20. Bölüm

20. Beklenmedik İtiraf

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

 

 

Bayağı uzun bir bölüm oldu gene iyisiniz 😶‍🌫

 

Bir önceki bölümü oylamadıysan eğer 🐣 🔪

 

Şaka şaka.

 

Keyifli okumalar❤

 

🎶Rauf - Hevesim Kaçtı🎶

 

********

 

Bir anımı hatırlıyordum. O zamanlar ya 6 yaşındayım ya değilim. Bir yıl sonra babamın benden gideceğini bilemeyeceğim kadar çocuktum.

 

Babam karakolda. Tutturmuşum ben de geleyim ben de geleyim diye. Babamın paçasına koala gibi yapıştığım için kıyamadığından mıdır, acıdığından mıdır bilinmez beni de yanında götürmüştü. Babamın kendi odası vardı. Hiçbir şeyi karıştırmamam için beni durmadan uyarırdı. Dinler miydim, hayır.

 

Valla bir keresinde bir polise bile yavşadığım olmuştu. Daha o yaşta polisi karakolun kafeteryasına çağırmıştım. Ben çağırmama rağmen o bana meyve suyu ısmarlamıştı. Babam beni bulamadığı için tüm karakolu birbirine kattığından beri beni yanında götürmüyordu. Bir de o polisi evde ona övünce. Welcome to tahtalı köy.

 

Ama uzun zaman sonra tekrar bacağına yapıştığım için dayanamamış ve beni de yanında götürmüştü. Uslu uslu babamın kucağında oturmuş, bacaklarımı ileri geri sallandırıyordum. Kucakta olduğum için bacaklarım yere değmiyordu. Babam ise eline kahvesini almış dosyaların birini inceliyordu.

 

"Baba?" diye sormuştum yine dayanamayarak.

 

"Kızım daha 5 dakika önce konuşmayacağına söz vermemiş miydin?" çok konuştuğum tartışılmaz bir gerçekti. Çocukluğum için.

 

Ofladım. "O 5 dakika önceydi." o zamanlar bilmiyordum ama bilseydim büyük ihtimal gözlerimi devirirdim. "Baba?"

 

"Söyle." bıkkın çıkan sesini hiçte takmamıştım.

 

"Annem ile tanıştınız ya." onaylayan mırıltılar çıkararak önündeki mavi kapaklı dosyaya bakmaya devam etti. Beni bir yerlerine takmadığı bir gerçekti.

 

Tam kahve dolu bardağını dudaklarına yaklaştırmıştı ki "Ya siz tanışmasaydınız ve annem başkası ile evlenseydi?" diye sordum ama sormaz olaydım. İçtiği kahve boğazında kalırken öksürmeye başladı. Ama kucağındaki ben yüzünden tam öksüremiyordu. Elleri ile popomun iki tarafını tutup ardı arkası kesilmeyen şiddetli öksürüklerinden ötürü düşmemem için yerimi sabitledi.

 

En sonunda öksürük krizi bitince "Ay," deyip derin bir nefes soludu. Öne eğilerek masasının üzerinde duran pet şişedeki suya uzanıp babama doğru döndüm. Tabii kucağında olduğum için anca yarım bir şekilde dönebilmiştim. "Al babacığım." dedim sanki onu bu hale ben getirmemişim gibi tatlı tatlı.

 

Şişeyi elimden alırken bana ters bir bakış atmayı ihmal etmemişti tabii. "Babacığım tabii." diye söylendi şişeyi dudaklarına değdirmeden hemen önce. Ben ise ellerimi dizlerimin üzerine yumruk yapmış bir şekilde koyarak en başında yaptığım gibi bacaklarımı havada sallandırmaya devam ettim. Etrafa ipiri, mavi gözlerimle tip tip bakarken dudaklarımı gerdirmiş, düz bir çizgi haline getirmiştim.

 

Yani, o gün anlamıştım annemin başkası ile birlikte olması düşüncesi bile babamı delirtmek için yeterli olduğunu. Babam annemi başkası ile olduğunu bile düşünemezken annemin onu aldattığını öğrense ne olurdu? Ya babam hiç ölmeseydi, o zaman da annem onu aldatır mıydı ki?

 

Şimdi babamın mezarı yanımda bile değildi. Ona nasıl söyleyecektim annemin ona ihanet ettiğini? Ben bununla nasıl yaşayacaktım?

 

Ellerimin arasında titreşen telefonda bakıştığım yazıyı gördüğümden beri zihnimi meşgul eden düşünceler bunlardı. Annem arıyordu ve inatla çaldırmaya devam ediyordu. Beni biraz tanıdıyda aramaz demiştim. Ya beni tanımıyordu ki buna ihtimal vermiyorum ya da vicdanı onu rahat bırakmıyordu.

 

Ben ona o gün demiştim. Sen artık benim annem değilsin, demiştim. Bu kadar kolay silmiştim annemi. Babam bana kızmış mıydı acaba? Annemi bu kadar çabuk silmem onu üzmüş müydü? Süresi dolduğu için arama sonlandı ve mesaj olarak ekrana düştü.

 

"Ee sölemedin hala." diye direlten Zeliş'e bakmadım. Telefonumun ekranını görmediği için annemin aradığından habersizdi. "Neyi?" diye sorarken sonunda telefonumu bırakıp ona bakmıştım. Bağdaş kurduğum bacaklarım ağrıyınca bir tanesini yataktan aşağı sallandırdım.

 

"Balkondan kime baktığını." diye sordu gözlerini kısarak. Çağrı'dan haberi yoktu tabii. "Yamaç'a mı?" boş boş zemini izlemeyi bırakarak hızlıca çatılan kaşlarımla Zeliş'e döndüm. "Şaka mı yapıyorsun?" diye hayretler içerisinde sordum. Gizem'in paylaştığı fotoğrafı görmeme ihtimali yoktu.

 

Gözlerini kısıp biraz düşündü. Sonrasında ise gözlerini pörtleterek şaşkınlıktan açılan ağzıyla bana döndü. "Ben çok özür dilerim Ekin. Unutmuşum tamamen." diye hemen pişman olunca onu teselli edercesine gülümsedim. "Sorun değil."

 

"Peki doğru mu?"

 

"Ne?"

 

"Seninle hiç konuşmadık tabii. O fotoğraftaki diğer çocuk senin gerçekten sevgilin mi?" diye sorduğunda gerçekten de onunla bu konu hakkında hiç konuşmadığımızı fark ettim. Annemin geldiği günden beri tam konuşmuş sayılmazdık gerçi. Kısaca Çağrı'yı Zeliş'e anlattım. Bazı yerlerde cidden cıvıtarak abartmıştım ama sonrasında toparlayarak devam etmiştim.

 

"Vay be." dedi Zeliş mest olmuş gibi. Sadece omuz silktim. "Sevgilin olmuş haberim yok. Aşk olsun." diyerek alınmış gibi kollarını göğsünde bağladı.

 

"Sevgili değiliz." dediğimde tavırlı halinden çok çabuk bir şekilde sıyrılarak bana döndü. Ne dedin sen! Ne dedin sen! der gibi bir bakış attı bana. "Nasıl değilsiniz?"

 

"Değiliz işte."

 

"Bu anlattıklarından sonra arkadaşız dersen valla şurdan bir çakarım sana." dedi eliyle beş kardeşi gösterirken. Hayda! Bu kız kibar feyzo gibi bir şeydi. Utancından ölüyordu, şuna bak! Cidden arkadaş ortamı insanı çok etkiliyormuş. Bizzat deneyimleyerek öğrenmiştim.

 

"Daha adını koymadık." dedim utana sıkıla. Zeliş ile rolleri değişmiş olabilir miydik? Çok değil, bundan bir ay kadar öncesinde bir erkekten bahsederken utanacaksın, deseler bir yerlerimle gülerdim onlara. Ama zaman gösteriyordu ki başıma bunlar da gelecekmiş.

 

Ah benim talihsiz başım!

 

Zeliş imalı imalı sırıtarak "Ha adını koyacaksınız yani." dedi. Bu muhabetten sıkıldığım için "Ay Zeliş," diye aniden yükseldim. Bir anda ortam çok mu sıcak olmuştu? Ellerimle kendimi yelleyerek serinlemeye çalıştım. "Ben sana bir koyacağım şimdi!"

 

Ne dedim ben ya temalı masum bir bakış attı ama hayır. Acımak yok. "Neyse," dedim atmosferi dağıtmaya çalışarak. Hep beni mi konuşacağız ayol? Birazcık kelebeğimi sinirlendirmekten bir zarar gelmezdi. "Sen beni boşver de senden n'aber?" dedim ve bu sefer imalı gülüşümü yüzüme ben yerleştirdim.

 

"Anlamadım."

 

"Hadi hadi." diyerek elimi havada salladım. Kaş göz hareketleri yaparak dil çıkardım. "Biz bizeyiz." saçlarıyla aynı renk kaşlarını çatması uzun sürmedi. "Ekin ben seni gerçekten anlamıyorum." dedi gerçekten de anlamaz bir sesle. İşine gelince çok iyi anlıyordu ama!

 

"Talha diyorum. Nasıl gidiyor diyorum." dedim imalı imalı. Kaşlarını çatarken başını sağ omzuna yatırdı. "Talha?" dedi sorar gibi. Hadi ama hatırlamıyor olamazdı değil mi?

 

"Sana bir daha dondurma alırım su perisi." diyerek Talha'nın sesini taklit ettim. Tabii ki o günü tekrar ettiğim bu anıdan sonra Talha'yı çok iyi hatırlamıştı. "O mu?" göz devirdi kelebeğim. Sonra tiksinir gibi yüzünü buruşturdu. "Kalsın."

 

Dudağımdan bir kıkırtı kaçmasına engel olamadım. "Neden canım? Yakışırsınız bayağı." dedim hadi hadi naz yapma der gibi. Yatağının üzerindeki yastığa uzanarak kafama attı ama benim mükemmel reflekslerimi bilmiyordu. Başımı hemen sağ yatırarak attığı yastıktan kurtuldum.

 

"Iska!" diye bağırarak keyifli bir kahkaha attım. Tekrar doğrulurken kocaman sırıtmıştım. "Onunla asla olmam." dedi yeterince kararlı bir sesle. Bildiğim kadarıyla sevgilisi veya sevdiği biri yoktu. Sorunu neydi bunun?

 

"Asla asla deme güzelim." dedim nasihat verir gibi göz kırparak. Yüzünü iki elinin arasına alırken dirseklerini bacaklarına koydu dertli dertli. Kıskanacağım türdeki rengi olan dudaklarını büzerken "Asla." diye vurguladı. Ama pek de ciddi görünmüyordu. Hele şu tatlılıktayken.

 

"Neden kelebeğim?"

 

"Ya Ekin. Geçenlerde karşılaştık tamam mı, selam verip geçecektim yine izin vermedi."

 

"Eee?"

 

"Bana şeyi sordu ya!" dedi sitem eder gibi hafif bir kızgınlıkla. İyice meraklandığım için tek kaşımı kaldırdım konuşmasına devam etmesi adına. "Nugger'ın çikolatalı tarafı mı yoksa karamel mi diye sordu."

 

Bir süre bir şey demedim. Ama ama sadece iki dakika sonra kahkahayı bastım. Karnım ağrıyasıya kadar güldüm. Sulanan gözlerimin içinde Zeliş'in kollarını bağlayıp çocuk gibi dudak büzmesini zar zor gördüm. "Ya gülme!" dedi en sonunda. Sesinde büyük bir kızgınlık vardı.

 

Gülmeye devam ettim. "Ay yeter!" dediğim sırada nasıl olduğunu anlayamadan yataktan sırtüstü yere düştüm küçük bir korku nidasından sonra. Ah kimi kandırıyorum? Ayı gibi böğürdüm tabiri caizse. Ben yerde acı içinde inlerken yüzüme doğru eğilmiş olan Zeliş'in gözlerinde büyük bir korku vardı. "İyi misin?" diye sordu endişeli bir sesle.

 

Yattığım yerde sızlanırken Zeliş'in uzattığı elini tutarak ayağa kalktım. Belim çok pis acıyordu. "Sen gerçek dost değilsin." diye takıldım ona. Anlamadığını belli ederek kaşlarını çattı. "Gerçek arkadaşlar biri düştüğünde ona el uzatmaz. Karnı yarılasıya kadar güler." dedim bilmiş bir tavırla işaret parmağımı havaya doğru sallarken. Hala anlamamış olacak ki kaşları düzelmedi. "Boşver." diye geçiştirdim en sonunda.

 

Birkaç dakika sonra şarjdaki telefonumdan bildirim sesi geldi. Gidip şarjdan çıkarıp aldığım telefonumun kilidini açarken bir yandan da üzerime kıyafet giymeye çalışıyordum. Denizlerin yanına gidecektim. Yarısını giydiğim tişörtün diğer yarısı dururken mesaj gelen kişiye şaşkınlıkla baktım. Çağrı'dan mesaj gelmişti. Evinde geçirdiğim vakitlerde birbirimizin telefonlarını almıştık.

 

​​​​​​Adi Öküz: Neden gittin?

 

Öküz: Ne güzel manzaraya karşı iş yapıyordum.

 

Siz: Evet süpürgeler havada uçuşuyordu

 

Adi Öküz: Süpürge çok hafifti. Kolay kaldırabiliyorsam bu benim suçum mu?

 

bir mesaja "👍" emojisi bıraktınız.

 

Mesajların görüldü olmasıyla birlikte bir cevap vermesini bekledim ama hiçbir yanıt vermeyince hazırlanıp Denizlerin odasına gittim. Yolda Yamaç ve Gizem'i görmüştüm. İkisini de görmezden gelerek yoluma devam etmiştim. Deniz koltukta oturmuş bir şekilde telefonuyla ilgilenirken ben iki yataktan rastgele birine uzanmış, tavanı seyrediyordum.

 

Deniz'in söylediğine göre Begüm Buğra'nın yanına gitmişti. Ama Buğra'nın haberi yokmuş. Romantik kızımız sürpriz yapacakmış. Yanaklarımı şişirerek sesli bir nefes bıraktığımda Deniz'e "Sohbetine de doyum olmuyor." diye alayla takıldım. Tavanın boyasını çözmeye çalıştığım için ne tepki verdiğine bakmadım.

 

"Fazla konuşkan birisi olmadığımı biliyorsun."

 

"Evet, genelde o işlere Begüm bakar."

 

Kendi sorduğum soruya kendimin cevaplamasını sağlamıştı. Gözlerimi kocaman açarak yatakta doğruldum. "Beni kandırdın!"

 

Dudağının köşesi belli belirsiz kıvrıldı. Yarım saat boyunca Deniz telefonuyla ilgilendi, ben ise odanın içinde boş boş dolaştım. Balkona çıkmıştım bir umut belki kafeye bakarım diye ama balkon otelin önüne bakıyordu. İçeri geri girdikten sonra sabahtan beri yattığım için vücut şeklimi alan yatağa geri uzandım. Dışarı sıkıldığımı belli eden sesli bir nefes verdim. Deniz ile aramızda rahatsız edici bir sessizlik hakimken yaklaşık 5 dakika kadar sonra aklıma gelen bir bilgi ile "Deniz." dedim yine susmayarak.

 

Ağzının içinde mırıldandı. "Sahil ile aramızda 12.307 adım yokmuş." üşenmemiş, işsiz bir günümde bu mesafeyi hesaplamıştım. Sayıyı tam hatırlamıyordum ama onun söylediğinin katbekat altındaydı. Düşüncelerimden sıyrılmam Deniz'in kahkası vesilesi ile oldu. Kaşlarımı çatarak doğrulduğumda onun hunharca bir eli karnını tutarak güldüğünü gördüm.

 

İlk önce şaşırdım çünkü Deniz pek kahkaha atmazdı. Hani arkadaş gruplarında hep soğuk bir tip vardır ya işte o Deniz'di. O hala gülerken ben çatık kaşlarımla ona bakıyordum. "Ay," deyip sonrasında kahkahalarını minik kıkırtılara bıraktı. "Allah seni bildiği gibi yapsın Ekin." derken gözünden akan bir yaşı baş parmağı ile sildi, arada hala kıkırdadığından omuzları inip kalkıyordu.

 

"Komik olan ne?" diye merak ve tersçe sordum. 32 diş sırıtmaya devam ederken dolu gözleri ile bana baktı. "Ben onu öylesine söylemiştim ya. Uydurdum ben o sayıyı. Ben o kadar enayi miyim lütfen. Ayrıca aradaki mesafenin o kadar olduğuna nasıl inandınız hayret doğrusu. Otel sahile ne kadar yakın farkında değil misin? Bin adım anca vardır."

 

Şaşkınlıktan açılan gözlerimle ona bakakaldım. "Bir yerlerinden uydurdun yani?"

 

"Ve siz de inandınız." dedi hemen ve ekledi: "Begüm'ü anlarım da sen nasıl inandın işte ona çok şaşırmıştım." deyince dudak büzdüm. Harbi o an nasıl anlayamamıştım ki? Gerçi o zamanlar otele ilk gelişimizdi, fark etmemiş olabilirdim yani ne var bunda.

 

Buna sadece ben inanmadım. Değil mi dostlar?

 

Hadi ama hepiniz o kadar zeki olamazsınız!

 

Alınmış bir tavırla kollarımı küçük çocuklar gibi göğsümde bağladım ve dudaklarımı büzdüm. Salaklığımı kabul etmiyorum. O an içindi sadece. Bir de onun yanında oluyordu.

 

Sen kim biliyorsun.

 

"Gidiyorum ben." dedim hala tüm alınganlığımla. Tripli tripli telefonumu ve cüzdanımı pantalonumun cebine sıkıştırdım. Çanta kullanmayı pek sevmezdim. Deniz'in yaptığı tek şey ise telefonuna bakmaya devam ederken sadece "Güle Güle." diyerek el sallamak oldu.

 

Bu aralar ona çok gıcığım. Tam kapının önüne gelmiştim ki duyduğum tıkırtılar ve ardından açılan kapının arkasından gördüğüm kızarmış gözlerle bana bakan Begüm ile olduğum yerde kalakaldım. Saçı başı dağılmıştı. Gözleri ise akmaya hazır olan yaşlarla doluydu. Bana bir bakış atarak yanımdan geçip gitti. Çattığım kaşlarımla arkamı döndüğümde Deniz ile bakışlarımız kesişti. İkimiz de neler olduğunu sorguluyorduk.

 

Begüm yüzüstü yatağa uzanmıştı. Birkaç adım atarak yanında durduğumda "Begüm?" dedim tereddütle. Sarsılan omuzlarından ağladığını anlamam çok sürmedi. "Kız ne oldu?" sesimi neşeli çıkarmaya çalışmıştım ama pek başarılı olduğum söylenemezdi. Çok geçmeden Deniz'de yanıma geldi. "Buğra ile mi tartıştınız?" Deniz'in bunu sormasıyla Begüm'ün ayaklanması bir oldu.

 

Kalkıp yüzümüze bile bakmadan ikimizi itelemeye başladı. Bir yandan da "Gidin!" diye bağırıp duruyordu. Ona itiraz etmemize izin vermeden ikimizi açık kalan kapıdan dışarı attı ve büyük bir gürültüyle beraber kapıyı çarptı. Deniz'le birlikte kapanan kapıya bakarken ikimiz de bir şey anlamamıştık. "Ben anlamadım." diyerek ilk tepkiyi ben verdimm

 

Gülmeye çalıştım ama beceremeyerek sabit bir şekilde kapıya bakmaya devam ettim. Deniz ise aynı sabit ifadeyle kapıya bakarken "Sanırım bu sefer ben de." dedi.

 

___&&___

 

Deniz Kaan'a gideceğini söyleyerek beni ekmişti. Deniz'i asla bir erkekle düşünemezdim ama şimdi Kaan'la yapışık gibilerdi. Ben ise zaten sıkıldığım için gittiğim odama bir daha dönmemiştim. Onun yerine Çağrı'nın yanına gelmiştim, zaten onun da çıkış saatiydi. Birlikte sahilde yürüyorduk ama kumsalda. Ayakkabılarımı içine çok fazla kum kaçtığı için çıkarmıştım ama güneşin altında kavrulan kumlar ayak tabanlarımı yakıyordu.

 

Yine de ayakkabılarımı giymedim. "Eee?" diyen Çağrı'ya kaşlarımı kaldırarak baktım. Dudaklarımı gerdirirken düz bir çizgi haline getirdim. Böyle yapan insanları hep çok tatlı bulmuşumdur. "Görüşmeyeli nasılsın?"

 

Konuşmak isteyen bir şekilde konuşuyordu işte.

 

Dudağımdaki engelleyemediğim sırıtışla "Daha bu sabah görüştük ya." dedim eğlenen bir sesle. Nedense yanında bir anda neşelenmiştim. Bakışlarını bana çevirdi, gözünde siyah bir güneş gözlüğü olduğu için ifadesini tam göremiyordum. "Ondan sonraki zaman dilimini sorayım o zaman." dedi muzip bir ifade ile gülümserken.

 

"Sıkıldım."

 

"Neden?"

 

"Tüm gün çok sıkıcıydı çünkü."

 

"Şimdi sıkılıyor musun peki?"

 

Bir süre sessiz kalarak yürümeye devam ettim. Sorusunu yanıtlamamaya karar vererek bir şey demedim. Tekrar sormadı zaten. Sonrasında aklıma takılan bir soruyla kaşlarımı çattım ama ona dönmedim. "Çağrı?" dedim soru soracağımı belli eden bir ses tonuyla. "Efendim?"

 

"Sana bir şey soracağım."

 

"Sor, Mavi."

 

Derin bir nefes alarak kendimi cesaretlendirdim. "Senin evindeyken bana bir şey sormuştun, hatırlıyor musun?" bir cevap vermemesinden ötürü ona baktım. Düz bir şekilde karşısına bakıyordu ama dudakları gergin gibiydi. Bir şey söylemeyeceğine kanaat getirerek devam ettim. "O konuda ciddi miydin?"

 

Muhabbete daldığım için ne kadar uzaklaştığımızı yeni fark ediyordum. Bulunduğumuz yerde hiç insan yoktu ve gördüğüm kadarıyla biraz ilerimizde kayalıklar vardı. Çağrı'nın buraları bildiğini düşünerek panik yapmamaya çalıştım. Sadece ikimizin varlığı ile üzerinde iz bıraktığımız kumlarda yürümeye devam ederken müptelası olduğum sesi duydum. "O an saçmaladım. Boşver."

 

Hayal kırıklığına uğrayarak bocaladım. Aniden durduğumda o da durdu. "Ciddi değildin yani." sesim benim bile duyamayacağım kadar kısık çıkmıştı ama o bunu duymuş gibi kaşlarını çattı. "Mavi," söyleyeceği şey her neyse ağzına tıkarak, omzuna bilerek çarpıp yanından sert adımlarla geçtim. Tırnaklarımı avuç içlerime geçirerek hızlı hızlı ilerlerken neye bu kadar kırıldığımı anlayamıyordum.

 

Henüz biraz uzaklaşmıştım ki Çağrı'nın arkamdan bağırması ve kurduğu cümle ile adımlarım bıçak gibi kesildi.

 

"Ekin Ertekin benim sevgilim olur musun?!!"

 

Düz düz karşıma bakarken bir süre olayı idrak etmeye çalıştım. Hızlanan kalp atışlarımı düzene sokma çabasına girmedim. Derin derin nefesler aldığım için inip kalkan göğsüm bana hiç yardımcı olmuyordu. Birkaç saniye sonra Çağrı ikinci bir cümleyi dillendirdi ve bu kalp atışlarımın daha da hızlanmasından başka bir işe yaramadı.

 

"Çünkü bu çocuk sana çok aşık!"

 

Birisi beni tutsun...

 

Aramızda belli bir mesafe olduğu için bağırarak bunları söylüyordu. O an insanların olmadığı bir yerde olduğumuz için şükrettim. Ağır çekimdeymiş gibi arkamı dönerken yere eğdiğim bakışlarımı kaldırarak şaşkın gözlerle ona baktım. Güneş gözlüğünü bir elinde tutarken aldığı derin nefesler yüzünden göğsü şişip iniyordu.

 

Bana bakarak kocaman gülümsedi. Yüzünde rahatlamış bir ifade varken benden bir cevap bekliyor gibiydi. Şaşkın şaşkın ona bakarken ilk başta dudaklarımdan hiçbir şey dökülmedi. Ardından olayı idrak edebildiğimde kendimden beklemediğim bir şeyi yaparak aniden ona doğru koşmaya başladım. Çağrı bunu görünce hemen kollarını iki yana açarak sanki yapacağım şeyi anlamış gibi kendini hazırlamaya başladı. Ve evet, tahmin ettiği şeyi yaparak aramızdaki mesafeyi kapattım ve kollarımı boynuna doladım.

 

Çağrı'da eş zamanlı olarak ellerini belime yerleştirdiği gibi beni kendi etrafında döndürmeye başladı. Yüzümü koynuna gömerek ilk önce içime derince kokusunu çektim. Bugün vanilya kokmuyordu, bugün kendisi gibi kokuyordu. Yüzümü havaya kaldırdım ve ses tellerim yırtılasıya kadar tüm gücümle haykırdım. "Evet!" ardından şen bir kahkaha atarak aynı şeyi defalarca tekrarladım. "Evet, evet, evet!"

 

Çağrı'da benim gibi gülüyordu ve beni etrafında döndürmeye devam etti. O an her şey işlevini yitirdi çünkü sanki ben uzaklaşmıştım. Bulutların üzerine çıkmış gibi hissediyordum ve yanımda sadece o vardı. Kalbim atıyordu çünkü yanımdaydı. Nefes alıyordum çünkü onun nefesi tenime nüfuz ediyordu. Çağrı Kılıç ne zaman nefesim olacak kadar kalbime sızmıştı?

 

Çağrı en sonunda beni yere indirdiğinde başımın dönmemesi için gözlerimi yumdum. Ellerim göğsüne tutunarak destek alırken onun elleri belimdeydi. Yüzümün yakınında olduğunu tenime vuran ılık nefeslerinden anlıyordum. "Mavi," dedi nefes nefese. İçim sıcacık oldu. "Bu performansı nikah memurunun sorusundan sonra da bekliyorum." dediğinde nefes nefese gülerek elimi omzuna vurdum.

 

"Salak."

 

"Sadece senin yanında."

 

___&&___

 

Yazar anlatımı...

 

Sessize aldığı telefonun titremesiyle elini yastığın altına sokarak onu komple kapattı Begüm. Kimseyi yanında istemiyordu. Öyle olsa en yakın 2 arkadaşını yanından kovar mıydı? Durum ciddiydi.

 

Yüzüstü yattığı için başı yastığa gömülmüştü ve nefes almakta zorluk çekiyordu. Zaten alamıyordu ki. Sanki kalbinin üzerinden bir şeyler geçiyordu kırılmadık bir yer kalmasın diye. Ama bu canını çok acıtıyordu. Lanet kalbi neden bu kadar önemsizdi ki!

 

Ellerini iki yanına koyup destek alarak doğruldu. Yastığı feci şekilde ıslanmıştı ve gözleri sızlıyordu. Hızla ama uyuşuk bir şekilde ayaklandı. İlk adımında sendeledi ama umursamadı. Sonra ikinci adımı attı ve sanki ayağını keskin bir şeye bastırmış gibi yine sendeledi ama yine umursamadı. Öyle ya da böyle sonunda banyoya ulaştı.

 

Lavaboya tutunarak destek verdi bacakalarına. Yoksa ayakta duracak bir gram bile hali yoktu. Başını kaldırarak aynaya baktı ve gördüğü görüntü ona bütün korku filmlerini unutturdu. Özenle sürdüğü rimeli korkunç bir şekilde akmıştı ve çenesine kadar ulaşıyordu. Taşırdığı için bin kere sildiği ruju yine bozulmuştu ama bu sefer umursamadı. Kahverengi irislerinin arkası ise kıpkırmızıydı.

 

Kendisine bakarken dişlerini sıktı. "Aptal!" diye bağırdı silüetine karşı. "Sen sadece bir aptalsın! Duydun mu?" aslında bağırıyordu ama neden kimse duymuyordu? Neden gelmiyorlardı? "Seni seveceğine inandın mı gerçekten?" artık bağırmıyordu, sesi acır gibi çıkmıştı. Acıdığı kendisiydi.

 

Onu, ilk defa lisenin ilk günü tuvaletleri karıştırınca erkekler tuvaletinde görmüştü. Kabul, çok utanç verici bir anıydı ama o anıyı süsleyen bir kişi vardı. Tabii öyle dingonun ahırı gibi girdiği tuvalette tüm bakışlar ona dönmüştü. Onun bakışı dahil. Birileri gözlerimiz şenlendi gibi rahatsız edici hitaflar ederken kimisi ona kınayıcı bakışlar atıp yüzünü buruştuyordu. Begüm bu davranışı sevgililerinin olmasına bağlıyordu çünkü asla çirkin bir kız olmadığını biliyordu.

 

İsterse tüm erkekleri elinden geçirirdi ama o an sadece tek bir kişiye odaklanmıştı. Kimsenin çıkacak mısın artık gibi onlarca tekrarladığı cümleleri umursamıyordu. O ise Begüm'e sadece tek bir sefer bakmış ve ellerini yıkamaya devam etmişti. Hay Maşallah diye içinden geçirmişti Begüm. Bir nazar duası okumak istemişti ama tuvaletin bunun için uygun olduğundan emin değildi.

 

Acaba sevgilisi var mıdır? diye de düşündü ve bir anda içini büyük bir kurt düştü. Sonradan öğrenmişti ki sevgilisi yoktu. Begüm o günden sonra hep Buğra'yı takip etmişti. Onun da dokuzuncu sınıf olduğunu duyunca ilk biraz üzüldü ama bu çok kısa sürdü. 10 saniye kadarcık. Belki de daha az. Nedeni ise kendinden büyük erkeklerden hoşlanmasıydı. Ama öyle çok değil. En fazla 5 yaş falan.

 

Çünkü kendisiyle aynı yaş erkeklerin olgun göstermediğini düşünürdü. Ama o asla öyle değildi. Kemikli yüzünü gören herkes aralarında yaş farkı olduğunu rahatça düşünürdü. Begüm'den uzundu ve bu Begüm'ün erkekler için sevdiği bir diğer özellikti. Tabii ki öyle hemen her erkeğe vurulmuyordu. Onun da belli kriterleri vardı.

 

Sonuçta çirkin bir kız değildi ve kendine yakışan kişiyi koluna takıp bu benim sevgilim diyecekti.

 

Lütfen kusura bakılmayısındı.

 

Ama aşkın kapıyı ne zaman çalacağı belli olmuyordu. 4 yıl oluyordu. 4 yıldır onun kalbine girmek için türlü şaklabanlıklar yapmış, defalarca rezil olmuştu. Ama önemli değildi. Eğer onun da içinde küçücük bir hareketlilik olsaydı biliyordu: Değerdi.

 

Ama değmemişti işte. Bunu, bugün anlamıştı. 4 yıldır karşılık alamadığı imkansız aşkını bu tatilde elde edeceğini düşünmüştü. Hatta fazla abartmış işi 3 çocuğa kadar getirmişti...

 

Sapmayalım.

 

Ekin'in kaybolması üzerine kendisine destek çıkması ile yanında herhalde felç geçiren kalbi yine kendini göstermişti. Belki diye geçirmişti içinden. Belki benden hoşlanmıştır diye içinden sayısız dua etti. Son 3 gündür bunu kanıtlamıştı da. Buğra ile beraber çok güzel anlar geçirmişti. Birlikte sahile inmiş, alışveriş yapmış, sinemaya gitmişlerdi. Hatta geri dönüş yolunu unutup taksiciye bilmedikleri bir yolu anlatırken epey rezil olmuşlardı.

 

Bugün yine kendi içinden isimlendirdiği sevgilisinin hatta kocasının, evinin direğinin, gönlünün beyinin, aşkısının, gelecekteki çocuklarının babasının yanına gitmişti.

 

Ekin olsa yok ebesinin ayakkabı numarası diye küfür etmeden küfür etkisi bırakan cümlesini kurardı.

 

Neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Bilemezdi ki. Bilse gitmezdi oraya. Ama gitmişti. Ve asla duymaması gereken şeyleri duymuş, belki de kalbi ilk defa ihanet ile atışlarını hızlandırmıştı.

 

"Salak." diye aynaya tükürür gibi bir gerçeği haykırdı. Daha çok haykırmak istedi. Kısılan sesi buna izin vermiyordu. "Seni salak yerine koymuş ya adam!" gülmek istedi, her şey bir kabustan ibaret olsun istedi ama değildi. Her şey gerçekti. "Salak." diye içinden sayısız defa aynı kelimeyi tekrarladı.

 

Gözlerini kapadı ve birkaç saniye bekleyip derin nefesler alıp verdi.

 

Bir...

İki...

Üç...

Dört...

Beş...

Bu kadar yeter!

 

Gözlerini yavaşça araladı ve bu sefer aynaya kararlı bir şekilde baktı. Şu an attığı şu bakıştan birisi ölseydi çoktan öbür tarafı boylamıştı. Kahverengi irislerinden öyle bir ifade geçti ki bir an kendisi bile korktu. Başını dikleştirdi, düşen omuzlarını kaldırdı. Elinin tersiyle akan rimelini silmeye çalıştı ama bu daha da dağıtmaktan bir işe yaramadı. Sorun yoktu, böyle daha korkunç görünüyordu.

 

"Oyun mu istiyorsun?" dedi ürkütücü ve derinden gelen bir sesle. Bu sese başka zaman olsa korkardı ama şu an tüm duygularını kaybetmiş gibi hissediyordu. "Oynayalım o zaman." dedi kararlı bir ifade ile. Dudağında korkunç bir kıvrılma yer alırken bu onun hoşuna gitti.

 

Kendini bir film setinde hissetmesi normal miydi?

 

Konuya odaklan!

 

"Begüm Sarı'yı kandırmak ne demekmiş sana göstereceğim." diyerek sanki karşısında birisi varmış gibi bakışlarını bir an bile aynadan çekmedi.

 

"Sen benim sevgimi gördün Buğra Akın. Ve inan ki nefretim sevgime galip gelirse olacaklar benim sorumluluğumda olmaz."

 

___&&___

 

Gizem'den...

 

Ben kötü birisi değildim.

 

Cidden, kimse kötülüğe doğmamıştı ki, ona itelenmişti. Hatta zorlanmıştı.

 

Şimdi size bu yaptıklarımın aile baskısı üzerine olduğunu söylesem siktir oradan deyip geçersiniz değil mi?

 

Üzgünüm ama öyle.

 

Hikayemi dinlemek ister misiniz bilmiyorum ama dinleyin istiyorum. Belki yaptıklarımın bir bahanesi olamaz ama yargılamadan önce dinleyin. Sonra edeceğiniz küfürlerinizi serbest bırakabilirsiniz ama önce dinleyin.

 

Ta küçüklüğümden başladı desem...

 

Klasik...

 

Ama acıtıyor. Yemin ederim.

 

Ailem tabii ki okulun diğer öğrencileri gibi -bazıları hariç- zengindi. Ben onların tek evlatlarıydım ve benim en az onlar kadar mükemmel olmamı istiyorlardı. Onları utandırmamalıydım, her istediğimi gerçekleştirmeliyim, her zaman asil olmalıyım...

 

Saçma.

 

Babam benimle pek ilgilenmezdi zaten. İlgisi hep işi olmuştu. Bir çocuk sahibi olduğunu bile doğumumda öğrendiğine eminim. O kadar umrunda değildim yani.

 

Ama sorsanız şirket bana kalacaktı.

 

Neden, benim geleceğim için.

 

Bana gelecek planları yapmak yerine bir günlüğüne, sadece bir günlüğüne babalık yapsaydı kızı için en büyük iyiliği yapmış olurdu. Bir gün ya.

 

Annem ise benim tam bir leydi gibi yetişmem için her şeyi yapmıştı. Yemeği nasıl yemeliyim, nasıl yürümeliyim, nasıl oturmalıyım, nasıl gülmeliyim, nasıl konuşmalıyım, nasıl göz teması kurmalı veya nasıl utanmalıyım gibi.

 

Ve benim her şeyi elde etmemi sağlamaya çalışmıştı. Bu yüzdendir ki istediğim her şeyi yapma gibi bir huyum vardı. Yapamazsam diye bir şey yoktu. Yapmalıydım. Yapmak için belki canımdan olmalıydım ama yine de onu gerçekleştirmeliyim.

 

Batıcan ile kapı komşusuyuz. Yani evlerimiz yan yana. Ne şanstır ki aynı okul, hatta aynı sınıfa kadar düşmüştük.

 

Ondan deli gibi hoşlanıyorum.

 

Yani hoşlanıyordum.

 

Her gün yüz yüze bakmamız veya odamın tam da onun pencerisini görmesi belki de en güzel şansımdı. Perdesini kapatmayı pek sevmezdi, hatta hiç kapatmazdı.

 

Ve ben onu her gün gizlice izlerdim.

 

Ona açılmayı hiç denemedim çünkü reddedilmekten korktum. Şimdiye kadar her istediğini elde eden benim tek istisnam oydu.

 

Aynı liseye gideceğimizi öğrendiğimde çok sevinmiştim.

 

Aslında aynı sınıfta olmamızı ben sağlamıştım.

 

Okulun ilk günleriydi. Derslerde hep onu izliyordum veya bir yere gittiğinde çaktırmadan onu takip ediyordum. Onunla pek konuşmazdık. Yani 'kapı komşusu' sınırını hiç geçememiştik. Ben hep ona bir adım atmıştım ama o her seferinde bir adım geri atarak benden uzaklaşmıştı.

 

Okulun başlamasının üzerinden tam bir hafta geçmişti ve dersin ortasına müdür bey çat kapı gelmişti. Yanında bir kızla. Kız utangaç duruyordu ve başını hiç kaldırıp sınıfa bakmıyordu. Saçlarını topladığı için yüzünü gizleyemiyordu.

 

Ekin Ertekin.

 

Tam burslu olarak okulumuzu kazanmıştı ve kabul etmek lazım bu büyük bir başarıydı. Bizler tabii ki paramızla okula girebildiğimiz için hiçbir sınava tabii tutulmuyorduk ama bazı arkadaşlarımdan sınavın çok zor olduğunu duymuştum.

 

Müdürden onun tam burslu bir şekilde geldiğini öğrenince hem çok sevinmiş hem de çok şaşırmıştım. Çekingen bir şekilde elleriyle oynayan bu kızı teneffüste tebrik etmeyi ve yalnız kalmaması için bir kahve ısmarlamayı aklıma kazımıştım.

 

Tabii Batı'nın ona olan bakışlarını göresiye kadar...

 

Bana bir kez bile bu şekilde bakmamıştı. İlk defa gördüğü bu kıza nasıl hemen bu şekilde bakabiliyordu? Onun için yapmadığım şey kalmamışken hem de.

 

Kısa bir süre geçti aradan. Ekin tüm sınıf ile kaynaşmıştı ama en çok iki kızla takılıyordu. Üçlü grup kurmuşlardı yani. Bu kadar kısa sürede nasıl herkesle haşır neşir olmuştu, hayret vericiydi doğrusu.

 

Ama benim nefretimi kazanmıştı.

 

Ve benim nefretimi bilmiyordu.

 

Demiştim ya ben bir şeyi istersem yaparım diye. Batıcan'ın ona olan bakışları hiç değişmeyince bir isteğimin olduğunu anladım.

 

Ondan kurtulmalıydım.

 

Ben iyi birisiydim. Onlar beni kötü olmaya zorlamıştı.

 

Hani zengin okulların zorba bir kızı olurdu ya. İşte o günden sonra o kişi bendim. Kapının üzerine bir kova su koymak gibi basit şeylerdi yaptıklarım ama işe yaramasını umuyordum.

 

Amacım onu okuldan göndermekti.

 

Müdürle neden konuşmadın, boşuna mı zenginsin sen? Diye soruyorsunuz değil mi? Malesef okulu burs ile kazanan, hatta tam burslu olarak kazanan birisini göndermek o kadar kolay değildi.

 

Sonra bir şey oldu. Tüm okul benden nefret etmeye başladı ama kimseyi umursamadım. Onu zorbalamaya, küçük düşürmeye devam ettim. Zamanla arkadaş çevrem dağıldı. Yanımda duran 2,3 kız vardı, onlar da param için yanımdaydı.

 

Bir gün Batıcan öğle arasında herkesi sınıftan çıkarıp ikimizi yalnız bırakmıştı. O günkü heyecanımı hala hatırlıyordum. Ağır adımlarla sırama gelişini, önümde diz çöküşünü, kollarını sırama koyup üzerine çenesini sabitleyerek bana bakmasını...

 

Kalbim deli gibi çarparken "Senden bir şey isteyeceğim." diye pat diye konuşmuştu. O an heyecandan tek kelime bile edememiştim. Kocaman gülümseyerek aptal aşıklar gibi ona bakarken benden ne istediğini söyledi. Keşke hiç söylemeseydi. "Kapı komşum olarak bunu yapar musın?" demişti sonra tatlı tatlı.

 

Lanet olsun tatlı değildi. Olmamalıydı.

 

Benden Ekin'i ona ayarlamamı istemişti.

 

O gün hayal kırıklığı ile tüm uzuvlarım uyuşmuştu. Gözümden bir damlanın süzülmesini kaşlarını çatarak izlemişti. "Ben senden hoşlanıyorum Batı." demiştim o gün sadece. Sonrasında ise bir daha onunla konuşmamış, yüzüne bile bakmadan onu sessizce ama büyük bir zorlukla kalbimden söküp atmıştım.

 

Ekin'den ve ondan nefret ediyordum.

 

Birkaç hafta sonra onun benden hoşlanmaya başlaması bir şeyi değiştirmedi. Ben o kızı okuldan atmaya ant içmiş bir şekilde küçük düşürmelerime devam ederken onun da bana destek çıkması kalbimde hiçbir etki yaratmadı.

 

Şimdi ne kadar bana aşık olursa olsun, biz artık olamazdık.

 

İsteyipte yapamadığım tek şey oydu. Ama ben de bu sefer çabalamamıştım. Kaybetmiştim. Ve bunu baştan kabullenerek yapmıştım.

 

Ekin sevdiğim adamı benden çalarak nefretimi bir kez kazanmıştı. Artık asla ona eskisi gibi bakamazdım. O benim kaybetme nedenimdi.

 

Batı'dan sonra çok çapkın birisi olmuştum. Her önüme gelenle flört ediyor, tek gecelik ilişkiler yaşayarak keyfime bakıyordum. O umrumda bile değildi.

 

Ama Ekin yine hoşlandığım bir adamı elimden alarak ikinci kez nefretimi kazanmıştı.

 

Neden herkes onu seviyordu? Küfürbazın tekiydi, fakirdi, erkek gibi bir kızdı. Onda olupta bende olmayan şey neydi?

 

O adamın sırf onun hakkında o yazıyı paylaştığım için beni canımla tehdit etmesini unutmayacaktım. Korkmamış değildim, elindeki kerpetenle parmaklarıma tek tek hafif bir baskı yaptığında hiç normal bir kişi olmadını zaten anlamıştım.

 

Malesef kar maskesinin gizlediği yüzünde görebildiğim tek şey ela gözleriydi.

 

Ekin Ertekin benden iki kez yapmak istediğim şeylere engel olmuştu. Senin en büyük kabusun ben olacaktım. Şimdi bekle ve sadece ışıkların üzerinde birer birer sönmesini izle.

 

_____BÖLÜM SONU_____

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hellöööö naber?

 

Sizi çok özledim 😭😭😭😭

 

Wattpad açılabilir misin, okurlarım elden gidiyor.

 

Bölüm hakkında konuşacak olursak...

 

Öncelikle nasıldı? Sevmediğiniz bir kısım var mıydı? Benim biraz içime sinmedi çünkü. Kaç defa silip silip yazdım hatırlamıyorum 🤨

 

ÇOCUKLARIM SONUNDA OLDU 🤧🤧

 

Gururlu bir anne gibi hissediyorum.

 

Rahat bir nefes aldık sonunda.

 

Ayy inşallah hiç ayrılmazlar.

 

Yazar ben isem biraz zor ama jdsksnksskdnd

 

Zeliş Talha'dan nefret ediyor İMDAT!

 

LAN SEN KİMSİN!

 

ama Zeliş'te favım 🤧

 

Yazarların işi çok zor ndoaslznsnslskd

 

Sizce Buğra ne yapmış olabilir? Begüm nasıl bir ihanete uğradı?

 

Ben bildiğim için sizin yerinize de sövüyorum 😘

 

Şimdi söyleyin bana hanginizin gözü kaldı aşk kuşlarımın üstünde 😑

 

Spoi verim mi?

 

Vazgeçtim.

 

(Sizi çok özlediğim için boş boş konuşuyom. Gitmeyin diye)

 

Ulan Wattpad!

 

Pekiiii

 

Gizem ile Batı'nın geçmişi hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Kim bilebilirdi aslında Gizem'in Batı'ya aşık olduğunu...

 

Ve Batı'nın kısa bir an olsa bile Ekin'den hoşlanacağını...

 

Çağrı'm gelmen gereken konular var annem.

 

Neyse, bugün çok konuştum. Sizleri daha fazla meşgul etmeden diğer bölüme, sonra da okumadıysanız eğer KG'ye gönderiyorum.

 

Güle güle 👋👋👋👋

 

 

Bölüm : 10.01.2025 22:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...