Kırık Kanatlar – Nisa Doğan Bazı yaralar görünmezdir. Bazı hikâyeler ise sessiz çığlıklarla başlar. Alara, geçmişin yükünü sırtında taşıyan, güven duygusunu çoktan yitirmiş bir genç kadındır. Hayatının tek amacı, herkes gibi sıradan olabilmekken; karşısına çıkan bir olay, tüm dengeleri altüst eder. Ve o gün, yolları Arda ile kesişir. Arda, kendi kurallarıyla yaşayan, dışarıdan soğuk ama içi kırıklarla dolu biridir. Alara’nın sessiz çığlıklarına kulak vermeyi seçtiğinde, sadece bir hayatı değil, kendi içindeki karanlığı da sorgulamak zorunda kalır. Kırık Kanatlar, iki yabancının birbirine dokunmadan önce kendileriyle yüzleşmelerini, toplumun bastırdığı acı gerçeklerle mücadelelerini ve beklenmedik dostluklarla örülü bir yolculuğu anlatıyor. "Bazı insanlar hayata geç gelir. Bazılarıysa tam zamanında. Peki ya sen? Hazır mısın kırıklarınla yüzleşmeye?"

Her elementin bir gücü varsa, her gücün bir bedeli vardır. Yedi kadim element… Her biri evrenin dengesine hükmeden, insan aklının sınırlarını zorlayan kudretler. Terranova`nın yaşamı yeşerten toprağından, Oblivion’un her şeyi yutan kaosuna dek… Bu güçler bir kez serbest kaldı mı, felaket kaçınılmazdır. Kendilerini “Enstitü” olarak adlandıran karanlık bir oluşum, elementlerin enerjisini kontrol ederek dünyayı yeniden şekillendirmek istiyor. Ama her element serbest kaldığında, dünya biraz daha sarsılıyor, gerçeklik biraz daha çatlıyor. Kaelis, Ether, Luminite ve diğerleri… Onlar sıradan insanlar değil. Onlar seçilmişler. Ve şimdi, hem kendilerini hem de tüm insanlığı kurtarmak için kendi doğalarına karşı savaşmak zorundalar. Güç mü, kontrol mü, yoksa felaketin kaçınılmazlığı mı kazanacak? Bu kitap, yalnızca bir bilimkurgu değil; aynı zamanda kim olduğumuzu, neye dönüşebileceğimizi ve uğruna neleri feda edebileceğimizi sorgulatan distopik bir uyanış… Denge bozuldu. Elementler uyandı. Felaket başladı. Yedi element… Yedi felaket… Ve sadece bir gerçek: Bazı güçler serbest kalmamalı.

Aşiret Kanunlarıyla Yazılmış Bir Kader... Yelda Serveri, Ankara’da üniversite okuyan, sıradan görünen bir genç kadındır. Ama geçmişi, göründüğü kadar masum değildir. Annesi yıllar önce bir aşiret çatışmasında ölmüştür. Babasıysa yıllardır kayıptır. Yelda, ailesinden ve Urfa’daki geçmişinden kaçtığını sanarken, tek bir belgeyle hayatı altüst olur: “Yelda, Kasım Bozdoğan’a on yıl önce nişanlı olarak yazılmış.” Kasım Bozdoğan... Hakkâri dağlarının gölgesinde büyüyen, Bozdoğan aşiretinin lideri. Hem bir mafya patronu, hem de aşiret kurallarına boyun eğmeyen bir adam. Yelda’nın karşısına çıktığında tek bir cümle kurar: “Bu sözleşme resmi. Ya gelirsin, ya seni alırım.” Ve o gece, Yelda artık hiçbir şeyin şaka olmadığını anlar. Zorla götürüldüğü evde, kendisini çözülememiş bir ihanetin tam ortasında bulur. Annesinin ölümü, babasının kaybı ve Kasım’ın ailesiyle olan karanlık bağlar... Her biri, aşk ile nefret arasında ince bir çizgide yürümeye zorlar onu. Yelda kaçmak ister, Kasım kontrol etmek... Ama bazı sözleşmeler sadece kağıtta değil, kalpte mühürlenir.

Bazı kelimeler planlı doğmaz. Bazı mısralar da öyle… Bu kitap, ne bir roman gibi başı sonu belli bir yolculuğa davet ediyor ne de büyük temaların altında eziliyor. Aksine; bu kitap, zihnimin sustuğu ama kalemimin konuştuğu anların toplamı. Sıkıldıkça, durduk yere, beklenmedik bir gecede, sıradan bir sabahın içinde – yazılmış mısraların günlüğü bu. Her şiir bir anın yankısı. Kimi zaman anlamsız görünen bir kelimenin altında çok şey var. Kimi zaman tek bir dize, bir bütün günü anlatıyor. Bu sayfalarda; ne olmak zorunda kalan cümleler var, ne de mükemmel olmayı isteyen bir dil. Sadece “ben” varım. En sade, en suskun, en yoğun hâlimle. Bu kitap, bir niyetle değil, bir ihtiyaçla yazıldı. Ve belki senin de ihtiyacın olan bir cümle içindedir. Hoş geldin. Kalbimin sessizliğine… — Nisa Doğan