
Keyifli okumalar 😘
(Oy atın ha)
🎶Reşit Kemal - Bu Ne Hava🎶
****
Akşam güzel bir uyku çekerek sabah erken bir saatte kalkmıştım. Fazla uyumayı sevmezdim zaten. Erken kalkmanın zihin açtığını düşünürdüm ve bu yüzden erken kalkmaya çalışırdım. Saat 7 buçukta kalktığım için az kalsın sevinçten kendimi yerlere atacaktım. Balkona çıkmış ve serin havanın beni üşütmesini umursamadan kafenin açılışı için etrafta koşuşturan çalışanları izlemiştim.
Aslında dikkatim sadece birisinin üzerindeydi. Kafe küçük bir yer değildi, bu yüzden çok fazla çalışan vardı. Ama gözlerim her zaman ki gibi ilk onu buluyordu. Onu yine kafenin deposu olduğunu tahmin ettiğim bir yerden elinde kasalarla çıkarken görmüştüm.
Eğer evini görmemiş olsaydım kaslarını bu şekilde yaptığını düşünürdüm.
O beni görmemişti ve ben de kendimi belli etmemiştim. Malum, beyimizin dikkati çok çabuk dağılıyordu. Sessizce onu izlemiş sonrasında ise bir daha kafeden dışarı çıkmayınca dudak büzerek yatağıma geri uzanmıştım. Zeliş uyanasıya kadar telefonda takıldım çünkü kahvaltıya birlikte inmeyi planlıyordum.
Yaklaşık 2 saat sonra Zeliş uyanmıştı. Daha doğrusu ben daha fazla sabredemediğim için tepesinde zıplayarak onu uyandırmıştım. Bıraksak öğleye kadar yatacaktı. Ben ne kadar erkenciysem o, bir o kadar uykucuydu.
Zeliş'in huysuz nine homurtularını saymazsak yaklaşık yarım saat sonra otelin restoranına inmiştik. Büyükada'nın havasına alışmaya başlamıştım ve burada ayrılmak istemediğimi fark etmiştim.
Planım da buydu zaten.
Annemin yanına dönemezdim. Olmazdı. Ayrıca babamla aynı ortamda bulunacak cesareti kendimde bulamıyordum. O evde de kalamazdım artık. Annemin verdiği kartta yeterince para vardı. Hiç değilse beni idare edecek kadar. Gurur yapmanın bir manası yoktu çünkü farkındaydım burada kalmam için paraya ihtiyacım vardı. Tatil süresi boyunca otel masrafları okul tarafından ödeniyordu ama geri dönmeyeceksem eğer bir süre sonra ben ödemek zorunda kalacaktım.
Ya da belki Çağrı'nın tahmini doğruysa o katil bozuntusu ödüyor olabilirdi.
Çağrı... Ayrıca o da buradaydı ve ben sevgilimden ayrılmak istemiyordum. Biz sevgili olmuştuk değil mi?
Ama üniversite de vardı.
Offf.
"Düşüncelisin." Zeliş'in hala uykulu olduğunu belli eden uyuşuk sesi ile dillendirdiği sorusuyla dalgın bakışlarımı masadan çekip ona çevirdim. Hafiften silkelenerek tebessüm ettim. "Hiç, dalmışım öyle." diye geçiştirdim ve aynı anda garson yanımıza geldi. Ona iki kişilik bir kahvaltı söyledikten sonra geri gitti. Yaklaşık 10 dakika kadar sonra masamız türlü kahvaltılıklarla donatıldı.
Zeliş tabağına masadan bir şeyler doldururken bir tabakta dilimlenmiş simitlerden birini alarak kemirmeye başladım.
Ah ulan fakirlik ve fakirlik alışkanlıkları!
Zeliş çoktan yemeğe koyulmuştu. O an pek iştahım olmadığını fark ettim. Uzanıp tam bu sefer poğaçalardan birine uzanacaktım ki kucağıma koyduğum telefonumdan gelen bildirim sesiyle elimi çekerek telefonumu elime aldım.
Talha: Günaydın yengem!
Talha: Sabahın hayırlı şerefli bir şeyler olsun
Talha: Ne yapıyorsun
Talha'nın numarasını çok önceden kaydetmiştim ama ilk defa konuşuyorduk.
Siz: Günaydın
Siz: Kahvaltı yapıyoruz
Talha çevrimiçi...
Talha yazıyor...
Talha: Kiminle
Siz: Sanane
Talha: Saman ye 😝
Yazdığı şeyle gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. Zeliş'e kısa bir bakış atarak sırtımı rahat bir şekilde oturduğum sandalyeye yasladım.
Siz: Nesin sen? İlkokul çocuğu mu?
Talha: Küfretmesen iyiydi...
Talha: 🥺🥺🥺
Siz: Cıvıma
Siz: Neden yazdın sabah sabah onu söyle.
Talha: Şey dıcektım
Talha: Ben sizin oteldeyim
Talha: Şu 3. Kattaki oturma bölümünde
Siz: Anlamadım?
Talha: Salak mısın Cemile
Talha: Nesini anlamadın
Talha: Oturuyorum diyorum, otelde diyorum
Talha: Yanıma da bir adet turuncu kafa istiyorum. Biraz utangaç birisi ve güzel. İsminin anlamı su perisi olan biri
Siz: Haaaa sen onu diyorsun
Talha: iki dakikada nasıl anladın kız hemen
Talha: Omen Tonrem!!!
Ekin: Susmazsan getirmem
Talha: Kim konuştu?
Siz: Yarım saat bekle kahvaltıyı edelim geliriz. (Zeliş yanımda)
Talha: Ben de gelim mi 🥺
Siz: Hayır.
Yazdığım cevaptan sonra Talha'yı tekrar yazıyor şeklinde görmüştüm ama telefonu kapatarak atacağı mesaja bakmadım. Bildirimleri de sessize alarak başımı telefondan kaldırıp Zeliş'e baktım. Ve onun da dikkatlice bana baktığını gördüm. Göz kırptı hayırdır der gibi. Omuz silkerek "Yok bir şey." dedim ve ardından "Yediysen kalkalım mı?" diye sordum. Başını sallayarak beni onayladı ama sonradan aklına bir şey gelmiş gibi kalktığı sandalyeye poposunu geri koydu.
"E sen bir şey yemedin?"
Ona gülümseyerek "Pek aç hissetmiyorum." dedim. Peki der gibi omuz silkerek hesabı istedi. Sonra ben öderim kavgasına tutuşarak çağırdığımız garsonu tepemizde yarım saat beklettik. Adamcağızda en sonunda bizim kavgalarımıza dayanamayarak "Ay ben öderim!" diye patlamıştı.
Garsonu çıldırttıktan sonra aklımız başımıza gelmişti ve hesabı ortaklaşa ödemiştik. Asansörün önünde sıra olduğu için merdivenleri tırmanmaya karar vermiştik. Restoran zemin kattaydı ve biz 2. Kata çıkmış bulunuyorduk. Son bir kat kaldığını fark ederek yanımda sessizce merdiven çıkan kelebeğimin koluna kolumla hafifçe vurdum. "Efendim?" diye sordu hemen.
"Bir sonraki katta toplu oturma bölümü var orada dinlenelim mi birazcık." daha önce sıkıntıdan oteli keşfetmeye karar verdiğimde o kısmı görmüştüm. Ama hiç oturmak nasip olmamıştı.
Zeliş'te yorulmuş olacak ki hemen başını sallayarak kabul etti. Bir kat daha çıkarak oturma bölümüne geldiğimizde tanıdık bir yüz görmeyi bekledim ama bulamadım. Bu kısım belki de otelin en büyük yerlerinden biriydi. Bir sürü koltuk yan yana konularak bir oturma alanı yaratılmıştı. Bazı köşelerde L koltuklar vardı. En ortada ise çok büyük olmasa da orta boyda bir süs çeşmesi vardı ve çeşmenin etrafında yuvarlak bir şekilde onu saran bir koltuk takımı vardı.
Hastanelerdeki bekleme alanlarında olan koltuklara benziyordu kısaca. Zeliş ile birlikte hemen o çeşmeyi hapse alan koltuğa oturduk. Koltuğun başlığı yoktu ve arkaya falan yaslansak direk çeşmenin içine düşerdik. Görsel olarak güzeldi ama özellikle çocuklar için çok tehlikeliydi. Soluk soluğa koltuklarda oturmaya başladık. Zeliş arkasındaki çeşmeyi incelerken ben tanıdık bir sima arıyordum. Bir anda yanımda oturan Zeliş'ten bir çığlık yükselince irkilerek hızla ona döndüm.
Refleksen olsa gerek kolumu tutmuştu ama tırnaklarını etime geçirdiğinden habersizdi. O kadar çok sıkıyordu ki dudaklarımdan kısık sesli bir inleme döküldü. Öne eğilip baktığımda Zeliş'in yanında oturan ve yüzünü siyah bir şapkayla gizleyen bir adam olduğunu gördüm. Hafifçe kaşlarımı çattığımda "Affedersiniz," diyerek ona hitap ettim.
Şapkanın gizleyemediği dudaklarını gördüğümde sanki gülmemek için birbirine bastırdığını gördüm. Kim olduğunu anlamam fazla uzun sürmedi. Zeliş, "E- Ekin," diye kekeleyerek bana baktı. Gözleri ile arkasını işaret ettiğinde ona hafif bir tebessüm sundum. Kelebeğimi korkuttuğu için onu çok güzel sevecektim.
Aklıma gelen bir düşünce ile gülmemek için dudağımı ısırırken sesimi olabildiğince büyük bir şaşkınlıkla çıkarmaya çalıştım. "Aaa Caner değil mi o? Aa Zeliş'e mi geliyor o?" benden oyuncu olurmuş he.
Tabii bunu duyan Talha hızla şapkasını çıkararak etrafa öfkeli bakışlar atmaya başladı. Bu kısımda neyseki çok bir kişi yoktu, o yüzden kahkahamı serbest bırakmakta bir sorun göremedim. Talha çattığı kaşlarıyla etrafında dönerek birisinin gelip gelmediğine bakıyordu. Caner ismini hatırlamamış olmalıydı.
Acaba karşılaşsalar ne olurdu?
Zeliş'de sonunda sıktığı kolumdaki ellerini gevşetmiş, şaşkın gözlerle Talha'ya dönmüştü. Dudakları hafif aralanmış ve o şeklini almıştı. "Sen?" dedi soran bir sesle kaşlarını hafif çatarak. Talha'da kimsenin gelmediğinden emin olmuş olacak ki tekrar Zeliş'e döndü ve döndüğü anda çatık kaşlarını düzelterek dudağına kocaman bir gülüş yerleştirdi.
"Evet, yine ben, yine ben ve yine ben." derken ellerini etrafında aşağı yukarı sallamıştı. Alkış bekler gibi bir hali vardı. Zeliş kaşlarını biraz daha çattı, ben ise ne olacak diye bir köşeden onları izliyordum. Talha ortamın yumuşadığını düşünmüş olacak ki kalktığı Zeliş'in yanına oturmak için bir hamle yaptı fakat aynı anda Zeliş, "Oturma!" diye bağırdı.
Talha irkilerek hemen geri çekildi. "Tamam prenses, benden bu kadar nefret etmemelisin." dedi gülerek ama bu benim kelebeğimin vicdanına dokunmak için yeterli bir nedendi. "Be- ben özür dilerim. Öyle bağırmak istemedim. Yani oturabilirsin tabii ama bana çok yaklaşmasan olur mu?" dedi dolu gözleriyle masum masum. Hemen ağlayabilme gibi bir huyu vardı. Özellikle birisini kırdıysa bu onu çok üzüyordu.
Dudağımı büzerek ağır ağır kafamı salladığımda Talha'ya dönmüştüm ki onun ne ara çıkardığından habersiz olduğum bir peçeteyle burnunu kapattığını gördüm. Onun da gözleri dolmuştu. "Dur kız beni de ağlatacaksın." dedi içli içli. Sesi ağlamış gibi çıkmıştı.
İçim baydığı için bu atmosferi dağıtmak adına "Eee?" diye sordum ortaya. Sonra ise Talha'ya döndüm. "Sen neden öyle şapka falan takıyorsun?" diye sordum. Kelebeğimi korkuttuğu için ona sinirliydim. Talha ise elindeki peçeteye sesli bir şekilde sümkürdükten sonra katlayıp cebine attı. "Ne bileyim, izlediğim filmlerden aklımda kalmış." deyip omuz silkti.
Abartılı olmayan bir şekilde göz devirdim. Birkaç dakika üçümüz arasında sessizce geçerken bir anda bu sessizliği bir ağlama sesi böldü. Bebek ağlaması. Üçümüz de aynı anda sesin geldiği bölüme döndüğümüzde bir kadının kucağındaki bebeğini susturmaya çalıştığını gördüm. Birkaç kişi de ona bakıp tekrar işine dönmüştü. Kimisi de rahatsız olup gitmişti.
"Ayy çok tatlı." diye Zeliş hemen tepkisini ortaya koydu. Talha bunu duyunca içindeki şeytan onu dürtmüş olacak ki sırıtarak "Sevelim mi?" diye sordu. Sanki köpek sevecekler amına koyayım.
Zeliş ona tatlı bir tebessüm bahşederken bana dönmüştü. "Gel hadi." dediğinde sırtı Talha'ya dönük olduğu için Talha'nın inip kalkan kaşlarından haberdar değildi. Adeta hayır! Diye haykırıyordu. "Çocuklarla aram pek yoktur. Siz sevin ben zaten bir Begüm'ün yanına gideceğim." demenin ardından hızla ayaklandım.
Zeliş çoktan ağlayan bebeğin yanına gitmişti. Ben de tam gidecektim ki Talha kolumdan tutarak beni durdurdu. "Allah senden razı olsun yengem. Allah Çağrı'yla bir ömür geçirtsin. 5 tane de çocuk nasip etsin." dedikten sonra ellerini amin diyerek yüzüne götürdü. Kaşlarımı çatarken "Neden 5?" diye sordum merakla. Takıldığımız detaya bak!
İmalı imalı bana doğru geldi. Sanki büyük bir sır verecekmiş gibi eliyle bana gel gel yaptı. Biraz ona yaklaştığımda kulağıma doğru eğildi. "Çağrı abim biraz çapkındır. Beş benim tahminim o da en iyi ihtimal." dedikten sonra hızla koşarak Zeliş'in yanına gitti.
___&&___
Deniz ile oturmuş karşımızda neşe saçan kıza uzaylı görmüş gibi bakıyorduk. Begüm ağzının içinde bir şarkı mırıldanarak etrafında döne döne dans ediyordu. Bu kız daha dün gemileri batmış gibi değil miydi?
"Sence o iyi mi?" diye fısıldayarak Deniz'e sordum. Bakışlarını Begüm'den hiç çekmedi.
"Bence delirdi." diye bir teori attım ortaya.
"Deliydi zaten."
"Şimdi fiziksel olarak delirdi." dedikten sonra aklıma gelen bir düşünceyle tekrar kulağına eğildim. "Acaba kafasına bir şeyle vursak düzelir mi?"
Gözlerini hafifçe büyüterek bana baktı. "Antenli televizyon mu bu?" diye sordu tersçe. Dudak büzerek oturduğum koltuğa sırtımı yasladım.
"Begüm," dedi Deniz yatıştırıcı bir sesle. "Sen iyi misin?"
Begüm hala dönerken şen bir kahkaha attı. "Fazlasıyla! Neden?" derken balerin gibi ellerini önünde birleştirerek tek ayak üzerinde dönüyordu.
"Begüm," diyen kişi bu sefer bendim. "Dursana bir dakika." dediğimi zerre umursamadan dönmeye ve kahkahalarına devam etti.
"Dün ne oldu?" bu sefer Deniz ile aynı anda sorduğumuz soru onu durdurdu. Yüzü aniden düşünce bir sorun olduğunu anladık. Gözlerini bizden kaçırarak "Bir şey olmadı." dedi ama sesi fısıltı gibi çıkmıştı.
Deniz yanımdan kalkarak Begüm'ün kolundan tuttu ve az önce kalktığı yere, yani benim yanıma oturttu. Kendisi ise tekli koltuklardan Begüm'ün yakınındakine oturdu. Begüm önünde birleştirdiği elleriyle oynarken başını kaldırıp bize bakmadı. Deniz'le yalnızca iki saniye göz göze geldikten sonra elimi uzatıp Begüm'ün ellerinin üzerine koydum.
"Bize her şeyi anlatabileceğini biliyorsun." dedim güven vermek adına elini hafifçe sıkarken. Kafasını sallayarak beni onayladı. "Biliyorum."
"Anlat o zaman neler olduğunu."
Derin bir nefes aldığı için omuzları inip kalktı. "Dün Buğra'ya sürpriz yapacaktım. Biliyorsun zaten." derken Deniz'e bakmıştı. Deniz ağır ağır başını salladı. "Ben mutlu mutlu gidiyordum tamam mı? Böyle rahatça onun yanına gidebildiğim için çok mutluydum. Onların olduğu kata inip odasına gittim."
"O pezevenk sana bir şey mi yaptı?" diye hızla bir teori sundum.
"Bi' dinle." deyince sustum. "Odasına gittim ama kapısının açık olduğunu gördüm. Kaşlarımı çatıp bir oda numarasına baktım belki yanlış odaya gelmişimdir diye. Ama doğru odanın önündeydim."
Soluklanmak için biraz bekledi. "Kafaya takmadım. Tam kapıyı çalacaktım ki içeriden birkaç konuşma sesi duydum."
Bu hikayenin nasıl biteceğini merak etmeye başlamıştım. Begüm o halde geldiğine göre bir şeyler duymuş olmalıydı. Yani şu anki tahminim bu yöndeydi. "Batıcan ile konuşuyorlardı. Biliyorsunuz aynı odada kalıyorlar." aslında bilmiyordum ama Buğra'nın Begüm'ün plotoniği olduğunu düşünürsek bunu bilmesi garip değildi.
"Batıcan ona valla bayağı bayağı işi yürütmüşsünüz, dedi."
Gözlerini kısarak sanki konuşmaları hatırlanaya çalıştı. "Buğra da evet, diye karşılık verdi. Sonra Batı ee sevgili misiniz siz şimdi, diye sordu."
Yerimde dikleşerek tüm dikkatimi Begüm'e verdim. "Arada daha konuşma var ama hatırlayamadım. Ama çok iyi hatırladığım bir yer var." dedikten sonra önce Deniz'e sonra bana baktı. "Batıcan ona iddiayı sen mi kazandın şimdi, diye sordu."
"İddia mı?" diye anlamayarak sordum. Begüm beni umursamayarak anlatmaya devam etti. "Buğra ise öyle oldu biraz, dedi." dedikten sonra Begüm'ün gözleri tekrar dolmaya başladı. "Batıcan da ona inanamayarak valla bayağı bayağı sevgili oldunuz. Bunu bu kadar çabuk halledebileceğini düşünmemiştim. Bayağı bayağı kızı elde etmişsin, dedi."
Yutkunduğunu anbean hareket eden adem elmasından izledim. "Devamını dinlemeden çekip geldim zaten." üçümüzden de ses çıkmazken olayı anlamaya çalıştık. "Yani," diyerek sessizliği ben böldüm. Ama ikisinin de bakışları bana dönmedi. "Batı ile Buğra bir iddiaya giriyor. Ama seninle alakası ne?" kafam çok karışmıştı.
"Anlasana işte. Batıcan, Buğra ile Buğra'nın Begüm ile sevgili olup olmaması adına iddiaya girmiş. Anladığım kadarıyla sevgili olurlarsa Buğra kazanacak, olamazlarsa Batıcan." diyerek Deniz benim için durumu açıkladı. Şaşkınca dudaklarım aralanırken Begüm'e üzgün gözlerle döndüm. "Begüm,"
"Sorun yok." diyerek lafımı kesti ve minik bir tebessümle bana baktı. "O benim aşık hallerimi gördü ve inan nefretim ile daha tanışmadı." dedi bana cesaret verircesine. Dudak büzerek elimi omzuna dostane bir tavırla vurdum. "Yine de kemik kırma gibi bir durum olursa beni de çağırıyorsun. Kendimi geliştirmeye çalışıyorum." sağ olsun Talha bu konuda bana çok yardımcı oluyordu.
Begüm kocaman gülümseyerek kollarını boynuma doladı. Ben de ellerimi sırtında bağlayarak sarılışına karşılık verdim. "Teşekkür ederim." diye fısıldadı kulağıma doğru. Koltukta bizi izleyen Deniz ile bakışlarımız kesişince "Sen de gelmek ister misin buzlar kraliçesi." diye alayla sordum.
"Yok canım, iyi böyle." deyince uyarır bir tonda kaşlarımı kaldırdım ama bir etki yaratmadığını görünce boğazımı temizledim. Burnundan bıkkın bir nefes vererek oturduğu koltuktan kalktı ve bir elini Begüm'ün sırtına, diğer elini ise benim omzuma koydu. Omzumun üzerindeki eline kısa bir bakış atarak "Bizi bu kadar çok sevme." dedim alayla.
"Şansını zorlama." diye dişlerinin arasından konuştuğunda daha fazla üstüne gitmedim.
Bu bile onun için büyük bir başarıydı.
___&&___
Saatin 2 buçuğa geldiğini görünce hızla toparlanarak kızların yanından ayrıldım. Asansörün düğmesine tek bir kez basıp gelmesini bekledim. Aslında Zeliş'in yanına gidip Talha ile neler yaptıklarını sormak istiyordum ama şimdi daha önemli bir işim vardı. Sevgilimin yanına gitmeliydim.
Asansör sonunda gelince boş olması ile rahat bir nefes aldım. Zemin kata basarak asansörün kapısının kapanmasını izledim. Hemen yanımda duran bir aynaya kaçamak bir bakış atıp tekrar önüme dönmüştüm ama saçlarımın dağınık olduğu gözüme çarpınca tekrar aynaya döndüm. Biraz deyip kendimi kandırmayacaktım, mağara adamına dönmüştüm. Kayıp giden siyah lastik tokamı tek seferde çekip saçlarımdan kurtardım.
Tokayı ağzımda tutarken aynadan görüntüme bakarak saçımı toplamaya başladım. Tepeden bir at kuyruğu yapmıştım. Yukarıdan bağlamama rağmen saçımın sırtıma kadar geldiğini fark ettiğimde onları kesme zamanı geldiğine karar vererek iki tarafa açılan asansör kapısından çıkarak yürümeye başladım.
Henüz daha yeni otelin dönen kanatlı kapısından çıkmıştım ki çarptığım sert bir bedenle yerimde sendeledim. Refleksen o kişinin kollarını tuttuğumda onun da elleri belime yerleşti. "Üzgünüm, üzgünüm." diye özür dilerken başımı kaldırıp kim olduğuna baktım. Karşılaştığım tanıdık yüz ile vücudum istemsizce gerildi.
"Ekin?" aynı şaşkın ifade onun yüzüne de yayıldı. Hala aynı pozisyonda olduğumuzu fark ettiğimde hafif bir öksürükle toparlanıp karşısına dikildim. Yüzüme dostane bir tebessüm yerleştirirken "Selam." dedim ne diyeceğimi bilemeyerekten.
"Selam." dedi aynı şekilde ve kaşlarını kaldırarak "Bir yere mi gidiyordun?" diye sordu.
Başımı sallayarak onu onayladım. Üstelemeden ağır ağır başını salladı. "Sen Deniz'e mi gelmiştin?" diye sordum aramızda geçen birkaç dakikalık sessizliğin ardından. "Ha?" diye sordu başta dalgınca ama sonradan anlamış gibi "Ha evet." deyip onayladı.
"Peki." deyip kısa bir cevap verdim. "Görüşürüz." diyerek yanından gitmeye yeltemiştim ki eli kolumu tutunca yan bir şekilde dönüp ona baktım. "Aramız açık mı?" diye sorunca kaşlarımı çattım. "Neden açık olsun ki?" diye sorusuna soru ile karşılık verdim. Bakışlarım hala kolumda olan eline kayınca hızla geri çekti. Omuz silkerek "Bilmem, sanki biraz soğuk gibisin. Eskiden daha samimiydik." dedi.
Asla samimi olmayan bir gülüşle "Sana öyle gelmiştir." deyip kestirip attım. Peki der gibi bana bakarken kaşlarımı kaldırarak "Başka bir şey var mı?" diye sordum. Hayır anlamında başını sağa sola sallayınca dakikalar öncesi gibi "Görüşürüz." diyerek hızlı adımlarla yanından ayrıldım.
Kaan'la günlerdir görüşmüyorduk ve görüşmek istediğimi de düşünmüyordum. Onda tuhaf bir şeyler olduğunu hissediyordum ve bu his beni geriyordu. Hızlı hızlı sahile inen merdivenlere doğru ilerlerken bir yandan da pantolonunun cebinden telefonumu çıkarmaya çalışıyordum.
14.57 harika!
Adımlarımı daha da hızlandırarak kafeye doğru ilerlemeye başladım. Merdivenler ile arasında çok yoktu ama ben yine de işimi garantiye alarak koşmaya başladım. Ayağımın altından kayıp giden kumlar ayakkabımın içine dolarken beni çok rahatsız ediyordu. Ama yine de çıkarmadım. Soluk soluğa kafenin önüne geldiğimde bir kez daha telefonumu açıp saati kontrol ettim. 15.00
Kendimden gurur duyarcasına gülümsedim. "Tam zamanında." diye söylendim ağzımın içinde. Ayağımı yere vurarak Çağrı'nın çıkmasını bekledim. Eğer çıkmazsa içeri girerim diye düşünüyordum ki cam kapının arkasında gördüğüm bedeni ile heyecanla elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırdım. Terleyen avuç içlerimi pantolonuma sürterken gözlerimi bir an bile ondan ayırmadım.
Sırtı bana dönük bir şekilde geliyordu. Sanırım birisi ile konuşuyordu. Bir eli kapı kolunu kavrayıp açtıktan sonra diğer elini kaldırarak arkasındaki birisine el salladı. "Yarın görüşürüz Ali!" diye bağırdıktan hemen sonra bana doğru döndü ve başım onun çenesine çarptı.
"Ah," diye inleyerek birkaç adım geri çıktım. O ne çene be! Elimle alnımı ovuştururken "Dikkat etsene öküz!" diye bağırdım. Doğrudan yere baktığım için bana doğru gelen ayakkabılarını görebildim sadece. Sonra ise ellerini kaldırıp yüzümü hapsine alınca olduğum yerde donup kaldım.
Yüzümü havaya kaldırarak bana baktı. Elimin hala alnımda olduğunu fark ettiğimde yavaşça yere indirdim. Gözleri endişe ile bana bakarken "Neresi acıdı?" diye sordu. Kaşlarımı çatarak ona baktığım sırada aniden dudaklarını alnıma yasladı. "Burası mı," diye sordu dudaklarını ayırdıktan hemen sonra. "Burası mı," dedikten sonra bu sefer yanağımdan öptü. Elinden kayıp gidecektim şimdi o olacaktı. "Burası mı," dedi tekrar ve bu sefer burnumdan öptü.
Sıcak dudaklarını tenimden çektiğinde ne zaman kapattığımı hatırlamadığım gözlerimi araladım. Hayran olmuş bir şekilde ona bakarken gamzesini belli edecek bir şekilde gülümsediğini gördüm.
Beni tahrik ediyordu.
Sonunda konuşmayı hatırlayabildiğimde "Sen az önce beni kandırıp benden faydalandın mı?" diye alayla karışık bir sitemle sordum. Hafifçe kıkırdayarak ellerini yüzümden çekti. Ellerinin sıcaklığını hala hissediyordum. Dudağını ısırarak "Biraz öyle oldu." dedi.
Aklıma gelen şeyle gözlerimi kocaman açarak aramızda geçen romantik dakikaların içine sıçtım. "Sen de çeneni vurdun. Çok bencilim." dediğimde bir şey söylemek için dudaklarını araladı ama aniden onu çenesinden öptüğümde donup kaldı.
Dudaklarımı bir süre çenesinden çekmedim. Hatta biraz daha abartarak hafifçe ısırdım. Kısık sesli bir inleme kulaklarımı doldururken geri çekildim. Hafif demiştim ama kızarmıştı. Çağrı mest olmuş gibi bana bakarken bir şey demedim. Birkaç saniye sonra "Sen az önce beni kandırıp benden faydalandın mı?" diyerek beni taklit etti.
Yüksek sesli bir kahkaha attıktan sonra "Biraz öyle oldu." dedim." Peki, sen neden geldin?" kaşlarımı kaldırarak "Rahatsız mı oldun?" diye sordum.
Anında o kaşları çattı. "Rahatsız olmak ve senin yanında." dedi hayretler içerisinde. "Bu iki kelimenin birleştiği bir cümleyi kabul etmiyorum hocam." deyince dudağımdan kaçan kıkırtıya engel olamadım.
"Dünkü gittiğimiz kayalıkların olduğu yere gidelim mi?" diye hevesle sordum. Üstten bana bakarken gülümsedi. "Sana olan aşkımı haykırdığım yere mi? " diye sordu hemen cıvıyarak. Omzuna sert olmayan bir şekilde vurdum. "Gıcık."
15-20 dakika sonra kayalıkların yanına varmıştık ama Çağrı buradan daha güzel bir yer olduğunu söyleyerek bi' 10 dakika daha yürüttü bizi. Burada hiç insan yoktu ve kayalıklar daha sıktı. Aynı zamanda diğer kayalara göre daha yüksekti. Çağrı'nın yardımıyla kayaların üzerine çıktım ve ardımdan o da çıktı. Denize yakın bir kısma oturmaya yeltendiğimde Çağrı kolumdan tutup bunun tehlikeli olacağını söyleyerek denize daha uzak bir yere bizi oturttu.
Sorun değildi, buradan da deniz harika gözüküyordu. Ellerimle kendime destek verirken ayaklarımı önüme doğru uzattım. Öğlen saatlerinde gelmek pek akıllıca bir fikir değildi ama esen rüzgar bizi serinletiyordu. Aynı anda hem yanıp hem üşüyordum. Ve bu hoşuma gidiyordu. "Eee anlat bakalım." diyen Çağrı'nın sesiyle bakışlarımı çarşaf gibi olan denizden çekip ona çevirdim.
"Neyi anlatayım?"
"Neden kafeye tam benim çıkış saatimde geldiğini." bakışlarını bana çevirdi. Yüzüne vuran güneşten dolayı gözleri kısılmıştı. Benim de ondan bir farkım yoktu gerçi.
"Özledim seni." diye fazla uzatmadan itiraf ettim. Tepkisini merak ediyordum ama bakışlarımı denizden çekmedim. Cevap vermemesinden bu itirafı beklemediğini anladım. "Demek özledin." dedi serseri bir havayla. Kısık gözlerimle ona baktığımda gülümsediğini gördüm. "Ne ya? Komik bir şey mi var?" diye alınmış bir şekilde sordum.
Küsken bir tavırla tekrar denize döndüm. "Hayır, sadece hoşuma gidiyor."
İçimdeki meraka engel olamayarak "Ne?" diye sordum. "Hoșuna giden ne?"
"Sen." dediğinde yutkunarak ona döndüm. Gülmüyordu ama dudağında belli belirsiz bir kıvrılma vardı. Gayet ciddi görünen yüzüne bakarken kuruyan boğazımı rahatlatmak adına bir kez daha yutkundum. Utanarak başımı hafifçe yere eğdim. "Sen hoșuma gidiyorsun."
Gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırırken bir anda Çağrı'nın elini saçlarımda hissettim ve ben daha ne olduğunu anlayamadan saçımdaki lastik tokamı tek seferde çıkardı. Hızla ona dönerken "Ne yapıyorsun sen?" diye sordum. Dağılan saçlarım esen rüzgarla birlikte ağzıma gözüme giriyordu. Onları çekmeye çalışarak kulağımın arkasına sıkıştırdım.
"Böyle daha güzel." dedi dudağındaki tebessümüyle. Eriyip gitmemek adına sert davranmaya çalışarak "Ama böyle zor oluyor." diye açıkladım. Uçuşan saçlarıma bakarken gülümsemesi daha da genişledi. "Bir şey olmaz." dedi geçiştirircesine.
"Çağrı versene." diyerek elindeki siyah, lastik tokayı almak için uzandığımda hızla elini geriye çekti. "Olmaz!" diye ciyakladı hemen.
"Çocuk musun sen?"
"Asıl sen çocuk musun? Alt tarafı bir toka. Ne kadar da cimrisin." dedi kınar gibi bir tonda. Bıkkın bir nefes verdim.
"Ne yapacaksın sen onunla?" diye tek kaşımı kaldırarak sordum. Bir yandan da uçuşan saçlarımı tutmaya çalışıyordum. Yani o kadarda uzun saçları yoktu. Bağlayamazdı da.
"Hiç." dedi geçiştirerek. Ardından gözümün içine bakarak tokayı bileğinden geçirdi. Bileğindeki tokayı büyük bir ciddiyetle düzeltirken dikkatle onu izledim. Tamam, tokamı aldığı için kızmıştım ama hoşuma gitmemişte değildi yani şimdi. İtiraf ediyorum, bu çok hoşuma gitmişti.
Gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırarak ellerimi saçlarımın üstünden çekerek onları serbest bıraktım. Rüzgar biraz hafiflemiş gibiydi ve saçlarımı öncesi kadar uçuşmuyordu. Bakışlarımı yavaşça ona çevirdiğimde kısık gözleriyle denizi izlediğini gördüm. Yeni fark ediyordum da traş olmuştu ve prüzsüz yüzündeki sert hatlar gözümü ondan çekmemi zorlaştırıyordu. Isırdığım için kızaran çenesi beyaz teninde göze çarpıyordu. Resmen deşmiştim çocuğun etini.
Dostlar tövbe haşa ama ben biraz saldırgan olabilir miydim?
Sanki üzerindeki bakışlarımı hissetmiş gibi bana baktı.
Gülümseyerek "Ne oldu?" diye sordu. Gamzesi gözümün önünde eşsiz bir sergi gibi yer alırken tüm irademi bir yana bırakarak ona doğru uzandım ve gamzesinin üzerine dudaklarımı bastırdım. Bu hareketimi beklemediğini belli ederek vücudu gerildi. Dudaklarımı bir süre çekmedim. Öpmüyordum, sadece dudaklarımı o eşsiz gamzenin üzerinde tutuyordum.
Birkaç saniye sonra yanağını bir kez daha öperek geri çekildim ve Çağrı'nın yüzüne baktım. Gözleri mest olmuş gibi kapanmıştı ve dudağında varla yok arası bir sırıtış vardı. Yüzünün yakınından çekilmedim, aramızda çok bir mesafe yoktu. En fazla bir dakika sonra sinir bozucu bir yavaşlıkla gözlerini araladı ve gördüğüm elalarla birlikte mutlulukla gülümsedim.
"Bu neydi şimdi?" sesi hırıltı gibi çıkmıştı, sanki bu yaptığım onun tüm dengesini altüst etmişti. Masumca omuz silktim. "Ölmeden önce yapılacaklar." diyerek işi dalgaya vurdum. Ama çokta yalan değildi şimdi.
Dudağında sersem bir sırıtış belirdi. "Demek ölmeden önce yapılacaklar?" dedi sorar gibi. Gözleri dudaklarıma çoktan kaymış ve orada oyalanmaya başlamıştı. "Bunu sevdim."
Diyecek bir şey bulamayarak sadece yüzüne baktım. Allah'ım ben bu herifi hak edecek kadar ne yapmıştım? Halbuki yaramaz bir çocuktum. Onu çok seviyordum, belki henüz dile getirememiştim ama asıl önemli olan bunu kendime kabullendirmem değil miydi? Ben onu çok seviyordum ve bunu her bir uzvumla kabul ediyordum.
Anlık bir reflekse dudaklarımı yaladım fakat Çağrı'nın bakışlarının hala dudaklarımda olduğunu unutmuştum. Kahretsin, diye geçirdim içimden. Çağrı'ya baktığımda yutkunduğunu gördüm. Dudakları gerilirken sanki kendini tutmaya çalışıyor gibiydi.
"Bilerek mi yapıyorsun?" diye sordu ve gözlerini gözlerime çıkardı.
"Neyi?" salağa yatmak her zaman iyidir.
"Sen iyi biliyorsun." dedi bilmiş bilmiş.
"Neyden bahsettiğini bilmiyorum."
Dudağında sersem bir sırıtış oluştu yine. "Demek bilmiyorsun?" diye meydan okurcasına tek kaşını kaldırarak sordu. Çok iyi biliyorum öküz herif. Beni etkisine öyle bir almıştı ki gözlerimi ne kadar istesemde yüzünden çekemiyordum. Dudaklarımdan benden habersizce dökülen kelimeler sırıtışını daha da genişletti. "Bilmiyorum."
Delici bakışlarının altında daha fazla dayanamadım ve yüzümü durgun denize çevirdim. Arada oturduğumuz kayalara vuran dalgaların sesi doluyordu kulaklarıma. Çağrı'nın bakışlarını hala üzerimde hissediyordum ve bu beni çok geriyordu. Bu gerginliği dağıtmak adına "Çağrı," diye mırıldandım.
"Efendim sevgilim." buna hiç alışamayacaktım.
"Sana bir şey soracağım."
"Sor sevgilim." sanki onun sevgilisi olduğumu kendine hatırlatmak istercesine hep dile getiriyordu.
"Sen bana neden Mavi diyorsun?" diye merak ettiğim soruyu sordum ve sorduğum soruyu yine kendim cevapladım. "Gözlerimden ötürü mü?"
Gözlerime uzunca bir süre baktı. Sanki oralarda bir şey aradı. Ona bakarken gözlerimin içinde kalpler çıkmasını mı bekliyordu acaba? "Daha fazlası." dediğinde iyice merak ettim ve yerimde kıpırdanarak dikleştim. Bu halime bakarak güldü. "Devlet sırrı sanki." diye ağzımın içinde mırıldandım. Artık anlatması adına ona uyarıcı bir bakış attım. Mesajı almış gibi o da yerinde dikleşti ve şakayı bir kenara bırakarak tam gözlerimin içine baktı.
"Sana daha önce part-time çalışıyorum demiştim. Hatırlıyor musun?" kafamı hemen aşağı yukarı salladım. "Kafede çalışmaya başlamadan önce sahilde çalışıyordum. Can kurtaran değildim ama denizi gözlemliyordum birisi tehlikede mi diye. Eğer birisi tehlikedeyse telsizden cankurtaranı arıyordum." diye devam etti. "Ama yüzme bildiğim için zor bir durumda benim de o kişiyi kurtarmamı istiyorlardı."
"İşi kabul ettim. Çok iyi gidiyordu her şey. Çok fazla boğulma tehlikesi ile karşılaşmıştık ama her seferinde güvenle atlatmıştık." sessizce onu dinlemeye devam ettim. Hikaye şu an için güzel ilerliyordu. Gözlerime bakarken derin bir nefes aldı. "Ama bir gün," hay ben şom ağzımı...
Huzursuzca yerinde kıpırdandı. "Birisi yine boğulma tehlikesi geçiriyordu. Güvenliğe haber verecektim, lanet telsiz çalışmadı. Nedenini bilmiyordum. Onlara ulaşmanın tek yolu telsizdi. Aslında benim yanımda birisi daha vardı, güvenliği birlikte sağlıyorduk ama o an onu bulamadım."
"Ona bakarak feryat eden ailesini görünce hiç düşünmeden denize atladım." vücudum buz keserken bu hikayenin nereye gideceğini merakla bekledim. Ona bir şey olmuş muydu acaba? Ya da o çocuğu kurtarabilmiş miydi? Düşüncelerimden onun sesiyle sıyrıldım ve tekrar ona odaklandım. "Çocuğu aldım, kafasını yukarıda tutmaya çalışarak nefes almasını sağladım. Henüz 15 yaşlarında ya var ya yoktu."
"Karaya doğru yüzmeye başladım. Beni gören ailesi ağlamayı bırakmış, sevinç çığlıkları atmaya başlamıştı." dediğinde rahatlamış bir nefes verdim. Çocuğu kurtarmış olmalıydı. Yüzünde buruk bir tebessüm belirince erken sevindiğimi anladım. "O an üzerimize büyük bir dalga geldi ve ben onu kaybettim. Kendimde dalganın altında kaldım." kocaman açtığım gözlerimle öylece kalakaldım. O kadar emindim ki o çocuğu kurtardığından, böyle biteceğini hiç düşünmemiştim.
Ne diyeceğimi bilemeyerek "Çağrı," diye üzgünce mırıldandım. Üzgün üzgün bakmaktan başka bir şey yapamadım. Onun da ela gözlerinin dolduğuna şahit oldum ama ağlamadı. "İnsanlar cankurtarana haber vermiş. Beni bulduklarında boğulmak üzereydim. Kalbim falan durmuş beni karaya çıkardıklarında. Sağlık ekipleri beni geri getirmişler." benim kalbim durmuş gibi bir sızı çöktü bedenime. Onun kalbi mi durmuştu? Benim kalp çağrımın kalbi mi durmuştu?
"Diğer çocuk," dedi ama devamını getiremedi. Ellerimle yüzünü tutarak alnımı alnına yasladım. "Şşş," dedim onu sakinleştirmek adına. Birkaç dakika boyunca onun düzensiz soluklarının düzelmesini bekledim. Benden ayrıldığında daha iyi gibiydi. Asla böyle bir hikaye beklemiyordum. Sorduğuma çoktan pişman olmuştum.
"Uyandığımda ilk sorduğum o çocuk oldu. Acı haberi kaldıramadım. Ailesinin çaresiz çığlıkları hala kulağımda," derin bir nefes aldı. "Her ne kadar benim bir suçum olmadığını söyleselerde ben oradan istifa ettim. Çok iyi yüzme bilmeme rağmen o günden sonra denizlerden hep korkmuşumdur. Sadece o değil, göl, dere, havuz... İçinde su olan her şeyden korktum."
"Sonra seninle tanıştım. O mavi gözler beni korkutmadı değil. Ne zaman aklıma gelsen, gözümde ilk canlanan gözlerin oldu."
"Çağrı,"
"Ben denizden korkarken senin deniz losyonu kokmana, renkler içinde en çok maviden nefret ederken gözlerinin mavi olmasına ne gerek vardı?" sesinde hafif bir sitem vardı.
"Çağrı,"
"Ama pişman değilim." diyerek elini elimin üzerine koydu. Rüzgar tekrar şiddetini arttırdığında saçlarım uçuşarak bir nefes kadar yakınıma soktuğu yüzüne çarptı. Ama bu onu rahatsız etmiyormuş gibi huzurla gülümsedi.
"Senin gözlerin mavi. Deniz mavisi. Ben denizden nefret ederdim ama deniz mavisi gözlere sahip bir kıza aşık oldum."
"Özür dilerim." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Şu durumda ne söylenebilirdi ki? O bana göz rengimi sevdirmişken şimdi neden bunları anlatmıştı? Gözümden benden habersiz bir yaş yuvarlandı ama çevik bir hareketle yaşın düşmesine izin vermedi. "Dileme. Sen bana maviyi sevdirdin. Asıl ben sana teşekkür ederim sevgilim."
"Ama şimdi bana her baktığında o günü hatırlayacaksın." dedim ve hıçkırdım. Benim çeşmeler açılmıştı.
Teselli etmek istercesine gülümsedi. "Sana her baktığımda sadece seni göreceğim."
"Teşekkür ederim Çağrı."
"Ne için?"
"Bana maviyi sevdirdiğin için."
O belki anlamadı ama ben hiç unutmayacaktım.
_____BÖLÜM SONU_____
Ağlıyorum 🤧🤧🤧🤧
Cankurtaran, itfaiye, polis! Yetişin
Ama bunlar çok tatlu oldu yaaaa
Nedeeeeeeeen
Neyse
Toparlanalım
Bölüm nasıldı aşkımlar?
Buğra'ya sövüldü mü? Jslanslsnsldnd
Aslında çok sövmeyin ona. Bir şey demeyeyim şimdi. Spoi olamasın 🤭🤭
Bu arada Talha ile Ekin'in mesajlaşmalarında bilerek noktalama işaretlerine dikkat etmedim. Sonra düzeltmedi sanmayın
Çağrı kuşumun kızımıza neden öyle bir lakap taktığını öğrendiniz. İtiraf edin ağladınız mı?
Ben ağladım 🤧🤧🤧
Bu arada youtube hesabımı (nisabzzz6644) takip etmeyi unutmayın. Çoğu zaman oraya bilgi veriyorum ya da bölümler öncesi spoi veriyorum. Ama merak etmeyin çok girmez (şüpheli)
Abone olun işte Allah Allah.
Bu yaşımda reklam yaptırıyorsunuz bana. Djsjdkdndld
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.5k Okunma |
910 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |