
Şaşırıyor insan. Bazen şaşıp kalıyor öyle.
Her şeyi, herkesi yıkıp geçen bir canavarın olmadık zamanda tepkisizliği şaşırtıyor insanı.
"Bunu neden yaptın?"
"Artık kimseye tahammülüm yok. Onu uyardım ama o durmadı, yaptığının sonucuna katlanmak zorunda."
Birkaç kişi Ögeday'ı yaka paça dışarı çıkarttıktan sonra salonda Anıl, Umut, ben, Mustafa abi ve kapı pervazında dikilen Yasemin kalmıştı. Saniyelerdir 4 çift şaşkın göz üzerimdeyken rahatsızca yerimde hareketlenip vücudumu tamamen onlara doğru döndürdüm.
"Bence asıl soru senin neden bir şey yapmadığın?" Ne demek istediğimi Anıl ve Mustafa abi anlarken Umut ve Yasemin'in kafası gittikçe karışmaya başlıyordu.
"Az önce burada olanlar.." Umut elini ensesine attı ve anlamsız birkaç adımda yanıma kadar geldi.
"Onu nasıl yaptın?"
"Uyarmıştım-"
"Evet uyardın ama.. nasıl..?" Yüz ifadesi hala şaşkınlığını korurken gözleri ellerimde gezindi. Açıkçası bu kadar etkileneceğini düşünmemiştim.
"Bizi yalnız bırakın. Umut odana çık sende."
"Az önce olanları konuşmayacak mıyız?"
"Ablanla ben konuşacağız sen odana çıkıyorsun."
"Ama baba-"
"Odana dedim!" Diğerleri çoktan salonu terketmişken en son Umut'ta şaşkın şaşkın çıktı gitti.
"Bunu yapmamalıydın."
"O adamın bu eve girmesine nasıl izin verirsin!? En başta Umut olmak üzere herkesi huzursuz etti."
"Konuşup hallediyordum! Karışmamalıydın!"
"Konuşuyordun? Sen insanlarla konuşup anlaşabiliyor muydun ki!?"
"Hazal!" Birden kolumu yakalayıp sıktığında ondan uzaklaşmak istedim ama buna izin vermedi. Tamam.. şimdi biraz tedirgin olmuştum işte.
"O insanları karşımıza almayacağız!"
"Neden!? Kimseye eyvallahı olmayan Anıl Hanzade neden onlardan bu kadar çok korkuyor?"
"Yakında çocuklarımı korumak için onların yanlarında olamayacağım da ondan!" Kolumu bıraktığında bir adım geriledim. O halde ölmeden önce bizi soktuğu bu durumdan çıkarsa iyi ederdi.
"İstesen bir gecede silersin o sülaleyi. O insanları hayatımıza sen soktun sen çıkaracaksın. Nasıl yapacağın artık umrumda bile değil. O insanları kardeşimden uzak tut yoksa ben yapacağımı bilirim."
"Hazal!" Daha fazla onu dinlemeden salonu terk ettim. Açıkçası başıma nasıl bir bela aldığım umrumda bile değildi. Üzerimde kocaman bir boşvermişlik vardı. Bana ne olacağı umrumda bile değildi sadece kardeşimden uzak dursunlar yeter. Zaten ben varken ona yaklaşmaya bile cesaret edemezlerdi. Beni tanıdıkça anlayacaklardı... Ne kadar büyük bir hata yaptıklarını anlayacaklardı.
Odama girip üzerimi değiştirdim ve rahatlamanın etkisiyle kendimi sırtüstü yatağa attım. Acaba Umut'u korkutmuş muydum? Uyumuş mudur? Gidip bakmalı mıydım? derken kendimi çoktan onun kapısının önünde buldum. Derin bir nefes alıp kararsız parmaklarımla kapıyı tıklattım.
Belki de uyumuştu. Tam arkamı dönmüştüm ki ışığın açılma sesi duyudu ve kapının altından minik bir ışık huzmesi yayıldı. Ardından kapı açıldığında Umut karışmış saçlarıyla tam karşımda duruyordu.
Beni gördüğünde derin bir nefes aldı ve kapıyı ardına kadar açıp tekrar içeriye girdi. Bir şey demeden onu takip ettim kapıyı arkamdan kapattım.
"Uyuyor muydun?" Pencerenin önüne gidip karanlık bahçeyi seyretti.
"Az önce olanlardan sonra nasıl uyuyabilirim? Tekrar gelmeyeceği ne malum? Yaptığın şeyden sonra.. hepsi üzerimize saldıracak-"
"Sence yanlış bir şey mi yaptım?" Yanına gidip aynı şekilde dışarıyı izlemeye başladım. Fazla mı tepki vermiştim?
"Sen doğru olanı yaptın. Kimse seninle böyle konuşamaz.." Tamam... Aramızdaki buzlar iyice ermiş miydi ne?
"Ama korkuyorum."
"Ben yanındayken kimseden korkmana gerek yok." İçli bir nefes alıp bana doğru döndü.
"Zamanı geldiğinde aynı şeyi yapamayacağımı bilmek beni korkutuyor."
"O zaman hiç gelmeyecek Umut. Seni onlarla karşı karşıya getirmeyeceğim." Uzunca yüzüme baktı.. baktı. Gözleri bir süre birbirine doladığım ellerimde kaldı.
"Sen buraya ait değilsin.." Halâ mı istenmiyordum? Yakınlaştığımızı düşünmeye başlamıştım oysa ki yanılmışım.
"Babam seni buraya hapsetti. Burada.. kafeste yaşayamazsın sen. Şimdi onu daha iyi anlıyorum."
"Neyi anladın?" Kafamı karıştırıyordu.
"Eğer seni özgür bırakırsa asla durmayacaksın. Kendinle beraber herkesi yakabilecek gücün var gözlerinde gördüm." Derin bir nefes alıp bir adım ona yaklaştım ve ellerini tuttum.
"Sana bir sır vereyim mi?" Gözlerini merakla gözlerime çıkardı.
"Eskiden bana senin bu söylediklerin ile ilgili bir lakap takmışlardı. İnsanlar bir zamanlar bana Kafes Güzeli derlerdi. Ve haklısın.. hiçbir güç beni durduramayacak.. baban bile."
"Eğer birisi bize zarar vermeye kalkarsa onu öyle bir yakarım ki ondan geriye külleri dahi kalmaz."
Yüzüme ufak bir tebessüm yerleştirip geri çekildim.
"Sen bunları düşünme çünkü ben düşünüyorum." Onu arkamda bırakıp odama çekildim. Yorgundum ve uykuya ihtiyacım vardı. Ögeday meselesini ise sonra düşünecektim. Kendi başına bir işe kalkışmadan önce mızmız çocuklar gibi beni babasına ispiyonlayacaktı eğer biraz akılları varsa bu meseleyi burada kapatırlardı aksi taktirde büyük oğlanın bir kız tarafından hırpalanıp kapı dışarı edilmesi eminim ailecek onurlarını zedeleyecekti ve bunun çevre camiadan duyulmaya başlanması ise fazla yüz kızartıcı olmalıydı.
⚫
"Günaydın."
"Günaydın." Masada diğer herkes gibi yerime oturup Anıl'ın gelmesini bekledim. Dün akşamdan sonra kaçamak bakışlar hala üzerimdeydi.
"Daha ne kadar garip garip bakmaya devam edeceksiniz?" Öne eğmiş olduğum başımı kaldırıp gözlerimi her birinde gezdirdim.
"Bana nasıl davrandığını gördünüz. O adam bunu hak etmişti."
"Haklısın canım." Yasemin eliyle kolumu okşayıp sakince önüne döndü. Korkutmuş muydum onları?
"Kesinlikle haklıydın sadece.. çok hızlı gelişti. Merak etmiyor değilim nasıl yaptı-" İçeriye Anıl girdiğinde Mustafa abi hemen susmuş herkes önüne dönmüştü. Fakat Anıl onu duymuş olacak ki çatık kaşlarla yerine oturdu.
"O adam bir daha buraya gelmeyecek ve Hazal'da kimsenin elini kırmayacak! Değil mi Hazal?" Bakışlar bana döndüğünde havada kalan çatalı yerine bırakıp sakince ona döndüm.
"Buna söz veremem." Anıl'ın kaşları gittikçe birleşirken ilk tepki Umut'tan ve hemen ardından kendini tutamayan Yasemin'den geldi. İkili sessiz olmaya çalışsalar da Umut kendini tutmayı bırakmış ve açık açık gülmeye başlamıştı. Ne..? Benim gibi birisi böyle bir şeye nasıl söz verebilirdi ki?
Gözleri tek tek masada gezinirken herkes durumun ciddiyetini kavramış bir tek Umut kavrayamamıştı. Anıl'ın daha fazla sinirlenip benim üzerime gelmemesi için onu susturmam gerekiyordu. Hafifçe aşağıya kayıp bacağına rastgele tekme attım.
"Ah!" Kaş göz işaretleriyle onu anca susturabilirken Anıl tekrardan bana doğru döndü.
"Kendine hakim olacaksın."
"Tahrik edilmediğim sürece zaten kendine hakim birisiyim."
"Hazal!"
"O adamların bir daha buraya gelmeye cesaret edebileceklerini düşünmüyorum baba. Gelirlerse ablamı üzerlerine salarız arkalarına bile bakmadan kaçarlar." Ne? Ne dedi o? Abla mı dedi?
Anıl'la benim birbirine kenetlenmiş gözlerimiz çözülüp anında Umut'a dönerken bir an için yaşamdan kopup tüm yüklerimden kurtulmuş gibi hafiflemiştim.
"Bence de öyle yapalım." Ne dediğimi bilmezken Umut bile bana abla dediğinin farkında değildi. Bu artık beni benimsediğini gösteriyordu değil mi? Artık gerçekten abla kardeş olmuştuk değil mi?
Ağzından kendiliğinden çıkan sözcüğün üzerinde durupta huzursuzlandırmak istemedim. Eğer bu sevincimi açık açık yaşarsam göze batmamak için kendini frenleyebilirdi o yüzden mutluluğumu kendi içimde yaşayıp arasıra ağzından kaçıracağı bu sözcüğü alışkanlık haline getirene kadar tepkisizliğimi korumam gerektiğini düşündüm.
"Dün dünde kaldı ve bir daha tekrarlanmayacak bu konuyu burada kapatıyoruz." Herkes onaylayan mırıltılar çıkartıp kahvaltısına döndü. Bu konu benim için henüz kapanmamıştı. Eminim ki yakın zamanda dün gecenin karşılığını alacaktım.
"Öhm.." Gözler bir an da Umut'a döndü.
"Yılbaşı yaklaşıyor.. arkadaşlarla-"
"Hayır."
"Baba..! Ama neden? Geçen sene daha küçük olduğumu bahane edip izin vermedin sence de zamanı gelmedi mi?"
"Neyden bahsediyor?" Usulca eğilip Yasemin'in kulağına fısıldadım.
"Umut geçen yılbaşını arkadaşıyla geçirmek istedi fakat Anıl bey izin vermedi."
"Kuralı unuttun herhalde. İstediğin zaman arkadaşlarınla çıkıp eğlenebilirsin ama geceyi evde geçirmek zorundasın."
"Ama bu yatılı bir plan. Ayrıca tüm arkadaşlarımı tanıyorsun. Neden bu konuda bu kadar katısın?"
"Yılbaşı gecesi planımızı çoktan yaptımda ondan oğlum."
"Yine geçen seneki gibi o sıkıcı baloya mı gideceğiz yoksa?"
"Bu ablanla geçireceğimiz ilk yılbaşı.." derinleşen gözleri beni buldu.
"Evde ailecek geçiririz diye düşünmüştüm." Aile? Biz onunla aile olmak için çok geç kalmıştık. Bu sözden sonra gözler bana dönmüştü sanırım benim düşüncem merak ediliyordu.
"Selin balodan bahsetmişti."
"O da mı gidecek!?" Birden heyecanlanan Umut'a baktım. Aptal.. belki de gitmemeliydik. Selin'i sevgilisiyle görünce fazla üzülecekti.
"Baloya mı gitmek istiyorsun Hazal?"
"Hayır ben.. bilmiyorum. Ben yılbaşlarını hep uyuyarak geçirirdim nasıl kutlanır bilmiyorum."
"Baba yine baloya gidelim n'olur.."
"Az önce sıkıcı dememiş miydin?"
"Dilim sürtmüş olmalı."
"Sen ne diyorsun Hazal?" Aslında gitmek istediğim pek söylenemezdi ama Umut'un hevesini kırmak istemiyordum. Onun için öyle bir ortama katlanabilir miydim? Anıl'la baş başa geçirmektense orası daha çekilebilir olabilirdi.
"Bana farketmez." Bu sefer bacağıma tekme yiyen bendim. Umut gözleriyle resmen beni yiyordu.
"Gidelim." Benim oyumla birlikte karar artık verilmişti. Aklımın ucundan dahi geçmeyen şey birden planlarıma dahil olmuştu. Fakat bu farkettirmemeye çalışsa da Anıl'ın pek hoşuna gitmemiş gibiydi. Sanırım onun endişesi de benimkiyle aynıydı. Kalabalık ortamlara girmek benim için fazlasıyla tehlikeliydi ve ben bir şekilde kaçınılmaz sona doğru çekiliyormuş gibi hissediyordum.
Kahvaltıdan sonra herkes işine dönerken evde yine yalnız kalmıştım. Dün aldıklarımı özenle yerlerine yerleştirip kendime uzun zaman sonra detaylı bir bakım yaptım. Yüzümü yıkamak için zamanın dolmasını beklerken odada bir ileri bir geri gidiyor arada günlüğümü açıp bir şeyler yazmak istiyordum ama yazacak bir şey bulamıyordum. Bugün gerçekten sıkıcı ve yavaş geçiyordu. Suna birkaç gündür hasta olduğu için Yasemin günün çoğunu müştemilatta ona bakarak geçiriyordu ve ben iyice yalnız kalıyordum.
Üşüyen kollarımı birbirine sarıp camın önüne geldim ve yağan karı izledim. Henüz Umut'un okuldan da gelmesine çok vardı. Halsizce banyoya gidip yüzümü yıkadım ve kendimi yatağa bıraktım. Abimle mi buluşsaydım acaba? Telefonu tam elime aldığım sırada sesi tüm odayı doldurdu.
"Selin?"
"Naber?"
"Sıkıcı. Senden naber?" Daha dün beraberdik neden aramıştı ki? Haftada bir ya da iki kere buluşuyorduk en fazla. Bir şey mi olmuştu?
"Bende eh işte."
"Bir sorun yok değil mi?"
"Aslında.. sorun değil de bir şey var."
"Nedir?" İçimi derin bir huzursuzluk kaplamıştı.
"Sabah yakın bir arkadaşımın sergi açılışı vardı oradan geliyorum. Düşündüm ki sende gelmelisin."
"Ne sergisi? Ben neden geliyormuşum?"
"Gördüklerimi seninde görmeni istiyorum çünkü inan bana pişman olmayacaksın."
"Selin bir sergi için şu soğukta evden çıkamam."
"Lütfen kırma beni. O kadar çok yoğun ilgi gördü ki dediğim gibi pişman olmayacaksın." Yattığım yerden kalkıp tekrar camın önüne geldim. Lapa lapa kar yağıyordu ve bu benim evde kalmam için yeterli bir işaret gibiydi.
"Ama çok soğuk..."
"Ay amma nazlandın.. hemen aşağıya gelir misin artık!?" Bir saniye ne?
"Burada mısın?"
"Evet hadi seni bekliyorum hızlı ol." Yüzüme kapattı. Bu da neydi şimdi böyle? Normalde emrivakilerden hiç hoşlanmazdım ama bunun altında başka bir şey vardı sanki. Kalbimdeki huzursuzlukla birlikte kalkıp üzerime düzgün bir şeyler geçirdim ve kabanımı elime alıp merdivenlerden aşağıya indim ve dışarı çıktım. Neyseki Selin arabasını içeri kadar sokmuştu ve varlığı dahi hissedilmeyen korumalar onu görmüştü. Çünkü dışarı çıktığımın haberi Anıl'a uçtuğunda meraklanmak yerine Selin'le olduğumu bilmesi benim işime gelirdi. Böylelikle o gereksiz bir şüpheye düşmez ve benimde canım sıkılmazdı.
Bir yandan kabanımı üzerime geçirip bir yandan da ön koltuğa yerleştim. Arabaya biner binmez ilk işim yüzünü incelemek oldu ama o düşündüğümün aksine gayet rahat bir gülümsemeyle bana bakıyordu.
"Telefonda söyleyemediğin bir şey mi oldu?"
"Evet." Bu çok normalmiş gibi arabayı sürmeye başladı.
"Evet derken? Ne oluyor Selin anlatsana?" Korkutuyordu beni.
"Ya sabret azıcık." Kendi kendime söylenip önüme döndüm. Gerçekten ne oluyordu? Bu kız beni nereye götürüyordu?
"Nereye gittiğimizi de mi söylemeyeceksin?"
"Sergiye gidiyoruz."
"Ne sergisiymiş bu?"
"Ya kızım sen annenin karnında nasıl 9 ay durdun? Azıcık sabretsene." Derin bir nefes alıp yolu izlemeye koyuldum. Öyle olsun bakalım.
"Partiye geliyor musun?"
"Öyle gözüküyor."
"Harika! Can'la tanışman için sabırsızlanıyorum."
"Bu tanışmayı sakin bir ortamda gerçekleştirirsek iyi olur çünkü Umut'un buna şahit olmasını istemiyorum."
"Ne o? Çoktan ablasını kıskanmaya mı başladı yoksa?"
"Beni değil seni kıskanıyor."
"O nedenmiş?" Dirseğimi cama yaslayıp gülerek ona doğru döndüm. Nedenini gayet iyi biliyordu.
"Bilmiyormuş gibi davranma. Kafayı sana takmış durumda ve bir sevgilinin olması onun umrunda bile değil."
"Aramızda 4 yaş olmasaydı ona bir şans tanıyabilirdim." Gözlerimi devirdim. Bana göre o zaten herkese şans tanıyabilen birisiydi.
"Zamanla geçer takma kafana." Arabayı yolun kenarına park ettiğinde şirince gülümseyip bana doğru döndü. Ana yol sayılabilecek kadar işlek bir yolun kenarında durmuştuk. Kaldırımda insanlar birbirlerini ezmemeye dikkat ederek yağmurdan kaçışıyorlardı. Kara bulutların üzerimizde gezinmesinden dolayı hava biraz karanlıktı. Bazı dükkanlar ışıklarını çoktan açmış bazıları ise dışarıda kalan malzemeleri içeriye taşıyordu. Sonra gözlerim ansızın yolun karşısında köşe başındaki dükkana takıldı. Kapısı sarı letlerle ışıklandırılmıştı. Hemen üzerindeki tabelada MUCİZE yazıyordu. Mucize..
Dalıp giden gözlerimi zorlukla kaçırdım oradan. Bu kelime kalbimdeki boşlukta hayat bulmuş gibi oraya saplanmış kalmıştı ve onu oradan söküp atamıyorum. Dokundukça kanıyordu...
Yumuşak bir atkı ellerimin üzerine bırakıldığında gözlerimi usulca Selin'e çevirdim. Kaşları hüzünlü bir şekilde büzülmüş bir tepki vermem için merakla bekliyordu.
Gözlerim önce atkıya sonrada köşe başındaki dükkana kaydı. Düşündüğüm şey doğru olabilir miydi? Biz mucizeye mi gelmiştik? İçeride kendimi gizlemem gereken mucizeye mi?
"Gidelim mi?" Henüz düşüncemin şokunu atlatamadan başımı salladım. Orada ne varsa.. kim varsa görmek istiyordum. Bundan korkmuyorum. Çünkü onu bir kere gördükten sonra hep görmek istemiştim. Nefes almaya ihtiyacım vardı.
Zorlukla kendimi dışarıya attım. Ona ihtiyacım vardı.
Elimdeki atkıyı sadece gözlerimi açık bırakacak kadar yüzüme sardım.
"İyi misin?" Selin yanıma gelip koluma girdi.
"O burada mı?"
"İçeride."
"O halde iyi olacağım." Dikkatlice yolun karşısına geçtik. Aslında sadece Selin dikkat etti çünkü ruhum bedenimden çoktan ayrılmış önden koşarak dükkanın kapısına gelmişti bile. Gözüm ışıklı tabeladan başka bir şey görmüyordu. Ne omzuma çarpıp söylenen insanlar umrumdaydı ne de bastığım çamurlu su birikintisinin üstümü kirletmesi.
Bizimle birlikte içeriye birkaç kişi daha girerken başka kişilerde çıkıyordu. Sergi sadece özel bir kesim için değil halk içindi. Burada her ne varsa bunu herkesin görmesi istenilmişti.
Titreyen bacaklarımı zorlukla hareket ettirip içeriye girdim başımı kaldırıp etrafa bakmamla koluna sıkı sıkıya sardığım ellerim gevşemiş ve hali kalmamış gibi iki yanıma düşmüştü. Gözlerim doğru mu görüyordu? Daha iyi görebilmek için birkaç adım yaklaşmak istedim ama başarabildim mi bilmiyorum. İstemsizce gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. Titrek bir nefes aldım ve hepsini görebilmek için yavaşça etrafımda döndüm.
Her bir tuvalde sadece tek bir suret vardı. Ben.
Boğulduğumu hissettim. Hayalini kurduğum adada boğuluyordum çünkü orada tek başımaydım. Çünkü yüzme öğrenememiştim. Çünkü beni kurtaracak birisi yoktu. Kocaman okyanusta boğuluyordum ve kurtulmak için çırpınmıyordum bile. Ne önemi vardı ki? Eğer yaşarsam yanımda o olacak mıydı?
Daha iyi görebilmek için çoktan ıslanan kirpiklerimi elimin tersiyle sildim. Doğru görüyordum değil mi? Onlarca tuvalde sadece ben vardım değil mi?
Derin bir nefes alıp bir tuvalin önüne yaklaştım. Üzerimde kırmızı bir elbise, saçlarımı dağılmış, elimde ise şekli yamulmuş bir salatalık dilimi vardı. Saçlarımın bir kısmı gözlerimi kapatırken bir kısmı kulağımın arkasına sıkıştırlmıştı. Hatırlıyorum.. parmakları önce yanağımı okşamış sonra saçlarımı geriye doğru atmıştı. Biz bu anları yaşamıştık. Her bir saniyesi gerçekti ve her bir saniyesi eksiksiz aklımın bir köşesindeydi.
Birkaç adım atıp yanındaki tuvalin önünde durdum. Minik bir taburede oturmuş büyük bir ciddiyetle parmaklarımın altındaki piyano tuşlarına bakıyordum. Saçlarım ensemde küçük bir kalemle tutturulmuştu. Kaşlarım hafif çatılmış alt dudağım birazcık öne doğru taşmıştı. Saçlarımı hemen bozmadan önce omzumdan boynuma doğru minik bir öpücük kondurduğunu hatırlıyorum. Parmaklarımın altındaki parmaklarını hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum.
Zorlukla nefes alıp devam ettim. Tuvallerdeki her bir resmin anısını hatırlıyordum. Pijamalı halimi, paten sürmeye çalışırken ki halim, ona yemek yapmak için kollarımı sıvamış halim ve daha onlarcası etrafımda sergileniyordu.
"İyi misin?"
"Bunu neden yapıyor?" Neden? Gitmiş olmama rağmen neden hala canım yanıyordu?
"Çünkü sana aşık."
"Olamaz.."
"İstediğin kadar inkar edebilirsin ama bu gerçeği değiştirmeyecek." Gözümden boncuk boncuk yaşlar akarken Selin'e baktım. Doğru mu söylüyordu gerçekten? Savaş gerçekten bana aşık mıydı? O halde neden beni aldatmıştı? Neden kalbimi yerinden söküp parçalamıştı halbuki orada sadece kendisi varken?
Gözlerim omzunun üzerinden tırmanıp tam arkasındaki duvarda sabit kaldı. Bu şimdiye kadarki gördüklerimin en büyüğüydü. Adımlarım benden bağımsız harekete geçip onu arkamda bıraktı ve devasa bir portrenin önünde durdu. Benim portremin.
Ağzım şaşkınlıkla açılırken kaşlarım havaya kalkmış ve gözlerim kocaman açılmıştı. Bu çok.. çok büyüktü. Benimle birlikte tabloya bakan insanları umursamadan en öne geçtim.
Uzun saçlarım dalgalı bir şekilde omzumdan aşağıya inmiş ve buz mavisi elbisemin askısını gizlemişti. Gözlerimi o kadar derin o kadar güzel çizmişti ki sanki ben gerçekten o tablonun içindeydim. Yüz hatlarım tüm sadeliğiyle karşımda olsa da gözlerim her şeyi belli ediyordu. Beni baloya götüreceği gün evden çıkıp onu gördüğüm ilk andı bu. Göz göze geldiğimiz, önü görür görmez içimin gittiği, kalbimin teklediği ilk andı. Onun için hazırlandığım ilk gündü. Kendime dahi itiraf edemediğim ama onu etkilemek istediğim ilk andı. Bugün karşımda bu portre olduğuna göre bunu başarmıştım.
O kadar güzel o kadar kusursuzdu ki sanki dokunsam gerçekliğini hissedecektim. O günkü masumluğuma dokunmak istedim. Her şeyden habersiz aptal aşık gibi hissetmek istedim. Eski beni özledim. Eski özgür beni özledim.
Parmaklarım ne ara havalandı bilmiyorum ama kendimi portreye dokunmak isterken buldum. Dokunsam sanki o güne ışınlanacaktım. Ama tüm bu düşüncelerim bileğimin sertçe kavranıp çekilmesiyle uçup gitmişti. Bir anda olduğum yerde hareket etmiş ve beni kendisine doğru döndüren bedenle yüzyüze gelmiştim.
"Dokunmak yasak!"
İşte yine karşımdaydı. Gözleri gözlerimde eli elimde. Ama eskisi gibi bakmıyordu bana. Eskiden bana baktığında gözlerinin içi gülerdi şimdi altı kararan gözlerinden saklamadığı öfkesi ile karşımdaydı. Dokunmaya kıyamadığı bedenimi şimdi sertçe kavramış ve önemsiz bir nesne gibi itmişti. Aşağıya düşen elimi hızla kaldırıp deli gibi atan kalbimin üzerine koydum. Aylar sonra ilk defa birbirimize dokunmuştuk. Onun sıcak parmakları benim soğuk bedenimde kırmızı izler bırakmıştı. Gözlerimi yüzünün her bir zerresinde gezdirdim. Yanağındaki kesik iyileşmişti. Saçları son gördüğümden bu yana fazla uzamamıştı. Gözleri.. yorgundu. Her gördüğümde tutulup kaldığım elaları beni yine kendisine kilitlemişti. Onu istiyordum. Hemen şu an her şeyi unutmaya hazırdım. Sadece onu istiyordum. Onunla birlikte gitmek istiyordum bu şehirden.
Çatık kaşları düz bir çizgi halini alırken bakışları değişmeye başladı. Sonra her şeyin ortaya çıktığını düşündüm. Ölmek üzere olan canavarı son kez uyandırdığımı düşündüm. Yaratacağı kaosu, alacağı canları düşünmek dahi istemedim. Karşımdaki kişi bir şeyleri anlamaya başlarken zihimde kırmızı alarmlar çalmaya başladı. Gitmeliydim. Ondan uzaklaşmalıydım.
Gözlerime kilitlenen gözleri anlık olarak saçlarıma gidip tekrar gözlerimle kavuştu. Artık sinirli bakmıyordu. Yüzünde anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Tıpkı o da benim gibi anlayamıyormuş gibiydi. Bu kahverengi gözler, kumral saçlar, saçlarımı kokusu.. kokusu! Siktir!
Korkuyla bir adım geriledim. Beni tanımaya mı başlıyordu? Gitmeliydim. Hemen şimdi gitmeliydim.
O karşımda transa girmiş gibi dikilirken korkuyla koşarak çıktım dükkandan. Beni tanıdı! Tanıdı mı!?
Yolun boş olmasını fırsat bilip koşarak karşıya çıktım ve arkama bile bakmadan uzaklaştım oradan. Düşünemiyordum! Ne yapmalıydım. Siktir! Anlamış mıydı?
Daha fazla koşamayacağımı anlayıp sırtımı dükkanın birinin duvarına yasladım ve nefesimin düzene girmeseni bekledim. Gözümü koşarak geldiğim kaldırımdan ayırmıyor ve peşimden gelip gelmediğini anlamaya çalışıyordum. Belki de beni tanımamıştı. Belkide gözlerime bakınca eskiye dair bir şeyler hatırlayıp kalmıştı orada.
Yoldan geçen bir taksiyi durdurup evin yolunu tuttum. Gözüm sürekli takip edilip edilmediğimizi kontrol ediyordu. Çantamda ki telefon birden titremeye başladığında korkuyla sıçradım. Taksici garip tavırlarıma anlam veremiyormuş gibi sürekli aynadan beni kontrol ediyor ve kendi kendine mırıldandıp yola dönüyordu.
"Selin? Anladı mı!?" Hakim olamadığım ağlamaklı sesim taksiyi doldurken adamla son kez göz göze gelip başımı cama çevirdim.
"Nerdesin sen!? İyi misin?"
"Eve gidiyorum.. anladı mı ben olduğumu?"
"Bilmiyorum... Sen koşarak çıktıktan birkaç saniye sonra anca kendine gelebildi. Dışarıya çıkıp baktı ama seni göremedi sonra tekrar içeriye girdi ve gözden kayboldu." Rahat bir nefes verdim. Eğer anlamış olsaydı içeri girmek yerine peşimden gelirdi değil mi?
"Sen iyi misin?"
"Bilmiyorum.. çok garipti."
"Anlıyorum. Kafası çok karışmış gibiydi ama omuzları iyice çöktü. Birbirinize iyi gelmiyorsunuz."
"Ne yapacağımı bilmiyorum."
"Eve gidince biraz dinlen kafanı topla. Bende bu sırada bir şeyler öğrenmeye çalışayım."
"Ne gibi?"
"Neden böyle davrandığı gibi mesela. Neden aldattığı sevgilisinin yasını tutuyor ya da neden.. onun adına sergi açıyor merak ediyorum doğrusu."
"Belkide daha fazla eşelememek gerekiyordur Selin."
"Sana bir hayat borcum var Hazal.. bırakta seni hayata döndüreyim. Eve gidence haber ver olur mu?"
"Yazarım."
"Görüşürüz."
⚫
27.12.2023
Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir şey yapmalı mıyım onu bile bilmiyorum. Zihnim çok bulanık. Bir şeye odaklanmaya çalışsam aklıma hemen o geliyor ve bütün düşüncelerim toz olup gidiyor. Bir tek o gitmiyordu aklımdan.
Seni nasıl atabilirim aklımdan? Ne olur yardım et.. seni arkamda bırakmama yardım et.
Uzun zaman sonra kapağını araladığım günlüğümü tekrar göz önünden kaldırdım. O günden sonra bir daha dışarıya çıkmamıştım. Çıkmaya cesaret dahi edememiştim.
Ne kadar da aptaldım. Az daha kendimi ifşa edecektim. Az daha her şeyi mahvedecektim. Az daha çektiğim bütün acıları anlamsız kılacaktım.
Fakat her şeye rağmen uzun zaman sonra ilk defa yaşadığımı hissetmiştim o gün. Her şeye rağmen bir şekilde beni önemsediğini bilmek, onun tarafından az da olsa sevilmiş olmak beni mutlu etmeye yetiyordu. Az da olsa... Az mı sevmişti beni? Az seven insan bu kadar büyük bir uğraşa girer miydi? Benim hatıramı yaşatmak için aylarını feda edebilir miydi? Aradan geçen onca zamana rağmen hala bir şekilde aklımı karıştırmayı başarabiliyordu.
Şimdi içim bastırmakta zorlandığım onu görme arzusu ile dolup taşıyordu. Her şeyi darmadağın edebileceğimi bildiğim halde bunu deli istiyordum. Ela gözlerine kilitlenmek istiyordum. Karşısına geçmeye cesaret edemesem bile saatlerce ayakta dikilip bir köşede onu izleyebilirdim. Tüm ömrümü bu şekilde dahi geçirebilirdim. Yeter ki o gözümün önünde olsun. Yeter ki ona dokunamasam bile hissedebileyim.
"Uyudun mu?" Oturduğum yerden kalkıp kapımın arasından başını içeriye sokan Umut'a baktım. Geldiğini fark etmemiştim.
"Neden uyumadın sen? Yarın okulun yok mu?"
"Kar tatili ilan edildi." Kapıyı iyice aralayıp içeriye girdi.
"İyi misin?" Rengi sararmış gibiydi. Alnının köşesinde biriken terleri daha yeni fark ediyordum.
"Yine o rüyayı gördüm. Annemi yani." Gözlerimi kaçırdım. Onu çok özlüyor olmalıydı.
"Yine birlikte uyuyalım mı?" Gözlerimin içi parlarken hafifçe tebessüm edip kolundan çektim. Sanırım ben kazanmıştım.
"Gel." Onu güzelce yatağa yatırıp bende hemen yanına kıvrıldım.
"Gel böyle." Kolumu başının altından geçirip onu iyice kendime çektim ve başını göğsüme yasladım. Belli ki ona iyi geliyordum ve o da bir o kadar bana iyi geliyordu.
"Yarın sabah bu geceyi unutursan sevinirim."
"Şşt. Kapat gözlerini ve kendini rahat bırak." Usulca saçlarını okşadım. Burada olmasına ne kadar sevinsemde onun burada olmasının sebebi üzgün olmasıydı.
"Bunu nasıl yapıyorsun?"
"Neyi?"
"Sadece birkaç saniye oldu ama sanki ben sarhoş olmuş gibiyim. Halbuki az önce gözlerim kapanmıyordu bile."
"Yorulmuşsun sen ve tabi bir de sarılmaya ihtiyacın varmış. Şanslısın ki sana her daim açık bir abla kucağı var."
"Hmm.." sesi gittikçe boğuklaşıyordu. Ve sanırım şu saniye çoktan uykuya dalmıştı. Şapşal.. Gündüzleri düşman, geceleri yavru kedi kesiliyordu. Ama bu benim için sorun değildi. O zaten her türlü kabulümken gerçek hislerinin geceleri açığa çıktığını bilmek beni mutlu ediyordu.
Yavaş yavaş saçlarını okşamaya devam edip elimin tersiyle alnının kenarında biriken teri sildim.
"Sende bana iyi geliyorsun kardeşim. Sakın beni terketme olur mu?"
Eğer sende gidersen ben ne yapardım?
⚫
Sonunda yılbaşı gecesi gelip çatmış ve evde büyük bir heyecan yaratmıştı. Yemekten sonra herkes hazırlanmaya koyulmuştu. Biz partiye gidecekken evde kalan tüm çalışanlar Suna'nın küçük salonuna sıkışıp birlikte geri sayım yapacaklardı. Eminim bizimkinden daha samimi bir ortam olacaktı.
Saçlarımdaki havluyu yatağa fırlatıp sandalyemi aynanın önüne çektim. Geçen gün aldığım makyaj malzemelerine şöyle bir göz gezidirdim. Hadi bakalım... Bu işte berbattım ama eminim basit bir makyajı yapabilirdim. Fakat daha hangi tonları kullanacağımı bile bilmiyordum.
İlk işim yüzümü nemlendirmek oldu. Daha sonra elime küçük bir fırça alıp hafifçe siyah fara dokundum ve göz kapaklarımın çevresinde dolandırdım. Daha sonra ışıltılı bir farı nerdeyse gözümün tamamına sürüp, kirpiklerimi de rimelle kıvırdıktan sonra göz makyajım bitmişti. Yanaklarıma birazcık allık ve dudaklarıma da neredeyse elbiseyle aynı renkte kırmızı bir ruj sürdüm. Bence fena olmamıştı. Özellikle yüzümde en sevdiğim kısım yani gözlerim biraz ön plana çıkmıştı. Eğer olurda yanıma yaklaşmak isteyen birileri olursa atacağım ters bir bakışla arkalarını dönüp uzaklaşacaklarından emindim.
Nemli saçlarımı tarayıp kuruyana kadar kendi halinde bıraktım. Saçlarım çoktan belime kadar uzanmıştı. Arada bir kestirme fikri aklıma geliyordu ama Savaş'ın saçlarımın uzun halini sevdiğini hatırlayıp bundan vazgeçiyordum. Evet aptalın tekiydim. Belki yanımda değildi ama halâ hayatımın bir parçasıydı. Ve ben o parçayı koparıp atmaya kıyamıyordum.
Saçlarımın kurumasını beklerken dolaptan elbiseyi çıkarıp yatağın üzerine bıraktım. Bu çok.. çok iddialıydı ve hiç benim tarzım değildi. Hem dikkatli bakıldığında kolumdaki bazı izler de fark edilebilirdi.
Altına giyeceğim önden incecik bir kemeri olan ışıltılı topuklu ayakkabıyı da yanına koydum. Tüm hoşnutsuzluğuma rağmen ortada şöyle bir gerçek vardı ki bu gece felaket olacaktım.
Daha fazla vakit kaybetmeyip kuruyup dalgalanan saçlarımı düzleştirdim. Harika! Artık bir yere otururken saçlarımı ezmemeye dikkat etmeliydim. Düz saçlarımdan önden iki tarafından birer tutam alıp ensemde sıkı sıkı birleştirip küçük bir lastikle bağladım ve serbest kalan saçlarımı bu bağlanmış tutamın üzerine bırakıp gizledim. Yasemin'den aldığım saç spreyini her yerime sıkıp saçlarımın önüme gelmemesi için bir güzel sabitledim. İşte bu kadar. Öykü kadar olmasa da bu işte bende fena değildim.
Üzerimdeki bornozdan kurtulup önceden iplerini yerlerine geçirip gevşek bıraktığım elbiseyi rahatça giydim. Sırtımdan aşağıya sarkan ipin iki ucunu tutup çektiğimde bir an için nefes alamadığımı hissettim. İpleri çok az gevşetip hızlıca birkaç düğüm attım ve elbisenin iç kısmına yolladım. Elbise o kadar dardı ki zayıflıktan kuruyan belim iyice kendini belli etmiş ve göğüslerim ortada toplanıp dolgun bir görüntü ortaya çıkarmıştı.
Aynada görebildiğim kadar arkamı dönüp sırtıma bakmaya çalıştım. Saçlarım elbisenin bu detayını her ne kadar gizlesede hareket ettikçe illaki görünecekti ve ben henüz benim fark edemediğim bir yara izinin birden ortaya çıkıp insanlara göz kırpmasından çok çekiniyordum. Yine de sorun yok gibiydi. Sanırım kollarımdaki birkaç çiziği saymazsam vücudumdaki tek korkunç yara belimden karnıma uzanan ameliyat iziydi. Neyse ki o hiç kimsenin göremeyeceği bir yerdeydi.
Kenardaki ayakkabıları giyip aylar sonra kavuştuğum kokumu her yerime sıktıktan sonra hazırlanmam bitmişti. Yanıma sadece telefon alacaktım onu da kabanımın cebine koyacağım için çanta almadım yanıma.
Kapım birkaç kez tıklayıp adım seslenildi.
"Hazal? Hazır mısın?"
"Hazırım." Utana sıkıla cevap verip yerimde hafifçe sallandım. Anıl kapıyı tamamen aralayıp içeriye birkaç adım atmıştı ki gözleri beni görür görmez yerinde donup kalmıştı. Olduğum yerde hareket etmeden sadece gözlerimi yana kaydırıp aynada kendime baktım. Bir sorun yok gibiydi.
"Çıkıyor muyuz?" Kapının hemen yanında Umut'un sesi duyulduğunda kapıyı açık görünce izin alma gereksenimi duymamış olacak ki birden odama damladı.
"Hazır-" Gözleri önce babasına sonra bana kaydı. Anıl gibi tıpkı beni görür görmez attığı adımı yarım kalmış ve dudakları cümlesinin yarım kalmasından dolayı hafif aralık kalmıştı. Tamam.. hareket eden kaybediyordu sanırım.
Gözlerim tekrar aynaya kaydı. Bir sorun mu vardı? Yoksa beni yanlarına mı yakıştıramamışlardı?
"Olmamış mıyım?" Cevap yok.
"Biriniz bir şey söyleyecek mi artık?" İlk tepki Umut'tan geldi. Birkaç güzel iltifat beklerken onun kaşları çatılmıştı.
"Anlaşılan seni yalnız bırakamayacağız."
"O nedenmiş?" Birkaç adımda yanıma gelip çevremde bir tur attı.
"Yalnız kaldığın ilk an da akbabalar başına üşüşücekte ondan." Kıskanılmış mıydım?
"Aşağıda bekliyorum gelirsiniz." Son kez beni süzüp gitti.
"Haklı.." Anıl birkaç adım atıp tam önümde durdu. Gözleri tereddütlü bakıyordu. Sonra her ne yapacaksa buna kesin kararlıymış gibi gözleri keskinleşti ve kollarının havaya kalktığını hissettim. Elleri önce saçlarıma gitti. Bu hareketi kalbimin hızla çarpmasına sebep oldu. Normalde bana dokunmasına izin vermezdim ama bu sefer donup kalan bendim. Bedenim dışarıdan hiçbir tepki veremezken içimde büyük bir savaş var gibiydi. Midem kasılıyor, sırtıma dikenler batıyor ve boğazıma koca bir yumru oturuyordu.
Saçlarımdan aşağıya kayan elleri boynuma ulaşıp en son inci kolyemin ucuna dokundu.
"Sen kusursuz bir kadınsın Hazal tıpkı annen gibi. Ben onu koruyamadım bırak kardeşin seni korusun." Onun annemi kendisinden koruması gerekiyordu. Tıpkı benim kendimi ondan korumam gibi.
Ellerini üzerimden çektikten sonra takımının ceplerine koydu. Bakışları odadan çıkmamı bekler gibiydi. Umut'u daha fazla bekletmemek için telefonumu alıp çıktım.
Az önceki atmosfer de neyin nesiydi?
Titreyen bacaklarıma hakim olup dikkatlice merdivenlerden indim. Umut montunu üzerine geçirmiş kollarını birbirine bağlamış bizi bekliyordu. Suratı fazlasıyla asık gözüküyordu.
"Gelmemden bu kadar hoşnutsuzluk duyacağını bilseydim baştan hazırlanmazdım." Dolaptan kendi siyah kabanımı alıp giydim.
"Ondan değil.."
"Neden peki?" Gözleri henüz merdivenlerden inen Anıl'a kaydı ve sesini kısıp o gelmeden hızlı hızlı konuşmaya başladı.
"Herkesin gözü üzerinde olacak.."
"Neden böyle düşündün ki? Açık konuş ne demek istiyorsun?"
"Diyorum ki çok güzelsin! Sapık gözlerin ablamın üzerinde olmasını istemiyorum!" Yine abla dedi.. ve o hala arada bana abla diye seslendiğinin farkında bile değildi. O konuştukça ayrı bir keyifleniyordum ama bunu ona belli etmemeye çalıştım.
Babası geldiğinde suspus olup dışarıya çıktı. Anıl'a bakmadan bende çıktım ve onu takip ettim. Mustafa abinin kapısında beklediği araca önce Umut yanınada ben oturdum. Anıl da bizim karşımızada yerini alınca yola çıktık.
"Mustafa klimayı biraz daha aç çocuklar üşümesin." Soğuktan üşüyen parmaklarımı refleks olarak birazcık kabanımın içine doğru çekip saklanmıştım. Gerçi ben hep üşüyordum da neyse.
"Umut ablanı dansa kaldıracak mısın?" Şöyle bir göz ucuyla yandan bana bakıp suratını ekşitti.
"Onun gibi bir vahşi dans etmekten ne anlar? Hazır oraya gitmişken onu yandaki ormana bırakalım doğal ortamında biraz vakit geçirsin." Anıl onu ikaz ederken ben sadece gülmekle yetindim. Belki de o sevgisini böyle gösteriyordu.
"Sadece benimle değilde Selin'le de dans etmek istemez miydin?"
"O beni görmez ki.."
"Ben ayarlarım.. tabi ilk dansını benimle yapman şartıyla." Cevap vermesede heyecanla yerinde kıpırdandı.
"Merak etme ayağına basmam."
"Sonunda Selin varsa bana istediğini yapabilirsin." Anıl tekrar onu ikaz ederken bu sefer o da gülüyordu.
Keyfi yerine gelen Umut yol boyu espri yapıp beni bile kahkahalara boğmuştu. Kıskançlığı bir kenara atmış ve sadece Selin'le dans edecek olmak bile bütün moralini yerine getirmişti.
Yaklaşık yarım saat süren yolculuk sonunda peri masallarındaki gibi bir saraya gelmiştik. Yıllardır bu şehirde yaşıyordum ama bu taraflarını ilk defa görüyordum. Arabayı açık otoparka park ettikten sonra dışarıya ilk adımımı attım. Umut'un montunu arabada bıraktığını görünce bende kabanımı çıkartıp içeriye attım. Dondurucu soğuk anında etrafımızı sararken kendimi ısıtmak ister gibi kollarımı etrafıma sardım.
Anıl bizden birkaç adım önde hemen arkasından da Umut'la ben yürüyorduk. Umut anlık olarak otoparkın bitişiğinden başlayıp karanlığa gömülen ormana bakıp sonra gülerek bana döndü.
"Önüne bak Umut tokatlarım seni." Dediğimi yapıp yola devam etti.
Etraf rengarenk ışıklarla aydınlanmış, bazı görevliler kapıda dikilirken bazıları sağa sola koşturuyor ve gelen misafirlere yardımcı oluyorlardı.
"Hoşgeldiniz Anıl bey buyrun." Adamın biri bizi merdivenlerin başında karşılayıp eliyle içeriyi gösterdi.
Tek elimle elbisemin eteğini toplayıp yukarıya doğru çıkan ve bitmek bilmeyen merdivene göz attım. Bu ayakkabılarla oraya kadar düşmeden tırmanmam bir mucize olurdu.
İlk adımımı atacaktım ki önüme doğru uzanan kol beni durdurdu. Umut dirseğini kıvırmış ve tutmam için önüme uzatmıştı.
"Çok centilmensiniz beyefendi. Teşekkür ederim." Koluna girip rahat bir şekilde merdivenleri çıkmaya başladık.
"Her şey Selin için."
"Hı hı tabii.."
Salondan içeriye girdiğimizde tahminimden daha fazla kalabalıkla karşılaştım. Ortada minik masalar ve etrafında küçük topluluklar oluşturan insanlar dikiliyor ve sohbet ediyorlardı. Buradaki atmosfer tıpkı geçen sene geldiğim baloyu andırıyordu. Zaman ve mekan değişmiş olsa bile insanlar aynı gibiydi.
"Ben birkaç dosta selam vereceğim sizde eğlenmenize bakın." Anıl bizden ayrıldıktan sonra Umut'la boş bir masa bulup durduk. O masadaki ikramlardan atıştırırken benim gözlerim hem etrafı tarıyor hem de bir yandan Selin'i arıyordu.
"Bu elbiseyi nereden buldun?"
"Selin benim için seçti."
"Belli. Tam onun tarzı." Umut tekrar beni baştan aşağı süzüp etrafa kötü bakışlar attı. Açıkçası bana bakan var mıydı bilmiyorum ama varsa bile umrumda bile değildi.
"Gece daha yeni başlıyor kardeşim. Şimdiden kıskanmaya mı başladın yoksa?"
"Kı- kıskanmak? Ne kıskanması? Yok öyle bir şey."
"Ben yanlış anladım o halde." Bir şey demeyip gözlerini kaçırdı. Şapşal şey...
Dirseklerimi masaya dayayıp parmak uçlarımda biraz yükseldim. Neredeydi bu kız? Yoksa daha gelmemiş miydi? Gözlerim hızla tüm masaları tararken öylesine geçip gittiğim bir masaya ani bir refleksle geri dönmüş ve kaşlarım anında çatılmıştı.
"Onların burada ne işi var!?"
"Kim?" Umut baktığım yere bakar bakmaz benim gördüğüm aileyi görmüş ve panikle etrafına bakınmaya başlamıştı.
"Babamı çağırmalıyım.. başımızda durmalı."
"Sakin ol... Kalabalıkta bize sataşıp gürültü çıkarmaya cesaret edemezler." Gözlerimi o tarafa bakar bakmaz göz göze geldiğim Çağatay ve ailesinden kaçırıp önüme döndüm.
"Ögeday'ın elini gördün mü? Sargıyla sarmışlar."
"O elini kesip koparmak vardı da neyse."
"Abart. Anında hapsi boylardın."
"Sende bana mektup yazardın değil mi sevgili kardeşim?" Gözlerini devirip babasını aramaya koyuldu. O aileyi görmek onu fazlasıyla endişelendirmişti.
"Ah! Telefonumu arabada bırakmışım!"
"Sakin olur musun? Ben varım yanında."
"Ablanı dinle ufaklık kısa konuşup gideceğim." Hiç beklemediğimiz bir an da Çağatay gelmiş ve elini Umut'un omzuna atmıştı. Umut'un bedeni kaskatı kesilirken Çağatay'ın elinin beyazladığını ve kardeşimin canını yaktığını anladım.
"Çek elini kardeşimin üzerinden!" Hızlı bir adımda yanına gidip elini ittirdim.
"Abine özendin herhalde! Seve seve yardımcı olurum." Sakin bir tavırla gülerek ittirdiğim elini cebine soktu.
"Yakında nişanlanacağız ve sen sevgili eşinin canını yakmakla tehdit ediyorsun." Şu kelimeyi duymaktan cinnet geçirecektim herhalde.
"Abinin elini kırdım çenesini değil. Mesajımı iletmiş olması gerekiyordu." Umut'u kolundan çekip arkama aldım.
"Her şey senin iki dudağının arasından çıkan basit bir sözden mi ibaret sanıyorsun? Bu evlilik eninde sonunda olacak, fazla direnirsen bu sefer senin canın yanmaya başlayacak haberin olsun."
"Kimse bana bir şey yapamaz. Hele senin o sünepe abin bir daha karşıma çıkarsa emin ol eve bu kadar sağlam dönemez."
"İlk başta bende karşı çıkmıştım biliyor musun? Ama abim eve gelip olanları anlattığında dikkatimi çekmeye başladın." Gözleriyle beni baştan aşağı süzüp küçük bir adımla fazlasıyla yakınıma kadar girmeyi başarmıştı.
"Ama şimdi böyle karşımda.. bu kadar asi, bu kadar hırçın ve bu kadar.." Gözlerinin göğüslerime doğru indiğini gördüm. Bakışlarına tiksintiyle karşılık verip hemen burada onu herkesin içinde rezil etmek istedim.
"Bu kadar göz alıcıyken seni reddetmem aptallık olurdu." Gözlerini tekrar gözlerime çıkarıp aptal bir ifadeyle suratıma baktı.
"Evleneceğiz ve emin ol çok eğleneceğiz." Cevap vermedim. Kararımın net olduğunu biliyordu. İstediği kadar yakınıma girsin, istediği kadar beni bu durumdan bezdirmeye çalışsın. Sonuç olarak onlara canlı lazımdım ve onun dışında yapacakları beni zerre korkutmuyordu.
Rüzgar gibi esip geçtikten sonra tuttuğum nefesimi yavaşça verip hemen arkamda duran Umut'un elini tuttum. Bir an için kendimden geçeceğimi sanmıştım.
"Gitmeliyiz buradan. Babamı bulmalıyım."
"Hayır.. ona söyleme." Masadaki içecekten bir yudum alıp boğazımı ıslattım ve dik durmaya çalıştım. Onların masasındaki bazı yüzlerin arada bu tarafa doğru döndüğünü hissediyordum.
"Kendince atıp tutuyor. Bırak istediklerini konuşsunlar ben istemeden bu istekleri gerçekleşmeyecek."
"Ya istersen? O aile ile akraba mı olacağız?"
"Umut! Saçmalama." Günlerdir neye karşı çıkıyordum ben allah aşkına! Bir de istersen diyor!
"Ben biraz hava alacağım."
"Bende yanında geleyim."
"Gelme. Babanı bul ve onun yanında kal!" Arkamı dönüp çıkışa doğru yürümeye başladım. Buraya adımımı atar atmaz sinirlerimin altüst olması iki dakika sürmüştü.
"Yalnız kalamazsın." Hala peşimde miydi o benim?
"Umut!" Sinirli bir şekilde arkamı dönüp girişteki boş alanda durdum ve kolunu tuttum.
"İzin ver biraz nefes alayım. Lütfen." Az önceki durumun beni ne kadar bunalttığını anlamış olacak ki sonunda pes etti.
"Dikkatli ol o zaman." Başımı salladım. Çağatay'ın sözlerini takmamaya çalışsam da olmuyordu. Benimle uğraşacaklarını bilmek yine diken üzerinde yaşamamı gerekli kılıyordu ve ben bu durumdan gerçekten çok sıkılmış ve çok yorulmuştum.
Umut hala arkamdan bakarken arkamı dönüp kapıdan dışarıya çıkmak istedim tam o esnada arkamdan geçen bedenle çarpışmış ve düşmemek için refleksle koluna tutunmuştum. Sonrasında gerçekleşen her şey ise düzene koymaya çalıştığım hayatımı saniyesinde alt üst etmiş ve beni ağır bir yüzleşmenin içine sokmuştu.
Elimdeki bardak kayıp gitmiş ve ayaklarımın ucunda parçalanmıştı tıpkı onu görür görmez kalbimin tuzbuz olması gibi.
Çıplak sırtıma dokunan sıcak parmaklar gözlerimiz kesiştiği an da buz kesmiş ve adeta tenime diken diken batmıştı.
Buna hazır değildim.
Bir çift şaşkın ela göz adeta gözlerime kilitlenmiş ve inanmak istercesine gözlerini kırpıştırıyor ama hiçbir şey söyleyemiyordu.
Gözlerimin içini parlatan bu harelerin gözlerimi dolduracak hale getirmesini kabullenemiyordum. Sebebi belliydi hayalimde ki kişinin hayali değildim ve bu acıyı kalbime yediremiyordum.
Ve o.. karşımdaydı işte.
Mutlu yıllar sevgilim...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |