59. Bölüm

Bölüm 59: Yüzleşme

Nickinci
nickinci

Keşke diyorum keşke

Hiçbir şey bilmeseydim

Suya bakıp dursaydım ömrüm boyunca

Bir ırmak kenarında

Bir deniz ortasında

Ya da kalbim

Sınırsızlığın müziğini bulmuş

Varlığın şakasına kendini bırakmış

Bir okyanusa

Kansaydı keşke

Keşke...

 

Yine rüya gördüm. Ne kadar ondan kaçmak istesemde, onun içinde olduğu her şey bana kabus değil içinde hapsolmak istediğim bir düş gibi geliyordu. Evet ondan kaçıyordum ama kaçarken bile arkamdan kovalayanın o olduğunu bilmek bana bir şekilde güven veriyordu.

Bedenim yorgun düşmüştü. Yine terlemiş olmalıydım. Soğuk parmaklarımı usulca boynuma götürdüm. Boynuma yapışan saçlarımdan kurtulmaya çalıştım ama benden önce davranan ve benim soğukluğuma zıt sıcacık parmaklar isteğimi yerine getirdi. Kim vardı başucumda? Beni rüyamdan uyandırmaya gelen Umut mu yoksa kahvaltıya kaldırmaya gelen Yasemin mi?

Gözlerimi araladım fakat görmeyi bekledim şey sarı ışık saçan ve gözlerimi alan bir ampül değildi. Yüzümü buruşturup başımı sola doğru çevirdim. Bir dakika.. benim odamın ışığı sarı değildi. Kıstığım gözlerimi biraz daha araladım. Ama burası benim odam değildi ki.

Birkaç kez gözlerimi kırptığımda görüşüm gibi zihnimde netleşmeye başlamıştı. Benim rüya sandığım şey gerçek olabilir miydi? Savaş beni gerçekten yakalamış mıydı?

Korkuyla başımı sağa doğru çevirdim.

"Hihh!" Yattığım yerden nasıl kalktığımı bilemedim. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı çoktan.

"Sakin ol." Hızla yataktan çıkıp odanın ona uzak köşesine gittim. Buradaydı. Savaş az önce başucumda şimdi ise ayağa kalkmış ve tam karşımda duruyordu.

Yaşadıklarım rüya değil gerçekti!

Bir an için ayakta durmakta zorluk çekmiş ve dengemi sağlayamadığım için düşecek gibi olmuştum. Duvardan tutunarak destek alırken onun bana doğru hareketlendiğini gördüm.

"Yaklaşma!" Elimi öne doğru kaldırıp onu durdurdum.

Kalbim deli gibi atıyor, karnım ağrıyor ve başım dönüyordu. Sanki yer ayağımın altında hareket ediyor gibiydi.

Hızla etrafıma bakındım. Nereye getirmişti beni böyle ve bana ne yapacaktı!? Burası o kadar basıktı ki gözümü açtığım ilk andan beri nefes almakta zorlanıyordum.

"Hazal.. benim." Bana doğru bir adım daha attığında iyice duvara sindim. Bana yaklaşmamalıydı.

"Güzelim sen benden korkmazsın ki. Ben sana zarar vermem."

"Verdin... Yine vericeksin biliyorum." Beni dinlemeyip bir adım daha attığında aramızda sadece birkaç metre kalmıştı.

"Yaklaşma dedim sana!"

"Yapma.. aylar sonra sana tekrar kavuşmuşken beni yine itme." Bakışlarımı gözlerine çıkardım. Öyle masum bakıyordu ki kendimi bir an da onun kollarının arasında bulmaktan korktum. Her şeyi unutmaktan korktum.

"Konuş benimle.. anlat her şeyi." Gitmeliyim. Gitmeliyim. Hemen şimdi buradan defolup gitmeliyim.

Gözlerim hızla etrafı taradı. Bir kaçış yolu bulmalıydım. Ama lanet olsun ki doğru düzgün hiçbir şey düşünemiyordum. Henüz beni kaçırmış olduğunun şokunu üzerimden atamamıştım ve gözlerim o da dahil her yeri görmek istercesine odada tur atıyordu. Ayrıca başım hala dönüyordu.

Zorlukla yutkunup gözlerimi kapattım. Lütfen rüya olsun. Lütfen. Ama değildi. Gözlerimi açtığımda onun dibime kadar gelmesini beklemiyordum.

"Yaklaşma dedim sana!" Panikle onu göğsünden itip koşarak kapısı açık odadan çıktım.

"Hazal! Buradan hiçbir yere gidemezsin!" Sözlerine takılmadım. Beni tekrar yakalamadan buradan kaçabilirdim. Odadan çıkar çıkmaz önüme çıkan merdivenlerden yukarıya tırmandım.

"Hazal dedim! Dikkat et düşeceksin!" Arkamdan geliyordu!

Merdivenlerin sonundaki kapıyı da açıp çıktığımda adımlarım bir an da kesilmişti. Şaşkınlıkla önüme çıkan uçsuz bucaksızlığa baktım.

Evet.. ben buradan hiçbir yere gidemezdim.

Zorlukla birkaç adım atıp önümdeki trabzana tutundum. Benim başım dönmüyormuş ki gerçekten de ayağımın altındaki yer hareket ediyormuş.

Savaş sırf ondan kaçmayım, sırf ona çaresiz kalayım diye beni buraya getirmişti. Bu koca okyanusun ortasında beni kendisine mecbur etmişti.

Gözlerimi hırçınca tekneye çarpan maviliklerden çekip omzumun üzerinden ona baktım. Az önce çıktığım kapının girişinde beni izliyordu.

"Bunu bana yapamazsın.." Fısıltım ona ulaşmış mıydı bilmiyorum. Tekrar önüme döndüm. Benim hayalimi resmen önüme sunmuştu. O, ben ve uçsuz bucaksız okyanus.. Bir kişi eksiktik ama... Zaten biz asla tamamlanamazdık.

Tekrar omzumun üzerinden ona baktım. Yine gelmişti bir nefes kadar uzağıma. Gözleri denizin yansımasında nasıl da saflaşmıştı. O çok.. güzeldi.

Trabzanlara olan tutuşumu sıkılaştırdım. Eğer biraz daha bana böyle bakmaya devam ederse ve kokusu başımı döndürmeye başlarsa her an aşağıya düşüp okyanusun dibini boylayabilirdim.

"İzin ver gerçeği sana anlatayım."

"Sana bana yaklaşma demiştim..." Ellerimi aramıza koyup onu itmek istedim ama yerinden bile oynamadı. Belkide ben itemedim onu.

"Biz bunu hak etmiyoruz Hazal... Bunu yapma."

"Ben bunu haketmedim! Tamam mı!? Ben haketmedim!" Onu kendimden uzaklaştırmayı başardım. Hala biz diyordu. O bizi hiç biz olarak görmemiş ki.

"Beni dinlemedin bile! O adama gittin!-'

"Senin yüzünden!" Ayların birikmişini bir an da yüzüne kusmaya başladım.

"Her şey senin yüzünden! Tüm yaşadıklarım senin yüzünden! Çünkü.." öfkeden nefes nefese kalmıştım.

"Çünkü sen yalancının tekisin!" Şu an onun yüzünü bile görmek istemiyordum. Ona arkamı döndüm ve teknenin diğer tarafına doğru yürüdüm. Hemen beni suçlamaya başlamıştı. Gerçekten inanılmazdı!

"Evet lanet olsun ki yalan söyledim ve çok pişmanım! Bunun bu noktaya kadar geleceğini bilemedim. Sana yemin ederim sonunda seni kaybedeceğimi bilseydim asla böyle bir işe kalkışmazdım."

"Pişman mısın?" Avcumun içiyle ıslanan yanaklarımı silip ona alaycı bir gülüş attım.

"Neden? Sonunda istediğine ulaşmadın mı? Abinin intikamını almadın mı?"

"Ne saçmalıyorsun sen? Ne intikamı?" Biliyordum işte. Ben her şeyi biliyordum ve o hala inkar ediyordu.

"Sakın bana bunu inkar etme!" Bir hışımla üzerine yürüyüp yakalarına yapıştım.

"Her şeyi planladın. Planladınız! O sizden canınızı aldı sen de ondan can almak istedin-"

"Ben sadece onun canını istedim-"

"Yalan söyleme! Benimle onun canını yaktın sen! Beni umursamadın bile-"

"Nasıl böyle düşünürsün..."

"Yaptın! Keşke beni bu şekilde öldürmeseydin! Keşke sende kan dökseydin! En azından daha az canım yanardı." Onu yakalarından ittirip kendimde geriye gittim ta ki belim trabzanlara çarpana kadar.

"Ben seni öldürmedim-" Sesi kısılmış gibiydi. Ya da şaşırdığından böyle tepki veriyordu. Her şeyi öğrenmemi beklemiyordu tabi.

"Öldürdün! Annen, baban, Anıl hepiniz el birliğiyle beni öldürdünüz. Ama sen.. sen çok başkaydın benim için. Sen benim kalbimi söktün be!"

İçini dök dememiş miydi? Ne diye karşımda ağlıyordu şimdi.

"Yetim bir kızdım ben.. kimsesizliğe alışığım yani. Ama senin yokluğun.. daha önce kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmedim ben. Sana öyle çok bağlıydım ki bir gün beni bu şekilde yıkıp geçeceğin aklıma bile gelmemişti. Tebrik ederim seni. Planını başarıyla tamamladın."

"Konuşma böyle-"

"Neden? Ağrına mı gitti? Vicdan mı yaptın? Planın bu değil miydi!? Neden ağlıyorsun şimdi karşımda!?"

"Her şeyin yalan olduğunu mu düşünüyorsun sen? Yaşadığımız her şeyin-"

"Değil miydi!? İnce ince işledin planını. O kadar güzel oynadın ki inan bir gün bile şüphe etmedim senden."

"Çünkü her şey gerçekti. Yaşadığımız her şey-"

"Sus! Ben yaşadım sen değil! Eminim sana arkamı her döndüğümde bana gülmüşsündür. Aptallığımla dalga geçmişsindir."

"Sana yemin ederim sevgimin tek bir saniyesi bile yalan değildi-"

"Hıhı."

"O kadar aptaldım ki arabanda o yüzüğü gördüğümde onun benim için olduğunu sanacak kadar kör kütük aşıktım sana.." bana doğru attığı adım yarım kaldı. Şaşkınlıktan gözleri açıldı resmen.

"Halbuki daha biz tanışalı 1 yıl bile olmamıştı. Kavgacı huysuzun tekiydim zaten. Neden beni sevesin ki. Benim aptallığım işte. Kendimi fazla kaptırmışım. Katilin kızıyla evlenecek halin yoktu ya."

Ona arkamı dönüp bir süre soluklandım. Hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmiyordu. Ben henüz bu yüzleşmeye hazır değildim. Hatta bu zamanın geleceğini düşünmek dahi istemiyordum.

"Ben.. özür dilerim. Sana anlatmalıydım. En baştan sana anlatmalıydım." Kendi kendine sayıklayıp durdu. Aptalmış. Asıl aptal bendim.

"Neden peşime düştün? Yetmedi mi canımı yaktığın?" Gözlerini gözlerime çıkardı. Ne düşünüyordu bilmiyorum. Ben burada kalmaya ne kadar dayanırdım onu da bilmiyorum

"Güzelim-"

"Bana öyle seslenme! Güzel falan değilim ben." İki büyük adımda dibimde bitti yine. Ellerini kollarıma çıkardı. Artık onu itecek gücü bulamıyordum kendimde.

"O adam senin beynini yıkamış. Bu söylediklerinin hiçbiri gerçek değil. Hatırlasana sevgilim. Birbirimize ne kadar aşık olduğumuzu hatırla."

"Ben aşıktım.. ama senin aklın başkasındaymış."

"Tamam biliyorum çok büyük hata yaptım, bana çok öfkelisin ama inan o gördüklerin gerçek değildi. Yemin ederim hepsi sahteydi. Beni dinlersen eğer-

"Yine nasıl bir yalan uyduracaksın bakalım. Bana söylediğin her söz gibi, yaşattıkların gibi nasıl bir yalan söyleyeceksin bana."

"Hazal! Şöyle söyleyip durma artık! Benim sana olan aşkımı inkar etme!" Ellerini yanaklarıma çıkarıp ıslak yanaklarımı kurulamaya çalıştı.

"Biliyorum bana öfkenden böyle konuşuyorsun. Kalbin gerçeği biliyor." Galiba ben daha fazla dayanamayacaktım. Benim buradan gitmem lazımdı. Kendi iyiliğim için. Gitmeliydim buradan.

"Artık benden uzak dur Savaş." Ellerimi aramıza koyup onu kendimden uzaklaştırdım.

"Bunu yapmayacağımı ikimizde biliyoruz."

"Bildiğim tek şey canımı çok yaktığın ve aylar geçmesine rağmen yakmayada devam ettiğin. Benim.. gerçekten çok canım yandı. Neler yaşadığımdan haberin yok. Aylarca neler çektim bilmiyorsun. Anıl'ı öldürmek istiyorsan öldür ama benden uzak dur. Daha fazla beni kullanma."

Bir an için nefesi kesilir gibi oldu. Ya da kendisi nefes almayı bıraktı bilmiyorum ama karşımda öylece kala kaldı.

"Sana.. sana ne yaptı o şerefsiz? Çok mu canını yaktı?"

"O, sen.. en çokta sen. El birliğiyle öldürdünüz beni. Şimdi ya beni kıyıya çıkarıp peşimi bırakırsın ya da ben burada kendimi öldürürüm." Sırtımı dikleştirip kendimi iyice trabzana yasladım. Ben zaten defalarca ölen bir kızdım. Bir kere daha ölebilirdim. Bir daha uyanmamak üzere kendimi öldürebilirdim.

"Bunu bana yapma Hazal.. bir kez daha beni kendinle sınama. Emin ol bu sefer peşinden gelmekte tereddüt etmem." Yapamazdı. Yapmazdı değil mi?

Bana doğru bir adım daha attığında korkuyla bir nefes aldım.

"Yaklaşma.." Beni dinlemedi. Bir adım daha attı ve bir adım daha.

"Madem bana inanmıyorsun, madem beni istemiyorsun o halde benimde yaşamak için bir sebebim yok." Son bir adım daha. İşte şimdi yine nefesini hissedecek kadar yakınımdaydı.

"Sen yoksan hiçbir şeyin anlamı yok güzelim. Sayende bunu uzun uzun tecrübe ettim. Sen olmayacaksan bende yokum." Bana öyle çok yakındı ki yine aklımı kaybedeceğimi düşünmeye başladım.

"Sen inanmasanda bunu söylemekten asla vazgeçmeyeceğim. Senden başkasını sevmedim ve sevmeyeceğim." İnanma ona Hazal. Yine beni kandırmaya çalışıyor. Yine beni kullanacak ve bu sefer işi bittiğinde gitmeme dahi izin vermeden o beni kenara atacaktı.

Yalancı. Yalancı. Yalancı.

"Sana benden uzak dur dedim!" Korkuyla onu itekledim. Fakat öyle sert itekledim ki kendi dengemi kaybedip boşluğa doğru süzüldüğümü anlamam kısa sürmedi. Son bir çığlık. Son bir çırpınış. Sebebini bilmiyorum. Korkudan mı yoksa son kez yaşadığımı hissetmek için mi bilmiyorum.

Keşke bu okyanus benim sonum değilde bana hayat verenim olsaydı.

O ve ben... Birlikte çok güzel bir hayat kurabilirdik.

Bedenim soğuk suyla buluştuğunda çırpınmayı kestim. Artık sudan korkmuyordum. Hayalini kurduğum şeyden nasıl korkabilirdim ki?

Kollarımı yavaşça iki yana açtım. Canım yansada gözlerimi kapatmadım. Eğer sonsuz karanlığa gömüleceksem aydınlığımla vedalaşmam gerekiyordu. Ağzımdan çıkan küçük baloncuklar yukarıya doğru süzülüyor ve gözden kayboluyordu. Ya da gözden kaybolan bendim.

Nefesim tükendi. Bedenim uyuştu. Gözlerim karardı.

Bu sefer emindim. Bir daha bu dünyaya gözlerimi açamayacağımdan öyle çok emindim ki bu yüzden gözümden yaşlar akmaya başladığını hissettim çünkü onunla böyle vedalaşmak istemiyordum. Benim ölümüme şahit olmasını istemiyordum ve bu dileğimin gerçekleşmesi uzun sürmedi.

Gözlerim tam kapanırken onun bana doğru uzandığını gördüm. Parmakları öyle sıcaktı ki suyun dondurucu soğukluğundan hiç etkilenmemiş gibiydi. Ama.. neden gelmişti. Söyledikleri gerçek miydi yoksa?

Saçmalama! Henüz benimle işi bitmedi de ondan!

Bileğimi kavradığı anda kendimi ondan kurtarmak istedim. Bu sefer istediğini alamayacaktı.

Bileğimi parmaklarının arasından kurtarmak istedim fakat ben çekmeye çalıştıkça sanki birbirimize daha da yakınlaşıyor gibiydik ve o beni asla bırakmıyordu. Kalan son gücümü de çırpınmaya harcamadım. Nefesim çoktan tükenmişti zaten. Gözlerim kapanmadan önce son kez onu görmek istedim. Son kez aşık olduğum surete bakmak istedim ama o... Sinirliydi. Hemde çok! Gözlerimi öyle sıkı kapattım ki bir sonraki açışımda ne halde olacaktım bilmiyorum.

Sadece korkuyordum... Uyandığımda yine onu görememekten korkuyordum.

Bazen tüm bunlar hiç yaşanmamış olsaydı nasıl bir hayatım olurdu merak ediyordum.

Mesela Anıl kafayı yemeseydi, annem evi terk etmeseydi, biz üçümüz bir aile gibi yaşasaydık nasıl olurdu?

Annem beni nasıl yetiştirirdi? Şimdiki halimden çok farklı yetiştireceği kesindi tabii.

Peki Savaş'la nasıl bir ilişkimiz olurdu? Sonuçta annelerimiz arkadaştı ve biz küçüklükten bir araya gelmeye başlayacaktık. Kesin o bana abilik yapardı ve ben kesin yine ona aşık olurdum. Belki ileride o da bana aşık olurdu. Sonuçta düşman olmayacaktık, önümüzde bir engel olmayacaktı.

Abisi hayatta olurdu belki o zaman Savaş'ta bu kadar gaddar birisine dönüşmezdi.

Sonra.. ben bu kadar acı çekmezdim. Vücudum yara bere içinde olmazdı. Belki annem hayatta olurdu ama.. İdil olmazdı, abim olmazdı, Umut olmazdı. Onlarsız olur muydu hiç? Olmazdı. Annemsizde olmuyordu.

Elimi boynumdaki inci kolyeme götürdüm. Fakat ne kolyeyi ne de bedenimi hissediyordum. Bir ceset gibi yerde yattığımı hissediyordum. Ceset gibi..

Gözlerimi araladım. Islak kirpiklerimden doğru düzgün bir şey göremiyordum ki. O hariç..

Sesi uğultulu geliyordu. Bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum. Sonra yavaş yavaş bedenimi hissetmeye başladım ve onun dokunuşlarınıda. Endişeliydi, fazla endişeliydi.

"Beni duyuyor musun güzelim?" Elimi boynumdan çekip yanağımdaki elinin üzerine koydum. Hala sıcaklığını koruyordu.

Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Onu daha net görmek istiyordum. Pürüzsüz teninden kayan su damlalarını takip ettim. Üzerime düşen damlaları hissedebiliyordum. Beni ikinci kez boğulmaktan kurtarmıştı.

"Biliyor musun.. senden nefret ediyorum." Bir süre baktı sonra gözlerini kapatıp uzun bir soluk verdi. Bir şey demedi. Bana izin vermeliydi. Gitmeme izin vermeliydi. Neyi zorluyordu anlamıyorum ve anlamakta istemiyorum.

"En azından kendindesin."

Elimin altındaki elini sıkıp sertçe itekledim.

"Ayrıca bana öyle seslenmemeni söylemiştim."

"Ama artık sana yalan söylemek istemiyorum."

"Bu sözün bile yalan senin." Sanki az önce boğulup kendinden geçen ben değilmişim gibi sakinlikle yerimden doğrulmaya çalıştım.

"Beni dinlemedin bile-"

"Çünkü seni dinlemek istemiyorum. Sesini bile duymak istemiyorum. Seninle burada kalacağıma kendimi aşağıya atarım daha iyi!" Zorlukla trabzanlardan tutunup ayağa kalktım. Sanki tekrar böyle bir şey yapacakmışım gibi hızla o da yerinden doğruldu ve tetikte beklemeye başladı.

"Gözünü seveyim uzaklaş şuradan."

"Sen benim hiçbir şeyimi sevme!" Bıkkınlıkla bir nefes aldı.

"Hazal aşağıya in ve üzerini değiştir yoksa hasta olacaksın. Sonra yine konuşacağız... Lütfen."

"Sen beni kıyıya götürene kadar hiçbir şey yapmıyorum."

"Hipotermi geçireceksin!"

"Sende benden kurtulmuş olursun işte! Zaten niye beni kurtardın hiç anlamadım."

"Niye mi kurtardım!?" Tek adımda ayaklarımın ucuna gelip sertçe kolumdan kavradı.

"Kızım sen kafayı mı üşüttün!"

"Bırak be beni!" Çirkefçe bağırıp kolumu ondan kurtarmaya çalıştım.

"Ya bıraksana!" Zorla beni merdivenlerin başına getirdi. Ayaklarımı çivi gibi yere sabitleyip beni sürüklemesine izin vermedim.

"Zaten deliydin o adamın yanında kalınca iyice zırdeli olmuşsun!" Ve ona bir cevap vermeme dahi izin vermeden beni tek hamlede omzuna attı. Resmen çuval gibi attı beni omzuna!

"Sana hiçbir yere gitmiyorum dedim!"

"Sen gitmiyorsun zaten ben götürüyorum güzelim."

"BANA ÖYLE SESLENME DEDİM!" Öyle bir bağırdım ki bir an için olduğu yerde durdu ve bedeni kasıldı.

Merdivenleri ne ara bitirdik anlamadım bile. Birden beni yatağa bırakıp karşıma dikildiğinde resmen gözüm kararmıştı. Kalan son gücümü de burada tüketip hızla onun yakasına yapıştım ve kendime doğru çektim.

"DELİRTİYORSUN BENİ!"

"Biliyorum." Yakalarını tuttuğum ellerimi sakince kavrayıp dudaklarına götürdü. Ellerimi öptü.. Savaş.. ellerimi öptü. Eskiden yaptığı gibi.

Az önceki bütün gerginliğim bir an da yok olmuştu resmen. O kadar zaman geçmesine rağmen nasıl hala üzerimde bu kadar büyük bir etki bırakabilirdi. Hiç mi azalma olmazdı arkadaş! Ben yine onun her hareketinden etkilenmeye devam mı edecektim. Kendimi öyle bir şaşırtıyordum ki bu gerçekten ben miydim bazen anlam veremiyordum.

"Bir daha beni öpersen yemin ederim o suratını dağıtırım." Baktı, baktı ve baktı. Bir ara dudağının kenarı kıvrılır gibi olsada hiç açık vermeden ellerimi bırakıp uzaklaştı benden. Böyle böyle adam edecektim onu.

Arkasını dönünce bacaklarımı kendime doğru çekip küçüldüm iyice. Resmen donuyordum. Nefesimin bile soğuduğuna emindim.

"Madem ölmeme izin vermiyorsun o halde beni kıyıya götür."

"Şu kelimeyi kullanıp durma." Önüme düşen saçlarımın arasından ona baktım. Elinde birkaç parça kuru kıyafet ile gelip yatağın ucuna oturdu.

"İstemiyorum."

"Kendi isteğinle giymezsen ben zorla giydireceğim." Ağzım şok içinde açılırken kaşlarım anında çatıldı. Hangi cüretle!

"Bana dokunamazsın!"

"Dokunurum!" Bir elini koluma bir elinide bacağıma attığında saniyesinde beni kendine doğru çekmişti. Artık kaslarım kilitlenmeye başladığı için doğru düzgün tepki veremiyordum. Sadece titrek çenemle olaylara dahil olabiliyordum.

"Aşağılık, pisliğin tekisin! Nişanlın burada benimle olduğunu bilse kahrından ölür."

"Kızım o gerçek bir nişan değildi diyorum sana anlamıyor musun!? Nişanlım falan yok benim!"

"Yalancı!"

"Hazal yemin ederim elimde kalacaksın!"

"Asıl sen benim elimde kalacaksın!" Bunu onun kolları arasında tir tir titrerken söylemek ne kadar inandırıcıydı bilmiyorum. Ama şu durumdan bir kurtulayım yemin ederim süründürecektim onu.

"Bir daha seni bırakmayacağımı biliyorsun değil mi?" Sıcak nefesi boynumu gıdıklarken zorlukla başımı geriye atıp omzuna yasladım.

"Bir daha sana inanmayacağım patronun oğlu. Ne yaparsan yap sana gelmeyeceğim." Ellerini ıslak tişörtümde hissettiğimde sıkı sıkı gözlerimi kapattım. Ne kadar inkar etsemde bana ondan başka kimsenin dokunmasını istemiyorum.

"Ben hallederim." Bedenime sardığım kollarımı zorlukla birbirinden ayırıp elindeki kıyafetleri almaya çalıştım. Vücudum öyle bir kilitlenmişti ki sanki gerçekten de donmuştum.

"Yardım edeyim."

"Etme!" Oturduğum yerden kayarak ondan uzaklaşmaya çalıştım. Bütün bedenim soğuğun etkisiyle artık sızlamaya başlamıştı ve bu çok canımı sıkıyordu. O da benimle birlikte suya girmişti ve onunda üzeri sırılsıklamdı ama o benim kadar etkilenmemiş gibiydi. Rahatlıkla hareket edebiliyordu ama ben artık doğru düzgün yüzümde bir mimik bile oynatamıyordum.

"İnat etme işte." Ondan uzaklaştığım boşluğu anında doldurup ellerini ellerimin üzerine koydu. Kabul etmek istemesemde bu iş için ona ihtiyacım vardı. Bedenimi doğru düzgün hissedezken nasıl üzerimi giyecektim ki.

Ona izin verdiğimde ellerimi kıyafetlerin üzerinden çektim. Aylardır uzak durmaya çalıştığım adamın beni soymasına izin vermiştim. Kendimden utanmalıydım. Ama utanmıyordum. Allah beni kahretsin!

"Kendime geldiğimde gözlerini oymamı istemiyorsan kapat o gözlerini."

"Gözlerimin açık olduğunu nereden bileceksin ki?" Sinirden dişlerimi sıktım.

"Kapat dedim!" Dakikalar içinde üzerimdeki ıslak kıyafetler kaybolmuş ve yerine pamuk kadar yumuşak kalın giysiler gelmişti. Kollarımı bedenime dolayıp kendimi soğuktan korumak istedim.

"Birazdan kendine gelirsin." Üzerime kalın bir örtü örttüğünü hissettim. Başımın altına da yumuşacık bir yastık geldi.

"Çok üşüyorum..." Ellerini saçlarımda hissettim. Uzun uzun okşadı saçlarımı. Eskiden nasılda hayranlıkla bakardı saçlarıma. Sırf o seviyor diye ayrı bir özenirdim. Ama şimdi.. bazen sadece taramaya bile üşeniyordum. Hem öyle çok uzamışlardı ki onlarla uğraşmak beni yoruyordu. Bazen tepem atınca kısacık kesmek istiyordum ama sonra kıyamıyordum. Çünkü o benim saçlarımı seviyordu. Yani ben buna inanıyordum.

"Sabahtan beri bir şey yemediğin için güçsüz düştün. Sana bir şeyler hazırlayacağım. Sonrada gelip sarılacağım ve ısınacaksın. Kendine geldiğinde tekrar konuşacağız ve her şeyi halledeceğiz tamam mı?" Ona cevap verecek halim bile kalmamıştı. Adeta vücudum kitlenmiş gibiydi. Bütün kaslarım donmuştu sanki. Sadece olduğum yerde bedenimin titrediğini hissediyordum.

Ama ona cevap verebilseydim muhtemelen okkalı bir küfür savururdum.

Halâ her şeyin farkında olduğumu ve onu istemediğimi kabullenmiyordu.

"Sen beni rahat bıraktığında iyi olacağım."

"Hayır bana ihtiyacın var. Biliyorum." Gözlerimi sabır dilenircesine kapattım. O benim neye ihtiyacım olduğunu nereden bilecekti ki?

Aradan biraz zaman geçip kendimi biraz daha iyi hissetmeye başladığımda başımı yattığım yerden kaldırdım. Burada değildi. Örtüyü kenara atıp doğruldum. Biraz daha iyi hissediyordum çünkü o etrafta görünmüyordu.

Dikkatlice yerimden kalkıp ses yapmamaya dikkat ettim. Eğer kıyıya geldiysek gizlice çıkabilirdim buradan. Elimi odanın sürgülü kapısına atıp yavaşça yana doğru kaydırdım. Hemen solumda bir kapı daha vardı ve orası kapalıydı. Gelen seslere bakılırsa oradaydı. Hiç oraya bakmadan parmak uçlarımda merdivenleri tırmanıp günyüzüne çıktım. Hava neredeyse kararmak üzereydi. Sabahtan beri Anıl'ın beni arayıp ulaşamadığını düşünmek fazlasıyla tedirgin etmişti beni. Benim bir an önce eve gitmem gerekiyordu!

"Gitmene izin vermiyorum Hazal. Bu geceyi burada geçireceğiz ve sonraki günlerimizi de." Sesi tam arkamdan geliyordu. Omzumun üzerinden arkama bakıp tekrar önüme döndüm. Zaten kıyıya falan da gelmemiştik. Hala okyanusun ortasındaydık.

"Ben seninle kalmak istemiyorum ama!"

"İsteyeceksin. Bir dinlesen beni, her şeyi anlatmama izin versen-"

"Sus artık!" Öfkeyle arkamı dönüp basamakları indim ve tam önünde durdum.

"Senin benim neler yaşadığımdan haberin var mı? O kadar şeyin üzerine bir de sana mı döneceğim ben? Tekrar senin ve ailenin yalanlarının kurbanı mı olacağım sanıyorsun. Her şey sizin yüzünüzden olmuşken bir de seni mi isteyeceğim ben!?"

Elindeki sıcak bardağı sıktı, sıktı ve sıktı. Ben böyle konuştukça onun sinirlendiğini biliyordum ve ne zaman patlayacaktı merakla bekliyordum. Eli yansada umursamadı ve ben gözlerimi ellerinden çekemedim. Sanki yanan onun eli değilde benim kalbimdi.

"O adam sana ne anlattı bilmiyorum-"

"Her şeyi anlattı! Dürüstçe! Geçmişte ne yaşandıysa hepsini tek anlattı!"

"O adam senin anneni öldürdü ve sende onu affettin öyle mi!?"

"Sen de beni öldürdün ve şimdi seni affetmemi istiyorsun!" Bir adım geriledi. Sanki duymayı beklediği sözler bunlar değildi. Kendini bir yalana kaptırmış gitmişti ve gerçeği kabullenmek istemiyordu. Gerçi benim bile kabullenmem aylarımı almıştı.

Bir dakika.. ben kabullenmiş miydim ki? Onun beni aldatmış olmasını, beni kandırmış olmasını kabullenmiş miydim?

Kabullenmiş olsaydım canım bu kadar yanmazdı herhalde.

"Ben.. ben seni öldürmedim-"

"Ölmek her zaman toprağın altına girmek değildir Savaş. Sen benim tüm güzel duygularımı öldürdün. Sen benim yaşama hevesimi elimden aldın. Sen beni yalnızlığa mahkum ettin. Kendimden nefret etmemi sağladın. Sevilmeye layık olmadığıma inandırdın-

"Hayır..." Ne yapacağını bilemez gibi elindeki bardağı koyacak bir yer aradı ve en sonunda yere bıraktı.

"Canımı acıtmak için söylüyorsun biliyorum."

"Hayır hissettiklerimi söylüyorum! Bunlar senin bana yaşattıkların." Derin bir nefes alıp bir adım geriledi. Neden sözlerim ağrına gidiyordu ki? Birgün gerçekleri öğrendiğimde hiçbir tepki vermeyeceğimi mi düşünmüştü. O kadar mı salaktım onun gözünde?

"Ben.. özür dilerim-"

"Dileme. Her şey yaşandı ve bitti." Uzun uzun dolan gözlerime baktı. Her şey bitmiş miydi gerçekten? Bitirebilmiş miydim kalbimde onu?

"Seni seviyorum." Artık yemezler.

"Başka birisini sev."

Onu arkamda bırakıp merdivenlerden yukarıya çıktım ve derin bir nefes aldım. Onunla yüzleştiğimde içimin kuş gibi hafifleyeceğini düşünmüştüm ama ben daha da beter bir halde olduğumu hissediyordum.

Gözümden akan yaşları üzerimdeki kazağın kollarıyla silmeye çalışıp kurulamaya çalışsamda yanaklarım uzun bir süre ıslanmaya devam etti.

Başka birisini sev...

Nasıl dayanırdım ki böyle bir şeye? Daha beni sevmediğini kabulenmekte zorlanırken onu başkasıyla görmeye nasıl dayanırdım?

Bir süre sonunda motorun çalışma sesini duydum. Belkide bana acıyıp beni bırakacaktı sonunda.

Elimi sıkışmaya başlayan kalbime götürdüm. Bu sefer sanırım gerçekten ayrılıyordum ondan. Bugünden sonra bir daha karşıma çıkacağını düşünmüyordum.

Önümdeki uçsuz bucaksız okyanusa baktım. Burası bizim evimiz olabilecekken bize mezar olmuştu. Ve ben bir daha hayatım boyunca asla hayal kurmayacaktım. Çünkü ne zaman bir hayal kursam elimde parçalanıyor ve kalbime saplanıyordu.

Omzuma ince bir örtü örttüğünde dalıp gittiğim yerden sıyrılıp kendime geldim.

"Evime gitmek istiyorum."

"Senin evin bendim." Gerçekten de öyleydi. Hiçbir dört duvar arasında, hiçbir kişide onda bulduğum huzuru, güveni bulmamıştım.

Yüzümü ona doğru çevirdim. Zaten onun yüzü hep bana dönüktü. Gözlerim ela gözlerine çıktığında derin bir nefes aldım. Nasılda güzel bakıyordu bana. Öyle bir bakıyordu ki gerçekten beni özlediğine inanacaktım.

"Sen benim mutlu olduğum tek evimdin. Şimdi beni sahipsiz bıraktın. Artık hiçbir yere ait değilim."

"İstediğin kadar inkar et ama sen bana aitsin ve ben, sen bana dönene kadar senin peşini bırakmayacağım."

"Canımı yakmaya devam edeceksin yani." Başını iki yana salladı. Aklında bir şeyler dönüyordu biliyordum.

"Sana yalan söylemediğimi, seni aldatmadığımı kanıtlayacağım ve biz yine eskisi gibi mutlu olacağız. Hayalini kurduğumuz hayatı yaşayacağız-"

Sus!" Ellerimi tutup gitmeme izin vermedi.

"Deniz kenarına yerleşeceğiz-"

"Dinlemek istemiyorum!" Sadece gitmek istiyordum.

"İstediğin kadar kaç yine seni bulurum. Tüm olanları arkamızda bırakacağız ve yeni bir hayata başlayacağız. Sadece bana zaman ver. Her şeyi düzeltmem için zaman ver." Boğazım düğüm düğüm olup ağzımdan tek bir kelime çıkamayınca olduğum yerde yere baka kaldım. O ise benim hareketsizliğimden faydalanıp arkamdan kollarını sıkı sıkı dolamıştı bana.

"Ben seni asla aldatmadım sevgilim."

"Yine beni kandırmaya çalışıyorsun." Başını iki yana sağladığını hissettim. Saçlarım arasında derin bir nefes aldı. O bana istediği gibi dokunup sarılırken ben hiçbir şey yapamıyordum.

Uzaktan birkaç tekne görülmeye başlandığında kalbim korkuyla attı. Ondan ayrılacak mıydım yani? Beni bırakacak mıydı? Hani gitmeyecektik?

"O adamla mı yaşıyorsun?" Başımı salladım.

"Ona güveniyor musun?"

"Kimseye güvenmiyorum."

"Sana eziyet ediyor mu?" Hemde aylardır. Derin bir nefes aldım ve nefesimin titremesine engel olamadım.

"O ev... Başlı başına bir işkence bana." Birden kollarını bedenimden çözüp beni kendisine çevirdi. Gözlerindeki korkuyu görebiliyordum. Neden benim için korkuyordu ki? Biraz daha böyle devam ederse beni kendisine gerçekten inandıracaktı.

"Gitme o zaman. Benimle gel. Evimize gidelim."

"Senin evin-"

"Bizim evimiz!" Gözlerimi sabır dilenircesine kapattım. Ya onu affedecektim ya da elimde kalacaktı.

"Çantam nerede?"

"Bende."

"Ver."

"O adam aradı. 6 kez." Gözlerim far görmüş tavşan gibi açıldı. 6 KEZ Mİ!? Ben bittim. Çoktan peşime düşmüştür. Ya bulursa bizi? Ya Savaş'ı öldürürse bu sefer!

"Of Savaş!" Telaşla ondan uzaklaşıp düşünmeye başladım. Bir şeyler uydurmam lazımdı.

"Tanımıyor musun sanki onu!? Neler yapabileceğini bilmiyor musun!?"

"Yani..?"

"Yani benden uzak durman gerekiyor! Hiç mi korkmuyorsun!?"

"O adamdan mı korkacağım Hazal!"

"Senin yüzünden benim üzerime yürüyecek!"

"İyi o halde gelsinde sana yürüyen bacaklarını kırayım! O kim ya senin üzerine yürüyor? Sen ne yapıyorsun aylardır bu adamın yanında!? Neden onunla kalıyorsun!?"

"Yaşamaya çalışıyorum!"

"Onun yanında mı!?"

"Evet onun yanında çünkü o evde.." Söyleme. Söyleme. Umut'u öğrenirse ona bile zarar verebilirdi.

"Seni tehdit mi ediyor? O yüzden mi uzak durmak istiyorsun benden?"

"Savaş onun yanında kalmamın seninle bir ilgisi yok! Sen beni aldattın bende seni tekrettim! Kabullen artık bunu!" Birden kollarımdan sıkıca tutup çektiğinde afalladım.

"Ne işin var o zaman katilin yanında!?" Birgün birisi bunun hesabını soracaktı değil mi? Abim gibi fazla sorgulamadan, hemen kabullenmeden, ısrarla ve sert bir şekilde. Birisi birgün bu hesabı soracaktı. Ve o kişi aşık olduğum adamdı. Abisini öldüren adamın yanında ne halt ettiğimi elbet soracaktı. Ama gözlerine bile bakamazken nasıl konuşacaktım ki?

"Bırak beni." Kolumu ondan kurtarıp kendimi geri çektim.

"Yüzüme baksana Hazal." Bakmadım. Nasıl bakabilirdim. Sonuçta ona olan öfkem ayrıydı yaptığım şeyin utancı apayrı.

"Anlat bana her şeyi sana yalvarıyorum." Ellerimi tuttuğunda daha fazla dayanamadım. Ağzımdan küçük küçük hıçkırıklar kaçmaya başladı. Onunla yüzleşmek sandığımdan daha zordu.

"O eve dönmek zorunda değilsin. Benim tanıdığım Hazal o adamın çatısı altına girmez. Belli ki seni zorla tutuyor. Benimle mi tehdit ediyor seni? Abinle mi? İdil'le mi? Anlatsana güzelim."

"Hiçbir şey sandığın gibi değil."

"Ne o zaman? Seni ona mecbur kılan ne?"

"Hepiniz! Sen beni yarı yolda bıraktın. İdil beni ailemin ölümüyle suçladı. Baban benden gerçekleri sakladı, yalan söyledi.. Ben o gün gerçekten öldüm Savaş. Elbirliğiyle beni cehenneme yolladınız! Şimdi karşıma geçip hesap soramazsın!" Ellerimi ellerinden kurtarıp aramıza mesafe koydum.

"Evet o iğrenç bir adam ama sizde öylesiniz ve tüm iğrençliğinizi bana da bulaştırdınız!"

"Öldürmeye yemin ettiğin adamın yanındasın!"

"Sana hiçbir şey açıklamak zorunda değilim. Yoluna bak artık sende."

"Benim yolumda sen varsın." Hırsla bir nefes alıp bir adım kenara çekildim.

"Artık değilim!" Bana üstten küçümseyici bir bakış attı. Sanki şımarık bir çocukmuşum gibi.

"Yeter beni buraya hapsettiğin eşyalarımı ver gideceğim."

"O adama gitmene izin vereceğim yani?"

"Senden izin alan mı var? Ne sanıyorsun kendini? Senin benim üzerimde artık hiçbir hükmün yok! Kabullen artık!" Sabır dilenircesine gözlerini kapattı.

"Kıyıya geldik ama sen o adama git diye değil. Beni sürekli kendi hayatınla tehdit edip ödümü kopardığın için."

"Beni başka yere kaçıracaksın yani?"

"Kendi isteğinle gelirsin diye umuyorum." Aptal herif...

Yanımdan geçip merdivenlerden inişini izledim. Birkaç saniye sonra döndüğünde elinde montum ve çantam vardı. Çok şükür...

Sertçe elinden eşyalarımı aldım. Üzerimdeki incecik şalı kenara bırakıp telaşla montumu giydim. Korkudan elim ayağım birbirine dolaşmış gibiydi. Birkaç denemeden sonra çantamın fermuarını açabilmiştim ama içinde telefonum yoktu.

"Telefonum nerede?" Bana gözlerini devirip pantolonun cebinden telefonumu çıkarıp elinde salladı. Almak için hamle yaptığımda ise geri çekti. Az kaldı... Ona kafa göz dalmama gerçekten çok az kaldı.

"Ver şunu!" Tekrar hızlı bir hamle yapıp kaptım telefonu.

"Katili mi arayacaksın?"

"Evet onu arayacağım. Sende çıt çıkarmayacaksın." Bir şey demedi. Hızla kapalı telefonumu açtım. Anıl'dan 8, Umut'tan 5 ve Selin'den 2 cevapsız çağrı vardı.

"Diğer herif kim!?"

"Sanane Savaş! Sanane! Nasıl bir duruma soktun beni haberin yok hala ahkâm kesiyorsun!"

"Kim o dedim!" Birden kolumu tutup kendine çevirdiğinde içimden geçen tek şey o güzel burnuna kafamı geçirmekti ama kendimi tuttum. Kıyıya çıkmak üzereyken fikrini değiştirmek istemedim.

"Kolumu bırak!"

"Ara onu sesini duyucam." Ne?

"Ne saçmalıyorsun sen be! Bıktım bu tavırlarından. Rahat bırak beni!" Kolumu çekip kurtardım ondan ve birkaç adım uzaklaştım. Anıl saçma sapan bir şey yapmadan önce ona haber vermeliydim.

Arama tuşuna bastığım an da Savaş telefonu çekip aldı elimden.

"Napıyorsun!? Versene!" Telefonu vermek yerine ben kapatmasını beklerken o sadece hoparlöre verdi ve elinde tutmaya devam etti.

"Böyle konuş." Panikle elimle dudaklarının üzerini örttüm.

"Sus Allah'ın cezası sus!"

Anıl'a ne diyecektim bilmiyorum ama asla Savaş'ın beni kaçırdığını bilmeyecekti. Başımda bu kadar dert varken bir de onlarla uğraşmazdım.

"Hazal!? Kızım?" Telefonu kızım diye açınca Savaş'la göz göze geldim. Bakışları hem şaşkın hem öfkeliydi.

"Orada mısın? İyi misin?" Derin bir nefes alıp bakışlarımı ondan kaçırdım.

"Buradayım, iyiyim.

"Neredesin sen Allah aşkına!? Telefonun saatlerdir neden kapalı!?"

Bana bağırmaya başlayınca Savaş ellerimi dudaklarından çekmek istedi ama izin vermedim. İşler daha da berbat bir hal almamalıydı.

"Şarjım bitmiş-"

"Neredesin sen!?"

"Sahildeyim. Selin'le birlikteydik vaktin nasıl geçtiğini anlamamışım."

"Selin'i ver telefona." Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Ne?"

"İnanmıyorum sana. Selin'i ver doğrumu söylüyorsun bakacağım."

"Saçmalama. Güvenmiyor musun bana!?"

"O adam karşına çıktığından beri güvenmiyorum. Telefonu Selin'e ver dedim!"

"Gitti o. Bende taksi bulup geleceğim şimdi."

"Saatin kaç olduğundan haberin var mı!? Konum at Mustafa gelip alsın seni."

"Kendim gelirim-"

"Konum at Hazal! Eve gelince konuşacağız." Telefon kapandığında gözlerimi usulca onun gözlerine çıkardım. Anıl onunla olduğumdan şüphelenmişti.

"Seninle hep böyle mi konuşuyor." Bazen... Sinirlendiğinde...

"Bana ulaşamadığı için-"

"Korkuyorsun ondan." Telefonu elinden alıp Anıl'a konum attım. Neyse ki buna engel olmamıştı. Korkma meselesine gelince.. evet korkuyordum ama kendim için değil. Sana bir şey yapacak diye korkuyordum.

"Hayır.. bilmediğin şeyler var. Eğer bana biraz değer veriyorsan benden uzak durursun. Bir daha karşıma çıkmazsın."

"Tabii ki sana değer veriyorum Hazal o yüzden de seni o adamdan kurtaracağım." Gitmemem için kolumu tuttuğunda elimi elinin üzerine koydum.

"Benim kurtarılmaya ihtiyacım yok!"

"O adamın sana bir şey yapmayacağının sözünü verebilir misin?"

"Yapmayacak. Yapamaz. Lütfen... Bırak artık beni gideyim."

"Yine karşına çıkarım." Bir şey demedim. Çıkma diyemedim. Tekne kıyıya yanaştığında iki tane adam ipleri tutup tahta çubuklara bağladı. Son kez arkamı dönüp ona baktım.

"Söz verdim.. sana suçsuz olduğumu kanıtlayacağım."

Keşke böyle bir şey gerçek olsaydı. Keşke her şey benim inandığımın aksine olsaydı. Keşke...

Ama ben yine de ne kadar sürerse sürsün onu beklemeye hazırdım.

 

Bölüm : 15.04.2025 00:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...