
Bu an... İçinde bulduğum zaman.. Gerçek mi hayal mi?
Olduğum yerde miydim, olmak istediğim yerde mi?
Eski bir anı mıydık yoksa?
Böyle hissetmeyeli ne kadar zaman olmuştu? Tıpkı kendimi hissettiğim gibi? Hem yaşam hem ölüm gibi. Kendim gibi.
Sahi kaç zaman geçmişti aradan? Kaç gün, kaç saat olmuştu onu görmeyeli, sesini duymayalı? Onu hissetmeyeli kaç ay olmuştu?
Nasıl bakabiliyordu bana böyle? Nasıl akıtabiliyordu göz yaşlarını? Bana ne hakla böyle bakabilirdi?
"Nasıl..?" Aylar sonra bana söylediği ilk kelime. Nasıl? Çok zor...
"Sen.. gerçek misin?" Çıplak sırtımdaki el kas katı olmuş buz kesmişti. Ellerine nazaran gözleri ise capcanlı ve dolu doluydu.
Seni çok özledim sevgilim..
Gözünden akan bir damla yaş omzuma düştüğünde irkilerek geri çekildim. Bu olamazdı. Savaş beni öğrenemezdi. Ben yine ona kanamazdım.
Arkaya attığım bir adıma karşılık hızla aramızdaki mesafeyi kapattı. Gözleri hala şaşkın, hareketleri hala anlamsızdı. Elinin biri bana dokunmak ister gibi havadaydı.
"Sensin.." Başımı iki yana salladım. Gitmeliydim. Anıl onu görmemeliydi.
Korkuyla geriye doğru birkaç adım daha attım.
"Hayattasın.." Üstüme geldi. O geldikçe ben geriye gittim ta ki sırtım giriş kapısına çarpana kadar.
Sahiden bu an gerçekti değil mi? Karşımdaki beden gerçekti? Hem aylardır kaçtığım hem de görmek için can attığım adam karşımdaydı değil mi?
Son bir adım daha attığında elim hemen arkamdaki kapının kulbuna gitmiş ve tutup çekmiştim. Kapıyla beraber geriye doğru giderken hemen toparlanıp ona arkamı döndüm ve merdivenlerden koşarak inmeye başladım. Kalbim deli gibi atıyordu. Yakalandım! Yakalandım!
Siktir! Yakalandım!
Arkamdan bağıran birbirine karışan sesleri duymazdan geldim. Tek istediğim ondan kurtulmaktı. Henüz bu yüzleşmeye hazır değildim. Nereye gideceğimi bilmeden deli gibi koştum. Arkamı dönüp bakmaya korkuyordum. Gelmesinden, beni yine avlamasından korkuyordum.
"Hazal!" Adımı duymamla adımlarımı daha da hızlandırdım. Arkamdaydı! Arkamdan geliyordu! Koşuyordu! Yakalanacaktım! O beni yakalayacaktı, Anıl da onu!
Park etmiş arabaların arasından geçip adımlarımı karanlıkta kalmış ağaçlık bölgeye yönlendirdim.
"Hazal dur!" Yakındı! Çok yakındı!
Ormana henüz girmiş ve birkaç metre koşabilmiştim ki arkamdan süratle gelen beden hızla beni yakalamış ve kollarının arasına hapsederken korkuyla çığlık atmıştım. Yakalandım..
Birkaç adımla bizi durdururken hem kontrolsüzce ağlıyor hem de kesilen nefeslerim arasından kendimde kalmaya çalışıyordum.
"Yaşıyorsun.. yaşıyorsun.." Tek yaptığı kaçmamam için beni sıkı sıkı tutmak ve aynı kelimeyi tekrarlamaktı.
"Hayır!" Debelenmem boşunaydı. Çünkü beni ne duyuyor ne de bırakıyordu.
Yüzünü saçlarımla boynum arasında hissettiğimde kendimden geçecek gibi oldum. Allah'ım yardım et bana.. Yalvarırım bunu bana yaşatma. Yalvarırım sana kurtar beni ondan.
Ama kurtulamadım. Saniyeler belki dakikalar geçti. Biz bu dondurucu soğukta ve ay ışığının altında birbirimize kenetlenmiş halde kaldık.
"Bırak! Savaş duy beni!" Sesim sonunda kulağına ulaşmış olacak ki kolları gevşedi ama bırakmadı. Tek yapabildiğim olduğum yerde arkamı dönüp onu daha yakından görmek oldu. Nefesini hissedecek kadar yakından.
"Sen gerçekten bir mucize olmalısın." Elleri kollarımdan yukarıya doğru kayıp yüzümü avuçladı. Parmakları ıslanmış yanaklarımda gezindi ve gerçekten bir mucizeye şahit olmuş gibi uzun uzun inceledi.
"Benim mucizem bana geri döndü." Bir anda tekrar sarıldığında hiçbir şey yapamadım. Çünkü onu o kadar çok özlemiştim ki her şeye rağmen onu öyle çok istiyordum ki daha fazla karşı koyacak gücüm kalmamıştı.
Aldığı her bir nefesi ciğerine hapsetmek ister gibi derin derin içine çekti. Dayanamadım. Ne kadar kendimi sabit tutmaya çalışsam da başımı sağa çevirip yüzümü gıdıklayan saçlarından küçük bir nefes aldım. Bu bile hıçkırıklara boğulmama yetti.
Yaşadığım her bir acı tekrardan vücudumu yokladı en çokta kalbim acıdı. Çünkü tüm bunlara sebep olan kişiyi hala seviyordum. Çünkü o hala kalbimdeydi ve o artık bana acıdan başka bir şey veremezdi.
"Yeter!" Güçlükle ellerimi aramıza koyup ittirdim onu. Sonunda onu kendimden ayırmayı başarmıştım.
"Hazal-"
"Yeter! Kal orada! Yaklaşma!" Elimin tekini öne doğru uzatıp durmasını bekeldim. Ve o.. durdu. Şaşkınlığını hala üzerinden atamamıştı ama artık daha da şaşkındı. Ne o? Onu isteyeceğimi mi düşünmüştü yoksa? İstiyordum.
"Sen artık bana yaklaşmayacaksın!"
"Güzelim-"
"Yaklaşma!" Bana bir adım attığı an da avazım çıktığı kadar bağırıp birkaç adım geriye gittim. Korkuyordum. Beni bırakmamasından, beni zorla götürmesinden korkuyordum.
"Bana öyle seslenme. Sen benim adımı bile ağzına alma!"
"Sevgilim benim Savaş-"
"Sen benim sevgilim falan değilsin! Sen benim hiçbir şeyim değilsin! Sen olsan olsan benim en büyük hayalkırıklığım olursun!" Sanki söylediklerime fazla takılmıyordu ya da beni duymuyordu. Bilmiyorum. Belki de hala hayatta olduğumun şokunu üzerinden atamamıştı.
"Sen.. neredeydin? Neden gelmedin bana? Neden böyle konuşuyorsun anlamıyorum." Öfkeyle karışık alaylı bir sırıtma yerleştirdim yüzüme. Tüm yaşananları yok sayıyordu bir de! Neden öyle mi?
"Çünkü beni aldattın! Sen benim sana en ihtiyacım olduğu zamanda beni yalnız bıraktın!"
"Hayır.. öyle bir şey hiç olmadı. Yemin ederim aldatmadım ben seni-"
"Yeter kes sesini! Ben seni ne dinlemek istiyorum ne de görmek. Benim hayatımda artık sana yer yok! Defol git!"
"Hayır." Üzerime gelmeye başladığında geriye kaçmak yerine öfkeyle birkaç adım ona doğru gittim ve onu göğüsünden sertçe ittirdim.
"Yaklaşma dedim sana!" Fakat ne ben onu uzaklaştıracak kadar güçlüydüm ne de o geriye sendeleyecek kadar zayıf. Ellerimden tuttuğu gibi beni kendisine çekmiş ve bileklerimi sıkı sıkı kavramıştı.
"Bu sen değilsin!"
"Değildim.. Bunun için kendini tebrik edebilirsin! İçimde ne sevgi bıraktın ne de merhamet!"
"Benim sevdiğim kadın-"
"Sen beni sevmedin!" Her fırsatta onun sevgisini inkar etmekten geri kalmıyordum ve o buna sinirlenmiş gibiydi. Emin olsun ben ondan daha sinirliydim.
"Hazal!" Sinirle adımı haykırdığında ondan uzaklaşmak istedim ama beni bırakmadı.
"Yalancı düzenbazın teksin! Tekrardan beni kullanmana izin vermeyeceğim!" Ellerimi ondan kurtarmaya çalışsamda çabam boşunaydı. Öyle bir kavramıştı ki bileklerimi sanki metal bir kelepçe sıkı sıkı sarmıştı da bileğimi hareket dahi ettiremiyordum.
"Gidelim buradan.. konuşalım. Ben.. çok özledim." Yüzümü başka yöne çevirdim. Çünkü elalarını gördükçe gardımı indirecek gibi oluyordum. Hala beni ne hale getirdiğinin farkında değildi.
"Ben seninle hiçbir yere gelmiyorum!" Zayıflığını hissettiğim an da zorlukla bileğimi ondan kurtarıp birkaç adım gerilemiştim ki beni yakalamak için tekrar bir hamle daha yaptı ama aldığı sağlam darbeyle yeri boylamıştı.
Nereden çıkıp geldiğini bilmediğim Mustafa abi Savaş'a sağlam bir yumruk geçirmiş ve onu fena afallatmıştı. Dizlerinin üzerine çöken Savaş önce birkaç saniye bekledi sonra ağır bir hareketle çenesini tutup olduğu yerde sadece başını çevirdi ve az önce capcanlı bakan elalar öfkeyle siyaha boyanmıştı ve muhatabını anında bulmuştu. Yerden kalkmak için hereket yaptığı anda etrafımızı saran adamlara baktım ve hiç düşünmeden emri verdim.
"Tutun şu adamı!" İki kişi anında koşup Savaş'ın onları savurmasına izin vermeden kolundan tuttular ve dizlerinin üzerinde kalmasını sağladılar.
"Hazal! Ne yapıyorsun sen? Kim bu adamlar!?" Öfkeyle etrafına bakarken gözleri en son beni buldu.
Kim bilirdi onun için canımı istese vereceğim adamın şimdi infaz emrini iki dudağımın arasında tutacağımı? Kim bilirdi..?
Dakikalardır estiren rüzgar yerini sıcak bir örtüye bıraktığında gözlerimi hala ondan çekmedim. Ama o hemen arkamda duran bedenle göz göze gelmiş ve kaşları daha da derine inerken neredeyse alev fışkıran gözleri direkt beni bulmuştu.
"Bu adamın senin yanında ne işi var!?" Cevap vermedim. Bu da benim utanç sebebimdi işte. Ama hayat.. kimin için ne planlar hazırladığını bilemiyoruz.
"Herkes ait olduğu yerde."
"Hazal!?" Sadece baktım. Herkes ait olduğu yerde.. Onun yanına mı aittim? Hiç sanmıyorum.
"Hadi kızım, gidelim." Derin bir nefes alıp ona tepeden bir bakış attım. Ve bu tepeden hiç mi hiç inmeye niyetim yoktu. Belkide bu onu son kez görüşümdü. Kabullenmek ne kadar zor olsa da en doğru karar buydu. Bir daha onu görmemem. Umarım.. umarım bir daha karışma çıkamazsın patronun oğlu.
Daha fazla bir şey demeden ona arkamı döndüm ve yürüdüm. Tek duyduğum onu tutanlara ettiği küfürler ve arkamdan sürekli adımı haykırmasıydı. Dayanabilirsin buna Hazal. Eve kadar dayan. Anıl'a hiçbir şey belli etme yeter. Eve kadar dayan yeter!
"Zarar vermeyin.. peşimize düşmesin yeter." Anıl'dan önce davranıp yapılması gerekeni Mustafa abiye ben ilettim. Anıl bir şey demedi ama bana zıt gitmeyeceğini biliyordum.
Gittikçe sesler uzaklaşırken son bir kez arkamı dönüp bakmaya cesaret edemedim.
Her şey çok farklı olabilecekken bana kalan tek şey eve gider gitmez kendimi odaya kapatıp aylarca bu olayı kafamdan atmaya çalışmak olacaktı. Anıl'ı gördükten sonra bana olan bakışını unutmaya çalışmak olacaktı. Gerçi nasıl unutacaktım ki? Hergün aynı bakışı aynada kendime atmıyor muydum zaten?
Ağaçlık alandan çıkıp otoparka girdiğimizde hemen ilerimde arabanın hazır olduğunu ve Umut'la bir adamı başında dikilirken gördüm.
Arkamızdaki kalabalık anında toz olup uğraşmaları gereken soruna dönerken Umut bu tarafa döndüğünde odağında sadece ben, Anıl ve Mustafa abi kalmıştı. Bizi görür görmez tedirgince olduğu yerde sallanmayı bırakmış korkuyla açılan gözleri beni baştan aşağı süzmüştü. Her şey onun gözleri önünde olmuştu değil mi? Nasıl da korkmuş..
Biz ona doğru ilerlerken olduğu yerde kalmayı bırakmış ve bize doğru koşmaya başlamıştı. Birazdan babasının kolları arasında rahatlardı. Anıl onu karşılamak için hareketlendiği anda Umut'un gözleri onu hiç görmemişti bile.
"Abla!" Kolları beni sardığı anda sanki bunu bekliyormuşum gibi kendimi kasmayı bıraktım ve güvende olduğumu hissetmek için sıkı sıkı sarıldım ona. Neyseki birileri için gerçekten değerliydim.
"Korkma Umut ben iyiyim.."
"O adam sana zarar vermedi değil mi?"
"Hiçbir şey yapmadı." Kalbimi tekrar tekrar parçalamak dışında.
"Haydi çocuklar arabaya.." Umut'un yanağına küçük bir öpücük bırakıp geri çekildim. Benim küçük kardeşim ablası için endişelenmişti öyle mi? Başka neler görecektik bakalım.
"Artık gidelim buradan." Koluna girip onu arabaya doğru çektim. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum. Başka kimseye yakalanmadan defolup gitmeliydim.
Arabaya bindiğimizde rahat bir nefes alıp başımı Umut'un omzuna yasladım. Anıl'ın karşısında gözyaşı akıtmamak için kendimi zor tutuyordum.
"O sarhoş herif sana bir şey yapmadı değil mi?"
"Sarhoş değildi."
"O zaman sapığın tekiydi." Daha da gerildiğini hissettim.
"Sapıkta değildi Umut."
"Kimdi o zaman?" Başımı koyduğum yerden hiç kaldırmadım. Gözlerim Anıl'la kesişti. Anlaşılan cevabı benim vermemi istiyordu. Ben ise daha fazla yalan istemiyordum.
"Erkek arkadaşımdı."
"Seni aldatan erkek arkadaşın mı!?" Evet beni aldatan..
"Eski erkek arkadaşı." Bu detayı atlamamak gerekiyordu tabii. Gerçi atlasam bile Anıl'ın bunu sürekli hatırlatacağını ve asla unutturmayacağını biliyordum.
"Evet eski." Kalbime küçük küçük sancılar girmeye başlamıştı. Tıpkı geçen sefer olduğu gibi sağ kolum ve avcumun içi uyuşmuştu. Ben hiçbir zaman sağlıklı olamayacak mıydım?
"Ne istiyormuş senden? Neden senin peşinden koştu?"
"Oğlum sakin ol. Ablan iyi görünmüyor eve kadar yormayalım onu evde konuşuruz." Evde konuşuruz. Ne konuşacaktık ki? Konuşulmaya değer hiçbir şey olmamıştı. Onunla karşılaştım ve onu yine arkamda bıraktım. Olması gerekeni yaptım. Başka da konuşacak bir şey yoktu.
Umut kolunu arkamdan geçirip ona sarılmama iyice olanak verdi. Buna o kadar çok ihtiyacım vardı ki. Eğer şimdi yanımda o olmasaydı ben napardım? Kimden güç alırdım?
"Gerçekten iyisin değil mi?" Sadece başımı salladım.
"Tek istediğim pijamalarımı giyip kardeşime sarılarak uyumak."
"Sizi bu halde görmek gözlerimi yaşarttı doğrusu daha dün kedi köpek gibi birbirinizi yemiyor muydunuz?"
"Bir şey değişmiş değil baba sadece sevgili ablacığım patronun kim olduğunu anlamış olmalı ki şu sıralar bana uyum sağlamaya çalışıyor."
"Umuuut! Kaşınıyorsun kardeşim."
"Sadece şaka.."
Düşüncelerimle başbaşa kalmaktansa Umut'un yol boyu beni oylaması işime gelmişti. Çünkü düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum. Hala böyle bir şey nasıl oldu aklım almıyordu. Onun orada ne işi vardı? Hani iyi değildi? Hani yas tutuyordu? Öyleyse yılbaşı kutlamasında ne işi vardı? Anlaşılan üzüntüsü bile yalandı onun.
Yol ne ara bitti anlamamıştım bile. Arabadan inerken Umut elini uzatmış ve rahat bir şekilde dışarıya çıkabilmiştim. Fakat daha fazla bu ayakkabılara dayanamayacaktım. Bu topuklularla hem merdivenlerden koşarak inmiş hemde uzun bir yol koşmuştum ve ayaklarım çoktan sızlamaya başlamıştı bile. Daha fazla devam edemeyip taşlı yolun ortasında ayakkabılarımı çıkartıp elime aldım.
"Ne? Kadın olmak kolay değil." Umut'un garip bakışlarına aldırmayıp bizi kapıda karşılayan Suna'yı es geçtim ve merdivenlere yöneldim.
"Sizi bu kadar erken beklemiyorduk? Henüz gece yarısı bile olmadı."
"Sorma Suna başımıza neler geldi." Umut ayaküstü olanları Suna'ya özet geçerken ben çoktan basamakları yarılamıştım bile.
"Hazal! Önce odama gel." Omzumun üstünden ona baktım. Bu haldeyken bir de onu çekemezdim.
"Yorgunum." Önüme dönüp bir basamak daha çıkmıştım ki sert sesi sadece beni değil ortamdaki herkesi ürkütmüştü.
"Bekliyorum!"
Bir şey demedim. Her ne istiyorsa bir an önce bitmesi için dediğini yaptım. Ne ayakta kalacak ne de konuşacak mecalim vardı. Birkaç dakika onun zırvalıklarına katlanıp sonrasında rahata erecektim. O yüzden adımlarımı onun odasına yönelttim.
Önde ben arkamda o odaya girdik. Adımlarımı direkt masanın önündeki koltuğa yönelttim. Bütün vücudumu büyük bir halsizlik sarmıştı.
"Dinliyorum?"
"Ne anlatmamı bekliyorsun?"
"O herifin orada ne işi vardı?"
"Nereden bileyim ben?"
"Orada olacağını biliyor muydun?" Gözlerimi kapatıp birkaç saniye sabır diledim. Gerçekten bunu soruyor muydu?
"Haberim yoktu. Hem nereden bileceğim ben onun orada olacağını? Herkesi arkamda bıraktığımı biliyorsun. Ne diye beni suçlar gibi sorular soruyorsun?"
"Bir daha görmeyeceksin onu! Senden de ailemizden de uzak duracak yoksa ben onu uzaklaştırmayı bilirim!" Başımı başka yöne çevirdim ve zorlukla yutkundum. Ondan ayrı kalmak değilde onun benim yüzümden zarar gördüğünü düşünmek içimdeki korku tohumlarını beslemişti.
"Karşıma çıkmazsa görmem."
"Yaşadığını öğrendi! Öylece bunu kabul edecek mi sanıyorsun! Elbette ki karşına çıkacak asıl önemli olan senin duruşun!"
"Duruşumu bugün gördün. Üzerime gelme artık!" Bir noktadan sonra kendimi tutmayı bırakmıştım. Aylar sonra ilk defa onunla temasa geçmiştim ve o sanki hiç canımı yakmamış gibi kalbime dokunmayı, yerinin orası olduğunu ve hep orada olacağını bana hatırlatmıştı.
"Bunların hiçbirini ben istemedim! Tek istediğim mutlu olmaktı ve siz birlik olmuş gibi hayatı bana zehir ettiniz! Senin bana hesap sormaya hakkın yok! Teklifini kabul etmem seni kabullendiğim anlamına gelmiyor! Her şeye rağmen yaşamak istedim ve sen benim o halimden yararlanıp beni kendine mecbur ettin! Beni bu eve hapsettin!-"
"Sakin ol." Ellerini kollarımda hissettiğimde büyük bir tiksintiyle onu geriye ittim.
"Dokunma bana! Sıkıldım artık bu ilgili baba rollerinden. Ne istiyorsun ya sen benden!? Elimden almadığını bir canım kaldı-"
"Konuşma böyle. Bende böyle olmasını istemezdim."
"İstedin! Her şey sen nasıl istediysen öyle oldu. Bugünde öyle geçmişte de öyle. Bu halde olmamın baş mimarı sensin! Şimdi ise ölmeden önce son kez başıma bir bela sarmayı başardın muhtemelen bıraktığın canımı da burada kaybedeceğim. Sende artık huzurla gözlerini kapatabilirsin çünkü en ufak hücreme kadar sömürmeyi başardın tıpkı anneme yaptığın gibi!"
Artık canıma tak etmişti. Arada Umut var diye sustum bu zamana kadar ama bendeki de candı. Artık ne onun yüzünü görmeye dayanabiliyordum ne de öğütlerini duymaya. Bıktım! Halâ beni yönlendirmesinden, halâ sanki hiçbir suçu yokmuş gibi bana babammış gibi davranmasından bir şeyleri bana dayatmasından bıktım!
"Ne sen ne de bu ev bana iyi gelmiyor görmüyor musun!? Beni boğuyorsun! Her sabah seni görmek bana annemi hatırlatıyor.. ona ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum. Umut bir şeyleri farketmesin diye sana ılımlı yaklaşmaya çalışıyorum ama tükendim artık anlıyor musun? Keşke.. keşke o gece beni bıraksaydın da ölseydim."
Bu ani patlayışım onu ne kadar şaşırtsa da fazla üzün sürmedi. Pişman olduğunu biliyordum.. ama benden onu affetmemi bekleyemezdi.
"Onu hayatımda istemiyorum.. emin ol onu da seni istemediğim kadar istemiyorum. İzin ver bu evden gideyim, kendime yeni bir hayat kurayım."
"Bu kadar çok mu istiyorsun gitmeyi?" Sadece başımı salladım. Eski yalnızlığıma dönmek istiyordum.
"O halde git kızım. Artık özgürsün." Gözlerim doldu. Artık özgür müydüm gerçekten? Öylece çıkıp gidebilecek miydim?
"Ne..?"
"Şaka yapmıyorsun değil mi?" Kolları halsizce iki yana düşmüş bakışları ağırlaşmıştı.
"Haklısın, verdiğin sözün zamanı doldu. Artık iyileştin, ekonomik özgürlüğün de var. İstediğin hayatı yaşayabilirsin." İstediğim hayat için tek bir eksiğim vardı o da artık asla tamamlanamayacaktı.
"Hayatımdan çıkacaksın yani?"
"Senin istediğin kadar hayatında olacağım. Umut'a ben açıklarım." Umut..
"Ben konuşmalıyım. Benden duysun istiyorum." Birkaç saniyelik sessizliğin ardından odadan çıktım.
Özgürüm! Az önce konuşulanlar gerçekti değil mi? Ben artık özgürdüm değil mi?
Önce odama gidip bir yarım saat kadar öylece yatağımda oturup kaldım. Fakat anlamadığım bir şey vardı: bu zamana kadar beni sır gibi saklayan Anıl neden açığa çıktığım gün beni serbest bırakmıştı? Buradan da mı bir çıkarı vardı yoksa bana gerçekten acımış mıydı?
Yakında bu sorularımın cevabını alacağımı biliyordum. Şimdilik bu düşüncelerimi bir kenara attım. Üzerimi değiştirip beni sıkan bu elbiseden kurtuldum ve kendimi yatağa attım.
Savaş beni bulacak mıydı? Nasıl bulabilirdi ki? Neden beni görünce öyle davranmıştı? Neden bana sarılıp beni öpmüştü? Neden hala bana sevgilim diyordu? Onun zaten bir sevgilisi yok muydu?
Mucizeymiş..
Aciz kadının tekiydim.
"Gelebilir miyim?" Düşüncelere boğulmaktan Umut'un geldiğini bile duymamıştım.
"Gel." Yatakta kenara kayıp ona yer açtım.
"Babamla ne konuştunuz?" Aldığımız kararı hemen şimdi mi açıklamalıydım? Gideceğim için üzülür müydü? Bu kararı iyileştiğim ilk zaman vermiş olsaydık eminim arkamdan zil takıp oynardı ama şimdi.. bana bir an da bu kadar bağlanmışken nasıl tepki verirdi kestiremiyordum.
"Onu mu düşünüyorsun?"
"Kimi?"
"Eski sevgilini?"
"Hiç aklımdan çıkmıyor ki."
"Onu hâlâ seviyor musun?" Başımı çevirip ona baktım. Bu konulara hiç girmememiz lazımdı.
"Boşver."
"Anlatsana?"
"Umut.. ne anlatayım?"
"Sana aşıkken neden seni aldattı." Yattığım yerden şokla dirseklerimin üzerinde kalkıp şaşkınca ona baktım. Bana aşıkken mi?
"Bunu da nereden çıkardın?"
"Gözlerinden."
"Yanlış anlamışsın o bana aşık falan değil. Seven insan aldatır mı?"
"Sen söyle seven insan aldatır mı?" Bu kelime uzun bir süre zihnimde yankılandı. Ama cevabı belliydi. Seven insan aldatmazdı. En azından ben onun beni aldatmayacağını düşünmüştüm çünkü beni sevdiğini sanıyordum.
Başımı tekrar yastığa koyup derin bir nefes aldım.
"Beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı. Beni gerçekten sevdiğini sanmıştım. Sevdiğim gibi seviliyorum sandım."
"Hala onu çok seviyorsun değil mi?"
"Kalbimde öyle bir yer edindi ki ihaneti bile söküp çıkaramadı onu oradan."
"Yine karşına çıkarsa ne yapacaksın?"
"Bilmiyorum.. yine kaçarım herhalde."
"Ya yine yakalarsa seni?" Nefesim daralmaya başlıyordu.
"Umut! Neden böyle şeyler sorup duruyorsun?"
"Bir gün bu evi bırakıp ona gider misin merak ediyorum?" Yattığım yerde huzursuzca kıpırdandım. Babasıyla olan konuşmalarımızı duymuştu da ondan mı böyle sorular soruyordu?
"Önemli olan senin mutluluğun tabii biz karışmayız-"
"Baban buna izin vermez. Onunla karşı karşıya gelmeme bile çok öfkelendi. Ayrıca ona gitmekte ne demek? Nereden çıkarıyorsun bu fikirleri allah aşkına? Bu konuyu bir daha açmayalım olur mu?"
"Tamam sustum.. sadece merak-"
"Kapa çeneni artık!"
"Kapattım."
"Gözlerini de kapat!"
Sonunda sustuğunda ona arkamı dönüp cenin pozisyonunu aldım. Onu gördüğümden beri artık daha yalnız ve daha savunmasız hissediyordum. Bir kez olsun sıcaklığını hissettim ya artık ömür boyu bir daha ısınamazdım. Gözümden akan yaşlar yastığımı ıslatırken daha kaç geceyi bu şekilde geçireceğimi düşündüm. Tam önüme bakmaya karar vermişken tekrar karşıma çıkması tüm düzenimi altüst etmişti. Gerçi bir düzenim yoktu ki. Ben hep altüsttüm.
Gerçekten de yine karşıma çıkarsa ne yapacaktım ben?
"Ağlıyor musun sen?"
"Saçmalama.. ne ağlaması?"
"Salya sümük ağlıyorsun işte niye gizliyorsun ki?"
"Uyu artık Umut sabah seninle önemli bir şey konuşacağım."
"Ne konuşacaksın?"
"Sabah dedim."
"Ohoo sende hem meraklandır hem de sabahı beklet."
"Off Umut!" Tekrardan ona doğru dönüp kolumu başının altından geçirdim ve onu kendime doğru çektim.
"Lütfen artık sus.. başım ağrıyor ve uyumak istiyorum."
Bana acımış olacak ki bu sefer gerçekten sustu. Ama onu ne kadar susturmak istesem de konuşması bana iyi geliyordu. Çünkü zihnim sadece ama sadece onun adını sayıklarken Umut'un sesi biraz olsun bana merhem oluyordu.
"Uyudun mu?" Cevap vermedi.
"Bu kadar çabuk uykuya dalmış olamazsın?"
"Sus dedin susuyorum."
"Susma... beni kendimle bırakırsan aklımı kaybedeceğim."
"Gel böyle..." Benden ayrılıp kolunu omzuma attı ve beni göğüsüne doğru çekti.
"Umut?"
"Hm?"
"Birini affedemediğimiz halde yine de sevmekten vazgeçemiyorsak, onu çok özlüyorsak bu ne anlama geliyor?"
"Her şeye rağmen deli gibi aşıksın demek oluyor."
"Ama bana ihanet ettiği için ondan soğumam gerekmez mi?"
"Dilin öyle söylüyor ama kalbin buna inanıyor mu?" Ama gördüm... Buna rağmen kalbim nasıl inkar edebiliyor.
"Sen olsan affeder miydin?"
"Özlediğim halde affedemediğim annemi mi? Senden önce onu merak ederdim. Azarlanacağımı bildiğim halde annemi babama sorardım. Ama sonra sen geldin. Bir kadın tarafından sevilmenin ne olduğunu hissettirdin bana. Annemden görmediğim şefkati verdin. O zaman anneme sandığımdan daha da ihtiyacım olduğunu anladım. Ama sonra farkettim ki benim nasıl anneme ihtiyacım varsa bir annenin de evladına ihtiyacı vardır. 16 yıl bekledim onu. 16 yıldır gelmedi. Ama Allah bana annemi değil seni gönderdi. Şimdi benim sana ihtiyacım var ve sen yanımdasın. Senin bana ihtiyacın var ve ben yanındayım abla." Hiç beklemediğim bu cevap karşısında bir süre yüzüne baka kaldım.
"Umut... Böyle düşündüğünü bilmiyordum." Duyduklarım karşında ağlamam şiddetlenirken zorlukla alnının köşesine bir öpücük kondurup başımı eski yerine koydum. Kendimi kasmayı bıraktım ve gecenin bende bıraktığı yıkıcı etkinin altında ezilip göz yaşı akıtarak uykuya daldım.
⚫
"Bugün şehir bulutlu, havada biraz pus var, gökyüzü de gri."
"Ama yeni bir gün başladı." Kollarımı birbirine sarıp camın önünden ayrıldım.
"Haklısın." Dolaptan hırka alıp üzerime geçirdim.
"Tüm gece onun adını sayıkladın." Tüm gece onu rüyamda gördüm. Onu ve oğlumuzu.
"Bırakalım yaşananlar gecede kalsın. Bu konu bana iyi gelmiyor."
"Sen nasıl istersen ablacığım. Babam daha fazla sinirden köpürmeden kahvaltıya inelim mi artık?" Birlikte odamdan çıkıp merdivenlerden inmeye başladık.
"Artık bana abla diyorsun."
"Hoşuna gidiyor farkındayım." Ellerim hırkamın cebinde gülerek salona girdim. Elbette hoşuma gidiyordu.
Herkes birbirine günaydın derken Anıl'ın asık suratı anında dikkatimi çekmişti. Dün söylediklerim ağrına gitmiş olmalıydı. Ama daha fazla onu alttan alamazdım. Hasta diye üzerine gitmekten çekiniyordum ama bende insandım ve artık bir yerden sonra patlamıştım. Açıkçası pişman değildim.
"Servisin gelmeden kahvaltını yap oğlum." Gözüm duvardaki saate kaydı. Umut beni kaldırmakta ve kendime getirmekte zorlandığı için kahvaltıya biraz geç inmiştik.
"Bu kadar geç indiğinize göre yukarıda vedalaşıyordunuz sanırım." Anlık olarak çatalı elimden tabağıma düşürdüm. Gitmek istemiyordum. Daha doğrusu Umut'u bırakıp gitmek istemiyordum.
"Anlamadım baba ne vedası?"
"Sen söylemeyecek miydin?" Evet ben söyleyecektim ama Anıl bilerek bana fırsat vermeden bombayı masada patlatmıştı. Özgür olduğumu söylüyordu ama bunu bana zehir etmeye kararlıydı anlaşılan.
"Neyi söyleyecektin abla?" Dün geceden sonra, Umut'taki yerimi öğrendikten sonra nasıl gidecektim ki ben? Onu bırakıp nereye gidecektim?
"Şey.." Herkes yemek yemeyi bırakmış bana dikkat kesilmişti. Boğazımı temizledim.
"Bir şey yok Umut." Kapıya güvenliklerden birisi gelip servisin geldiğini söyledi.
"Siz yine benden ne gizliyorsunuz? Bu sabah bana söyleyeceğin şeyle mi ilgili?"
"Ablan daha fazla bu evde kalmak istemediğini söyledi oğlum. Kendine yeni bir hayat kuracak."
"Öyle değil! Çarpıtarak anlatıyorsun!"
"G-gidecek misin yani?" Hızla başımı iki yana salladım. Bir yere gitmiyordum. Vazgeçmiştim.
"Yasemin valizlerini hazırlamana yardım eder. İstediğin zaman gidebilirsin."
Şu an öyle bir andı ki resmen tutulup kalmıştım. Ne doğru düzgün kendimi ifade edebiliyordum ne de hayır diyebiliyordum. Gözlerim sadece Umut'taydı. Ama o gideceğime inanmış olmalı ki kaşları öfkeyle çatılmış ve elindeki çatalla bıçağı sertçe masaya bırakmıştı.
"Seninde o kadından bir farkın yokmuş!" Öfkeyle masadan kalkıp saniyeler içinde gözden kayboldu.
"Hayır! Umut!" Peşinden koşup gitsemde yetişememiştim. Çoktan servise binip gitmişti.
"Allah kahretsin!" Hızımı hiç kesmeden arkamı dönüp bir hışımla az önce çıktığım salona geri döndüm.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!?" Anıl hiç istifini bozmadan kahvaltısına devam etti.
"Sana diyorum!?" Birkaç büyük adımda yanına kadar gelmiştim.
Sonunda elindeki çay bardağını bırakıp başını masadan kaldırdı. Tek bir bakışıyla masadaki herkes toz olurken saniyeler içinde koca salonda sadece ikimiz kalmıştık.
"Gitmek istemiyor muydun? Özgürlüğünün tadını çıkar kızım."
"Evet istiyorum! Ama kardeşimi bana karşı cephe almaya zorlarsan nasıl onun yanında olabilirim ki?"
"Gidersen zaten yanında olmayacaksın." Masadan kalktı ve karşıma dikildi.
"Bak... Ben Umut için burada kalırım onun için her şeye katlanırım sana bile. Sakın beni karşına almaya kalkma!"
"Karşında değil yanında olmaya çalışıyorum."
"Yanımda olman için beni anlaman gerekiyor ama sen beni anlamıyorsun-"
"Seni en iyi ben anlıyorum kızım. Tek aldatılan sen değilsin. Arkasından iş çevrilen, canı yanan sadece sen değilsin. Ben geçmişte ne yaşadıysam şimdi aynısı sen yaşıyorsun. Yani seni benden başka kimse anlayamaz." Konu şu saniyeden sonra bu evde yaşamam değildi. Gözlerim doldu, karnıma küçük sancılar girmeye başladı. Ne demek istediğini çok iyi anlıyordum. Kader ağlarını öyle bir örmüştü ki bizi zaten birbirimizden başkası anlayamazdı. Bende bundan nefret ediyordum işte. Beni anlayanın sadece o olmasından nefret ediyordum. Benim yanımda olmaya çalışmasından nefret ediyordum. Bunlara çok ihtiyacım vardı ama doğru kişi o değildi.
"Öyleyse söyle bana annemin acısını kalbinde nasıl bastırdın. Onsuz nasıl yaşadın, nasıl nefes aldın öğret bana!" Yutkundu. O adama aşık olduğumu bilmek onu öfkelendiriyordu. Ama bana kızmaya hakkı yoktu. Olayların en başında beni ona iten kendisiydi. Ve bu raddeye gelmemi her geçen gün izlemiş ama bir şey yapmamıştı. İstese beni ondan çekip kurtarabilirdi. Ama beklemişti. Tıpkı diğerleri gibi Anıl'da beni kullanmıştı. Onlara darbe indirmek için beni feda etmişti.
"Gel benimle." Yanımdan geçip gittiğinde bir süre bıraktığı boşluğa baktım. Ben az önce ondan yardım mı istemiştim? Aptal! Aptal!
Salon camından onun dışarıda olduğunu gördüm. Mustafa abiyle konuşuyordu. Fazla beklemedim ve yanına gittim. Bana yardım edecek miydi, edecekse bu nasıl bir yardımdı merak ediyordum.
Ben geldiğimde Mustafa abi koşar adımlarla eve girdi.
"Ne söyledin ona?"
"Birazdan göreceksin." Yüzü ifadesiz olsa da bana hala dünden sinirli olduğunu biliyordum.
"Gitmek istemiyorum. Kardeşim için kalacağım."
"Gitmeyeceğini biliyordum."
"O halde masadaki tavrın neydi? Neden Umut'a söyledin?"
"Değer verdiğin birisini kaybetme korkusu ne demek anla diye."
"Bu korku ne demek çok iyi biliyorum zaten. Sayende.."
"Ben ne yaptıysam seni korumak için yaptım."
"Beni kendinden korumalıydın."
Mustafa abi geldiğinde ikimizde sustuk. Hatta daha öncesinde sessiz kalmaya başlamıştık. Eskileri onun yüzüne vurarak canını yaktığımı düşünsemde hatırlayarak en çok kendi canımı yakıyordum.
Mustafa abi Anıl'a kapı anahtarından daha büyük boyutta bir anahtar ve bir kürek verip gitti.
"Gel." Onu takip ettim. Bahçenin sonuna kadar yürüyüp arka kapıya kadar geldik. Bu kapı kullanılmadığı için hep kilitliydi. Bahçenin bu tarafı ön tarafa göre daha fazla ağaçlıktı ve biraz bakımsızdı.
"Neden geldik buraya?" Hava soğuktu ve üzerimde sadece hırkam vardı. Bir an önce eve girmek istiyordum.
Birkaç adım daha ilerleyip durdu. Elindeki kürekle yere birkaç kez vurdu. Ne yapıyordu bu? Bunu birkaç kez daha tekrar edip sonunda durdu.
"İşte burası..."
"Ne var burada?" Bana cevap vermek yerine kürekle birkaç kez daha yere vurdu ve duyduğum sesle ona baktım. Kürek toprağa değilde metal bir şeye çarpmış gibiydi.
"Ne yapıyorsun?" Merakla onu izledim. Kürekle yerdeki karı alıp kenara attı ve ortaya ucunda kilit olan büyük metal bir kapak çıktı.
Anahtarı kilite soktu ve açtı. Sonrasında kapağı yukarı kaldırdı. Ne o yoksa Anıl'ın da mı bir yeraltı şehri vardı?
"Gel benimle. Dikkat et." Telefonunun ışığını açıp önüne çıkan merdivenlerden aşağı indi. Tereddüt etsemde peşinden gittim. Merdiven çok uzun değildi. Yaklaşık on basamak kadar indikten sonra bitiyordu. Anıl inmem için ışığı tuttuktan sonra telefonu duvara çevirdi ve bastığı düğmeyle her taraf aydınlandı.
"Neresi burası?" Sesim boş alanda yankılandığında ürperdim.
"Hazinemin gömülü olduğu çukur." Hazine? Peki.
Taş zeminde adım attıkça ışıklar yanıyor ve önümüzü aydınlatıyordu. Yan duvarlarda bazı çatlaklar vardı. O kadar çok ilerlemiştik ki artık evin altına gelmiştik. Üstümdeki adım seslerini ve çalışan elektrik süpürgesinin sesini duyabiliyordum.
"Buradan kimin haberi var?"
"Mustafa sadece kapıyı biliyor ama içeride ne olduğunu bilmiyor. Bunu öğrenen 3. kişi sen olacaksın."
"Mustafa abi bilmiyorsa nasıl üçüncü olacağım?"
"Bu evi annenin tasarladığını söylemiştim. Burası da onun fikriydi. Birazdan göreceğin odayı doldurmak ikimizin hayaliydi."
En sonunda koridorun sonuna varabilmiştik. Önümüzü kesen boydan boya uzanan metal bir kapıydı. Tam ortada bir cihaz vardı. Anıl parmağını oraya okuttuğunda kapı çok sessiz bir şekilde iki yana ayrıldı. Her adımda daha da şaşırmaya devam ediyordum. Ben neyin içine düşmüştüm böyle? Bu insanların yerinaltıyla alıp veremedikleri neydi?
Kapının girişinde durup şaşkın bir şekilde içeriye baktım. Bu da neydi be böyle!? Bu kadar.. bu kadar çok silah ve altın? Külçe külçe altın!
Burası gerçekten de bir hazine çukuruydu.
İçeriye doğru birkaç adım attım.
Metal raflara vuran ışık gözümü alıyordu. Hele altınların olduğu tarafa bakamıyordum bile! Biraz uzunca bir koridordu. Sağ taraftaki duvarda onlarca raf vardı ve rafların üzerinde tek bir şey vardı. Külçe altın.. her rafa üçer tane dizilmiş onlarca altın. Madem Anıl bu kadar zengindi neden şirkete ortak almıştı?
Sol taraftaki duvar ise kapalı raflarla doluydu. Fakat rafların ön yüzü cam olduğu için içerisini görebiliyordum. Bir rafın içinde hayatımda hiç görmediğim bir silah vardı. Böyle tıpkı savaş oyunlarındaki gibi. Rafa özenle koyulmuş sanki sergileniyormuş gibiydi. Rafın altında üst üste tahta sandıklar koyulmuştu. Sandığın birinin kapağını araladım. İçinde raftaki silahın aynısı ve yüzlerce mermi vardı. Sandığı bırakıp ilerledim. Duvar boyunca çeşit çeşit silah ve onların altındaki sandıklarda bunlardan onlarcası vardı. Bu kadar silahta neyin nesiydi? Yoksa Savaş'ın dediği doğru muydu? Anıl silah ticareti mi yapıyordu?
Odanın sonuna geldiğimde tam karşı duvarda ağzımı açık bırakan şeyi gördüm. O neydi be öyle!?
Dehşete düşmüş gibi karşına geçip devasa şeyi inceledim.
O bir RPG-7 ."
"Bu bildiğin bir füze!" Güldü.
"Öyle de denebilir."
Hazine çukuru dediğinde milyonlar falan beklemiştim ama bu gördüklerim beklentimin çok.. çok ucunda bir şeydi.
Yaşadığımız evin altında füze vardı!
"Bundan kaç tane var?"
"4 tane daha var fakat onlar burada değil."
Havaya kalkan kaşlarım daha inmeden bakacağım son bir yer kalmıştı. Arkamı dönüp ortadaki üstü cam masaya yöneldim. Camın içi bunlara nazaran daha küçük silahlar, bıçaklar ve.. el bombasıyla doluydu.
"Burada koca bir orduya yetecek kadar cephane var!"
"Ordumuzda var kızım sakin ol."
Elimi terleyen enseme attım. Bu kadarını gerçekten beklemiyordum.
"Satıyor musun?"
"Alıyorum."
"Ama neden?"
"Savaş kapımıza dayandı da ondan. Bugünün eninde sonunda geleceğini biliyordum."
"Anlamıyorum." Havasızlıktan nefesim daralmaya başlıyordu.
"Yaşadığını öğrendiler. Peşine düşecekler. Beni öldürmek için önce seni bulmaları gerekiyor."
"Kim?"
"Kim olduğunu biliyorsun. Ailemize en çok zararı verenleri, ailemizi parçalayanları tanıyorsun." Savaş'ın ailesinden bahsediyordu. Onun ailesiyle mi savaşacaktı?
"Şimdi seç bir tane. Hangisiyle savaşacaksın?"
"Onlarla savaşmak istemiyorum.."
"Öyle mi yine seni kandırmalarına izin mi vereceksin!? Yine aklınla oynamalarını mı istiyorsun!?"
"Ben.. bilmiyorum! Ne istediğimi bilmiyorum!"
"Bana öğret demedin mi? Ne istediğini biliyorsun. O adam olmadan nasıl yaşanır öğrenmek istiyorsun o halde benim izimden gideceksin! Kan dökeceksin! Önüne çıkana acımayacaksın! Kimseyi affetmeyeceksin! Kimseye boyun eğmeyeceksin sana boyun eğmeyenleri cezalandıracaksın! Onlarla savaşacaksın! Şimdi silahını seç." Derin bir nefes alıp dolu gözlerle masadaki silahlara göz attım. Bu sefer göz yaşımın akmasına izin vermedim. Belkide haklıydı. Ancak öfkemin acımı gölgelemesine izin verirsem bununla başa çıkabilirdim.
Masanın altındaki çekmeceyi çekti ve silahları dışarıya çıkardı.
Soğuk parmaklarımı en az benim kadar soğuk silahların üzerinde gezdirdim. O bana silah kullanmayı öğretmişti ama biliyordum.. silahların bana göre olmadığını biliyordum. O yüzden parmaklarımı biraz daha ilerlettim ve keskinliği dahi korkudan insanın nefesini kesmeye yetecek bıçaklara dokundum. Ben düşmanımın gözünün içine bakmayı severdim. Her şey bitmeden önceki o son duyguları ve sonrasında matlaşan hareleri görmek istiyordum. Bunun içinde düşmanıma yakın olmalıydım.
"Haklısın.. artık ceza kesme vakti geldi."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |