2. Bölüm

2. Adi Öküz

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

kitabı oylamayı ve boooooolca yorum yapmayı unutmayın 🤪

 

******

 

Karşımdaki otele bakıyordum. İki hafta boyunca kalacağım yere bakmak en doğal hakkımdı. Otobüsten ineli yaklaşık on dakika oluyordu.

 

"Ayy çok güzel." diyen sağımdaki Begüm'ün sesi geldi kulağıma.

 

"Katılıyorum." diye onayladı Deniz.

 

"Ama odalar keşke karma olmasaydı biz Deniz'le eşleştik ama sen yoksun Ekin." neşesi bir anda kaçmıştı Begüm'ün ve sesi sonlara doğru çok buruk çıkmıştı.

 

Aynı üzgün ifadeyle ona döndüm.

 

"Evet, ben de üzgünüm."

 

Okulda bir kura çekilmişti ve çıkan iki isim odayı paylaşacaktı. Tabii hayat bana yine otur oturduğun yerde sana huzur haram demişti ve ben B şubesinden Zeliha ile eşleşmiştim. Buna da şükür ama ya Gizem ile eşleşseydim... Tövbe.

 

"Bir müdürle konuşsak diyeceğim ama odalar da iki kişilik illa birimiz dışarıda kalıyor."

 

Kızları üzdüğümü fark ettiğimde tüm üzüntümü bir kenara attım ve kocaman gülümseyerek iki kolumu da onların koluna geçirdim.

 

"Boşverin be yine tatil boyu beraberiz odalar ayrı olsa n'olur? "

 

Keyifleri birazda olsa yerine gelmişti veya bana çaktırmak istemiyorlardı. Üç kişi kol kola otelin kapısından içeri girdik. Bavullarımızı görevliler almıştı zaten bu yüzden çok rahattık.

 

İçerisi kocamandı gerçekten, girişin tam ortasında küçük bir su havuzu vardı, havuzun içinde ise bir heykel.

 

İçerisinin anlatılacak bir kısmı yoktu aslında. Bildiğimiz oteldi işte, insanlar, bavulları taşıyan görevliler, büyük bir ortam... Bu kadardı.

 

Oda kartlarımızı aldıktan sonra asansörlerin olduğu tarafa doğru yöneldik. Oda numaram 1024'tü. Yani beşinci kattaydım. Zeliha benden önce kartını almış olmalıydı ki görevli bana "sen de mi 1024 numaradasın? " diye sormuştu.

 

Ben oda kartımı incelerken yandan gelen art arda düğme basma sesi dikkatimi çok dağıtıyordu. Aynı şekilde Deniz'i de.

 

"Begüm salak mısın? Otuz kere basınca daha mı erken geliyor?"

 

Begüm omuz silkerek düğmeye basmaya devam etti.

 

O kadar hızlı basıyorduki düğmenin içeri göçmemesi mucizeydi.

 

"Begüm, çok basma istersen bozacaksın şimdi. Ödemek zorunda kalacağız."

 

Begüm bana dönmeden konuştu, "Merak etme tatlım, bozulursa öderiz sorun değil."

 

Kocaman açılan gözlerimle ona baktım. Ne yani bu kadar kolay mıydı? "Bozulursa öderiz! " ciddi misiniz? Bu kadar basit olmamalıydı karşımızdaki şey herhangi bir alet değildi yani... asansördü! Ben bu asansöre binmeye kıyamazdım be.

 

"Tabiki ödersiniz." diye söylendim ağzımın içinde.

 

"Bir şey mi dedin?"

 

"Yoo hayır."

 

Asansör gelmişti sonunda. Hepimiz asansöre bindik, kızlar dördüncü kata basmışlardı çünkü odaları o kattaydı. Dördöncü kata ulaştığımızda asansörün kapısı açıldı ve birlikte indi kızlar.

 

Begüm çoktan elindeki telefonla oynarken gözden kaybolmuştu. Deniz kapı kapanmadan el sallayarak sonra konuşuruz, demişti ve asansör bir kat daha çıkarak benim hedefime ulaşmıştı.

 

Uzun kolidorda yürürken bir gözüm elimdeki kartta yazan oda numaramdaydı.

 

"1019. Oda, 1020. Oda," sola döndüm.

 

"1021. Oda, 1022. Oda, 1023. Oda."

 

Ve benim odam 1024. Oda.

 

Elimdeki kartı kapının kilit köşesinde bulunan yere okuttum ve kapıyı açarak içeri girdim.

 

Oda tahmininden büyüktü. Tamamen krem renginde boyanmıştı, beyaz perdelerden gelen çamaşır suyu kokusu daha yeni asıldıklarını haber veriyordu. İki yatak ve her birinin yanında bir tane komidin vardı. Yatakların karşısında ise sahibine ait gardırop.

 

Ve gardırobuna kıyafetlerini dizen bir adet Zeliha.

 

Beni görünce gülümsedi ama bu buruk bir gülümsemeydi. Sanırım o da arkadaşlarından ayrılmıştı.

 

Bu kızı daha önce de görmüştüm. Nerdeydi? Hah! Kantinde bayılan kızdı bu. O an uzaktan görmüştüm ama şimdi daha yakından inceleme fırsatım vardı.

 

Zayıf, hoş bir fiziğe sahipti. Saçları bakır rengiydi ve gerçekten çok güzeldi. Kahverengi gözler, dolgun dudak, küçük tatlı bir burun. Gerçekten çok güzeldi.

 

En sevecen tavrımla yaklaştım yanına ve otuz iki diş kocaman gülümsedim.

 

"Selam, Zeliha'ydı değil mi? Tanıştığıma memnun oldum. Gerçi seni daha önce de görmüştüm. Kantinde bayılan kız sendin değil mi?"

 

Konuşmak için araladığı dudakları öylece kaldı. Bunu beklemediği yanaklarının alev almaya başlamasından belliydi. Bunu fark ettiğimde birkaç adım geri atarak başımı hafif yere eğdim.

 

"Ben, üzgünüm çok ani konuştum. Affedersin, kıyafetlerimi dizsem iyi olacak." Konuşurken bir yandan da parmağımın yanında kalkan deri parçasıyla oynuyordum.

 

Tam arkamı dönüp yatağın yanında duran valizime yürüyecektim ki Zeliha'nın sesiyle durdum.

 

"Ah, hayır dur tabiki sorun değil. Sadece böyle birisinin ağzından duymak utanç verici. Ayrıca adım Zeliha ama Zeliş denmesini tercih ederim."

 

Hafifçe arkama döndüm ve bana çok güzel bir şekilde gülümseyen kıza tebessüm ettim.

 

"Peki o halde Zeliş, tanıştığıma memnun oldum. Ben Ekin."

 

"İsmin güzelmiş."

 

"Teşekkür ederim annem koydu." Anlık gelen bir bilgi ile elimi alnıma vurdum.

 

"Ah! Annem, annemi aramalıyım hemen konuşup geleceğim, bekle."

 

Annemi aramayı nasıl unuturdum! Geldiğimi söylemem için otuz tane mesaj vardı telefonda. Odanın balkonuna çıkarken bir yandan da çantamdaki telefonu arıyordum.

 

"İçerisi kuyu mu amına koyayım."

 

Sinirle ettiğim küfür Zeliha'nın yani Zeliş'in ağzının bir karış açılmasına neden oldu ama umursamadım.

 

Sonunda dipten kurtardığım telefonumla annemin numarasına tuşladım ve telefonun 'dıt' sesine kulak verirken karşımdaki deniz manzarasını izledim.

 

"Alo, Ekin sen misin annem?"

 

Şaşırdım çünkü aramamda ismimin çıkması gerekiyordu.

 

"Evet anne, geldiğimi haber vermek için aradım."

 

Bir süre ses gelmedi ama arada 'şşş' gibi sesler geliyordu.

 

"Anne?"

 

"Burdayım annem, eee nasıl geçti yolculuğun?"

 

"İyi iyiydi. Güzeldi. Normaldi işte yol boyunca uyudum zaten."

 

"Nerde bu siktiğimin şeyleri!" Diye bir ses geldi telefonun arkasından. Bir erkek sesiydi. Biraz tanıdık gibiydi ama?

 

"Anne, evde biri mi var?"

 

"Hayır annem kim olacak? Televizyon açıktı ondan gelmiştir ses."

 

Televizyondaki ses bu kadar tanıdık olmamalıydı. Gerçi annemin her gün izlediği filmlerden birisi de olabilirdi. Sayesinde oyuncu seslerini de ezberlemiştim. Harika!

 

"Tamam anne kapatıyorum ben şimdi sonra tekrar ararım ben seni, öpüyorum."

 

"Ben de ben de annem dikkat et kendine öpüyorum çok."

 

Telefonu kapattım ama içimde oluşan dürtü bana başka şeylerin olduğunu söylüyordu.

 

"Ekin, bir bakar mısın?"

 

Zeliş'in sesiyle düşünce bulutumu izlediğim deniz manzarasına doğru bıraktım ve geri içeri girdim.

 

____&&___

 

Saat 4'e geliyordu. Kızların odasına gelmiştim, hep birlikte oturmuş sohbet ediyorduk.

 

"Evet, evet biliyorum onu."

 

Kızların aralarında geçen sohbeti daha anlayamamıştım. Bu yüzden sohbete dahil değildim. Camdan dışarıyı izlerken dışarıya doğru sesli bir şekilde üfledim.

 

"Sıkıldım ben, gelin de sahile falan inelim."

 

İkisi de aynı anda bana döndü. Tabiki bu teklife en çok sevinen Begüm'dü.

 

"Olur tabii inelim zaten, " Öne doğru eğilerek camdan dışarı baktı. "Hava çok güzel."

 

"Deniz? " diye sordum.

 

"Bensiz olur mu siz iki beyinsiz yolu falan da bulamazsınız şimdi." Sözünü bitirir bitirmez yataktan inerek kapıya doğru hızlıca koştu. Bunu yapmasının sebebi arkasından attığımız yastıklar olabilirdi.

 

"Sensin beyinsiz." Diye bağırdı Begüm kapanan kapının arkasından.

 

"Sus, çarpılırsın valla."

 

"Haklısın." dedi ve kenardaki oda kartı ile çantasını da aldıktan sonra odadan çıktık.

 

Aşağıda Deniz ile tekrar buluştuğumuzda deniz kenarına doğru yürüdük.

 

"12.307 adım." Tam kumların üzerine oturacaktım ki Deniz'in sesiyle ona döndüm,

 

"Ne?"

 

"Otel ile sahil mesafesi yaklaşık 12.307 adım."

 

"Peki Deniz'ciğim bu bilgi tam olarak ne işine yarayacak? " Diye sordum kıkırdamamı bastırmaya çalışırken.

 

"Manyak!" Diye bağırdı Begüm. "Manyakların başı! Cidden saydın mı?"

 

"Merak ettim. Aklınızda bulunsun hem. Eğer kaybolursanız buradan itibaren geldiğimiz yerlerden 12.307 adım geri gidin."

 

Begüm bu dediklerine göz devirmekle yetindi. Ben ise karşımdaki manzarayı yeni fark ediyordum.

 

Denizin mavi dalgaları sahilin kumlarına karışıp daha sonra kendini tekrar geri çekiyordu. Hafiften esen rüzgar tenimi ürpertiyordu. Hava da uçan martıların sesi biraz sinir bozsa da gerçekten huzur vericiydi.

 

Yandan gelen bir çığlık bu anı bozmasaydı keşke. Dur bu Begüm'dü!

 

"Aptal! Senin tüylerini yolacağım, ah of ya heryerim kokmaya başladı bile!"

 

Havaya doğru bakarak konuşuyordu. Üzerindeki elbiseye baktığımda göğüs bölgesinde bir şey gördüm.

 

Kuş pisliği.

 

Begüm'ün üstüne kuş sıçmıştı.

 

Oturduğum yerden kalktım ve ayakta bağıra bağıra, söve söve debelenen kızın yanına gittim.

 

"Bir bakayım," Dedim ve elimle sıçılan bölgedeki kumaşı tutarak pisliğe baktım. Hey tamam bu çok iğrençti.

 

"Görüyor musun Ekin ya, sıçtı resmen üzerime. Yani ne yaptım onu da bilmiyorum ki." Tekrar yukarı bakarak bağırdı,

 

"Hah? Naptım ben sana kuş beyinli! Kocana yan gözle mi baktım? Sana atılan simiti ben mi yedim? Sana-" Sözünün ağzında kalmasının sebebi martının geri gelerek Begüm'ün saçını yolmasıydı!!!

 

"Ah bırak aptal! Senden çok güzel omlet-" Omlet mi? Martı kızın aklını aldı ya!

 

"Kış kış" Diyerek ben de kovmaya çalışıyordum ama nafileydi. Martı resmen bize savaş açmıştı. Bir havalanıp bir Begüm'ün kafasına iniyordu. Tabii arada ben de nasibimi alıyordum.

 

"Ehh yeter be!" diye isyan ederek en sonunda bana illAllah getiren martıya yerde duran çantamla bir güzel indirdim. Evet martıyı çantayla uçurdum.

 

Begüm'ün kafasından benim gözümde ağır çekimdeki hint dizi sahnelerindeki gibi düşen martıya baktım. Resmen süzüle süzüle iniyordu. Bir de göklerde kartal gibiydim çalsın arkadan tam olsun!

 

Martıdan gözümü alabildiğimde Begüm'e döndüm. Saçı başı dağılmıştı. Yani hayır cidden taş devrindeki mağara adamlarının saçlarına benzemişti. Deniz de yanında durmuş saçını düzeltiyordu. Şokun etkisinden çıkabildiğinde Deniz'i omuzlarından hafifçe ittirdi.

 

"Deniz Allah aşkına bırak ya! Bir saattir bize karşıdan gülüyorsun şimdi mi aklına geldi yardım etmek?" diye çemkirdi. Haklıydı yani.

 

Ben de çemkirmek için yanlarına gidiyordum ki tam arkalarından bana kırmızı görmüş boğa gibi bakan martıyla göz göze geldiğimde kendimi yutkunmaktan alıkoyamadım.

 

Sen az önce süzüle süzüle düşmemiş miydin ya? Ne ara canlanıp geldin?

 

"K- kızlar," dedim ama sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Zaten onlar da ettikleri kavganın şiddetiyle beni duymamışlardı.

 

Şu an tam bir film sahnesini yaşıyorduk. Ben ve martı bakışıyor, arada kızlar kavga ediyor, biz martıyla daha çok bakışıyorduk. İlk silahı kim çekecekti acaba?

 

Sonunda martı bana doğru yavaşça gelmeye başladı ama dur bu yavaşlığın sebebi bir ayağının sakat oluşuydu.

 

Ve bir ayağını sürüyerek gelmeye çalışan martı gözümde bir sahne canlandırdı. Sanki arkada bir patlama oluyordu ve martı ağır çekimde bana doğru geliyordu. Hafiften esen rüzgar tüylerini havalandırırken çok havalı görünüyordu.

 

Ama martı beyciğim birde kanadınızla kafanızın üzerindeki tüyleri geriye doğru atın da tam olsun.

 

Kızları da geçerek yanıma gelen martı bana kuleymişim gibi boynunu zorlayarak baktı. Alnına vuran güneş ışığı bir martıyı ne kadar yakışıklı gösterebilirdi Allah aşkına?

 

Düşüncelerime yüzümü buluşturdum ve şu an nasıl bir bokta olduğumu fark ederek martıya baktım. Yüzüme yerleştirdiğim zoraki gülümsememle elimi ona doğru uzattım.

 

"Sizi tebrik ederim martı beyciğim gerçekten çok havalı bir giriş yaptınız."

 

Ne saçmalıyorsun Ekin sen ya?

 

"Cidden bekar mısınız? Yani bu girişten sonra tüm kızların size bakacağına eminim. "

 

Cidden mi?

 

"Yani ciddiyim gerçekten-" Elimi kanadına sıkmak için yaklaştırdığımda delirdi aptal. Kanatlarını öyle güçlü çırpıyordu ki saçlarımın havalandığına eminim. Ben de sinirlendim en sonunda.

 

"Aaa bu ne be? İltifat ediyorum şurda hemen bir agresif agresif tavırlar ergen misin sen?"

 

Ayağa kalktım ve söylenmeye devam ettim.

 

"İltifat ederiz beğenmez, sana kızlar yanık olur deriz beğenmez, biliyor musun sana bizim yan komşunun kuşunu bile ayarlamayı düşünmüştüm! "

 

Kimse kusura bakmasın şu an en büyük ihaneti ben yaşıyordum.

 

Martı önce bir düşünecek gibi oldu. Cidden bir süre yüzüme alık alık baktı. Sonunda da kendisine Yaradan'ın akıl vermediğini hatırlayınca üzerime doğru gelmeye başladı.

 

Kalbimin çarpıntısını hissedebiliyordum. Kollarımı ani refleksle önümde çarpraz birleştirdim. Irz düşmanının gelmesini korkuyla atan kalbimle beklemeye başladım. Bekledim, bekledim, bekledim. Ama gelmedi.

 

Ne ara yumduğumu bilmediğim gözlerimi yavaşça açtım ve kollarımı yavaşça indirerek karşımdaki kişiye şaşkınlıkla baktım.

 

Yamaç elindeki taşları martıya atıyordu ve martı da doğal olarak kaçmaya başladı.

 

Dur bir dakika. Şimdi çok önemli 2 şey vardı.

Birincisi: Martıyı kovmak bu kadar kolay mıydı?

İkincisi ve en önemlisi: O martı koşuyordu hem de iki ayağıyla. Sakat olanla birlikte!

 

"Lan sen sakat değil miydin? O sahneler yalan mıydı?" Beni kandırmıştı aptal tüy yığını.

 

Elimi kurtulmanın verdiği rahatlamayla göğsüme koydum ve gözlerimi yumarak derin derin nefesler alıp verdim.

 

Az da olsa sakinleşince gözlerimi açtım ve onu gördüm.

 

Yamaç ellerini pantolonunun ceplerine koymuş sırıtarak bana bakıyordu.

 

"Aptal kuş seni korkutmuşa benziyor. " dedi sırıtmasını hiç bozmadan.

 

Sinirle baktım yüzüne.

 

Gülerek ellerini ceplerinden çıkardı ve tamam tamam sakin der gibi bana doğru salladı. "Tamam şakaydı."

 

"Komik olmaması dışında sorun yok." dedim üstümü başımı düzeltirken. Biraz kıyafetlerim buruşmuştu.

 

Yamaç'da son sınıftı ve aynı şubedeydik. Sınıf arkadaşım olurdu kendisi.

 

Ha bir de eski sevgilimdi.

 

Evet, onunla eskiden sevgiliydik. Okula geldiğimde bana zorbalık yapanlar - bunlar Batıcan ile Gizem- değil de gülenler arasındaydı. Daha sonra ne oldu bilinmez benden hoşlanmaya başlamış.

 

Bana yapılanlara artık gülmüyor aksine buna sebep olanlarla kavga bile ediyordu. Ondan hiç hoşlanmamıştım sadece yakışıklı çocuktu bu kadar.

 

Tabii tüm okulun önünde yani okulun çatısına çıkıp 'seni çok seviyorum Ekin' diye bağırıp beni rezil etmemiş gibi birde eğer onunla olmazsam kendisini atacağını söylemişti.

 

Tabii okulun süslenmekten başka bir halt bilmeyen kızları bunun çok havalı olduğunu, kendilerine yapılsa mutluluktan bayılacaklarını, ha bir de benim ne kadar şanslı olduğumu söyleyip durmuşlardı.

 

Böyle herkes bana ne kadar şanslı olduğumu söylemesi ve tüm okulun bu olayı izlemesi sonucu ben de bu teklifi kabul etmiştim.

 

Her şey çok güzel gidiyordu. Hayır, cidden çok güzel gidiyordu. Sabahları gelen 'günaydın güzelim' mesajları, neredeyse her hafta elime tutuşturulan demet demet çiçekler, birlikte izlediğimiz onca film...

 

Aslında bunlar basit şeylerdi. Ama insanoğlu en çok şeye sahip olmak istediği gibi en küçük şeye bile mutlu olabiliyordu kimi zaman.

 

Ondan bir ara gerçekten hoşlanmaya başlamıştım ya da hoşlandığımı zannediyordum. Ama o gün yaptığı şey asla kabul edebileceğim bir şey değildi. Bu sebeple ayrılmıştık.

 

Az peşimden koşmamıştı it.

 

"Saçımı başımı yoldu ya pislik kuş."diye gelen Begüm'ün sesi beni düşüncelerimden hızla ayırdı ve yanlarına doğru ilerledim.

 

Peşimden gelen Yamaç'la beraber.

 

"Aa çok ayıp Begüm sana hiç yakışıyor mu böyle laflar?" diye alayla karışık sordu Deniz.

 

Begüm'ün saçlarını az da olsa düzeltebilmişti. Tamam, hala berbat görünüyordu.

 

"Off başım inanılmaz derecede sızlıyor. " dedi Begüm.

 

"Berbat görünüyorsun." dedim yanlarına vardığımda. Açıksözlülüğüm tutmuştu.

 

"Ya çok sağ ol içime su serptin. Ah başım." diye inledi sonlarda. Sanırım başı gerçekten ağrıyordu.

 

Ben de darbe almıştım benimkinin de ağrıması gerekmez miydi?

 

İyi misin sen Ekin? Şükredeceğine sorguluyorsun.

 

"Ben bir buz sorup geleyim de tutalım şu kafacığına." diyerek hareketlenmişti Deniz ama onu elimle durdurdum.

 

"Sen dur ben bakarım." dememle birlikte Yamaç'ta gelmeye başlamıştı ki Deniz'in "Șşşt sen hayırdır?" demesiyle ona döndü.

 

"Ben de gideyim." dedi bir başparmağı ile beni işaret ederken.

 

"Niye o bulamaz mı yolu sen olmayınca? Geç şöyle martı senden korktu zaten tekrar gelirse diye burda kal." diye de açıkladı Deniz.

 

Yamaç pes edipte ellerini cebine koyup Deniz ile Bagüm'ün olduğu yere doğru gitti.

 

Deniz'e minnet dolu bakışlarımı gönderdim. O da bana göz kırptı. Bu kızı çok seviyorum.

 

Gelirken sahile ait olduğunu düşündüğüm küçük bir büfe görmüştüm. Orada buz olabilirdi. Adımlarımı hızlandırarak büfenin önüne gelmiş bulundum.

 

Burada çok insan yoktu. Olanlarda masalarda oturmuş bir şeyler yiyordu. Sadece şuan önümde bir kişi vardı ve o da elinde tepsisiyle yanımdan geçip gitti.

 

"Hoş geldiniz efendim ne arzulardınız?" diye sordu burada çalıştığını anladığım genç. Kahverengi saçları yandan açtığı vantiratörle hafif uçuşuyordu. Kahverengi gözleri hadi artık dercesine bakmaya başlayınca buraya gelme amacımı hatırlayıp, "Şey acaba bir torba buz alabilir miyim?" diye sordum. 'Torba buz' derken hafif öksürmüştüm. Boğazım gıcıkladı.

 

Anlamayan gözlerle bana bakmaya başladı. Söylediğimi anlamadığını düşünecektim ki hızla arkalara doğru gitmeye başlayınca anladığını düşünüp beklemeye başladım.

 

Yaklaşık bir 5,6 dakika sonra elinde bir tepsi tutarak geldiğini gördüm. Tepsinin üzerinde bir çorba kasesi vardı.

 

"Buyrun efendim." diye tepsiyi önüme koyunca aval aval yüzüne baktım. Çorbaya baktığımda ise içinde küp küp buzların yüzdüğünü gördüm.

 

"Bu ne?" diye sordum elimle çorbayı gösterip.

 

"E çorbada buz işte." diye söyleyince ne diyeceğimi bilemez bir ifade ile baktım ona.

 

"Torbada istedim ben çorbada değil. Ayrıca çorbada buz mu olur?"

 

"Menümüzde soğuk çorba var ve üzerine dekor olarak buz koyuyoruz ben onlardan sanmıştım. Kusura bakmayın." diyerek tepsiyi önümden aldı.

 

"Torbada buz ne için istemiştiniz?"

 

Sorusuyla elimi dış kapıya doğru uzattım. "Arkadaşım şey oldu da." martı kovaladı. "Sahilde düştü ve kafasını çarptı, biraz şişti ve buz konması gerekiyor."

 

"Yalnız buradan dışarıya ürün çıkaramazsınız. Buzu ancak burada verebiliriz kurallar gereği."

 

Şaşkın bir ifade ile ona baktım. Kuralların bu kadar saçma olduğu bir yer görmemiştim.

 

"İyi ama bu-"

 

"Noluyor Talha?" diye konuşmamı kesen sesin sahibine doğru baktım. Önümdeki az önce adının Talha olduğunu öğrendiğim şahsın arkasındaki yerden gelmişti. İri vücudu yutkunmama sebep olurken, kendimi onu izlemekten alıkoyamadım.

 

Üzerinde beyaz bir tişört ve altında da siyah kot bir pantalon vardı. Önünde ise burada çalıştığını gösteren aynısı karşımdaki Talha denilen kişinin üzerinde de olan buraya ait turuncu önlük vardı. Biraz uzun saçları vardı ama öyle enseden toplanan değil, alnına doğru hafif uzundu ve dağınık bir şekilde alnına yapıştığı -bu terden kaynaklı- için çok güzel duruyordu. Ela gözleri bana odaklıyken haddimden fazla onu izlediğimi fark ederek hafifçe öksürdüm.

 

"Valla bu hanımefendi dışarıya buraya ait bi şey götürmek istiyor." diye beni resmen şikayet eden Talha'ya ters ters baktım.

 

"Ne götürmek istiyorsunuz?" sesi... Sesi fazla güzeldi. Sanki tatlı bir müzik gibiydi. Araya reklam girmeyen müzik. Fazla kalın değildi ince de normaldi ama kulağa neden bu kadar hoş geliyordu?

 

"Cevap verecek misiniz yoksa bana bakmaya devam mı?" diye sorunca yerimde hafif sıçradım ve bakışlarımı kaçırdım. Kahretsin yüzüne salak gibi baktığımı yeni fark ediyordum.

 

Bakışlarımı onun dışında her yere değdirince, " Şimdi de adam yerine konmuyorum." diyen sesiyle mecbur tekrar ona döndüm.

 

"Ah, ne hayır ne haddime. Niye sizi adam yerine koymayayım? Siz dediniz ya bana bakma diye." deyince ela hareleri yüzümü biraz inceledikten sonra konuştu, "Ben bana bakmayın demedim."

 

"Ama demiş kadar oldunuz." dedim derimin altındaki ısıyla bir kriz yaşarken.

 

"Ama demedim." Ben ateşi bastırmaya çalışırken onun daha da harlamasına ne demeli? Ateşin yanaklarıma doğru bastığını hissedince hafif öksürdüm. Utandığımı anlayan sanki kendi utandırmamış gibi, bu kişi yanındaki Talha'ya bakarak,

 

"Hanımefendi dışarı ne çıkarmak istedi?" diye sordu.

 

"Buz dışarı bir çorba aman torba buz çıkarmak istedi." deyince karşımdaki iri şahıs kaşlarını çatarak önce ona daha sonrasında ise aynı ifade ile bana baktı.

 

"Neden?" diye sordu. Kaşları hala çatıktı.

 

"Şey... Arkadaşım kafasını vurdu da biraz şişti üzerine buz konması lazım ama bu şahıs bana vermiyor." diyerek elimle yanındaki onun aksine biraz daha zayıf olan Talha'yı işaret ettim.

 

"Kurallar-" diyorduki yanındaki iri eleman kafasına bir tane indirince öne doğru savruldu.

 

Kendime not: Sakın iri bir kişinin yanında başkasını ona şikayet etme.

 

"Oğlum sen salak mısın? Yiyecek götüremez dışarı. Allah'ım bana yardım etmene neden izin verdim ki?" o Talha'yı azarlarken Talha can çekişiyordu. Gerçek anlamda. Fazla abartılı bir şekilde öksürmeye başlayınca endişelenmeden edemedim.

 

"Şey.. O iyi değil gibi." dedim biraz utangaç bir sesle. Bana döndü ve kollarını göğsünde bağlayarak kafasını iki yana salladı. "Şu an numara yapıyor." Talha'ya döndü. "Abartma lan. Eski haline dön." demesiyle birlikte Talha'nın eski haline dönmesi iki saniye falan sürdü. " Bak gördünm-" diye bana dönmüştü ki Talha'nın yüzüne tükürmesiyle cümlesi yarım kaldı.

 

"Tüüü sana verdiğim emeklere yazıklar olsun. Koynumda yılan beslemişim." Konuşurken bir yandan da ağlama taklidi yapıyordu ve dizlerini dövüyordu. " Beni şu kız kurusuna tercih ettin ya tüü sana." diye bir kez daha yüzüne tükürdü.

 

Bir dakika kız kurusu mu?

 

Yanındaki iri şahıs yüzüne tükürük gelmesinden dolayı kapattığı gözlerini yavaşça açtı ve başparmağı ile yüzüne gelen tükürükleri sinir bozucu bir yavaşlıkla sildi. Hala bir eli ile dizlerini döven ve diğer elini ise yumruk yaparak göğsüne vuran Talha'ya dişlerini sıkarak konuştu.

 

"Talha."

 

"Efendim canım?" bir anda efkarlı halinden çıkması ağzımın bir karış açılmasına sebep oldu.

 

"Canını sever misin?"

 

"Çoook"

 

"Güzel" dedi buz gibi bir sırıtışla.

 

"Ah anladım peki bir ben bir de Buz Devri Sid istenmiyoruz zaten bu hayatta" diyerek koşarak çıktı arkadaki yerden.

 

Talha'nın arkasından onaylamazca başını sallayarak tekrar bana döndü.

 

"Evet siz-"

 

"Tüüüğğ" diye Talha kapının eşiğinden tekrar çıkınca arkadaşının lafı kesildi.

 

"Talha!" diye bağırdı. Sesi yüzünden yerimden sıçradım ama o kahkaha atarak giden Talha'nın arkasından baktığı için bunu görmedi.

 

Sabır diler gibi başını hafif yana burup tekrar bana doğru döndü. "Lütfen kusura bakmayın arkadaş biraz kaçaktır. Ben size buzu getireyim." Hala sıktığı dişlerinin arasından konuşması irkilmeme sebep oldu. Bunu farkeder etmez bakışları anlam veremediğim bir hızla yumuşadı ve sert ifadesi bir anda kayboldu. Dudağındaki tebessümle, "Burada bekle." dedi ve o da Talha'nın gittiği yerden gitti.

 

Arkasından bir süre baktım ve o gittikten sonra geç de olsa, "Beklerim." dedim iç çekerek. Çantamdan gelen bildirim sesi ile telefonu artık kuyu olduğuna emin olduğum çantamdan çıkardım. Kızlarla olan grubumuzdan mesaj gelmişti.

 

*Go Girll adlı gruptan bir yeni mesaj*

 

Begüm; Ekin getirmene gerek kalmadı baş ağrım geçti.

 

Siz; Nasıl?

 

Begüm; O kadar uzun bir zaman geçti ki ağrı falan kalmadı.

 

Gözlerimi devirdim.

 

Siz; Begüm getiriyorum şimdi.

 

Deniz; Evet, tamı tamına seni 24 dk 35 sndir bekliyoruz.

 

Begüm; Sen sus!

 

Siz; Sen sus!

 

Gruptan çıktım ve instagramda dolaşmaya başladım. Boş hikayelere göz atarken annemin de hikaye attığını gördüm. Hemen girdim ve ne atmış diye baktım.

 

Bizim balkonda çekilmiş bir fincan Türk kahvesini paylaşmıştı. Altına ise 'az insan çok huzur' yazmıştı.

 

Bari 1 gün dolaydı..

 

Başka şeylere de göz atarken bir anda masanın üzerinden pat diye bir ses geldi ve neredeyse telefonu düşürmeme sebep oluyordu. Telefona nasıl odaklandıysam artık gelen kişinin o çalışan olduğunu görmemişim.

 

Tek kaşını kaldırıp "Korkuttum mu?" diye sordu.

 

"Ne münasebet! Hazırlıksız yakalandım." ani çıkışımla kıkırdadı.

 

Tam tezgahın üzerindeki buz dolu torbaya uzanmıştım ki benden önce o aldı. Bu sefer tek kaşını kaldıran bendim.

 

"Ben de sizinle geliyorum. Hem sahilde işlerim var." demesiyle kollarımı göğsümde bağladım ve sorgularcasına yüzüne baktım. "Siz arkadaşımın sahilde olduğunu nereden biliyorsunuz?"

 

Ağzının içinde küfür olduğunu düşündüğüm bir şeyler söyledi ve omuz silkerek, "Burası sahile en yakın kafe arkadaşınızın sahilin yakınlarında olduğunu tahmin etmek zor değil." dedi ensesini kaşıyarak.

 

Begüm burada olsaydı koluyla beni dürtüp çalışanın duymasını umursamadan 'Bak bak güzel kıvırdı ha' derdi.

 

"Peki madem."

 

Elindeki buzu tezgahın üzerine koydu ve turuncu önlüğünü çıkararak buzun yanına koydu. İçeri doğru bağırarak,"Arif ben bi yarım saate geliyorum." dedi. İçeriden de onaylayan bir ses gelince, arkadan çıkıp yanıma gelerek "Hadi gidelim." diye kapıya yönelmişti ki yalandan olan öksürüğüm ile durdu.

 

"Bir şey unutmadın mı?"

 

"Ne gibi?"

 

"Mesela..." Elimle hala tezgahın üzerinde olan torbayı işaret ettim.

 

Ağzının içinde bir şeyler söylene söylene yanıma geldi ve torbayı sert bir şekilde tezgahın üzerinden alarak yine aynı sert adımlarla kapıdan çıktı.

 

Şimdi de beni unuttu...

 

"Öküz!" diye bağırdım ve ben de arkasından çıktım.

 

___&&___

 

"Aptal erkek! Hepiniz aynısınız işte. Kız gelmiş senin için babasını çiğniyo sen ne yapıyorsun? Pislik." az önce izlediğim film yüzünden sinirlerim yeterince gerilmişti. Sinirle elimdeki laptopu kapattım ve yandaki komidinin üzerine koydum. "İzlemiyorum işte."

 

Çocuk misali yatakta kollarımı bağlayarak küsmüş pozisyonuna geçtiğimde Zeliş telefonuyla ilgilenmeyi bırakmış bu halime gülüyordu.

 

"Yani anlamıyorum. Bir film için bu kadar sinirlenmeye değer mi?"

 

"Ama aldattı ya kadını. Kadın adam için ailesinden vazgeçti. Adam da ilk başlarda diyordu ki 'sana çok aşığım, sensiz yapamam bıla bıla bıla" sonlara doğru dört parmağımı birleştirerek baş parmağım ile açıp kapatmıştım.

 

"Vay be cidden şerefsizmiş." dedi hala hafif hafif gülerek.

 

Zeliş ile tam olarak aslında bugün tanışmıştık ama gerçekten kafa kızmış. İnsanları dışından yargılayan biri asla olmadım ama Zeliş'i gördüğümde nedensizce içimden onu utangaç biri olarak düşünürdüm ama Zeliş bu düşüncemi kırarak beni insanlar hakkında doğru dürüst bir şey bilmeden yargılamamam konusunda hatırlatmıştı.

 

"Eee burayı sevdin mi? Aslına bakarsan ben sevdim ama insanlarla kaynaşmak bana biraz ürpertici geliyor."

 

Tam ona nedenini sormak için araladığım dudaklarım Zeliş'in yanında çalan telefonu yüzünden geri kapanmak zorunda kaldı.

 

"Bir dakika abim arıyor." diyerek yatağından çıktı ve balkona doğru ilerlemeye başladı. "Evet abi iyiyim..."

 

Zeliş balkona çıktıktan sonra sesli bir şekilde üfleyerek telefonumu elime alarak gezinmeye başladım.

 

Tam telefonu kapatıyordum ki yukarıdan gelen bildirim ile bu fikrimden hızla vazgeçerek bildirime tıkladım.

 

Müdürümüzün kurduğu amacının tatil boyunca bizi bilgilendirmek olan gruptan mesaj gelmişti.

 

Gelen mesaja bir göz gezdirdim.

 

"Evet sevgili 12. Sınıf öğrencileri umarım bu tatili sevmişsinizdir çünkü üniversite öncesi sizlere güzel bir motive olacağını düşünüyorum. Tabi bugün daha tatilin ilk günü zannederim ki hepiniz ilk önce bir yerleşme aşamasındasınız ama diğer günler sizi güzel etkinlikler bekliyor. Evet yanlış duymadınız tatil boyunca sizlere güzel etkinlikler planladık. Partiler, kamp, ada turu ve daha niceleri... Bu etkinlikler yarından sonra yani pazar günü başlıyor o zamana kadar yerleşmenize bakın ve etkinlikler için kendinizi hazırlayın. İyi akşamlar dilerim."

 

Mesajı bitirdiğimde telefonu yanıma koydum ve denilenlerden hiçbir şey umursayacak durumda değildim. Saçma tatilin saçma etkinlikleri beni motive etmiyordu. Dışarı baktığımda Zeliş'in hararetli bir konuşma içerisinde olduğunu gördüm.

 

Onu bekleyemeyecek kadar uyku bastırmıştı bedenimi. Hemen telefonu yandaki prize şarja bağladım ve yatağıma iyice yerleşerek elimi yanağıma koydum. Tam uyuyacaktım ki aklıma o öküz gelince kaşlarımı çattım.

 

"Senin ne işin var zihnimde? Adi öküz." Onun benim aklıma gelmesi beni hem şaşırtıp hem de sinirlendirmişti.

 

Acaba ben de onun aklına gelmiş miyimdir?

 

Neyse.

 

Gözlerimi çatık olan kaşlarımla yumdum ve bir an önce sabah olupta bu saçma tatilden bir gün daha eksilmesi için kendimi uykuya teslim ettim.

 

___BÖLÜM SONU___

 

 

 

 

 

EVET erkeğimizle tanıştık.

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Sonraki bölüm hakkında bir tahmin var mı?

 

Kitabı oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın.

 

 

Bölüm : 04.12.2024 14:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...