle yaşamaktan kafayı bozmuştum şimdi onu canlı bir şekilde karşımda görmeyi kaldıramazdım.
"Yapamam." Elimi çırpınışlarını doruk noktasına ulaştıran kalbime götürdüm. Onu görmek bana iyi gelmeyecekti. Biliyorum. Gördüğüm anda o geceyi tekrar yaşayacaktım. Kalbimde o hayalkırıklığını en dibine kadar hissedecektim. O geceki gibi olmak istemiyordum.
"Hazal! Sakin ol! Duyuyor musun beni!" Başımı koltuğun başlığına yaslayıp gözlerimi kapattım. Artık ağlamayacağıma söz vermiştim ama elimde değildi.
Selin panikle ne yapacağını şaşırmış eliyle bana hem yelpaze yapıyordu hem de hızlı hızlı bir şeyler söyleyip benimle birlikte derin nefesler alıyordu.
"Tamam götürmeyeceğim sen yeter ki sakin ol. Böyle olacağını bilseydim teklif bile etmezdim. Sende istersin sanmıştım." Kendimi tutamayıp hıçkırıklara boğulduğumda acılarım tek tek parçalanmış ruhumdan sızmaya başlamıştı. Ben toparlanmaya çalışıyordum ama bazı parçalar arasındaki çatlaklar kapanmıyordu.
"Korkuyorum."
"Gitmiyoruz. Kimse seni görmeyecek."
"Onu görünce kalbimin yumuşamasından korkuyorum. Dayanamayıp koşup sarılmaktan korkuyorum. Karşısına geçip ölmedim yaşıyorum sadece seni cezalandırmak istedim ama dayanamıyorum diye haykırmaktan korkuyorum."
"Her şeye rağmen ona bir şans daha vermek istiyorsun değil mi?" Derin bir nefes alıp avucumun içiyle yanaklarımı kuruladım.
"Her şeye rağmen. Bir kere görsem onu gururumu ayaklarımın altına almaya öyle hazırım ki."
"O halde şunu bilmelisin. Aksine seni inandırmaya çalışsamda doğruymuş. O gece nişanlanmış." Dudaklarımı kanatırcasına ısırıp başımı başka yöne çevirdim. Biliyordum. Gözlerimle görmüştüm zaten.
"Ama o gece atmış nişanı. Neden böyle bir şey yaşandı hiç anlamıyorum. Abimde daha fazlasını bilmiyor." Sadece başımı salladım. O yüzüğü kızın parmağında gördüğümde öyle zoruma gitmişti ki. Neden bana bunu yaptı bende hiç anlamıyordum. Kendini bana o kadar farklı tanıtmıştı ki Anıl'dan intikam almak için beni kullanacağını aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Öyle güzel rol yapmıştı ki ondan en ufak şüphe dahi duymamıştım. Öyle güzel sevmişti ki, beni kendi cehennemimden kurtarıp cennetinin kapılarını sonuna kadar açmıştı bana. Bir insan böyle bir şeyi nasıl yapardı? Bu kadar gerçekçi bir sahtelik nasıl olabilirdi?
"Gidelim."
"Nereye gitmek istersin?"
"Nikaha."
"E-emin misin? Az önce-"
"Gidelim Selin. İdil'in yanında olmak istiyorum. O beni görmese bile hisseder."
Zor olacaktı biliyorum ama gitmeliydim. Bunu bile bile gitmemek duyduğum vicdan azabını ikiye katlardı. Hem ona zarar gelmesinden korkmuştum hem de kendi bencilliğimden onu terketmiştim.
Uzak bir köşede gizlenip izlerdim onu. Başımı başka yöne çevirmeden, özellikle de görmek için can attığım yönlere çevirmeden sadece kardeşimi izleyecektim.
"O zaman.." Arkaya doğru eğilip bir sırt çantasını kucağıma fırlattı.
"Bunları takmak isteyebilirsin." Çantayı aralayıp içindekilere göz attım. Gözlük, maske, şapka.. peruk?
"Ben buradayım diye bağırmak için mi?" Gözlerini devirip önüne döndü ve arabayı çalıştırıp yola koyulduk.
Tepeden topladığım saçlarımı açıp serbest bıraktım. Aylardır makas dahi vurmamıştım ve artık belime kadar uzanmaya başlamışlardı. Saçlarımı ortadan ikiye ayırıp yanaklarımı örtecek kadar öne getirdim. Çantadan güneş gözlüğünü çıkarıp taktım yüzümün geri kalanını kapatmak içinde boynuma sardığım atkıyı biraz yukarıya çektim. Gözüken tek şey burnumdu ve fazlasıyla komik gözüktüğümü biliyordum.
Yol boyu hiç konuşmadık. Birçok şey söylemek istediğini ama kendini tuttuğunu biliyordum. Hatta muhtemelen bu oyuna son vermemi ve eski yaşantıma geri dönmem gerektiğini düşünüyordu. Ama bu istediğim zaman başlatıp istediğim zaman bitirebileceğim bir oyun değildi. Başladıysam sonunu getirmem gerekiyordu. Herkes hakettiğini bulacaktı tıpkı benim gibi.
"Geldik." Öyle dalıp gitmiştim ki arabanın durduğunu dahi farketmemiştim. Karanlık otoparkta sadece bizim üzerimizde ışık yanıyordu. Selin arabadan inip kabanını arka koltuğa bıraktı. Üzerine göbeğini açıkta bırakan siyah askılı bir bluz altına ise siyah dar bir etek giymişti. Spor ayakkabılarınıda çıkarıp yerine topuklular giydiğinde hazırlanması bitmişti.
Ona nazaran ben siyah şişme bir mont ve siyah bir pantolon giymiştim. Montumun cep kısmı ile tırnaklarımın arası hala kan lekeleriyle doluydu. Yüzümde kocaman bir güneş gözlüğü ile geniş bir kırmızı atkı vardı. Saçlarımı boynumla atkımın arasından çıkartıp serbest bıraktım.
Büyük bir heyecan etrafımı sarmıştı. Aylar sonra ailem sandığım, dostum dediğim insanları görecek olmak hem beni germiş hem de anlamsız bir mutluluğa kapılmıştım. Her ne olmuş olursa olsun büyük bir özlem duygusu kaplamıştı içimi.
Otopark boyunca yürüyüp bir binanın -2. katına varmıştık. Asansöre binip 3. katta indik. Her bir adımda kalbim tekliyor gibiydi. Karnıma sancılar giriyor, vücudum alev alev yanıyordu. Etraf çok kalabalıktı. Birden fazla nikah salonu vardı ve bu kadar özenle hazırlanmış insanın arasında tek göze batan bendim. Kapalı mekanda güneş gözlüğüyle gezmemde ayrı bir trajikomikti. Sonunda bir kapının önüne geldiğimizde kapıda dikilen adam bizi durdurdu ve davetiyemizin olup olmadığını sordu.
"Yalnız bu davetiye tek kişilik." Adam Selin'in verdiği davetiyeyi yandaki kutuya atıp listeden Selin'in adını sildi.
"Üzgünüm ama davetiyeniz yoksa sizi alamam."
"Kendisi benim arkadaşım. Sorun olacağını sanmıyorum." Selin kolumu tutup içeriye doğru bir adım attığında adam tekrardan bizi durdurdu.
"Kurallarımız çok net. Düğün sahibinin rızası olmadan alamam sizi." Bu ana kadar ağzımı açıp tek kelime etmemiştim ve şu andan itibaren nefes dahi almıyordum artık. Hissettiğim nefes, etrafımı saran koku, çırpınan kalbimi durma derecesine getiren o ses.. tam arkamda duran beden. O. Tam arkamda, bir nefes kadar yakınımdaydı.
"Selin? Ne oluyor?" Başımı yana çevirip Selin'e baktım. Tıpkı ona da benim gibi kal gelmiş gibiydi. Bir bana bir de Savaş'a bakıyor ama ağzını açıp tek kelime etmiyordu.
O buradaydı.
Tam arkamda.
Sesi yorgundu.
Bakmaya doyamadığım gözleri üzerimdeydi.
Açtığı yara tam kalbimdeydi.
"Benim.. misafirim. Davetiyesi yok diye almıyorlar içeriye." Hareketlendiğini hissettim. Bir adım attı tam yanımda durdu. Anlık bir cesaretle başımı ona doğru çevirdim ama gözlerimi yukarıya kaldırmaya gücüm yoktu.
Sonra birden alışmış olduğum beni baştan çıkaran o kokuyu aldım. Nefeslerim sıklaştı, bedenim titredi. Gözlerimi açtım. Beni baştan aşağı süzen gözlerine bakmayı başardım sonunda. Beni öldürmeyi başaran o elalara aylar sonra baktım. İçinde nefes aldığım küçük ormanları gördüm. Saatlerce bakıp hayale daldığım mavileri izledim.
Aylardır hasret kaldığım yüz karşımdaydı işte. Unutmaya çalıştığım ama beceremediğim, nefret beslemek istediğim ama kıyamadığım yüz karşımdaydı. Yeni tıraş olmuş, yanağını kesmiş. Öpmek istedim. Dudaklarımı o yaraya bastırıp iyileştirmek istedim. Kollarımı boynuna sarıp yanındayım diye fısıldamak istedim. Ellerimi ellerine kenetleyip onu hayalimize sürüklemek istedim. Çok şey istedim. Yaşanan her şeyin koca bir kabus olmasını diledim. Hemen şu an uykudan uyanıp koşup ona sarılmak istedim. Ayrılınca ölmek değil ancak ölünce ayrılmak istedim. Onu istedim. Sadece onu diledim.
Beni baştan aşağı süzüp sonunda beni tanısın istedim. Bana doya doya sarılsın, beni sevdiğini söylesin istedim. Saçlarımı okşasın, burnumu öpsün, ellerimi tutsun istedim. Bedenimi sıkıca sarsın ve bir daha asla bırakmasın istedim. Bu ızdırap son bulsun artık istedim. Onu affetmek istedim.
Ama istediğim hiçbir şey olmadı. Ne o beni tanıdı ne de ben onu affedebildim. Son bir cesaretle tekrar gözlerine baktım. Ansızın göz göze geldik. Uzun uzun saçlarıma baktı. Sonra bakışlarını tekrar gözlerime çıkardı. Saatlerce bakmak istememe rağmen başka yöne çevirdim başımı.
"İyi gördüm seni." Bir şey demedi. Sadece içli bir nefes aldı. Yorgundu. Paçalarına çamur bulaşmıştı.
"Daha dün gitmiştin." Tıpkı o da benim gibi ayakkabılarına bakıyordu. Nereye dün gitmişti?
"Hergün. Onu yalnız bırakamam." Neyden bahsettiklerini anladığımda kendimden geçecek gibi oldum, tutunacak bir yer aradım. Neyseki Selin imdadıma yetişip koluma girmişti.
Göğüsüm sıkışıyor, nefesim daralıyordu. Savaş'ın hergün mezar ziyaretine gidiyor olduğu gerçeği aklımı kaçırmama neden olacaktı. Hergün boş bir mezarı ziyaret ediyordu. Hergün bana geldiğini sanıyordu. Ben hergün ona gitmemek için kendimi zor tutarken o hergün bana geliyordu. Ama.. neden?
"Birazdan başlayacak geçin hadi içeriye." Selin kolumdan tutup beni çekiştirirken ayaklarım arada birbirine dolanıyor ve sendeliyordum.
"Yalvarırım bayılma." Selin etrafa her şey yolundaymış gibi gülücükler saçarken ben içimde amansız bir savaş veriyordum. Oynadığı oyunda bir piyondan ibaret olduğumu sandığım kişinin gerçeğinde daha fazlasıydım. Beni unutmamıştı. Unutmuyordu. Böyle bir çabası bile yoktu. Aksine hergün benimleydi. O zaman neden beni kullanmıştı? Bana neden bu kötülüğü yapmıştı?
"Bir terslik var." Arkalarda bir masaya geldiğimizde elim ayağım tutmayı bırakmış ve sandalyenin birine yığılmıştım.
"En başından beri bende aynı şeyi söylüyorum zaten. Bak kendi gözlerinle de gördün ne hale geldiğini. Sen ona böyle acı çektiresin diye mi ondan vazgeçtim ben?" Daha fazla nefes alamayacağımı anladığımda boynuma doladığım atkıyı çekiştirip çıkarmak istedim.
"Napıyorsun! Bir gören olacak." Yüzümü açtığım gibi Selin tekrardan kapatmıştı.
"Bak.. sakinleş tamam mı? Nikah bitene kadar hiçbir şey yapmıyorsun. Sonrasında bir çaresine bakacağız."
"Duydun değil mi? Hergün dedi. Hergün! Hergün mezarlıkta." İçimden aynı kelimeyi defalarca tekrar ettim. Hergün..
"Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? O itti beni kendisinden! Kullandı, aldattı, yalan söyledi! Neden hala devam ediyor!? Anlamıyorum!"
"Şşt! Hazal bak dikkat çekmeye başlıyoruz. Anlıyorum kafan karıştı ama böyle devam edersen bu sefer ortalık karışacak. Bak etraf seni tanıyan insanlarla dolu lütfen sakin ol ve nikahın bitmesini bekle."
"Benim.." Nefes nefese kalmış gibi bir süre soluklandım. Kendime gelmeliydim. Haklıydı burası ne yeri ne de zamanıydı.
"Benim elimi yüzümü yıkamam lazım." Yerimden kalktığımda Selin de benimle birlikte kalktı.
"Sen kal. Hemen gidip geleceğim."
"Olmaz!"
"Burada kal Selin daha fazla dikkat çekmeyelim. İyiyim ben merak etme." Dediğimi yapıp oturmaya devam etti. Bende başımı öne eğip hızlı adımlarla salondan dışarıya çıktım. Duyduğum birçok tanıdık sese dönüp bakmadım bile. Arkadaşlarımı görürsem daha da fena olacaktım çünkü.
Sonunda koridorun sonundaki kadınlar tuvaletine girip kendimi tutmayı bıraktım ve hıçkırıklarım serbest kaldı. Beni boğan ne varsa çıkartıp fırlattım mermere.
Ne yapıyordum ben? Ne işim vardı burada? Tahmin etmeliydim bu hale geleceğimi. Dağılmaya yer arıyordum zaten. Daha mı iyi oldu şimdi? Bir şeyleri içimde halletmeye çalıştıkça daha da dibe batıyordum.
Musluğu açıp soğuk suyu sertçe yüzüme çarptım. Kendine gel. Kendine gelmek zorundasın. Çözeceksin bu işi. Amacı neymiş öğreneceksin. Neden hala beni bırakmadığını öğrenecektim ve sonra bir daha onu asla görmeyecektim. Umut'u da alıp defolup gideceğim bu şehirden. Önce zihnimi kurcalayan şeyleri açıklığa kavuşturacaktım sonra gidecektik. Onu tamamen arkamda bırakacaktım. Evet öyle yapacaktım.
Ellerimi dayayıp güç aldığım mermeri bırakıp doğrulduğumda tam arkamda dikilen suretle aynadan göz göze geldim. Tam o anda film kopmuştu artık. Buraya gelmenin sonumu getirebileceğini hesaba katmalıydım. İlk şoku attıktan sonra korkuyla yoğun bir özlem hissi arasında kaldım.
"Ölmek korkakların işidir küçük hanım."
Yakalandım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |