17. Bölüm

17. Burada Kalıyorsun

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

 

🎶Öge471 - Derine🎶

 

🎶Yüksek Sadakat - Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer🎶

 

*****

 

Çağrı'nın mola süresi dolduğu için kafeye geri döndük. O işinin başına geçerken ben bu kalabalıkta hala nasıl boş olduğunu hayret ettiğim masama oturmuştum. Pek içime sinmese de onun evine bir gün daha konuk olacaktım. Kendimi fazlalık gibi hissediyordum.

 

Ve bu hiç etik gelmiyordu.

 

Ama ısrarla bakan ve bana itiraz hakkı tanımayan ela gözleri beni ikna etmeye yetmişti.

 

Öküz herif nereden vuracağını iyi biliyordu.

 

Sıcakta bıraktığım için ılıyan limonatamı içemediğimden kendime içi buz küpleriyle dolu koca bir bardak limonata söyledim. Onu yudumlarken Begüm'e bugün bir arkadaşımda kalacağımı, annem gidince bana haber vermesine dair bir mesaj yazmıştım.

 

Bu arkadaşın kim olduğunu söylemem için çok uğraşmış olsa da bildirimleri sessize alarak bunu engelledim. Kafenin içindeki serinlikle beraber buz gibi limonatamdan bir yudum aldım. Saat 1'i daha yeni geçmişti.

 

Kafe kaçta kapanıyordu acaba?

 

Bunu Çağrı'ya sorabilirdim gerçi ama bir o masaya bir bu masaya koşuşturduğunu görünce bu fikrimden hemen vazgeçtim. Görüş hizamdan çıkıp tezgahın arkasındaki kısma gitti. Gözden kaybolduğunda Talha'nın burada olmadığını fark ettim. Bildiğim kadarıyla burada çalışıyordu. Yani sanırım.

 

Limonatamdan bir yudum daha içtiğim sırada orta boylarda, sarışın bir garson elinde bir tepsiyle bana doğru geldi. Hızla önüme bir dilim yaş pasta bıraktığında kaşlarımı çattım. "Ben pasta istemedim ki." dedim bakışlarımı ona çevirerek.

 

"Çağrı abi söyledi." dediğinde öyle mi der gibi kaşlarımı kaldırdım. Öküze bak sen. "Teşekkür ederim." dediğimde "Afiyet olsun." diyerek karşılık verdi.

 

Tam gitmek için yelteniyordu ki "Pardon," deyip onu durdurdum. Ne söyleyeceğimi beklerken "Kafe kaçta kapanıyor acaba?" diye sordum.

 

"Çalışanlar öğlen ve akşam şeklinde ayrılıyor. Sabah 8'de gelenler öğlen 3'te çıkıyor ve aynı anda saat 3'te başka çalışanlar geliyor. Onlar da gece 10'da bırakıyor, yani kafe 10'da kapanıyor." diyerek bana özet geçtiğinde tam aklıma takılan başka bir soru soracaktım ki o aklımı okumuş gibi önceden yanıtladı soramadığım sorumu.

 

"Çağrı abi 3'te çıkacak." anladım der gibi başımı salladım. "Bir şey daha sorabilir miyim," dedim utançla. Onu işinden ettiğim için biraz utandım. Bu yüzden fazla uzatmadan "Buralarda bir kitapçı falan var mı?" diye sordum.

 

O bana en yakın kitapçıyı tarif ederken onu ciddiyetle dinliyordum. Anlattığı kadarıyla kitapçı 20 dakikalık bir yürüme mesafesindeydi. Hızlı gidersem 10 dakikada bile varırdım. Garsona teşekkür edip çantamı omzuma taktım. Limonatamdan son bir yudum aldığımda hiç yemediğim pastam gözüme takıldı.

 

Yanımdan elinde tepsiyle geçen bir garsonu durdurup hemen geri döneceğimi, bu pastayı atmamalarını söylemiştim. Onay alınca da Çağrı'ya haber vermeden hemen garsonun tarif ettiği kitapçıya varmıştım. Telefonumu çıkarıp tuttuğum kronomometreyi durdurdum. 14 dakikada gelmiştim.

 

Merak etmiştim yani ne var bunda?

 

Kapıyı kendime çekmeye çalıştım ama bir türlü açılmadı. Sonradan fark ettiğim dana gibi yazıyla kendime küfrettim. İtiniz.

 

İçerisi öyle büyüktü ki... Her yerde koca koca raflar vardı ve her biri istisnasız kitap doluydu. İçeride tek tük insan vardı. Kapının üstünden vuran klima saçlarımı uçuştururken kapının daha fazla açık kalmaması için tamamen içeri girdim. Nefesim kesilirken orta yaşlarda bir adam yanıma geldi. "Hoşgeldiniz, aradığınız bir tür var mı?"

 

Ona bakıp "Hayır, ilgimi çekeni alacağım." diye mırıldandım. Peki der gibi başını salladı. "Bir şeye ihtiyacınız olursa bana seslenmeniz yeterli, ismim Eşref." dedi ve gitti. Arkasından bakmadan hemen kendimi rafların arasına attım.

 

Yarım saat kadar boş boş kitaplara baktım. Karar veremeyeceğimi anladığımda kaydedilenlerime girdim. İçinden bir edit dikkatimi çekince o kitabı almaya karar verdim. İsminin Eşref olduğunu öğrendiğim adam bana istediğim kitabı uzatırken eline şeker verilmiş çocuk gibi sevindim.

 

Kasada ödemeyi yapıp kitabı çantama attım. Kapıdan çıktığım anda ise tekrar kronometremi çalıştırarak koşmaya başladım. Nefes nefese kafeye girdiğimde kronometremi durdurdum.

 

Aha! 10 dakika.

 

Kendi masama geçerken hala boş olduğunu ve pastamın yerinde durduğunu gördüm. Hızla koltuğuma kurulurken çantamı yanıma koydum. Cidden çok yorulmuştum. Gözlerimi yumduğumda taş çatlasın yalnızca bir dakika sonra bir hareketlilik hissettim.

 

Gözlerimi aralayıp baktığımda öküzü tam karşımda buldum. Dik dik bana bakarken, yayıldığım yerden "Ne?" deyip çıkıştım.

 

"Nereye gittin?" diye sordu çatık kaşlarıyla.

 

"Koşuya." deyip tersledim. Zaten çatık olan kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. "Koşuya?" dedi sorar gibi.

 

Nefesim biraz düzene girerken alnıma vurdum güçlükle. "Hayır tabii ki. Kitapçıya gittim. İşin bitesiye kadar kitap okuyacağım." verdiğim cevapla kaşları düzelmiş ama sonra alaycı bir tavırla kalkmıştı."Beni izlemeni tercih ederdim oysaki." dedi yalandan dudak büzüp.

 

Doğruldum ve masanın diğer ucundan omzuna bir tokat çaktım. "Defol git!" diye bağırdım sesimin yüksek çıkmasını umursamadan. Ardından koca bir kahkahanın ardından işinin başına döndü ve bir daha yanıma uğramadı. Hoş, bu zaman zarfında bana gönderttiği pastayı yiyip kitabımı okudum. Saatin 3 olduğunu ise Çağrı'nın yanıma gelip gitme vaktinin geldiğini söylediğinde anladım.

 

Toparlanıp evine doğru bir yolculuğa çıkarken iki gün öncekinin aksine daha sakin adımlarla gittiğimiz için evin adresini ezberlemeye çalıştım. Neden bilmiyorum. Sadece güvenli limanımın adresini bilmek istedim. Apartmanın önünde durduğumuzda nefes nefeseydim. Evi kafeye yarım saatten fazla bir uzaklıktaydı. Her gün bu yolu yürüyor muydu cidden? "Para biriktiriyorum, yakında motor alacağım." dedi birden, kafamın içindeki soruyu duymuş gibi.

 

Anladım der gibi başımı sallarken çoktan apartmana girmiş, ikinci kattaki evinin kapısını açmasını bekliyordum. Kapıyı açtığında yine aynı şekilde ilk o girdi ve bana bir çift terlik uzattı. Bu sefer gözünü kapatmış kahverengi bir maymun figürü vardı terliğin üstünde. Fazla takılmadan Çağrı'nın anahtarlarını askılığa asmasını izledim. Sonuçta burada misafirdim ve direk salona dalmam hoş olmazdı.

 

Bana döndüğünde bir şey demeden salona girdik fakat karşılaştığımız manzara ikimizin de adımlarının kapının pervazında kalmasına neden oldu.

 

Talha arkadan açtığı bir şarkıyla, teripoda sabitlediği telefonunun önünde dans ediyordu. Tepesinde bir güneş gözlüğü vardı ve şarkı yabancıydı. Müziğin rahatsız edici bir yüksekliğe çıktığı anda tepesindeki gözlüğü eş zamanlı olarak başını öne sallayıp gözlerinin önüne düşürdü. Ve dansa devam etti. Havalı bir dansa benziyordu.

 

Ne Çağrı ne ben bir tepki verirken arkadaki televizyondan çaldığını anladığım şarkı durdu ve aynı şekilde Talha'da. Sonrasında gidip kayıtı durdurdu. Gözlüğü çıkarırken gözleri bizimle buluştu. Üçümüz kaç dakika sessizce bakıştık hatırlamıyorum ama en sonunda bu ortamda sorulacak tek soruyu ben sordum. "Ne yapıyorsun sen?"

 

Talha bir Çağrı'ya bakıp tekrar bana döndü. "Hoşgeldin yengecim. Kalıcısın galiba?" dedi sevecen ve sorar bir sesle. Sonra Çağrı'ya döndü. "Ateşli'm yengeye de bir oda hazırlamak farz oldu."

 

Ben kaşlarımı çatarken Çağrı bir şey demedi. Fakat sonrasında "Saçmalama." dedi umursamaz bir sesle ve geçip rahatça koltuğa oturdu. "Ha," dedi Talha imalı, bilmiş bir tavırla. "Siz beraber kalacaksınız anladım. O zaman çift kişilik yatak almak lazım senin odaya." dediğinde ben utançtan mor lahanaya dönüşürken Çağrı'nın ne zaman içtiğini fark etmediğim su boğazında kaldı.

 

İkimiz aynı anda "Talha!" diye onu ikaz ettik. Yutkundu yavaşça. Hala ben morun her tonu ile gezintiye çıkmışken Çağrı'nın söylediği şey bunun üzerine tuz biber ekti. "Ayrıca benim yatak zaten çift kişilik." bu bilgi ne işime yarayacaktı, biri bana bunu açıklayabilir mi?

 

Talha pişmiş kelle gibi sırıtırken yanıma geldi ve imayla omzumu dürttü. Ona baktığımda göz kırptı. "Yenge yine iyisin. Seninki bu günleri düşünmüş." dediğinde dayanamadım ve omzuna sert bir tokat attım. Geri sendelerken daha fazla tokat atmaktan çekinmedim. "Seni gebertirim!" diye evi inletecek bir şekilde bağırdıktan sonra yere düşen Talha'ya tekmeler savurdum. Feriha gibi kendini yere atmıștı!

 

Yerde iki büklüm uzanması umrumda bile değildi. "Yavşak!" dedim tüm hıncımı ondan çıkarırken. Ve sıraladım: "Pislik! Aptal! Yavşağın yedi türlüsü!" her seferinde yeni bir tekme indiriyordum. En sonunda rahatladığımda ayağımı çektim. Nefes nefese kalmıştım. Talha bacaklarını karnına çekmiş, kollarını karnına dolamıştı. Derince öksürürken ben hala ona öldürecekmişim gibi bakıyordum.

 

"İşte benim kızım." diyen Çağrı'ya çevirdim bakışlarımı. Fakat gördüğüm manzara karşısında şaşkınlıktan bir şey diyemedim. Çağrı nereden bulduğunu bilmediğim bir çerez tabağını elinde tutuyordu ve bir yandan da çiğdem çitliyordu.

 

Sonra elindeki kabuğu hala yerde öksüren Talha'ya attı. "Yengemden dayak yemedim de demezsin artık." dedi ve neredeyse büyük bir gururla ekledi: "Yavvvvvşak"

 

Yarım saat sonra...

 

Çağrı ile Talha televizyonun karşısınaki üçlü koltukta otururken ben hemen yanlarındaki tekli koltukta, ellerim göğsümde bağlı bir şekilde oturuyordum. Aramızdaki ses sadece Talha'nın acı dolu inlemeleriydi. "Yenge dedik," dedi zorla konuşarak. Fazla mı vurmuştum acaba? Hayır, az bile! "Bağrımıza bastık. Anamızı sikip attı amına," dedi ama acıdan olsa gerek devamını getiremedi.

 

"Hak ettin." diyerek Çağrı benim tarafımı tuttu. "Ateşli'm," dedi Talha inlerken. Neden ona öyle seslendiğini sonra soracaktım. "Sen bunu eve aldın ama bu ikimizi de kıçından tekmeyi vurup atar bak demedi deme." dedi ve canı yanmış gibi inledi. Ben ters ters ona bakıyordum. Çağrı bana hiç bakmadan "İyi işime gelir." dedi gülümseyerek.

 

Fark ettim de benimle hiç göz teması kurmamıştı.

 

Talha daha büyük bir ihanet yaşarken daha çok inledi. O kadar çok inliyordu ki öne eğilip Çağrı'yla arasındaki boşluğa baktım. Bunu gören Çağrı ise "Ne oldu?" diye sordu, ilk defa bana bakıp. Hiç der gibi omuz silktim. "Hiiç. Talha çok fazla inliyorda alttan elleyen mi var diye baktım." öylesine söylediğim bir șeydi. Hoș değildi belki ama ani sözlerime bazen ben bile șașırıyordum.

 

Açık bir şekilde söylediklerim Çağrı'yı buz keserken Talha'yı tüm acısını unutturacak bir şekilde güldürdü. Sonra hemen toparlanıp boğazını temizledi. "Ben seninle küsüm. Böyle şeyler söyleyipte beni güldürerek seninle barışacağımı düşünüyorsan eğer," dedi ve gözlerini kısarak gözlerime dikti.

 

"Çok doğru düşünüyorsun O yüzden beni güldürme." dedi ters köşe yapıp.

 

Sinirden olsa gerek güldüm. Sonra fark ettim ki Çağrı hala aynı şekilde donuktu. Talha'ya kaşımla onu işaret ettiğimde kısa bir bakış attı. "O bu kadar açık sözlülüğe alışık değil. Böyle olunca arada bir sinyal gidiyor onda." elini kaldırıp şap diye bir ses çıkacak şekilde Çağrı'nın yanağına vurdu. Öyle ki yerimde sıçradım. Benim canım yanmıştı sanki. Çıkan ses beni yerimde hoplatırken Çağrı Beyi kendine getirmişti. "N'oldu?" diye sersemce sordu.

 

"Korkmana gerek yok Jackson, biz uzaylılar sizinle dost olmak istiyoruz." diye Talha sesini robot sesi gibi çıkararak dalga geçti. İki kişi büyük bir kahkaha attık Çağrı'nın şaşkın bakışları eşliğinde.

 

"Sensin Jackson!" diye tersledi Çağrı kendine gelebildiğinde. Gülmem sonlanırken aklıma gelen bir soruyu ertelemeden sordum. "Talha sen neden dans ediyordun öyle? Teripod falan." onun yerine Çağrı yanıtladı beni. "Tiktok kanalı var salağın."

 

Şaşkınca göz kırpıştırdım. En sonunda da "Yaaa." dedim mutlulukla. "İsmi ne?" diye Talha'ya dönüp sordum ama beni yine yanındaki Çağrı yanıtladı. "Oynak Balina 02 ."

 

Ben anlamazken Talha göz devirdi. "Talhagüven000" diyerek beni yanıtladı. Hızla telefonumu çıkarıp hiç girmediğim uygulamaya girdim. Neden telefonumda olduğunu bile bilmiyordum. Hemen söylediği ismi arattım ve profilinde deniz kenarında bir Talha vardı. Ekranı kendisine doğru çevirmişti ve denizi arkasına alarak ön kameradan çekmişti fortoğrafı. Güneşten olsa gerek gözleri kısılmıştı.

 

53 bin takipçiyi görünce önce bir kal geldi. Şaşkınca başımı ona çevirdim. "53 bin?" diyerek şaşkınlığımı belli ettim. Gururla gülümsedi. Onun aksine Çağrı göz devirdi. "53 bin salak var canım ülkemde. Ne mutlu!" dedi alayla. Biraz da yakınarak. Tekrar hesaba girdim ve 200'e yakın video olduğunu gördüm. Rastgele birine tıkladım.

 

Arkada yabancı bir şarkı çalarken Talha şarkıyla büyük bir uyumla dans ediyordu. Videonun bayağı beğenisi vardı. Daha fazla bakmadan telefonu kapadım. Çağrı yorgun olduğunu belli eden bir sesle "Ben biraz uyusam senin için sorun olur mu?" diye sordu. Hızla başımı salladım. "Saçmalama. Burası senin evin. Bir de soruyor musun?" dedim hızlıca.

 

Dudağı belli belirsiz kıvrıldı. "Misafirim kal, derse de kalırım yani." diyordu ama ona kal, desem bile yanımda kalacağı değilde uykuya dalacağı zorlukla açık duran göz kapaklarından belliydi. "Misafirin, ev sahibinin dinlenmesini istiyor." dedim gülümseyerek. O da bana gülümserken Talha işaret ve orta parmağını ağzının içine soktu ve öğürür gibi bir ses çıkardı. "Kusucam şimdi."

 

Çağrı onu umursamadan kalktı ve odası olduğunu düşündüğüm bir odaya girdi. Arkasından artık inlemeyen Talha ve ben uslu uslu oturmaya devam ettik. Yaklaşık yarım saat kadar Talha telefonuyla ilgilendi, ben ise biraz kafa dinlemeye çalıştım. Annemin arkasında gördüğüm görüntü ve annemin dağınık hali aklımdan çıkmıyordu.

 

Babam görmüş müydü acaba bunları?

 

Kemikleri sızlamış mıydı?

 

Bunu fark edemediğim için bana kızmış mıydı?

 

Bilmiyordum. Annemi affetmetecektim. Affedemezdim. Nasıl yapmıştı? Tamam, hala genç sayılırdı. Dur, bunun ne önemi var? Müdüre, müdüre ne demeli peki?

 

"Piç," diye söylendim ağzımın içinde. Varla yok arası çıkmıştı sesim ama Talha bunu duymuş olmalı ki başını gömdüğü telefonundan kaldırdı. "Kim?" diye sordu gözlerini kısıp. Elimi gelişine salladım. "Boşver, öyle aklıma bir şey geldi de." diyerek geçiştirdim. "Ağzın benimle yarışır valla." dedi alayla.

 

Ne demek istediğini hemen anladım. "Kızlar küfredince niye şaşırıyorsunuz?" diye sorduğumda kısa bir an duraksadı. Ardından "Aksine," dedi. "Yakışıyor."

 

"Kendim gibi birini bulmak iyi hissettirdi. Diğer kızlar çok nazikti aman 'Talhacım, canım' bunaltıyorlardı vallahi." dediğinde sorar gibi tek kaşımı kaldırdım ve yerimde doğruldum. "Diğer kızlar?"

 

Elini gelişine salladı. "Çağrı'nın eski sev," diyordu ki bakışları benimle buluşunca yutkundu. Yanlış bir şey demiş gibi boğazını temizledi. Ben ondan cevap beklerken alnından gözümün önünde bir ter aktı.

 

"Aa yenge seninle gezelim mi biraz? Ay çok daraldım ben. Hadi!" diyerek konuşmama fırsat tanımadan beni kolumdan tutup çekiştirdi ve ben ne ara olduğunu anlayamadan kendimi dışarıda buldum.

 

___&&___

 

Talha yüzünden apar topar çıktığımız evden sonra şimdi gayet sakin bir şekilde yürüyorduk. Saatlerdir dıșarıdaydık ve şimdi iyice çarşı içine girmiştik. Talha'ya ilk başta kızmış olsam da Büyükada'yı bana gezdirdiği için şu an mutluydum.

 

Talha ile birkaç kıyafet dükkanına girmiş, ona birkaç parça kıyafet almıştık. Ben hiçbir şey almayınca bana acıyıp birkaç parça da bana almıştı. Halbuki ben ihtiyacım olmadığı için almamıştım.

 

Sonra bir tane takı dükkanına girmiştik ve oradan arkadaş bilekliği almıştık. Bunun her ne kadar saçma olduğunu söylesem de bir türlü Talha'yı ikna edememiştim.

 

Ve her girdiğimiz yerde bir tane ayna pozu çekilmiştik.

 

Şapkacıda, kafamızda komik şapkalarla.

 

Şaka dükkanına, Talha turuncu, kabarık bir peruk ve ben de komik bir gözlük takmıştım. Öyle bir fotoğrafımız da vardı.

 

Ya manava girip karpuzla bile çekildik.

 

Ama kabul etmeliyim ki çok eğlenmiştim. Şimdi de havanın ufaktan kararmasıyla eve dönüyorduk. Eve yaklaştığımızı tanıdık sokaklardan anlıyordum.

 

Bu arada önümüzden pazar arabalarıyla sayısız insan geçti. "Eviniz pazara yakın galiba?" diye sordum önümüzden geçen bir yaşlı çiftin ellerindeki pazar arabasına bakarken. "Evet." diyerek net bir cevap verdi.

 

Yürümeye devam ederken aramızda garip bir sessizlik vardı. Halbuki tüm gün boyunca Talha'nın çenesi hiç susmamıştı. Sanırım o da yorulmuştu. "Yenge." ah nerde!!

 

"Efendim?" dedim ona hiç bakmadan.

 

"O yanında dondurma alan kız vardı ya," dediğinde onaylayan mırıltılar çıkardım. "Zeliş mi?"

 

Kaşlarını çatıp bana döndü. "Zeliha olmasın?" dediğinde alnıma hafifçe vurdum. "Ah, ben ona öyle diyorum. Neyse, eee? " diye sordum devam etmesi adına. Konuyu nereye bağlayacağını az çok anlamıştım.

 

"Bir şey yok ya, tatlı kız diyecektim." dediğinde bana değil önüne bakıyordu.

 

"Öyle." dedim ve aramızda bir sessizlik daha oldu. Ama sadece 2 dakika falan sürdü. "Yenge."

 

"Efendim?"

 

"Güzel kız di mi?" dediğinde genişçe gülümsediğinin farkında olduğunu düşünmüyordum.

 

"Talha."

 

"Efendim?"

 

"Söyle Talha." dedim bıkkınlıkla. Neyseki beni fazla uğraştırmadı. "Bana ayarlasana onu."

 

Küçük çaplı -bana göre- bir kahkaha attım. "Hah şöyle ya. Canımdan bezdirdin valla." dediğimde hala gülüyordum. "Ayarlayacak mısın?" diye sordu masumca. Ve sonra küçük bir çocuk gibi heyecanla ekledi: "İlla beni sevsin demiyorum. Arkadaş olsakta olur. Yeter ki yakınımda olsun."

 

Kocaman bir şekilde gülümseyip elimi omzuna koydum ve işaret parmağımı uyarır tonda ona salladım. "Bakarız, ama onu üzer," lafımı bitirmeme fırsat tanımadan aceleyle konuştu.

 

"Yok, tövbe. Üzersem şerefsizim." dedi kararlılıkla. "Hadi bakalım." derken göreceğiz der gibi başımı salladım.

 

"Sen var ya yengelerin en güzeli, arkadaşların en iyisisin." derken omuzlarımdan tutup beni durdurmuş, bir de yetmezmiş gibi yanağıma fazlasıyla sulu bir öpücük kondurmuştu. "Talha!"

 

"Tamam, tamam." diye gülerek ayrıldı en sonunda.

 

Yürümeye devam ederken eve iyice yaklaşmıştık ama Talha aniden durunca ben de durmak zorunda kaldım. "Ne oldu?" diye sorarken bir yere gülümseyerek baktığını gördüm. Baktığı yere bakışlarımı çevirdiğimde Bim'e baktığını gördüm. "Neden durdun?" diye sormama fırsat tanımadan beni kolumdan tutup çekiştirdi.

 

Peşinde sürüklenirken Bim'e girmiş bulunduk. Girişin hemen yanından bir market arabası çekip kıyafet poşetlerini içine attı Talha. "Hadi abur cubur alıp akşam film gecesi yapalım!" dediğinde enerjisi 30 kilometreden bile hissedilebilecek bir şekildeydi. Ben şaşkınca ona bakarken tüm neşesine tezat olarak "Beğenmedin mi?" diye sordu.

 

Şaşkın ifademi bir kenara atıp şeytani bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma. "Şimdi aynı dilde konuşuyoruz!" markette en az yarım saat geçirmiş ve market arabasını ağzına kadar doldurmuştuk. Bir sürü cips çeşidi almıştık çünkü Talha da benim gibi cips aşığıydı. Bu ona hanemde artı bir puan katıyordu.

 

Noddle alıp, komik yüzler ile günün bilmem kaçıncı fotoğrafını çekilmiştik. Bir ara Talha market arabasını bırakıp başka boş bir tane araba getirmişti ve beni içine katmıştı. Evet, beni böyle marketin içinde sürmüştü! Ama en sonunda bir çalışana yakalanıp uyarılınca inmek zorunda kalmıştım.

 

Ama Talha öyle bir fotoğraf düşkünüydü ki çalışana bile bu halimizle fotoğraf çektirmişti. Çok değişik bir poz sonunda ödemeyi yapıp çıkmıştık. Eve vardığımızda ise hava tamamen kararmıştı. Çağrı hala uyuyordu. Ne de olsa bugün çok yorulmuştu.

 

Talha bana bir pijama takımı vermiş ve giyinmem için odasını kullanmama izin vermişti. Kendisi de salonda giyiniyordu. Tüm gün boyunca yolunmuş gibi duran saçlarımı dağınık bir ev topuzu yaptım. Kapı çalındığında gelmesi adına bir şeyler geveledim. İlk önce başını uzattı ama direk yere bakarak. "Giyindin mi?"

 

Onu onaylamamla yerdeki bakışlarını bana çevirdi. Kocaman bir şekilde gülerken tamamen içeri girdi. Ve o an fark ettim ki ikimizin de pijaması aynıydı. Şaşkınca bir ona bir kendime baktım. "Neden ikisi de aynı?" diye sorduğumda ensesini kaşıdı. "Şey, yanlışlıkla iki tane almıştım ve birisini bir beden küçük almışım." dedi ama bakışları bana döndüğünde gülümsedi. "Ama bakıyorum da iyi ki öyle almışım. Sana tam olmuş."

 

Üzerime baktığımda gerçekten de öyle olduğunu gördüm. Güldüm onun gibi. "Takım olalım diye de ben de aynı giydim." evet, yeterince takım olmuştuk. Pijamanın üstü olan tişörtte kocaman bir Marsupilami vardı ve kuyruğu pijamanın altı olan kısımda dönerek paçaya kadar iniyordu. Bence çok tatlıydı.

 

Sanki aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini kocaman açarak "Dur!" dedi. Ben ne olduğunu anlamazken o beyaz gardırobunun kapaklarını iki yana açtı ve eğilerek bir şeyler aramaya başladı. Birkaç dakikanın ardından iki elinde de bir çift olacak şekilde panduflarla geldi.

 

Bana doğru geldikten sonra iki elini de bana doğru uzattı. "Seç bakalım." sol elinde yeşil bir dinazor desenli panduf vardı ve hatta küçük bir boynuzu bile vardı. Yelesi bile vardı. Çok sevimliydi. Sağ elinde ise kahverengi bir köpek vardı ve iki yanından kulakları sarkıyordu. Dudağımı büzerken köpekte karar kıldım. Onu alıp ayağıma geçirirken Talha'da dinozorlu olanı giymişti

 

Ayağıma bakarken güldüm. Şimdi ikimiz de tam anlamıyla ev havasına girmiştik. "Bu an kaçmaz." diyerek Talha daha önce fark etmediğim boy aynasının önünde bugünün muhtemel 100. fotoğrafını çekti. Sonra mutfakta hazırladığımız abur cubur tabaklarını salona taşıyıp izleyeceğimiz filmi seçtik. Komedi türündeki film başlamadan önce cips tabağına bakıp kocaman sırıtmıştım.

 

Filmin yarım saatini devirirken Talha tekli koltukta oturmuş, ayaklarını orta sehpaya uzatmıştı. Elinde patlamış mısır kasesi vardı. Ben ise üç kişilik koltuğa yani tam da televizyonun önüne serilmiştim. Diresiğimin altındaki yastıktan destek alırken koltukta yatmış, bir ayağımı uzatırken bir ayağımı kırmıştım.

 

Önümdeki cips tabağından aldığım cipsleri Talha'dan istediğim ketçaba bulayıp yiyordum. Ketçabı her sıkışımda Talha bana dönüp "Midesiz." diyordu. Ama denemesi lazımdı ki çok lezzetliydi.

 

Film akıp giderken uyku bastırmaya başlamıştı ufaktan. Gözlerim kapanırken bir anda dizinin aksine bir kapı açılma sesi duydum. İrkilip gözlerimi açtığımda uyku sersemi bir şekilde Çağrı'nın saçlarını karıştırdığını gördüm. Yanağında yastık izi çıkmıştı. Gözüme ayrı bir sevimli gelirken o bizi daha yeni fark etti.

 

Bakışları benim koltuğuma dökülen cips kırıntıları, Talha'nın koltuğunun altındaki mısır artıkları ve orta sehpanın üzerindeki bahsetmek bile istemediğim manzaraya kaydı. Uyku sersemiyken şimdi far görmüş tavşan gibi olmuştu. En sonunda yerlere atılmış artık ambalaj paketlerini gördü.

 

Talha hala filme odaklıyken onun bakışları benimle kesişti. Yutkunurken ne diyeceğimi bilemedim. Salona lafın tam anlamıyla sıçmıştık.

 

"Ne oluyor burada?" diye sonunda zorlukla sordu. Talha ise filmden başını kaldırıp Çağrı'ya döndü. "Oo Ateşli'm günaydın!" dedi sevecen bir tavırla. Ve birden kalkınca üstündeki mısır tabağı yere düşüp mısırların hepsi etrafa saçıldı. Yaktın bizi Talha!

 

"Ay, neyse bir şey olmaz." dediğinde Çağrı hiçte bir şey olmaz gibi bakmıyordu. Çaresizce yerdeki mısırlara bakarken yüzü ağlamaklıydı. "Salona hayvanat bahçesinden hayvan soksam hatta direk hayvanat bahçesini soksam bu kadar olmazdı amına koyayım ya!"

 

Talha göz devirdi. "Ne var? Yengemle film gecesi yaptık." dediğinde Çağrı'nın bakışları şaşkınca bana döndü. Hala yattığımı fark edince hızla yerimde doğruldum. Çağrı üzgün bir şekilde beni süzerken yalnızca on saniye içinde o hüzün dağılıp yerini kocaman bir sırıtışa bıraktı. "Çok tatlı olmuşsun." yüz ifadesindeki geçiș Marvel'de bile yoktu!

 

Utançtan kıpkırmızı olurken Talha göğsünü kabarttı. "Ne sandın ben giydirdim." dedi gururla. Çağrı ensesine bir tane çarptığında tüm havası söndü. "Sabah burayı pırıl pırıl yapıyorsun!" dedi emir verir gibi. Talha suçunu kabullenmeyen bir çocuk gibi işaret parmağı ile beni işaret etti. "Ama o da yaptı." benim günahım ne dostlar!

 

Çağrı bana kısa bir bakış atıp tekrar Talha'ya döndü. "Akşam Nazmiye teyzeyle kalmak istiyorsan eğer o ayrı." dediğinde bu tehdit Talha'ya yetmişti.

 

Çağrı en son durumu toparlamak adına boğazını temizledi. Ve aynı anda ben de esnedim. Ama nasıl esnemek. Odadaki oksijen bitti gibi oldu. Çağrı bunu görüp "Yatalım hadi artık." dedi. Kendisi yeni kalkmıştı gerçi. Hala uykusu var mıydı?

 

Talha anında başına geleni anlamış olacak ki odasına doğru koştu ve kapıyı kapatmadan önce başını uzatıp "Size iyi geceler!" dedi ve sonra kapı kilidi çevrilme sesi geldi.

 

Şaşkınca ona bakarken Çağrı'ya baktım. "Ne yapacağız?" diye sorduğumda sıkıntılı bir şekilde kafasını kaşıdı. "Sen benim odaya geç ben burada yatarım, derdim de yatılacak yanı yok buranın." dediğinde endişeyle baktım ona.

 

"Mecbur benim odada yatacağız." dediğinde anlık saçma bir tepki verdim. "Ne?" gerçi mantıklı bir tepkiydi. Dur, o az önce ne dedi ne dedi?

 

"Başka seçenek yok. Gel," dediğinde gerçekten de başka bir seçenek olmadığını hiç istemesem de ben de biliyordum. İstemeye istemeye ayağımın altındaki kırıntılara basmamaya dikkat ederek Çağrı'nın yanına gittim. Aslında kabul etmezdim de... Bahane bulamadım Allah kahretmesin.

 

Beraber bir odaya girdiğimizde odayı inceleyemeyecek kadar uyku basmıştı beni. Zor yürürken odaya girer girmez hiç düşünmeden kendimi yatağa attım. Nedense üstümde Çağrı'nın bakışlarını hissediyordum. Şaşkın bakışlarını.

 

Sersem sesimle "Sakın yanıma falan yatayım deme." diye mırıldandım. Kendim ise ayı gibi yatağa yayılmıștım.

 

Uyumadan önce hissettiğim tek şey ise yatağın diğer ucunda bir hareketlilik oldu. Ama ben daha yeni dedim. Onu uyarmadığımı söyleyemezdi.

 

___&&___

 

Burnuma dolan yoğun vanilya kokusu beni uyandırmak yerine daha da mayıştırıyordu. Sırtımda güçlü iki el hissediyordum ama rahatsız da değildim. Zorda olsa gözlerimi aralayabildiğimde karanlık bir ortamla karşılaştım. Ne olduğunu anlayabilmek için başımı geriye atıp baktığımda gördüğüm şey hiç iyi değildi.

 

Çağrı bütün yakışıklılığı ile karşımda uyuyordu. Kolları bedenimi bir ahtapot gibi sarmalamış, kafamı göğsüne yaslamıştı. İlk başta bu yüzden karanlık gelmişti. Ben ise bir kolumu onun boynuna diğer kolumu ise sırtına atmıştım. Bir de yetmezmiş gibi sağ bacağımı da onun üstüne koymuştum.

 

Çok yakındık. O kadar yakındık ki sanki nefes alamıyordum. Ama o zaten nefesim gibiydi. Bu çok saçmaydı. Beynim şimdiye kadar neden kalkmadığımı sorgularken kalbim hiçbir şey olmamış gibi geri yatmamı söylüyordu.

 

Nefesimi tutarken onun eşsiz yüzünü inceledim. Dolgun dudaklarından kesik kesik nefes alırken göğsü inip kalkıyordu. Yeni yeni sakalları çıkmıştı. Kaşları ise oldukça rahat bir şekilde kalkmıştı. Alnında hafif bir kırışıklılık varken bu ona çok yakışmıştı.

 

Sanki bulunduğı konumdan oldukça memnun gibiydi.

 

Ela harelerini görmekten mahrum kalsamda buna takılmayarak sırtındaki kolumu çektim. Ve elimle çıkmaya yeni yüz tutmuş sakallarını okşadım.

 

Lanet olsun! Bu yakınlık iyi değildi.

 

Dudaklarımız arasında hiç mesafe yok gibiydi. Nefesi dudaklarıma, nefesim dudaklarına çarpıyordu.

 

Boğazım kururken yutkundum. Sakalları elime batıyor ama aynı zamanda da gıdıklıyordu. Huzur içinde uyurken kalbimin sesinden uyanmamasını diliyordum. "Kalbe zararsın Kılıç." derken bunları aslında bilinçli söylemiyordum. Tamamen etkisi altına almıştı beni. Ne söylediğimin farkında bile değildim.

 

Sırtımdaki elleri bir anda sıkılaştı ve hiç beklemediğim bir şekilde beni kendine çekti. Bu yüzden kafam göğsüne çarpmış, tekrar karanlığa gömülmüştü.

 

Dur, kalbi çok hızlı atıyordu.

 

"Kendini hafife alma Ertekin," dediğinde gözlerimi kocaman açarken nefesimi tuttum. "Sen kalbimi tutsağın yapmışken, suçu bana yüklemen haksızlık olur."

 

Neden mantığımla hareket etmediysem!

 

Daha fazla bu şekilde durmamak için hızla kendimi geri attım ve kollarından kurtulmuş oldum. Ama belimdeki kolları beni bırakmak yerine kaçmamam için daha da sıkılaştı sanki.

 

Aramızdaki mesafe artmışken sonunda ela hareleri ile karşılaştım. Dudağında sinsi bir gülümseme varken gözleriyle beni hapsine aldı. Kalbim şaha kalkarken göğsüm sıkışır gibi oldu.

 

Gözlerine bakarken "Dün seni uyarmıștım." dedim homurtu içinde.

 

Gözlerime bakarken "Uyarmıștın," dedi. Belimdeki eli daha da sıklaștı.

 

"Beni dinlemedin." dedim.

 

"Dinlemedim." dedi. Papağan gibi beni tekrar ediyordu ama rahatsız da değildim.

 

Alayla, "Bir açıklaman vardır herhalde." dedim. Gözleri bir an için boynuma indiğinde yutkundu. Bakıșları halanoradayken göz teması kurmuyordu. "Var," dedi. Kuruyan dudaklarını yaladı ama bu iyi değildi. Kesinlikle değildi. Nispet mi yapıyordu acaba?

 

Tek kașımı kaldırdığım sırada "Çünkü sen fazla karșı koyulamazsın."

 

Derimin altında bir ısı hissedince gözlerimi kaçırdım. Resmen gel benimle evlen demiști. Tamam, fiilen dememiști ama ben duymuștum. Evet, evet duymuștum.

 

Bakıșları yoğun bir hal alırken birden "Bırak." dedim. Fakat sesim benim bile bunu istemediğime kanaat getirmiş gibi çıkmıştı.

 

Ben sabit dururken o biraz bana yaklaştı. Yavaş yavaş. En sonunda aradaki mesafeyi kapattığında dudağındaki gülümseme yerini koruyordu. "Neden," derken nefesi içimi gıdıkladı.

 

Beni hipnoz etkisine alıyordu. Kahretsin! Söyleyecek bir şey bulamazken boş boş göz kırpıştırdım. Ama bana daha da yaklaşıp bir de bakışları dudaklarıma indiğinde zorlukla "Tuvalet," dedim.

 

Bocaladığını görmemle başımı bunu onaylamak istercesine salladım. "Tuvalete gitmem lazım."

 

Şaşkınlıktan olsa gerek belimdeki kolları gevşedi ve ben fırsattan istifade hızla odadan çıktım. Sanırım rezil olmuştum. Tuvalete girdiğimde hiç düşünmeden hızla lavobaya ilerledim ve yüzüme buz gibi suyu birkaç kez çarptım. Yüzümü silmeye gerek duymadan aynada kendime baktığımda yüzümün kıpkırmızı olduğunu gördüm.

 

Elimi kaldırıp yüzüme dokunduğumda ateş bastığını ve suyun hiçbir etki etmediğini gördüm. Az önceki hiçbir şey olmamış gibi davranacak, normal bir şekilde oraya geri gidecektim.

 

Bunu yapabilirim. Bunu yapabilirim.

 

Kendimi yeterince cesaretlendirdikten sonra tuvaletten çıktım ve derin bir nefes alarak yine Çağrı'nın yanına gittim.

 

Fakat elinde benim telefonum ile yatakta oturduğunu gördüm. Yüzü daha önce hiç görmediğim bir şekilde endişeli bakıyordu. Odaya girmemle endişeli bakışları beni buldu ve öyle korkmuş bir ifade ile baktı ki bana. Ne olduğunu anlamadım.

 

Bakışlarım elindeki telefonuma kaydığında kaşlarımı çattım. Ne ara buraya geldiğinden haberim bile yoktu. Dün salonda bırakmıştım. "Ma-Mavi." dedi kekeleyerek.

 

Vücudum buz keserken hiç iyi bir şey olmadığı barizdi. Bakışları benden sıyrılıp telefonuma kaydı ve bir şey okudu.

 

"Ya o evden kendin çıkarsın, ya da seninle birlikte iki ceset çıkar. Sevgilim..."

 

Gözlerimi yumduğumda yutkunamadım.

 

"Bu ne demek oluyor?" diye tekrar bana baktı. Endişeli bakıyordu. Korkuyordum.

 

"Hiçbir şey." dediğimde sesim titremiş, gözlerim dolmuştu. Dişlerimi sıkarken çenem ağrıdı ama umursamadım. Ayakta zor dururken tekrar endişeli sesini duydum. "Yamaç mı bu?"

 

Başımı yenilmişlik hissiyle yere eğdim. "Bilmiyorum." dediğimde sesim ağlamaklı çıkmış, buna uygun bir şekilde gözümden bir damla yaş süzülmüştü. "Nasıl bilmiyorsun?"

 

"Nasıl bilmiyorsun Ekin!" bana ilk defa bağırdı. Çağrı Kılıç bana ilk defa bağırdı. Ekin dedi. Mavi demedi.

 

Ağlamalarım şiddetlendiğinde bir hareketlilik hissettim ve Çağrı'nın yanıma geldiğini. Elini omzuma koyduğunda sesi daha sakin çıkmıştı. "Sen bu kişiyi tanımıyor musun?" başımı iki yana salladım.

 

"Takıntılı, bana takıntılı biri. Hep mesaj atıyor. Tehdit ediyor. Ben bilmiyorum. Çağrı," dediğimde sesim titremiş, ağlamaktan olsa gerek çok anlaşılmamıştı. Çağrı hiç beklemediğim bir cümle kurduğunda ise sanki hayatımın akışı bir saniyeliğine durdu.

 

"Oteldeki eşyalarını topla. Burada kalıyorsun."

 

_____BÖLÜM SONU_____

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selamın aleyküm dostlar 🖐

 

Beğendiniz mi bölümü?

 

Hangi şarkıyı dinlediniz? Dökülün bakalım.

 

Eee memnun edebildik mi sizi bakalım?

 

Talha ve Ekin'in salonun altına üstüne getirmesi peki jdlansdlmsls

 

Ve Ekin'e bir mesaj geldi. Ve bu sefer bariz bir şekilde tehdit edildi.

 

Hiç sormadım bu zamana kadar. Sizce katil kim? Tahminleri alayım.

 

Doğru cevap verene aferim yazıyormuşum jdkanslamsşsmd

 

Şaka.

 

Şimdi bana itiraf edin biz bizeyiz. Tiktoktan Talha'nın hesabını arattınız di mi? Ndoasnlssmlsmd

 

Ve Talha'nı Zeliş'e bariz bir şekilde tutulduğu belli oldu.

 

Son olarak sizce Ekin Çağrı'da kalmayı kabul edecek mi?

 

Bir sonraki bölümde görüşmek dileği ile 🤗🤗

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 31.12.2024 23:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...