Siz dinlediğiniz şarkıyı buraya bırakın 👉1
Karşımdaki özet maçları izlerken üstümde hiçbir şekilde uyku belirtisi yoktu. Televizyon ekranının sol alt köşesine baktığımda saatin 1'i geçtiğini gördüm. Hareketsizlikten kasılan boynumu sağa sola yatırarak kütlettim.
Aynı pozisyon ekranda oynamaya devam ederken yanımdaki kumandayla kapattım televizyonu. Ayağa kalkarak belimi gerdirdim. Mavi'yi uyuttuğumdan beri televizyon izliyordum.1
Yalan söylüyorum. Deli kız üstüne örttüğüm battaniyeyi her seferinde geri itiyordu ve sonuç olarak üşüyordu. Her on dakikada bir onu kontrol ettiğim için maçı tam anlamıyla izlemiş sayılmazdım.
Aklıma gelmesiyle birlikte panikle bu sefer telefonumdan saate baktım. Yanından geleli 20 dakikayı geçmişti. Kahretsin, üşüyecekti. Telefonu geri koltuğun üstüne attım. Tam onun için ayırdığım Talha'nın odasına gidiyordum ki aklıma gelen bir şeyle adımlarımı mutfağa taşıdım. Masanın üstündeki sürahiyi alıp, arıtıcıdan içine su koydum. Belli olmaz, gece susayıp kalkmak isteyebilirdi. Ben yine de yanına koyayım.
Ya da koymasam mı? Belki beni uyandırırdı su istemek için.
Aklımdaki sapık düşüncelere sırıtırken elimle yanağıma sert diyebileceğim bir tokat attım. Kendine gel ÇAĞRI KILIÇ!2
Bu sırada sürahiden taşıp, elimden lavaboya akıp giden suyu yeni fark ediyordum. Hızla musluğu kapatıp sürahiyi tezgaha koydum. Burnumdan sıkıntılı bir nefes verdim. "Bir iş yaparken aklıma gelmesen iyi olacak kızım."
Masanın üstündeki ters duran bardağı alacağım sırada masanın altındaki poşet dikkatimi çekti. Onu aldım. İçine bakarken belki utanmam gerekirdi ama hayır, onunla ilgili her detay beni sadece gülümsetiyordu. Şimdi de olduğu gibi.
Hızlı adımlarla ilerleyip poşeti odama götürdüm. Şu an bunu koyacak bir yer yok gibiydi. Poşeti dolabıma koyarken aklıma gelen bir detayla Mavi'nin açtığı pedi aldım içinden. Geri mutfağa gidip sürahi ile bardağı da aldım. Talha'nın odasının önünde dikilirken derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim.
Sanki kızı istemeye gideceğiz amına koyayım. Kız uyuyor içeride işte.1
Kendime kızarken, ayağımla hafif aralık olan kapıyı ittirip açtım. İçeri girdiğimde ilk iş olarak, elimdeki sürahi ile bardağı ses çıkarmamaya özen göstererek yatağın yanındaki komidinin üstüne koydum. Ardından elimdeki pedi geniş odanın içindeki koltuğun üstüne koydum. Belli olmaz, belki gece ihtiyacı olabilirdi. Burada bulması daha kolay olurdu.
Hemen koltuğun yanındaki pufu alıp yatağın yanına koydum. Ve tahmin ettiğim gibi battaniyenin yerde olduğunu gördüm. Onu alıp titreyen kızın üstüne örttüm. Üstüne gelen sıcaklığı anında hissetmiş gibi titremeleri azalmıştı. Hemen geçip koyduğum pufa oturdum. Yüzünü net seçemediğim için gece lambasını yakacaktım ki elim bardağa çarpıp yere düşmesine neden oldu.
"Siktir." dediğim sırada bardağın kırılmaması beni epey şaşırtmıştı. Halbuki kırılacak bir yükseklikten düşmüştü. Ama şu an için önemli olan çıkan sesti. Korkarak ona döndüğümde hala istifini bozmadan uyuduğunu gördüm. Rahatlayıp, derin bir nefes verirken bardağı yerden aldım. Bu sefer kazasız ışığı açtığımda ortamı beyaz ışık aydınlattı.
Fakat ani gelen ışıkla Mavi yüzünü buruşturarak gözlerini sıktı. Hemen komidinin kapağını açıp içindeki üçlü prizi çıkardım. Işığı prize bağladıktan sonra yatağa uzak olacak şekilde yere koydum. Bu sayede bize ulaşan ışık loş bir hal almıştı. Ve onun da çatılan kaşları düzelmiş, yüzü eski haline dönmüştü.
Onu izlemeye başladım. Nedensizce... Öylesine... Ağzı hafif aralık uyuyordu. Önüne düşen saçlarını parmağımla narin bir şekilde geri ittirdim. Sanki o bir porselenmiş ve ben onu kıracakmışım gibi çok temkinliydim. Yüzünü incelediğim sırada dudağımda geniş bir tebessüm oluştu. Ne zaman onu görsem yeri hazırdı zaten. Ortamı ölüm sessizliği sarmalarken benim kulaklarımda yankılanan tek ses bozuk kalp atışlarımın sesiydi.
Yutkundum. Boğazım kurumuştu. Çok güzeldi. Hele uykudayken ayrı bir güzeldi. Şimdi fark ediyordum. Yine yalan söyledim. Onun güzel olduğunun hep farkındaydım.
Dirseğimi yatağa dayayıp yüzümü avucuma koydum. Diğer elimle saçından bir tutam yakaladım. Parmaklarımın ucunda oynamaya başladım. Yetmedi, burnuma yaklaştırıp kokladım. Neydi bu koku?
Deniz losyonu gibi kokuyordu. Ama boğucu değildi. Huzur veriyordu. Evet evet kesinlikle deniz gibi kokuyordu.
Denizden -sudan- korkan ben nasıl bu kokuya sahip, deniz mavisi gözlü bir kıza tutulmuştum?1
Evet, bunu kendime kabul ettirmem zaman almıştı. Onu her gördüğümde terleyen avuç içlerim, her seferinde ensemdeki saçlara giden elim -ki bu sadece utanınca veya heyecanlanınca oluyor- yanında söylemeyi unuttuğum kelimeler bana bunu itiraf etmişti sanki.
Ama en çokta gözleri... Deniz mavisi gözleri bana nefes alıyormuşum gibi hissettirmişti.1
Halbuki ben denizi gördüğümde boğulacak gibi hissederdim.
Saçını bırakmadan yüzünü biraz daha inceledim. Saç dibinde küçük bir ben vardı. Ve yüzü hafif sivilceliydi. Uyuduğunda araştırmıştım, bu sivilceler regl zamanında çıkarmış. Ama güzelliğinden bir şey eksiltmemiş, hatta onu gözümde daha tatlı göstermişti.
Gözlerimin rotası dudaklarına kayınca yutkundum. Ve birkaç saat önce yaşadığımız şey geldi aklıma. Biz öpüşmüştük. Biz öpüşmüştük. Zihnim tekrar o ana gidince gözlerimi kapattım ve sanki bir kameradan izliyormuşum gibi o anı tekrar hayal ettim. Cidden unutmak istemeyeceğim bir andı.
Hele istemediğini zannedip ondan ayrıldığımda beni kendine çekip öpmesi... Çaktırmamıştım ama bu çekiş boynumu acıtmıştı. Gözlerimi tekrar açtığımda gülüşüm daha da büyüdü. Belki yanlıştı, bunu onun haberi olmadan yapmamam lazımdı ama dayanamadım. Eğilip dudağının üstüne zarif ama bir o kadar uzun bir öpücük bıraktım.1
Geri çekilip, baktığımda dudağında yukarı doğru minik bir kıvrılma oluşmuştu. Yok artık bunu hissetmiş miydi? "Mavi rengini en sevmediğim renk ilan etmişken ne hakkın vardı da beni bu renge aşık ettin?" cevap gelmedi ama onun sessizliği bile güzeldi.
Huysuzca yerinde kıpırdandı. Birkaç mırıltı çıkararak elini yanağının altına koydu. Gözleri hafiften açıldı ama sonra uyku ağır basmış olacak ki tekrar kapattı. Ben ise nefessiz bir şekilde onu izliyordum. "Çağrı," diye mırıldandı uykulu bir sesle. Elimle önüne düşen bir saç tutamını geri ittim. "Söyle güzelim."
Güldü. Ben de güldüm. "Sen beni öptün mü? Yoksa rüya mıydı?" diye zorla döküldü kelimeler dudaklarından. Ama ben anlamıştım. "Rüyaysa ne yaparsın?" diye sordum onu dudağımdaki tebessümle izlerken.
"Mümkünse bir tane daha alırım." dediğinde saati umursamadan kocaman bir kahkaha attım. Onun da dudağında minik bir tebessüm oluştu. Çok fazla açık sözlüydü ve bu hoșuma gidiyordu.
"Koltuğun üstüne ped bıraktım. İhtiyaç duyarsan orada."
"Tamam." dedi artık uykunun içinde olduğunu belli eden bir sesle.
"Öpecek misin artık?" dediğinde kıkırdadım. Tam eğilip dudağına bir öpücük daha konduracaktım ki dış kapıdan bir anahtar çevrilme sesi geldi. Hızla basılmışlık hissiyle ayağa kalktım. Ama o artık uykuya dalmış olduğu için bir tepki vermedi. Sadece huysuzca kıpırdanarak arkasını döndü bana.1
Ses çıkarmamaya özen göstererek odadan çıktım. Oda tam dış kapıya açıldığı için karşımdaki simayı hemen görmüştüm. Görmeyi istemezdim tabii. Eğilmiş bir şekilde ev terliklerini giyen Talha beni daha fark etmemişti. En sonunda giydiğinde odasına girmek için -büyük ihtimalle- benim olduğum tarafa kafasını kaldırmıştı ki beni görünce elini hızla göğsüne bastırdı.
"Eşhedü enla ilahe illallah..." diye derin bir korku nidasının ardından şehadet getirmeye başladı. Parmağımı dudağımın üstüne bastırarak 'sus' işareti yaptım ona. Ardından elimle salonu işaret ederek önden ilerlemeye başladım. İçeri girip koltuğa oturduğumda o da diğer koltuğa geçmişti.
"Neredeydin sen?" diye sordum. Aslında hayır, merak etmiyordum. Sadece uykumu getirecek kadar gevşek olan bu şahsa ihtiyacım vardı. "Ne o merak mı ettin beni?" dediğinde hı aynen der gibi başımı salladım.
"Yaa ne demezsin? Fotoğraflarını izliyorum sen gittiğinden beri." diye alayla konuştum. "Oğlum." dedi birden, ciddi bir şekilde. "Ben harbi salağım ha."
"Bunu 21 yıl sonra fark etmen ne hoş." dedim alayla.
Fakat o beni takmadan kafasına vurdu birkaç kez. "Ben öyle yengeyi görünce anlık heyecanla dışarı çıktım siz yalnız kalın diye. Ama tahmin et ne oldu?"
Ciddi ciddi "Ne oldu?" diye sordum. "Gidecek yerim yok! Hava yağmurluydu! Götü çamurlu sokak kedisi gibi kaldım." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Kendi evine neden gitmediğini soracaktım ki evinin buraya bir hayli uzak olduğu aklıma geldi. Babasına gidebilirdi ama demek ki bunu akıl edememişti. Annesi zaten Büyükada'da bile değildi.
"Merdivenlerde oturuyordum sonra. Ama böyle göreceksin tir tir titriyorum. En sonunda dedim hatta sevenleri kavuştarayım diye ben Hakk'a kavuşuyorum." diye devam etti ben düşüncelere dalmışken.
"Sonra baktım yukarıdan böyle simsiyah giyinmiş elinde uzun, ucu sivri olan bir şeyle biri geliyor." diye anlatmaya devam ettiğinde gözlerimi devirdim. Yine çok abartıyordu. "İşte sonra dedim sonum geliyor. Tam tüm duaları sıralıyordum ki üst komşu var ya Nazmiye Teyze. Hah işte Allah ondan razı olsun. Kadın hissetmiş gibi yanına çağırdı beni."
"Sen orada mıydın bu saate kadar?" diye sorduğumda başını salladı. "He ya. Kadın bir kahve yaptı Allah seni inandırsın üç gün ayakta tutar o kahve insanı." dediği sırada gergedan gibi esnedi.
"İnsanı etkilediği için sana bir etkisi olmamış demek ki." dedim onu işaret ederek. Ters ters baktı yüzüme. "Ha ha ha. Çok komik. Bak götümle gülüyom şu an." diyerek kıçını bana göstermeye çalıştığında bir tane çaktım. Kıçını tutarak geri oturdu.1
"Bu saate kadar rahatsız etmeseydin keşke." dediğimde boşver der gibi elini gelişine salladı. "Valla bir şey söyleyeyim mi? Kadında bir dedikodu var. Hay maşallah. Annesinin teyzesinden girdi, olmayan sekizinci ceddinden çıktı amına koyayım." dediği sırada bir kez daha esnedi. "Yalnız çok ilginç hikayeler var anlatayım mı?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.
"En son," diye beni umursamadan devam etti anlatmaya. Nerede olduğunu sormaz olaydım! "Konu bana geldi. Dedi 'oğlum benim kuzenin oğlunun dayısının yeğeni var bir tane. Sana onu ayarlayayım mı?' diye sordu. 'Böyle hanım hanım bir kız tam senlik' diye devam etti sonra." kadının söylediği yerleri onun sesini taklit ederek söylüyordu.
Hiç merak etmesem de "Eee?" diye anlatmaya devam etmesi adına sordum. "Ben de dedim 'benim de bir tanıdık var ondan sana mezar ayırttırayım tam senlik.' sonra kafama cezve atıyordu ki kaçarak geldim." dediğinde gözlerimi devirmekle yetindim.1
"Mal." demeden edemedim. "Öyle deme oğlum. Gidiyordu kafa valla." sonra aklına bir șey gelmiș gibi dalarak sırttı. "Hem benim su perim varken banane onun bilmem nesinden."
"Olmayan şey nasıl gidecek lan?" dediğimde beni pek duyuyor gibi değildi. Su perisi dediğu kiși Mavi'nin arkadașıydı. Onunla konușmak işe yaramıştı, ufaktan uykum gelmişti. Uykum kaçmadan kalktım koltuktan. O da tam arkamdan esneyerek ayaklanmıştı ki ona dönerek elimi hayırdır der gibi salladım. "Yatacağım." dedi bir kez daha esnerken.
"Senin odanda Mavi uyuyor. Sen burada yatıyorsun." dediğimde esnemesini keserek ağlamaklı bir ifade ile baktı bana. "Ama, " demesini umursamadan kendi odamın önüne kadar gelmiş bulundum.
"Sakın battaniye falan alırken kızı uyandırma." dedim kapıyı yüzüne çarpmadan hemen önce.
Omletimden bir çatal daha alarak çayımdan da bir yudum aldım. Yiyecekler ağzımda parçalanırken bir yandan da Talha'ya kulak kesiliyordum. "İşte yeğeninin bir şeyinden girdi üzümlü kek tarifinden çıktı kadın. Ben de anlamadım." dün üst komşuları ile olan anları anlatıyordu. Ben onu gülerek dinlerken Çağrı ne bok anlatıyor bu bakışı ile dinliyordu Talha'yı.
Çatalımı tabağıma bırakırken gözüm Talha'nın boş bardağına ilişti. Bardağına uzandım. "Çay koyuyorum." diyerek, sandalyemi geri çekip ayaklandım. "Valla çok iyi olur yenge." dedi Talha sırıtarak. Ve ağzına bir dilim salatalık attı. Fakat tam gidecekken Çağrı kolumdan yakalayıp beni durdurdu. Ayağa kalkarak karşıma dikildi.
"Olur mu öyle şey, otur sen." diyerek, omuzlarımdan tutup beni sandalyeye geri oturttu. "Yok, ne olacak?" deyip tekrar ayaklanıyordum ki omuzlarıma hafif bir baskı uygulayarak bunu engelledi. Ardından uzanıp elimdeki bardağı aldı. "Misafirsin sen. Senin rahatına bakman lazım." dediğinde itiraz etmedim. Çünkü yeterince ısrarcı bakıyordu.
"Ooo yengecim bayağı hamarat bir bey seninki." dediğinde nereden benimki oluyor temalı bir bakış gönderdim ona. Anlayıp anlamadığı tartışma konusuydu tabii. Talha dahil ben de Çağrı'nın çay koymasını bekliyorduk ki o ikimizi de şaşırtarak ağzındaki zeytin çekirdeğini çıkaran Talha'nın önüne attı bardağı. "Kalk koy çayını." dedi ve geri yerine oturdu.1
Talha şaşkınca ona bakarken o eliyle hadi hadi der gibi bir işaret yaptı. Talha "Of amına koyayım ya." diyerek, tam ayaklanıp gidecekti ki Çağrı bu sefer onu kolundan tutup durdurdu. Talha ona ne der gibi bakarken Çağrı önündeki çayı koca bir yudumda içti. Çay dolu sayılırdı. "Şunu da doldurur musun zahmet olmazsa."
Talha ağlamaklı bir ifade ile bakarken o bunu zerre umursamadı. Talha onun 2 saniye içinde boşalan bardağını aldıktan sonra elini bana uzattı. "Ver yenge. Seninkini de doldurayım." dediğinde ona acıyan bir gülümseme gönderdim. "Benimki dolu. Teşekkür ederim." dedim kendi bardağımı işaret edip.
"Sen boşalırsa söyle. Şu an yenge konumuna ben geçtim çünkü." diyerek tezgaha gittiğinde kaşlarımı çattım. "Talha. Bana yenge deyip durma." dedim bıkkın bir sesle. Sadece çaydanlık sesi geliyordu kulağıma. Çağrı ise yemek yemeye devam ediyordu.
"Ne diyeyim kayınço mu?" diye sordu alayla. Göz devirdim ama o bunu görmedi. "Ekin yeterli." dediğimde kıkırdadı. Çağrı ise muhabbete girmeye tenezzül bile etmiyordu. "Peki, Ekin yenge."2
Başımı lâ havle der gibi yana salladım. Ve hala dıkınan Çağrı'nın koluna sert olmasını umduğum bir sille çaktım. Tabii bu onda sinek ısırığı etkisi yarattı. Ağzı dolu bir şekilde bana döndüğünde "Bir şey desene sen de şuna." dedim sinirle. Bana ne diyeyim der gibi bir bakış attı. Eben de salak.
Ondan da ekmek çıkmayınca önüme döndüm sinirle. "Ölürüm de sana yenge demekten vazgeçmem." dedi ve büyük bir vurguyla ekledi: "Yengem."
Onu umursamadan çayımdan sinirle koca bir yudum alarak bitirdim ve Talha'nın eli dolu bardaklarla masaya gelmesinden faydalanarak boş bardağımı ona uzattım. "Al o zaman yengene çay koy."1
İhanete uğramış gibi bir bana bir elimdeki bardağa baktı. Sonrasında elimden resmen bardağı söküp aldı. Dakikalarca sessiz olan beyimiz ise büyük bir kahkaha attı. Ama ona nasıl baktıysam gülüşü aniden soldu. "Pardon."
Tekrar önüne döndüğünde Talha'nın arkadan "Siz onu bunu boşverin de," diyen sesi geldi. Ardından elindeki çay dolu bardağımla kendisi. Bardağı önüme koydu. "Dün ben Nazmiye Teyzenin akrabalarını dinlerken siz ne yaptınız?" diye sordu büyük bir imayla. Sorarken de işaret parmağını ikimize doğru salladı sizi gidi hınzırlar der gibi.1
Kocaman olmuş gözlerle ona bakarken Çağrı "Eben yaptık oldu mu?" diye sordu tersçe. Göz devirdi Talha. "Lan ben siz şey yapın diye kendimi sokaklara attım. Götüm dondu. Evsiz kaldım. Kapılar yüzüme kapandı. Azrail yanıma uğradı. Siz hiçbir şey yapmadınız mı?" diye hayal kırıklığına uğramış gibi bize bakarken biz birbirimize baktık.
İkimiz de dünkü şeyi düşündük. İkimizin de bakışkları birbirimizin dudaklarına kaydı. Ama hemen toparladık. "Sevişme?" diye soran Talha'nın sorusuyla bakışlarımız ona döndü. "Ebenin şeyi ama." diyerek ilk tepkiyi Çağrı verdi. "Kiss?" diye sorduğunda ben sessiz kalırken Çağrı onaylamaz bir mırıltı çıkardı. Hayır demedi.1
"Sarıldınız mı bari?" dedi bana tutunacak bir dal verin der gibi. Dudak büzüp bu sefer ben başımı iki yana salladım. Ağlamaklı bir ifade belirdi yüzünde. Ama hayır, cidden gözleri doldu. "Yazıklar olsun!" diyerek masayı terk etti. Tıpkı geliniyle oğlu ondan habersiz bir haltlar yemiş kaynana gibiydi. Sonrasında şiddetle çarpılan bir kapı sesi duyuldu.
Şaşkınca Çağrı'ya baktım. O ise çok sakindi. "Anahtarlarını almadı gerizekalı. On beş dakikaya gelir." dedi sakince. Bir şey demeden ona bakmaya devam ettim. En sonunda üstündeki bakışlara dayanamamış olacak ki "Ne?" diyerek bana baktı. Ben ise hala aynı ifademle ona. "Neden bu kadar beklentiye girdi?" diye sonunda sordum ona. Bunu beklemiyor olacak ki o da şaşkınlıkla bana baktı.
En son elini gelişine salladı. "Bilmiyorsun sanki. Her şeyi abartmaya bayılır."
Gözlerimi kıstım. "Peki, sen de girdin mi?" diye sordum ama bu sorunun başka yerlere gitmemesi adına ekleme gereksinimi duydum. "Yani beklentiye." işte bunu hiç beklemiyordu. Sesiz geçen birkaç dakikanın ardından silkelendi. "İtiraf etmek gerekirse biraz tadı damağımda kaldı." dedi biraz utangaç biraz sitemli bir sesle.
"Neyin?" diye sordum safça. Cevap olarak dudaklarıma kaydırdı bakışlarını. Cevabımı almış gibi yutkundum. Utanarak önüme döndüm ve ağzıma rastgele bir şey attım. Sanırım peynirdi. Güldü. Yarım saat kadar bir sürede kahvaltımızı yaptık. Bu sürede Talha geri gelmiş, odasına gitmişti. Çağrı'yla birlikte biz de sofrayı kaldırmıştık. Tabii ki benim ısrarım sonucu minik bir kavga ile.1
Saat ise 8'e yakındı. Çağrı bana dönüp "Benim işe gitmem lazım. Sen burada kalır mısın? " diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Beni otele bırak, lütfen."
Otel kapısının önünde duruyordum. Hiçbir sebep yok, öylesine bakıyordum sadece. Boş boş. İlk geldiğimiz gün gibi. O gün burayı tanımıyordum, bugün ise içinde nelerle karşılaşacağımı bilmiyordum.
Yavaş adımlarla kapıdaki güvenlikleri es geçerek otele girdim. Hızla asansörlerin olduğu tarafa adımlarımı yönelttim. Şükür mü etmeliyim bilmiyorum ama asansör bekleyen kimse yoktu. Biraz tereddüt, biraz kararlılıkla asansörü çağırdım. Ayağımı yere vurup durduğum sırada asansörün kapıları açıldı.
Girip kat numarama tıkladım. Sırtımı kapıya yasladığımda karşımdaki aynadan ben ile karşılaştım. Üstümde hala Çağrı'nın kıyafetleri vardı. Bu iyi olmadı. Saçım başım dağılmıştı. Gözlerim yorgun bakıyordu, halbuki güzel bir uyku çekmiştim. Sağ bacağım ise stresle yerinde oynayıp duruyordu.
Asansörün kapısı açıldı. Çıktım. İlerledim, ilerledim ve ilerledim. Oda numaramı göresiye kadar. 1024.
Derin bir nefes alarak kapıyı çaldım. Oda kartım yoktu. Kimse açmadı. Bir kez daha çaldım. Yine kimse açmadı. Bir daha çaldım, bir kere daha ve bir kere daha. Sonuç değişmedi.
Bıkkın bir nefes verdim sessizce. Kafamı kapıya yasladım. Gözüm kapalı bir süre bekledim. Çok değil, 1 dakikadan daha az muhtemelen.
Geri gidip, bu sefer asansörü es geçerek merdivenlere yöneldim. İkişer ikişer hatta bazılarını dörder dörder atlayarak indim. En sonunda başladığım yere: zemin kata indim.
Tam çıkışa gidiyordum ki birisi beni kolumdan tutup durdurdu. Tanımadığım bir kadındı. Altında lacivert bir kalem etek, üstünde beyaz gömlek ve gömleğin üstünde etekle takım olduğunu düşündüğüm kısa lacivert bir ceket vardı. Saçını ensesinde sıkı bir topuz yapmıştı. Hatta o kadar ki yüz hatları gerilmişti. Ama o yüzünün gerginliğinin aksine bana gülümsedi.
"Evet?" diyerek aramızdaki sessizliği ilk ben böldüm. Anlık bir refleksle bakışlarım danışmaya kaydı. Evet, bu oradaki kadındı. "Sen Ekin misin?" diye sordu ve beni ufaktan bir süzdü. Garibim halime nasıl acıdıysa artık kaşları kalkmıştı. Ekin'sem bile Ekin'liğim kalmamıştı.
Başımı salladım sadece. "Neydi Erdoğan? Erkan?" yok Erciyes abla.1
"Ertekin." diyerek onu düzelttim. "Hah Ertekin evet." dediğinde ben hala beni neden durdurdu onu sorguluyordum. "Üzgünüm tatlım, seni böyle çekiştirir gibi oldum ama. Arkadaşların senin için çok endişelendi. Tüm oteli birbirine kattılar. Onlara haber vermeden gitmişsin sanırım. Beni de tembihlediler iyice 'gelirse tut onu' diye." dediğinde nefesimi tutmuş, onu dinliyordum.
O da derin bir nefes aldı. Ve devam etti: "Dün akşam polisler geldi." dediğinde tuttuğum nefesimi sakince bıraktım. "Hala buradalar." diye de devam etti. Şaşkınca ona bakmaya devam ederken üzerimdeki kazağın beni iyice terlettiğini hissettim.2
"Otel müdürününün odasındalar. Buyurun sizi oraya götüreyim." dedi. Benden bir onay bekliyormuş gibi yüzüme bakmaya başladı. Benden hiç tık yoktu. "Ekin Hanım," demişti ki aynı anda lafını kestim. "Gidelim."1
Ve gittik. O önde ben arkada. Kafam o kadar doluydu ki başımın içinde yankılanan tek ses önümdeki kadının ayağındaki topukluların zeminde çıkarttığı gıcık sesti. Bu topukluları üniversite sınavından beri sevmiyordum.
Asansöre bindik, indik, ilerledik, daha çok ilerledik, köşeyi döndük, ilerledik ve bir başka köşeyi döndük. En sonunda müdürün kapısının önünde durduk.
Kapının arkasından bile içerideki sesler duyuluyordu. Biri hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sanırım...
Bunu düşünemeden içeri girdik bile. İçerisi ise tahminimden daha vahimdi. Begüm bir koltukta oturuyor, Buğra ise omuzlarından tutmuş ona destek veriyordu. Neden burada olduğunu düşenemeyecektim şu an. Ayakta Zeliş vardı ve Caner ona sarılmış, bakır rengi saçlarını okşuyordu. Zeliş ağlıyordu. Melike'de buradaydı.
Ve koltukta oturan başka birisi vardı. Kahverengi olan ama siyaha yakın renkli saçları önüne dökülmüş, yüzünü gizliyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlayan kişi oydu. Müdür kendi yerindeydi ama arkasında iki tane polis vardı ve karşılarındaki bilgisayarın ekranından bir şeye bakıyorlardı. Yanlarında okul müdürümüz de vardı.
Ve biz içeri girince tüm bakışlar bize döndü. İlk birkaç dakika kimseden ses çıkmadı. Begüm ve Zeliş dolu gözlerini kırpıştırıyorlardı. Odadaki tek ses o kadının hıçkırarak ağlama sesiydi. O kadar içli ağlıyordu ki bir an içim acıdı.
"Ekin." diyerek ortamdaki sessizliği Caner böldü. Ve o kadın da bunu duymasıyla hızla başını kaldırdı. Ve o an fark ettim. Annemdi.
Gözleri şişmiş, saçı başı dağılmıştı. Biraz ben gibiydi şu an. Üzerini ise aceleyle giyindiği çok belli oluyordu. Ağlamaya devam ediyordu ama sessizce. Sadece birkaç gözyaşı dökülüyordu yanaklarından.
Fakat beni bu odada ondan daha çok şaşırtan bir şey vardı.
Deniz ve Kaan. El elelerdi.3
Bir sonraki bölümde görüşürüz. Kendinize çoook iyi bakın🤗🤗🤗
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.34k Okunma |
715 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |