57. Bölüm

Bölüm 57: Son Karşılaşma

Nickinci
nickinci

"Söylesene abla kim üzdü seni bu kadar? Seçtiklerin mi yoksa vazgeçtiklerin mi?" Eğdiğim başımı hiç yerden kaldırmadım. Cevap vermedim ama cevabım belliydi... Vazgeçemediğim.

 

"Cevap vermeyecek misin?"

 

"Cevabı biliyorsun."

 

"Düne kadar biliyordum. Fakat gitmek istediğinden beri bu sorunun cevabını gözden geçirmeye karar verdim."

 

"Umut..! Nasıl böyle düşünürsün. Sen benim kardeşimsin. Ben seni seçtim ve bundan hiç pişman değilim. Yanında olduğum için üzgün değil aksine mutluyum."

 

"O halde neden gitmek istiyorsun."

 

"Gitmek demek terketmek demek değil Umut. Ben seninle değil babanla aynı evde yaşamak istemiyorum hele ki evin her duvarında annemin fotoğrafları varken..."

 

"O senin de baban." O adam benim babam değil!

 

Umut günlerdir bana tripliydi ve bunda haklıydı da. 16 yaşındaki bir çocuktan beni anlamasını bekleyemezdim. Yerimden kalkıp camın önüne, onun yanına gittim ve elinden tutup kendime çevirdim.

 

"İstemiyorsan gitmem. Zaten seni burada yalnız bırakmak içime sinmemişti. Anıl izin verse senide alıp götürürdüm ama biliyorsun buna asla izin vermez."

 

"Gitme." Derin bir nefes alıp gülümsedim. Bu çocuk gerçekten bana değer veriyordu. Yeniden değer görmek bana iyi geliyordu.

 

"Gitmem." Umut için biraz daha dayanabilirdim bu eve.

 

Ona sıkıca sarılıp saçlarını okşadım. Onu burada bırakıp gideceğimi düşünüp nasılda korkmuştu şapşal şey.

 

"İyiyiz değil mi?" Başını salladı.

 

Geri çekildiğinde saçlarımı düzeltiyormuş gibi yapıp dolan göz pınarlarımı sildim. Bir kardeşimi daha kaybetmeyecektim. Ne olursa olsun onun için her şeye katlanırım.

 

"Duydun mu yarın akşam misafirlerimiz geliyormuş?"

 

"Öyle mi? Kim?"

 

"Nurettin amca akşam yemeğinde bizimle olacakmış. Belki yanında Selin'i de getirir. Onu özledim."

 

"Bende.. umarım gelir." Balodan sonra neler olduğunu bir tek ondan öğrenebilirdim.

 

"Neden kızmadın?"

 

"Neye?"

 

"Selin'i özlediğimi söyledim. 'O senin ablan ve onun bir sevgilisi var.' demeyecek misin?"

 

"Demeyeceğim.. çünkü onu gördüğünde ne kadar mutlu olacağını biliyorum." Daha fazla bir şey demeden onun odasından çıkıp kendi odama girdim.

 

Balodan sonra ona yazmak istesemde korkmuştum. Ayrıca onun yazmaması da beni korkutmuştu. Arkadaşlığımız ortaya çıktı mı bilmiyordum.

 

Yastığımın altına bıraktığım telefonumu elime aldım. Neyse ki abim artık eskisi gibi beni darlamıyordu. Onunla buluşmayı sürekli ertelediğim için endişelenip sesimi duyunca rahatlasada ardından hemen sitem ediyordu. Ama bu son olaylardan sonra Anıl'ın gözü sürekli üzerimdeyken onunla buluşmam imkansız gibi bir şeydi.

 

Üzerimi değiştirip yatağa girdim. Bir an önce yarın akşam olsun istiyordum. O gece benden sonra neler yaşandı merak ediyordum.

 

Her ne kadar erkenden gözlerimi kapatsam da uykuya dalmam saatleri bulmuş ve o ne uykuya dalmadan önce aklımdan çıkmıştı ne de düşlerimde beni rahat bırakmıştı. Sürekli peşimdeydi. Nereye baksam onu görüyordum. Hangi sokağa girsem yolun sonunda o vardı. Onu terkedeli aylar oldu ama sanki ondan hiç kaçamamış gibiydim. Aramızda kilometreler vardı ama aynı zamanda sanki bir nefes uzağımdaydı. Bu işin sonu nereye varacaktı bilmiyorum ama böyle kalmayacağını biliyordum. O ne yapıp edip bana ulaşacaktı biliyordum. Beni rahat bırakmayacaktı. Hatta belkide çoktan beni bulmuştu... Bu fikir beni çok ürkütüyordu. Çünkü bu evin sınırları içinde kimse bana zarar veremezdi ama o buraya gelirse Anıl ona neler yapardı düşünmek dahi istemiyordum.

 

"Günaydın çiçeğim!" Yasemin her sabah olduğu gibi o enerjik sesiyle saat tam 8'de odama girmiş ve karanlık odamı perdeleri açarak aydınlatmıştı. Kazadan sonra bana baktığı zamanlarda çoğu zaman onun yerinde olmayı öyle çok istemiştim ki. Mesleği o olmamasına rağmen benim gibi ağır bir hastaya bakmak mecburiyetinde kalmış ve bir gün bile suratını asmamıştı. O her şeye rağmen her zaman mutluydu. Sanki hiç derdi yok gibiydi. Yaptığı her işi bir kere bile of demeden severek yapıyordu. Dünya onun ayaklarının altında yuvarlanan minik bir çakıl taşı gibiydi. Onu rahatsız etmiyor, ayağına batmıyor aksine onun arada parmak uçlarıyla savurduğu minik bir oyun taşı gibiydi. Onun yerinde olmayı, aldığım her nefesle içimi rahatlatmayı öyle çok isterdim ki.

 

"Günaydın.. Umut uyandı mı?"

 

"Çoktan.. okulda futbol seçmeleri varmış Mustafa erkenden onu okula götürdü." Dün akşam bana öyle çok kırgındı ki barıştıktan sonra bile sevincini paylaşmamıştı.

 

"Kahvaltı birazdan hazır lütfen geç kalma olur mu?" Başımı salladım. O odadan çıktıktan sonra hızlısından bir duşa girip hemen hazırlandım. Umut'u ziyaret etmek istiyordum. Eğer beni orada görürse aramızdaki buzlar tamamen erir diye düşünüyordum.

 

Islak saçlarımı üstten üstten kurutup fazla vakit kaybetmeden tepeden topladım. Uzun çizmeleri ayağıma geçirip kabanımı almak için dolabımı açtığımda gözüme hemen kazaklarımın arasındaki bıçak ilişti. Parmaklarımı oraya yönelttim ve bıçağı avcumun arasına aldım.

 

"Sende benimle geliyorsun minik oyuncağım. Artık benim ayrılmaz bir parçamsın." Bıçağın kabzasına oturduğundan emin olunca çizmemin içine doğru bıraktım. Çantamın içine de atabilirdim ama yanlışlıkla Umut'un görmesinden korkuyordum. Hazırlığım bitince kabanımı aldım ve aşağıya indim.

 

Anıl her zaman ki gibi sofranın baş köşesinde yerini almıştı. Hemen yerime geçip oturdum ve Yasemin servislere başladı. Anıl'a hiç bakmadım bile. Bugün moralimi bozmasına izin vermeyecektim. Hızlıca bir şeyler atıştırıp ayağa kalktım.

 

"Bir yere mi gideceksin?"

 

"Evet."

 

"Nereye?" Kabanımı astığım sandalyeden alıp üzerime geçirdim. Ona hesap vermekten nefret ediyordum.

 

"Umut'u ziyaret edeceğim. Seçmelerde beni görürse ona moral olur."

 

"Bu sıralar dışarı çıkmanı istemiyorum." Onu duymamazlıktan geldim. O kadar çok şüpheciydi ki Savaş'la bile buluşacağımı düşünebilirdi.

 

"Mustafa abi beni sen bırakabilir misin?" Mustafa abi Anıl'a baktı. Ben ne kadar kendi kendime triplere girsemde son söz hep Anıl'dan çıkıyordu. Bundan nefret ediyordum çünkü eski hayatımda son söz hep bende olurdu ve ben eski hayatımı çok özlüyordum.

 

"Mustafa 5 dakikaya kapıda ol beni şirkete bırakacaksın. Sende benimle dışarıya gel." Peçeteyle ağzını silip masadan kalktı. O görmesede arkasından gözlerimi devirip onu takip ettim. Gıcık. Mustafa abi bırakmazsa kendim giderim öyleyse.

 

Suna kapının ağzında Anıl'ın kabanını omzuna bırakırken ona yan gözle bakıp dışarıya çıktım ve bekledim. Hava öyle çok soğuktu ki kat kat giyinmeme rağmen yine de soğuk içime işliyor gibiydi.

 

"Ne söylersem söyleyeyim kafanın dikine gideceksin değil mi?"

 

"Tek istediğim kardeşimin yanında olmak ve kimse bunu engelleyemez."

 

"Sana ondan uzak dur demiyorum ki. Sadece şu sıralar ortalıkta görünme diyorum."

 

"Kimse bana bir şey yapamaz. Kim olduğumu unutuyorsun herhalde."

 

"Sen eski sen değilsin Hazal. Vücudunda hala kazanın izlerini taşıyorsun."

 

"İyileştim ben."

 

"Bedenin iyileşti kızım ruhun değil." Başımı dik tutmaya çalıştım. Ruhumda iyileşecekti. Biraz daha sabredecektim ve artık kalbim acımayacaktı. Biliyorum... Onsuz da yaşayabilirim.

 

"İşe geç kalacaksın."

 

"Önce seni bırakacağım. Yanında hep bir koruma olacak-"

 

"Asla! Asla böyle bir şey istemiyorum!"

 

"Amacım seni takip ettirmek değil, biliyorsun bunu gizli de yapabilirim ve ruhun duymaz. Ama ben senin yanlış bir şey yapmayacağını biliyorum. Sadece dış tehlikelerden korumak için senin yanında olacak."

 

"İstemiyorum dedim. O gece orada bitti. Bana ulaşabilecekleri hiçbir kaynak yok. İstedikleri kadar arasınlar hiçbir yerde kaydım yok. Bu koca şehirde kimse beni bulamaz."

 

"Aklım hep sende olacak."

 

"Olmasın. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim yıllardır olduğu gibi."

 

Mustafa abi arabayı getirdiğinde onu beklemeden bindim ve yol boyu tek kelime etmedim. Artık hayatımı birilerinin gözetiminde sürdürmek istemiyordum. Rahat bir adım atmaya dahi hakkım yok muydu benim? Anladım ki bu hayat burnumdan gelmeye ant içmiş.

 

Okulun önüne geldiğimizde son kez ona baktım. Gözlerindeki endişeyi saklamıyordu. Beni bir kez daha kaybedemezdi. Çünkü eğer kaybederse beni arayacak bir 20 yılı daha yoktu.

 

"Geç kalmam."

 

"Bir yere gideceğinde haber ver Mustafa kendisi gelemese bile birini ayarlar."

 

"Mustafa abiye gerek yok. Arabadan iner inmez hemen telefonunu eline alıp okulun kapısına birkaç adam dikeceğini biliyorum."

 

"Evden çıkmadan önce hallettim." Buruk bir gülümsemeyle başımı öne eğdim. Bir çok şeyin ben istemedikçe zorla dayatılmasından öyle çok usanmıştım ki büyük patlamamın çok yakında olduğunu hissetmeye başladım.

 

"İzin ver nefes alayım. Beni boğuyorsun."

 

"Seni hayatta tutuyorum." İnmek için tam hamle yaptığımda telefonu çalmıştı. İster istemez dikkatimi oraya verdim ve arayanın kim olduğunu gördüm. Cengiz..

 

"Sen halâ bu adamla görüşüyor musun!?"

 

"Şirkete ortak olacaktı Hazal, henüz imzalanmasa da ortada bir sözleşme var ve bunu yok sayamam. Bilmediğin şeyler de var-"

 

"Sen istersen her şeyi yapabilirsin ama yapmıyorsun. Benim yanımda olduğunu söylüyorsun ama tarafını çoktan seçmişsin zaten." Daha fazla bir şey demeden arabadan indim. O gece Çağatay'ın yanıma gelmekten çekinmemesinin sebebi buydu demek ki. Anlaşılan bu konuda da yalnızdım. Kendi canımı kendim korumam gerekiyordu. Her zaman olduğu gibi.

 

Arkama hiç bakmadan okulun güvenliğinden geçtim. Anıl öyle çok güçlüydü ki, istediği her şeyi elde edebiliyordu. Beni bile. O gün bana gösterdiği altınları aklımdan çıkaramıyordum. Bu kadar çok parası varken neden Cengiz'den borç almıştı? Üstelik karşılığında onlara beni vadetmişti. Bu kadar değersiz miydim ben? Öyleyse neden gitmeme izin vermiyordu?

 

Bir öğrenciyi çevirip spor salonunun yerini sordum. Şimdi aklımı toparlamam gerekiyordu. Umut'un bir şey anlamaması ve moralinin bozulmaması için buna mecburdum. Derin bir nefes aldım ve yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. Kapıyı araladığımda büyük bir uğultu çevremi sardı. İçerisi fazlasıyla kalabalıktı. Sahada oynayan iki takıma baktım ama içlerinde Umut'u göremedim. Biraz daha ilerleyip kenarda oturan formalı çocukların yanına gittim.

 

"Umut'u arıyorum. Umut Hanzade?"

 

"Soyunma odasında o. Birazdan maça çıkacak." Teşekkür edip ayrıldım oradan. Gidip Umut'a selam vermeliydim. Benim geldiğimi, onun yanında olduğumu bilmeliydi.

 

Kısa, dar bir koridordan ilerleyip soyunma odasına gittiklerini tahmin ettiğim, önümde ilerleyen çocukları takip ettim. Sonunda bir odadan içeriye girdiler. İçeriye giremeyeceğime göre Umut'un dışarı çıkmasını bekledim ama kimse dışarıya çıkmıyordu. Bir süre sonra üstü başı ıslanmış ter içinde bir çocuk geldi ve bana garip bir bakış attı. Soyunma odasına gireceğinden emin olunca onu durdurdum.

 

"Umut'u çağırır mısın?" Bir şey demedi sadece kapıyı açtı ve içeriye şöyle bir göz gezdirip Umut'un adını haykırdı. Sonunda kardeşime kavuştuğumda şaşkınlıktan gözleri yuvalarından çıkacak gibi oldu.

 

"Umut!" Ona sıkıca sarıldım.

 

"Neden bana maçın olduğunu söylemedin?" Geri çekildiğimde biraz daha kendine gelmişti.

 

"Geleceğini düşünmemiştim."

 

"Neden gelmeyeyim Umut? Bunun senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum tabii ki de destek olacağım."

 

"İyi ki geldin!" Birden sarıldığında bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Modu mu düşüktü onun yoksa bana mı öyle geliyordu?

 

"Ne oldu sana?"

 

"Sabah evden çıkarken rahattım ama saat yaklaştıkça stres olmaya başladım. Rezil olmaktan korkuyorum."

 

"Neden rezil olacakmışsın bakayım? Hergün bahçede seni oynarken görüyorum ve mükemmel hareketler yapıyorsun."

 

"Bir de babam..."

 

"Ne olmuş ona?"

 

"Gün geçtikçe futbol oynamama daha soğuk bakmaya başladı. Konuyu bir şekilde değiştirip şirkete ve oradaki payıma getiriyor." Ahh.. Anıl!

 

"Sen takma onu kafana. Her baba gibi çocuğunun geleceğini düşünüyor ve kurtuluşu o kuruduğu imparatorlukta görüyor. Eğer futboldan devam edersen belki baban kadar zengin olmayacaksın ama sevdiğin işi yapacaksın Umut. Önemli olan da bu degil mi zaten?"

 

"Para benim umrumda değil. Ama ben futbolu çok seviyorum ve ondan vazgeçmek istemiyorum."

 

"Vazgeçme o zaman. Karşındaki baban bile olsa boyun eğme ona." Alnına küçük bir öpücük kondurup onu kendime doğru çektim.

 

"Sen mükemmel bir oyuncusun ve eminim takıma seçileceksin. Sahaya çıkınca sadece benim sesime odaklan olur mu?" Başını salladı.

 

"Teşekkür ederim."

 

"Umut sıraya geçiyoruz." Arkadaşları onu çağırdığında bana son kez bakıp gülümsedi ve gitti.

 

Anlaşılan Anıl sadece benim hayatımı mahvetmek istemiyordu.

 

Geldiğim yoldan sahaya çıkıp seyircilerin arasında yerimi aldım. Bir süre sonra tezahüratlar eşliğinde Umut'un takımı sahaya çıktı ve hakem düdüğü çaldığı an da oyun başladı.

 

 

"Akşam gelmeyecek misin yani?"

 

"Ortalık çok karıştı Hazal. Babamın bir şeyden haberi yok ama abimin gözü üzerimde."

 

"O gece neler oldu Selin? Her şeyi bilmek istiyorum."

 

"Telefonda anlatamam buluşmamız lazım."

 

"Abin ne olacak?"

 

"Bir şekilde onu atlatacağım. Eğer bugün görüşemezsek bir daha çok zor. Abim henüz Savaş'a bir şey söylemedi ama anlatması çok yakın."

 

"Korkutuyorsun beni!"

 

"Korkmalısın da zaten. O eve gelmeden çıkacağım ama çok uzaklaşamam hemen eve dönmem gerekebilir. Sen bizim mahalleye gelebilir misin?"

 

"Bu benim için çok riskli olur." Savaş'ın oturduğu mahalleye gitmek mi? Oraya ancak bir akılsız gider.

 

"O buralarda değildir. Seni aramakla meşgul Hazal eve bile uğramadığına eminim. Seni uyarmam gereken konular var ama telefonda uzun uzun konuşamam. Abimi hizmetçilere ayar çekerken duydum. Onların bile gözü benim üzerimde olacak."

 

"Geliyorum. Sahil bu saatlerde tenha olur orada buluşalım."

 

"Tamam canım görüşürüz."

 

Gidiyordum. Çünkü ben akılsızın tekiydim.

 

Kalbim korkudan durmadan bu geceyi atalatabilecek miydim? Ama o gece neler olduğunu öğrenemezsem de meraktan ölecektim. Ahh.. ben her türlü ölü bir kadındım.

 

Umut'un seçmeleri bittikten sonra okulun ön kapısından değilde otopark tarafından çıkmıştım. Bu yüzden Anıl beni defalarca aramış ve telefonu açtığımda tüm sinirini üzerime kusmuştu. Ama ona demiştim. Peşime adam takmamalıydı. Akşam evde büyük bir kavga beni bekliyordu ama beni asıl korkutan o değil eve ne halde döneceğimdi.

 

Yoldan geçen bir taksiyi çevirip bindim. Adım adım sonuma yaklaştığımı hissediyordum. Yakalanmaktan öyle çok korkuyordum ki. Mahalleye ilk giriş yaptığımızda bile sanki korkudan ölecektim. Önce eski evimizin önünden geçtik. O ev artık bir hayalet olsa bile yine de önünden geçerken kendimi gizledim. Fakat biraz daha ilerleyip Savaş'ın evinin önünden geçerken, asıl kendimi gizlemem gereken yerde resmen cama yapıştım. Ve zihnimin derinliklerinden bir ses fısıldadı. Bakmaya devam et.. bir umut onu görebilirsin.

 

Kendine gel.. kendine gel! Saçmalama!

 

Onu görmek falan istemiyorum. Böyle bir şey isteyemem. Buna hakkım yok. Biraz olsun kendime saygım varsa bunu istememem gerekirdi.

 

Saniyelik kalp krizinden sonra sahile kadar kendime gelememiştim. Buraya gelmek bir hataydı. Aptal Hazal! Aptal! Aklım geri dönmemi söylesede adımlarım ileri gidiyordu. Belki de en iyisi kaçmamaktı.

 

"Burada ineceğim fakat hemen döneceğim beni bekleyebilir misiniz?"

 

"Beklerim abla ama ücrete yansır."

 

"Sorun değil."

 

Tepeden bağladığım saçlarımı açıp yüzümü örttüm. Tek kamuflem buydu. Daha fazla oyalanmayıp adımlarımı hızlandırdım ve sahilin içine doğru girdim. Bu dondurucu soğukta bir ben bir de bankta ürkekçe oturan Selin vardı. Onu gördüğümde içim biraz daha rahatlamıştı. Sadece konuşacağız ve bu mahalleden çekip gideceğim. Evet öyle olacaktı.

 

"Selin!" Beni görür görmez hemen oturduğu banktan kalktı ve koştu. Tıpkı benim gibi. Küçük bir sarılmanın ardından ondan ayrılıp banka doğru çektim onu.

 

"İyi misin sen?"

 

"Hiç iyi değilim! Her şey mahvoldu!" Fazlasıyla panik ve üzgün gözüküyordu.

 

"Ne oldu sana?"

 

"Yılbaşı gecesine tek damga vuran sen değilsin. Abim Can'ı öğrendi. Her şey o kadar berbat bir hal aldı ki.."

 

"Tamam.. tamam sakin ol." Ellerini tutup sıktım. Benden bile beter halde gözüküyordu.

 

"O gece.. partiye bizimkiler gelmeyecekti bende Can ile birlikte katılacaktım. Sonra hiç beklemediğim bir an da abim karşımıza çıktı. Önce şaşırdı sonra bana bağırmaya başladı. Can'ın yanında rezil etti beni. Hatta onun üzerine yürüdü inanabiliyor musun!?"

 

"Üzüldüm gerçekten.. oysa ki ne hayaller kurmuştun."

 

"Of! Üzerine bir de senin olayın patlak verince abim resmen delirdi."

 

"Benimle ne alakası var?"

 

"Abim Anıl amcanın kızıyla Savaş'ın ölen.. daha doğrusu ölü sanılan kız arkadaşının aynı kişi olduğunu yani sen olduğunu bilmiyordu. Üzerine bir de bunu öğrenince iyice deliye döndü. Senin yaşadığını sakladığım için çok kızdı."

 

"Ama bu onu ilgilendirmez ki.."

 

"Sen onların ilişkilerini bilmezsin. Abimin Savaş'a vefa borcu vardır. Ondan bir şey saklamayı sevmez hele arkasından iş çevirmek mümkün değil. Seni bilipte sustuğumu öğrenince çok kızdı. Savaş'ın bunları hak etmediğini söyledi."

 

"Allah allah ne hakediyormuş o!?" Ben bunları hakettim mi sanki? Bir kere olsun gün yüzü gördüm mü ki?

 

"Şimdi babamın korkusuna gidip senin adresini vermiyor ona-"

 

"Hiih! Böyle bir şey yapabilir mi!?" Korkuya yerimde sıçradım. Olabilir miydi böyle bir şey? Savaş yaşadığım eve gelebilir miydi? Onu biraz olsun tanıdıysam hiç düşünmeden gelirdi. Onu tanıyor muydum ki?

 

"Merak etme yapamaz. Abim Anıl amcadan pek hoşlanmaz ama arada babam varken buna cesaret edemez."

 

"Seninle bir arada olmam çok tehlikeli o zaman!"

 

"Bende bunu söylemek için çağırdım seni buraya. Abim Savaş'a gerçekleri söyleyemeyeceği için daha fazla arkasından iş çevirmeme de izin vermeyecek. Bu son görüşmemiz olabilir." Bakışlarımı gözlerine çıkardım. İkimizde berbat haldeydik. Gözünden bir damla yaş aktı. En az benim kadar o da yalnızdı ve muhtemelen son zamanlarda benden başka konuşacak kimsesi yoktu. Evin erkekleri işle kafayı bozduğu için ve annesi de bir derneğe başkanlık yaptığı için uzun yıllardır evlerinde bir aile ortamı yoktu. Koca evde tek başına yaşıyordu sanki. Kazadan sonraki zamanda bende onunla aynı durumda olduğum için kendisini bana yakın hissediyordu. Halbuki durumlarımız o kadar çok farklıydı ki... Annemin katiliyle aynı evde yaşamak, buna mecbur tutulmak öyle zordu ki. Bir tek Umut'um vardı benim bir de benimle kardeş olduğu için canından olmasından korktuğum abim.

 

"Abinden korkmuyorum Selin."

 

"Peki Savaş'tan?"

 

"O bana yaklaşamaz. Gerekirse Anıl'ın koruma teklifini kabul ederim." Gülümsedi.

 

"Benim için-"

 

"Arkadaşım için. Zor zamanımda bana arkasını dönmeyen senin için. Şimdi de ben seni yalnız bırakmayacağım." Derin bir nefes aldı. Bana ihtiyacı olduğunu biliyordum.

 

"Can ne halde bilmiyorum. Balodan sonra onu bir daha görmedim. Telefonlarıma bile çıkmıyor. Abimin bir şey yapmış olmasından korkuyorum."

 

"Evine gittin mi?"

 

"Kendi evimden dışarıya adım atabiliyor muyum ben? Sırf abim evde yok diye buraya kadar gelebildim."

 

"Senin için gidip bakmamı ister misin?"

 

"Bunu yapar mısın gerçekten!?" Başımı salladım. Selin nasıl kendini bana borçlu hissediyorsa bende ona kendimi borçlu hissediyordum. Eğer o benimle arkadaşlığını sürdürmeseydi, beni dışarıya çıkarmasaydı belki şu an bile aylardır yaptığım şeyi devam ettirip evde depresyon içinde yaşayacaktım.

 

Telefonumun not kısmını açıp ona uzattım.

 

"Buraya onun adresini yaz. Eve gitmeden ona uğrarım."

 

"Çok teşekkür ederim Hazal. Meraktan öleceğim yoksa." Heyecandan adresi yanlış yazıp yazıp sildi. Bunu Selin için yapmalıyım. Benim için yaptıklarından sonra ona arkamı dönemezdim.

 

"Abim eve gelmeden gitmem gerekiyor. Ne olur beni ara."

 

"Tamam arayacağım." Son kez bana teşekkür edip koşar adım uzaklaştı.

 

Ne kadar deniz havasını özlemiş olsam da o gittikten birkaç dakika sonra bende kalktım banktan. Bu mahallede olmamam gerekiyordu ayrıca taksici beni bekliyordu.

 

Sahil yolundan yürüyüp yola çıktım. Taksici beni bıraktığı yerin daha da ilerisine gidip park etmişti. Neyseki beni bırakıp gitmemişti. Daha fazla burada kalamazdım. Adımlarımı oraya doğru yönlendirmişken tam karşı istikametimden gelip dibimden geçen araba öyle tanıdık gelmişti ki ister istemez başımı kaldırıp camından içeriye baktım. Şoförle geldiğimiz saniyelik göz temasından sonra sanki dünyam durmuştu. Yanlış görmüş olmalıyım. Değil mi? Yanlış gördüm. Arabadaki o değildi değil mi?

 

Duyduğum acı fren sesiyle derin bir nefes aldım. O'ydu.

 

Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Buraya gelerek nasıl da büyük bir hata yapmıştım öyle! Hassiktir! Beni gördü!

 

BENİ GÖRDÜ!

 

Usulca arkamı döndüm. Arabadan inmiş şaşkınlıkla ayakta dikiliyordu. Yara bere içinde olan yüzünü gördüğümde elim kalbime gitti. Sanki onun acısını kalbimde hissetmiştim.

 

Henüz hayatta olduğumun şokunu üstünden atamamış gibi gözüküyordu. Gözlerini gerçek olduğumu algılamak ister gibi birkaç kez kırpıştırdı. Bense beni tekrar yakalamasının korkusuyla zorlukla yutkundum.

 

Bana doğru bir adım attı. Bir adım geri gittim.

 

Elini beni durdurmak ister gibi öne doğru uzattı.

 

"Kaçma.." Sesini duyamadım uzaktaydı ama dudaklarını okudum. Kaçacağım..

 

Başımı iki yana doğru sallayıp bir adım daha geri gittim. Yüzü ciddileşti. Ben ise daha çok korktum. Beni yakalamakta kararlı gibi gözüküyordu. Ben ise titreyen bacaklarımla bir adım daha atabilecek miydim bilmiyorum.

 

"Hazal.. yapma." Temkinli bir adım daha attı. Uzaktaydı ama sanki uzansa beni tutacak gibi hissediyordum. Öne doğru koşmak isteyen ayaklarımı zorlayıp bir adım daha geri attırdım.

 

"Senden nefret ediyorum!" Nefesim sıklaşmaya başladığında kendimi tutmayı bırakmış ve gözümden yaşlar akmasına izin vermiştim. Kendimi sıktıkça daha da kötü oluyordum.

 

Gözlerimi ondan kaçırdım ve son bir kez daha bana doğru bir adım attığını gördüğümde arkamı dönerek taksiye doğru koşmaya başladım. Arkamdan adımı haykırdı bu ise resmen ayaklarımın birbirine dolanmasına ve sendelememe neden oldu.

 

Bu sefer yakalanamazdım. Bu sefer beni ondan kurtaracak kimse yoktu.

 

Bu korkuya rağmen nasıl yere düşmemeyi başardım bilmiyorum ama neyseki taksiye yaklaşmıştım. Arabaya geldiğim an da kendimi panikle içeriye atıp kapıdan uzaklaştım.

 

"Kapıyı kilitle! Çabuk kilitle kapıyı!" Korkuyla koltuğun diğer ucuna sinerken taksi şoförü şaşkınca bana baktı. Neyseki öncesinde dediğimi yapmıştı ve ben buna rağmen hala aynı şeyi tekrar ediyordum.

 

"Abla ne oluyor?"

 

"Sür çabuk arabayı!" Ben nefes nefese heyecanla konuşurken Savaş'ın taksinin camına vurup kapıyı zorlamasıyla çığlığı basmıştım. Allah kahretsin! Biraz daha zorlasa belki cam kırılacaktı. Korkuyordum. Bedenim öyle bir titriyordu ki kendimi nasıl durduracağımı bilmiyordum.

 

"Hadi!"

 

"Abla polisi arayalım!"

 

"Olmaz! Sen dediğimi yap! Sür artık şu arabayı!" Savaş son bir kez cama vurduğunda elimi cama doğru uzattım. Neden bilmiyorum. Camın kırılmasından mı korktum yoksa ona mı dokunmak istedim bilmiyorum. Ama cama dokunduğumda diğer tarafta onun elinin olduğunu bilmek, o sıcaklığı hissetmek çok başkaydı. Sadece birkaç saniye.. sonunda taksici çocuk gaza bastığında en son duyduğum şey Savaş'ın avazı çıktığı kadar adımı haykırmasıydı.

 

Allah kahretsin! Allah kahretsin!

 

"Abla o kimdi!? Polise gitmeliyiz!"

 

"Yok.. olmaz. O benim.. o benim belalım. Çok tehlikelidir. Sen şu ana caddeye çık köşede bir yerde bırak beni." Ne dediğimi biliyor muydum ben? Ne yapmam gerekiyordu? O öyle bir aklımı almıştı ki düşünemez olmuştum.

 

"Belalı mı?"

 

"Evet. Plakanı almıştır çoktan. Hatta muhtemelen peşimize düşmüştür." Kesin düşmüştü peşime. Benimle konuşmaya öyle kararlıydı ki bundan asla vazgeçmeyeceğini biliyordum.

 

"Abla neye bulaştırdın sen beni!"

 

"Beni bulamaz ama seni bulacak. Korkma. Doğruyu söylersen sana hiçbir şey yapmaz."

 

"Yok ben mesleği bırakıyorum. Bugün 2. günümümdü zaten. Ben yapamam bu işi. Canımı tehlikeye atamam."

 

"Korkma.." Zorlukla yutkunup oturuşumu düzelttim.

 

"Abla adamı görmedin mi? Bu beni çiğ çiğ yer. Zaten bir de belalı diyorsun."

"Seni bulunca beni nerede bıraktığını söyle ona. O zaman bir şey yapmaz sana."

 

"Seni nerede bırakacağım peki?"

 

"Burada." Cüzdanımdan birkaç yüzlük banknot çıkarıp eline tutuşturdum. Beni yarıyolda bırakmadığı için bu parayı fazlasıyla hak ediyordu. Parayı gördüğünde resmen gözleri parlamıştı.

 

"Sanırım bu işe devam etmeliyim."

 

"Birazdan seni bulacak. Doğruyu söylersen sana zarar vermez." Başını salladı.

 

Fazla oyalanmayıp çıktım dışarıya. Arabadan indiğimde koşarak kalabalığın içine karıştım. O arabasına koşup bizi takip etmeye koyulana kadar biz çoktan gözden kaybolmuştuk bile. Fakat Bora'nın işe el atmasıyla taksiyi bulması saniyeler alırdı. Hızla yolumu değiştirip yeni bir taksi arayışına girdim. Bu sefer onu atlattığıma emindim ama bir daha bu kadar şanslı olmayacağımı biliyordum. O yüzden bir daha onunla karşılaşmamam gerekiyordu. Ne yapacaktım ben? Evden dışarıya adım atamayacak mıydım?

 

Ne olursa olsun bu onu son görüşümdü. Bir daha asla görmeyecektim onu. Çok isteyecektim ama kendime engel olacaktım. Bu sondu.

 

Yol boyu yüzümü herkesten gizlemeye çalışarak yürüdüm. Zaten havanın soğukluğundan pek kimse dışarıda yoktu.

 

Allah'ım ben az önce ne yaşadım..?

 

Kendimi sakin kalmaya zorlasamda kalbim hala deli gibi atıyordu. Öyle ki olayın şokundan çıktığımda daha kötü olmuştum. Kendimi zorla bir markete atıp su aldım. Az önceki korkum beni ayakta tutsada şu an resmen dizlerimin bağı çözülmüştü. Raflardan birine tutunup soluklandım bir süre.

 

"Hanımefendi iyi misiniz?"

 

"İyi olacağım." Görevli kadın elimden, sıktığım su şişesini alıp kapağını açtı ve bana uzattı.

 

"Teşekkür ederim." Biraz daha kendime gelmiştim. Öyle bir stres olmuştum ki korkudan soğuk terler dökmüştüm. Boynuma yapışan saçlarımı geriye atıp boynumu biraz ıslattım. Daha iyi nefes alıyordum.

 

"Bir yakınınızı arayalım mı?"

 

"Hayır hayır iyiyim. Suyu ödeyip çıkacağım." Fazla oyalanmadım. Kasada işimi halledip çıktım dışarıya. Cebimdeki son nakitide markete vermiştim. Bu çevrede kartımı kullanmak istemiyordum. Çünkü Anıl'ın kart ekstresine bakıp nerede olduğumu öğreneceğini biliyordum.

 

Yoldan geçen bir taksiyi durdurup Selin'in verdiği adresi tarif ettim. Bir şekilde aklımı dağıtıp öyle eve gitmeliydim. Çünkü eve gider gitmez Anıl çok üzerime gelecekti ve benim hiçbir açık vermemem gerekiyordu.

 

Yol fazla uzun sürmedi ama mahalleden yeterince uzaklaşmış ve başka semte gelmiştim.

 

"Bekleyeyim mi abla?"

 

"Biraz bekleteceğim şuradan para çekip geliyorum." Adam beni onaylasa da ben atmye gidene kadar gözlerini hiç üzerimden ayırmadı. Hızlıca buradaki işimi halledip adama parasını verdim.

 

Selin'in verdiği adrese göre Can tam karşımdaki binada oturuyordu. Derin bir nefes aldım. Dış basamakları çıkıp zile bastım. Bekledim biraz. Sonunda açıldı.

 

Dikkatlice 3 kat çıktım. Bina fazlasıyla sessizdi. Sonunda 7 numaraya geldiğimde bir süre bekledim. Ne diyeceğimi hiç düşünmemiştim. Hakikaten ne diyecektim? Beni Selin gönderdi seni çok merak etti mi diyecektim? Of!

 

Zili çalmak için tam elimi kaldırmıştım ki kapı birden açılı verdi. Yaşlıca bir kadın gülümseyerek kapıyı iyice araladı. Sanırım yanlış gelmiştim.

 

"Buyur kızım?"

 

"Şey.. ben.. bir arkadaşıma gelmiştim ama yanlış geldim sanırım. Rahatsız ettim kusura-"

 

"Sende mi Can'ın iş arkadaşısın?" Tamam.. doğru gelmiştim.

 

"Evet.. evet iş arkadaşıyım."

 

"Ben Can'ın annesiyim. Gel içeriye geç."

 

"Kendisi evde miydi acaba?"

 

"Evde evde. Diğer iş arkadaşıyla birlikte içeride oturuyor. Gel geç içeriye." Diğer iş arkadaşı? Yalanım çok çabuk ortaya çıkacaktı.

 

"Ben hiç girmeyeyim eğer onu çağırırsanız-"

"Aa olmaz ama böyle kapıda. İçeriye geç öyle geçmiş olsun dilersin." Geçmiş olsun.. tamam.

 

Ayakkabılarımı bir köşede çıkarıp içeriye adım attım. Kadın arkamdan kapıyı kapatıp bana yolu gösterdi. Çok gerildim.. İçimden bir ses yanlış yaptığımı söylüyordu.

 

Salondan içeriye ilk adımı attığımda üçlü koltukta oturan bir gençle göz göze geldim. Yüzünde küçük birkaç morluk ve kolunda alçı vardı. Bende böyle birini görmeyi bekliyordum zaten. Sevgilisinin abisine yakalanmış masum bir erkek. Gerçi pek masum durmuyordu ama neyse. O bana garip garip baktı bende ona. Sonra hemen önümde tekli koltukta arkası dönük bedene baktım. Kolunun birini koltuğa yaslamış rahatça oturuyor gibi görünüyordu.

 

"Hadi kızım geç otur sende sana bir şeyler ikram edeyim." Yavaşça yutkunup iyice salona girdim. Gözlerimi yerden ayırmadım. Teklide oturan adamın tam karşısına geçip oturdum. Başımı kaldırıp onunla göz göze geldiğimde başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissettim.

 

İkimizinde ağzından aynı anda aynı kelimeler döküldü.

 

"Siktir!"

 

"Siktir!"

 

Bu.. bu adam! Gerçekten siktir! Bu adam Selin'in abisiydi! Evet kesinlikle o'ydu. Benim onu tanıdığım gibi o da anında beni tanımıştı.

 

O Savaş'ın tarafındaydı değil mi? İşte şimdi hapı yuttum!

 

"Asıl size siktir! Sen kimsin lan? Bu yetmedi bir de sen mi çıktın başıma?" Can bir hışımla oturduğu yerden bana doğru dönüp el kol hareketleri yapmaya başladı.

 

Korkudan dilim tutulmuştu resmen. Ne yapacaktım ben!?

 

Çok yanlış bir zamanda gelmiştim. Çok yanlış!

 

"Oğlum ne güzel arkadaşlar edinmişsin. Bizde babanla, seni burada yalnız bıraktık diye üzülüyorduk. Ne vefalı arkadaşların varmış. Seni bu günlerinde yalnız bırakmıyorlar." Kadın önüme küçük bir sehpaha koyup bir bardak çay ve bir tabak atıştırmalık bıraktı.

 

"Teşekkür ederim teyzecim zahmet etmeseydin."

 

"Aman ne zahmeti güzel kızım. Tanışamadık seninle de.."

 

"Hazal ben.." Hızlıca ayağa kalkıp kadının elini öptüm.

 

"Ne kadar tatlısın sen öyle." Ses tonu bayağı imalıydı.

 

"Sizin iş çıkışı saati sanırım. Yusuf oğlumda az önce geldi. Kaza yaptıklarında arabada o da varmış. Son anda oğlumu çekip çıkarmış arabadan Allah razı olsun." Ne anlatıyordu bu kadın?

 

"Yoksa oğlum arabanın içindeyken diri diri yanacaktı." Gözlerim Selin'in abisine kaydı. Muhtemelen Can'a kafa göz dalmıştı. Tabii Can'da karşılık verince onu biraz hırpalamıştı. Zavallı kadına ise bu yalanı uydurmuş olmalılar.

 

"Siz rahat rahat oturun çocuklar ben karşı komşuya gideceğim." Yaşlı teyze gittiğinde yerime oturup korka korka gözlerimi kaldırdım.

 

Selin'in abisi bana hem şaşkın gözlerle hem de biraz sinirli sinirli bakıyordu. Sonra gözlerimi Can'a çevirdim. O bayağı bayağı şaşırmıştı.

 

"O gönderdi seni değil mi!" Sakince başımı salladım.

 

"Eve gideyim soracağım ben ona."

 

"Merak etmekte haksız mı sence!? Mahvetmişsin çocuğu."

 

"Senin mahvettiklerin ne olacak?" Dondum kaldım. Benim mahvettiklerim mi?

 

"Sen Selin'in anlattığı şu ölüp dirilen arkadaşı mısın?"

 

"Öldürülüp diriltilen diyelim ona!" Gözlerimi Selin'in abisinden ayırmadım. Sanki tek suçlu benmişim gibi davranmıştı.

 

"Benim kafasız kardeşiminde anca böyle kafasız arkadaşları olurdu zaten." Şaşkınlıkla ağzım açıldı. Durduk yere hakaret yemiştim.

 

"Sen çok mu akıllısın he? Kardeşin kaç yaşına gelmiş eve kilitliyorsun hala onu?"

 

"Ne!? Sen Selin'i eve mi kilitledin!?" Can bir hışımla ayağa kalkıp Yusuf'un başında dikildi.

 

"Kardeş benim kardeşim değil mi istediğimi yaparım."

 

"Allah allah efendim. Kaçıncı yüzyıldayız ya böyle şeyler mi kaldı hala!?" Sanki aylardır bir evde kilitli olan ben değilmişim gibi savunmuştum bu durumu. Halbuki benim sesim bile çıkmamıştı o zamanlar. Olaya bende dahil olunca hepimiz orta sehpahanın etrafında toplanmıştık.

 

"Sen hiç konuşma tamam mı? Hatta şu köşede bekle Savaş'ı arıyorum gelsin alsın seni. Çocuk günlerdir seni aramaktan helak oldu." Ne? Savaş mı? Ya ben bu adamdan kurtulamayacak mıydım?

 

"Kimseyi aramıyorsun!" Eline aldığı telefonu hızlı bir hamleyle kapıp telefonu duvara fırlattım. Hatta öyle bir fırlatmıştım ki telefon parçalara ayrılmıştı. Elimin ayarı hiç yoktu.

 

Hepimiz telefonun parçalanışını izledik. Sonra gardımı indirmemeye çalışarak önüme döndüm. Can şaşkınlıkla karışık keyifli bir gülümsemeyle olanları izliyordu.

 

"Kızım deli misin sen!? Napıyorsun!?"

 

"Evet deliyim! Senin o pislik arkadaşın delirtti beni!"

 

"Helal kız sana! Cesaretin hoşuma gitti."

 

"Sen sus!"

 

"Sen sus!" İkimizde sinirle Can'a bağırıp yerimize oturduk.

 

"Hatırlatmak isterim gençler burası benim evim. Benim evimde bana had bildiremezsiniz. Benim güzel sevgilim bu kafayı sıyrıkların arasında nasıl aklını kaybetmedi anlayamadım."

 

"Sevgili ne lan! Ne sevgilisi!" Can hafiften bir tırsarak yerine oturdu.

 

"Kabul et kayınço sende benden hoşlandın."

 

"Can! Kaşınıyorsun!" Biraz daha konuşursa muhtemelen Yusuf onun diğer kolunu da kıracaktı.

 

"Ulan varya.. ben sana daha neler yapardım da sen şu yaşlı kadına dua et. Hiçbir şeyden haberi yok garibimin."

 

"Tam olarak neyden haberi olacaktı? 24 yaşındayım ve canımdan çok sevdiğim hatta evlenmeyi düşündüğüm kadının abisi dağ ayısı çıktı ve beni fena benzetti diye mi anlatacaktım?"

 

Cesaretliydi...

 

Yerimde gülmemek için kıpırdanırken elimle dudaklarımı kapattım. Yusuf sinirden yumruğunu sıkmış ve başını başka yöne çevirmişti.

 

"Evlenmek diyo.."

 

"Niyetim ciddi. Ne zaman istemeye gelelim?" Artık dayanamayıp bir kahkaha patlattığımda Can'da gülmüştü. Şaka mıydı bu çocuk? Selin'in tarzını hiç böyle hayal etmemiştim.

 

"Lan bak varya!" Hemen atılıp aralarına girdim.

 

"Sakin.. sakin olun." Yusuf tekrar yerine otururken bende Can'ın yanına oturdum ve ikisinin arasına geçmiş oldum. Sanırım arabuluculuk yapmam gerekiyordu.

 

"Can sen neden Selin'in aramalarını açmıyorsun? Çok merak etmiş seni."

 

"Sevgili kayınçom otoparkta beni bayılttıktan sonra arabasıyla telefonumun üzerinden geçti. Hayır evine gidicem daha beter olacak." Yusuf sabır dilenircesine nefes alıp verdi.

 

"Sen ne istiyorsun peki? Kardeşinin turşusunu mu kuracaksın?" Bana ters ters baktı.

 

"Hiç öyle bakma. Gül gibi çocuk işte. Ne hale getirmişsin hala sana saygısını bozmuyor. Sizin gibi silah peşinde de koşmuyor. Ayrıca niyetini açık açık söylüyor. Aylarca kızı kandırıp sonrada ortada bırakmamış birileri gibi!"

 

"Se-senin silahın mı var kayınço?" Yusuf sıkıldığını belli eden bir nefes verip eliyle yüzünü ovaladı.

 

Onun yerine başımı sallayarak Can'a ben cevap verdim.

 

"Bu ve bunun bir de arkadaşı var ismi lazım değil sanırsın dünya onların etrafında dönüyor."

 

"Senin hiçbir şeyden haberin yok değil mi?" Saçımı kulağımın arkasına atıp Yusuf'a döndüm. Bence benim her şeyden ama her şeyden haberim vardı. Zorlukla yutkunup nefes aldım.

 

"Sakın onun adını benim yanımda ağzına alma. Buraya Can'ı kontrol etmeye geldim. Sende kardeşini kaybetmek istemiyorsan aklını başına topla."

 

"Kimse senden akıl istemedi küçük."

 

"Öyle mi? Bana fazlasıyla ihtiyacın varmış gibi göründü." Şu an beni Selin gibi görüp kardeş kavgası yapmamak için kendini zor tutuyordu.

 

"Seni bir daha kardeşimin yanında görmeyeceğim lan! Ayağını denk al."

 

"Kapıdan kovsan bacadan girerim kayınço. Zaten Selin beni Nurettin babamla tanıştıracaktı önden seninle tanışmamız iyi oldu." Yusuf iki elinide koltuğun kenarına vurup bir hışımla ayağa kalktı.

 

"Biraz daha burada kalırsam gerçekten aklımı kaybedeceğim." Telefon parçalarını yerden toplayıp montunun cebine attı.

 

"Sana gelince.." İşaret parmağını bana doğru uzattı. Sakince yerimden kalkıp karşısına dikildim.

 

"Hiçbir bok bilmediğin anlaşıldı." Bozuluyordum ama. Sanki Selin'in değilde benim abimmiş gibi davranıyordu.

 

"Sen ne biliyorsun pardon!?"

 

"Geride bıraktığın insanların acılarını biliyorum." Gözlerim doldu. Her şey onların yüzünden olmuştu zaten. En çok acıyı çeken benken o onlara üzülüyordu.

 

"Kardeşime söz verdiğim için seni şimdi burada kolundan tutup götürmüyorum. Ama bir daha karşıma çıkarsan ya da Selin'den nerede olduğunu duyarsam Savaş'ı kapına dikerim haberin olsun. O çocuk bunların hiçbiri haketmedi." Ama ben hakettim öyle mi? Ne güzel dünya. Bütün kötülükleri hep ben hakediyordum zaten.

 

"Bana yaşattığı şeyi bende haketmedim!"

 

"Her şeyin bir açıklaması var Hazal. İstediğin kadar kaç bir gün seni bulacak. Ve o duymaktan kaçtığını şey inan seni yerlebir edecek. Sana tek diyeceğim geç olmadan git onunla yüzleş."

 

Benim aklımı karıştırıp gitti evden. İnandığım her şeyi sarstı. Doldurmaya çalıştığım boşluklara kocaman bir darbe atıp gitti.

 

Derin bir nefes alıp boş koltuğa yığıldım.

 

"Şu herif gittiğine göre bir telefonunu verde sevgilimin sesini duyayım." Telefonumu onun kucağına atıp önüme döndüm.

 

Ne demekti şimdi bu? Daha bilmediğim ne vardı ki? Bu yaşananların başka ne açıklaması vardı? Beni aldatmasının, başkasıyla nişanlanmasının nasıl bir açıklaması olabilirdi?

 

Başımı ellerimin arasına alıp düşünmeye çalıştım. Neyi kaçırıyordum ben? Belli ki bir şeyler vardı ama nasıl bir şey Savaş'ı haklı çıkarabilirdi?

 

Off! Aklım almıyordu. Beni yerlebir edecek olan neydi? Zaten yerlebir olmamış mıydım? Daha ne olacaktı? Daha neler yaşayacaktım ben?

 

Ben onunla asla ama asla yüzleşemezdim. Zaten yüzüne zor bakıyordum hele gözlerine.. gözlerine bakıpta bir daha onu nasıl bırakacaktım? Bana dokunmasına izin verdikten sonra nasıl ayrılacaktım ondan?

 

Aklım kaybedecektim artık!

Bölüm : 13.04.2025 23:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...