
CEVAPSIZ SORULAR
Gri bulutların arasındaki güneş ışıkları Mihrabın karanlık sokaklarına cılız bir ışık saçıyordu.
Yağmurdan sonra ıslanan yolların kenarları balçık oluşturmuş, yolun çukur olan kısımlarıda ufak bir gölet haline gelmişti.
Sıra sıra tepelerde gözüken evlerin üstünden gri bir duman gök yüzüne doğru yol alıyordu.
Ara sokaklarda saklanan gölgeler geceyi beklerken, Mihrabın gündüzünde insanlar sokaklara doluşmuştu.
İnsanların cıvıltı sesleri kulaklarını dolduruyordu. Arabanın yarıya kadar açık olan camından burnuna toprak kokusu doluyor, camdan sızan hafif rüzgar saçlarını okşuyordu. Yorucu bir günün ardından yüne Mihrabın mahallesi Süveydaya yolu düşmüştü.
Derin nefes aldı, aldığı nefes ile bakışlarını doğup büyüdüğü Mihrapta, gezdiği renkli sokaklarında , yollarında ve parklarında gezdirdi.
Eski güzelliğini kaybetmişti Mihrap...
Çocukluğunda hatırladığı parklarda artık çoçuk seslerinden çok gençlerin kahkahalarını duyar olmuştu.
Mihrab'ın sakinlerinin eski neşesinin yok olup, korkunun ruhlarına işlemiş olduğunu gözlerinde görüyordu.
Mihrabın kalbi Süveydayı kirletmişlerdi...
Şimdi ise Süveydanın kiri Mihrabın kalbi, zehirlenmişti. Süveyda zehirli bir sarmaşık olmuş Mihrabın sokaklarını zehiri ile sarmalıyordu yavaş yavaş...
Bakışları ağırlaştı.
Burası onun şehriydi!
Onun mahallesiydi...
Kendi mahallesindeki zehrin Karahanlı'nın mahallisine sızmasına izin vermeyecekti.
Direksiyondaki elleri sıkılaştı.
Yanakları dişlerini sıkması ile hafifce dalgalandı, esen rüzgar aralık olan camdan içeri sızıp saçlarını savurdu tekrardan.
Bakışları parktaki genç topluluğa döndüğünde yeşil ışığın yanmasını bekliyordu.
Çevresine gelişi güzel bakarken, bakışları parkın çardaklarından bir gurupta takılı kaldı.
Gözlerini kısarken beynine üşüştü düşünceler ve koyu kızıl kahveler.
Zihninde canlanan kızıl kahve gözler gözlerinin önünde görür gibi oldu bir an.
Bakışları daha çok kısıldı. Direksiyondaki elleri nedensizce sıklaştı .
Nefesi ağırlaşırken, kapşonlu takan genç kızda bakışları durdu.
Aklına Karahanlı'nın kapısından çıkan kadın gelmişti.
Aradan bir hafta geçmiş koyu kızılların varlığını unutmuştu; yada unuttuğunu sanıyordu. Unuttuğu düşünce birden aklına düşü vermişti bir yıldırım gibi.
Sanki beyni o koyu kızıl kahveleri en ucra köşelere gömüp üstüne toprak artığını sanarken, birden kapşonlu birini görüp onun olmasını umarak bakıyordu. Neden onun olduğunu umduğunu bilmeden...
Etraftaki sesler kulaklarını dolduruyor fakat hiç birinin ne dediğini kestiremiyordu.
Ve o an kapşonlu kişi yüzünü çevirdiğinde kaşları çatıldı Yağız'ın.
Karahanlı'nın kapısında gördüğü kadın değildi.
Kıstığı bakışlarını yola çevirip yeşil ışıgın yanmasıyla arabayı sürme devam etti bir şey olmamış gibi.
Sanki onun olmasını hiç ummamış gibi...
Sanki o değildi gördüğü kişinin o kişi olmasını isteyen. Beynine üşüşen düşüncelere kaş çatıp aklından def ederken, açtığı çamı kapatmıştı. Tıpkı beybindeki 'Kim di o kız?' Sorunu kilit vurduğu kapalıların ardında saklayıp kapattığı gibi. Arabası Mihrab'ın sokaklarında sehir ederken, Süveyda'ya giren yola saptı. Rekli ışıklarla kaplı Süveyda, eskisi kadar güzel gözükmemişti gözlerine. Herkesin Süveyda'da iş yapmak için kapıştığı sokaklar beyaz tozla zehirlenmişti. Zehri temizlemek ise Süvayda'yı yöneten Yağız ve Rüzgar'a düşmüştü. Rüzgar babasını yedi yıl önce kaybettiğinde yönetimi ele alırken, Yağız beş yıldan beri yönetimi ele almıştı. Beş sene öne babasının vefat etmesiyle onun yerine geçmiş ve babasının korumaya çalıştığı sokakların ve Süveydanın görevini o üstlenmişti. Süveydaki zehrin yavaş yavaş Mahallelere dağılması canını sıkıyordu. Meydan yine kalabalık, dükkanlar ise eski çoşkusunu kaybetmişti. Arabayı sağa çevirip barlar sokağına ilerledi. Süveyda'nın sesiz karanlık sokaklarına giriş yapıyordu. Bir çok kişinin kaçamak ve ürkekçe siyah arabasına baktığının farkındaydı. Matruşkaya geldiğinde arabasını park edip ağır adımlarla indi. Yağız'ı gören korumalar saygıyla ellerini karnında birleştirip başını eğmişlerdi. Mekanın tabelasındaki kırmızı ışıkla yazan matruşka isminin letleri adamların yüzlerinde parlıyordu. Adımlarını demir kapıya doğru adımladığında kapıdaki koruma sağ eline verdiği küvet ile kapıyı açmıştı Yağız'ın geçmesi için. Açılan kapıdan içeri adımını attığı ilk dakika alışık olduğu loş ışıklar yüzüne vururken, kulaklarını yine sakin bir ritim ile çalan müzik doldurmuştu.
Locadaki bir kaç kişi bakışlarını Yağız'a çevirsede hiç oralı olmadan merdivenlerden yukarı çıktı. Merdivenin son basamaklarına geldiğinde kapıdan çıkan Tilki'yi görünce
"Rüzgar içeride mi Tilki?" Diye sordu.
"İçerde abi, Özlem yenge ile oturuyorlar. Hoş geldin bu arada."
Yağız'a doğru adımlayan Tilki, yüzündeki tebessüm ile Yağız'a elini uzatıp konuşmutu. Tilki'nin ilk sözüyle kaş çatan Yağız, son sözü ile havadaki eli tutup sıkarken; "Özlem ne geziyor burada?" Diye sormuştu çattığı kaşları ile birlikte. Yağız'ın sorusu ile gülümsedi Tilki.
"Onu Özlem yengeye sor abi. Ben ineyim artık."
Son sözlerini söyleyip merdivenlerden inen Tilki'nin ardından kısa bir bakış atmış, Tilki'nin içeriden çıktığı kapıyı açıp içeri girmişti. İçeri girdiği an kız kardeşinin kendisini görmesi ve şaşkınlıkla "Abi?" Diye sormasına kaş çattı.
"Abi ya? Abi. Ne işin var senin burada?" Diye sordu. Sesinde burda olduğunu tastiklemeyen bir ton vardı.
"Ne işim olabilir? Rüzgar'a süpriz yaptım."
Kardeşinin sözleriyle kaş çatıp bu sefer dostuna bakışlarını sabitlemişti.
"Kız çocuğu laf dinlemiyor abisi. Buraya gelmemesini söyledim ama dinlemedi her zaman ki gibi."
Rüzgar'ın sözlerindeki imayı anlayan Özlem, kaş çatmış iki adamada bakarken sinirlendiğini hissetmişti.
"Allah aşkına, derdiniz ne sizin? Gelmiyorum bir daha!"
"Derdimizi anlamışsın, bir daha gelme buraya, helede şu zamanda."
Yağız'ın sözlerinin altında kocaman bir uyarı yatıyordu. Süveyda'nın bu aralar oldukça tehlikeli olduğunu biliyor ve bir türlü karşısındaki kıza bunu anlatamıyordu. Dudaklarından uyarır gibi dökülen kelimler karşısındaki kızın bıkkınlıkla nefesini vermesini sağlamıştı.
"Ne içersin kardeşim?"
Rüzgar'ın sorusu ile kıstığı bakışlarını kız kardeşinden alıp Rüzgar'a çevirirken;
"Bir şey istemem." Demişti. Yağız'ın dediği ile Rüzgar başını salladığında Yağız'ın buraya konuşmaya geldiğini anlamış ama Özlem'den dolayı konuşmadığı kestirmişti. Ortaya düşen sesizliği Özlem bozdu bu sefer.
"Anlaşılan konuşacaklarınız var. Ben gidiyorum, yarın görüşürüz."
Ayaklanan kadın ilk sevdiği adama sarılmış ardından da abisine sarılıp geldiği gibi gitmişti. Kapının kapanması ile derin bir nefes alan Yağız saçlarını geriye doğru tarayarak sıkıntıyla konuştu.
"Kulaksızdan haber var mı?"
"Daha yok. Olduğunda direk senin yanına gelecek."
Rüzgar sözlerini sıralayıp ayağa kalkmış siyah camın önüne gelerek aşağıdaki kalabalığa bakınmıştı. Gözleri bir yerde takılı kalırken iç çekerek konuştu.
"Herşey bittiğinde temiz bir sayfa açılır , herkes için..."
Dostunun sözleriyle siyahlarında bir duygu geçti. Rüzgar'ın acısını biliyordu ve her seferinde görüyordu. Sert duruşuna rağmen içindeki acı çeken adamı biliyordu Yağız. Rüzgar tanıdığı, tanıyabileceği en delikanlı en iyi dostu. Lakin her iyinin bir acısı olduğu gibi Rüzgarı'nda en büyük acıları tatmasına üzülüyordu. Kardeşi Özlem ile birlikteliğine sevinmişti. Rüzgar gibi biriyle dostluktan öte aile olacağı içinde mutluydu. Ama en büyük mutluluğu dostunun gözlerindeki acının azda olsa kardeşi sayesinde azalmasıydı. Oturduğu yerden kalkıp Rüzgar'ın yanına doğru ilerledi ağır adımlarla. Yanına vardığında Rüzgar'ın omzuna dostane bir şekilde koyup sıkmıştı.
"Temiz bir sayfa açılacak Rüzgar." Rüzgar'ın omzunu güç verir gibi, içindeki acılara ben buradayım kardeşim der gibiydi. Emin bir şekilde konuşması ise dostuna inanç katıyordu.
Bakışlarını Rüzgar'ın acı ve öfkeyle örtünmüş yüzünde gezdirdi.
Fakat Rüzgar dalmış gibiydi bir noktaya bakıyordu. Acılar kol geziyordu Karahanlı'nın bedeninde... Yağız onun düşüncelere daldığını sanıp bakışlarını cama çevirip aşşağıya baktığında siyah buzullarının kesiştiği kızıl kahveler ile kaşları çatılmıştı. Bakışlarını cama çevirmiş yanındaki adama bakışını ilk izledi, ardından ise kızıl kahvelerinin siyahları ile buluşmasına baktı.
Tanımlayamadığı bir bakış vardı o gözlerde. Bakışlarını kıstı Yağız. Loş ışığı rağmen gözlerinin cam gibi parlaklığına şahit oldu. Hafifçe kaşlarını çatışına bakındı. Ardından ise bakışlarını usulca çekip ardına dönüp bar tezgahındaki şişeleri alışına.
Yağız gözlerini kızdan çekmezken, yanındaki adamın sıkıntıyla nefes alıp iç çekerek uzaklaşmasıyla bakışlarını kızdan çekti. Kızın ne aradığını, kim olduğunu sormak için açılan dudakları Rüzgar'ın sözleriyle kapanmıştı.
"Harputlu çağırmış gidelim derdi neymiş öğrenelim."
Rüzgar'ın sözleriyle bakışlarını tektar bardaki kıza sabitlediğinde dudaklarının arasından dalğınca fısıldadı.
"Önden git gelirim birazdan." Demişti. Rüzgar dostuna kısa bir bakış atıp başını sallayarak sandalyesinde asılı olan paltosunu alıp kapıdan çıkarken geç kalmaması için uyarmıştı.
Kapının kapanması ile bakışları kısılırken kızın bakışlarını takip ettiğinde merdivenden inen Rüzgar'a baktığını anlamıştı. Rüzgar'ında ona kısa bir bakış attığınıda görmüştü ve tabi Rüzgar'ın Gökçe'ye baş selamı verdiğinide. Yağız'ın bakışları bu sefer Gökçe'ye sabitlenmişti. Her zamanki gibi saçlarının rengini değiştirdiğini o an fark etmişti. Gökçe, Rüzgar'ın manevi kardeşi olduğunu biliyordu. Tabi Gökçen'in yaşadığı zorlu hayatıda.
Gökçe'ye bakmaya devam ederken, elindeki bezi bu sefer kapüşonlu kıza verip gülümsemesi ile Yağız'ın beynindeki sorular çoğalıyordu. İki kere gördüğü kadının varlığına şüpe ediyordu bir taraftan. Fakat gördükleri vaar olduğunu kanıtlıyordu ve bu Yağız'ın beyninde bir soru oluşturyordu.
"Daha önce niye görmedim.." bu soru beynini kurcalarken, daldığı düşüncelerden bir çığlık koparıp gerçekliğe sürüklemişti. Bakışları yine koyu kızılları buldu. Çığlık çığlığa bağırırken gözlerinin korkuyla harmanlanmış olduğunu görmüştü. Ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bakışlarını gezdirirken, bu sefer Tilki'nin bir adamı yumruklayıp yere serdiği tedirginlikle kapüşonlu takan kızın yanına gidip korkarak ellerini yüzüne götürüp avuçladığına baktı. Kızın bakışları yerde yatan adamı kaldıran korumalarda sabit kalıp dünyadan soyutlanmış, donmuş bir şekilde bakışlarını görünce çatılı olan kaşları daha çok çatılmıştı. Ardından Tilki'nin kızı alıp götürüşüne bakakaldı. Etraftaki kalabalığın fısıltılarla dağılıp kalktıkları yere oturuşunu, müziğin devam etmesi ile hiç birşey olmamış gibi devam etmeleriyle Yağız daha fazla camın önünde durmadan adımlarını kapıya çevirip odadan çıkıp merdivenlerden inerek, çıkışa doğru ilerlediğinde kulağına dolan müziğin içinde bir fısıltı ile adımlarını durdu.
"Ne oldu?"
Diyordu biri. Duran adımları çıkışa doğru yavaşca ilerlerken, kulaklarını dolduran sesin tanıdık birine ait olduğunu anlamıştı.
"Nasıl! Nasıl fenalaştı Suskun?"
Endişe ile dökülen kelimeler kulaklarını doldururken, ağır adımlarını sürdürdü.
Kapıdan dışarıya bedenini attığında başını sesin geldiği sağ tarafa çevirdiğinde Han'ın hararetli bir şekilde telefonda konuştugunu gördü.
"O itin leşini köpeklere atacağım Gökçe! Suskun, suskun nasıl, Tilki'ye söyle geliyorum! Hayır geleceğim!"
Han'ın sinirle konuşup arada durgun çıkan sonra yine sinire yenilmiş sesini duyunca kaşlarını çatarken Yağız'ın dudaklarından üç kelime dökülmüştü Süvaydanın karanlığına.
"Sen kimsin Suskun?"
Adam elindeki dosyayı inceledikten sonra sinirle dosyayı kapatıyor. Kız hakkında bir şey bulunmaması kafasındaki kuytu düşünceleri arasında koca bir girdap oluşturuyordu.
"Tek bilgi bunlar efendim."
Kaşlarını çatarak siyah buzullarını Miran'a sabitliyor. Önünde görmüş olduğu dosyada yazanların yalan yanlış olduğunu anlamıştı. Suskun onun için kimsenin bilinmesini istenmeyen biriydi! Ve Arslan bilinmeyenleri sevmezdi çevresinde!
"Kulaksız dahi bir şey bulamadı efendim. Tek bilinen bunlar. İsmi cismi yok lakabından başka."
Miran'ın konuşmasıyla daha çok sinirlerinin gerildiğini hissediyordu. Bir şey bulamamanın sinir ile yerinden kalkıp cama doğru adımlıyor. Bakışlarını dışarıya çevirip yapan yağmuru izlemeye başlıdı.
"Var."
Gecenin sesizliğini düşünceli sesi bozmuştu. Ellerini ceplerine yerleştirip omzunun üstünden kendisine bakan adamına baktı siyaha karışmış büyük kararlılıkla.
"Suskunluğuna gizlediği bir kimliği var Miran!"
"Abi, kulaksızın dediğine göre kız..."
Sustu Miran. Ne diyeceğini kestiremedi. Karşısındaki adamın bakışlarındaki bilinmezlik tedirgin ediyordu onu. Yağızın kaşlarını çatması ile derin bir nefes aldı. Bu konuş demekti ona göre. Fakat tedirgindi Miran. Abi dediği kişinin kızı niye araştırdığının sebebini bilmemesi ile söyleyeceği sözlerin doğruluğunu kestiremiyordu.
"Kız ne Miran?"
Yağızın sabırsız sesini duyduğunda bakışlarını kaçırdı. Derin bir nefes alıp bir çırpıda söyledi sözlerini tıpkı üstünden bir yükü hızlıca atar gibi.
"Kızın Tilki'nin sevgilisi olduğu söyleniyor."
Yapız duydugu sözlerle gözlerini kıstı. Duyduğu sözlerin doğruluğunu beynindeki mahkemede ölçüyordu. Karahanlı'nın Matruşka mekanında görmesi, Tilki'nin kız fenalaştığı da kucağına almasını düşündü. Aklına sıra sıra gelen görüntüler ve düşünceler içinde dudaklarını ayırıp "Çık" demişti. Miran Yağız'ın sözüyle dışarı çıkarken Yağız tekrar cama dönüp dışarıda yağan yağmuru izlerken suskunluğunu bozmamıştı. Lakin Miran'ın dediği söze inanmamıştı.
Aklımda ki soruların cevabını tam alamamanın sıkıntısını çekiyordu. Kızın iki yıldan beri Mihrap'ta yaşamasına rağmen suskun adını hiç duymamıştı. Bu beyninde ki düşüncelerin ilkiydi. Adının bilinmemesi, konuşmamasının ve göz önünde olmamasının nedenlerini merak ediyor ve şüpheye düşüyordu. Kızda ki tersliği anlamış ama ne olduğunu çözememişti. Sıkıntı ile verdiği nefesle ellerini çeplerinden çıkarıp çenesini sıvazlamaya başladı. Sorularının cevabını dostu Rüzgar'da alacağını anladığında sandalyesinin yanında ki kabanını alarak odadan dışarı çıktı. Kapıda bekleyen Miran'ı görünce yan bir bakış atıp "Karahanlının yanına gideceğiz." Dedi sesinde ki baskın tonu ile. İkili arabaya binip Mihrap'ın yollarını geçip süveydanın sokaklarına varmıştı. Yağız gözlerini dışarıda gezdirip Süveyda'ya baktı. Köşede ki gözcülerde gezdirdi siyah buzullarını. Her köşede gözcülerin olmasına rağmen kötülük gecenin gölgesinde geziyordu onca tedbire rağmen. Tekrar sıkıntıyla bir nefes alıp yumruklarını sıktı. İçinden "Az kaldı!" Diye geçirdi. Az kalmıştı sokaklarının zehirden temizlenmesine! Araba barlar sokağına girdiğinde herkesin geceye hazırlanışında ki telaşına baktı. O sıra Miran'ın sesi kulaklarını doldurdu.
"Bayburt'lu ile konuşma bugün olacak değil mi abi?"
"Bugün olacak. Bugün başlayacak."
Yağız'ın keskin sesi ile Miran'ın yüzünde sinsi bir gülümseme oldu. Bayburt'lu bugün kendi hükmünü konuşturacaktı!
Bakışlarını Mihrabın sokaklarında gezdirirken halen düşünceliydi Yağız. Miran adamın düşünceli olduğunu anlayıp kısa bir öksürükle patronunu düşüncelerinden çıkarmak istemişse dahi başaramamıştı. Yağız Arslan yine zihninin karanlığına kendini bırakmıştı. Lakin bu sefer iş için değildi
Gözlerini kapattığında o bir çift alev alan gözleri görüyordu. Aklından silemediği bakışlar onu o ateşin içine atıyordu. Yanıyordu Yapız. Yandıkça zihnindeki sorular çopalıyor çoğaldıkça cevapsız kalıyordu. Sinirle soludupunda arabadaki havanın ağırlığı ile camı açtı. Derin bir nefes alırken Miran’ın “abi değişi ile kapalı gözlerini ağırca açtı. Dikiz aynasından ona sorgulayıcı bir şelilde vakan adamına bakarken “söyle dedi. Miran bu ses tonunu bilşyordu. Kayıtsızca söylemil bu ses tonu canımı sıkacak soruyu sorma demekti. Fakat miranın bildiği bir şey daha vardı. Yağız arıcan konuş dediğinde susarsan hayatının hatasını yapardın.
“Dalgınsın, dalgının sebebi suskun mı?”
Zar zor çıkmıştı sesi miranın. Yapızın ne diyeceğini ne tepki vereceğini bilmiyordu. ...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |