24. Bölüm

24. Geri Sayım

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

Yeni bölümümüze hoşgeldiniz canımlar ❤💞

 

Sizi fazla tutmuyorum, oy ve yorumlarınızı esirgemeyin diyorum ve size keyifli okumalar diliyorum. Bays 😝

 

🎶Evdeki Saat - Sustum🎶

 

🎶Yüksek Sadakat - Kafile🎶

 

*****

 

Her insanın yapabileceği gibi ben de çok fazla hata yapmıştım zamanında. Kimisini bilinçli olarak yapmıştım, kimisini ise habersizce. Ama sonuç olarak yarayı alan kişi ben olmuştum. Bu noktada da isteyerek veya istemeyerek yapmamın bir anlamı kalmıyordu.

 

Mesela bu tatile gelmem benim sorumluluğumda olan bir hata değildi. Tamam, anneme karşı gelerek direnebilirdim belki ama ben de bilemezdim ki böyle olacağını. Bilemezdim ki annemin amacını.

 

Ama buna hata da diyemiyordum çünkü belkide hayatımdaki tek doğru seçimimi burada yapmıştım. Aslında eksiler ağır bassa da konu o olunca tek bir artı yüzlerce eksiyi def edebiliyordu.

 

Bilinçli olarak yaptığım bir hata ise sevmediğim bir adamı kabul etmemdi. Mesela o gün Yamaç'a ne halin varsa gör, diyerek oradan defolup gidebilirdim. Bu tamamen benim sorumluluğumda olan bir hataydı. Kim ne der diye umursamak yerine herkese kulaklarımı tıkayıp bir daha Yamaç'la görüşmeyebilirdim.

 

Belki bu dediklerimi yapmış olsaydım şimdi bu fotoğrafa bakıyor olmazdım.

 

Bilinçli olmadan birisini kendime takıntı haline getirmiştim. Ama bundan haberim bile olmamıştı. Bazen düşünüyordum, acaba kim olabilir diye. Fakat sorduğumla kalıyorum çünkü bir cevaba erişemiyorum.

 

İlk başlarda buraya geldiğim için olduğunu zannediyordum. Yani bu pislik her kimse beni burada görüp beğendiğini düşünmüştüm. Fakat Çağrı'nın tahmin ettiği gibi bu tatili o ayarladıysa uzun zamandır beni izliyor demekti. Uzun zamandır beni takip ediyor.

 

Aslında burada yaşıyor olmalıydı. Bu tatili de onun yakınında olmam için ayarlamış olabilirdi. Peki ne zaman?

 

Dalgın bir şekilde elimdeki fotoğrafa bakmaya devam ettim. Dakikalar geçti belki asır niteliğinde. Hiçbir şeyi kavrayamadım. Birileri bana sesleniyordu. "Ekin!" diye bağırıyorlardı. Ama ben neden onları boğuk bir şekilde duyuyordum?

 

Dolan gözlerimden bir damla yaş düştü altımda tuttuğum ekrana. Ama hiçbir tepki veremedim. Kilitlenmiş bir şekilde aptallığım yüzünden yerde kanlar içinde yatan adama bakıyordum. Birilerinin telefonu görme ihtimali vardı fakat hiçbir şeyi umursayamıyordum.

 

"Mavi!" diye derinlerden gelen bir ses duydum. Hala ekrana bakarken o ses kendini tekrarladı. "Mavi!" ses ne kadar derinden gelse de tınısındaki endişeyi kavrayabiliyordum. Bir kez daha duydum aynı sesi. "Mavi!"

 

Ses gittikçe netleşiyordu fakat kilitlendiğim ekrandan başımı kaldıramıyordum. Her şey çok saçma geliyordu. Sanki ben bir rüyadaydım ve uyanmayı bekliyordum.

 

Fotoğrafın üstüne bir damla daha yaş düştüğünde bunu gerçekten yaşadığımı anladım. Rüyada değildim. Nefesim kesilir gibi olduğunda soluklanma ihtiyacı hissetmedim. Zaten hiçbir şey hissetmiyordum.

 

Kaç dakika geçti emin değildim. Artık etrafımdaki hiçbir sesi duymuyordum. Ne zaman telefonum kapanmıştı bilmiyordum fakat hiçbir sesi duymayan ben işittiğim bildirim sesiyle derin bir uykudan uyanmış gibi irkildim. Üzerimde hissetiğim yakıcı bakışlarla birlikte titreyen ellerimle telefonun şifresini zorla girdim.

 

Tekrar o kişiden mesaj gelmişti.

 

Bilinmeyen numara: Şoku atlatman için mesaj atmadım :)

 

Bilinmeyen numara: Ama artık asıl konumuza gelmemiz lazım değil mi?

 

Bilinmeyen numara: Oyunları sever misin sevgilim?

 

Bilinmeyen numara: Ben çok severim.

 

Bilinmeyen numara: Hadi seninle bir oyun oynayalım. Bakalım bu paraşütü ne kadar önemsiyorsun.

 

*Bilinmeyen numara bir konum gönderdi.*

 

Kaşlarım çatılırken konumun altında yazan 37 dakika yazısına takıldı bakışlarım. Bir mesaj daha düştü sonra ekrana.

 

Bilinmeyen numara: Biz küçük enişte ile buradayız

 

Bilinmeyen numara: Eğer bu konuma 15 dakika içerisinde gelirsen dostunu alıp gidebilirsin.

 

Bilinmeyen numara: Ama olur da zamanında gelemezsen,

 

*Bilinmeyen numara bir fotoğraf gönderdi.*

 

Fotoğrafa tıkladığımda Yamaç'ın bilinçsiz vücudunun yanına konulmuş bir silah olduğunu gördüm. Ne demek istediğini anlamamla nefesim kesildi.

 

Bilinmeyen numara: Oyunda başarılar dilerim sevgilim.

 

Bilinmeyen numara: Geri sayım başladı.

 

Çevrimdışı olmasıyla birlikte başımı ekrandan hızla kaldırdım. Fakat bu hareketimle ne ara dibime girdiğinden habersiz olduğum Çağrı'nın çenesine alnımı çarptım. Canımın acımasını umursamadığım sırada onun da tepkisizce beni izlediğini gördüm.

 

Şu an durum ciddi olduğu için aramızdaki atmosferi bozarak Çağrı'nın elini tuttum ve peşimden sürüklemeye başladım. Masadakilerden "Abi nereye ya?" gibi sesler gelirken kimseyi umursamadım. Çağrı arkamdan itiraz ediyordu ama beni hiç zorlamadan onu sürüklememe izin veriyordu.

 

Dans eden insanların arasından sıyrılarak sonunda kulüpten çıktık. Aynı anda Çağrı hiddetle elini elimden çekti. Ona döndüğümde endişeyle karışık bir öfkenin yüzüne yerleştiğini gördüm. Ama hangisinin daha baskın olduğunu kavrayamamıştım. "Ne oluyor Mavi? İçeride sana kaç defa seslendim duymadın bile!" diye bağırınca stresle saçlarımı karıştırdım.

 

Etrafımda dönerek olası bir taksi için etrafı kolaçan ediyordum. Çağrı bir şeyler söylüyordu fakat kulaklarım sadece derin derin aldığım nefeslerin uğultusuyla doluyordu. Sanki ben boş bir odadaydım ve nefesim yankı niteliğinde duvara çarpıp geri bana dönüyordu.

 

Panikle elimi göğsüme bastırdığımda dudaklarımdan bir hıçkırık firar etti. Artık kendimi tutmuyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Bir anda omuzlarımda iki güçlü el hissettim ve ayaklarımdan çivilenmişçesine olduğum yerde durdum. "Mavi!" diye bağırdı Çağrı yüzünü yüzümün tam önüne getirdiğinde. Fakat onu dinleyemeyecek kadar kötü durumdaydım.

 

Çok fazla yakınımda olduğu için düzensiz soluklarım yüzünü okşuyordu. Beni kendime getirmek istercesine omuzlarımı sarstı. "Bak bana, gözlerime bak." benim için zor olsa da dediğini yapıp gözlerinin içine baktım. Gözlerinde derin bir endişe vardı fakat sakinliğini koruyordu. "İşte böyle, aferin güzelim." deyip alnıma bir öpücük kondurdu.

 

Gözyaşlarım yüzünden yüzüme yapışan saçlarımı eliyle geri iterek görüş açımı genişletti. Soluklarım düzene girerken her şey bir anda olmuştu. En fazla 1 dakika sürmüştü kollarında sakinleşmem.

 

Üzerimde ne zaman bu kadar büyük bir etki bırakmıştı?

 

Gözleri telaşla yüzümü tavaf ederken "Anlat şimdi." diye bir komut verdi. Gözlerine bakarken neler olduğu yavaş yavaş zihnimin puslu ekranında bir film gibi oynamaya başladı. Hızla başımı geri çekerken koca ellerinden kurtuldum. Bir iki adım gerileyip telaşla yüzüne baktım.

 

"Zamanımız yok Çağrı!" diye bağırdığımda yine panik atak geçirecek gibiydim. Çağrı "Hayır," diyerek ellerini yüzüme doğru yakınlaştırmıştı ki geri adımlayarak ondan kurtuldum.

 

"Mavi!" diye dağı taşı delmek ister gibi haykırdığında tekrar düzensizleşen nefeslerimin arasından ona baktım. Şaşkınlıktan olsa gerek nefes almayı unutmuş gibiydim. Gözlerinde öfke görmeyi beklerken beni darmaduman eden bir çaresizlik gördüm. "Neye zamanımız yok?" diye az önceki haline rağmen fısıldadığında aynı anda kulaklarımızı bir bildirim sesi doldurdu.

 

Benim telefonumdan geldiğini fark ettiğimde başımı eğip titreyen ellerimle zorla telefonu açtım.

 

Bilinmeyen numara: Zaman daralıyor sevgilim, son 12 dakika.

 

Kalbim sıkışırken dolu gözlerimi ekrandan kaldırarak çattığı kaşlarıyla beni izleyen adama çevirdim. "Çağrı," diye yalvaran bir sesle fısıldadığımda sesim benim bile tanıyamayacağım bir tonda çıkmıştı. Çağrı gözümden akıp giden bir yaşa baktığında öfkeyle yumruğunu sıktı. "Bana," derken dişlerini sıkmıştı. O derece ki boynundaki damarlar belirginleşmişti. "Neler olduğunu anlatmak zorundasın."

 

Bir kez daha "Çağrı," demiştim ki öfkeyle harlanan gözleri yüzümü tavaf ederken tekrar konuşunca dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım.

 

"Yoksa yemin ederim ki benim hayat bulduğum gözleri dolduran her neyse onu kendi ellerimle öldürürüm!"

 

Ne kadar ciddi olduğunu gördüğümde daha fazla zaman kaybetmenin anlamsız olduğunu fark ederek kelimeleri birbirine karıştırsam da hızla konuştum. "O katil Yamaç'ın yerde kanlar içinde yatan bir fotoğrafını attı. Bir de konum attı. Konum 40 dakikalık bir yolu gösteriyor ama 15 dakika içinde gitmemiz gerekiyor. Eğer gitmezsek onu öldürecek."

 

Tek nefeste konuştuğumda kaşlarını çattı. "Vakit yok." diye fısıldadım çaresizlik içinde. Sonra her şey bir anda oldu. Çağrı'nın motoruna binmemiz ve ana yola çıkmamız ne ara gerçekleşti bilmiyordum. Çağrı yola çıkmadan önce polisleri aramış ve bana atılan konumu onlara da göndermişti.

 

Arkasında kollarımı ona sarmış bir şekilde otururken gözyaşlarımın ardı arkası kesilmiyordu. Esen rüzgar kaskımın gizleyemediği saçlarımı uçuştururken çıplak bacaklarıma akın eden rüzgar içimi titretti.

 

Eğer Çağrı beni zorlayıp da olanları anlattırmasaydı ikimizin de canını riske atarak bizi o konuma götürecektim. Polisler aklıma bile gelmemişti. Neyimize güvenmiştim bilmiyorum ama o an sanki aklım benimle değildi. Bavulunu toplayıp terk etmişti beni.

 

Ya ona olanları anlatmayı reddedip ikimizi de katilin olduğu bir yere götürseydim? Hele Çağrı ne ile karşılaşacağımızı bilmezken. Ya benim yüzümden ona bir şey olsaydı?

 

Ben kendimi nasıl affederdim?

 

Bir anda kulaklarımın alıştığı gürültülü ses susunca başımı gömdüğüm Çağrı'nın sırtından kaldırarak düşüncelerimi beynimin tozlu raflarına kaldırdım. Sıkı sıkı yumduğum gözlerimi açtığımda acısını umursamayarak etrafa bakındım.

 

Çağrı motordan atladığında şaşkınlığımı gizlemeden arkasından aşağı atladım. Çağrı motoru park ederken etrafımda dönerek bulunduğumuz yeri inceledim. Bir ormandaydık. Önümüzde devam eden asfalt bir yol varken solumda sık ağaçların örgütlediği bir orman, sağımda ise yine içinde ağaç bulunduran uçurum gibi bir şey vardı.

 

Çağrı yanıma gelip omzuma dokunduğunda irkilerek ona baktım. Solumda ve bana dönük olduğu için arkasında kalan ormanı işaret ederek, "Buradan," dedi. Şimdi neden motoru bıraktığımızı anlıyordum. Resmen bir dağa tırmanacaktık. Çağrı'yla çoktan ağaçların içine daldığımızda telefonumda açık olan konum onda olduğu için önümden gidiyordu.

 

Koşar adım gidiyorduk ama ağaçlar ve yerdeki çalılıklar yüzünden ne kadar hızlı olduğumuz tartışılırdı. Nefes nefese kalmışken aklıma gelen bir soruyu korkarak sordum. "Geç kalmadık değil mi?" önüme çıkan bir dalı elimle ittirerek altından geçtim. Çağrı'dan herhangi bir yanıt gelmemesi kalbimin korkuyla çarpmasına neden oldu.

 

"Çağrı,"

 

"Nefeslen güzelim," dediğinde o da soluk soluğaydı. Fakat sesindeki zafer kazanmışçasına sevinen tını fark edilmeyecek gibi değildi. "4 dakikamız var."

 

Dudaklarım aralanırken bu kadar hızlı gelmemiz beni beynimden vurulmuşa döndürdü. 40 dakikalık yolu 10 dakikada mı gelmiştik?

 

Çağrı sanki kafamdaki soruyu duymuş gibi yanıtladı. "O süre araba için geçerli. Benim bebeğim için değil." dedi gururlu bir baba gibi. Dudağımı dişlerken gülümsemeden edemedim.

 

"Peki ne kadar kaldı?"

 

"Kalmadı."

 

Doğruca yere bakarak ilerlediğim için çattığım kaşlarımı görmedi. Başımı kaldırdığımda tam önümde durduğunu ve az kalsın ona çarpacağımı fark ettim. Önümde bir barikat gibi dikilirken bir adım yana atıp nereye baktığına baktım.

 

Birkaç metre ilerimizde dışı harabe olan bir kulübe vardı. Ahşaptan yapılma gibiydi ama dediğim gibi bir harabeden farksızdı. Zafer kazanmışçasına gülümserken "Kaç dakika?" diye sordum Çağrı'ya mırıltı şeklinde. Aynı şekilde ağzının içinde mırıldandı. "Yetiştik bir tanem. Yetiştik."

 

Çağrı'nın elindeki telefonumdan bir bildirim sesi yükselince gülüşüm aniden soldu. Yutkunurken Çağrı'nın telefonumu kaldırmasını izledim. "Şifre?" diye sorunca birkaç saniye sonra düşen jetonumla "2009." dedim.

 

Hızla bir yerlere tıklayınca arkasında kaldığım için ve boy farkından ötürü bir şey göremedim. Fakat Çağrı'nın kaşlarını çattığını net bir şekilde görebiliyordum. "Bilinmeyen numara; tebrikler, yetiştin sevgilim." diye mesajı sesli bir şekilde dile getirdi.

 

"Bu oruspu çocuğu sana sevgilim mi diyor?" diye öfkeyle başını bana çevirince ne der gibi baktım yüzüne. "Oturup milleti deşen birisiyle bu konu hakkında konuşma fırsatı bulamadığım için özür dilerim." dedim abartılı bir tonda bağırarak. Birbirimize ters ters bakarken bu bakışmayı yine bir bildirim sesi böldü.

 

Çağrı başını eğerek mesajı okuduğunda çenesi kasıldı. Dişlerini sıkarken telefonu tutan parmak boğumları beyazladı. Sanki bir anda rengi değişmişti. Kaşlarımı çattığımda ne yazdığını yutkunarak okudu. "Ama kurallar bozulmak içindir."

 

Çağrı'nın sözünü noktalandırmasıyla eş zamanlı olarak bir ses ormanın içinde yankılandı. Tepemizde bir kuş sürüsü korkuyla uçuşurken ses yankılanarak tekrar tekrar kulaklarıma konuk oldu. Çağrı ne zaman üzerime kapanmıştı bilmiyorum ama kollarının arasında küçülmüştüm. Bedeni üzerime bir kalkan gibi kapanırken koca elleriyle başımı yere eğiyordu. Bulunduğum konuma tek bir ışık sızmazken yavaşça kafamı kaldırdım.

 

Çağrı bunu hissederek üzerimden kalkınca yüzüm aydınlığa çıktı. Çağrı panikle yüzümü elleri arasına alırken vücudumu incelemeye başladı. "İyi misin? Bir şey oldu mu?" diye titrek sesiyle sorduğu sorulara başımı iki yana olumsuzca sallayarak yanıt verdim. Rahatlayarak derin bir nefes verirken beni ensemden tutup göğsüne çekti ve saçlarımın arasına uzun bir öpücük kondurdu. "Şükürler olsun."

 

Benim için canını riske atarak üzerime siper olmuştu. Onun için benim canın daha değerliydi. Hayır, böyle olmamalıydı. Kimse için canını bu denli tehlikeye atmamalıydı.

 

Gerçekten şükürler olsun ki ona da bir şey olmamıştı. Eğer benim yüzümden ona bir şey olsaydı yemin ederim ki o pislik asıl psikopat kim görürdü.

 

Dur bir dakika, biz az önce bir ses duymuştuk. Aklıma gelen düşünceyle hızla Çağrı'nın kollarının arasından sıyrıldım ve az önceki sesin geldiği yere baktım.

 

Kulübeye.

 

Ses kulübeden gelmişti.

 

Ses, silahtan çıkan bir kurşuna aitti.

 

Sanki bir saniyeliğine yelkovan akrebi kovalamayı bıraktı. Esen rüzgar yavaşça musluğunu kapattı. Uçan bir kuşun kanadından düşen tüy havada öylece asılı kaldı.

 

Ellerim Çağrı'nın göğsünde, şoke olmuş bakışlarım karşımızdaki harabededeydi. Çağrı'nın elleri ise belimi sarmalamayı bırakmamışken en az benim kadar şoke olmuş bir şekilde kulübeye bakıyordu.

 

Şoktan ilk çıkan ben oldum. Çağrı'nın kolları arasından sıyrılarak kulübeye doğru var gücümle koşmaya başladım. Aynı anda dudaklarımdan güçlü bir haykırış firar etti. "Hayır!"

 

Ne ayağıma takılan dal parçaları durdurdu beni, ne de Çağrı'nın ismimi haykıran güçlü sesi. Nefes nefese bir şekilde kulübenin kapısına vardığımda kapıyı açmayı denedim fakat açılmadı. "Çekil!" diye arkamdan bağırdı Çağrı. Bir adım kenara kaydığımda zaten harabe olan eve uyum sağlayan kapı Çağrı'nın attığı tek bir omuzla kırılarak yere düştü.

 

Düştüğü yerden kalkan toz genzimi yaktığı için öksürmeye başladım. Çağrı'dan önce davranak içeri daldığımda, o da dirseğini ağzına siper ederek arkamdan girdi.

 

Bir köpek kulübesi boyutunda olan evde tabii ki yerde yatan kişi çok çabuk belli oluyordu. "Yamaç," dediğim sırada yere, yani yanına diz çökerek oturdum. "Yamaç!" diye bağırdım yüzüne doğru. Ama bir tepki vermedi. Elini elimin içine aldığımda buz gibi olması korkuyla kasılmama sebep oldu.

 

Boşta kalan diğer elimle yüzüne dokunmayı amaçladım fakat gördüğüm manzara ile elim öylece havada asılı kaldı. Yüzü tanınmayacak kadar kan içindeydi. "Hayır," diye fısıldarken havadaki elimle kuruyan kanları umursamadan yüzüne dokundum. Elinde hissettiğim soğukluk bu elime de hakim olmuştu.

 

Gözümden bir damla yaş onun göğsüne düşerken başımı kaldırıp Çağrı'ya baktım. O ise çatık kaşları ile karşısındaki duvara bakıyordu. "Çağrı," diye ağlamaktan çatallaşan sesimle ona seslendiğimde bakışlarını duvardan çekip bana baktı. Yüzümü görmesiyle mümkünmüş gibi kaşları daha derin çatıldı.

 

Yüzümden yerde yatan Yamaç'a indirdi bakışlarını. Ne demek istediğimi anlamış gibi diz çökerek işaret ile orta parmağını Yamaç'ın kandan rengi değişmiş boynuna bastırdı. Birkaç saniye bekledikten sonra umut içinde bakan bana çevirdi bakışlarını. Dudaklarından firar eden tek bir kelime ile almayı unuttuğum nefesi derince içime çektim. "Yaşıyor."

 

Dudaklarımdan fısıltı şeklinde çıkan kelimelerle derin bir nefes aldım. "Şükürler olsun." gülümseyerek Yamaç'a baktıktan sonra aynı gülümsememle Çağrı'ya döndüm. Fakat onun bakışları Yamaç'ı tutan elimdeydi. Kaşlarını çatmış, doğru görüp görmediğini sorgular gibiydi. "Çağrı?" diye ona seslendiğimde bile bakışlarını ellerimizden ayırmadı.

 

Bir kez daha "Çağrı?" diye bağırdım. Derin bir uykudan uyanmış gibi irkilerek bana baktı. Çattığı kaşlarını anında düzeltirken boğazını temizledi. Bir şey demeden gözleri Yamaç'ı bulduğunda biraz yüzünü inceledi. Ardından bakışları yüzünden kayıp Yamaç'ın vücudunu kontrol etti. "Tuhaf," diye mırıldandı ağzının içinde.

 

"Ne tuhaf?"

 

Gözlerini gözlerime çıkararak "Kurşun izi yok." dedi. Kaşlarım anında çatılırken doğru duyup duymadığımı sorguladım. "Ne demek kurşun izi yok?" diye şaşkınca sorarken Çağrı elini çenesinde gezdirerek diz çöktüğü yerden ayağa kalktı.

 

"Yok işt," diyordu ki bakışları aniden bir yerde durdu. Tabii aynı anda cümlesini de yarıda bıraktı. Nereye baktığını görmek için başımı o yöne çevirdim. Ve az önce kırdığı kapının oraya baktığını gördüm. Bir gariplik göremezken Yamaç'ın elini bıraktım ve ayağa kalkarak Çağrı'nın yanında durdum.

 

Çattığı kaşlarıyla aynı noktaya bakmaya devam ederken tam elimi omzuna koyacaktım ki bakışlarını bu sefer de ben Yamaç'la ilgilenirken baktığı duvara çevirdi. Sonra emin olmak ister gibi tekrar kapıya ve tekrar o duvara.

 

"Çağrı ne oluyor?" diye sorduğumda bana döndü fakat bakışları farklı bir yerdeydi. Çattığı kaşları ve arada kısılan gözleri aklından bir şeylerin geçtiğini gösteriyordu. İyice meraklanırken bir kez daha "Çağrı," dedim.

 

Ani bir şekilde bakışları beni bulunca irkildim. Başını sallayarak silkelendi ve tam ağzını aralayacakken aramızda mekik dokuyan ölüm sessizliğini birkaç polis sireni bozdu.

 

Sonrası çok hızlı gerçekleşti. Polislerin yanında gelen sağlık çalışanları Yamaç'ı alıp götürdü. Çağrı ile beni ise ayrı araçlara aldılar. Zamanında Kaan'la geldiğimiz karakola giriş yaptığımızda Çağrı ile beni bir odaya tıktılar.

 

Saat akşamüstüne yakınken neredeyse 15 dakikadır oturduğumuz bu odada bir yetkilinin gelmesini bekliyorduk. Ağrıyan başımı parmaklarım arasına alarak masaj uygularken Çağrı'nın bacağını sallayarak tıkırtılar çıkarması sinirlerimi bozuyordu.

 

"Yapma şunu!" diye patladım en sonunda. Çatık kaşlarıyla bana dönerken "Neyi?" diye tersçe sordu.

 

"Ayağını sallama. Zaten başım çatlıyor." dediğimde yüzündeki sert ifade kaybolurken ayağını sallamayı kesti. Gözleri endişeyle yüzümü tavaf ederken "Başın mı ağrıyor?" diye şefkatle sordu. Bu kadar beni önemsemesi içimde bir şeylerin patlamasına neden olurken bu hissi bir kenara def ettim.

 

Öne doğru eğilerek bir sır verecekmişim gibi ona doğru yaklaştım. Kollarımı dizlerime yaslayıp, ellerimi önümde kenetlediğimde o da benimle aynı pozisyonu aldı. "Sen beni boşver şimdi de. Polisler gelmeden önce bana ne söyleyecektin, bir de nereye öyle kaşların çatık bir şekilde bakıyordun onu söyle."

 

Tek nefeste her şeyi söylediğimde derin bir nefes alarak yüzüne baktım. Elaları sorarcasına kısılırken boğazını hafif bir öksürükle temizledi ve altında oturduğu sandalyeyi bana doğru biraz yaklaştırdı. Yine de bu mesafe ona yetmemiş olacak ki aramıza konulmuş küçük sehpayı kenara itti ve bir anda benim sandalyemi kendine doğru çekti.

 

Bu hareketiyle bacaklarım ona çarptı. Bacaklarını aralayarak biraz daha alan açtığında sandalyemi biraz daha çekti ve bacaklarımı bacaklarının arasına aldı. Ona yeterince yaklaşmamışım gibi kalçasını hareket ettirerek sandalyesinin ucuna geldi. Ne yapmayı amaçladığını anlayamazken bir anda ellerini şakaklarıma yerleştirdi ve işaret parmağı ile orta parmağını birleştirmiş bir şekilde orayı daireler şeklinde ovmaya başladı.

 

Bu hareketini aralanan dudaklarımla izlerken yüzünde varla yok arası bir tebessüm oluştu. Şakaklarıma masaj yaparken bakışlarını gözlerime indirdi. "Kapının yanında bir şey vardı," diye söze başladığında şu ortamın içine edebilecek en güzel soruyu sordum. "Hangi kapı?"

 

Kendimden geçmişim gibi sorduğum soruya karşın gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Ona kızmıyordum çünkü kendimden geçtiğim bir gerçekti.

 

"Seni mayıştırmak bu kadar kolaysa benden çekeceğin var." dedi gülerek. Fakat onu umursayamayacak kadar rahatlamıştım şu an. Başımdaki ağrı parmaklarının hareketiyle yavaşça dağılıyordu.

 

"Şu eski sevgilini kurtarmak için kırdığım kapı," eski sevgilin kısmına yaptığı vurguyu görmezden geldim. "O kapının kenarında bir şey vardı."

 

"Ne vardı?" dikkatimi sonunda toplayabilmiştim.

 

"Bir mekanizma," dediğinde kaşlarımı çattım. "Orada bir silah vardı ve benim ilk başta baktığım duvarda da bir kurşun izi vardı." deyince sertçe yutkundum. Ellerini başımdan çekerken yerinde doğruldu. "Yüksek ihtimalle katil bizim polislere haber verdiğimizi veya vereceğimizi anlamıştı. Bu yüzden kendini riske atmayacağı bir düzenek kurdu." duraksayarak derin bir nefes verdi. "Tam inceleyemedim polisler yüzünden ama sanırım zaman ayarlamalıydı."

 

"Bir dakika," diyerek işaret parmağımı aramızda kaldırdım. Olayları sindirmem için biraz zaman tanıdım kendime. "Neden boş duvara kurşun atsın ki?"

 

"Hatırlarsan kulübeye yetiştiğimizde o piçten bir mesaj geldi. Yani oraya geldiğimizden haberi vardı. Ve bizi bir sebepten ötürü şaşırtmak için silahı ateşletti." söyledikleri mantıklı geliyordu fakat kafamda oturmayan bir kısım vardı. "Eğer orada değilse nasıl bizim geldiğimizden haberi oldu?"

 

Çağrı sorumla birkaç saniye sessiz kaldı. Sonrasında aydınlanmış gibi gözleri az önce çektiği sehpanın üzerinde duran telefonuma kaydı. Kaşlarını bir şey bulmuşçasına kaldırarak bakışlarını telefonumdan ayırıp bana çevirdi. "Yüksek ihtimalle telefonundan seni takip ediyor." sanki kelimeler ondan bağımsız bir şekilde çıkmış gibi kaşlarını çattı. Kurduğu cümle kulaklarına yeni uğruyormuş gibi öfkeyle dişlerini sıktı.

 

"Ben onun," diyordu ki geri kalan kısmı ağzının içinde mırıldanarak söyledi. Elimi dizinin üzerinde yumruk haline getirdiği elinin üzerine koydum ve sıktım. Bakışları beni bulurken güven verircesine gülümsedim. "Yakalanacak, buna eminim." buna inanıyordum fakat yakalanasıya kadar çevremdeki daha fazla insana zarar vermesinden korkuyordum.

 

Bir anda bulunduğumuz odanın kapısı açıldı ve içeri 50'li yaşlarda saçlarının arasına aklar düşmüş bir adam girdi. Elinde mavi, iki tane dosya vardı. Bize bir bakış attığında uygunsuz bir pozisyonda olduğumuzu fark ederek Çağrı'nın elinden elimi çektim ve sandalyemi ilk başta yani Çağrı'nın kendisine çekmeden önceki yerine getirdim.

 

Bu odada polis beyi beklemek dışında çok fazla vakit kaybetmemiştik. Zaten polisler bu davanın peşinde olduğu için beni az çok tanıyorlardı. Çağrı ile olayları yüzüstü anlattığımızda bize birkaç tane evrak imzalattılar ve daha sonra ifade vermeye gelmemiz adına bir bilgilendirme yaptılar.

 

Dışarı adımımı attığım anda havanın karardığını gördüm. Telefondan saate baktığımda akşam 20.21'i gösteriyordu. Ayrıca telefonum sessizde kaldığı için fark etmemiştim, bir sürü mesaj ve arama vardı. "Mavi'm," diyen Çağrı'nın sesini duymamla telefonu şortumun arka cebine sıkıştırdım.

 

Çağrı'nın bakışları arkama koyduğum telefonda oyalanırken "Efendim," diye sordum. Fakat bir tepki vermediğini gördüğümde haince dudağım kıvrıldı. Ve, "Hayatım?" diye sonuna ekleme yaptım.

 

Kafasını büyük bir hızla bana doğru çevirmesine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Kendimi zor tuttuğumu fark ettiğinde büyük bir çile çeken dudaklarıma kısa bir bakış attıktan sonra dudağındaki kıvrılmayla kaşlarını kaldırdı ve ellerini pantolonunun ceplerine soktu. Bana doğru bir adım yaklaştığında muzip bakışlarını yüzümde dolaştırdı. "Ne dedin sen?"

 

Gülmemek için verdiğim çaba dudaklarımın arasından kaçan birkaç kıkırtıyla yerle bir oldu. "Ne dedim?" dedim salağa yatarak. Bir adım daha yaklaşıp tam yüzümün önünde durunca bir karakol bahçesinde olmamız ikimizin de umrunda değildi. Çağrı gülümseyerek dudaklarıma baktığında ben de aynı bakışı onun gözlerine çıkardım.

 

"Hayatım, dedin sanki?" derken gözlerini bir an bile hedefinden çekmemişti. Bu kadar yakınımda olması düşüp bayılacakmışım gibi hissettirse de rolüme devam ettim. "Ben mi dedim?"

 

Beni bozmadı fakat oyuna da devam etmedi. "Bir daha desene." derken bir anda cebindeki elini çıkardı ve belimden tutarak beni kendine doğru çekti. Ellerim refleksle göğsüne tutunurken onun gözleri bir an bile dudaklarımdan başka bir yere kaymadı.

 

"Demezsem ne olur?" diye tek kaşımı meydan okurcasına kaldırdım. Fakat içim hiç dışa gösterdiğim kadar cesaretli değildi. Eğer ona tutunuyor olmasaydım şimdi şuracıkta yere yapışırdım.

 

Muzip bir ifade ile gülümsemeye devam etti. "Öperim seni."

 

Nefesim kesilirken yüzünü bana doğru yavaşça eğmeye başladı. Tam gözlerimi kapatmış, beni öpmesini bekliyordum ki bir anda kulağımızın dibinden gelen bir öksürük sesi bizi birbirimizden ayırdı. Daha doğrusu Çağrı beni bırakma teşebbüsüne girmese de ben hızla ellerimi ondan çektim.

 

İkimiz de aynı anda yanımıza baktığımızda 30'lu yaşlarda bir adamın kınayıcı bakışlarını üzerimizde bulduk. "Karakolda olduğunuzu unutmayın gençler!" diye bizi sert bir dille uyarınca ben utancımdan elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemezken Çağrı ağzının içinde bir şeyler mırıldandı.

 

"Ah, Soner," diyerek bir kadın bize doğru geldi ve az önce bizi uyaran, isminin Soner olduğunu öğrendiğim, adamın omzunun üzerine kolunu attı. Diğer elini ise onun göğsüne koyarken zarif hareketlerle okşamaya başladı. O da 30'lu yaşlarda gibiydi fakat 20'lerinin sonunda da olabilirdi.

 

Az önce bize ahkam kesen polis yanındaki kadının varlığıyla uysal bir kediye dönüştü. Sırıtarak kadın polise bakarken kadın da dudağındaki tebessümle ona bakıyordu. "Bırak, genç onlar. Karışma, zamanında bizim de masum olduğumuz söylenemezdi." derken bize kısa bir bakış attıktan sonra kendisine hayranlıkla bakan adama dönmüştü.

 

"O zaman eskileri yad edelim mi?" derken adam niyetini belli ederek sırıtmıştı. Resmen gözümüzün önünde yiyişiyorlardı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda karşımızdaki ikilinin bakışları dudaklarına kaydı.

 

Özel alana ihlal ettiğimizi düşünerek tam Çağrı'ya gitmemiz gerektiğini söyleyecektim ki Çağrı elleriyle gözlerimi kapatarak beni karanlığa mahkum etti. Kaşlarımı çatarken, "Bitince söylerim," diye kulağıma doğru fısıldadı.

 

"Saçmalama Çağrı," diyerek gözlerimin üzerindeki ellerini ittirdim. Karşımızdaki ikili bakışları ile birbirlerini soyarken arkamı dönerek ilerlemeye başladım. Çok geçmeden Çağrı'da heybetli cüssesiyle yanımda yerini aldı.

 

Neyseki polisler ormandaki Çağrı'nın arkadaşına ait motoru da getirmişti. Motorla asfalt yolda son sürat ilerlerken akşamın serinliği içimi titretti. Soğuk; çıplak bacaklarıma ilmek ilmek işlerken titremelerimi engelleyemiyor, bedenimi olabildiğince Çağrı'nın arkasına saklıyordum.

 

Malesef Çağrı'nın motorcu ceketi kulüpte kaldığı için o da tişörtleydi. Bir ara ben çok fazla üşüyünce sağa çekip üzerindeki tişörtü vermeye kalkıştı ama tabii ki buna izin vermedim.

 

Birincisi; üzeri çıplak kalırdı ve zaten önümde oturduğu için tüm soğuğu üzerine çekiyordu. Yani donardı.

 

İkincisi; o kaslı göğüsle hele bir o tişörtü çıkarsın, o zaman neler oluyor bakalım!

 

Yamaç'ın yanına hastaneye gitmek istemiştim ama Çağrı sabah beraber gideriz. Ayrıca bizi içeri almazlar, dediği için fazla üstelemeden kabul ettim. Annesinden ötürü bu olaylara hakimdi ve benim de annem doktor olduğu için ben de yabancı değildim. Yani haklıydı, yeni gelmiş bir hastaya ziyaretçi kabul etmeyecekleri için hastanede kalabalık yapmamamız daha yararlı olurdu.

 

Beni kendi evine götürmek istese de Begüm bana kız gecesi yapacağımız adına ve eğer katılmazsam dünyadaki varlığımı sileceğine dair bir mesaj atmıştı. Yani Çağrı'nın teklifi her ne kadar cazip gelse de canımı sokakta bulmadığım için otele dönmeliydim.

 

Çağrı motoru otelin önünde durdurduğunda arkasından atlayarak ayaklarımı kaldırım ile buluşturdum. Kafamdaki kaskı çıkardım ve başımı iki yana sallayarak elektriklenen saçlarımı iki yanıma savurdum. Çağrı'da kaskını çıkarmış, beni izliyordu. "Çok seksi bir görüntüydü bu yalnız."

 

Utanarak omzuna sert olmayan bir şekilde vurdum. "Gıcık ya." dedim cilveli cilveli. Dudağından bir kıkırtı kaçarken elimi tuttu ve üzerine zarif bir öpücük bıraktı. İçim gıdıklanırken oldukça ciddi bir ifade ile bakışlarını bana çevirdi. "Şimdi sana bir şey söylemem gerek Mavişim."

 

Merakla yerimde kıpırdanırken tek kaşımı sorarcasına kaldırdım. Derin bir nefes verirken "Aslında bu pisliğin mevzusunu ilk öğrendiğimden beri aklımdaydı," lafı gevelemesinden sıkıldığım için "Söylesene Çağrı." dedim sabırsızlıkla.

 

Bir nefes daha verdi. "Bu takip konusunda ciddiyim. Yani her an karşına çıkabilir bu piç. Bunun için sana bir şeyler öğretmem gerekli."

 

"Ne?" diye şaşkınca sorduğumda ellerimi ellerinin arasına alarak baş parmağıyla üzerlerini hafifçe okşadı. "Sana kendini savunman, hiç değilse karşındaki kişiyi oyalayacak kadar birkaç dövüş tekniği öğreteceğim." deyince şaşkınca dudaklarım aralandı.

 

"Yarın başlıyoruz." dediğinde sesinde büyük bir kararlılık vardı. Daha benim fikrimi bile sormamıştı. Tam itiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki benden önce davranarak ilk sözü kaptı. "Hiç o güzel çeneni yorma. İtiraz kabul etmiyorum."

 

Dudaklarımı büzerken kaderine razı gelmiş kurbanlık koyun gibi başımı yere eğdim. Gülerek burnumun ucuna parmağıyla hafiçe dokundu. "Hiç büzme dudaklarını. Eğer karşına çıkarsa ki onun yedi sülalesini ipe dizerim, her zaman yanında olamam. Bu yüzden buna mecbursun."

 

Aslında söylediklerinde haklıydı. Dediği gibi her zaman bana bakıcılık yapamazdı. İllaki yalnız kalacaktım ve bu piç yüksek ihtimalle karşıma çıkacaksa bile bu zamanı kullanacaktı. Bu yüzden kendimi savunmam hiç değilse Çağrı'nın dediği gibi ona karşı bir hamle yaparak elinden kaçmam gerekirdi.

 

Uslu bir çocuk gibi başımı salladığımda güldü ve beni kendisine çekerek saçlarımın içine bir buse kondurdu. "Aferin benim sevgilime," deyince gözlerimi devirdim.

 

"Yakama bir de kırmızı kurdele tak." dediğimde onu azarlamamı umursamarak kıkırdadı. Ellerini belime yerleştirirken muzip bir ifade ile yüzümü bakışlarıyla tavaf etti. "Şimdi bizim bitmemiş bir işimiz vardı." dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Bizi ayıran fakat kendilerini yiyen polislerin araya girdiği bir mevzu," diye açıklayınca havaya doğru yüksek sesli bir kahkaha attım.

 

Yüzümü yine ona çevirdiğimde "Ciddisin?" dedim gülerek. Başını aşağı yukarı sallayarak beni onayladı. Sonra ise beni belimden tutarak kendisine çekti ve fazla oyalanmadan dudaklarını benimkilerle buluşturdu.

 

_____BÖLÜM SONU_____

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selamın Aleyküm dostlar 🤗

 

Nasıl buldunuz bölümümüzü?

 

Valla çok olaylı bir bölüm oldu.

 

Ben de sonunu mutlu bitireyim bari dedim.

 

Yoksa biliyorsunuz boktan bile bir şey çıkararak sonu kötü bitirirdim. Neknsledle

 

Neyse kısaca bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya bırakın

 

Oy attıysanız da yavaşça ekranı kapatın ve okumadıysanız KG'ye uçun

 

(Pazarlama diyince de ben)

 

Dnlsmslndlsndle

 

 

Bölüm : 25.01.2025 14:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...