
4. Bölüm
Sezen Aksu | İzmir'in Kızları
Pamuk eller kalbe.. Öptüüm.. Keyifli okumalar.
"Yarın İzmir'e dönüyorsun. Artık burada işin yok."
Kulaklarıma dolan sözlerle gözlerimi hızla anneanneme çevirdim. Gözleri gözlerime kitlenmişti. Karşımdaki kararlı ve sinir dolu gözleri yüzümde geziniyordu. Tek başına aldığı bu kararı, sorgulamadan kabul etmemi bekler gibiydi. Küçük bir çocuğun hayatını yönetir gibi davranması, içimdeki kadının ateşini harlıyor ve sakin kalma çabalarımı köreltiyordu.
"Hayır!" Dedim. "Hayatımı yönetemezsin anneanne!"
Kafasını salladı. "Yönetmiyorum Sezen! Sana yapma, etme dedikçe; zıvanasını çıkardın." Gözlerini Meriç'e çevirip, tekrar bana baktı. "Meriç'e gittin bir şey demedim. Ama bu bardağı taşıran son damlaydı! Kendine gel artık! Bu insanlar senin aşık atacağın insanlar değil. Hele Özgü! Duydum onu, duydum! Tüm pisliklerini duydum..." göğsü derin bir nefesle sarsıldı.
Sözünü keserek ondan uzaklaştım. Bacaklarımdaki yaralar hareket ettikçe geriliyordu. Gözlerim yüzünde dolaştı.
"Beni buraya çağırdığında bunları düşünmedin mi?"
"Düşündüm. Düşündüm ama senin böylesine laf dinlemezlik yapacağını düşünmedim," eliyle Malkoç'u işaret etti. "Bu adamdan uzak dur, dedim sana! Dediğimin aksine dibinde bittin!"
Gözlerim usulca beni izleyen gözlere çevrildi. İfadesiz ve sessizce bizi izliyordu. Gözleri anneanneme çevrildiğinde ikisi de göz göze geldi. Bir süre birbirlerini izlediler. O göz temasının arasına girip, bir bıçak gibi kesmek istedim.
"Malkoç..." dedi. Sesi yumuşamış ve ona doğru yaklaşmaya başlamıştı. Malkoç'un gözleri anneannemde dolandı. Anneannem bedeninin yanında duran elini tuttu. Ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Sinirli halinden arınmış, sakince ona bakıyordu.
"O böyle hengame içinde büyütülmedi. El bebek, gül bebek büyütüldü. Annesinin, babasının gözbebeği o... Gözünden tek damla akacak olsa, o damla düşmeden tuttular. Onu buraya yanımda dursun, diye çağırdım. Burada çalışsın, atanana kadar yanımda dursun istedim..."
Onunla dertleşiyor gibiydi fakat bundan daha fazla sesinde rica vardı. Güzelce anlatmaya çalışıyordu. Malkoç, elleri üzerindeki elleri tuttu. Baş parmağı, anneannemin ellerinin üzerinde gezindi. Bu an bana çok garip gelmişti. Ondan uzak durmam için bağıran kadın, onun ellerini tutmuş, onunla konuşuyordu. Bir bağırıyor, bir çocuğu gibi seviyordu.
"Sana güvendim." Dedi. Sesinde büyük güven kırıntıları vardı. "Senin okulunda çalışmasını istedim. Kabul ettiniz sizde. Ama uzak dur ondan..."
"Anneanne!" Dedim. Yüksek çıkan sesimle gözlerini bana çevirdi. "Yeter artık! Ne anlatıyorsun ya? Gitmek istiyorum, lütfen!"
Gözlerime kısa bir süre baktıktan sonra, tekrar Malkoç'a döndü. Malkoç dikkatlice onu dinlemeye devam ediyordu.
"Sana güvenirim, severim. Ama onun yanında olma. Arkadaş, dost. Hiçbir şeyi olarak bulunma yanında..." derin bir nefes verdi. "Senin yanında, Meriç'ten başka herkes yanar. Uzak dur ondan."
Meriç yanıma gelerek kolunu bedenime sardı. "Özür dilerim." Diye, fısıldadım utançla. Gözlerini açıp kapayarak gülümsedi. "Sorun yok, bebeğim."
Anneannemin sözlerinden uzun bir süre sonra, onun sesini duydum. "Gönderme onu, burada kalsın," gözleri bana çevrildi ve kısa bir süre bana baktı. "Ondan uzak duracağım."
"Siz n'apıyorsunuz? Benim için anlaşma yaptığınızın farkında mısınız ya?"
Gözlerimi onun gözlerine dikmiş, içini görmek ister gibi bakıyordum. Bu dediklerinin canımı sıktığını hissettim. Benim için yapılan saçma bir anlaşmaydı aslında canımı sıkan. Kahve gözleri yüzümü talan ederken, gözlerini benden çekti. O uzaklığı araya şimdiden koyduğunu hissediyordum. Bu rahatsız edici hisle onlara doğru ilerledim.
"Anneanne? Eve gidelim hadi." Sakin tutmaya çalıştığım sesim olabildiğinde yumuşak çıkmıştı.
Gözleri bana çevrildiğinde, birkaç saniye Malkoç'un gözlerine baktı. Sanki sözünden emin olmak istiyordu. Sanki bundan emin olana kadar gitmeyecek gibiydi. Nefesimin sinirle sıkıştığını hissettim.
"Anneanne!"
Sakin sesim birden yükseldi ve sesimle bana döndü. Cevap vermeden yüzüme bakmaya başladı. Onu kırmaktan korktuğum için sözlerimi süzgeçten geçirmeye başladım. Ağzıma geleni söyleyecek olsaydım eğer, onun kalbini kırmış olacaktım.
"Bu saçma anı sonlandıralım. Benim adıma karar verme. Hayatıma karışma, lütfen!"
Kafasından kayan tülbenti, uçmasın diye tuttu. "Hayatına karışmasam, sen hayatını karıştıracaksın!"
Soğuk havanın yalayıp geçtiği tenim buz gibi olmuş, titremeye başlamıştı. Kendinde hayatımın bir ip yumağı gibi dolanacağını ve o yumağı dolanmadan kestiğini anlatmaya çalışıyordu. Gözlerimi kapatarak sakin kalmaya çalıştım. "Yirmi beş yaşımdayım ben. Kararlarım sadece beni ilgilendirir. Seni, hatta anne ve babamı bile ilgilendirmez anneanne, üzgünüm.."
Gözlerimi ondan çekip Malkoç'a baktım. Gözlerini benden çekmiş, uzak bir yere kitlemişti. Uzak durma eylemi gerçekleşmeye başlamış, soyut adımlarını geri atmıştı. Garip anlar içerisindeydim. Ayaklarımı ısıtan, dövmesine dokunmamı isteyen, bacaklarıma pansuman yapan adamın o garip samimiyeti bir ruh gibi kaybolmuş, yerini koca bir yabancılığa bırakmıştı. Benden uzak durmasını anlayamıyordum.
"Bana bak," dedim. Ona doğru seslendiğimi anlayınca, gözlerini usulca bana çevirdi. Gözlerinin içinde ne aradığımı bilmeden bakındım. Tek bir şey bile göremedim. Suratı ifadesizce karşımda duruyor fakat tek bir mimikle bile hareket etmiyordu. Birkaç saniye onu sorgulamaya çalıştım fakat sorgularım cevapsız kalmış ve dilimi iğnelemişti. "Dengesiz misin sen ya? Tek bir lafla çocuk gibi hareket etmeyeceksin değil mi?"
Açık kahve gözleri soğuktan titreyen alt dudağıma takıldı ve yüzümü izledi. İfadesiz yüzüne bakarken, bir cevap beklentisi içindeydim. Karşımda öylece durup yüzüme bakarken, bir cevap vermeyeceğini çoktan anlamıştım.
"Git evine."
Kaşlarım bir yay gibi önce havalandı ve ardından çatıldı. Dengesiz tavrı, suratında bir tokat patlatma isteği uyandırdı.
"Git evine?" Dedim, sorarcasına.
"Git." Dedi.
Gözlerimi gözlerinden çekmeden şaşkınlıkla onu izledim. Anlamsız gerginlik bedenimi kollarıyla sarmıştı. Gözlerini benden çekmeden bana git diyordu. Bunu isteyerek demediğini bilen yanım; dilini koparmak istiyordu. Kasılan ellerimi sıkarak sakin kalmaya çalıştım.
"Gidiyorum, çıkma karşıma bir daha."
Gözlerimi yüzünden çekip ona arkamı döndüğümde, bedenimi yalayan soğukla yavaşça eve doğru yürüdüm. Meriç'e takılan gözlerim, gözünü açıp kapayan anlayışlı haliyle, biraz olsun rahatladı. Bu rezilliğin onunla aramı açmasını istemiyordum. Onun beni, bu kadar kısa sürede sevip, benimsemesi; onu arkamda bırakma düşüncesinden daha sıkıntılı geliyordu.
Sırtımda hissettiğim bakışlarına bir kez bile bakmadan eve doğru yürüdüm. Bu mahallenin yakıcı yorgunluğu bedenimi alt üst etmişti. Dengesiz tavırlar altında yorulan bir insandım ve bu bana hiç iyi gelmiyordu. Burada sessiz kalırsan rahattın fakat ses olursan, batardın. Bu gece bana batan şeylerle beraber bunu çok iyi anlamıştım. Dizlerimdeki yaraların sızısı ve Özgü'nün bağırışları buna en net kanıttı. İzmir'i özlediğimi hissediyordum. O sakin hayatım; istekli elleriyle beni kendine çekiyor ve bu lanet yerden çıkarmaya çalışıyordu.
Eve gidene kadar anneannemle konuşmamış, hatta eve gidip duştan çıkana kadarda tek bir kelime etmemiştik. Bedenime sardığım beyaz havluyla odaya girerken, salon kapısının önünde dikilmiş beni izliyordu.
"Beni yaşlı ve aklını kaçırmış bir kadın olarak görme. Her şey senin için."
Ona birkaç saniye ifadesizce baktıktan sonra kapının kulbunu kavrayarak içeri gireceğim sıra tekrar konuştu.
"Kızma bana, Sezen. Senin için en iyisini yapıyorum diye, kızma."
Hayatıma yön verilmesi ya da bunu müdahil olunması hep nefret ettiğim bir şeydi. Özel hayat, iş, para ya da her hangi bir konu. Bir insanın kendine ait kurduğu hayati sınırları vardı ve bu sınırlar ne olursa olsun asla geçilmemeliydi. Aile, dost, sevgili ya da başka bir varlık, bunu asla geçmesine izin vermezdim. İnsan dilinin kemiği yoktu ve ben şu an konuşursam, anneannemin kalbini kıracaktım. Tek bir sınır için bunu yapmak istemiyordum.
Odaya girip kapıyı kapatınca onu arkamda bırakmıştım. Derin bir nefes vererek üzerimi değiştirmeye çalıştım. Gerilen dizlerimin ağrısıyla bunu normal sürenin üstünde gerçekleştirmiştim.
Bedenimi yatağa bıraktığımda, gözlerim soğuk ayaklarıma takıldı. Dolaptan aldığım bir çift çorabı ayağıma geçirdim. Çorap giymemi söylemiş ve ayaklarımı garip bir samimiyetle ısıtmıştı. Ardından bana git demişti. Dengesiz hali karşısında tokatı yüzüne geçirmek istiyordum.
Başım yastığa düştüğünde, ışığı kapattığım için kararan odaya camdan yansıyan, loş ışığı izledim. Beynimi kemiren aptalca düşünceyi silmeye çalıştım. Garip bir beklentiye giren bedenim, müzik açmasını ve sokağı inletmesini bekledi. Sanki şu an deli gibi Sezen çalacak ve millet yine çıkıp, bilmediği bize küfredecekti. Sabaha kadar şarkı değişecek ve uyandığımda bir rüya gibi hissedecektim.
•
"Sezen şöyle bakmayı keser misin?"
Önümde duran kahveden bir yudum aldığımda gözlerimi ona çevirdim. Çatık sarı kaşlarıyla beni izliyordu. Elinde duran, isminin yazılı olduğu kahveyi masaya bıraktı ve arkasına yaslandı. Bakışları yanında duran Kubat'a döndü ve bir süre ona baktı.
"Bebeğim söyler misin şuna," dedi beni kastederek. "Bir sorun olmadığını."
Kubat'ın gözleri ondan çekilerek bana döndü. Bir süre etrafına bakınarak, gözlerini bende sabitledi.
"Sevgilimi üzme. Gerçekten sorun yok. Meriç böyle şeylere alınacak bir insan değil."
Elimdeki kahveyi masaya bıraktığımda gözlerim yüzünde gezindi. Sıkıntılı bakışlarım; Meriç, Devrim ve Kubat üzerinde dolaştı.
"Anneannemin bir ucubeymişsiniz gibi konuşması canımı sıktı. Malkoç'a kızıyor ama onun elini tutup onunla konuşabiliyor. Hayatımın yönlendirilmesinden nefret ediyorum."
"Orada değildim ama emin ol, abimi sıkmaz bu durum. Yani kafasına takmaz." Dedi, Devrim. Elindeki sigaradan bir fırt alarak üfledi. Duman havada yayılarak kayboldu.
"Sezen, bak yavrum, anneanneni anlıyorum ben. Bu aptal mahallede insanlar çok garip ve neler döndüğünü o gayet iyi biliyor. Abimin yaptıkları onun için fazla. Seni bebeği gibi görüyor ve korumaya çalışıyor." Meriç'in anlayışlı sesi doldu kulaklarıma.
"Aynen öyle." Diyerek onayladı onu Kubat.
"Meriç..." dedim. Derin bir nefes verdiğimde birkaç saniye bekledim. "Beni buraya kendisi çağırdı. Neden böyle bir yere gelmeme göz yumdu o zaman? Sanki şımarık bir kız çocuğuymuşum gibi konuşuyor. Ki Malkoç'tan uzak durmamı ısrarla da söyleyemeye devam ediyor."
Meriç birkaç saniye yüzüme baktığında, diğerlerininde sessizleştiğini gördüm. Devrim gözlerini kaçırarak önünde duran kahveye baktı. Kubat gözlerini diğer oturan insanlara çevirdi. Bariz bir şey olduğu o kadar belliydi ki, yakalarına yapışıp onları sorgulamak istedim. Sanki kırk yıllık bir samimiyete sahipmişiz gibi kafalarını şişirmek istedim.
"Sessizleştiniz."
Sesim garip bir tonda ve sorgulayıcı çıkmıştı. Üçü de yüzüme sessizce bakmaya devam etti.
"Ne?" Dedim, kaşlarımı kaldırarak. "Ne bakıyorsunuz öyle? Bir sorun varsa bilmek isterim. Anneannemin bu ısrarları, Malkoç'un kurduğu o saçma sistem ve hapise girip çıkması mı?"
Meriç söylediğimle kaçabilirmiş gibi başını salladı. Ama bunun böyle olmadığını anlamıştım. "Aynen, bebeğim." Dedi. "Muhtemelen öyle."
Devrim Meriç'e baktı ve onu başıyla onayladı. "Bence de öyle. Sonuçta kim torunu böyle bir adamla olsun ister ki?" Sesindeki umursamazlık ve yabancı tonla kaşlarımı çattım. Abisine karşı net bir tavır sergiliyordu.
"Böyle bir adam?" Dedim, sorarcasına. "Böyle bir adam dediğin abin. Onu yargılayarak konuşma." Gözlerini bana dikti. "Ayrıca onunla olacağımızı da nereden çıkardın?" Dedim, saçma bir şeyden bahseder gibi."
Devrim kaşlarını kaldırmış yüzüme bakıyordu. "Biliyorum, abim. Öz ve kendi kanımdan abim. Ama bu, böyle bir adam olduğu gerçeğini değiştirmez. Ayrıca Menkıbe teyze olmasa, sizden olur hocam."
Meriç dediklerine güldüğünde, Kubat gözlerini devirmişti.
"Sezen Malkoç'a ayak bağı olur, Devo."
"Abicim kadın dediğin işte," elindeki kahveyle beni işaret etti. "Kadın dediğin böyle olacak, sessiz kalmayacak. Abimin yan çarı bu. Biraz takılsın onunla bak, ciddi diyorum sana; Malkoç Süvari kendi çarını yaratır Sezen'den."
"Ay Devo saçmaladın." Meriç gözlerini devirerek kahvesinin pipetini dudaklarına dayadı.
"Meri, abim. Sen abimin kadınlarla arasındaki bağı çözebilmiş değilsin. O böyle başı yukarda, sessiz kalmayacak tipleri seviyor. Biliyorum kızım ben."
"Kaç yıllık arkadaşım, ben yanında hiç böyle birini görmedim." Dedi, Kubat.
"Görmezsin abi, Sezen gibi kimse yoktu çünkü."
Gözlerim tüm konuşma anında üçünde gidip gelmişti. Kendi kendilerine kurdukları olayı şaşkınlıkla izlemiştim.
"Devrim n'apıyorsun Allah aşkına?" Diye sordum garip bir şaşkınlıkla. "Kendince bir tablo çizip, ikimizde o tabloya yerleştirdin resmen."
"Hocam dediklerimde ciddiyim, abim seni yanına bir alsa, Malkoç Süvari yan çara dönüşürsün," elindeki, yeniden yaktığı sigarayla Meriç'i işaret etti. "Aha sor dayıya."
"Saçmalama ya." Dedim. Gözlerim Kubat'a döndü. "Ayrıca neden ayak bağı olacakmışım ona ben?"
"Hocam sende çıngar çıkaracak tip var. Ki yapıyorsun da gördük. Amacım bunu kötü anlamda söylemek değildi. Dediklerim yine Devrim'in söylediklerine geldi işte." Devrim'e bakarak bana döndü. "Dengesini bozarsın onun yani, iki cambaz bir ipte oynamaz."
Devrim zafer dolu gülüşle bana baktı. "Bak nereye çıktı konuşma gördün mü? Ayrıca oynar kardeşim neden oynamasın, Allah Allah."
"Şefika teyzeye döndün abi. Resmen ara yapmaya çalışıyorsun ya."
Meriç gözlerini devirerek yanıtladı Devrim'i. Devrim ona cevap vermeden sigarasını içmeye devam etti. Hava soğuktu fakat yalancı güneş açmış yüzüme vurmaya başlamıştı. Çantadaki güneş gözlüğünü alıp gözüme taktığımda bir süre onları izledim.
Kubat Meriç'le konuşurken, Devrim'de ara sıra onlara dahil oluyor ve onaylarcasına bir mırıltı çıkarıyordu. Aralarındaki bağın gücünü ve samimiyetini hissedebilmişim. Kubat Meriç'e ifadesiz fakat bir o kadarda güzel hisler barındıran gözlerle bakıyordu. Devrim ara sıra buna göz devirsede sesini çıkarmıyor ve onları izliyordu. Modern yanı baskın olsada içinden her an fosilleşmiş bir abi çıkabilir gibi geliyordu.
Malkoç'la ilgili beynimdeki soruların cevabını bulmak istesemde, susmaları, geri adım atmama neden oluyordu. Kendi sistemiyle devam eden bir adamın hayatını sorgulamak; tehlikenin çalan çanları gibi hissettiriyordu. Bu düşünceye itilme sebebim; anneannemin baskıları ve karşımdaki insanların garip halleriydi. Yasak olan her şey insana daha çok cazip gelirdi. Sanırım bunu etkisiyle Malkoç'a çekiliyor ve onun hayatını deşmek istiyordum. Hapisten çıkmış bir adamın, suçsuz olması mümkün değildi fakat neyi neden yaptığını ve onu yargılamadan dinlemeyi de elbette istiyordum. Neden uzak durmak gerekti ve neden bana tehlike gibi hissettiriyordu, bilmiyordum. Onu sabaha kadar sorgulamak ve irdelemek istiyordum. İçimdeki eli kalem tutan, mesleğinin etkisiyle şefkat dolu kadın; yapma, diyordu. Fakat her şeyden arınmış kendi halim, Sezen ise; irdele, diyordu. İrdele ve onu çöz. En fazla ne olabilir ki?
Telefonumun çalmasıyla elim masada duran telefona gitti. Dudaklarımda sıkıntıdan uzak bir tebessüm belirdi. Nisan arıyordu.
"Bebeğim?" Dedim.
"Selam Sezen Hocam, İstanbul size yaramadı. Nisan Hoca'yı unuttunuz."
Küskün sesine sarılmak istedim. Onu çok özlemiştim.
"Üzgünüm, haklısın. Gerçekten yaramadı," derin bir nefes verdim. "Seni çok özledim, Nisan.." Karşıdan gelen gülme sesiyle bende gülmüştüm. "İzmir'i, annemi, babamı ve seni çok özledim."
"Keşke şu an seninle Starbucks'ta kahve içsem."
Kaşlarım görmeyeceğini bile bile kalkmıştı. "İnanmazsın ama şu an oradayım."
"Bu soğuk havada ıced caramel macchiato içiyorsun. Aptal hasta olacaksın, İzmir soğuğu sandın herhalde İstanbul'un havasını."
Cevap vereceğim sırada, gözlerim siyah Ford Raptor'dan inen ve buraya doğru gelen Malkoç'a takıldı. Sakin adımlarla yürüyor ve o yürüdükçe üzerindeki siyah deri ceketi hafifçe havalanıyordu. Gözüne taktığı güneş gözlüğünden yüzünü pek göremesemde, ifadesiz olduğunu anlayabiliyordum. Arabaların geçmesini beklemek için durdu. Birkaç saniye durduğu yerden oturduğumuz yere baktı. Gözlükten tam olarak neye baktığını anlamasamda onu es geçtim. Birkaç saniye sonra, arabalar durunca, bizim olduğumuz tarafa yürümeye başladı. Uzun boyuyla salınıyor ve ağır adımlarla yürüyordu. Saçları dağınık bir şekilde bırakılmış ve hafif rüzgarlarla dağılıp duruyordu. Karşıma çıkma, dediğim adam şu an karşımdaydı.
Gözlerimi ondan çektiğimde Meriç'in gözlerini üzerimde hissettim. "Bilmiyordum geleceğini." Dudaklarını oynatarak cevapladı beni. Sorun yok dercesine başımı salladım.
"Kime diyorum? Aloo?"
Kulağımda unuttuğum telefonla kendime geldim.
"Dalmışım Nis. Ne diyordun?"
Gözlerim bizim oturduğumuz masaya yaklaşan Malkoç'a takıldı. Gözündeki gözlüğü çıkarmadan önce masaya baktı ve ardından dükkanın içine girdi. Sanırım kahve alacaktı.
"Bir dakika bekle bir, kapat telefonu."
Dediğini yaparak telefonu kapattığımda, gözlerimi karşımdakilere çevirdim. Hepsi bana bakıyordu.
"Kahve alıp, gelir." Dedi Devrim. Malkoç'u kastettiğini anlamıştım.
"Geleceğini bilmiyordum." Diyerek mırıldandım. Gelmesi beni rahatsız etmemişti fakat uzak duracağını söyleyip, benimle aynı masada oturacak kadar yakın olması da garip ve sinir bozucu hissettirmişti.
"İşi vardı buralarda. Yakın olunca çağırdım bende." Gözleri üzerimde gezindi. Rahatsız olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. "Sorun olmaz değil mi?"
"Elbette sorun olmaz." Diye cevapladım onu.
Birkaç dakika sonra, gözlerim Meriç'e kaydığında sandalyeden kalktığını ve yan sandalyeye kaydığını gördüm. Kalktığı sandalye geri çekildi ve karşıma ne zaman geldiğini anlamadığım Malkoç oturdu. Elinde duran karton kahve bardağını, güneşi gözlüğünü ve arabanın anahtarını masaya bıraktı. Koltuk formundaki sandalyeye yayılarak oturduğunda, etrafına bakındı. Gözlerimiz kesiştiğinde, üzerimde çok fazla oyalanmadan masadakilere baktı.
"Halledebildin mi işleri?" Dedi, Devrim.
"Hemen hemen bitti sayılır." Dedi.
Ellerim masanın üzerindeki kahveme gittiğinde elime alarak onları izlemeye başladım.
"Abi ben bugün evime gideceğim. Yedek anahtar senin arabada olması lazım. Unutturma bana olur mu?"
Evinin zaten olduğunu ve hangi evden bahsettiğini anlamasamda konuşmaya dahil olmadım. Meriç gözlerini abisine dikmiş, cevap bekliyordu. Malkoç, kahve gözlerini ona çevirdi ve başını salladı. "Torpidoda abisi, veririm." Gözleri Kubat'a döndü. "Sen n'aptın? Arabayı gösterdin mi?"
"Gösterdim, halletti Mürvet abi. Düğünü varmış kızının, bekliyorum sizi, dedi."
Gözleri etrafta gezinirken bana takıldı ve demin yaptığı gibi gözlerini hızla yüzümden çekti. Güneşi gözlüğünü gözümden çıkararak çıplak gözle ona bakmaya devam ettim fakat o ısrarla bakmamaya devam ediyordu. Sanki bana bakmamaya yeminli gibi davranıyordu. Sanki ben bir günahtım ve o benden kaçıyordu.
"Gideriz," dedi. "Altını ayarlayalım da adamın eline verelim. Çok yararı dokundu bize, ayıp olur."
Kubat onu onayladığında, Meriç konuştu.
"Bizim nikah işini ne yapacağız?" Gözleri Kubat'a döndü fakat Malkoç ve Devrim'e karşı konuşuyordu.
"Düğün istemediğinize emin misiniz?" Dedi, Devrim. Malkoç'ta onu onayladı. "Aynen, sadece nikah için emin misiniz?"
Meriç gözlerini bana çevirdi. "Sezen bir kadın olarak akıl versene. Ben böyle düğün, kına tarzı şeylerden hoşlanmıyorum. Ne bileyim, sade bir nikah daha hoş geliyor. Sence?"
Elimde duran kahveden bir yudum aldım ve biraz düşünerek onu cevapladım. "Bence gayet mantıklı düşünüyorsun. Sadece samimi olduğun insanların toplandığı küçük bir event yapabilirsin. Sana katılıyorum bu konuda."
Konuşmam esnasında gözlerini yüzümde hissetmiştim fakat ona baktığım an gözlerini hızla çekmiş ve Meriç'e bakmıştı. Benim düşünceme başını salladığını gördüm.
"Cidden böyle bir şey yapmam çok iyi olur. Sadece sevdiğimiz insanların toplandığı bir yemek gibi." Bakışları Kubat'a döndü. Ondan bir onay bekledi. Kubat'ın onaylayan mırıltısıyla gülümsedi ve abilerine baktı. "O zaman Sezen'in dediği gibi yapıyoruz. Düğün falan uğraşamam ben." Hızlı verdiği kararla rahatlamış görünüyordu.
"İşime gelir, göbek atamam ben zaten."
Devrim'in huysuz sesine güldüğümde bana baktı. "Birde millet için o kadar para harcayacağız, düğüne gelip, pasta yiyecekler sonra arkadan dedikodu yapacaklar. Siktir et, böyle çok iyi."
Onu gülerek onayladığımda, o da bana gülmüştü. Gözlerimi ondan çekerek sessizce oturan Malkoç'a baktım. Dudaklarına dayadığı kahveden yudum alırken, yüzünün yarısını kapatan karton bardaktan, sadece gözlerini görebilmiştim. Gözleri yüzümdeydi ve beni şaşırtarak kısa bir süre öylece bakmıştı. Açık kahve gözleri, yalancı güneşin hafifçe vurmasıyla daha belirgin bir hale gelmiş ve parlamıştı. Kahveyi dudaklarından ayırdı ve gözlerini de benden çekti. Bu yaptığı sinirimi bozmaya başlamıştı.
Arkamda bir hareketlilik olduğunu sezdiğimde, masadakiler arkama doğru bakmıştı fakat ben bakmadan, gözlerim bir el tarafından kapatılmıştı. Gözlerimin üzerinde duran ellere dokunduğumda kim olduğunu anlamaya çalıştım. Yan tarafımdan duyduğum kıkırtıyla kaşlarım çatıldı.
"N'oluyor ya?"
Gözlerimden çekilen elin sahibi, omzundan sarkarak yüzüme baktığında, ağzım şaşkınlıkla aralandı.
"Selam ex manita."
"Erim?" Dedim, şokla. Omzumdan sarkıttığı başıyla gülerek beni izliyordu. "Ne işin var senin burada?" Gülen gözleri yüzümde gezindi ve yan tarafımı işaret etti. "Bunun sayesinde geldik." Dedi. Başımı çevirip o tarafıma baktığımda, şaşkınlığım artmaya devam etti. "Nisan?" Dedim, şokla. Sandalyeden hızla kalkarak kollarımı boynuna doladım. Sandalyeden çıkan sert sesle birkaç kişi dönüp bize bakmıştı fakat onları umursamamıştım. Elinde tuttuğu kahveyi havaya kaldırdı ve diğer elini belime doladı. "Sen beni özlersin de ben gelmem mi be?" Sıkı sarılışımla ondan ayrıldığımda yüzüne baktım. Gözlerim güzel yüzünde gezindi. Onun gözleride şefkat ve özlemle bana bakıyordu. "Sen uzaktan beni izleyip, tahminleri öyle yürütüyordun değil mi? Çakal seni." Gülerek saçlarımı karıştırdığında ondan uzaklaştım. "Müneccim değilim Sezi," başını döndürerek, bizi gülerek izleyen Meriç'i işaret etti. "Meriç sağ olsun. İzmir'den gelene dek yardımcı oldu. Burada olduğunu da ondan biliyoruz." Şaşkınlıkla ikisinin yüzüne baktım. "Siz nereden tanıştınız?" Dedim, şüpheyle. Nisan kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. "İnstagram'dan, hikayene eklediğin kahve storysinden. Oradan Meriç'e istek attım ve konuştuk. Sosyal medya sağ olsun."
"Exine sarılmak yok mu hocam?"
Arkamdaki Erim'e döndüğümde bana baktığını gördüm. Gözlerimi devirdiğimde, açtığı kolları arasına girerek ona sarıldım.
"Hoş geldin." Dedim. Uzun kollarını bedenime doladı. "Hoş buldum, Sezi."
Kolları arasından çıktığımda boş sandalyelerden birini çekerek yanıma oturdu. Nisan'da diğer tarafıma oturmuştu. Gözlerim özlemle Nisan'da gezindi. Sanki İzmir'in havasını getirmişti kollarında. Ona sarıldığımda hissettiğim en güzel duygu buydu. Ellerini kaldırarak yüzüme koydu ve kocaman öptü. Ona karşılık verdiğimde bir süre özlemle bakıştık.
Gözlerim istemsizce Malkoç'a döndüğünde, deminkinin aksine, gözlerini çekmeden, net bir şekilde beni izliyordu. Dikkatli bakışları bende ve Erim'de dolaşıyordu. Hafifçe çatılmış kaşları alnını kırıştırmıştı ve o kırışıklığa dokunarak düzeltme isteğiyle dolmuştum. Devrim'in önündeki sigaradan bir dal alarak dudakları arasına yerleştirdi ve çakmakla ucunu ateşledi. Sigaradan bir duman çektiğinde, duman ağzından ve burnundan süzülmeye başladı. Kahve gözleri Erim'i ince bir merakla süzüyor ve ardından bana dönüyordu. Kim olduğunu anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı.
Nisan ve Meriç, ilk defa tanışan iki insandan uzak bir samimiyetle kendi aralarında konuşuyordu. Kubat sevgilisine bakıyor ve onu izliyordu. Devrim'in gözleri ise ben, Erim ve Malkoç üzerinde geziniyordu.
"Özlettin kendini. İstanbul'a gelmeden görüşemedik bile."
Erim'e döndüğümde arkasına yaslanmış beni izlediğini fark ettim. İri yeşil gözleri yüzümde dolaşıyordu. Açık kumral ve orta uzunluktaki saçlarından birkaç tutam gözünün önüne düşmüştü. Sakallarını kesmiş ve bebek poposu yüzüyle, yirmi yedi yaşından daha genç duruyordu. Üzerindeki beyaz ince boğazlı kazak ve altındaki kot, ona yakışmıştı. Önceden bir senelik ilişki yaşamamış iki insan gibiydik. Bakışları ve konuşması dost kavramını hissettiren türdendi. Erim'le olmadığını ve ilerlemediğini anladığımızda, arkadaş kalmaya karar vermiştik. Ve bu karar en iyi kararlardan biriydi.
"Ben de özledim." Dedim. "Hepinizi."
"İzmir'de özledi seni. Sahil, kamp sandalyelerimiz, midye ve bira."
Samimi konuşmasıyla ona gülümsedim. O da bana karşılık vermişti. "Hatırlatma, yoksa ilk uçakla her şeyi bırakıp, İzmir'e dönerim."
"E dön be kızım. İstanbul'da yaşamak sana göre değil, Sezi. Sen sakin ortamların kadınısın. Burası bana göre, orası sana göre."
Gözlerimi devirdim ve yüzüne bakmaya devam ettim. "Yaşlı bir kadınla konuşuyormuşsun gibi hissediyorum. O yüzden kapa çeneni."
Bana güldüğünde, gözleri karşımda oturan Malkoç'a kaydı. Ardından Devrim'e.
"Selam bu arada," dedi. "Erim ben."
Devrim başını sallayarak cevapladı onu. "Hoş geldin." Dedi. "Devrim ben." Fakat Malkoç öylece durmuş benim ve Erim'in yüzüne bakıyordu. Gözlerini bir günaha değdirmiş gibi kaçıran adam, şimdi gözlerini hiç çekmeden beni izliyordu. Dengesiz tavırlarının nedenini sorgulasamda tek bir nedene ulaşamadığım için yüzüne bakmaya devam ettim. Kahve gözleri kısılmış gözlerimi süzüyor ve ardından Erim'e dönüyordu.
Malkoç'un konuşmayacağını anlayınca, Erim'i ben cevapladım.
"Erim," dedim. Elimle Malkoç'u işaret ettim. "Bu Malkoç," ne diyeceğimi bilemez şekilde birkaç saniye bekledim. "Çalıştığım okulun sahibi."
"Öyle mi?" Diyerek gülümsedi Erim.
Malkoç'un sesini duydum. "Hoş geldin birader."
Gözlerimi devirmemek için zor dururken gözlerimi ondan çektim.
"Sezen'in eski sevgilisi misin sen?"
Birkaç saniye önce çektiğim gözlerimi hızla tekrar ona çevirdim. Gözleri gözlerime değdiğinde, gözlerim sinirle kısılmış yüzüne bakıyordum. Erim kaşlarını kaldırıp yüzüme baktığında, şaşırdığını anladım.
"Evet," dedi. "Sevgilisi ve arkadaşı."
"Eski," diyerek düzeltti Erim'i. Boğazını temizledi. "Eski sevgilisi."
Erim anlamaz gözlerle yüzüme bakarken, başımı boş ver dercesine salladım. Önümde duran kahveyi karşımdaki adamın yüzüne fırlatıp, ne yaptığını sormak istiyordum.
Erim yavaşça kulağıma eğildi. "Sezi, bu adam neden her an beni masaya yatırıp, masadaki tüm kahvelerle kahve banyosu yaptıracak gibi bakıyor?"
Kaşlarım çatıldığında yüzümü Erim'e çevirdim. Kulağımda duran yüzü, ona dönmemle burun buruna gelmemizi sağladı. Kendimi hafifçe geri çektiğimde. Masaya çarpan şeyle, hızla sese baktım.
"Böldüm ama," dedi, Malkoç. "Ayağım çarptı."
Gözlerimi ondan çevirerek Erim'e baktım.
"Öyle bakmıyor, abartma istersen."
İri yeşil gözleri saniyelik Malkoç'a döndü ve tekrar bana baktı. "Ayağı falanda çarpmadı bu arada. Kendisi yaptı bence."
Ona cevap vermeden uzaklaştığımda beni izleyen adama baktım. Sert çehresinde ne görmek istedim bilmiyorum fakat bir süre onu izledim. Açık kahve gözleri benden ara ara çekilsede yine son durağı yüzüm olmuştu. Sessiz bir bakışmaydı ve buna anlam yüklemeden gözlerimi ondan çektim.
"Ben lavaboya gidiyorum." Dedim, masadakilere ithafen.
Ceketimi üzerimden çıkararak sandalyeye astığımda, içeri girerek lavaboya yöneldim. Kahve kuyruğunda bekleyen insanların arasından geçerek, küçük ve sade bir dekorla modern hale getirilmiş, dar koridora girdim. Tuvalete gireceğim sıra arkamda onun sesini duydum.
"Sarışınlardan hoşlanıyorsun sanırım."
Gözlerimi çevirerek arkamda duran ve duvara yaslanıp kollarını göğsünde bağlayan adama baktım. Deri ceketini çıkarmış ve altındaki beyaz tişörtüyle kalmıştı. Göğsünde bağladığı kolları, şimdi daha iri ve büyük gözüküyordu.
"Sarışınlardan hoşlanıp, hoşlanmadığımı öğrenmek için mi geldin arkamdan?"
Gözleri kısıldı. Bende onun gibi kapıdan uzaklaştım ve karşısındaki duvara yaslanarak kollarımı göğsümde bağladım.
"Cevap versene, bi'."
"Zamanında hoşlanmışım demek ki." Diye cevapladım onu.
"Seni daha zevkli beklerdim."
Kaşlarım havalandı. "Karşıdan insanları tipine göre beğenip, hayatına alan bir kadın olarak mı görünüyorum?"
"Daha çok; hayatına nasıl girilir, diye düşündüren kadın olarak görünüyorsun."
Afalladığımda es vermeden konuşmaya devam ettim. "Hayatıma girmek için kimsenin bir şey yapmasına gerek yok." Dedim. "Ayrıca," Gözlerim yüzünde gezindi. "Erim gayet yakışıklı bir adam."
Bir süre sessiz kalıp yüzüme baktı. "Bir, hayatına girmek için, neden kimsenin bir şey yapmasına gerek yok? İki, demek gayet yakışıklı bir adam."
"Ben burada tek bir soru algıladım." Dedim.
"Algıladığına cevap ver o zaman."
Kaşlarım çatıldı. "Bana emir vererek konuşma." Dedim.
"Algıladığınız soruya cevap verebilme imkanınız olur mu Sezen Hocam?"
Sesi ve yüzü ifadesizdi fakat söylediğinin aksine kelimeleri alayla kibarlaştırması, gülmemek için kendimi tutmama sebep oldu. Gülmeden yüzüne baktım.
"Kimsenin bir şey yapmasına ihtiyaç yok çünkü, ben birinden etkilendiğim zaman zaten onu hayatıma almak için ya da onun hayatına girmek için adım atarım. Yani eğer karşı tarafta buna müsait bir konumdaysa. Karşı tarafın bir şey yapmasına gerek kalmaz bu yüzden. Açıklayıcı oldu mu?"
Dikkatlice beni dinliyordu. "Müsait falan derken?"
"Ne o," dedim, alayla gülerek. "Sevdiğin kadına falan açılacaksında benden taktik mi alıyorsun?"
"Otuz yaşında adamım, taktik alacak yaşı geçtim." Dedi. Gözleri dikkatle yüzümde dolaştı.
"Otuz yaşında adamsın ama hâlâ yeni ergen gibi dengesizliği üstünden atamamışsın."
Kaşları çatıldı ve dudakları açılıp kapandı. Bir şey söyleyecekti fakat söylemiyordu.
"Bana, git dedin. Kendin, git dediğin kadının dibinde bittin. Garipsin. Nasıl bir çelişki bu? Üstelik anneanneme söz verdin. Hemde çok saçma bir durum için. Benden uzak durmak için."
Cevap vermesi için sustum. Konuştuğumuz konudan sapmış ve o saçma olayın ortasına gelmiştik.
"Dizlerin nasıl oldu?" Dedi. Ağzım şaşkınlıkla aralandı.
"Konu dizlerim mi?" Dedim. "Dediklerime cevap ver."
Dudağının kenarında alaycı bir gülüş belirdi. "Bana emir vererek konuşma." Dedi. Cümlemi taklit eden cümlesiyle göz devirdim.
"Cevap ver, Malkoç."
"Kaba kadın."
Sinirli bir nefes verdim. "Karşıma çıkma demiştim sana. Neden şu an buradasın?"
Soğuk yüzü karşımda durmuş bana bakıyordu. "Nerede olmak istersem oradayım. Bunu hesabını verecek değilim."
"İflah olacak bir tip değilsin," dedim, umursamaz bir sesle. "Seninle uğraşamam."
Duvardan çekilerek lavaboya gireceğim sıra arkamdan seslendi.
"Uzak duruyorum." Dedi. Birkaç saniye önce dediğimi kastederek.
Başımı çevirerek ona baktım. "Anlamıyorum seni.." diyerek mırıldandım. "Uzaklık algın çok farklı olmalı."
Kollarını çözdü ve iki adımda önümde durdu. Uzun boyuyla, başımı hafifçe kaldırarak ona baktım. Gözlerim yüzünde geziniyor ve gözünün kenarında, sadece yakından belli olan beninde geziniyordu. Elini kaldırdı ve saçlarımın arasından firar eden saç tutamına dokundu. Saçı kulağımın arkasına sıkıştırdığında onu izliyordum. Gözleri gözlerimde, yanaklarımda, saçlarımda ve en son olarak dudaklarımda durdu. İstemsizce dudaklarımı birbirine bastırdım. Sinirim geçmiş öylece onu izliyordum. O da beni. Birkaç saniye gözlerini aynı yerde sabitledi.
"Deniyorum," dedi. "Uzak durmayı." Derin bir nefes verdi. Başını eğmesinden dolayı nefesi dudaklarımı bulmuştu. Karnımın karıncalanması ve ardından bu hissin geçmesi saniyeleri almıştı. "Şems-i Tebriz'i ne demiş; olduğu kadar; olmadığı kader."
"Ne demek bu?" Dedim, yutkunarak.
"Olduğu kadar; olmadığı kader, demek." Dedi. "Yoksa sen, senden uzak durmamı istemiyor musun?"
Sorumu açıkça cevaplamamıştı. Baş parmağı yanağıma dokununca, irkilerek ona baktım. Gözlerini dudaklarımdan çekerek gözlerime baktı. Açık kahve gözleri yüzümde gezindi. Bende onun yaptığı gibi baktım ona. Bir süre sessizce ve garip bir şekilde birbirimizi izledik.
"Lavaboya girmem lazım." Dedim, sessizce. "Ayrıca ne alakası var? Uzak dur ya da durma ne fark eder."
Bana cevap vermedi, konuşmasını başka konudan devam ettirdi. "Ayrıca ex manita falan ne iş?" Yüz ifadesi ciddiyete bürünmüştü.
Kaşlarımı çatarak bir adım geri gittim. "Şu an seninle ex manita muhabbeti yapacağımı düşünmüyorsun herhalde?"
Gözleri yüzümde gezindiğinde anlamsızca bende ona bakıyordum. Bakışları yüzümden kayarak boynumda durdu ve elleri boynuma ulaştı. Parmakları kolyemde durdu ve bakışlarımı indirdiğimde, karışan kolyemi düzelttiğini gördüm.
"Savaştan çıkmışa dönmüş." Dedi, kolyeyi kast ederek. Boynuma değen elleri usulca dokunuyor ve kolyeyi düzeltmeye çalışıyordu. Sıcak elleri dokunuşlarını istemsizce olduğu yere bırakıyordu.
Kendimi hızla ondan çekerek ve bir şey söylemeyerek lavaboya girdim. Ânın etkisi bedenime bulaşmış, garip heyecansa garip bir etki etmişti. Sağlıklı bir kadının yaşayacağı duyguları yaşıyor bir erkekten garip bir şekilde etkileniyordum. Bunun gayet normal bir şey olabileceğini biliyordum fakat bunun Malkoç'a karşı olduğunu bilmek, beni fazlasıyla garip hissettirip, düşündürüyordu.
Ondan uzaklaşıp lavaboya girdiğimde, makyajıma dikkat ederek, yüzüme biraz su çarptım. Soğuk su ürpermeme sebep olurken beni kendime getirmişti. Kafamdaki düşünceler soğuklukla dağıldı ve su bedenimi hafif bir üşümeyle kendine getirdi. Masaya aptal gibi dönmek istemiyordum. Gözlerim boynumdaki kolyeye kaydığında düzeltmiş olduğunu gördüm. Ellerim istemsizce boynuma kaydı ve ardından ateşe dokunmuş gibi hızla çekildi.
İşlerimi hallederek masaya döndüğümde, herkesin bıraktığım gibi olduğunu gördüm. Malkoç'ta aynı yerine oturmuş ve masaya yürümemden itibaren beni izlemişti. Etkisi onu görmemle devam etmişti ve soğuk suyun yerini tekrar hafif bir sıcaklık almıştı.
"Tuvalete düştün sandım." Dedi, Erim. Sandalyeyi çekip oturduğumda, gözlerim anlık Malkoç'a kaydı.
"Yok," dedim. "Sıra vardı da."
Malkoç'un alayla bir nefes verdiğini duydum fakat ona bakmadım.
"Zayıflamışsın bu arada Sezen." Dedi, Erim ciddiyetle. Kaşları çatılmış dikkatle vücuduma bakıyordu. "Sana iyi bir program yazalım. Kilonu koru, daha fazla verme. Çocuk gibi kalacaksın sonra."
"Cidden mi?" Dedim. "Uzun zamandır tartılmıyorum."
Elleri belime dokundu ve üzerimdeki tişörtü gererek belimi ortaya çıkardı. "Kaşık kadar kalmış yavrum, baksana."
"Aynadan bakmam lazım, uzaktan daha iyi anlarım."
Erim ellerini çekerek gözlerini bedenimde gezdirdi. "İki aylık listeyle kurtarırız."
"Ee birader," dedi, Malkoç. Sesinde garip bir gerginlik vardı. "Bitti mi ölçme biçme işlemin?"
Erim kaşlarını kaldırarak ona baktı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi.
"Bitti." Dedi Erim şaşkınlıkla.
"İyi," dedi. "Bitsin zaten. Anlat bakalım, ne iş yapıyorsun?"
"Diyetisyenim ben. Kendi ofisim var."
"Diyetisyensin?"
"Evet, diyetisyenim."
"Neden?"
Erim bana döndü ve ne diyor bu diyerek baktı.
"Diyetisyenim işte," dedi.
"Milleti ölçüp biçmek için mi seçtin bu mesleği?"
Erim dediğini anlamasada ben ters konuştuğunu gayet rahat anlamıştım.
"Yok ya," dedi. "Tabii bazen gelenler oluyor ama ben iş başında yapmam öyle şeyler," bana döndü ve alayla güldü, "Sezen bilir."
Gözlerim şokla açılmış ona bakıyordum.
"Neyi bilir birader?" Malkoç'un sesi sertleşmiş ve gözleri ikimiz arasında gidip gelmeye başlamıştı. Aptalca ucu açık bir şey söylemişti.
"Geri zekâlı mısın Erim?" Dedim, sinirle.
Erim çok rahat bir insandı ve insanlardan çekinmeden, her şeyi çok rahat konuşabilirdi. Şu an o anlardan birindeydik ve onu boğmak istiyordum.
"Kime diyorum? Sezen neyi bilir oğlum?"
Malkoç'un sorgu dolu ve gergin sesiyle, kendi arasında konuşan Nisan ve Meriç'te bize dönmüştü.
Erim yerinde toplanarak bana ve Malkoç'a baktı. "Şaka yaptım abi, ne bu gerginlik ya." Dedi. "Sezen'le aramızda bir şakaydı."
"Ne şakası?" Dedi, Malkoç.
"Özel bir şaka." Dedi, Erim.
"Özel şaka ne?"
"Bildiğimiz özel bir şaka. İkimizin bildiği."
"İkinizin bildiği ne birader?"
Erim sorguya çekilmenin şaşkınlığıyla bana baktı. Ona sinirli bir bakış attığımda gözlerimi Malkoç'a çevirdim. "Şaka işte, Malkoç."
Gözleri yüzümde gezindi. "Böyle şaka mı olur kızım?"
"Ben tuvalete gideyim." Dedi, Erim. Masadan kalktığında bir süre arkasından baktım.
"Sakin ol kanka." Dedi, Kubat. "Kendi aralarındaymış."
"Evet abi, kasma bu kadar." Dedi, Devrim.
Gözleri bana döndü ve masada bana doğru eğildi.
"Hayırdır hocam," dedi. "Ne diyor bu erik?"
Yüzümü buruşturarak ona baktım. "Erik mi?"
"Konu erik mi Sezen?" Dedi, ciddiyetle. "Hayırdır? Sezen bilir falan, ne diyor bu?"
"Boş konuştu sadece. Bir şey bildiğim falan yok." Gözlerim kısıldı. "Hem seni ne ilgilendirir ya?"
Gözlerini yüzümde dolaştırdı ve geri çekilerek sandalyeye yaslandı.
"Doğru," dedi. "Beni ne ilgilendirir. Erik'le senin aranda. Pardon," dedi kaşlarını çatarak,"Exinle senin aranda." Bunu üstünü bastırarak söylemişti.
Nisan güldüğünde hepimiz şaşkınlıkla ona baktık. "Malkoç'tu değil mi?" Dediğinde, herkes başını salladı. "Erik iyimiş. Bundan sonra Erim değil Erik."
Meriç ve Devrim'de ona gülerek eşlik ettiğinde masada sadece; ben, Kubat ve Malkoç sessiz kalmıştık.
Erim'in dediği o ucu açık ve her yöne çekilebilecek şey, mesleğe yeni başladığımız zamanlardan kalan bir anıydı. Genç bir kadın Erim'den hoşlanmış ve ofiste ona sarkıntılık yapmıştı. Kadın masaya çıkıp, onunla beraber olmak istediğini söyleyince; ofiste olay çıkmıştı. Erim'de, iş yerinde böyle bir şeyi asla yapamayacağını söyleyip, ucunu açık bırakmıştı. Asıl nokta ise kadının kendince ofis fantezisi olmasıydı... Olay bu kadar aptalca ve basitti. Bu da aramızda bir anı olarak kalmıştı ve biz Erim'le hep dalga geçmiştik.
"Nisan," dedim. Konuyu dağıtmak istedim. Bana baktığında konuşmama devam ettim. "Kalmayı planladığınız bir yer var mı?" Dedim.
"Üniversiteden Kaya vardı hatırlıyorsun değil mi?" Dedi. Başımı salladığımda, konuşmaya devam etti. "Butik bir oteli varmış, Bebek'te. Buraya geleceğimizi duyunca, Erim'le beni misafir etmek istedi. Hatta seni sordu, burada olduğunu söyleyince, Sezen'i de beklerim kesinlikle falan, dedi."
"Anneannemde kalırız isterseniz." Dedim. Başını olumsuzca salladı. "Yok yavrum, Menkıbe teyzeyi zaten göreceğiz ama, otel daha iyi olur. Yani sende kalırsan tabii. Daha rahat oluruz, ne dersin?"
Ben cevap vermeden Meriç konuştu.
"Bende kalalım," dedi. "Yani isterseniz sizde. Daha rahat olur hem."
"Yani bilmem..." dedi, Nisan. "Sana rahatsızlık vermeyelim?"
Meriç cevabıyla kocaman gülümsedi. "Saçmalama ya, ne rahatsızlığı? Kalırsanız çok sevinirim." Gözlerini bana çevirdi. "Olur mu Sezen?"
Nisan'a baktığımda gözlerinden bu durumdan rahatsız olmadığını anladım. "Olur o zaman." Diye cevapladım Meriç'i. Küçük bir çocuk gibi sevindiğinde, Kubat'ın onu izlediğini gördüm. Kubat bakışlarını bana çevirdiğinde bir süre yüzüme baktı ve gözlerini teşekkür edercesine açıp kapadı. Bunu neden yaptığını anlamasamda, ona gülümsedim.
"O herif senin evde kalmayacak değil mi Meri?"
Malkoç Meriç'in yüzüne bakmadan ve başka bir şeyle ilgileniyor gibi konuştu. Gözlerini önünden çekmemişti.
"Tabii ki kalmayacak," dedi, Kubat, Meriç'ten önce davranarak.
"Mağaradan yeni çıkmış ayılar gibi davranmayın." Dedi kaşlarını çatarak. "Benim evimde kimin kalacağı size düşmedi herhalde."
"Meri!" Dedi, Malkoç. "Anahtarı vermem, gider mahallede kalırsın." Sesinde uyarıcı bir tını barındırıyordu.
"Çilingirle açtırırım." Dedi, Meriç umursamazlıkla.
"Aynen açtırırsın," dedi Malkoç. "O açan çilingirin götünü delerim."
Yüzümü buruşturarak ona baktım. "Pis pis konuşma." Dedim. Gözleri bana kaydı fakat cevap vermeden hızla çekildi.
"Poposunu oyarım, de abi," dedi Devrim. "Daha kibar."
Şaşkınlıkla Devrim'e baktım. O da bana bakmıştı. "Her lafın kibar bir hâli vardır Sezen'ciğim." Dedi. "Göt delmekten daha iyi en azından."
"Amma dır dır ettiniz ya. Susun artık. Erim'e küçük odayı veririm, biz salonda yatarız kızlarla." Meriç'in sesi sinir doluydu. Anladığım kadarıyla ona karışılmasından hiç hoşlanmıyordu.
Kubat bir şey demeden Meriç'e bakıyordu. Sanırım herkesin içinde onunla konuşmak istemiyordu fakat buna onay vermediğini gözlerinden anlayabiliyordum.
"Bugün mahalledeki evi ilaçlayacaklar. Bende sana geliyorum." Dedi Malkoç. Soğumaya yakın kahvesinden bir yudum aldı.
"Diğer evine git abi?" Dedi, Meriç sorarcasına. "Ya da Kubat'a gidin."
"Canım sana gitmek istiyor Meriç?" Dedi, aynı şekilde Malkoç. Sesi tersti.
"Ben de geleceğim o zaman." Dedi, Devrim. Kubat'a döndü. "Kubat kafadan gelir zaten."
"Öyle yaparız o zaman." Dedi Kubat.
"Evleri yok gibi sanki ya." Meriç sinirle solumuştu.
"Kalabalık olacak zaten. Biz gelmesekte olur Meriç?"
Meriç gözlerini Nisan'a çevirdi. "Siz misafirsiniz. Misafir olmayanlar düşünsün Nisan." Dedi, diğerlerine topu atarak.
Şu an ani bir kararla herkes Meriç'in evine gidecekti ve Meriç bu durumdan hiç mutlu değildi. Sorun Erim'di ya da değildi bilmiyorum ama Malkoç'un neden böylesine yükseldiğini anlamamıştım. Üstelik öğrendiğim ve kendi evi varken Meriç'e gelmesi de garip gelmişti. Dakikalar sonrasında Erim'in gelmesiyle oradan kalkmış arabalara yürümüştük. Nisan'ın bana ufak bir sürprizi vardı ve bu sürpriz benim arabamla gelmiş olmasaydı. İstanbul'a uçakla geldiğim için arabam orada kalmıştı. Annemler buraya geleceği zaman getireceğini söylediğinde sesimi çıkarmamıştım. Nisan ve Erim buraya gelerek sürpriz yaptığı için, gelirken arabamla gelmiş ve bir taşla iki kuş vurmuşlardı. Yol boyunca arabamı özlemle kullanmış ve çocuğuma kavuşmuş gibi hissetmiştim. Arkada oturan Erim, sürekli Malkoç'u sormuş ve Nisan'da ona, sesini kesmesi için sürekli uyarılarda bulunmuştu. Malkoç'un sorgulayıcı soruları onu doğal olarak merak ettirmiş ve irdelemesine yol açmıştı. Hatta bir ara Erim, Malkoç'un benden hoşlandığı saçmalığını bile dile getirmişti. Benim terslememle ise sesini keserek telefonuna bakmaya devam etmişti.
Arabayı uygun bir alana park ettiğimde kontağı kapattım ve arabadan indim. Nisan ve Erim'de benim gibi indiğinde, bizden önce eve varan ve şimdi bize camdan el sallayan Meriç'e bakarak apartmana girdik. Burası lüks ve güvenilir olduğu gayet belli olan bir siteydi. Kapıdan geçerken güvenlik bizi bin kere sorguladıktan sonra içeri alabilmişti.
Asansöre bindiğimizde Erim aynadan saçını düzelterek bize baktı.
"Sezi bak bu Malkoç denen herif gece bir şey yapmaz değil mi?"
Nisan alayla güldüğünde bende ona göz devirmiştim.
"Saçmalama Erim," dedim. "Malkoç'un seninle ne işi olur Allah aşkına."
"Kızım bak o adam senden hoşlanıyor gibi. Kurdun kuzuya baktığı gibi bakıyor bana. Affedersiniz ama sikilecek gibi hissediyorum baktığı zaman."
"Pisleşme ya." Dedik Nisan'la aynı anda. Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Hoşlanma falan ne ayrıca? Saçma saçma konuşup durma. Yok öyle bir şey." Dedim.
"Ne?" Dedi başını sallayarak. "Harbi öyle." Aynada bedenini incelmeye başladı. "Ah ah," dedi, yalancı bir isyanla. "Exim elden gidiyor."
"Of boş yapma Erik. Siz sevgili değil birader gibi bir şeydiniz Sezi'yle. Yalandan üzülmene gerek yok yani."
"Erik mi?" Dedi Erim şaşkınlıkla. "Erik ne Nis?" Buna takılmadan konuşmaya devam etti. "Pardon ya, dışardan bakınca kütür kütür bir erik olduğumu unutuyorum. N'apalım işte," dedi, havalı bir şekilde. "Bizde kütürtülecek bir erik olarak gelmişiz dünyaya."
"Aynen kanka," dedi Nisan. "Başka şekilde kütürdetmesinler de seni."
Bu dediğinde güldüğümde Erim bize göz devirerek kendini izlemeye devam etmişti. Onuncu katta indiğimizde asansörden çıktık ve bizi kapıda bekleyen Meriç'le karşılaştık. Yüzünde gerçek bir misafirperver olduğunu belli eden gülüş vardı.
"Hoş geldiniz." Dedi, harfleri uzatarak. Şu an onun evine gelmemizden gerçekten çok mutlu duruyordu. Yüzündeki mutlu ifadeye gülümsemeden edemedim.
"Selam," dedi, Nisan gülerek. Yolda durduğumuz zaman aldığı makaronları Meriç'e uzattı. "Kuşlar sevdiğini öttü bende aldım."
Meriç Nisan'ın arkasında duran bana baktı. "Hangi kuş o biliyorum." Dedi, gülerek.
"Selam tekrardan," Erim elinde duran poşeti Meriç'e uzattı. "Daha önce yedin mi bilmiyorum ama sana bomba getirdim. İzmir'in ki kadar elbette güzel olamaz ama tadına bakmanı isterim."
Meriç Erim'e gülümseyerek poşeti aldı. "Zahmet etmeseydiniz keşke, teşekkür ederim." dedi, eliyle içeriyi işaret etti. "Geçin hadi kapıda durmayın."
Ayakkabılarımızı çıkarıp içeri geçtiğimizde geniş holden geçerek salona girdik. Salon o kadar ferah ve iç açıcıydı ki enerjisinin bana iyi geldiğini hissettim. Mahalledeki evinde olan L koltuktan daha büyüğü ve krem rengi köşede konumlandırılmıştı. Duvarlar fil dişi rengine boyanmış ve yine Meriç'in yaptığına emin olduğum tablolarla donatılmıştı. Kapının girişinde masif ahşaptan masa ve sandalye takımı duruyordu. Masanın üstünden sarkıtılan hasır avize çok hoş gözüküyordu. L koltuğun karşısında büyük bir televizyon ve altında ünlü yazarlara sahip kitaplar yer alıyordu. Ortada şeffaf çamdan büyük bir orta sehpa vardı ve üzerinde bembeyaz tüylere sahip bir kedi yatıyordu.
"Meriç bu kim?" Dedim kediye bakarak. Meriç yanımdan geçerek kediyi kucağına aldı ve bana yanaştı. "Mırnak bu Sezen hoca," dedi, kedinin patisini bana uzatarak. Kedinin yumuşak patisini elime aldığımda, Meriç devam etti. "Sezen hoca bu Mırnak."
Ona güldüğümde, bana iri ve şaşkın gözlerle bana Mırnak'a döndüm. "Selam Mırnak."
Mırnak miyavladığında Erim'in sesini duydum.
"Vay canına bu bizi anlıyor olabilir mi?" Dedi şaşkınlıkla.
"Onun bir beyni var ve elbette bizi anlar." Dedi Nisan, bir çocuğa bir şey anlatır seviyede.
Mırnak'ı kucağıma alıp onu sevmeye başladığımda hırıldayarak bana sürtündü. Hep beraber koltuğa geçtiğimizde herkes koltuğa yayılmıştı. Nisan ve Erim sanki Meriç'i yıllardır tanıyor gibi rahatlardı. Meriç'in bakışlarından anladığım kadarıyla bu durumdan çok memnundu.
İçeriden gelen adım sesleriyle, Malkoç, Devrim ve Kubat içeriye girdi. Malkoç ve Kubat'ın gözleri koltukta oturan bize takıldı.
"Geldi kurt." Dedi yanımda oturan Erim, huzursuzlukla. Bıyık altından ona güldüğümde bakışlarımı buraya doğru gelen adamlara çevirdim.
Koltuk o kadar büyüktü ki herkes rahatlıkla sığmıştı. Malkoç gözlerini önce kucağımda duran Mırnak'a sonrasında bana çevirmişti. Şimdi gözlerimiz çekinmeden birbirine bakıyor ve uzun uzun bakışıyordu. Aramızda oturan Nisan ve Devrim'i umursamadan öylece bakışıyorduk. Gözleri kısıldı ve yüzümü incelemeye devam etti. Bende onun yaptığı gibi yüzünü inceliyor ve kendimi çekmiyordum. Gözlerini benden kaçıran ve anlık uzaklığını gösteren dengesiz adam, şimdi çekinmeden beni izliyordu.
"Size kıyafet vereyim."
Beni bu andan koparan Meriç olmuştu. Gözlerimi ondan usulca çektim ve ayağa kalktım. Nisan ve Erim'de benimle birlikte ayaklanmıştı.
"Sen nereye birader?" Dedi Malkoç, Erim'e bakarak.
"Soyunmaya." Dedi Erim, gerginlikle.
"Soyunmaya?" Malkoç'un sesi sorarcasına çıkmıştı.
"Bunlarla mı oturayım?" Üzerindeki kıyafetleri gösterdi.
"Kızlar üzerini değişecek. Sen buraya otur."
"Bende başka yerde değişirim."
Malkoç Erim'i kolundan çekerek yanına oturttu.
"Sonra değişirsin." Dedi. Gözleri Devrim'in açtığı televizyondaki filme takıldı.
Odadan çıkarken Erim'in gergin bakışlarıyla kesişmiş ve gülmeden edememiştim.
Nisan, ben ve Meriç odaya girdiğimizde, Meriç ikimizin üzerine kazak ve tayt vermişti. Üzerimizi giyindiğimizde kısa süre bir görüşmeyle anneannemi bilgilendirmiş ve burada kalacağımı söylemiştim. Laf arasında ağzımı aramış Malkoç'u sormuştu. Ona onun burada olmadığını söylemiştim. Yalan söylemek istememiştim fakat ağzımdan çıkan ilk şey bu olmuştu.
İçeri geçtiğimizde onlarında üzerini değiştiğini ve aynı yerlerine kurulduğunu görmüştüm. Kubat salonun girişindeki masaya oturmuş ve bilgisayardan bir şeylere bakıyordu. Meriç yanımdan geçerek onun yanına oturdu. Kubat yamacına yanaşan kadının saçlarına öpücük kondurdu. Dudaklarım onların bu haliyle gerilerek geniş bir tebessüm oluşturdu.
"Sezen gelsene." Dedi Devrim, eliyle yanındaki boş yere vurarak. Çekinmemi istemiyor gibi bakıyordu yüzüme.
Yavaş adımlarla yanına gidip oturduğumda, koltuğa gidene kadar Malkoç'un yabani bakışlarını üstümde hissetmiştim.
Devrim'in yanına oturduğumda, şimdi Malkoç'la ikisi arasındayım. Malkoç'la arama mesafe koymaya çalışarak Devrim'e yanaştım. Gözlerini üzerimde hissetmeye devam etsemde ona bakmamıştım.
"Arkadaşın nerede?" Dedi, Nisan'ı kastettiğini anlamıştım. "Yanımdaydı," dedim etrafa bakınarak. "Telefonla konuşmaya gitmiştir." Kaşlarım çatılarak ona döndüm. "İlk görüşte kıza yürümeyi düşünmediğini umuyorum." Kaşları havalandı. "Dışardan tescilli pezevenklere mi benziyorum?" Dedi. Gülerek ona bakmaya devam ettim. "Kız belki utanmıştır, içeri ondan gelememiştir, diye sordum." Anladım dercesine başımı salladım.
Dakikalar boyu herkes kendince vakit öldürdü. Ben, Devrim ve Malkoç, Netflix'ten mini dizi izlerken, Kubat ve Meriç bilgisayardan bir şeyler bakmaya devam etmişti. Nisan kulaklığını takmış ve köşede kitap okumuş, Erim ise Malkoç'un ara sıra ona gidip geldiğini gördüğüm bakışlarıyla yerinde kıpırdanıp durmuştu.
Diziye daldığım sıra çıplak ayaklarımda bir el hissettim. Gözlerim şaşkınlıkla elin sahibine döndüğünde, gözlerim Malkoç'la kesişti. Koltuğun L köşesine uzattığı bacaklarının altına koyduğu ayaklarımı usulca okşadı ve kenarda duran tv battaniyesini kendi dizine örttü. Örttüğü battaniye ondan çok benim bacaklarımı örtüyordu. Bunları yaparken hiç yüzüme bakmamış sanki bunu yapması şart gibi davranmıştı.
Gözlerim etrafa bakındı ve herkesin kendi halinde bir şeylere daldığını göründe ona döndüm. Yüzümü kulağına yaklaştırdım.
"N'apıyorsun?" Dedim merakla.
Yüzünü bana çevirdi ve çevirdiği an, burnu burnuma sürtündü. Yakınlığıyla usulca geri çekildim. Gözleri gözlerimde dolaştı.
"Ayakların üşümüş." Dedi. Beni düşünüyor gibi davranması kaşlarımı çatmama sebep oldu.
"Ayaklarımla derdin ne?" Dedim, onu sorgulayarak.
Gözleri yanaklarıma ve ardından dudaklarıma kaydı. "Ayak fetişi olan, otuz birci piçin tekiymişim gibi bakma Sezen." Dedi, rahat bir tavırla.
"Terbiyesiz," dedim, fısıldayarak. "Öyle olduğuna inanmaya başlayacağım artık. Sürekli ayaklarımı ısıtmaya çalışıyorsun."
"Ayakların buz gibi." Dedi.
Ayaklarım gerçekten hep soğuktu ve ısındığı bir zamanı asla hatırlamıyordum.
"Isıtırım ben." dedim, homurdanarak.
"Isıtırsın ısıtırsın." Dedi beni geçiştirerek.
Elleri bacağının altından çıplak ayaklarıma kaydı ve eliyle sıkarak iyice bacağının arasına sıkıştırdı.
"Kırmızı oje yakışmış." Dedi, beğeniyle.
"Ciddi anlamda inanmaya başlıyorum." Dedim.
Kaşları havalanarak bana baktı. "Neye?"
"Öyle olduğuna."
"Otuz birci bir piç değilim elbette. Oje yakışmış, dedim sadece."
Bu haline kıvırılmak isteyen dudaklarımı, başımı başka yöne çevirerek gizledim. Ayaklarımı onun dizleri altından çekmemiş, söylensemde, söylendiklerimi boşa çıkarmıştım. Yaptığı garip bir şekilde beni rahatsız etmiyordu fakat bunu onun bilmesine gerek yoktu. Garip samimiyet aramızda kol gezerken, gözlerimi ona çevirerek yüzüne baktım. Gözleri televizyondaki diziye odaklıydı. Sakince nefes alıp veriyor ve arada yutkunarak adem elmasını belirginleştiriyordu. Havanın kararmasından dolayı, Meriç'in açtığı abajurun loş ışığı, gözlerini parlatıyordu. Işığın yansımasıyla kirpikleri gölgesiyle beraber gözlerinin üzerine düşüyordu. Güzel adamdı, her kadının bir kez daha dönüp bakacağı kadar güzeldi. Keskin çenesi, sakalları yüzünden belirginliğini kaybetsede, onu yakından izlediğim için o keskin hattı görebiliyordum. Üzerindeki siyah tişörtün açıkta bıraktığı yakadan, dövmesinin başlangıcını görebiliyordum. Daha önce ona dokunan parmaklarım, tekrar dokunmak istercesine kasıldı. Garip hissin bedenime yaydığı elektrikle, üzerime su atılmış gibi hissettim. Şu an onu en detaylı haline kadar inceliyor ve bu yaparken ona yakalanmaktan korkmuyordum.
Herkes bir insanda dış görünüşe bakmadığını ve kalbine tutulduğunu söyler. Oysa ki birinin kabuğundan etkilenmeden, onun içini göremezdik. Bu maalesef ki böyleydi. İlk önce o kabuğu incelmek, ondan etkilenmek ve ardından o kabuğun içini açmak gelirdi. Sıra böyle ilerlerdi. Ben şu an izlediğim adamın kabuğunun; dayanılmaz derece iyi olduğunu görebiliyordum. Özgü sanırım Malkoç'tan ilk böyle etkilenmişti. Onun ağır fakat bir o kadarda sessiz duran halini sevmiş olmalıydı. Merak uyandırıcı gözüküyordu. İrdelenmek için duruyordu sanki olduğu yerde.
"Sigara içeceğim. İzlemene orada devam edersin," Yerinden kalkarak bana baktı. "Benimle gel."
"Ne?" Dedim. Şaşkınlıkla yüzüne bakıyordum. Yakalanmanın verdiği hisle yerimde kıpırdandım.
Cevap vermeden odadan çıktığında, onu garip bir istekle takip ettim. İncelememe fırsat vermeden, mutfaktaki balkon kapısını açarak kendini dışarı attı. Arkasından giderek kapıyı kapattım. Hava soğumuş ve yağmur yağacak gibi duruyordu. Gözlerini geniş manzarada gezdirdi ve bana döndü. Birkaç saniye yüzüme baktı ve korkuluğa yaslanıp, eşofmanın cebinden çıkardığı sigaradan bir tane yaktı.
"Ne izliyorsun beni?" Dedi.
Gözlerim yüzünde gezindi. Ona cevap vermeden kısa bir süre daha yüzüne bakmaya devam ettim. Benden cevap bekleyen gözleri, kısılmış bana bakıyordu.
"Sende beni izliyorsun," dedim, çekinmeden. "Benim izlemem mi rahatsız etti seni?"
Yalan söyleyeceğimi ve inkâr edeceğimi düşündüğünü anladım. İfadesiz yüzünde alaycı bir gülüş belirdi. Dağınık saçları rüzgarın vurmasıyla hafifçe kıpırdandı.
"Gelişme var," dedi. "Yalancı olduğunu yüzüne vurunca, iflah olmuşsun."
Gecenin bir körü açtığı müziği kastettiğini anladım. Bu konu aramızda ilk defa geçiyordu. Gülerek ona baktım. "Otuz yaşında adamsın hiç utanmıyorsun gece yarısı mahalleliyi cama toplamaya."
"Öğrensinler yalancı olduğunu."
"Ben yalancı değilim."
"Değilsin değilsin." Dedi, beni geçiştirerek. "Neden izliyordun beni? Söyle hadi."
Kenarda duran sandalyeye yavaşça oturdu ve bana bakmaya devam etti. Başka sandalye olmadığı için yerimde durarak ona baktım.
"Gözüm takılmış öyle." Dedim, öylesine bir şeyden bahseder gibi.
Gülerek sigaradan bir fırt aldı. Gözleri betonda duran çıplak ayaklarıma takıldı. Gülen yüzü ciddileşti.
"Ayakların üşütecek." Dedi, "Otursana." Gözleri balkonda gezindi. Oturmam için bir şey aradı.
"Yok sandalye, geçeriz zaten. Sigaran bitsin."
"Tek sigara kesmiyor beni," dedi. Sigaranın külünü küllüğe attı. "Bir tane daha içerim," eliyle dizine vurdu. "Gel otur."
Kaşlarımı kaldırıp yüzüne baktım. Ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım. Gözlerinde şaka olduğunda dair parçalar aradım. Fakat çok ciddi bir şekilde yüzüme bakıyordu. Midemin baskı altına alındığını hissettim. Ellerim istemsizce karnıma gitti ve baskı yaptı. Heyecan zehir gibi midemde toplandı ve orayı uyuşturmaya devam etti.
"Saçmalama," dedim, es vermemeye çalışarak.
Yüzüme bakarak beni izledi. "İyi," dedi, "Gel otur o zaman buraya." Yerinden kalktı ve beni kolumdan çekerek sandalyeye oturttu. Ona karşılık vermemiş ve beni oturtmasına izin vermiştim.
"İlk teklif olarak bunu sunman daha mantıklı olurdu." Dedim, sandalyeye yerleşerek.
"Ha dizime oturmakta mantıklı ama ikinci teklif olarak." Dedi, şüpheyle. Bir kaşı kalkmış yüzüme bakıyordu. Biten sigarayı küllüğe basarak ikincisini yaktı ve kendini zehirlemeye devam etti.
Balkon kapısı açıldığında ona cevap verememiştim. Devrim balkona çıkarak kapıyı kapattı.
"Çok pis nikotin yoksunluğu çekiyorum. Hemen kendimi zehirlemem lazım." Hızlı bir şekilde sigarasını yaktı ve bir duman çekti.
"İyi bok yiyeceksin." Dedi, Malkoç. Sanki kendisini içmiyor gibi Devrim'i terslemişti.
"Diyene bak ya," dedi Devrim, bana bakarak. "Ciğerinde tekel bayi yatıyor."
Söylediğine istemsizce güldüğümde Malkoç'ta bana bakmış ve tekrar Devrim'e dönmüştü.
"Laga luga yapma da söyle gittin mi İhsan'ın yanına?" Dedi, sesi ciddileşmiş ve yüzü de sesine eşlik etmişti.
Devrim sigarasından uzun bir duman çekerek yanıtladı onu. "Gittim. Götünü sikmişler gibi geziniyor etrafta. Uygar'ı da doldurup duruyor. Kızını sikmişiz gibi davranıyor göt veren."
"Düzgün konuş amına koyayım ya." Dedi Malkoç, sinirle.
Devrim söylediğini duymazdan gelerek konuşmasına devam etti. "Özgü buna ne anlattı bilmiyorum ama kesin mahalledekilerin ağzını aradı bu, sütten çıkmış ak kaşık kızı için her boku yapar bu piç."
Lafın arasında Özgü'nün ismi geçince onları daha dikkatli dinlemeye başladım.
"Ee ne istiyor şimdi bu bizden?" Dedi Malkoç. Sesinde uğraşamayacağına dair yorgunluk sezdim.
"Seni," dedi, Devrim. "Seni istiyor."
"Allanıp şallanıp kapısına mı gideyim oğlum, salak salak konuşup durma." Malkoç gerilmişti ve gerginliğini hissedebiliyordum.
"Özgü seni bu kadar severken, nasıl onu kenara atabilirmişsin, nasıl evlenmezmişsin falan fıstık."
Kaşlarım yay gibi havalandı ve gözlerim Devrim'den Malkoç'a kaydı. O dikkatli gözlerini Devrim'e dikmiş ona bakıyordu. Özgü'yle sahip olduğu ilişkilerinin bu boyuta geldiğini hiç düşünmemiştim ve bilmiyordum da. Malkoç'un hislerinin bir bıçak kadar keskin olduğunu anlayabiliyordum. Bu zamana kadar gördüğüm her anlarında bunu açık şekilde göstermişti. Özgü için durum farklı olsada, Malkoç için düşündüklerim bunlardı. Mahalledeki o olayda, Malkoç'un ona dair hislerinin olmadığını anlamıştım. Eğer tek bir kırıntı dahi olsaydı, onu oradan göndermezdi. En azından benim gözlemim buydu.
Özgü'nün ettiği laflar doldu beynime. Bir kadının bir kadına yapacağı en büyük kötülük sanırım onu rezil etmeye çalışmaktı. Malkoç'a dair aşkı, beni insanlara rezil etmeye çalışmasından daha önemli değildi. Aslında onun için ikiside aynı noktada gibi hissediyordum. Bana karşı tutumu kıskanç bir kadının tutumuyla aynıydı. Tek sorun Malkoç ona ait değildi ve ben de Malkoç'un kapatması değildim. O mahallede barınmamı istemiyordu ve bunun için elinden geleni yapmıştı. Malkoç'un yatağını ısıtabileceğimi bile düşünmüştü. Gözlerinin aşk sandığı fakat ona yaramadığı belli olan, ismini adlandıramadığım şeyle kapandığını anlamıştım. Olaylar bu seyirde devam ederse büyük krizler ortaya çıkabilirdi.
Yerimde rahatsızca kıpırdanarak, ışıklarla güzelleşen manzaraya baktım. Yanımda çekinmeden konuşuyorlardı ve benim kalkıp gitmem gerekirken nedensizce istifimi bozmuyordum.
"Kenara atılacak bir şey yok Devrim. İhsan'a söyle sınırı zorlamasın.."
Devrim, Malkoç'un sözünü kesti. "Dur ben söyleyeyim," dedi. "Sınırı zorlarsa eğer o sınırı onun götüne sokarsın." Gözlerini bana çevirdi. "Sezen, abim böyledir işte. Sokar eder ama iyi adamdır."
"Kim ne sokuyor ya?"
Balkonun kapısı açıldı ve kapıda Erim belirdi. Şaşkın gözlerle bize bakıyordu.
"Gel Erim," dedi Devrim. "Abim sokup sokuşturuyor." Alayla güldüğünde, Malkoç'un ona ters ters baktığını gördüm.
Erim Devrim'e ne olduğunu anlamadan güldüğünde bakışlarını bana çevirdi. "Sezi ben kaçıyorum, arkadaşlara uğrayacağım."
Ona başımı salladığımda ayağa kalkarak yanına yürüdüm. "Benim arabayı al."
"Harbi mi ya?" Dedi, kafasını kaşıyarak. "Çok iyi olur yavrum. Çok sağ ol cidden." Ona gülümsediğimde, yanağımdan makas alarak balkondan çıktı. "Anahtar çantamda." Diye bağırdım arkasından. "Tamam, kaçtım."
"Sezen?" Dedi, Devrim.
"Efendim?"
Gözlerinde gördüğüm muzip parıltılarla kısa süre abisine baktı ve gözleri bana çevrildi.
"Yavrum falan ne iş? Senin ex aşk geri falan mı dönüyor yoksa?"
Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Gözlerinde gördüğüm muziplik neyin nesiydi bilmiyordum fakat Malkoç'a kayan gözleri ara sıra yine bana dönüyordu. Gözlerim Malkoç'a çevrildiğinde konudan alakasız bir şekilde, ışıldayan manzarayı izliyordu.
"Yok öyle bir şey. Erim'le ben iki iyi dost olarak kalmaya karar verdik."
"Bence her ilişkiye ikinci bir şans verilmeli hocam," dedi Devrim. "Denemeye değer gibi duruyor."
Malkoç manzaradan çektiği gözlerini Devrim'e çevirdi. "Milletin hayatına burnunu sokup durma koca karı gibi." Kısık gözleri yüzünde dolaştı ve bana döndü.
Devrim kahkaha atarak abisine baktı. "Ne o paşam? Ne ilgilendirir seni, ben Sezen Hoca'yla konuşuyorum."
Malkoç'a bakarak bir şey demesini bekledim fakat o derin bir nefes vererek balkon kapısına ilerledi.
"İyi."
Balkondan çıktığında arkasından baktım. "İlişkilere karşı bir sorunu var sanırım. Konuşulmasından pek hoşlanmıyor."
Devrim yanıma yaklaşarak kolunu omzuma attı. Bu tatlı samimiyet beni rahatsız etmemişti. Beraber balkondan çıkarken kolu hâla omzumdaydı.
"Sorunu olduğunu düşünmüyorum aslında. Ben de çözemedim ama çıkar kokusu."
Güldüğünde ona garip garip baktım ve salona geçtik.
•
Bankta oturmuş koşuşan çocukları izlerken aslında bu ülkenin gelecek nesillerini izliyordum. Birbirinden pırıl pırıl yeni tohum vardı karşımda ve ben onları izlerken kalbimin çiçek açtığını hissediyordum. Sanırım öğretmenlik hayatımda verdiğim en doğru karardı. Eli kalem tutacak her çocuk için işimi yapmaya her daim hazırdım.
"Aşık gibi bakınıyorsun dakikalardır."
Düşüncelerime dalan sesle beraber kendime gelerek yanıma oturan Uygar'a baktım. Elinde tuttuğu kahveyi bana doğru uzatarak gülümsüyordu. Kahve kupasını elinden yavaşça aldığımda, "Teşekkür ederim." Dedim. Yüzüme bakmaya devam etmişti.
"Bugün pek göremedim seni."
Anlamsız samimiyeti bana garip gelsede buna takılmadım. Dost canlısı bir adama benziyordu.
"Teneffüslerde sınıftaydım hep, konu eksikleri için slayt hazırladım."
Özenle taradığı turuncu saçlarını hafifçe düzeltti. "Yardım edebilirim istersen? Yani kendini çok yorma."
"Hallettim ama yine de teşekkürler." Dedim, gülümsemeye çalışarak.
Bir süre yüzümü izlediğinde kaşlarımı çatmamak için çaba sarf ettim. Gözleri uzun uzun yüzümü süzüyor ve ardından kısa süreli kırpılıyordu. Gözlerimi ondan çekerek bahçede oynayan çocuklara baktım. Uygar'ın gözleri bu süre zarfında yine yüzümden çekilmemiş ve bakmaya devam etmişti.
"Meriç'le yakınsınız sanırım."
Bu konuya nereden vardığını anlamadığım için kaşlarımı çatarak ona baktım. Gözleri çatık kaşlarıma takıldığında konuşmasına devam etti. "Merakımdan sordum, rahatsız olmuş gibisin."
Elimde duran kahve kupasından bir yudum aldım. "Hayır," dedim. "Yani nereden çıktığı için şaşırdım sadece."
"Merak," diye mırıldandı. "Sizi Meriç'in Beyoğlu'nda ki evine giderken gördüm. Ondan sordum."
İrkilerek ona baktım. Şaşkınlığımı gizlemeye çalışsamda bunu görebildiğini fark ettim. "Nasıl?" Dedim "Oraya gittiğimizi nereden biliyorsun?"
Kehribar rengi gözleri yüzümde gezindi. Gayet rahat bir tavırla bakıyordu. "Denk geldi. Kaynak kitap için hep Beyoğlu'na giderim. Seni araba kullanırken gördüm, Meriç'in arabasıyla arka arkaya gidiyordunuz. Onun evine yakın bir yerde olduğunuzdan anladım."
Sessizce yüzünü incelemeye ve bir açık aramaya çalıştım. Sahiden dünya bu kadar küçük olabilir miydi? Sanmıyordum. Düşüncelerim, tehlike olduğunu hissettiğim çanlarla gümbürdedi. Uygar'ın gözlerinde aramaya çalıştığım şeylerin ne olduğunu bilmiyordum fakat bir şey olduğunu biliyordum. Yüzünde aradığım açığı bulamıyordum ama bulmak için derin bir çaba sarf ediyordum. İrkilen bedenim ondan uzaklaşmak ve elimde duran kahve kupasını yere fırlatmak istedi.
Benim ifadesiz yüzümün aksine gülerek yüzüme bakıyordu. "Neden seni izleyen bir sapıkmışım gibi bakıyorsun yüzüme?"
"Yok," dedim es vermemeye çalışarak. "Daldım öyle."
Elimde duran kupayı yanıma bıraktığımda ayağa kalktım ve ona baktım. "Zil çalmadan lavaboya gitmeliyim." Dedim, yüzüne bakarak. Gözlerine uzun uzun bakmış ve paranoyak olmadığımdan emin olmaya çalışmıştım. Öylesine normal bir şekilde bakıyordu ki yüzüme, ya ben yanlış anlamaya çok müsaittim ya da o muhteşem bir oyuncuydu.
Yanından uzaklaştığımda sırtımda gözlerini hissetmiştim. Gün boyu aklımı kemiren şüpheyle bir sonuca varamamıştım. Derse girmiş, çıkmış, tekrar girmiş ve en verimsiz halimle güne noktayı koymayı zorlamıştım. İçime düşen şüpheye ait tek bir tohumun nedeni bile gelmiyordu aklıma. Uygar, benimle işi olacak en son insandı. Onunla okul dışında çok nadir denk geliyorduk ve tek noktamız okuldu. Onun benim için tehlike olması mümkün bile değildi.
"İyice saçmaladın Sezen ya.." Kendine kendime mırıldanmıştım. Sanırım bu saçma düşünceyi dillendirmeye ihtiyacım vardı.
Esen havanın soğukluğu bedenime vurduğunda, üzerimdeki trençkotun önünü bağladım. Dün gece Meriç'te kaldığımız için sabah okula onun evinden gitmek zorunda kalmıştım. Nisan ve Erim hâlâ onun evindeydiler. Malkoç'u sabah çıkarken görmemiştim. Gece yatarken, geç gelen Erim'i salonda karşılamış ve onun tuvaletten başka bir yere gitmesine izin vermemişti. Kızlarla kaldığımız odanın önünden geçmesine bile. Korumacı bir abi modeliydi.
Anneannemle aramızdaki soğukluk devam ediyordu. Onun bana çocukmuşum gibi davranması kendimi kötü hissettiriyordu. Fakat ona kıyamıyordum da. Sanırım dün gece Malkoç'la aynı evde kaldığımızı duysa, bana koca bir hayal kırıklığıymışım gibi bakardı. Ya da uzak duracağını söylediği ve durmadığı fakat kendince yine uzak durduğunu söylediği Malkoç'u sözleriyle hırpalayabilirdi.
Arabaya bindiğimde çalıştırarak yola koyuldum. Bugün yine Meriç'e gidecektim. Anneannem aradığında ve bunu ona söylediğimde sesini çıkarmamıştı. Sanırım Nisan ve Erim'in de burada oldukları için bir şey dememişti.
Yarım saati geçen bir sürede Meriç'in evine vardığımda, arabayı park ederek indim. Hava artık erken kararmaya başladığı için, saatin yedi olması garip geliyordu. Kimsenin olmadığı sokakta yürürken, birkaç köpeğin havlamasıyla adımlarımı hızlandırmıştım. Köpekleri çok severdim fakat yanımdan geçenler pekte dost canlısı değil gibi duruyordu.
"Maral."
Köpek seslerinin hakim olduğu sokakta soyadım yankılanınca hızla arkamı döndüm. Malkoç arabasının kapısını kapatmış bana doğru yürüyordu. Sokak lambalarının ışığı onu daha net görmeme yardımcı oluyordu. Soyadımla hitap etmesi ona garip bir şekilde bakmama neden oldu. Adımları hızlı bir şekilde bana gelirken kaşlarım çatıldı. Yaklaştıkça yüzündeki ifadenin sert ve gergin olduğunu gördüm. Adımları önümde durduğunda kolumu hızla çekti ve kaldırımın dibindeki yüksek duvara yasladı. Bedenini bedenimin üzerine kapattı ve yüzünü, yüzümün yanına yasladı. Kenarda duran büyük ağacın uzun dalları saçlarımıza değiyordu.
"N'apıyorsun Malkoç?" Dedim şaşkınlıkla. Nefesim bana yakın olan boynuna değmişti. Cevap vermesi için beklediğimde, konuşmamıştı. "N'apıyorsun? dedim sana. Çekil üzerimden."
"Kes sesini." Dedi, sertçe. Başımı tutarak boynuna gömdü. Başını hafifçe geri çekerek dudaklarını yanağımın kenarına değdirdi ve kafasını çapraz bir şekilde konumlandırdı. Ellerini belime sarmış, bedenimi bedeni altında hapsetmişti.
Yaşadığımız bu ânın saçmalığıyla çekilmek istesemde, belimde duran elleri sertçe belime gömüldü.
"Sakın yüzünü yüzümden çekme." Dedi. Yanağımın kenarında duran dudaklarından çıkan nefes olduğu yeri uyuşturdu. Sesindeki gerginlik bu hisleri bastırmıştı.
"Ne oluyor?" Dedim fısıltıyla. Sesim telaşlı çıkmıştı.
Nefesini verdi üzerimde daha fazla abandı. "Korkuyorsun." Dedi. "Kalbin hızlandı."
"Korkmuyorum!" Dedim, sert bir fısıltıyla. "Ne oluyor söyle."
Belimde duran elleri beni biraz daha sardığında, telaşla atmaya başlayan kalbim bunun etkisine de bulanmıştı.
"Korkmuyorsun korkmuyorsun," dedi, beni geçiştirerek. Başını hafifçe eğerek arkasına bakmaya çalıştı. Beni yatıştırmaya çalıştığını hissettim. "Yalancı seni."
"Bir şey sordum sana. Ne oluyor Malkoç?"
Elini saçlarımın arasına soktu ve yüzümü eğerek dudaklarını dudaklarımın kenarına sabitledi. "Böyle görülmek zorundayız hocam." Dedi. "Yüzünü görmemeleri gerek."
Söylediği şey daha fazla telaşlanmama sebep oldu. Nefesimin hızlandığını hissettim. Böyle gergin ânlara alışkın değildim. Sakin ve rutin hayatıma böyle şeyler fazlaydı.
"Korkuyorum Malkoç." dedim, sessiz fısıltımla.
Dudağımın kenarında duran dudaklarının gerildiğini ve güldüğünü anladım. "Yalancısın diye boşuna demiyorum. Korkmuyorum diyordun bir de."
"Lütfen gidelim," dedim söylediklerini es geçerek. "Burada durmak istemiyorum."
Saçlarımın arasına karışmış elleri usulca saçlarımı okşadı. Beni yatıştırmaya çalışıyordu. Ne oluyordu bilmiyordum fakat kalbim kötü bir hisle çamura batmaya başlamıştı.
"İzmir'in kızları, korku yok kitabında," Dedi, "Sezen abla böyle diyordu, adaşın, o bile yanılmış." Tedirgin gülüşü nefesini tenime bıraktı.
Ellerim gergince kollarını sıktı. "Kes sesini," dedim. "Gidelim."
"Gidersek," dedi, beni yatıştırmaya çalışan sesi sertleşti. "Yüzünü görürlerse, açık hedef haline gelirsin. Sen nişan tahtası değilsin Sezen. Ben de o nişanı sana hedef aldıracak piç herifin teki değilim."
•
İnstagram: nidademirel_
TikTok: nidademirel_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |