
Onsuzluk nasıl mı hissettiriyor? İncinme değil bu. Öfke değil. Ah! değil. Ötesi... Çok ötesi. Tam bir yürek çöküntüsü. Ruhun taşa dönmesi. Aklın büyük yalnızlığı. Daha doğrusu yılbaşı gecesine kadar öyleydi.
Ama şimdi...
Sanki ömrümde gördüğüm, duyduğum, okuduğum, düşündüğüm ne kadar güzel şey varsa hepsi bir yere toplanmış, sonra da bir insan çehresi olup çıkmıştı karşıma.
Bir daha görmem sanmıştım ama onu görmeyi öyle çok ummuştum ki sonunda gerçekleşmişti işte. Buz tutan kalbimi yine ısıtmış, uyuşan bedenimi kendine getirmişti. Hele bugün... O bakışları, dokunuşları.. beni tekrardan canlı hissettirmişti. Sanki kalbim bu zamana kadar hastalık içindeydi de şimdi birden iyileşmişti. Ve benim iyileşen kalbimi bu gece Anıl'ın gazabından korumam gerekiyordu.
Sonunda uzun yol bitmiş ve Mustafa abi arabayla evin dış kapısından içeriye girmişti. Anıl ve Umut dışarıya çıkmış, süs havuzunun dibinde durmuşlardı. İkisininde kaşları çatık pür dikkat arabaya bakıyorlardı.
"Bu normal mi?" Mustafa abi bir onlara bir en sonda arabanın saatine baktı.
"Yemek vaktini geçirdin. Üstelik erkenden evden çıkmışsın ve telefonlara hiç bakmamışsın. Endişelenmeleri normal."
"Çay saatine yetiştim ama." Başımı arkaya çevirip eve gelmeden önce yol kenarındaki pastaneden aldığım pastaya baktım. Sanırım bu bile beni kurtaramayacaktı.
Araba istop ettiğinde önce uzanıp pastayı elime aldım sonra da temkinli bir şekilde arabadan indim.
Benim birkaç küçük adımıma karşı Anıl attığı iki büyük adımda dibimde bitmişti. Detaylı bir şekilde baştan aşağı beni süzdü. Neyse ki Savaş'tan ayrılmadan önce kuruyan eski kıyafetlerimi giymeyi akıl edebilmiştim.
"Nereden geliyorsun sen!?"
"Dedim ya sahildeydim-"
"KES PALAVRAYI!" Birden kükremesiyle irkilerek bir adım geri gittim. Umut ise olduğu yerde sıçrayıp kendine gelmişti.
"Ne desrem diyeyim inanmayacaksın-" Birden kolumdan tutup beni sarstığında elimdeki poşet yere düşmüştü. Ne yapıyordu be bu adam!? Bana bu şekilde dokunmaya nasıl cüret edebilirdi?
"Baba napıyorsun? Bıraksana kızın kolunu acıtacaksın." Umut elini babasının elinin üzerine koysada fayda etmedi. Anıl öfkeden deliye dönmüş gibiydi. Gözleri korkunç bir şekilde açılmış ve benim gözlerime sabitlenmişti.
"Bırak kolumu!" Ben kolumu çekmeye çalışsamda o bırakmadı aksine kolumu daha da sıktı. Sanki canımı acıtmak ister gibiydi. Halbuki bu zamana kadar onu fazlasıyla tahrik etmeme rağmen o yinede özenle bundan kaçınmıştı.
"O adamla mıydın!?" O kaçırdı... Bende kaçtım.
"Baba canını yakıyorsun! Bırak ablamı!"
"Söyle onunla mıydın!?"
"Değildim!"
"Sakın bana yalan söylemeye kalkma! Onunla mıydın!?" Canımın acısından gözlerime yaşlar dolsada Umut'un gözü önünde ağlamak istemedim.
"Canım acıyor... Bırak."
"BIRAK ONU!" Umut var gücüyle babasını iteklediğinde sonunda ondan kurtulmuştum. Derin bir nefes alıp sızlayan kolumu kendime çektim. Ben ona yapacağımı çok iyi bilirdim de dua etsin ikimizinde ortak bir zaafı vardı. Sırf Umut'un hatırına şu an karşımda nefes alabiliyordu. Eğer Umut olmasaydı ayaklaklanıp gücümü bulduğum ilk saniye boğazına yapışıp gebertmiştim onu.
Anıl, Umut'un önüme geçmesiyle kendine gelmiş çatılan kaşları bu sefer şaşkınlıkla açılırken, yüzünden bana uyguladığı şiddetin pişmanlığı okunuyordu.
"Tanıyamıyorum artık seni!" Umut babasına son kez öfkeyle bakıp bana döndü ve koluma girdi. Neyse ki artık o da yavaştan babasının nasıl birisi olduğunu görmeye başlıyordu.
Arkamıza bile bakmadan eve girip merdivenleri tırmandık.
"İyi misin?"
"Senin gibi bir kardeşim varken neden iyi olmayacakmışım." Bana sitemli bir şekilde bakıp önüne döndü.
"Bizi çok korkuttun. Saatlerdir sana ulaşamıyoruz. Çağatay bir şey yaptı sandım."
"Bana bir şey olmaz Umut. Tanıyamadın mı hala ablanı?" Odama girdiğimizde Umut aynanın önündeki pufa otururken ben hemen dolaptan rahat kıyafetler aldım.
"Sakın bir yere ayrılma."
Banyoya girip hızlısından sıcak bir duş aldım. Sabunu her vücuduma sürtüğümde sanki onun dokunuşlarını yeniden hissediyordum. Gözlerimi her kapattığımda bana olan özlem dolu bakışları canlanıyordu karşımda ve ben.. banyodan çıkana kadar gözlerimi açamadım.
Aynanın karşısına geçip havluyu saçıma sardığımda en son kendimle göz göze geldim. Nasıl bir gün geçiriyordum böyle? Artık neye inanacağımı şaşırmıştım. Savaş ısrarla her şeyi inkar ediyor ve sadece beni sevdiğini iddia ediyordu. Her şey nasıl yalan olabilirdi? Gördüklerim nasıl sahte olabilirdi ki? O nişan salonu, özenle hazırlanıp gelen davetliler... Hiçbiri gözümün önünden gitmiyordu. En çokta Savaş ve onun koluna giren kız gözümün önünden gitmiyordu. Sahteymiş... Asıl sahte olan şey onun bana olan sevgisiydi. Nasıl da karşıma geçmiş muhteşem bir oyunculukla az daha beni kendisine inandıracaktı ama. Alacağın olsun Selin! Ama hata bendeydi... Kimseye güvenmemem gerektiğini çok iyi bilmem gerekiyordu. Aptal Hazal!
Son kez kendime öfkeyle bakıp çıktım banyodan. Umut elindeki telefonu bırakıp pür dikkat beni izlemeye başladı. Neyse ki bu atmosfer kapının tıklanmasıyla uçup gitmişti.
Yasemin elindeki tepsiyle ve kocaman gülüşüyle odanın ortasına kadar ilerledi.
"Pastanın biraz şekli bozulmuş ama sonuçta tadından bir şey kabetmiyor."
"Teşekkürler Yasemin. Herkese dağıt olur mu?"
"Anıl bey böyle şekerli şeyler yemez ki."
"Herkesten kastım sadece o değil. Sizden bahsediyorum. Hep beraber yiyelim diye almıştım ama Umut'la konuşmam gereken konular var. Siz yiyin ama olur mu?"
"Ben şimdi herkese servis ederim." Yasemin odadan çıktığında az önce uçup gittiğine sevindiğim atmosfer tekrar gelmişti.
Umut bir süre pastaya bakıp başını bana çevirdi.
"Çilekli sevdiğimi nereden biliyorsun?"
"Bilmiyorum... Kendi sevdiğimden aldım." Gülüp yatağın köşesine oturdum.
"Telefonunu açsaydın sana seçmelerin sonucunu söyleyecektim." Tripli bir şekilde başını başka yöne çevirdi. Şapşal çocuk...
"Sabah sonucunu bildiğimi söylemiştim zaten." Elini tutup avcumun arasına aldım.
"Tebrik ederim." Hafif tebessümüm onunda yüzünün yumuşamasıyla giderek büyümüştü.
"Koç böyle devam edersem kaptan bile olabileceğimi söyledi."
"Gel buraya." Ayağa kalkıp onu kendime çektim ve sıkı sıkı sarıldım.
"Seninle gurur duyuyorum." İçli bir nefes alıp uzun süre geri çekilmedi. Geri çekildiğinde ise yüzü yine asılmıştı.
"Ne oldu..?"
"Babam pek sevinmedi gibi. Dilinin ucuyla tebrik edip işe gitti. Geldiğinde de bir şey demedi." Yakında hastalığı onu öldürmezse benim öldürmem yakındı. Yemin ederim sabrımı sonuna kadar sınıyordu.
"Sana onu boşvermeni söylemiştim."
"Öyle olmuyor işte.. küçüklüğümden beri hep onu gururlandırmaya çalıştım, her şeyde en iyi olmaya çalıştım. O da bundan memnun gibiydi. Ama şimdi... yani büyüyünce-"
"Büyüdüğünde artık bir şeylerin değiştiğini, eskisi gibi olmadığını ve insanların gerçek yüzünü görmeye başladın değil mi?"
"Hep aynı kalacağını düşünmek aptallıktı zaten."
"Üzgünüm Umut... Ama baban senin sandığın gibi birisi değil." Bakışlarını yere eğdi.
"Bu eve geldiğinden beri bunun farkındayım. Onu senin değiştirdiğini düşünmüştüm öfkem birazda bu yüzdendi ama öyle değilmiş.. Parçaları birleştirmeye başladığımda onun asılında sadece çıkarını düşünen birisi olduğunu anlamam uzun sürmedi."
"Ben senin arkandayım Umut. Kimsenin senin yoluna çıkmasına izin vermeyeceğim kardeşim."
"Bundan şüphem yok zaten. Ablamın ninja olduğunu öğrenenlerin karşıma çıkmaya cesaret edeceğini sanmıyorum."
"Hey..! Dalga geçme.. Yakında sende öğreneceksin." Şaşkınlıkla geri çekildi.
"Neyi?"
"Kendini korumayı... Ben öğreteceğim." Gözleri uzaklara dalıp gitti. Hayal kurmayı ne çok seviyordu.
"Ne düşünüyorsun."
"Birlikte Çağatay'ı patakladığımızı."
"O gün gelirmi bilmem ama biz hep hazırlıklı olacağız. Babanın başımıza açtığı işlerden kendimizi korumamız gerekiyor."
"Ondan bahsederken sadece benim babam olduğunu vurguluyorsun oysa ki o seninde baban-"
"Değil! O adam asla benim babam olamaz!"
"Ne olduğunu hiç anlatmadın."
"Anlatamam çünkü."
"Babam sana ne yaptı abla?"
"Sorma Umut. O adamın senin gözünde daha da küçülmesini istemiyorum. En azından sen babasız büyüme."
"O kadar mı kötü?" Sadece başımı salladım. O adam benden sevdiğim herkesi teker teker almıştı. Şimdi son bir kişi kalmıştı geriye ama onu da benden almasına asla izin vermezdim. Ne kadar ondan uzakta bir hayat sürsemde onun varlığı bir şekilde yine de bana güç veriyordu. Ne kadar nefret etmeye çalışsamda olmuyordu. Kalbime girmişti bir kere ve ben onu oraya çoktan düğümlemiştim.
"Bugün ne olduğunu anlatacak mısın peki? Babamın o adam dediği kişi sevgilin miydi? Tekrardan mı görüşmeye başladınız?"
"Evet onunla birlikteydim ama sevgili değiliz. Biz ayrılalı çok oldu."
"Ayrılamamış gibisiniz." Yutkunamadım. Savaş ayrılmamışız gibi davransa da bu iş bitmişti çoktan. Bizim artık olurumuz yoktu.
"Yok öyle bir şey Umut! Zaten bir daha karşıma çıkmayacak. Yine de bu aramızda kalsın olur mu?"
"Bir daha istesede çıkamayacak zaten!" Anıl'ın sesini duyduğumda korkuyla ayağa kalmıştım. Birden kalbime ince bir sızı girmiş ve elimdeki tabak yere düşüp parçalanmıştı. Kapının hemen önünde durmuş çatık kaşlarla bana bakıyordu. Duymuştu değil mi? Onunla olduğumu duymuştu. Siktir!
"Sakın ona dokunayım deme!"
"Halâ onu mu koruyorsun bana!? Sana yaptığı onca şeyden sonra hala onu mu düşünüyorsun!?" Korkudan bedenim titredi, tüylerim birden şaha kalkmış gibi dikildi. Konu Savaş olduğunda bazen aklımı kaybedecek gibi oluyordum. Konu o olduğunda gözüm hiçbir şeyi görmezdi.
"Sakın dedim!" Hızlı birkaç adımda hemen onun dibinde bitmiştim. Gözleri öyle kararlı bakıyordu sanki onu silip atacakmış gibiydi bu dünyadan. Kalbini söküp almama ramak kalmıştı.
"Sakın beni onunla sınama!" Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı.
"Bir daha karşına çıkıp aklını çelmesine izin vermeyeceğim. Bu gece onun hesabını kesiyoruz-" Kolundan tutup onu kendime doğru hırsla çektiğimde eğilip kulağına fısıldadım.
"Eğer ona dokunacak olursan senin canını kendi ellerimle alırım. Yemin ederim gözümü bile kırpmadan yaparım bunu."
"Hesap kesmek derken? Ne demek oluyor bu baba? Neden ablamın sevdiği adamla birlikte olmasına izin vermiyorsun? Neden ısrarla buna karşı çıkıyorsun?" Gözleri anlık olarak Umut'a değsede tekrardan muhatabını buldu. Benim şakam yoktu. Blöf falanda yapmıyordum. Bende en az onun kadar kararlıydım.
"Çoktan seni kandırdı değil mi?"
"Konuştuk ve bitti! Eğer onun karşısına çıkarsan seni bu eve gömerim!"
"Umut dışarı çık!"
"Allah aşkına bir sakin olun! İkinizinde bu hali beni çok korkutuyor."
"Dışarı dedim!" Birden Umut'u kolundan tutup çekmeye başladığında panikle durdurmaya çalıştım onu.
"Dokunma ona bırak!" Bırakmadı. Kolundan tuttuğu gibi kapıdan dışarıya attı. Neyse ki evdekiler gürültüyü duyunca kapıya toplanmışlardıda Umut'u düşmeden tutabilmişlerdi.
"Baba ne yapıyorsun!? Kendi gel artık! Sen bu degilsin!"
Anıl kimseyi duymuyordu. Birden öfkeli bir canava dönüşmüş gibiydi. Konu sadece Savaş olamazdı. O, onların soyadını taşıyan herkese öfkeliydi. Onlardan başka birisiyle görüşsem yine aynı tepkiyi verirdi eminim.
"Nerede bu anahtar!?" Kapının arkasını geçip anahtarı aldı bir çırpıda.
"Ne yapıyorsun?" Aklıma gelen şeyi yapmayacaktı değil mi? Bunu yapamazdı.
"Artık bu odadan dışarıya adımı dahi atmayacaksın!"
"Hayır! Böyle anlaşamadık!"
"Anlaşma yok! Bitti! Anladın mı!? Sen artık benim himayemdesin ve ben ne dersem onu yapmak zorundasın."
"İstemiyorum seni de evinide! Gidiyorum ben." Kalbim deli gibi atıyordu. Beni gerçekten bu eve hapsetmek istiyordu. Koşarak çıkacaktım ki Anıl'ın verdiği emirle Mustafa abi beni durdurmuştu.
"Mustafa Hazal'ı odasına getir!"
"İstemiyorum. Mustafa abi lütfen çekil önümden." Ona yalvarırcasına baktım ama o çekilmedi. Boynunu büktü sonra kolumdan tutup beni odaya doğru sürüklemeye başladı.
"İstemiyorum! Beni oraya kilitleyemezsin! Biri bir şey yapsın! İstemiyorum dedim!" Yasemin bir şey yapmak istesede Suna kolundan tutup onu durdurdu. Umut babasıyla tartışıyor onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışıyordu. Ama kimse beni dinlemiyordu. Haykırışlarıma kimse cevap vermiyordu. Anıl Umut'un sesini bastırıyor ben hepsinin sesini bastırıyordum ama yine de kimse beni duymuyordu.
Mustafa abi beni odaya soktuğunda aldığı ikinci bir emirle Umut'u zorla odadan çıkardı.
"Baba yapma! O zaten iyi değil bunu ona yapma!" Bu hayatta en değer verdiği kişiyi bile dinlemedi.
Güç bela sırtımı dikleştirip karşısına dikildim. Elimin tersiyle akan yaşları sildim yanağımdan. Beni bu şekilde sindiremezdi.
"Eğer Savaş'a bir şey-" Yediğim okkalı bir tokatla yeri boyarken ellerimden destek alarak durdurdum kendimi. İçimi öyle bir his kaplamıştı ki sanki yere düşen ben değildim. Ellerim istemsizce boynumdaki inci kolyeme gitti. Etrafımı bir sıcaklık sarmıştı birden. Sanki annem buradaydı. Yanımdaydı. Beni korumak için gelmişti.
Başımı kaldırıp ona baktım. Ona öyle bir baktım ki o da anlamıştı ne olduğunu. İkimizinde aklına tek bir kişi gelmişti çünkü bu sahneyi ilk defa yaşamıyordu.
"Anneme de mi böyle vurdun?" Gözlerindeki tüm öfke gitmiş yoğun bir hüzün dolmuştu. Dudaklarından ise tek bir isim döküldü. Annemin ismi. Tek pişmanlığı. Şimdi aynı kaderi bana yaşatacaktı. Önce şiddete başvurdu şimdi de beni eve hapsetti. Belki sevdiğim adamı elimden alacaktı belki beni de öldürecekti. Tıpkı anneme yaptığı gibi. Bu senaryoyu çok duydum ama ilk defa gerçekten yaşıyordum.
Kapı sert bir şekilde kapandığında rüzgarı saçlarımı geriye savurdu. Çıkan her bir kilit sesinde sanki ruhum daha da küçüldü. Gözlerimi açtığımda düştüğüm yerde cenin pozisyonunda yatırıyorum ve sanırım ben... kaybediyordum.
⚫
Ne kadar oldu, ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Halâ aynı pozisyonda, soğuktan donmak üzereydim ama hiç yerimden kıpırdamamıştım. Bir yerden sonra sanki odamın ışığı bile bu kaosa katlanamamış gibi patlamıştı.
Bu soğukluk, bu karanlık bana bir yerden tanıdık geliyordu. Alec beni kaçırdığında da tıpkı böyle bir odaya hapsetmişti. O zaman da korkudan yerimden kıpırdayamıyordum şimdi de. O zamanlar bana zarar verecek diye korkarken şimdi korktuğum başkasıydı.
Onu arayıp haber vermek istedim. Yaklaşan tehlike için uyarmak istedim ama Anıl telefonumu bile almıştı.
"Abla..? Uyudun mu?" Başımı kaldırıp kapının altından sızıp gelen incecik ışık huzmesine baktım. Umut gelmişti.
Derin bir nefes alıp kitlenen vücudumu harekete zorladım. Her yerim tutulmuş gibiydi. Kaç saattir orada yatıp düşüncelerimle cebelleşiyordum bilmiyorum ama resmen donmuştum.
"Umut.. saat kaç?" Sırtımı kapıya verip onu dinledim.
"Sabah 3'e geliyor. Babamın uyuduğundan emin olana kadar gelemedim."
"Anahtarı alabildin mi?"
"Alamadım.. muhtemelen üzerinde taşıyor."
"Umut ben burada kalamam... Nefes alamıyorum." İçli bir nefes alıp hıçkırıklarımı yutmaya çalıştım. Bu yaşananlar onun psikolojisini olumsuz yönde etkiliyordu farkındayım ama kendimi tutamıyordum. O Anıl'la benim savaşımın arasında kalmıştı.
"Onu ikna edemedim özür dilerim."
"Senin bir suçun yok ki. Amacı beni cezalandırmak."
"Senin için ne yapabilirim?" Çok susadım. Çok acıktım. Sabah kahvaltısı bile yapmamıştım. Arada açlıktan içim geçecek gibi oluyordu. Ama bunları Umut'a anlatıpta onu biraz daha üzmek istemiyordum.
"Uyu.. ama sabah yine gel olur mu?"
"Gelirim.. canın yanıyor mu?" Hemde çok.
"İyiyim ben merak etme." Gittiğini ayak seslerinden anladım. Zorlukla yerimden kalkıp banyoya girdim. Boğazım kurumuştu resmen. Musluktan biraz avcuma su doldurup içtim. Tadı kötüydü ama buna takılmadım. Banyonun kapısını ardına kadar açık bıraktım. Odayı ancak oradan yansıyan ışıkla aydınlatabiliyordum.
Yere düşen pasta dilimimi tekrar tabağa koyup masaya kaldırdım. Neyse ki Umut'un pastasına bir şey olmamıştı. Karanlıkta elimle yoklasamda çatalı bulamadım. Son çare olarak parmaklarımı kullanarak yemeye başladım. Hem yedim hem de ağladım. Düştüğüm durum çok zoruma gidiyordu. Ona bu gücü verdiğim için kendimi suçladım. En başta ona güvenerek hata yapmıştım ve şimdi o hatadan dönemiyordum.
Abimden yardım istesem onu öğrendiği ilk anda onu da ortadan kaldıracaktı biliyorum. Bu işi ancak kendim halledebilirdim. Önce onu Savaş'la bir alakamın olmadığına inandırmam gerekiyordu. Sonra ise bu evden gitmek için bir yol bulmam lazımdı. Artık Umut'u arkamda bırakmaktan korkmuyordum çünkü bugün onun gözlerinde bana olan bağlılığını görmüştüm. Bu evden gitsem bile aramız asla açılmayacaktı. Anıl onu bana karşı doldurmaya kalksa bile Umut onun söylemlerine kulaklarını tıkardı. Artık o da babasının gerçek yüzünü görmeye başlamıştı hatta gerçekleri öğrenmesi an meselesiydi. Anıl en başta beni bu eve Umut'a sahip çıkmam için getirse de son olanlardan sonra gözünü intikam bürümüş ve bu amacını unutmuş gibiydi. Belki de ona bunu hatırlatmam gerekiyordu. Belki o zaman biraz olsun durulurdu. Belki artık ölümüne hazırlık yapmaya başlardı.
Oturduğum yerden kalkıp yatağa girdim, yorganı başıma kadar çektim. Islak saçlarım yerde yatarken kendiliğinden kurumuştu. Belki sabaha hasta kalkardım belki de kalkamazdım. Bu şekilde ne kadar gidecekti bilmiyorum. Kaç gün bu odada kilitli kalacaktım? Telefonum Anıl'ın elindeyken abim ararsa ne olacaktı? Belki Savaş'ta arardı. Çünkü bana son sözleri bunun olacağı nitelikteydi. Bir şekilde izimi bulurdu, yine karşıma çıkardı. Sonra Anıl yine öğrenir cezasını yine bana keserdi. Sanırım tek çare ondan kurtulmaktı. Evet evet. Artık bir an önce ölmesi gerekiyordu yoksa ben elimi kana bulamak zorunda kalacaktım. Umut'a rağmen bunu yapacaktım.
⚫
Bugün altıncı gündü. Bu odada hapsedilip, tek bir kelime olsun konuşmak istediğim kimsenin olmadığı altıncı gün. Anıl sabah olur olmaz Umut'un kapıma geldiğini öğrenmiş ve cezamı daha da ağırlaştırmak için kapıma birisini dikmişti. Umut gelmek istediği anda adam onu engelliyordu. Bense sadece kapının arkasından onları dinliyor ve ağzıma geleni sövüyordum. Suna günde sadece küçük porsiyonlu iki öğün yemek getiriyordu bana. Sabah yediğimle akşamı, akşam yediğimle sabahı zor ediyordum. Resmen aç yatıp aç kalkıyordum ama yine de ona isyan etmiyordum. Elimden geldiğince zorluk çıkarmamaya çalışıyordum. Anıl onlara bile emir vermiş olacak ki Suna yemek getirdiğinde dahi ağzını açıp tek tekilme etmiyordu. Anıl'ın bir an önce beni buradan çıkarması için onun istediği gibi davranmaya çalışıyordum. Çünkü abim için, Savaş için öyle çok kaygılıydım ki. Onlardan haber alamadığım her saat içimdeki ağırlık git gide büyüyordu. Tek temennim ilk sabah Anıl'ın Umut'u odamın kapısından uzaklaştırmadan önce ona söylediğim şeyi yapmış olmasıydı. Eğer telefonuma ulaşırsa gelen cevapsız çağrıları Anıl görmeden silebilirdi. Savaş Selin'den telefon numaramı aldıysa beni sürekli arayacağını biliyordum. Abimse bir terslik olduğunu çoktan anlamıştır çünkü onu düzenli aralıklarla aramadığımda beni aramak gibi çılgınlıklar yapabiliyordu. Ah bir Umut'la konuşabilsem. Anıl'ın öğrenmediğini bilsem ömrümün sonuna kadar burada kalmaya razıydım.
Kapının kilidi açılmaya başlandığında camdan dışarıya bakmaya devam ettim. Nasıl olsa konuşmak yasaktı. Karla karışık yağmur odanın camına sertçe vuruyor ve görüşümü bulanıklaştırıyordu. Nefret ediyordum yağmurlu havalardan. Yine içimi kasvetli bir huzursuzluk kaplamıştı.
"Hazal?" Günler sonra ilk kez birisi bana seslenmişti. Derin bir nefes alıp zorlukla yutkundum. Arkamı döndüğümde Yasemin kapının girişinde duruyordu ve eli boştu. Sanırım yine aç uyuyacaktım.
Başını öne eğmiş kaçamak gözlerle arada bana bakıyordu. Tüm bu olaylar yaşanırken hiç kimse bir şey yapmamıştı. Hepsi sadece izlemişti. Hepsi benim çırpınışlarımı izlemişti. Ama bu onların suçu değildi. Sonuçta onlarda emir kuluydu. Yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.
"Bitti." Sonunda... Gözlerimi kapatıp rahat bir nefes aldım. Sonunda.
"Anıl bey üzerine çeki düzen versin yemeğe insin dedi."
"Umut?"
"O da aşağıda." Başımı salladım. Yasemin çıkar çıkmaz hemen üstümü başımı giyip saçlarımı tepeden topladım. Rengim biraz soluktu ama yemek yersem kendime gelirdim. Burada geçirdiğim 6 gün bana resmen 6 yıl gibi gelmişti.
Kapıyı açıp çıktığımda koridordan kimse gözükmüyordu. Adamı bile yolladığına göre anlaşılan cezam kesinlikle bitmişti.
Hevesle merdivenleri inip salona girdiğimde masada sadece Umut ve Anıl vardı çalışanlar yoktu.
Umut'la göz göze geldiğimiz ilk an koşup resmen üzerime atladı.
"Sonunda!" Ona sıkı sıkı sarılıp saçlarını okşadım.
"İyi misin?" Kulağına iyi olduğumu fısıldadım. Sesim içime kaçmış gibi hissediyordum.
"Seni durdurmamalıydım abla.. gitmek istediğinde gitmeliydin. Benim suçum. Böyle olacağını bilmiyordum."
"Şşt. Hiçbir şey senin suçun değil. Kimin suçlu olduğunu ikimizde çok iyi biliyoruz."
"Yemekler soğumadan oturun artık." Anıl'ın gür sesiyle birbirimizden ayrıldık. Onun yüzüne bile bakmadım. Sakince geçip yerime oturdum. Sanırım onun yüzüne bakmayan tek kişi ben değildim.
"Afiyet olsun." Hemen onun yanında oturmak beni geriyor ve korkutuyordu. Belki de elimi tutmak istediğinde birden geri çekilmem bu yüzdendi. Sanki yine bana vuracakmış gibi hissediyordum.
"Bir şey yapmayacağım..."
"Dokunma." Gözlerimi gözlerine çıkardığımda büyük bir pişmanlık gördüm. Onu affetmeyecektim.
"Ona vurdun... Gözümün önünden gitmiyor."
"Bu konuları açmayalım Umut." Hatırlamak bana iyi gelmiyordu.
"Sen kendini nasıl tutuyorsun bilmiyorum ama ben yapamıyorum." Sonra birden babasına doğru döndü ve ayağa kalkıp yüzüne doğru haykırmaya başladı.
"Günlerdir sana yalvarıyorum ama beni dinlemedin! İnsan kendi evladına bunu nasıl yapar aklım almıyor! Onu aç bıraktın! İlaçlarını bile vermedin!" Gözümden damla damla yaşlar akarken titreyen sol elimi bacaklarımın arasına sakladım. İlaçlar bir nebze olsun bunu engelliyordu ama almayı kestiğim ilk anda titreme başlamıştı.
"Otur sakince konuşalım oğlum. Benimde kendime göre haklı sebeplerim vardı-"
"Bunun hiçbir haklı savunması olamaz baba! Sen böyle bir insan değildin! Ne oldu sana bilmiyorum! Geçmişte ne yaşandı bilmiyorum ama acısını ablamdan çıkaramazsın! Daha fazla buna izin vermeyeceğim!"
"Umut yapma.. bağırma babana-"
"Kalk abla! Sen bu adamla aynı masada oturamazsın." Masanın etrafından dolaşıp elimi tuttu. Küçük kardeşim beni babasından koruyordu. Evet bu adamla daha fazla aynı masada oturamazdım. Onun yüzüne bakmadan ayağa kalktım ve birlikte salonu terk ettik. Anıl ise ağzını açıp tek kelime etmedi arkamızdan.
Umut beni mutfağa sürüklediğinde boşta kalan elimle akan yaşlarımı kuruladım.
"Onunla böyle konuşmamalıydın sana da kızacak şimdi."
"Umrumda değil." Nefes alışverişleri halâ düzensizdi. Beni bıraktığı gibi dolapları karıştırmaya başladı. Boş masaya iki tabak iki de çatal ve kaşık koydu.
"Sen nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun!? Neden ona karşı koymadın!?"
"Buradan kaçamayacağıma göre ona karşı çıkıpta cezayı uzatmak istemedim."
"Kaçmak mı istiyorsun?" Tabağıma çorba boca ederken ciddiyetle suratıma baktı.
"Her gece korkuyla mı yatacağım?"
"Haklısın. Buradan gitmen lazım. İkiniz biraz daha bir arada kalırsanız biriniz mezara biriniz hapse gidecek." Sonra kendi kendine söylenip masaya üç kez vurdu. Kimin mezara kimin hapse gideceği belli olmazdı ama değil mi?
"Nasıl olacak o? Dışarıdaki adamları görmüyor musun?" Tabağımdan birkaç kaşık çorba içtim. Çok açtım.
"Yardım edeceğim. Hem sevgilinde yardım eder değil mi?" Çorba boğazıma kaçarken birkaç kez öksürüp kendime gelmeye çalıştım.
"Delirdin mi sen!? Bir daha böyle konuşma! Baban duyarsa daha beter olacak!"
"Tamam tamam. Sustum. Sen o yardım eder mi onu söyle?"
"O! Benim! Sevgilim! Değil!"
"O öyle demiyor ama."
"Nasıl!? Sen nereden biliyorsun!? Buldu mu yoksa bizi?"
"Telefonuna onlarca mesaj geldi. Ayrıca seni aldatmadığını söylüyor-" Gözlerim yerinden çıkacak gibi pörtledi. Anıl'ın hiçbir şey duymaması için hızlı bir refleksle Umut'un ağzını kapattım.
"Sen niye benim özel mesajlarımı okuyorsun!" Elimden dolayı ağzından abuk sabuk mırıltılar çıktı. Gözlerimle kapıyı kontrol edip elimi çektim ağzından.
"Çünkü siz bana hiçbir şey anlatmıyorsunuz!"
"Anıl gördü mü yoksa bu mesajları?"
"Sanmıyorum. Babam küçükken bana telefon cezası verdiğinde telefonumu her zaman çalışma odasındaki masanın çekmecesine koyardı. Yani bulmak zor olmadı. Her neyse sabah kahvaltıdan sonra ilk işim telefona ulaşmak oldu."
"Ama o oda her zaman kilitlidir."
"Neredeyse 17 yıldır bu evde yaşıyorum abla. Giremeyeceğim hiçbir delik yok benim." Demek ki sevgili kardeşim sandığım kadar da masum değilmiş.
"Telefonu elime aldığımda Selin'den ve 2 farklı yabancı numaradan tonlarca cevapsız çağrı vardı. Tabii bir de mesajlar.. Bir abin olduğunu bana söylemeliydin! Bunu bilmeye hakkım vardı!" Panikle yine ağzını kapattım. Off! Sırrım giderek yayılmaya başlıyordu. Umarım Umut ağzını sıkı tutardı.
"Anlatacağım söz! Ama böyle ulu orta olmaz! Sende sessiz ol lütfen!" Başını salladığında tekrardan elimi indirdim.
"Kısacası gelen tüm cevapsız çağrıları ve mesajları sildim. Sadece Selin'in aramalarını bıraktım inandırıcı olması için. Diğerlerinin bildirimi düşmesin diye de engelledim. Yani korkmana gerek yok." Rahat bir nefes alıp arkama yaslandım.
"Bana nasıl bir iyilik yaptığından haberin yok. Teşekkür ederim. İyi ki varsın."
"Başka kardeşlerin de varmış.." Bir kıskanç kardeş daha. İdil'i de öğrense kim bilir nasıl yıkılacaktı. Anıl'ın onu yetiştirme biçiminden dolayı Umut hep tek olmayı, biricik olmayı seviyordu.
"Anlatacağım ama evde olmaz. Buradaki kimseye güvenemeyiz. Şimdi kapatalım bu konuyu kimse duymadan." Tekrardan rahat bir nefes alıp yemeğine döndüm.
"Seni biraz şoka uğratacağımdan emin olabilirsin."
"Hiçbir şey o gece babamın sana tokat atması kadar beni şaşırtamaz."
"Unutalım o meseleyi. Kimseye de bahsetmeyelim tamam mı?"
"Şey.. belki birazcık Selin'e bahsetmiş olabilirim." Allah'ım.. sen beni neyle sınıyorsun?
"Ne demek bu?" Şu saatten sonra Selin ne bilirse Savaş'ta onu bilecekti.
"Sana ulaşamayınca merak edip buraya geldi ama babam senin müsait olmadığını söyleyip onu kapıdan geri gönderdi." Derin bir nefes alıp devam etti.
"Artık neyden şüphelendi bilmiyorum ama beni arayıp seni sordu. Güya tatlı tatlı konuşup ağzımdan laf almaya çalıştı." Bu Selin için hiç zor değildi. Hele karşısındaki Umut'sa işi daha da kolaydı.
"Her şeyi döküldün tabii..-"
"Tam olarak değil. Cezalı olduğunu biliyor ama babamın sana vurduğunu söylemedim." Çok şükür. Önemli olanda buydu zaten.
"Sen beni ne sanıyorsun? Artık ona eskisi kadar bağlı değilim. En azından karşımda olmadığı zamanlar aklım başımda düşünebiliyorum." Bu da bir gelişmeydi. Sonuçta Umut artık ergenlikten çıkmış sayılırdı ve bununla birlikte Selin'i de geride bırakmaya başlamıştı.
"Yemeğini ye de çıkalım hadi."
"Hemen mi?"
"Evet hemen. Artık her şeyi öğrenmek istiyorum. Tatlıyı dışarıda yeriz."
"Ama baban izin vermez ki. Cezayı daha yeni kaldırdı henüz beni dışarı salacağından emin değilim."
"Dışarı salmak ne be!? Hayvan mısın sen?" Ağzım açık baka kaldım. Bazen gerçekten ağzının ortasına yapıştırasım geliyordu.
"Umut! Düzgün konuş benimle!"
"Ben izin işini hallederim sen bir an önce karnını doyur ve sonra da hazırlan."
Öyle olsun bakalım. Umut mutfaktan çıktığında biten çorba kasesini bir kenara koyup temiz bir tabağa diğer yemeklerden doldurdum. Biraz tavuk, biraz pilav, biraz salata.. ımm biraz dolma ve birazcıkta enginar. Bence hepsini yiyebilirdim. Büyük bir iştahla yemekleri yerken Umut geri dönmüştü mutfağa. Bana iğreltili gözlerle bakarken yarısını ağzıma soktuğum tavuk butunu çıkarıp kemiğini kenara koydum. Hayvan meselesini tekrardan düşündüğüne emindim.
"Ne? Sen hayatında hiç aç kaldın mı ki?" Bana gözlerini devirip boğulmamam için bir bardak su koydu önüme.
"Tatlıya da yer kalsın. Bildiğim çok güzel bir mekan var." Gerçekten dışarıya çıkıyor muyduk?
"Buna nasıl izin verdi?"
"Gerçekten acınası bir halde olduğunu söyledim. Zaten kendi gözleriyle gördü masada nasıl titrediğini fazla üstelemedi. Mustafa abinin de bizimle olması şartıyla kabul etti." Harika!
"Acınası demek ha! Aferin sana!"
"Dışarı çıkmamız gerekiyordu ve bende gerekeni yaptım. Bence fazla düşünme boşver. Bu hallerin arada işimize yarıyor."
"Umut! Dellendirme beni akşam akşam!"
"Kaçtım ben. Yarım saate hazır ol!" Koşarak mutfaktan çıktıktan sonra arkasından güldüm. Aptal çocuk. En azından bana gerçekten değer veriyordu. Halâ babasına karşı dik duruşu gözümün önünden gitmiyordu. Belki de hayatında ilk defa en değer verdiği kişiye karşı çıkmıştı hemde ablası için.
Yemek faslını fazla uzatmadım zaten o kadar hızlı yemiştim ki kısacık sürede karnım doymuştu. Masadan kalkıp bulaşıkları hemen akıttım ve bulaşık makinesine doldurdum.
"Sen zahmet etmeseydin. Diğerleri hallederdi." Anıl'ın sesini duyduğumda kalbim korkuyla çarpmıştı. Tamam.. sakin ol. Bir şey yapmayacak. Zaten çok pişman oldu bir daha yapmayacak. Evet.. Korkulacak bir şey yoktu.
Omzumun üzerinden kapıda dikilişini izledim. Ağırlığılı sağına vermiş, kollarını önünde bağlamış ve tek ayağını önüne atmıştı. Yüzü hastalıklı gibi sararmıştı.
"Hallettim." Yanından geçip gitmek istediğimde tek adımla önümde durdu. Derin bir nefes alıp bir adım geri çekildim ve tekrardan mutfağa girdim.
"Kızım-"
"Hazırlanmam lazım."
"Yüzüme bakmayacak mısın?" Dudaklarımı ısırdım. Niye ondan korkuyorum ki? Yakında ölüp gidecekti ama benim önümde uzun bir ömür vardı. Aptal olmayıp ona karşılık verebilseydim eğer belki de bugün böyle olmazdık. Umut zaten benim tarafımdaydı ve evi terketsem bile benimle bağını koparmazdı. Ben aslında bana yapacaklarından çok sevdiklerime zarar vermesinden korkuyordum. Çünkü o bu zamana kadar hep böyle yapmıştı. Düşmanlarının sevdiklerini ellerinden alıp, kalanlarıyla tehdit ederek sindirmişti. Belki de ondan korkup, kaçmak çözüm değildi. Belki de onun canını yakmak gerekiyordu. Onu sevdikleriyle değilde kendisiyle sınamak gerekiyordu.
Gözlerimi kararlı bir şekilde gözlerine çıkardım.
"Yarın bu evden gidiyorum. Eğer karşıma çıkacak olursan bana verdiğin bıçağı senin kalbine saplarım."
"Beni cezalandırmak istiyorsun."
"Seni öldürmek istiyorum sende bunu yapmam için beni fazlasıyla tahrik ediyorsun. Attığın tokatı unutmadım. Eğer o elin bir daha bana veya kardeşime kalkacak olursa o kaçtığın ve bizi korumaya çalıştığın savaşı senin kapına getiririm ve bu evi sana mezar yaparım."
"Onu mu alacaksın arkana?
"O ve başka kim varsa. Senin canını isteyen kim varsa hepsini kapına dikerim."
"Dinle-"
"Sen beni dinle. Yüzüne tüküreceğim adama 2. şans verdim ama sen onu bile değerlendirmeyi beceremedin. Blöf yapmıyorum ben. Sonuçta senin kanını taşıyorum yani ne kadar ileri gidebileceğimi en iyi senin bilmen lazım. Yarın gidiyorum ve sen nereye gittiğimi dahi bilmeyeceksin. Sadece kardeşimle görüşeceğim ve sen ve senin gibilerinden uzak duracağım. Beni yine odaya kilitlemeye kalkarsan kendimi aşağıya atarım. Söylediğim her şeyi yemin olsun yaparım."
Biliyordu yapardım... O yüzden ağzını açıp tek kelime etmedi. Yanından geçip giderken arkama bile bakmadım. Bakacak bir yüz bile bırakmamıştı. Hayatı boyunca peşini bırakmayan pişmanlığı katlanarak artıyordu ve hissediyordum ki bu pişmanlıklardan birisi bir gün gelip onun canını alacaktı.
Odaya girdiğimde anında nefesim daralmaya başladı. Günlerdir burada hapsolmak toprağın altında ölümü beklemek gibiydi. Bir gece daha bu odada kalamazdım.
Fazla oyalanmadan üzerime düzgün bir şeyler geçirip saçlarımı taradım ve çıktım odadan. Benden önce hazırlanmaya giden Umut daha hazır değildi. Kapısını iki kere tıklattım.
"Çıkalım mı artık?"
"Geliyorum..." Kapının arkasından sesi boğuk geliyordu. Sonra birden kapıyı açtı ve karşımda dikildi. "Geldim."
"Kadın olduğunu unuttun herhalde?" Ona anlamaz gözlerle baktım. Ne?
"Pardon?"
"Peruk takmış halime benziyorsun diyorum. Kadın olduğunu hatırla istersen."
"Sende elimin ne kadar ağır olduğunu hatırla istersen." Bir adım geri çekilip zorlukla yutkundu sonra şirince sırıttı.
"Şaka yapıyorum ablacım. Gidelim hadi." Hı hı. Bende öyle düşünmüştüm.
"Düş önüme. Bakalım beni nereye götüreceksin."
Evden çıktığımızda Mustafa abi arabayı çoktan hazırlamıştı. Ne o benim yüzüme baktı ne de ben onun. O mahçuptu ben ise saçma bir şekilde utanıyordum. Belki de saçma değildi. Onlar beni tanımıyordu ama ben kendimi tanıyordum ve ben asla öyle bir duruma düşecek birisi değildim. Bir hayvanı ahıra kapatır gibi odaya kilitlenmemi hazmedemiyordum. Ve aklım resmen ikiye bölünmüştü. Bir tarafım bu olayın üzerine Anıl'a bulaşmamamı ve sessiz kalarak yatışmasını beklememi söylüyordu diğer tarafım ise ki bu tarafım fazlasıyla ağır basıyordu bana Anıl'ı bastırmamı ve ondan kurtulmak için tüm engelleri aşmamı söylüyordu. Bu düşünceyi asla kafamdan atamıyordum. O tokatı yediğim günden beri her dakika aklımdaydı. Ondan kurtulmak...
"Öyle bir tatlıcıya geldik ki parmaklarını yiyeceksin."
"Yakınmış." Önünde durduğumuz rengarenk ışıklı şirin kafeye baktım.
"Araba fobinide hesaba katarak yakın bir yer bulmaya çalıştım."
"Ne fobisi? Yok öyle bir şey."
"Yeme beni abla. Yol ne zaman biraz uzasa hemen geriliyorsun. Kazanın etkisinden kurtulamadığını biliyorum ama artık geçti. Bir daha böyle bir şey olmayacak. Rahatlayabilirsin." O diyene kadar kendimi kastığımın bile farkında değildim
Rahat bir nefes alıp dışarıya çıktım. Temiz havayı uzunca ciğerlerime çektim. Son bir gece daha... Yarın özgür bir kadın olarak yaşamaya başlayacaktım.
İçeriye girdiğimizde her yer buram buram çikolata kokuyordu. Keyifle bir şeyler yapmayı öyle çok özlemiştim ki.
"Eğer özel bir isteğin yoksa siparişleri ben vereceğim." Ona izin verdim. Şu an önüme ne koysalar yiyecek durumdaydım. Umut siparişleri vermek için kalktığında rahat bir nefes alıp arkama yaslandım. Günler sonra dışarıya çıkmak iyi gelmişti.
"Evet asıl konuya gelebiliriz artık."
"Asıl konumuz neymiş?"
"Beni bu belirsizlikten kurtaracaktın unuttun mu?" Ah bir de o mesele vardı değil mi?
"Sizin babamla alıp veremediğiniz ne?"
"Bu olay aslında çok eskiye dayanıyor Umut. Çok uzun."
"Ne güzel. Bizimde bol bol vaktimiz var değil mi?" Anlaşılan kaçış yoktu. Peki.. benim saklayacak bir şeyim yoktu zaten.
"Aslında annemle Anıl mutlu bir evlilik yapmış. Yani başta mutlularmış fakat sonra bir şeyler ters gitmiş. Artık anlaşamamaya başlamışlar. Annem boşanmak istemiş ama Anıl kabul etmemiş."
"Ama babam Tanem teyzeyi çok seviyor. Evimizin her duvarında onun fotoğrafı var."
"Sevgi karşılıklı olmadıktan sonra çokta bir önemi olmuyor Umut. Babanın ki sevgiden çok takıntı. Kendin söylüyorsun evin her duvarında annemin fotoğrafı var. Bu normal değil. Sanki o yaşıyormuş gibi sürekli ondan bahsediyor, hala albümden fotoğraf çıkartıp çerçeveletiyor. Biliyorsun o kaybetmeyi sevmiyor. Ve annemi kaybetmeye başladığını anladığında onu evde tutmak için her şeyi yaptı. Tıpkı beni evde tutmaya çalıştığı gibi."
"Ne yani babam Tanem teyzeyide mi eve kilitledi."
"Daha fazlasını yaptığından emin olabilirsin." Babasının gerçekte nasıl bir insan olduğunu öğrenmeye başladığında yavaştan suratı asılmaya başladı.
"Bir süre aynı evin içinde iki yabancı gibi yaşamışlar. Bu sürede annem üniversiteden bir arkadaşı ile görüşmeye başlamış. Henüz Anıl'dan kurtulamamışken neden böyle bir şeye cesaret etti bilmiyorum. Belki de onda kurtuluşu buldu. Üzerine bir de hamile olduğunu öğrendiğinde artık bu yoldan geri dönüşü olmadığını biliyordu."
"Nasıl.. sen mi? Başka adamdan mı?"
"Hayır hayır ben değil. Bir abim olduğunu çok çabuk unutmuşsun." Rahat bir nefes verdi. Bir an için kardeş olmadığımızı düşünmüştü aptal.
"Sonra? Sonra ne oldu?" Heyecanla öne eğilip beni dinlemeye başladı. Şu an saatlerdir hayalini kurduğu tatlı bile umrunda değildi.
"Bir şekilde Anıl'dan kurtulmayı başardı. Sevdiği adamla birlikte yeni bir hayata başladı fakat bu çokta uzun sürmedi. Daha evladının kokusuna bile doyamadan Anıl onu buldu geri evine götürdü. Neyse ki çocuktan haberi yoktu."
"Haberi olsaydı ne yapardı ki? Babam çocukları çok sever.." Eminim öyledir.
"Abim babasıyla büyümek zorunda kaldı. Annem fırsat buldukça onu ziyaret gidiyordu ama bu hasret çoğu zaman haftalarca uzuyordu."
"Babam onu yine mi alıkoymuş?" Başımı salladım. Ne yazık ki bu doğruydu.
"Sonra annem bir şekilde yine kaçmayı başarmış. Bu sırada yine hamile olduğunu bilmiyordu sanırım. Öğrendiğinde ne hissetti merak ediyorum. Nefret ettiği bir adamdan dünyaya çocuk getirmek nasıl hissettirdi acaba. Tabii bu sırada Anıl'ın artık annemi bulmak için iki sebebi vardı."
"Tüm bu olanlara inanamıyorum. Babam tekrar tekrar Tanem teyzenin peşine düşmeseydi belki de şu an sen olmazdın."
"Kader işte Umut. Çoğu zaman keşke olmasaydım diyorum. Böyle bir hayata doğmaktansa hiç var olmamak daha iyi olabilirdi."
"Peki sonra?"
"Sonrası fazla uzun değil. Annemin en yakın arkadaşı Meryem teyze bir süre saklanmalarına yardım etmiş. O benim.. o benim.. şeyin annesi. O Savaş'ın annesi."
"Sevgilinin yani."
"Evet o!" İmalı ses tonumdan kızdığımı anlamıştı. Kaç defa uyarmıştım onu bu konuda ama dinleyen kimdi!
"Sonra... annem beni doğururken vefat etmiş..." Gerçeği söyleyemezdim. Babasının katil olduğunu benden öğrenmemeliydi.
"Abimin babasıda kısa süre sonra bir kazada hayatını kaybetmiş. Fakat son zamanlarda annem Anıl onların izini bulamasın diye Meryem teyzeye bile yerlerini söylememiş. O yüzden bir süre bize ulaşamadılar. Abimle ben resmen başıboş ortada kalmışız. Kimsemiz yok diye yetimhaneye vermişler bizi. Sonra onu bir aile evlat edinmiş ben arkada kalmışım. İyice kopmuşuz birbirimizden. Bir zaman sonra beni de evlat edindiler." Satıldım...
"Abimle ancak bu yıl birbirimizi bulabildik. Daha doğrusu o beni buldu. Benim bu yaşıma kadar bir abim olduğundan bile haberim yoktu."
"Görüşüyor musun onunla?"
"Çok az. Anıl'ın gözü üzerimde olduğu için onu gizliyorum. Onun peşine düşmesinden korkuyorum. Biliyorsun o.."
"Takıntılı."
"Evet. Abime senden bahsettim. Seninle tanışmak istiyor. Futbol oynadığını duyunca sanırım sana saygı bile duydu." Hafiften güldüğünü gördüm.
"Gerçekten mi?" Usulca başımı salladım.
"Abim iyi bir insan. Onu bu meselelerden uzak tutmak istiyorum. Cengiz ve ailesini bile söylemedim ona. Sende babana sakın abimden bahsetme olur mu?"
"Sırrın bende güvende abla. Ama anlamadığım bir şey var?"
"Nedir?"
"Sana bu hikayeyi kim anlattı. Sonuçta babam hedef gösteriliyor ve ben bazı şeyleri ona konduramıyorum evet o takıntılı ama... Benim babam kötü birisi olamaz."
"Meryem teyze, annemin en yakın arkadaşı, anlattı. Zaten bu bildiklerimi babana anlattığımda o da onayladı. Üzgünüm Umut ama baban sandığın kadar masum değil." Mutsuzca arkasına yaslandı.
"O yüzden mi sevgilinle görüşmene izin vermiyor, ondan nefret ediyor? Annesi Tanem teyzeye yardım ettiği için mi?"
"Biliyorsun... o beni aldattı."
"Mesajda bunu inkar etmiş." Başından beri inkar ediyordu ama ona güvenmiyordum. Yalancı herif.
"Bu yüzden mi babamdan nefret ediyorsun? Annene kötü davrandığı için mi?"
"Evet o da var ama tek sebebi bu değil. Ben hiçbir zaman onu hayatımda istemedim. Ben istemedikçe o benim hayatıma girmeye çalıştı. Çevremde kim varsa hepsini uzaklaştırdı benden, hastanede gözümü açtığımda ise bir tek o vardı. O halde bana bakacak kimsem kalmamıştı artık. O yüzden bu eve gelmeyi kabul ettim ama iyileştikten sonra gidecektim. Böyle anlaşmıştık yani. Ama seni bırakıp gidemedim."
"Şimdi ne olacak peki?"
"Artık gitme zamanım geldi. Daha fazla onunla yaşayamam. Yaşayamıyorum." Son olanlardan sonra bana hak verdi. Onunla kalmamı istese bile kal demezdi artık. Çünkü babası gibi bencil değildi. Benim o evde mutlu olmadığımı biliyordu.
"Selam!" Duyduğum sesle bedenim kasıldı. Umut'un tuttuğum elini bırakıp gergince arkama yaslandım. Onun burada ne işi vardı?
"Selin hoş geldin." Umut yerinden kalkıp onu kucakladığında tavırlı bir şekilde kollarımı önümde bağlayıp başımı başka yöne çevirdim.
"İyi ki haber verdin Umut." Ne!? Bir de Umut mu onu çağırmıştı! Ah Umut!
"Merhaba Hazal." Göz ucuyla ona bakıp masadaki kahvemden bir yudum aldım. Bana attığı kazığı affedemezdim.
"Sizin aranız mı bozuk?" Selin bir sandalye çekip yanıma oturduğunda hala ona bakmamak için inat ediyordum.
"Baş başa olacağımızı sanıyordum Umut."
"Dert etmezsin diye düşünmüştüm." Bir hata yapmış gibi ensesini kaşıyıp etrafına bakındı.
"Ben sanırım şurada arkadaşlarımı gördüm. Bir selam verip geleceğim siz konuşadurun." Ha bir de kaçıyordu. Çok güzel! Umut masayı terkettiğinde moralim iyice bozulmuştu.
"Yüzüme bakmayacak mısın Hazal?"
"Ne işin var burada?"
"Konuşmak istiyorum. Çok merak ettim seni. Umut bir şeyler anlattı. Doğru mu? Seni eve mi kilitledi?"
"Çok mu umrunda sanki?"
"Tabii ki de umrumda!" Yerimde hafifçe kımıldanıp ona doğru döndüm ama yine de gardımı indirmedim.
"O yüzden mi sattın beni?" Yüzünden büyük pişmanlık okunuyordu. Üzgün gibiydi. Tek dert ortağımı kaybetmek beni de üzmüştü.
"Özür dilerim. Hata yaptım. Ama inan mecburdum."
"Nasıl bir mecburiyetti bu Selin? Hayatımı riske attın! Savaş bana bir şey yapmasa az daha Anıl yapacaktı!"
"Ne demek o!? Ne oldu ki?"
"Sen soruma cevap ver. Nasıl bir mecburiyet seni buna zorladı."
"Savaş eğer ona yardım edersem babamla Can'ın arasını yapıp bu işin adını koymamızı sağlayacaktı. Kısa zamanda düğün yapıp kendi hayatımı kurmama yardım edecekti."
Ona asık suratla bakmaya devam ettim. O kendi evinden kurtulmak isterken beni eve hapsetmişti. Olması gerekeni mi yapmıştı bilmiyorum ama sonuç olarak kendisini düşünmüştü. Kim olsa kendi çıkarını düşünürdü zaten.
"Ama sana yemin ederim seni bayıltıp götüreceğinden haberim yoktu. Bana sadece konuşacağını söyledi. Bende sandım ki-"
"Gerçekten konuşacağını mı sandın? Savaş'ı benden önce de tanıyordun benden sonra da. Bununla yetineceğini mi düşündün?"
"Özür dilerim. Böyle olacağını bilseydim yemin ederim yapmazdım. Senin canından önemli değil ya. Bir daha asla onunla senin hakkında konuşmayacağım söz."
"Keşke güvenebilsem. Ama inan kimseye güvenmiyorum artık. Bir abim var bir de Umut. Onların mutluluğu için yaşayacağım artık."
Ne zaman ellerimin üzerine koyduğunu bilemediğim ellerini dizlerine çekti. Gerçekten pişman olabilirdi ama artık bende ona güvenmezdim.
"Anıl amca öğrendiğinde deliye döndü değil mi?" Başımı salladım.
"O günden beri evde kilitli misin?"
"Daha fazlası da var ama sana anlatmayacağım. Artık eski samimiyetimiz yok." Elini çeneme koyup yüzümü kendine çevirdi.
"Bak bakayım bana?" Henüz gözlerimin kızarıklığını saklayamamıştım.
"Canını mı yaktı?" Benimle birlikte gözleri doldu. Şu an sarılıp ağlayacağım bir omuz iyi giderdi. Ona yine güvensem güvenimi boşa çıkarır mıydı?
"Biraz..." Benim adım atmama gerek kalmadı. O birden beni çekip sarıldığında benden önce onun hıçkırdığını duydum.
"Özür dilerim. Özür dilerim. Benim yüzümden." Sürekli aynı kelimeleri tekrarlayıp durdu.
"Yarın evden ayrılıyorum." Birden dökülüvermiştim. Ondan ayrılıp göz yaşlarımı sildim.
"Daha fazla o evde kalmayacağım."
"En iyisini yapıyorsun canım. Bir zorluk çıkartmaz değil mi?"
"Sanmıyorum. Sanırım onu korkuttum. Bugün karşına geçip konuştuğumda öyle hissetim yani."
"Güzel. Nereye gideceksin peki?"
"Bilmiyorum."
"Abim var demiştin?"
"Ona gidemem. Anıl şimdi uzak dursa bile er yada geç yerimi öğrenecek. Abime zarar gelsin istemiyorum."
"Tamam.. düşünelim biraz." Birden ciddiyete bürünüp yine eskisi gibi derdime ortak olmaya başlamıştı.
"Ev tutacağız o zaman. Paran vardı değil mi?"
"Aslında bir ömür boyu çalışmasam bile yetecek param var. Anıl borç batağına batmış olsa bile benim hakkım olduğunu düşündüğü annemin hisselerine dokunmamış. Yıllarca içerde para birikmiş."
"Ee çok iyi bu!"
"Ama istemiyorum."
"Nasıl?"
"Para ne kadar annemin de olsa yıllarca Anıl onu çoğalttı. Onun içinde bulunduğu hiçbir şeyi istemiyorum. O parayı kullanmayacağım."
"Evi nasıl tutacağız peki?"
"Bilmiyorum." Umutsuzca arkama yaslandım. Sadece o evden çıkıp gitmek istiyordum ama sonrasında ne yapacağımı düşünmemiştim.
"İş bulmam lazım..."
"Aslında benim bir fikrim var.." çekinir gibi bir hali vardı. Ama şu an için her türlü fikire açıktım.
"Aslında aklımda bir yer de var."
"Söylesene Selin! Çatlatma insanı."
"Bir süredir Can'a gidip gelirken görüyordum. Binalarında kiralık bir daire var. İlanda eşyalı olduğu yazıyor. Giriş katta küçük bir daire ama seni idare eder gibi." Bu beni bayağı bir idare eder hemde. Hem o semt fena da değildi duyduğuma göre.
"Ev sahibi ne kadar kira ister bilmiyorum ama gidip konuşmakta fayda var. Hem Can da yardımcı olur."
"Çok iyi. Kira için ay sonuna kadar vakit veririse eğer hemen iş bulup çalışabilirim."
"Evet bu çok iyi olur ama kirayı hemen peşin isterse eğer ben ödeyebilirim Hazal." Hayatım boyunca hiç parasız kalmamıştım. Cebim hep doluydu ama şimdi.. ne hayatım eski hayatımdı hem de ben eski bendim. Böyle bir para teklifini kabul edemezdim. Kendimi dilenci gibi hissetmiştim.
"Bunu kabul edemem."
"Lütfen. Kendin için bak. Sokakta kalacak değilsin ya. Bir günde ev bulamayız. Hazır böyle bir fırsat varken bunu değerlendirelim. Can allem eder kallem eder o evi ayarlar. Bende sürekli gidip gelirim." Olur muydu ki.
"Ama borç olarak."
"Diğer türlüsünü kabul etmeyeceğini biliyorum zaten." Heyecanla arkama yaslandım. Selin'le yeniden görüşmek güzeldi. Anıl'a bile 2. şansı vermişken Selin'e mi vermeyecektim.
"Teşekkür ederim." Ona uzunca sarıldım. Sıkıca kapattığım gözlerimi açtığımda görmeyi beklediğim kesinlikle karanlıkta gizlenen bir çift ela göz değildi.
"Hihh!"
"Ne oldu?" Selin tedirigince etrafa bakıp benim gördüğümü gördüğünde tıpkı benim gibi panik oldu.
"Yemin ederim ben çağırmadım!"
"Nasıl buldu beni o zaman?" Gözlerim hızla Umut'u ararken ayağa kalktım. Onu görmemeliydi. Onu öğrenmemeliydi.
"Bilmiyorum! Takip etmiştir belki? Gerçekten haberim yoktu Hazal. Doğruyu söylüyorum." Tamam... Sakin ol.
"Sen Umut'u bul. Savaş'tan olabildiğince uzak durmalı. Ona söylemedin değil mi? Bir kardeşim olduğunu söylemedin?"
"Sordu ama bilmiyorum dedim. Senin hakkında hiçbir şey anlatmadım ona."
"Tamam.. sen git şimdi. Ben onu göndereceğim."
Selin usulca masadan kalkıp gittiğinde sakin kalmaya çalıştım. Mustafa abi dışarıda beklerken Savaş'la konuşamazdım. Derin bir nefes alıp kalp atışımın normale dönmesini bekledim ama gözlerim ondayken bu pek mümkün gibi değildi.
Yavaşça masadan ayrılıp tuvaletlere doğru yöneldim. Benimle birlikte o da hareketlendiğinde gözlerim hemen dışarıda arabada bekleyen Mustafa abiye kaydı. Benimle birlikte Savaş'ta ona baktı ve kaşları anında çatıldı. Orman gecesini unutamadığı belliydi. Neyse ki Mustafa abi telefona baktığı için onu farketmemişti. Savaş kafenin kapısından içeriye girdiğinde ona arkamı döndüm. Tuvaletlerin oradaki koridorda onu beklerken kalbim resmen ağzımda atıyordu.
Ona bir daha karşıma çıkma dememiş miydim ben? Neden hala peşimdeydi? Neden halâ rahatsız ediyordu beni?
"Hazal?" Hemen arkamı dönmedim. Ne yapmalıydım, nasıl davranmalıydım?
"Güzelim?"
"Bana bir daha öyle seslenirsen yemin ederim-"
"Ne yaparsın?" Sinirle arkamı döndüğümde onu bu kadar yakınımda beklemiyordum. Duygularım ne kadar yoğun olsa da kontrol etmeyi öğreniyordum.
"Hiç hoşuna gitmez." Kolumdan tutup birden çektiğinde, zorla bir adım uzaklaştırdığım bedenim ona çarpmıştı. Ne yapıyordu bu? Amacı neydi?
"Deliye döndüm meraktan..." Bir eli bileğimdeyken diğer eli yukarıya tırmanıp yanağımı okşadı, önüme gelen saçlarımı geriye attı. Şu an bana dokunuyordu değil mi? Huh!
"Neden çağrılarıma geri dönmedin? Engelledin mi yoksa beni? Sürekli meşgul çalışıyor."
"Tabii ki de engelledim aşağılık herif!" Girdiğim transtan çıkıp onu sertçe iteklediğimde kendime gelmiştim. Nasılda masum masum bakıp gözlerine kilitlemişti beni. Sahtekar!
"Bir daha karşıma çıkma demiştim sana!" Derin bir nefes alıp kollarını önünde bağladı ve tek omzunu duvara verip beni izledi. Cevap bile vermemişti. Gerçi beni kaçırdığında bu sorunun cevabını vermişti değil mi? Ne olursa olsun çıkacaktı karşıma. Ben bile durduramazdım onu.
"Bu böyle devam etmeyecek biliyorsun değil mi?"
"Umrumda değilsin Savaş. Derdin kimleyse git onunla çöz beni rahat bırak!"
"Derdim tam karşımda duruyor zaten." Ne yani Anıl gibi o da mı beni takıntı haline getirmişti?
"Seni seviyorum... Ve biraz daha senden haber alamazsam sözümü çiğneyip yaşadığın yeri bulmak zorunda kalacağım."
"Öyle bir söz vermedin ki."
"Hatırlattığın iyi oldu." Aptal!
"İstemiyorum seni!"
"İstiyorsun. Sadece öfkelisin haklı olarak."
"Haklı falan olmak istemiyorum tamam mı!?"
"Güzelim bende bunun için uğraşıyorum ya zaten. Gördüklerinin sahte olduğunu, hiçbir gerçekliğinin bulunmadığını ispatlamaya çalışıyorum. Ama o adamla yaşadığın gerçeği beni deliye döndürüyor ve bende asıl yapmam gerekene odaklanamıyorum." Bir saniye çok uzun konuştu toparlayamıyorum. Yine bana güzelim dedi değil mi? Nasılda güzel söylüyordu.
"İstediğini yapabilirsin Savaş. Sana güvenmiyorum, seni istemiyorum!"
"Peki sen bana artık beni sevmediğini ispatlayabilir misin?" Ben öyle bir şey demedim ki. Onu sevmediğimi söylemedim. Nasıl söylerim? Dilim dolanır bir kere.
"Bu seni benden vazgeçirecek mi?" Şimdiye kadar ki sakin ifadesi bir an da ciddiyete büründü. Hissettiğim şey korku muydu?
"Şu kapıdan giren ilk adamı öpsem bu senin için yeterli olur mu?" Kaşları çatıldı, önünde bağladığı kolları iki yanına düştü.
"Benim dengelerimle oynama Hazal! Şakası bile iğrenç."
"Şaka olduğunu kim söyledi?" Tam o sırada koridorda birisi gözüktü. İkimizde duyduğumuz adım sesleriyle o yöne baktık. Adam ağır adımlarla bize doğru gelirken gözlerimi Savaş'tan çekip ona diktim. Yapabilirdim. Yapabilirdim.
Adam biraz daha yaklaştığında istikrarlı bir şekilde yürümeye başladım. Sadece saniyelik bir öpücük olacaktı. Hiçbir anlamı olmayan minicik bir şey.
Ona doğru yürüdüğümü gören adam tedirginlikle yavaşlarken son birkaç adımımda ona ulaşamadan Savaş'la duvarın arasında kalmıştım. Koruyucu bir tavırla beni kendisine çekip sakladı resmen.
"Devam et kardeşim sen." Adam anlamaz gözlerle baka baka gitti.
"Çek ellerini üzerimden!" Öfkeli gözler tekrar beni bulduğunda birazcık olduğum yere sindim. Yüz hatları bile sivrileşmişti hemen.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!? Deliriyim mi istiyorsun Hazal! Kalan aklımı da o boş mezara mı koyayım!?"
"Niye öfkelendin ya bu kadar? Hiçbir şey yapmadım oysa ki..? Düşüncesi bile seni çileden çıkartmaya yetti Savaş. Ben ne yapayım istiyorsun? Sen gözlerimin önünde bana ihanet ettin! Şimdi ise inkar ediyorsun! Şahit olduğum şeyi hafızamdan silebilir misin?"
"Kanıtlayacağım!"
"Sadece beni oyalayacaksın. Sürekli karşıma çıkıp aklımı karıştıracaksın. Böyle bakarak beni yine kandıracaksın biliyorum! Şimdi beni daha iyi anlıyorsun değil mi? Nasıl bir his olduğunu az çok biliyorsun. Söyle bana sen olsan bununla nasıl mücadele ederdin?"
Gözümden akan yaşlar onun parmaklarını ıslatıyordu. Eskiden ağlamama kıyamayan insan şimdi göz yaşlarımın sebebiydi. Biz bu hale nasıl gelmiştik? Ondan bu kadar eminken bu hale nasıl düşmüştüm ben.
"Söz veriyorum düzelteceğim.. Yeter ki iyi olduğunu bileyim, senden haber alayım, sesini duyayım. Söz Hazal. Tüm gerçekleri çıkaracağım ortaya." Dudakları alnıma değdiğinde vücudumu bir elektrik dalgası sarmıştı sanki. Eski birçok anıyı anımsatmıştı bana. O dudaklar oraya yüzlerce kez değmişti ve ben her seferinde onun varlığına şükretmiştim. Ve ben her şeye rağmen yine onun varlığını yanımda hissetmiş ve hiç gitmemesi için yalvarmak istiyordum. Keşke dediği gibi olsa da yine ben onunla birlikte olsaydım. Yine ona güvenseydim, yine sarılsaydım. Çok bir şey istemiyorum. Sadece onu istiyorum. Eski bizi istiyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 677 Okunma |
39 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |