
Kimseyi unutmuyoruz. Çuval gibi sırtımızda taşıyoruz kaybettiklerimizi. Bazen şükrediyoruz bazen sabrediyoruz bazense küfür ediyoruz ama asla vazgeçmiyoruz. Tilki gibi dolanıyorlar aklımızda. Ölen de aynı, geride kalan da, terk eden de. Hepsini hayal olarak hatırlıyoruz ve öyle yaşamaya alışıyoruz. Bazen hiç çıkmıyor aklımızdan bazense görmezden gelip devam ediyoruz. Evet aklımızda, kalbimizde ama yanımızda değil. Bazen üstlerine siyah bir örtü örtüp yoklarmış gibi davranabiliriz. İnkar edemeyiz ama görmezden gelebiliriz.
Peki insan hayalindekini karşısında gördüğünde ne yapar? Ne tepki verir? Görmezden gelemeyeceği kadar yakınındaysa, tam arkasında, aynaya yansıyan hüzünlü gözler tam üzerindeyse ne yapar?
Soğuk mermerden destek alarak arkamı döndüm. Bana sinirli miydi, öfkeli miydi yoksa beni özlemiş miydi anlayamıyordum. Daha kendim bile ne hissettiğimi bilmiyordum.
"Ben.." Ne diyecektim ki? Seni, hepinizi kandırdım ve dönülmez bir oyunun içine sürükledim. Biliyorum çok canınızı yaktım ama gitmek zorundaydım mı diyecektim?
"Gel buraya!" Bunu bekliyormuş gibi elini uzattığı anda tutup tek bir adımda kendimi kollarının arasına bıraktım. Uzun zaman sonra ilk defa başımı güvenle bir yere yaslayıp gözlerimi huzurla kapattım. O an anladım yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu. Öfkeme yenik düşüp sevgili görünümlü düşmana ceza kesmek isterken tüm sevdiklerimi cezalandırmıştım. Ağır bir pişmanlık çevremi sararken kollarımı daha çok sardım bedenine.
"Özür dilerim." Tek eliyle saçlarımı okşarken olduğum yere daha çok yerleştim.
"Hiç inanmadım ki." Başımı kaldırıp beni sorgusuz sualsiz kabulenmesine minnetle baktım.
"Seni çok özledim.. abi."
"Bende seni özledim küçük kardeşim." Yanaklarımdaki ıslaklığı parmaklarıyla silip alnıma küçük bir buse kondurdu.
"Geçti artık. Yalnız değilsin ben varım artık." Geçti demekle geçmiyordu. Keşke geçseydi ama geçmiyordu. İnsan bu başına gelenlerin üzerinden geçip gidemiyordu. Ne üzerine basabiliyordu ne de üzerinden atlayabiliyordu. Ruhuna yapışıp kalan bir parça gibi ölene kadar onunla yaşayacaktı.
"Ama bu cezasız kalacağın anlamına gelmiyor biliyorsun değil mi? Önce bana güzelce hesap vereceksin sonra bir güzel azar işiteceksin sonra da.. sonrasına bakacağız." Alttan alttan pişmanlıkla bakıp başımı başka yöne çevirdim. Suçluydum.
"Ne desen haklısın."
"Haklıyım. Bundan böyle gözümün önünden ayrılmayacaksın. Şimdi sakin bir yere gidip konuşalım." Elimden tuttuğunda panikle çektim elimi. Gidemezdim ki.
"Öylece çıkamam dışarıya. Kimsenin beni görmemesi lazım."
"Hazal bitti artık.."
"Abi yapamam. Tamam gidelim bir yere konuşalım her şeyi anlatacağım sana. Sende bana hak vereceksin. Bu öylece bitirebileceğim bir şey değil."
"7 aydır köşe bucak kaçıyorsun ve sana hak vereceğim öyle mi?"
"Böyle söyleyince haksız gözüküyorum biliyorum hatta haksızımda ama durduk yere böyle bir şey yapmadım ben. Ben buna mecbur bırakıldım. Yaşamak için ölmem gerekiyordu ve bende gerekeni yaptım." Evet hatalıydım ama tek hatalı ben değildim ve başkalarının bana yaptığı hata benim yaptığımdan kat kat ağırdı.
Hızla mermere attığım atkıyı ve gözlüğü takıp yüzümü kapattım. Bu tavrıma ne kadar sinirlense de bir şey demedi. Şu an önemli olan beni açığa çıkarması değil bunca zaman ne halt ettiğimi öğrenmekti.
"Sen git. Nikahtan sonra otoparkta buluşalım."
"Kaçmayacağını nereden bileceğim?"
"Abi..!" Neden kaçayım ki?
"Aylardır ortada yoksun benim güzel kardeşim. Sana güvenmiyorum." Ağzım şaşkınlıkla açılırken ne diyeceğimi bilemedim. Sanki haklı gibiydi.
"Söz veriyorum artık senden kaçmayacağım." İkna olması için elini iki avcumun arasına alıp sıktım.
"Lütfen. Olay çıkarmadan gidelim buradan. İlk defa abi kardeş gibi oturup konuşalım. Sana ihtiyacım var, yardımına ihtiyacım var." Madem ona yakalanmıştım daha fazla ondan gizlenmeme gerek yoktu.
"Başın mı dertte?" Sadece başımı salladım. Başım dertte değildi. Aylar önce bütün dertlerden kurtulmuştum zaten. Ama Anıl öldüğünde ne yapacağımı bilmiyordum. Bir şeyler planlıyordum ama kolay değildi.
"Anlatacağım. Ama önce nikahı izlemek istiyorum."
"Tamam. Ama gözüm üzerinde. Nikah kıyıldıktan sonra birlikte ayrılacağız buradan."
"Söz veriyorum." Elini bırakıp kendimi toparladım.
"Kızlar tuvaletindesin şu an birine yakalanmadan git artık." Her an birisi gelip bizi görebilirdi ve dikkatleri üzerimize toplayabilirdi. Daha fazla beni germeden çıkıp gitti. Bana duyduğu güveni yerle bir etmiştim ve şimdi bunu tekrardan inşa etmem gerekiyordu.
Fazla oyalandığımı düşünüp çıktım tuvaletten ve hızlı adımlarla salona yürüdüm. Nikahın daha başlamamış olduğunu umdum. Başım önüme eğik hızla ilerleyip salon kapısından içeri girerken sertçe birinin omzuna çarpmış ve dengemi sağlayamayıp bir adım geriye gitmiş ve üzerine birde arkamdaki birisine çarpıp anca durabilmiştim.
"Ayy yavaş! Saçlarımı bozuyordun az daha!" Duyduğum sesle gözlerim fal taşı gibi açılırken kolumu tutan elle ikinci bir şoku daha yaşamıştım. Kalbim! Şu an! Duracaktı!
Salona girerken önce Öykü'ye çarpmış sonra geriye doğru sendeleyip Savaş'a çarpmıştım. Arkamı dönüp bakmama gerek yoktu çünkü ben onu dokunuşundan dahi tanıyordum. Eğer salondaki müzik ve insanların gürültüsü bir an için kesilseydi ve sessizliğe bürünseydi muhtemelen şu an herkes kalbimin atışını dinliyor olurdu. Kolumu tutan el geri çekildiğinde nefes almayı hatırlamış gibi derin bir nefes alıp tekrar tuttum nefesimi ve başımı çevirip arkama baktım. Bakmaya doyamadığım yüzüne son bir kez daha baktım. Onunda hissettiğini biliyordum. Saçlarımdan ayrılmayan gözleri her şeyi açıklıyordu. Çünkü o saçlarımı çok sevdiğini söylerdi. Özellikle de kokusunu severdi. Doya doya koklar öpücükler kondurdu. Sevmeyen insan böyle davranır mıydı?
"İnsan bir özür diler az daha omzumu çıkarıyordun da." Uzaklara dalıp giden elalardan gözlerimi çekip tekrar önüme döndüğümde sinirli bir çift göz beni baştan aşağı süzüyor ve muhtemelen ortama ne kadar da yabancı olduğumu düşünüyordu.
Ama ben cevap veremezdim ki. Konuşamazdım. Sesimi duydukları anda her şey alt üst olurdu. Eğer ortaya çıkarsam bu zamana kadar koruduğum her şey tekrar tehlikeye girerdi.
"Siz doğru geldiğinize emin misiniz? Kız tarafı kontenjanını tek başıma doldurduğumu düşünürsek.." bakışlarını omzumun üzerinden Savaş'a yöneltti.
"Savaş sen tanıyor musun bu hanımefendiyi?" Beni daha net görebilmek için gözlerini kısıp gözlüğün ardındaki gözlerimi görmeye çalıştı.
"Selin'in arkadaşı."
"Hmm öyle miymiş." Selin'in adını duyunca nasılda ekşitmişti yüzünü. Benim sevmediğim kişileri sırf ben sevmiyorum diye sorgusuz sualsiz o da sevmezdi ve içten içe kin beslerdi.
"Arkadaşı gibi sevimsiz bir özür bile dilemedi." Hiç çekinmeden benim yanımda Selin'e laf etmişti ve bundan rahatsızlık dahi duymuyordu. Ah Öykü.. Benim için kardeşten farkın yok canım dostum. Seni bütün o çatlaklıklarınla birlikte öyle çok özlemiştim ki. Koşup boynuna sarılmayı sabaha kadar dertleşmeyi, yaptığım şeylere rağmen koşulsuz beni desteklemeni öyle çok istiyordum ki.
"Aa canım! Lavabo dedin gittin gelmedin ne kadar da uzun sürdü öyle." Selin kurtarıcı kahraman gibi hemen yetişip koluma girmişti ve beni kendine doğru çekip ikisinin arasından çıkarmıştı. Böyle daha zordu çünkü gözlerim istemsiz sürekli Savaş'a kayıyordu.
"Dilini yutmuş herhalde." Gözlerim yuvalarından çıkacak gibi olurken tuttuğum nefesimi verip tekrar derin bir nefes aldım ve tekrar tuttum. Bana hitap ettiğini bilmek bile kalbimi altüst ediyordu.
Yabancı sandığı insanın saçları ona bir başkasını yani yine beni anımsattığını düşünürsek beni konuşturup sesimi duymak istemesi hiç garip değildi. Asıl garip olan bendim. Asıl garip olan üzerimdekiler ve sessiz oluşumdu.
"O biraz.. asosyaldir. Yabancı bir ortamda olduğu için iyice kendini kapattı. Siz kusura bakmayın. Biz en iyisi yerimize geçelim. Hadi canım gel." Kimsenin bir şey demesini beklemeden beni çekip aldı oradan.
"Teşekkür ederim Selin." Sessizce fısıldayıp yerime geçip oturdum. Beni yaşanması muhtemel büyük bir kaostan kurtarmıştı. Şu son bir ayda bana ne de iyi gelmişti öyle.
"Lütfen sadece yerinde otur ve nikah bitene kadar kalkma yeter. Emin ol sayende senden daha fazla gerildim."
"Beni tanıyacak sandım."
"Adamın dibine kadar girersen olacağı oydu. Sana nasıl baktığını gördüm. Emin ol şu gözlüğü çekip atmamak için kendini zor tuttu." Öyle miydi gerçekten? Ona dalıp gitmekten farkedememiştim bile.
"Hiç gelmemeliydim."
"Eğer rahat durmayı becebilirsen iyi ki gelmişim diyeceksin."
Büyük bir alkış tufanı koptuğunda heyecanla kürsüye doğru baktım. Doruk elinde mikrofonla dikilmiş birazdan gelin ve damadın geleceğini o yüzden herkesin dikkatini kapıya vermesi gerektiğini söylüyordu.
Son kez kapı tarafına doğru baktığımda Savaş'ın artık orada olmadığını gördüm. Ama tam o sırada içeriye girip gözleri anında beni bulan abim o dakikadan itibaren beni göz hapsine almıştı. Sahi onunla ne yapacaktım ben? Olan biteni anlatmalı mıydım? Anıl'la yaşadığımı biliyor muydu? Eğer biliyorsa ailemizin katilinin yanında ne işim olduğunu sormayacak mıydı? Sanırım her şeyi anlatmalıydım. Bu zamana kadar içimde tuttuğum yeterdi. Birilerinin beni anlamasına bana yardım etmesine ihtiyacım vardı ve Selin benim için yetersiz kalıyordu. Çünkü onun benim için yapacakları sınırlıydı ve açıkçası onu daha fazla bu işin içine sokup onunda hayatını mahvetmek istemiyordum. Sanırım bunun için en doğru kişi abimdi. Çünkü bu zamana kadar hiçbir şey için beni suçlamamış ve arkamdan iş çevirmemişti. Güvenebileceğim, sırtımı yaslayabileceğim bir tek o vardı. İlk defa birilerine dayanak olmak yerine artık benim birilerine dayanmam gerekiyordu. Çünkü dibi görmüştüm, ölümü tatmıştım. Şimdi kendime kuracağım yeni ailem ile yola çıkmalı ve bu yolda bana destek olacak birilerine ihtiyacım vardı. Anıl'ın ölümünden sonra Umut'un bana dayanmayacağını biliyordum. Benden başka kimsesi kalmayacaktı ama yine de benden destek istemeyecekti. Sadece varlığıma alışacak ama çoğu zaman beni görmezden gelecekti. Zaten bende ondan fazla bir şey istemeyecektim. Sadece aynı evin içinde güvenle yaşasak yeterdi. Bu noktada da devreye abim girerse fazlasıyla rahatlardım. Bizi güvende tutsa yeterdi. Daha fazlasını isteyemezdim zaten.
"Kurt gibi acıktım bir an önce bitsede bir şeyler yemeye gitsek."
"Abime yakalandım."
"Ne!?" Neyseki etraftaki gürültüden küçük çığlığı duyulmamıştı.
"Onunla gideceğime söz verdim."
"Peki bunu gürültü çıkarmadan halletmeyi nasıl başardın ve neden bu kadar rahatsın? Daha birkaç saat önce ifşa olacağını düşünüp panik atak geçiriyordun."
"Abart."
"Kendini benim gözümden görebilseydin emin ol bana hak verirdin." Belkide haklıydı bilmiyorum. O kadar diken üzerinde oturuyordum ki bir şeyi birkaç saniyeden fazla düşünemez olmuştum. Gözlerim sürekli etrafı tarıyor ve beni tanıyan birisi oldu mu diye kontrol ediyordum.
"Ne yapacaksın peki? Abinle mi kalacaksın yoksa o hiç sevmediğin babanla kalmaya devam mı edeceksin?"
"Anıl'da kalacağıma emin olabilirsin."
"Neden? Yeni bir kapı açıldı işte neden hala orada kalmak istiyorsun?"
"Sana bir sır vereyim mi?" Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı.
"Akıl sağlığım zarar görecekse söyleme."
"Susuyorum o zaman."
"Of Hazal! Yavaş yavaş söyle o halde. Bilmek istiyorum."
"Anıl ölecek."
"NE!" Bu sefer o kadar da şanslı değildik. Çevremizdeki birkaç beden bize doğru dönerken korkuyla yüzümdeki atkıyı biraz daha yukarıya doğru çekiştirdim ve kendimi iyice gizledim.
"Helal olsun sana. Bir düğünde olduğumuzu düşünürsek bu halime rağmen benden daha fazla dikkatleri üzerimize çektin."
"Sen ne dediğinin farkında mısın ya!? Adamı öldürmeye mi karar verdin?" Sabır dilenircesine gözlerimi kapatıp ağrımaya başlayan başımı ovaladım.
"Ben öyle bir şey mi dedim Selin? Evet zamanında öyle bir yemin etmiştim ama buna gerek kalmadı çünkü Anıl hasta. Sayılı günleri kalmış yani yakında hayatımdan tamamen çıkacak. Benimde o zaman gelene kadar o evde kalıp Umut'la aramı düzeltmem lazım."
"Katil olacaksın diye ödüm koptu." Sanırım daha önce birini öldürdüğümü gizlesem iyi olacaktı.
"Saçmalama ben öyle biri miyim?"
"Bu sabah gördüklerimden sonra o yolda ilerlediğini düşünmüştüm. En azından kendini frenliyebiliyorsun. Okulu bıraktığın için şükretmeliyim." Hey Allah'ım ya! Kendi kendime gülüp kollarımı masaya dayadım ve nikahı beklemeye başladım.
"Abin seni bırakacak mı ki? Yanında gelmemi ister misin? Ajitasyon yapıp aklını bulandırabilirim."
"Başbaşa kalsak daha iyi olur. Beni anlayacağını düşünüyorum."
Kapı açılıp klasik müzik eşliğinde gelin ve damat içeriye girmeye başladığında tüm dikkatimi oraya verdim. Kalbim, İdil'i gördüğü an yerinden fırlamış ve gelinin eteklerinin ucuna tutunmuştu. O kadar kusursuzdu ki. Melek gibiydi benim kardeşim. Gelinliği tam da küçüklüğümüzde hayal ettiği gibiydi. Abartı tarzına nazaran o kadar zarifti ki. Straplez uzun saten bir elbise, aynı kumaştan dirseklerine kadar uzanan eldivenleri, arkadan hoş bir topuz yapıp sarı saçlarının üzerine kondurduğu minik şapkası ve yüzünün yarısını kapatan kısacık tülü ile melekti benim kardeşim. Melek.
"Çok güzel olmuş. Çok güzel." Herkes gülüp alkış tutarken bir tek ben ağlıyordum. Çünkü kardeşimin yüzündeki buruk gülümsemenin sebebi bendim. Bu güzel gününde kalbine ağırlık yapan bendim. Benim yokluğumdu. Ve hepsinden daha da acı olan benim ona küs gittiğimi düşünmesiydi.
"Onu terketmeseydin eminim nikah şahidi sen olurdun." Zaten ağlamaya yer arıyordum ve Selin bu konuda bana hiç ama hiç yardımcı olmuyordu. Özellikle de bugün hem uçurumdan aşağı sallandırıyor hemde elimi bırakmıyordu.
"Çok yardımcı oluyorsun."
"Özür dilerim. Ama napıyım tutamıyorum ki kendimi. Öyle bir olayın içine soktun ki kaç sezon dizi çıkar sayamıyorum."
"Umarım başkalarının yanında tutarsın kendini."
"Ayıp ediyorsun ama. Size geldiğimiz akşam tarafımı seçtim ben ve bu zamana kadar hiç açık vermedim." Cevap vermek yerine kaldığım yerden nikah törenini izlemeye devam ettim. Doruk ve Öykü nikah şahitliği yapmak için yerlerini alırken gözlerim dakikalardır görmeye can attığı kişiyi aradı ve en önde anne ve babasından uzak bir köşede otururken gördüm.
Öyle çok kırgındım ki onlara. Bu zamana kadar hem bana hem de birbirlerine o kadar çok yalan söylemişlerdi ki. O kadar zaman gözlerimin içine bakıp gülmüşlerdi. Kılıçoğlu ailesi bana öyle çok zarar vermişti ki etkisini hala atamamıştım üzerimden. Kalbimde, zihnimde, bedenimde. Bütün uzuvlarımda hissediyordum.
Her birini kalbimin en değerli köşelerinden birine koymuştum. Hele Savaş.. o en değer verdiğimdi. Sevgilimdi, en yakın arkadaşımdı, ailemden bir parçaydı. En büyük düşmanımı her şeyim yapmıştım. Anıl'ın kızı olmama rağmen gözümü kör ettim, kulaklarımı tıkadım, zihnimi kapattım, kalbimi açtım. Ona zarar vermek, ondan zarar görmek aklımın ucundan dahi geçmemişti. Sevdiğim gibi sevildiğimi sanmıştım. Aptal kafam. Anıl'ın kızıydım ben. Öyle bir adamın kızını kim severdi ki zaten.
Meryem teyzeden anne şefkati Levent.. babam.. off! Levent babam çok başkaydı. Onun beni koruyup kollayıp kanat germesi, ilgisi, güven vermesi çok başkaydı. Gerçek bir baba gibiydi. Her hastalandığımda hemen yanıma gelir, her zor anımda desteğini hiç esirgemezdi. Bana nasihat verir, yol gösterirdi. Yeri gelir oğluna karşı bile beni savunurdu. Bugünkü aklımla yine o günleri yaşasam hiçbir fark hissetmezdim yine. Çünkü hiçbir açık vermemişlerdi. Ya ben gerçekten kör olmuştum ya da onlar çok iyi yalan söylüyorlardı. Bilmiyorum. Ama bugün bir şekilde bu raddeye gelmiştik. Onlar bir arada eski yaşantılarına devam ederken olan bana olmuştu.
Bir alkış tufanı daha koptuğunda herkes ayağa kalkmıştı. Damat gelini öperken Doruk'ta fırsattan istifade edip Öykü'yü öpmüştü.
"Bir gün sizin de evleneceğinizi düşünürdüm." Sinirle bir nefes alıp o göremesede çatık kaşlarla Selin'e doğru döndüm. Gerçekten sabrımı sınıyor olmalıydı.
"Ama.. insanlar yanıltıcı olabiliyor tabii. Senlik bir durum yok canım. Sustum."
Masaya bıraktığım çantamı omzuma taktıktan sonra abime baktım. Nikah boyunca gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmamıştı.
"Gidiyorsun sanırım."
"Evet. Beni düşünüp buraya kadar getirdiğin için teşekkür ederim."
"Dikkat et kendine."
"Sende.. ve aynalarını kontrol etmeyi unutma."
Yoğun bir kalabalık fotoğraf çektirmek için sahneye doluşurken arada kaynayıp salondan dışarıya çıktım. Abim hemen arkamdan geliyor ve beni gözünden kaçırmamaya çalışıyordu. Uzun bir süre güven problemi yaşayacakmışız gibi hissediyordum.
Asansörün düğmesine basıp gelmesini bekledim. Salondan uzaklaştığımız için artık arkamdan beni takip etmek yerine yanımda duruyordu.
"Aç mısın?" Sadece başımı salladım. Ona karşı büyük bir mahcubiyet hissediyordum bu yüzden ona cevap vermek dışında ağzımı açıp tek kelime etmiyordum. Birazda utanıyordum tabii. Bunca zaman Anıl'ın yanında kalıp onun yüzüne nasıl bakacaktım ki. Kendi yüzüme bile zor bakıyordum ben.
Asansör geldiğinde içeriye girdik. Ben olduğum yerde dururken o bizden başka kimsenin gelmemesi için aceleyle düğmelere basıyor ve etrafı kontrol ediyordu.
"Çıkarabilirsin artık şunları. Nefes al biraz." Güvende olduğuma emin olunca gözlüğü ve atkıyı çıkartıp elime aldım. Bunalmıştım gerçekten.
"Önce çalıştığım şirkete ait misafir lojmanlarından birine gidelim. Birazdan arayıp yemek hazırlamalarını söylerim. Sende olup biten her şeyi bana anlatırsın. Sonrada bana geçeriz ve ailemle tanışırsın bundan böyle birlikte yaşayacağız." Derin bir nefes alıp yorgunca asansörün duvarına yaslandım. Onunla yaşayamazdım. Eminim beni anlayacaktı.
Lojmana gelene kadar bir daha hiç konuşmamıştık. Aklında onlarca soru vardı ve sormak için doğru zamanı bekliyordu ama bu süre zarfında fazlasıyla sabırsız gözüküyordu. Bu sorulardan bir kaçı bu zamana kadar nerede kaldığım ve ne yaptığımdı. Muhtemelen Anıl'la olduğuma ihtimal veriyordu ama buna inanmak istemiyordu. Çünkü anne ve babamızın katilinin yanında ne işim olabilirdi ki? Başta bunun çok yanlış bir karar olduğunu ve bu durumdan bir an önce kurtulmam gerektiğini düşünüyordum ta ki eve gelip Umut'la tanışana kadar. Kader işte. Bir şekilde bizi bir araya getirmişti ve artık ondan ayrılamazdım. Umut bir nevi benim tüm kardeşlerimin timsaliydi. Onu da arkamda bırakamazdım. İdil'e yaptığım gibi belanın içine sokamazdım. Ona tüm kötülüklerden uzak temiz bir hayat sunacaktım. Bir tek düşmanımın dahi ondan haberi olmayacaktı. Kimse bizim Anıl'ın çocukları olduğumuzu bilmeyecekti. Gerekirse ülke bile değiştirirdim ama kimsenin bizi bulmasına izin vermezdim.
"Hani açtın? Doyursana karnını."
"Yedim ya."
"Yemedin tadına baktın."
"Doydum ama." Önümdeki tabağı biraz ileriye itip arkama yaslandım. Eskisi gibi değildim ki artık. Fazlasıyla zayıfladığım gözle görülebilir düzeydeydi.
"Nerdeydin Hazal? Bana niye gelmedin?" Korktuğum an gelmişti.
"Gelemezdim."
"Nerdeydin?"
"Güvendeydim-"
"Nerdeydin!?"
"Tahmin ediyorsundur." Korkuyla gözlerimi gözlerine çıkardım.
"Doğru yani. Katilin yanındaydın." Sadece başımı salladım. Çok utanıyordum.
"Neden?" Beklediğime nazaran fazla sakindi. Ses tonu alçalmış hatta kırgındı. Çünkü bu planı birlikte yapmıştık ve ben onu yok sayıp kafama göre hareket etmiştim. Hemde en olmayacak kişiyle işbirliği yapmıştım.
"Çünkü uyandığımda yanımda sadece o vardı."
"Uyandığında?"
"O kaza gerçekti abi. Ben o arabanın içindeydim." Eliyle yüzünü kapatıp bekledi bir süre. Arabaya kaza süsü verdiğimi düşünmüştü çünkü onunla öyle planlamıştık.
"Gerçekti derken? Sen içerideydin- nasıl?"
"Hakimiyetimi kaybettim. Her şey bir an da oldu doğru düzgün hatırlamıyorum bile."
"O arabadan nasıl sağ çıktın!?"
"Bilmiyorum. Beni hastaneye Anıl yetiştirmiş bana kan vermiş. Kaç defa kalbim durmuş ama yaşamışım işte. Onlarca ameliyat geçirdim, aylarca ilaç kullandım, fizik tedavi gördüm. Hayatta kaldım işte."
"Daha kavuşamadan küçük kardeşimi tekrar mı kaybediyordum ben?" Çok üzgünüm abi. Hiçbir şeyin böyle olmasını istemezdim. Seni kaybetmeyi bende istemezdim.
"Tüm bu imkanları bana Anıl sağladı bende karşılığında onun yanında kaldım. Çünkü amacı bana zarar vermek değil sadece beni korumaktı."
"Sende ona inandın mı?"
"Evet inandım. Bu zamana kadar inandığım her şeyi çürüttü çünkü hemde kanıtları vardı. O insanlar bize yalan söyledi abi!"
"O adam bizim ailemizi öldürdü!" Hiç aklımdan çıkmıyordu ki.
"Evet öldürdü! Biliyorum her onun yüzünü gördüğümde gözümün önünde annem canlanıyor çünkü! Aylarca bir katille aynı evde yaşadım ben ve evet bunu ben istedim. Çünkü ihanate uğradım! Çünkü başka çarem yoktu!" Hızla ileriye atılıp ellerimi tuttu.
"Ben vardım! Beni neden aramadın!"
"Eğer sana gelirsem sanada zarar verirdi ve ailen tehlikede olurdu. Çünkü o adam çevremdeki herkese zarar veriyor abi!"
"Hepinizi korurdum!"
"Koruyamazdın! Ne kadar ileri gidebileceğini biliyorum çünkü bir canavarla aylardır aynı evdeyim. Sadece onun yanında olduğum sürece zaptedilebilir. Bana ulaşmak için kaç can aldığının haddi hesabı yok. O çok korkunç birisi ama bana karşı değil dışarıya karşı."
"Onu kabulleniyorsun yani! Baba da diyor musun!?" Öfkeyle ellerimi ellerinden çekip uzaklaştım ondan. O kadar da değil! Elbette o adama baba demiyordum. Zaten o da öfkeyle söylemişti o yüzden üzerine gitmedim.
"Bak.. bir anlaşma yaptım. Ben iyileşene kadar onun yanında kalmaya söz verdim o da iyileştikten sonra gitmeme izin vereceğini söyledi."
"iyileştiğine göre benimle geliyorsun o zaman!"
"Gelemem! Henüz o evi bırakamam abi."
"Ne demek bırakamam! O adamla yaşamaya devam mı etmek istiyorsun yani!?"
"Hayır! O adamla yaşamak bana işkence gibi geliyor ama kalmak istememin sebebi o değil."
"Ne o zaman!? Çıldırtadacaksın kızım beni! O adamla yaşamak için ne sebebin olabilir ki!?" Kardeşim..
"O evde Umut var. Benim kardeşim. Onu bırakamam."
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?"
"Hayır abi anla lütfen. Bak ben seni anlıyorum çok sinirlisin kim olsa sinirlenir hatta tam dayaklık bir kardeş olduğumu da biliyorum ama işler bildiğin gibi değil."
"Neymiş peki bildiğim gibi olmayan?"
"Bak Umut çok iyi bir çocuk. Olanların hiçbirinden haberi yok. Babasının nasıl bir insan olduğunu bilmiyor. Anıl onu çok farklı yetiştirmiş. Bizim gibi değil yani. Zihni, kalbi çok temiz. Okulunda çok başarılı."
"Babasının gerçekte nasıl birisi olduğunu anlat bir dakika daha durmaz zaten o evde ama sen hala duruyorsun!" Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Beni anlar sanmıştım ama anlamamakta ısrar ediyordu.
"İnan orada olmaktan hiç huzurlu değilim. Onun babasından başka kimsesi yok ona çok bağlı henüz beni bile kabul etmiş değil. Gerçeği bilse bile babasını bırakmaz hatta inanmaz bile."
"O adamı bırakmayacağını biliyorsan neden hala orada kalmakta ısrar ediyorsun kafayı yicem ya! Bunu kendine niye yapıyorsun! Ben seni anlayamıyorum Hazal. Amacın ne senin?"
"Anıl hasta. Hepimiz onun beni hastalığı için kullanacağını sanıyorduk ama öyle değil. Bana karşı hastalığını inkar etti ama ben konuşurken duydum onu. O hasta ve ölecek. Artık sona geldi anlıyor musun? Umut'a gerçeği anlatırsam benimle gelmez ama Anıl ölürse benden başka kimsesi kalmayacak. Ben sabrediyorum abi lütfen sende sabret." Bir şekilde onu ikna etmem gerekiyordu. Bu süreçte yanımda olmalı ve Anıl onunla görüştüğümü bilmemeliydi.
"Daha 16 yaşında hiçbir suçu günahı yok onu öylece bırakıp gidemem. İdil'e yaptığım gibi arkamı dönemem. Ancak o adam toprağın altına girdiğinde sana gelebilirim. Sonra hep birlikte yaşayabiliriz- tabi sen Umut'u kabul etmek zorunda değilsin bunun için seni zorlayamam ama ben seni hiç bırakmayacağım. Hep görüşeceğiz hep birlikte olacağız."
"Sırf o adamın kanından diye bir çocuğa düşmanlık besleyecek değilim. Sende o adamın kanındansın ama benim kardeşimsin. Senin kardeşin benimde kardeşimdir." Rahat bir nefes alıp boynuna atladım. Onu kabul edeceğini biliyordum.
"Teşekkür ederim."
"Ama bile bile seni o katilin yanına gönderemem."
"Lütfen.. çok az kaldı. Bana kötü davranmıyor bir şey isteyeyim diye gözümün içine bakıyor, onunla aynı masaya oturmam bile onu mutlu ediyor. Yani bana zarar vermez o. Veremez. Ben dayanıyorum sende dayan nolur. O adamın ölmesi için her gece dua ediyordum ve ölecek işte." Biraz daha sakinleşmiş gibiydi. Sık ve derin nefesleri yavaşlamış ve normale dönmüştü.
"Orada kalma sebebini anlıyorum ama neden en başta o adamla gitmeyi tercih ettiğini bir türlü anlamıyorum. Ben vardım, Savaş vardı, Levent-"
"Sen hala o insanlarla görüşüyor musun!?" Bir hışımla olduğum yerden kalkıp karşısına dikildim. Onlar hala abimi kandırıyorlar mıydı yani?
"O insanlar mı? Hazal onlar hep bizim arkamızda oldular, sana sahip çıktılar ne oldu da birden cephe aldın onlara? Ne oldu da böyle bir oyuna giriştin?"
"Haberin yok mu? O gece olanları anlatmadılar mı sana?" Yüzündeki belirsizlikten gerçekten hiçbir şey bilmediğini anladım. Ve o hala o insanlarla görüşüyordu. Hala abimi yalanlarıyla kandırıyorlardı.
"Ne oldu? Anlat bana. Seni bu hale getiren şey ne?"
"Bak o insanlar en başından beri bize yalan söylüyorlar. Annemle ilgili, Anıl'la ilgili türlü türlü yalanlar söylediler bize. Bizi yanlarına çekmeye çalışıyorlar özellikle de beni kullanarak Anıl'dan intikam almak istiyorlar."
"Neden böyle bir şey yapsınlar? Savaş'tan bahsediyoruz Hazal! O seni tehlikeye atar mı hiç?"
"O adamın adını bile duymak istemiyorum abi! Lütfen benim yanımda o ismi zikretme."
"Bir şey mi yaptı yaptı sana? Benim bilmediğim ne oldu!? Açık açık anlatsana kızım!"
"İhanet etti bana. Tüm bunlar için yeterli bir sebep değil mi sencede?"
"Ne?"
"Bak o gece Anıl beni aradı, her şeyin koca bir yalandan ibaret olduğunu söyledi ve gerçekleri kendi gözlerimle görmem için bana bir adres verdi ve bende gittim."
"Ne gördün?" Merakla yerinde kıpırdandı.
"O adam.. Savaş yani.. kolunda başka bir kadınla geldi. O gece orada ikisinin nişanı kutlandı abi! Meryem teyze, Levent amca hepsi oradaydı."
"Bu imkansız."
"Gözlerimle gördüm! Hepsi aptal yerine koydu beni en çokta Savaş! Hayallerimle oynadı, gururumu kırdı! Onlar sırf oğullarının intikamını alabilmek için beni kullandılar çünkü Anıl'ın beni isteyeceğini biliyorlardı." Bir günde öğrendikleri ona çok fazlaydı. Ben bile aylarca inanmakta zorluk çekmiştim ve yaşadığım bu büyük şoku üzerimden hala tam olarak atamamıştım çünkü her şey hala kocaman bir şaka gibiydi. Hızla dizlerinin önünde eğilip ellerini tuttum.
"Abi inanıyorsun değil mi bana?"
"Anlamıyorum.. nasıl böyle bir şey yapar? Senin gidişinden sonra onunla defalarca konuşmama rağmen hiçbir şey anlatmadı."
"Doğruyu söylüyorum abi hatta dahası da var her şeyi anlatacağım. Ama sen tüm bunları bilerek git bir daha konuş onunla bakalım sana ne yalanlar söyleyecek."
Cebimdeki telefon titremeye başladığında korkuyla irkildim. Daha birkaç saat önce yanından ayrıldığım Selin aramayacağına göre geriye tek bir kişi kalıyordu. Anıl!
Abime olanları anlatmaktan saatin kaç olduğunu unutmuştum. Telefonu cebimden çıkardığım an da arama kapanmış ve ekrandaki birden fazla cevapsız çağrıyı görmek beni dehşete düşürmüştü. Vakit kaybetmeden hızla arama tuşuna basıp telefonu kulağıma götürdüm. Umarım bir şeylerden şüphelenmemiştir.
"Hazal! Nerdesin sen!?"
"B-ben Selin'le birlikteyim söylemiştim ya."
"Saatin kaç olduğundan haberin var mı? Telefonlarımı neden açmıyorsun? Başına bir şey geldi sandım."
"Ben zamanın nasıl geçtiğini farketmemişim. Gelirim birazdan."
"Hemen gel lütfen. İlaçlarını da yanına almamışsın zaten aklım sende kaldı."
"Tamam geleceğim."
"Dikkatli ol lütfen. Bu kadar uzun süre dışarıda kalmamalısın."
"Tamam dedim. Geliyorum." Daha fazla muhattap olmaya dayanamayıp telefonu kapattım. Neyse ki korktuğum başıma gelmemişti. En çok korktuğum şey Anıl'ın peşime adam takmasıydı. Özellikle de Selin'le karşılaştığımızdan beri en çokta bunu düşünür olmuştum. Birlikteyken eskiye dair bir çok açık vermemiz muhtemeldi ve Anıl'ın bunu öğrenmesi demek benim ömür boyu hapis olmam demekti. Çünkü o ne olursa olsun beni asla geçmişimle bir araya getirmeyecekti. Eğer Selin'le eskiden tanıştığımızı ve ortak tanıdıklarımız olduğunu öğrenirse hem bizi bir daha görüştürmezdi hem de kendisi Nurettin beyle dostluğunu sonlandırırdı.
"O muydu?"
"Evet. Eve gelmemi istiyor."
"O adama gitme Hazal." Ellerimden tutup beni kendine çektiğinde dayanamayıp kollarımı etrafına sardım.
"Seni zorla yanımda tutamayacağımı biliyorum. Lütfen gitme."
"Tekrar görüşeceğiz. Sakın bir saçmalık yapıp kimseye benden bahsetme yeter. Bırak kalan hayatımı huzurla geçireyim."
"Orada huzurlu değilsin."
"Yakında olacağım." Geri çekilip yanaklarını avuçladım ve ilk defa abimi öptüm. Bu zaman kadar ihtiyacım olan tek kişiye, çok geç bulduğum abime sıkıca sarıldım.
"Geri döndüğümde yeğenimle tanışacağım. Beni ona sen götüreceksin."
"Geri döneceğine söz ver."
"Söz. Yakında bütün acılarımız dinecek. Herkes hakettiğini bulacak. Söz veriyorum bundan sonra biz kaybetmeyeceğiz."
⚫
Abimle uzun bir hasret gidermenin sonunda ondan ayrılabilmiş ve taksiye binip evin yolunu tutmuştum. En çok korktuğum bir diğer şey ise abimin yaşadığım yeri bulup büyük bir kaos çıkarmasıydı. Ona zarar gelmesinden korkuyordum çünkü Anıl zarar vermekten asla çekinmeyen birisiydi. Abim ise benim gibi değildi. Evet tıpkı içi benim gibi öfke ve intikam hırsıyla doluydu ama o benim gibi bir şeyleri vurup kırmazdı. Benim aksime o daha çok adalet adamıydı. Anıl'ın cezasını adeletin vermesi gerektiği düşünüyordu tüm amacı onun geçmişte yaptığı katliamları kanıtlayıp onu adalete teslim etmekti. Benim aksime o hiçbir zaman Anıl'ı öldürme yemini etmemişti. Edemezdi. Çünkü o birini öldüremezdi. Çünkü onu annem büyütmüştü.
Taksi evin önünde durduğunda dışarıdaki korumalar Umut'un tabiriyle güvenlikler önce rahatsızca hareketlensede beni gördükleri an da biraz rahatlamış ve birisi koşup kapımı açmıştı.
"Bu soğukta eve kadar yürümeyin kapıları açalım taksi içeriye kadar girsin."
"Gerek yok." Taksiciye ücretini uzatıp indim. Bugün benim için fazlasıyla duygusal bir gün olmuştu ve artık eve geldiğime göre tüm bu izleri yüzümden silmem gerekiyordu. Neyse ki rol yapma konusunda fazlasıyla başarılıydım Savaş aksini söylemiş olsa bile.
Durdum.
Yine onu anmıştım.
Aptal.. Aptal kız.
"Bir sorun mu var küçük hanım?" Birden yolun ortasında durmam Mustafa abinin dikkatini çekmiş olmalı ki hemen yanıma gelmişti.
"Yok.. Bir şey düşünüyordum da."
"Üşüteceksiniz."
Bir şey demeden yoluma devam ettim. Kapının hemen yanındaki camdan Yasemin'i görünce bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım. Endişeli gibiydi. Adımlarımı hızlandırıp kapıya uzanan merdivenleri çıktım ve bu sırada Yasemin beni bekletmemek için kapıyı çoktan açmıştı bile.
"Geldin!" Birden boynuma atlayıp sarıldığında ne yapacağımı bilemedim. Ne oluyordu?
"İyi misin sen?" Sanki yanlış bir şey yapmış gibi hızla geri çekilip ellerini mahçup olmuş gibi önünde birleştirdi.
"Özür dilerim. Sadece gelmeyince çok merak ettim seni."
"Gelmeyeceğimi mi düşündün?" O sırada merdivenlerden patır kütür inme sesleri duyunca başımı yukarı kaldırdım. Umut merdivenin yarısına kadar koşmuş sonra beni görünce durmuştu birden. Önce beni baştan aşağı süzmüş sonra kalan merdivenleri sakince inmeye başlamıştı.
"Bu evde neler oluyor Yasemin?" Hemen yanımda dikilen Yasemin huzursuzca yerinde kıpırdanıp gözlerini benden kaçırmıştı.
"Hoşuna gitmeyecek şeyler." Korkmalı mıydım?
Montumu çıkarıp çantamla birlikte ona uzattım.
"Sonunda evin yolunu bulabilmişsin." Umut tam önümde durduğunda tekrardan beni baştan aşağı süzmüş ve bir şeye emin olmak ister gibi uzun uzun incelemişti.
"Beni merak mı ettin yoksa?"
"Daha neler..!"
Ne olmuştu bilmiyorum ama Umut'ta dahil evdekiler bana fazlasıyla ilgiliydi.
"Okul nasıl geçti?"
"Bu konuyu sonra konuşalım. Şimdi daha önemli bir meselemiz var." Bende bunu merak ediyordum işte. Evdeki çalışanları dahi huzursuz eden bu kadar önemli mesele neymiş bakalım.
"Ne oluyor?" Kalbim hızla çarpmaya devam ederken Anıl'ın bugünümün nasıl geçtiğini öğrendiğini düşündüm. Eğer öğrendiyse bir daha abimi göremezdim. Ya da ona bir şey mi olmuştu. Hastalığı ilerlemişti sonuçta. Her an geberip gidebilirdi.
Korkuyla karışık titrek bir nefes aldım. Karnıma sancılar girmeye başlamıştı.
"Anıl'a bir şey mi oldu?"
"Neden babama bir şey olsun ki!?" Tamam o iyidi. O halde ne olmuştu böyle?
"Anlatsana Umut ne oldu?"
"Babamın iş arkadaşı geldi. Muhtemelen şirkete ortak olacaklar şu an da toplantı odasında bunu konuşuyorlar."
"Ee? Banane bundan?"
"Adam ailesiyle geldi ve birazdan yemek başlayacak. Babam bu yemekte seninde olmanda ısrarcı."
"Tokum ben."
"Bak adamlar bizden sayıca çoğunlukta o yüzden babamı yemekte yalnız bırakamayız. Bir şey yemesen bile masada put gibi oturabilirsin."
"Adamlar?"
"Adam ve 3 oğlu. En küçüğü bile senden en az 5 yaş büyük ve beni fazlasıyla korkutuyor. Sende fazlasıyla korkunç olduğuna göre durumları eşitleyebiliriz."
"Ben korkunç muyum?"
"Bugün parkın orada neler yaptığını duydum."
"Korkuyor musun benden?" Yüzünü ekşitip şöyle bir baktı bana.
"Beni değil ama duyanları korkuttu. Artık kimse okul çıkışı parka gitmeyecek."
"Anıl'a bir şey anlattın mı?"
"Hayır. Duyarsa bu olaydan en zararlı ben çıkarım."
"Bundan sonra uslu durursun artık çünkü korkunç bir ablaya sahipsin ve her an seni de korkutabilirim." Sadece bu sözümden bile korktuğuna emindim ama hiç renk vermemeye çalışıyordu sadece gözlerini kaçırıp usulca ensesini kaşıdı.
"Konumuza gelelim. Babam senin için odana elbise bile bıraktı. Kendi elleriyle yatağının üzerine koydu bana ise sadece hazırlan dedi. Hala inanamıyorum!"
"Bunu da kıskanacak değilsin herhalde?"
"Ben seni kıskanmıyorum ki bunu da nereden çıkardın?" Merdivenleri çoktan çıkmış ve odamın kapısının önüne gelmiştik bile.
"Yemekte görüşürüz Umut." Yarım ağız gülümseyip kollarını önünde birleştirdi.
"Biraz zorlarsan güzel bir kadın olabileceğine inanıyorum." Şaşkınlıkla tek kaşım havaya kalkarken durduk yere yediğim hakaretin sebebini düşündüm. Sonra Umut'un beni sevmediğini ve kıskandığını hatırladım. Bence bunlar yeterli bir sebepti.
"Birde.." olduğu yerden bana yaklaşıp köpek gibi kokladı beni.
"Bir duş alsan iyi edersin."
"Defol kapımdan!" Fazla uzatmayıp hızla karşımdan yok olurken sinirle odama girip soyunmaya başladım. Resmen bana çirkin kokarca muamelesi yapmıştı. Kıskanç işte ne olacak!
Hiç vakit kaybetmeden duş alıp çıktım banyodan. Toplantı her an bitebilirdi ve ben yemeğe geç kalmak istemiyordum.
Islak saçlarımı havluya sarıp üzerime temiz çamaşırlar geçirdim. Daha önce bakmaya vakit bulamadığım yatağın üzerine serilmiş elbiseyi askısından tutup havaya kaldırdım. Anıl'ın hakkını yemeyecektim gerçekten güzel bir elbise seçmişti ama ben bunu giyemezdim. Hem onun beğendiği bir şeyi giymek istemiyordum hem de bu kadar açık bir elbise giyemezdim. Kollarımdaki izlerden rahatsız oluyordum ve bu elbise vücudumda rahatsız olduğum neresi varsa hepsini gözler önüne seriyordu.
Dolabımı açıp eve ilk geldiğimde benden habersiz alınan kıyafetlere göz gezdirdim. Çok fazla seçeneğim yok gibiydi. Hatta sadece tek bir seçeneğim vardı. Askıdan siyah bir elbise alıp aynada üzerime tuttum. Elbisenin boyu hemen hemen diz kapaklarıma geliyordu. Kolları bileklerime kadar gül desenli dantel detayıyla süslüydü. Tenimi belli etse de izleri yeterince kapatıyordu. Bu elbise bu gece iş görür gibiydi.
Çekmeceden siyah ten bir çorap giyip üzerime bedenimi saran elbiseyi geçirdim. Islak saçlarımı kurutup taradım ve doğal haline bıraktım. Kafama takmak istemesemde sırf Umut güzel olmadığımı iddia ettiği için yüzümü ön plana çıkaran hafif bir makyaj yaptım. Sonra bunun çok saçma bir fikir olduğunu düşünüp sürdüğüm kırmızı ruju sildim ve sadece açık tonda bir nemlendirici sürdüm. Anıl'ın işi için fazla bile hazırlanmıştım. Bana kalsa o yemeğe inmezdim ama sırf Umut'un suyuna gitmek için o masaya oturacaktım.
Odadan çıkmadan önce çıkardığım botlarımı giyip son kez kendime aynadan baktım. En son bu şekilde sadece Savaş için hazırlanmıştım. Hatta hayatıma girdiğinden beri sadece onun için hazırlanmaya başlamıştım ben. Aşk işte. İnsanı aptallaştırıyor.
Derin düşüncelere dalmadan önce odadan çıkıp aşağı indim. Misafirlerin karşısına yaşlı gözlerle çıkmak istemezdim.
Salona girdiğimde henüz kimse gelmemişti. Umut tekli bir koltukta oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Beni gördüğünde bir kez baştan aşağı süzüp tekrar önüne döndü.
"İdare eder."
"Sen kendine bak velet. Baban orada resmi bir görüşme yapıyor sen ise burada ayıcıklı sweatshirt ile oturuyorsun."
"Neyi varmış üzerimdekinin? Gayet kaliteli."
"O adamın oğullarıda mı senin gibi giyinmişti?" Sonunda dikkatini çekmiş olmalıyımki büyük bir ciddiyetle ayağa kalkıp düşündü biraz. Sonra bana hiçbir şey demeden hızla salondan çıkıp gitti ve çok vakit kaybetmeden üzerinde siyah bir gömlekle geri döndü.
"İdare eder.." Bana gözlerini devirip hemen soluma geçti ve dikilmeye başladı.
"Babamın sesini duydum yemeğe geliyor olmalılar." Sırtını dikleştirip önce kollarını önünde birleştirdi sonra onları iki yana serbest bıraktı sonra ise tekini pantolonun cebine sıkıştırdı.
"Neden bu kadar gerginsin?"
"Garip tiplerde o yüzden."
"Ne demek o şimdi?"
"Birazdan anlayacaksın."
Sesler gittikçe yaklaştığında kapıdan ilk giren Anıl oldu ve gözleri hemen beni buldu. Onun aldığı elbiseyi giymememe rağmen yüzünde memnun bir ifade vardı. Arkasında orta boylu ve göbekli bir adam onun arkasında ise sırayla 3 kişi daha girdi ve hepsinin gözleri odada onlara yabancı olan tek kişideydi. Bende..
Anıl hemen yanıma gelip elini belime yerleştirdi ve sahiplenirmiş gibi beni kendine doğru çekti. Bu hareketinden ne kadar rahatsız olsamda başkalarının gözü önünde ondan uzaklaşıp küçük düşürmek istemedim.
"Kızım Hazal."
"Öylemi! Daha önce bir kızının olduğundan bahsettiğini hatırlıyorum. Memnun oldum Hazal ben babanın yeni ortağı Cengiz." Sadece başımı öne doğru eğip hafif bir tebessümde bulundum. Odama çıkmak istiyordum.
"Oğullarım Ögeday, Kubilay ve Çağatay." Adamlar sanırım bir tarih kitabından fırlamış olmalıydılar. Hepsi arka arkaya dizilmişti. Sırayla gözlerimi üzerlerinde gezdirdim. En öndeki en uzunlarıydı. Dikkatimi çeken ilk şey parmağında alyansı olmasıydı. Hemen arkasındaki bana sıcak bir gülümseme gönderip gözlerini kaçırdı. Onunda parmağında alyansı vardı. En arkadakine gelince ilk eline baktım ama alyans göremedim. Sonra bakışlarımı hemen yüzüne çıkarsam da yakalanmıştım. Çocuk hafif kısık gözlerle beni süzüp Anıl'ın Cengiz beyle konuşmaya daldığı bir an da bana göz kırptı. Hemen gözlerimi kaçırıp sağıma baktım. Umut'ta bu hareketi görmüş olmalı ki önce bana bakıp sonra önüne döndü. Odama çıkmak istiyordum hemde hemen!
"Sana demiştim garipler diye! Adam kendini Cengiz Han'ın soyundan sanıyor."
"Bu adamlardan hiç hoşlanmadım!" Umut çaktırmadan etrafı kontrol edip kulağıma doğru eğildi.
"Adamı duydun ortak olmuşlar bile. Daha çok sık göreceğiz bu insanları."
Anıl herkesi masaya davet edince adamlar sırayla yan yana oturdu. Ben eski yerime yerleşirken Umut'ta benim yanıma oturdu. Bu gece çalışanlar bize eşlik etmiyordu.
Yasemin masaya geçtiğimizi görünce gelip servise başladı. Yemek boyunca ne ben ne de Umut ağzımızı açıp konuştuk. Tek konuşan Anıl, Cengiz ve Cengiz'in büyük oğlu Ögeday'dı. Arada bir ortanca olanda sohbete dahil oluyordu ama küçük olan hiç konuşmuyordu ve gözü sürekli Umut'la benim üzerimdeydi ve bu beni fazlasıyla rahatsız etmişti.
"Hazal.. isminin anlamı nedir?" İlgi odağı bir an da nasıl ben oldum hiç anlamamıştım. Tüm masa bir an da susmuş Cengiz'in sorusuyla tüm gözler beni bulmuştu. Bugün burada olmaktan her ne kadar rahatsız olsam da bunu belli etmemeye çalıştım. İstesem bu gece burada hiç oturmazdım veya canımın sıkıldığı ilk dakika bu masayı terkedebilirdim. Ama yapmadım çünkü amacım Anıl'ı küçük düşürmemek değil Umut'un babasını o halde görmesini istemememdi.
"Adımı annem koymuş." Anıl'a ufak bir bakış atıp tekrar önüme döndüm. Ona nerede olursak olalım annemi hatırlatmaktan asla vazgeçmeyecektim. Ölene kadar bu pişmanlığı hissetsin istiyordum.
"Ağaçtan dökülen kurumuş yaprak anlamına geliyor. Bir nevi sonbaharı temsil ediyorum."
"Çok güzel. İsminin anlamıda tıpkı senin gibi çok güzel." Adam oğullarına şöyle bir bakıp en küçük olanda bir an durdu sonra tekrar bana döndü.
Adamda tıpkı oğulları gibi itici ve rahatsız ediciydi. En büyük oğlan aşırı gergin duruyordu ve bu tüm masayı geriyordu. Ayrıca sürekli Cengiz'in ve Çağatay'ın imalı bakışlarını yakalıyorum ve bu gittikçe beni daha da huzursuz ediyordu. Bir an önce bugünün bitmesini diledim. Tek istediğim odama çıkıp yatağıma uzanmak ve kardeşimi gelinlikler içinde hayal etmekti.
"Okulunu bitirdin mi?"
"Hazal liseyi bitireli çok oldu ve bir süredir şirkette bana yardımcı oluyor." Öyle miydi?
Umut'la ben ışık hızında Anıl'a dönerken o hiç bize bakmıyor ve sahte bir gülümsemeyle Cengiz'e yalanlar sıralamaya devam ediyordu. Bu adam beni neyin içine sürüklüyordu böyle!?
"Yakında Umut'ta şirkette işe başlayacak."
"Ne!? Ben futbolcu olmak istiyorum ve babam bunu çok iyi biliyor!" Umut kendini zor tutmuş ve masadakilerin duyamayacağı şekilde sadece benimle konuşmuştu.
"Sakin ol. Adamlar gidince konuşacağız."
"Çocukları küçüklükten yetiştirmek önemli. Çağatay liseyi açıktan bitirip bu süre zarfında şirkette işe başlamıştı şimdi ise koca şirketi gözümü kapatıp ona emanet edebilirim." Neden bunu söylerken özellikle bana bakarak vurgulamıştı? Onun muhatabı ben değildim ki! Bu iş gittikçe can sıkıcı bir hal almaya başlıyordu ve ben ifadesizliğimi korumakta zorlanıyordum.
Masadakilerin hal ve hareketleri fazlasıyla garipti ve neyseki bir tek ben böyle düşünmüyordum. Umut'ta her şeyin farkındaydı ve benim aklıma çok can sıkıcı fikirler gelmeye başlamıştı. Neyseki yemeğin sonuna gelmiştik artık. Bir an önce gitmelerini umdum.
"Ee iki ortak başbaşa bir kahve içmeyelim mi?" Sabır!
Herkes yemek masasından kalkarken Cengiz ve Anıl bizi burada bırakıp salondan çıkıp gitti. Onların hemen ardından en büyük oğlan gelen bir telefon sonrası gitmesi gerektiğini söyledi ve herkese iyi akşamlar dileyip gitti. Koca salonda sadece Umut, ben ve diğer iki kardeş kalmıştı. Suna ve Yasemin masayı toparlamaya koyulduklarında bizde salondaki koltuklara yerleşmiştik. Umut hemen yanıma oturmayı tercih ederken diğerleri de karşımıza geçip oturdu.
"Abla kardeş dilinizi mi yuttunuz masada da hiç konuşmadınız?" Küçük olan babasının malıymış gibi koltuğa yayılıp bacaklarını araladığında çatık kaşlarla bakışlarımı ona yönelttim. Beni gerçekten rahatsız ediyordu.
"İsminizin anlamı nedir beyefendi?" Sorum üzerine keyiflenmiş ve yerinde dikleşerek avuçlarını önünde birleştirmişti.
"Güç ve asalet sahibi demek." Cevabı üzerine ona küçümseyici bir bakış atmam konuşmanın kapanması için yeterli bir cevaptı. Ama kendisi ya bundan bir anlam çıkaramayacak kadar salaktı ya da aklında başka tilkiler dolanıyor olmalıydı ki yüzündeki sırıtışı silmeden arkasına yaslandı ve gidene kadar da gözlerini üzerimden hiç ayırmadı. Bu fazla uzun sürmemişti. Anıl ve Cengiz gerçekten de bir kahve içme süresi kadar içeride kalmış ve en son bizim yanımıza uğradıktan sonra defolup gitmişlerdi.
Ben salonda beklerken Umut babasını almaya gitti.
"Masada neden öyle dedin ki? Ben futbolcu olacaktım sende beni destekleyecektin hani?"
"Hayalini gerçekleştireceksin oğlum sana engel olan yok ama şirketide arkanda bırakamazsın."
"Umut'un daha okulu bitirmesine 2 yıl var o zamana kadar kim öle kim kala bence biz bu geceye odaklanalım." Umut sözlerime anlam veremezken Anıl neyi ima ettiğimi hemen anlamış ve rengi atmıştı. Ayağa kalkıp karşısına geçtim. Aklımdaki soruların cevaplarını önceden hazırladığını biliyordum ve bir an önce konuşsa iyi ederdi. Fazlasıyla yorgun ve gergindim ve bir an önce uyumak istiyordum.
"Odamda konuşalım." Umut babasının benimle başbaşa kalmak istemsine göz devirip gitmek için arkasını döndü.
"Burada konuşmak istiyorum. Ve sana sadece tek bir soru soracağım. Benim üzerimden neler planlıyorsun?" Bu soru Umut'ta dahil salonu toparlayan Suna ve Yasemin'in de dikkatini çekmiş olacak ki onlar bile işine ara verip bize doğru döndü.
"Cengiz şirket batmak üzereyken geldi ve bizi dibe batmaktan kurtardı. Artık şirketin %30 hissesine sahip."
"Bunun benim sorumla ne alakası var? Senin şirketin beni ilgilendirmiyor."
"Elbette ilgilendiriyor! Orası ikinizin geleceği ben gittikten sonra orayı siz devralacaksınız."
"Nereye gideceksin ki baba?"
"Yani emekli olunca demek istedim oğlum." Yalancı! Öldükten sonra şirketin başına bizim geçmemizi istiyordu. Belki Umut isterdi ama ben böyle bir şeyi hayatta kabul etmezdim. O adamın soyadını devam ettirmeyecektim. Bu konudaki fikrim gayet netti ve o böyle bir şeyi nasıl düşünebilirdi anlamıyorum.
"Ben orada çalışmayacağım burada neden kaldığımı unutma!"
"Cengiz sadece bu kadarla kalmayacak ama! Yarın daha fazlasını isteyecek ve daha fazlasını nasıl elde edeceğini buldu çoktan." Bunların hiçbirinin benimle ilgisi yoktu. Bu olay çok saçma bir yere g
idiyor olmalıydı ve ben gerçekten korkmaya başlamıştım.
"Ne demek istiyorsun?"
"Oğluyla konuşacak-"
"Ne konuşacak!?"
"İki aile arasında yapılacak bir evliliğin bağlarımızı güçlendireceği konusunda ısrarcı olacak."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |