
🎶İkiye On Kala - Kafamda Kentsel Dönüşümler🎶 (şiddetle öneririm)
Yorumlarınızı son kısma değil de satır aralarına yaparsanız beni çok mutlu edersiniz 😋
*****
Sabaha kadar uyumamış, daha doğrusu uyuyamamıştım. Çoğunlukla tavanla bakışmış, arada postun yorumlarına bakarak kendimi daha da öfkelendirmiştim. Bana çok şey yapmıştı. Ama bu son noktaydı.
Beni dışlayabilirdi. Hakaret edebilirdi. Ezebilirdi ama şu iki şeyi asla yapamazdı:
Bana dokunamaz, yalan yanlış hakkımda konuşamazdı. İlkini yaptığı takdirde o elini götüne sokar, ikinciyi yaptığı takdirde ise o lafları kendisine geri iade ederdim.
Tavana bakmaya devam ettiğim sırada uykusuzluktan olsa gerek gözlerim acıyordu. Zeliş her şeyden habersiz masumca uyuyordu. Arada kalkıp üstünü örtmüştüm. Dilimi ağzımın içinde döndürerek, kafamı çevirmeden uzanıp telefonumu aldım ve saate baktım. Sabahın 8'i olduğunu görünce șașırsam da umursamadım.
Daha fazla dayanamayarak kalktım ve hızla üzerimi giyinmeye başladım. Bugün iyi geçmeyecekti bundan emindim. Hava soğuk olmamasına rağmen üzerime ceket alarak telefonumu pantolonumun cebine attım. Oda kartımı ve biraz nakit para alarak, ses çıkarmamaya özen göstererek odadan çıktım.
Kapıyı açtığımda karşımda eli havada Begüm'ü görmeyi beklemiyordum. Beni görünce elini yavaşça indirdi. Sessizce kapıyı kapatarak ona döndüm. "Ne arıyorsun sen burada?" diye sorduğumda gözlerini kıstı. "Seni yalnız bırakacağımı düşünmemişsindir umarım. O Gizem'in saçlarını bizzat ben yolacağım." diye öfkeyle tısladığında tam ona cevap verecektim ki işaret parmağını bana sallayarak "Seninle de sonra konuşacağız. Bu saate kadar zor bekledim zaten. Şimdi yürü." dedi ve hızla yürümeye başladı. Arkasından bakakalmış benim gelmediğimi fark ettiğinde eliyle 'hadi' işareti yaptı.
Silkelenip, kendime gelince arkasından emin adımlarla ilerlemeye başladım. Asansörün önünde yine düğmeyi köklüyordu Begüm. Bu sefer bir şey demeden yalnızca onu izledim. Çok geçmeden asansör gelmişti. Hemen girdik. Begüm'ün eli 2. Kata gidiyordu ki ondan önce zemin kata bastım. Çatık kaşlarıyla bana döndüğünde yüzüne bakma gereksinimi duymadan asansörün kapısının kapanmasını izledim. "Gizem'den önce başkalarıyla işimiz var." dediğimde başını yavaş yavaş salladı.
Asansör hareket etmeye devam ederken cebimden telefonu çıkardım ve saati kontrol ettim. Güzel, 8'i geçmişti. Ardından Begüm'ün sorgulayan bakışları eşliğinde uzun zamandır kullanmadığım numaraya tıkladım. Telefonu kulağıma götürdüğüm sırada asansörün kapısı açılmıştı.
Hızla ilerlerken telefonu açan kimse yoktu ama ben ısrarla çaldırmaya devam ettim. En son operatör kızın 'aradığınız kişi şu an size yanıt vermiyor. Lütfen daha...' sesini duyunca telefonu kulağımdan çekip tekrar aramaya tıkladım. Açasıya kadar arayacaktım.
Bu sefer beni fazla bekletmeden telefonu 4. çalışta açtı. "Ekin?" diyen uykulu sesini duydum. Bu sırada sahile çok bir şey kalmamıştı. "Ne oluyor ya sabah sa..." diye yüzünü ekşiterek mızmızlandığına emin olduğum cümlesini keserek kararlılıkla konuştum. "Hemen sahildeki kafeye gel Yamaç."
Yamaç dememle Begüm anlık bana bakmıştı ama umursamadım. "Nede..." diye sormasına izin vermeden telefonu yüzüne kapattım. Bu sırada sahilin kumlarına ayak basmış bulunuyorduk. Begüm aniden durunca ben de durdum. "Nereye gidiyoruz o kıvırcık maruldan salata yapmak varken?" demesiyle ona döndüm. "Çünkü birileri ile hesaplaşmam lazım."
"Kiminle? Hadi biri Yamaç. Diğeri.." diyordu ki sonradan bir aydınlanma yaşamış olacak ki elini sertçe alnına vurdu. "Ah, o Çağrı değil mi? Unutmuşum." adının geçmesi bile kalbimin anlamadığım bir şekilde hızlanmasına neden olunca kaşlarımı çattım. Şimdi hiç sırası değildi.
"Hadi." diyerek Begüm'e hitap ettiğimde bu sefer onun çalıştığı kafeye ilerlemeye başladık. Ta ki YILDIZ KAFE yazısını göresiye kadar. Şimdi fark ediyordum bu ismi. Saati bir kez daha kontrol ettiğimde sekizi yirmi üç geçiyordu. Çoktan açılması lazımdı kafenin. Kapıyı ittirdiğimde arkaya doğru gitmesinden bu fikrimi onaylamış bulundum.
İçeri girdiğimizde masaları silen ve etrafta koşuşturan çalışanlar dışında kimse yoktu. Gözlerim tek birisini ararken birisi yanıma gelip "Şu an açık değiliz lütfen daha sonra gelin." dedi. "Sekizde açılıyor diye biliyordum." dediğimde onaylayarak başını salladı. "Bugün biraz geç kaldı. Buçukta açılacak." dediğinde başımı salladım. Tam ona burada bir öküz olup olmadığını soracaktım ki kulaklarımın duymaya alışık olduğu bir ses duyunca o tarafa döndüm.
"Engin nerede bu bez? Demiyor muyum sana tezga..." diyordu ki beni görünce cümlesini yarım bıraktı. Yanımıza gelen çocukta gitmişti. Birbirimize bakarken ona her ne kadar sinirli olsam da delice atan kalbim bana hiç yardımcı olmuyordu. Onu gördüğüm her an böyle oluyordu. Ya da bilemiyorum birazdan yaşayacaklarımız yüzünden de olabilirdi.
Bakışmamız devam ederken Çağrı'nın yanına ondan daha kısa bir çocuk geldi. Elindeki bezi Çağrı'ya uzattı ama Çağrı benden gözlerini alıp ta ona bakmadı. "Abi getirdim bezi." dediğinde Çağrı onaylayan mırıltılar çıkararak, bakışlarını benden ayırmadan elini uzatarak bezi almaya çalıştı. Ama eli her seferinde boşluğa düşüyordu. "Abi." demişti yanındaki çocuk ama Çağrı hala elini boşluğa sallıyordu.
En sonunda çocuk Çağrı'nın elini tutarak bezi avucuna bıraktı. Arkasını dönüp, giderken bile arada arkasına dönüp Çağrı'yı kontrol ediyordu. Gözlerimi kısarak ağır adımlarla ona doğru yaklaştım. Her adımımda elini kolunu nereye koyacağını şaşırıyor gibiydi. Begüm peşimden gelmemişti. Bir adım daha atıp tam önünde durdum. Fakat boy farkı yüzünden yukarı bakıyordum.
Dudağındaki gülümsemeyle "Bu ne sürpriz Mavi?" diye sordu. Sonda dediği şey garibime giderken bir şey demedim. Onun aksine heyecanlı değil, soğuk sesimle "Konuşmamız lazım." dedim. Sesim beni bile şaşırtırken onu epey bocalatmıştı. Anında çatılan kaşlarıyla "Ne oldu?" diye sordu. Ardından ekledi: "Konuşalım." tam arkamı dönüp dışarı çıkacaktım ki kolumdan tutarak beni durdurdu. Etrafta koşuşturan çalışanlara bağırarak "Arkadaşlar bir dakika dışarı çıkabilir misiniz?" dediğinde şaşkınlığımı gizleyemedim.
Fakat beni asıl şaşırtan kimsenin itiraz etmeden çıkmasıydı. Şaşkınca ördek yavruları gibi sıraya girip dışarıya çıkan çalışanlara bakarken sesiyle tekrar ona döndüm. "Üşümek istemezsin diye düşünüyorum." kurduğu tek bir cümle kalbimi tekletirken hala bana temas eden eli de bu duruma tuz biber ekiyordu. Şaşkınlığımı bir kenara atıp, kolumu elinden çekerek boş masalardan rastgele birine geçtim.
O da arkamdan gelirken Begüm de gelmişti. Begüm yanıma o ise karşıma oturdu. Çağrı Begüm'ü yeni fark etmiş gibi kaşlarını kaldırdı. "Selam. Seni bir yerden tanıyor gibiyim." diye gözlerini kısıp, onu süzmeye başladığında Begüm ellerini kenetleyerek masanın üzerine koydu ve ona doğru eğildi. "Tanıyorsun çünkü. Hatırlarsan Ekin'le koşarken bizim radara takılmıştınız."
Çağrı'nın tepkisine bakmak için ona döndüğümde kaşalarını çatıp, gözlerini kısarak hatırlamaya çalıştığını fark ettim. Birkaç saniye sonra ya da o saniyeler dakikaya dönüştüğünde "Haa." diyerek hatırladığını belirtti. "Hatırladım." dedi gülümseyerek ama Begüm'ün kurduğu cümle yüzündeki gülümsemenin aniden silinmesine neden oldu.
"İyi bari salak değilmişsin." demesiyle kolumla onu dürttüm ve ters bakışlarımı göndererek boğazımı temizledim. Kendisini arkaya atarak sırtını sandalyeye yasladı. Çağrı onu umursamamaya çalışarak bana döndü. "Ne konuşacağız?" eskisi gibi gülmüyordu. Ona dönerek "Şimdi değil birisi daha gelecek." dedim. Kaşalarını çattı ama bir şey demedi.
Yaklaşık bir on dakika geçmesine rağmen gelen kimse yoktu. Tam elim telefona gitmişti ki kapının üstünde çalan zil ile üçümüzün de bakışları gelen kişiye kaydı. Evet, Yamaç saçlarını kaşıya kaşıya hala uyku sersemi bir şekilde yanımıza geliyordu. Yamaç'ı görmesiyle Çağrı'nın kaşları çatılabildiği kadar çatıldı. Aynı şekilde Yamaç'ın da.
Yamaç ayakta dikildiği sırada ona oturmasını işaret ettim. 'Zorunda mıyım' der gibi bir bakış atınca ona en ters olduğunu umduğum bir bakış attım. Derin bir nefes vererek, kenardaki masaların birinden bir sandalye çekerek Çağrı'nın yanına oturdu. İkisi de birbirine ters bir bakış atarak aynı anda sandalyelerini birbirlerinden uzaklaştırdılar.
İkisinin de bakışları bana dönünce yavaşça yutkundum ve az önce Begüm'ün yaptığı gibi öne eğildim. "Siz ikiniz," dedim bakışlarımı ikisinin üzerinde gezdirirken. "Benden uzak durun. Yanıma yaklaşmayın. Görünce selam vermeyin. Beni görmezden gelin çünkü ben de aynısını yapacağım." dediğimde ikisi de şaşkınca bana bakakaldı. Bir süre kimseden ses çıkmadı. Fakat ortamdaki sessizliği bozan ses sanki herkesin iç sesi oldu. "Neden?" kekelemişti. Çağrı ilk defa karşımda kekelemişti.
İkisinin de haberi yoktu değil mi? "Begüm." diyerek yarım bir şekilde Begüm'e döndüm. Mesajı anlamış gibi telefonuyla birkaç yere girdi. İkisi de Begüm'ün telefonuna baktığı sırada ben onların tepkilerini izliyordum. Begüm telefonun ekranını ikisine doğru uzatınca Çağrı hemen havada kaparak ekrana baktı. Yamaç'ta eğilerek Çağrı'nın omzunun üstünden ekrana bakmaya çalıştı. Bunu yaparken çenesi Çağrı'nın omzuna yaslanmıştı. Çağrı ona kısa bir bakış atarak 'Lâ Havle' der gibi kafasına yana salladı.
Gözleri yazıyı okuduklarını belli eder şekilde hareket edince, yutkunarak ellerimle oynamaya başladım. Hemen elimin üstüne bir sıcaklık örtülünce Begüm'e döndüm. Güven verircesine gülümseyerek göz kıptı ve elimi sıktı. Ona aynı şekilde buruk bir şekilde gülümsedim. "Bu ne amına koyayım?" diyen bir sesle ikimizin bakışları onlara kaydı. Okumuşlardı.
"Yeterince açık değil mi?" diye tersçe sordu Begüm. Yamaç ne kadar şaşkınsa Çağrı bir o kadar sinirliydi. "Kıskandı." diye bir çıkarımda bulundu kendince. "Beni senin yanında kıskandı. Ben senin yanına gelince kıskandı beni. O tesbihe sinirlenmemi kıskandı. Geri gittiğimde onu umursamadan sonra konuşmamız gerektiğini söyledim." dedi ve gözlerini sıkıca yumdu. Başını yere eğdi. "Benim suçum."
"Hayır benim suçum." diyerek atladı Yamaç. Bu hareketi beni şaşırttı. "O gün bu fotoğrafın çekildiği. Beni takip etti. Öyle gördü. Fark edemedim. Allah belamı versin lan!" diye eliyle kafasına vurdu birkaç kez. Benden beklenmeyecek şekilde çok sakindim. "Bunun artık bir önemi yok." dedim ikisinin gözlerinin içine bakarak.
"Bir or..." gözlerimi yumup devamını getiremedim. Derin bir nefes çektim. "Karşıma bir daha çıkmayın. Hiç değilse beni biraz önemsediyseniz bunu yapın."
"Mavi," diyerek Çağrı çaresizce baktı yüzüme. Bir şey demeden söyleyeceği şeyi bekledim ama bir süre bir şey demedi. En sonunda "Özür dilerim." diyebildi. Burukça gülümsedim. "Ben de özür dilerim." bir şey demedi. Kimse bir şey demedi. Ne diyebilirdi ki? Yapılan her hata telafi edilebilseydi hata yapmanın ne anlamı kalırdı? Geçmiş yüze vurulmadan nasıl ders alınırdı?
Ben de özür dilerim. Neden bilmiyorum ama özür dilerim kendim. Çok özür dilerim.
___&&___
Öğle sıcağı etrafı kavururken bulduğum küçük bir mekana kendimi atmıştım. Önümdeki limonatamı yudumlarken elimdeki kitabın sayfalarını eş zamanlı olarak çeviriyordum. Sabahtan beri kimse ile görüşmemiş, biraz dolaşmış, annemle görüntülü konuşmuş ve müzik dinlemiş bir şekilde öğle etmiştim. Şimdi ise kitap okuyordum çünkü gerçek hayat ne kadar içimi karartsa da okuduğum bir kitap o karanlığı çekip alıyor, resmen bir büyü gibi hemen unutturuyordu.
Şu an malum sahneye geliyor gibiydim. Etrafa kısa bir bakış atıp, normal davranmaya çalışarak limonatamdan bir yudum daha aldım. Hadi bismillah.
Satırlar dudaklarımdan akıp giderken yanıma gelen garson ile aniden kitabı kapattım. Alışkanlık ne yapabilirim yani? Elinde tuttuğu tepsiden bir tabağı önüme bıraktığında kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Ben tatlı istememiştim." dedim önüme konan bakalavayı işaret ederek. Sabit bir şekilde "Bunu birisi size getirmemi söyledi." dedi ve ekledi: "Tabağın altına bakmayı unutmayın. Afiyet olsun." deyip gitti.
Çatık kaşlarla arkasından bakarken elimdeki kitabı bir kenara bıraktım. Tabağı önüme bomba konmuş gibi incelemeye başaldım. Bir sorun görünmüyordu. Soğuk baklavaydı. Neyse hiç değilse bu sıcakta baklava göndermesine rağmen bunu akıl edebilmişti. Dur o tabağın altına bak dedi değil mi?
Tabağı havaya kaldırıp, baktığımda altına yapıştırılmış bir kağıt olduğunu gördüm. Onu alıp tabağı tekrar masaya bıraktım. Kare şeklinde küçük bir not kağıdıydı. Ve üstünde bir şey yazıyordu.
"Canını sıkma sevgilim. Herkes haddini bilecek. Kimse seni üzmez. O zaman üzerim. Afiyet olsun."
Son noktaya kadar birkaç sefer okudum. Gözlerimi yumup açtım ama yazılar yine aynıydı. Anlık olarak aklıma gelen bir şeyle gözlerimi kocaman açtım. Daha önce de bana not gelmişti değil mi? Aynı kişiydi. Kahretsin yine aynı kişiydi. Nefes almak zorlaşırken masada duran telefonum titredi. Uzanıp, aldığımda Begüm'den mesaj geldiğini gördüm.
Baș Belam: Ekin çabuk Gizem'in hesabına gir!
Sorgulamadan titreyen ellerimle arama kısmına onun hesabını arattım. Hesabına girdiğimde ise bir yazı paylaştığını gördüm.
"Öncelikle nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Her şey bir yanlış anlaşılmaymış. Ekin'in yanındaki Yamaç eski sevgilisi evet ama diğeri yeni sevgilisi falan değil. Arada dönen muhabbet ise çok farklı. Tamemen benim yanlış anlamam. Buradan Ekin'den en içten bir şekilde özür diliyorum."
Okuduğum yazı ağzımın bir karış açılmasına neden olurken yutkunamadım bile. Bir elimde notu diğer elimde telefonu tutarken içtiğim limonatanın ağzıma geldiğini hissettim. Bu kadarına midem kaldırmıyordu.
Gizem'i biri tehdit etmişti. Peki hangisiydi?
Çağrı mı? Yamaç mı?
___&&___
Saat beşe geliyordu. Bugün fazla hızlı geçiyordu ya da yaşadığım şeylerle bugün için zaman kavramını unuttuğum için olabilirdi. Odamda uzanmış uyumaya çalışıyordum tüm zihnimde dönüp dolaşan şeylerin aksine. Tabii bu boş bir çabaydı.
"Offff," diyerek dışarı sıkıntılı bir hava bıraktı Zeliş. "Sıkıldım." dedi bıkkın bir sesle. Olanlardan haberi yoktu. Gözlerimi açmadan "Balkona çık." dedim. Bir ses gelmemesinden göz devirdiğini düşündüm. "Balkon da sıkıcı."
"Dışarı çık."
"Sen de gel."
"Yorgunum."
"Sıkıldım."
"Ne yapabilirim?"
"Benimle dışarı çıkabilirsin. Sabahtan beri yatıyorsun. Gerçi bir ara yoktun ama." deyince vücudum buz kesti. "Neyse." dediğinde ise sessiz, rahatlamış bir nefes verdim dışarı doğru. Sonra bir hareketlilik hissettim ve bedenimin sarsılmasını. "Hadi Ekin bak dondurma ısmarlarım sana." dediğinde gözlerimi çoktan açmıştım.
"Çocuk mu kandırıyorsun?" dudak büzüp omuz silkti. Sıkıntılı bir nefes vererek başımı sağa yatırdım. "Limonlu," dediğimde ellerini çırparak minik bir sevinç çığlığı attı. Ardından yanağıma bıraktığı sulu öpücüğü beklemiyordum. Yanağımı elimin tersiyle silip hazırlanmak için kalktım.
Sahil yolunda yürürüdüğüz sırada tam karşı kaldırıma geçecektim ki Zeliş'in kolumu tutmasıyla durmak zorunda kaldım. Ona döndüğümde eliyle aşağımızda kalan sahil kumlarının üstüne bir yeri işaret ediyordu. Gösterdiği yere baktığımda küçük, tekerlekli bir dondurma arabası olduğunu gördüm. "Hadi ondan alalım. Orası daha yakın." dediğinde oraya gitmek istemediğim için bu fikri hemen reddederek kafamı iki yana salladım.
"Olmaz. Yürü hadi." diyerek hareketlenmiştim ki Zeliş bir kez daha buna engel oldu. "Yaa bu sıcakta dondurmacı mı arayacağız?"
"Sen demedin mi dışarı çıkalım diye? Al işte seni gezdiriyorum."
"Ama çok sıcak." diye mızmızlandığında kararımın arkasındaydım. "Ekin lütfen." dedi harfleri haddinden fazla uzatarak. Sonunda farklı bir çözüm ile şansını bir kez daha denedi. Gözlerini doldurarak birkaç kez kırpıştırdı. Dudağını da büzdüğünde tam ağlayacak bir bebek gibiydi. Ama lanet olsun ki bu çok tatlıydı. "Bakma öyle olmaz." bakmaya devam etti. "Olmaz." devam etti. "Tamam. Şöyle yapmayı kes yoksa vallahi seni tokat manyağı yaparım. Yürü!" diyerek rotamızı ayaklarımın geri geri gittiği yöne çevirdik.
Dondurmacının önünde sırada beklerken sıcak cidden baymaya başlamıştı. Bir adım daha ilerlediğimde tanıdık bir ses kulağımı doldurdu. "Çikolatalı almazsan sana hakkımı helal etmem ateşli çocuk." dedi tehditkar bir sesle. Evet, bu ses Talha'ya aitti. Sesler yaklaştıkça yaklaştı. Göz ucuyla dönüp baktığımda aramızda iki kişinin olduğu sıraya girmişlerdi.
Kara bahtımın gününe diye başlayasım var amına koyayım. Bir anda önümden gelen bir ses yerimde sıçramama, aynı zamanda da onların beni fark etmelerini sağladı. "Kızım neyi bekliyorsun?" yerin dibine girmeyi amca. "Ekin, aaa bu ne sürpriz?" diyen Talha çoktan yanıma gelmişti. Ona dönmeden önce dondurmacıya siparişimi verdim. Ardından ona döndüm. Çağrı yoktu. Hala aynı yerindeydi. Ve buraya bakmıyordu.
"Dondurma almaya geldik. Di mi Zeliş?" diyerek siparişini veren Zeliş'e döndüm. Gülümsedi bana. Tekrar Talha'ya döndüğümde yerinde sendeleyerek birkaç adım geri gittiğini gördüm. Gözleri ipiri olmuş bir şekilde Zeliş'e bakıyordu. Bir şey olduğunu düşünüp tam kolunu tutuyordum ki beni es geçerek Zeliş'in yanına gitti. "Merhaba." dedi ilk birkaç defa kekeleyerek.
"Merhaba." diye karşılık verdi Zeliş ona aynı şekilde. İkisi bakışırken bu süre Zeliş'e uzun gelmiş olacak ki tekrar dondurmacıya döndü. Adam hala dondurma koyuyordu. Tamam bu her çeşitten istediğim için olabilirdi. "Talha ben." diyerek Talha tekrar Zeliş'in bakışlarını üzerine çekti. Ağır ağır başını sallayarak gülümsedi Zeliş. "Zeliha ben de."
Kaşlarını kaldırarak kocaman gülümsedi Talha. "Su perisi yani." dediğinde Zeliş utanarak önüne döndü. Kendisine uzatılan külahları alarak birini bana verdi. Talha'ya bakmamaya çalışarak yanıma gelmeye çalıştı ama Talha tam da ikimizin arasındaydı. Zeliş ona bakmadan bir adım yana kaydı ama eş zamanlı olarak Talha'da bir adım yana gitti. Zeliş diğer tarafa gitti ama Talha yine aynı şekilde onu taklit etti.
Zeliş utangaç bir sitemle "Önümden çekilir misin?" diye sordu. Başını kaldırıp, bakmadığı için Talha'nın ona gülümseyerek baktığını görmüyordu. "Çekilmem için bir neden söyle."
Bocaladı Zeliş. Ardından dondurmayı işaret etti. "Dondurma eriyecek."
"Bir daha alırım."
"İstemem. Çekilecek misin?"
"Hala bir nedenin yok."
"Gitmem lazım."
"Nereye?"
"Cehennemin dibine pislik herif. Çekil artık!" diye öyle bir bağırıdı ki Zeliş, Talha dahil ağzım şaşkınlıktan kapanamadı bir süre.
Kızı da kendinme benzetmişim iyice.
Talha daha fazla diretmeden önünden çekilince Zeliş sinirli bir şekilde gelip koluma girdi. O ana kadar fark edemediğim şey ise yemeyi unuttuğum dondurmamın elimden damlamasıydı.
___&&___
Zeliş havanın fazla sıcak olduğunu iddia ederek, beni bırakıp otele geri gitmişti. Beni zorlayıp, böyle kaçıp gittiği için onunla sonra ilgilenecektim. Dondurmamı yiyemeden geri sahilin yanındaki yola geldim. Bu yolda bir şey vardı kesinlikle. Ben ne olduğunu anlayamadan adımlarım her seferinde beni buraya getiriyordu çünkü.
Sahil ile yolu ayıran korkuluğa dirseklerimi yaslayıp sahildeki insanları izlediğim sırada gözlerimin üstüne kapanan bir el ile etraf bir anda karanlığa gömüldü. Ellerimle gözlerime kapatılan eli ittiğimde karanlıktan yeni çıktığım için ani gelen güneş ışığı gözlerimi kısmama neden oldu.
Arkama döndüğümde beni gülümseyerek karşılayan kişiye şaşkınlıkla baktım. "Selam."
Ona aynı şekilde gülümseyerek "Kaan?" diyerek şaşkınlığımı belli ettim. "N'aber?" dediğinde gülümsememi hiç bozmadan omuz silktim. "İdare eder. Senden?"
"Aynı. Yürüyelim mi biraz?" diyerek yolu işaret ettiğinde bir şey demeden yürümeye başladım. Daha uzaklaşamadan iki koca adımda bana yetişti. "Uzun zamandır sahalarda göremiyoruz seni?" dediğimde minik bir kahkaha attı. "Arkadaşlarla takıldık biraz. Hayırdır özledin mi beni?" dediğinde gülerek omzumla koluna vurdum. "Rüyalarıma girdin her gün. Bir türlü çıkaramadım seni aklımdan." dediğimde kaşlarını kaldırarak bana döndü.
"Sen ciddi misin?"
"Hayır."
"Hadi ya." diye yalandan bir üzüntüyle dudağını büzdüğünde hiç kibar olmayacak bir şekilde yüksek sesli bir kahkaha attım. Bana katılarak o da güldü. "Neyse, sen ne yaptın ben yokken? Beni düşünmek dışında?" diye sorduğunda yüzümdeki gülümseme buruk bir hal aldı. Özellikle bugün yaşananlar içimde bir şeyler kopardı sanki. Özellikle kalbimden.
Omuz silktim. "Benim için zor bir gündü bugün." dediğimde adımları yavaşladı. Aynı şekilde benim de. "Anlatmak ister misin?" dediğinde başımı iki yana salladım. "Ne hissediyorsun peki?" dediğinde ilk başta bir şey demedim. Sessiz geçen bir iki dakikanın sonunda "Bilmiyorum. Kafam çok karışık." dedim.
Anladım dercesine başını salladı. "Peki bu birileri ile ilgili mi?" başımı salladım. "Ben tanıyor muyum?"
"Birini." dediğimde kaşlarını kaldırdı. "Kim?" diye sorduğunda cevap vermedim. Fazla diretmedi. "Ne zaman konuşmak istersen beni bul. Bu kulaklar sizi dinlemek için her an hazır." dediğinde güldüm. Ben güldüğüm için o da güldü. Fazla yürüdüğümüz için geri döndüğümüzde bir polis sireni doldurdu kulaklarımı. Umursamadım ama bize seslendiğini düşündüğüm bir sesle adımlarımı durdurdum. "Hey, siz ikiniz!"
Arkamı döndüğümde Kaan'da dönmüştü. Önümüze gelen iki polis koşmalarından olsa gerek nefes nefeselerdi. İçlerinden biri beni süzdüğünde Kaan konuştu: "Bir sorun mu var memur bey?"
Polis ona kısa bir bakış atsa da tekrar bana döndü. "Ekin Ertekin?" dediğinde heyecandan elim ayağıma karışmış, kalbim hızlanmıştı. "Benim."
"Tolga Polat cinayetinde şüpheli olarak sizi karakola götürmemiz gerekiyor. İfadenizi orada verirsiniz. Lütfen zorluk çıkarmayın." dediğinde nefesimin kesildiğini hissettim.
_____BÖLÜM SONU_____
Selammmmm naber?
Eee nasıl buldunuz bölümü? Kalp kırdı mı? Benim kırıdı biraz.
Ve önceki bölümde çıkaramadığım çift bugün kendini gösterdi kısa bir sahne olsa bile vatana millete hayırlı olsun. Nskalskams
Gizem'in böyle bir yazı paylaşmasına şaşırdınız mı? Kızımızın fikrine göre katilimiz yaptı bunu. Siz ne düşünüyorsunuz?
En sevdiğiniz sahne neydi? Ya da replik?
Bir sonraki bölúmde görüșmek üzere 🤗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.5k Okunma |
910 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |