Helllöööö yeni bölümümüze hoş geldiniz 🐣🐣
Voteleri yolladıysanız sizi bölümümüze uğurluyorum.
Önceki bölümün oyu çok az birileri okuyup geçiyomuş gibime geldi 🤨🧐🥺
Neyse dinlediğiniz şarkıları buraya bırakın. Ben bunları dinledim 👉
🎶Cem Belevi - Hayat Belirtisi🎶
*****
Çağrı'nın teklifini kabul ettiğim için onun evine gidiyorduk. Aslında yine bir taksiye atlayacaktık ki Çağrı'nın annesi koşar adım yanımıza gelmiş ve Çağrı'nın eline bir anahtar tutuşturmuştu. Söylediğine göre kendi arabasının anahtarıymış. Bize vermeyi dert etmemişti çünkü eşinin yani Çağrı'nın babasının onu alabileceğini söylemişti.
Şöyle bir sorun vardı ki araba çok fenaydı.
Markasını bilmiyordum fakat pahalı bir marka olduğu belliydi. Yani normal gelirli bir aile bu arabayı rüyasında bile göremezdi. Nereden biliyorsun diye sormayın.
Benim annem de doktordu ama biz hala bir doblo bile alamamıştık?
İstatistikleri inceleyecek olursak Çağrı'nın her işte çalışması çok absürd kalıyordu. Kaan bir keresinde yüklü miktarda bana kıyafet almıştı. O zaman biraz kafam karışmıştı ama çok üstelememiştim. Şimdi de annesinin böyle bir arabasının olması da çok garipti. Ayrıca eşinin kendisini alacağını söylemişti. Yani eşinin de arabası vardı.
Acaba Çağrı zengin bir ailenin evlatlık çocuğu olabilir miydi?1
Bu ihtimali sonra düşünecektim çünkü Çağrı'nın evine geldiğimiz için araba durmuştu. Hızla emniyet kemerimi çözerek Çağrı'yı beklemeden arabadan çıktım. Ama yine de eve girmek yerine dışarıda dikildimeye başladım. Bi' iki dakika sonra o da yanıma geldi ve başıyla bana işaret vererek elimi tuttu.
Neyseki dairesi 2. Kattaydı da merdiven çıkma derdinden hemen kurtulmuştuk. Fakat şöyle bir dezavantajı vardı ki elini elimden hemen çekme zorunda kalıyordu.
Kurt bakışlım cebinden çıkardığı anahtarı yuvasına yerleştirmekle meşgulken buruk bir şekilde ona baktım. Kararlıydım, bugün konuşacaktım onunla. Son olanlardan sonra, Yamaç'ın kaçırılması, her bir dakikanın ne kadar önemli olduğunu anlamıştım. Ama yine de son kez de olsa onunla vakit geçirmek istiyordum.1
Kapıyı açmasının ardından tekrar elimi tuttu ve dudağına minik bir tebessüm yerleştirdi. Hayda, biz adamdan nasıl ayrılacağız diye kendimizi yiyoruz. Herif gelmiş elimizi tutup bize gülümsüyor! Oğlum senin derdin ne acabasındı?
"Hadi," diyerek kaşıyla önündeki kapıyı işaret ettiğinde neden gerildiğimi anlayamadım. Düşünsene, evlenmişiz. Onun üzerinde damatlığı var, benim de üzerimde gelinlik. Tabii tüm gece deli gibi dans etmişiz, saç baş dağınık. Sonra evimize gelmişiz. O da aynı şimdi olduğu gibi gülümseyerek "Hadi," diyor ve yuvamızı işaret ediyor. 1
Başımı iki yana sallayarak kaşlarımı çattım. Benim ondan nasıl ayrılacağımı düşünmem gerekiyordu, evlendiğimiz günün gecesini değil! Çağrı bu şizofren hallerimi ilk defa gördüğü için kaşlarını hafifçe çattı. "Ne geldi bakayım aklına?" üç çocuk gelmediğine şükrediyorum aşkım. No problems.
Omuz silkmekle yetindim. "Hiç," diye geçiştirirken hafif aralık olan kapıyı işaret ettim. "Hadi girelim artık." neyseki fazla üstelemedi. İçeri girdiğimiz anda klasik olarak bana terliklerden bir tane uzattı. Üzerinde kırmızı gül olan terliklere bakarken şaşırdım ama aynı anda basan sinire engel olamadım. "Bu ne Çağrı?"
Kendi ayakkabılarını yeni çıkarmıştı ki diz çöktüğü yerden başını kaldırıp bana baktı. "Ne ne?" diye sorduğunda elimle terlikleri işaret ettiğimi gördü ve bakışlarını o tarafa çevirdi. "Çiçekli böcekli şeylere ilgi duymuyorsanız eğer bu eve gelen ilk kız ben değilim herhalde!" sinirli halim onu şaşırtmış olsa da çok çabuk toparlandı. Ayağa kalktığında gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığını gördüm.
Aşkım bak. Benim senden ayrılmam lazım. Anlıyor musun? Yani benim sinirlenmem gerekiyor. Yani kavga etmemiz gerekiyor. Değil mi? Sen neden gelmiş karşımda gülüyorsun piç herif! Oyunu kurallarını bozuyorsun embesil! Sırf güldün diye bile ayrılabilirdim senden!
"Ne gülüyorsun!" diye çıkıştım sinirle. Gerçi gülmüyordu ama olsundu! Dudaklarını birbirine bastırmak yetmemiş gibi bu sefer de başını havaya kaldırdı. Arada dudağını yalayarak kendine hakim olmaya çalışıyordu. "Ben gideyim isterseniz Çağrı Bey. Siz artık bu terlikleri kime aldıysanız onunla oturun evinizde!" tam kapıdan çıkmak için arkamı dönmüştüm ki kolumu yakalayarak buna engel oldu.
Ben sinirle ona bakarken o gayet eğlenen bir ifade içerisindeydi. "Talha bir terlik beğenmiş ama çift terliği gibi absürd bir şeymiş işte. Bu da terliği çok beğendiği için ikisini de almış." sakin bir şekilde açıklamasını yaptığında tüm sinirim uçup gitti. Neden bilmem rahatlamıştım. Fakat bu çok kısa sürdü. Niye açıklama yapıyordu ki şimdi ya! Ben ne güzel çıkıp gidecektim sonra o beni arayacaktı, açmayacaktım. Numarasını engelliyecektim, ayrılacaktık.
A planı iptal kızlar. B planını devreye sokacaktık. Tabii önce bunun için bir açığını yakalamam gerekliydi.
Birbirimize olan bakışmamızı bölen şey 3. Bir şahıstan yükselen çığlıktı. "Hırsız!" diye bağırarak Talha elindeki kaseyi bize doğru attı. Ama kara bahtımın bana el sallaması üzerine kase bana gelmişti. Hızla Çağrı ile ayrılırken Çağrı öfkeli bakışlarını Talha'ya çevirmişti bile. Ben ise üzerime dökülen şeyin şokunu yaşıyordum. Göğüslerimden akarak bacaklarıma ulaşan şey içine baharat konmuş bir kase yoğurttu. "Aa Ateş'lim, Aa yenge!"
"Ateşini sikeceğim senin," diyerek Çağrı öfkeyle sıktığı dişlerinin arasından konuşurken ben gayet sakin bir şekilde üzerime bakıyordum. Harbi neydi bu sakinlik? Benim şimdi Talha'yı temiz bir dayaktan geçirmem gerekiyordu. "Yenge valla bilerek olmadı. Yüzünü tam fark edemedim. Çağrı'yı da sırtından gördüğüm için anlayamadım. Bir anlık şeyle öyle oldu ya." diye tek nefeste konuşurken stresle parmaklarını ağzına soktu. "Allah'ım sonum böyle mi olacaktı? Ben daha Su Perim'le evlenip küçük küçük Talhacanlar ile Zelişsular yapacaktım."
"Sen bence mezar taşını yaptır Talha. Şu an daha lazım gibi." Çağrı öfkesini bir an bile kaybetmezken araya girmek istemedim. Çünkü Talha'nın tiz çığlığı hala beynimin duvarlarına çarparak beynimde yankı yapıyordu. Benim sesim daha kalındı amına koyayım! "Abi yapma etme. Elini kana bulama." diye Talha Çağrı'nın eline yapışarak önünde diz çöktü. Tabii ki her konuda olduğu gibi bunu da abartmakta geri kalmadı.
"Tamam lan yılışma hemen!" diyerek burnunu kırıştırarak önünde eğilmiş Talha'ya baktı Çağrı. Talha tam o sırada "Ağam gözünün yaşını," diyordu ki Çağrı'nın lafını duymasıyla hızla doğrularak gayet resmi bir şekilde üzerinde toz varmış gibi zarifçe eliyle omzunu silkeledi. "Baştan söylesene pezevenk. Niye uğraştırıyorsun?" Çağrı sabır dileyerek başını tavana kaldırırken Talha ciddiyet akan bakışlarını bana çevirdi. Bravo, deyip alkışlayasım vardı. Sonunda fark edilebilmiştim.
Talha beni görünce sadece iki saniye dayanabildiği ciddi bakışlarını bozarak yerine endişeli bakışlarını kuşandı. "Yenge seni unuttum ben ya. Üzerini değiştirelim gel," demesinin ardından hızla kaşlarını çattı. "Yani biz değiştirmeyelim. Kendin değiştirirsin. Ya da Çağrı değiştirir. Bak ben değil, altını çiziyorum. Ben değil." ellerini havada iki yana sallarken yüzünden ben yok, ben ığı ığı der gibi bir ifade vardı.
"Çekil şuradan embesil!" diyerek Çağrı Talha'yı omzundan tuttuğu gibi kenara çekti. Üzerimi görünce önce hafiften bir sinirlendi sonra aklına bir şey gelmiş gibi gülmemek için başını yere eğdi. Eliyle belimi tutup yürüttüğünde kendi odasına gittiğimizi anladım. Arkadan Talha'nın "Ben buralardayım o zaman." diyen sesi geldi ama Çağrı'nın neye güldüğünü anlamaya çalıştığım için onu anlamadım.
Odasına girdiğimiz anda kapıyı arkadan kapattı. "Yine neye gülüyorsun acaba?" kızlar hazır olun sanırım B planı çıkıyor. Sinirli olmaya çalışarak kaşlarımı çattım. Çağrı dudağını ısırırken üzerimden zemine damlayan yoğurda baktı. "Yoğurtlu civciv mi? Yemezsem ölürüm." dediğinde dün attığı mesaj geldi aklıma. Ben de biraz civciv yerim yazmıştı.
Yalandan olan sinirim gerçeğe dönüşürken kaşlarımı çattım. "Geber pislik herif! Bok ye sen!" diye bağırdığımda dakikalardır içinde tuttuğu kahkahasını serbest bıraktı. "Ayrılıyorum senden kromozomsuz öküz! Git güllü terlikle sevgili ol sen! Bitti!" diye bağırmaya devam ettim ama beni kâle bile almadı. Havaya doğru attığı kahkahasını küçük kıkırtılara bırakırken ben ters ters ona bakıyordum. Beni görünce bir daha gülecek gibi oldu ama dudaklarını ısırarak kendini tuttu.
"Mavi'm," derken sesi bir şeyi çözmek ister gibiydi. "Acaba özel gününde falan mısın sen? Ne bu sinir?" dediği an yatağın üzerindeki yastığı alarak kafasına attım. Ama refleksle havada kaptı. "Senin için de özel bir gün olsun istemiyorsan sus Çağrı!"
Bir eliyle yastığı göğsünde sabitlerken diğer elini yumruk yaparak ağzına tıktı. Yüzünde şimdi ayvayı yedik der gibi bir ifade vardı. "İsmimizle hitap etti, durum vahim." arkamdaki boks torbasını neden kafasına geçirmiyordum ki!
Ters ters ona baktığımı görünce anında ciddileşti. Fakat elindeki yastığı bırakmıyordu. "Neyse, güldük eğlendik. Zeminimi daha fazla beyaza boyamadan üzerini değiştirelim." diyerek dolabına doğru adımlarken başımı eğerek aşağı baktım. Üzerimdeki yoğurt dediği gibi zemine damlıyordu. Başımı tekrar kaldırdığımda "Senin kıyafetlerinden mi?" diye sordum. Ağzının içinde belli belirsiz mırıldandı. "Aslında senin için kıyafet koysam iyi olacak buraya," derken bir anda arkasını döndü ve ben daha ne ara olduğunu anlayamadan dörtlü koca adımda yüzümün önüne geldi. "Ama benim kıyafetlerim daha çok yakışır sanki."
Bir an bocalasamda hızla toparlanarak onu göğsünden ittirdim. "Ne giriyorsun dibime ya! Ben kendime bakarım kıyafet," derken dolabının önüne gelmiştim bile. Lacivertimsi dolabın kapağını açarak içini karıştırmaya başladım. Gözüme çarpan poşetle hafifçe yutkundum. Daha önce benim için aldığı pedler buradaydı.
"Koyacak bir yer yoktu," diye açıkladı ben duraksayınca. Neden utandığımı bilemezken hızla bu havayı dağıtmak için rastgele bir tişört aldım elime. Tekrar arkamı döndüğümde Çağrı'nın bana baktığını gördüm. "Eee?" dediğimde ne eee der gibi başını salladı. Mala laf anlatsan da yine maldı işte. Manidar bakışlarımı görünce elini utançla alnına attı. "Ah, tamam. Anladım." diyerek arkasını dönünce o görmese de ciddi misin der gibi baktım.
"Çıksana." diye çemkirdiğimde ona baktığımdan emin gibi omuz silkti. "Bakmam ben, sen rahat ol." şurdan bi' çaksam o da rahatına kavuşacaktı ama sakin olmak zorundaydım. Aslında değildim. Bu gidişle onu peşimdeki takıntılıdan koruyayım derken ben öldürecektim. Kendimi yormanın bir anlamı olmadığını anlayınca uzatmadan üzerimdeki yoğurttan ıslanmış tişörtü ve pantolonu çıkardım. Bir yandan, "Hele bi' bak bakalım," diye söyleniyordum. Onun tişörtünü giydiğimde diz kapaklarıma kadar geldiğini gördüm. "Yuh," diye istemsizce bağırdım.
"Ne?" diye sordu Çağrı ama arkasını dönmedi. "Giyindin mi?" diye sorduğu sırada ben yere artığım kıyafetlerimi topluyordum. Onu onaylayarak mırıldandım. Arkasını döndüğünde ben de elimdeki kıyafet topuyla dikiliyordum. Bakışları önce yüzüme değdi sonra yavaş yavaş açıkta kalan bacaklarıma.
Allah'ım sana şükürler olsun ki üç gün önce ağda yapmıştım.
Bakışlarını fazla orada tutmadan üzerimdeki lacivert tişörtü buldu. Onun için kısa kollu olan bu tişörtün kolları benim dirseklerime kadar geliyordu. Çağrı'nın bakışlarının altında daha fazla dayanamayarak elimdeki kıyafetleri havaya kaldırdım. "Bunları nereye koyayım?" sesim garip bir şekilde çatallı çıkmıştı. Kahretsin, neden ondan etkilenmiştim ki durduk yere! Bana en acilinden bir C planı!
Aklımdaki düşüncelere dalmışken onun ne ara dibime girdiğini anlamadım. Yüzü yüzümün hemen önündeyken nefes alamadığımı fark ettim. Bakışlarının altında ezilirken zor da olsa bir adım yana kayarak yörüngesinden çıktım. Bir anda burası fazla mı sıcak olmuştu? "O zaman bunları yatağın yanına bırakıyorum. Sonra götürürüm. Ama şu yerdeki yoğurdu silmemiz," derken arkamı dönerek ona bakmak istemiştim ama bir anda arkamda belirince korkuyla bir nida kaçtı dudaklarımın arasından.
"Sileriz," derken kelimeler ondan bağımsız çıkıyordu sanki. Yüzünü yüzüme yakınlaştırırken kontolü elden kaçırmamak için "Korku filmi mi çekiyoruz, niye sessizce yaklaşıyorsun?" diye sordum. Belli belirsiz kıkırdarken bir adım atarak bana yaklaşmaya başladı. Ben de onun her attığı adımda bir adım geri gidiyordum. Ta ki ayaklarım arkamdaki yatağa çarpana kadar.
Nefesim sıklaşırken dudaklarından alaylı bir gülüş firar etti. "Kaçacak yer kalmadı, ha?" diye sorarken epey eğlenen bir ifade içerisindeydi. Hafifçe yutkunurken bakışlarımı dudaklarına indirmemeye çalıştım. "Niye," sesim haddinden fazla kısık çıkınca boğazımı temizledim. "Niye kaçayım ki?" sözlerimin aksine cidden kaçacak yerim kalmamıştı. Yatak ile onun arasında sıkışmışken son bir adım atarak bana daha da yakınlaştı.
"Bana kaçıyormuşsun gibi geldi," yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdığını görünce kendimi yatağa attım. Oturur pozisyonda dururken ona fark ettirmeden derin soluklar soluyordum. Sırtımdan aşağı soğuk terler boşaldığını hissediyordum. Çağrı beklemediğim bir anda beni koltukaltlarımdan tuttu ve yatağın ortasına doğru yatırdı. Evet yatırdı. Sonra ellerini iki yanıma koyup, destek alarak üzerime doğru eğildi. Evet eğildi.
Şimdi cidden yatakla onun arasındaydım. Tepemden öylece yüzüme bakarken nefesimi tuttum. Bir elini kaldırıp yüzüme gelen bir parça saç tutamını parmağına doladı. Fark ettiğim şeyle kalp atışlarım hızlandı. Kayalıkların orada saçımdan aldığı siyah toka bileğindeydi. "Neden kaçıyorsun benden?" diye yüzüme doğru fısıldayınca ne yapacağımı bilemeden öylece ona baktım. Şu an etkisi altına girmiş bulunuyordum.
"Kaçmıyorum," sesim benim bile zor duyduğum bir fısıltıyla çıkmıştı dudaklarımdan. Ama o duymuş gibi alayla gülümsedi. "Demek kaçmıyorsun?" diye sorarken bir yandan saçlarımla oynuyordu. Kısa bir an gözlerimi kapatıp kokusunu içime çektim. Garip bir şekilde vanilya kokmuyordu. Bugün kendine has ten kokusu dolmuştu burnuma. Ve bu beni mayıştırmış gibi uykumu getirmişti.
Söylediği şeyi onaylar şekilde mırıldandım. Ama neyi onayladığımı bilmiyordum. Birden gülümseyince gözlerim yanağındaki çukura kaydı. "O zaman öpmemde bir sorun yok?" salak öküz beni öyle bir etkisi altına almıştı ki yedi sülaleme küfretse bir şey demezdim şu an.
Bir cevap vermediğimi görünce hafifçe kaşlarını çatarak üzerimden biraz doğrulamak istemişti ki "Sokarım C planına," diyerek onu yakasından tuttuğum gibi kendime çektim ve dudaklarına kapandım.
Bizi artık olmayan harflerin planı bile kurtaramazdı.
İlk başta şaşırsa da istediğini aldığı için öpüşüme karşılık verdi. Dudaklarım oldukça acemice onu öperken, onun da ilk öpücüğü olmasına rağmen benden daha iyiydi. Alt dudağımı yakalayıp ısırdığında refleksen elimi saçlarına daldırıp çektim. Kıkırtısı ağzımın içinde kayboldu ve hareketlerini sertleştirdi. Nefeslerimiz birbirine karışırken elini belime yerleştirdiğini hissettim.
Fakat rahat durmadı ve elini aşağı indirerek kalçalarımın üzerinde tuttu. Nefeslenmek için birbirimizden ayrıldığımızda gözlerindeki ifade beni şaşırttı. Nasıl desem, gurur duyarmış gibi bir ifade vardı gözlerinde. Çok manidar bakıyordu ve güzel. Dünyanın en güzel kızına bakıyormuş gibiydi. Kalçamın üstünde tuttuğu eliyle baskı yapınca yutkundum. Buna karşılık güldü.
Hayır üstümüzde tişörtten başka bir şey de yoktu. Elinin uslu durması gerekiyordu. Çünkü ben uslu bir kız değildim.
"Öyle bakma lütfen," dedim bakışlarının altında ezildiğimi fark ettiğimde. Öyle yoğun bakıyordu ki utanmıştım. Gözlerimi kaçırdığımda hafifçe güldü ve "Nasıl bakıyorum?" diye sordu. Aslında biliyordu cevabı da şeytanlığı tutmuştu.
Hala bakışlarımı kaçırdığımı görünce diğer eliyle çenemi kavradı ve yüzümü ona doğru çevirdi. Yüzüme doğru biraz daha yaklaştığında tekrar öpecek zannettim ama beni şaşırtarak üç santim kala durdurdu yüzünü yüzümün önünde. "Nasıl bakıyorum?" diye sorusunu tekrar etti. Yutkunamazken, "Dünyanın en güzel şeyine bakıyormuşsun gibi," diye mırıldandım. Bunu o kadar utanarak söylemiştim ki derimin ısındığını hissediyordum.
Dudaklarından yüzüme doğru erkeksi bir kıkırtı firar ederken hipnoz olmuş gibi yüzüne bakıyordum. "Doğru bakıyormuşum." demesinin ardından tekrar beni öpmek için bir hamlede bulunmuştu ki açılan odanın kapısının sesiyle ikimizin de bakışları o tarafa döndü.
"Ya Ateş'lim. Sana diyecektim de unutmuşum. Marsu senin odanda kalmıştı da onu alaca," diyordu ki Talha, bakışları yatakta uzanmış bize dönünce cümlesi yarım kaldı. Bakışları ben ve üzerimdeki Çağrı arasında mekik dokurken odada tık yoktu. "Ay basıldık galiba," diye bağımsızca sadece Çağrı'nın duyabileceği bir şekilde fısıldadım.
İlk şoku atlatan Talha ellerini yüzüne kapatarak "Ay tövbe! Valla ben bir şey görmedim!" diye bağırdı. Onun arkasından biz de yaşadığımız şoku atlatarak hızla ayaklandık. Ben utançla yüzümü yere eğmişken Çağrı sakin olmak istercesine burun kemerini sıkıyordu. "Ben cidden bir şey görmedim. Allah'ım sizi bastığıma inanamıyorum! Şimdi ben sizi basmasaydım siz," diyordu ki Çağrı'nın "Sus Talha!" diye resmen kükremesiyle susarak ellerini yüzüne biraz daha bastırdı.
"Allah'ım," diyen ben ise hala yaşadığım utancı atlatamamıştım. Amaç; Çağrı'dan ayrılmak. Gelişme; Çağrı ile öpüşmek. Sonuç; Talha'ya basılmak. Allah'ım ben neden milletin simitine uçan bir martı değildim şu an?
"Neden kapıyı çalmıyorsun piç herif!" Çağrı kendini cidden zor tutuyor gibiydi zira yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ama adam haklı yani şimdi. Ne güzel öpecekti beni. O güzel dudaklarından mahrum bıraktığı için Talha'yı boğabilirdim şu an. Talha yüzünü kapatan ellerini aşağı indirdi. "Ya ben ne bileyim sizin şey yaptığınızı. Yatak sesi de gelmedi ki." Allah'ım ben ne günah işledim de bu anı yaşıyorum Ya Rabbim?
Talha'nın bakışları üzerimdeki Çağrı'nın tişörtüne kayınca elini göğsüne bastırarak tövbe tövbe der gibi başını iki yana salladı. Gözleri az önce bizim uzandığımız yatağa kayınca yüzünü dehşet verici bir ifade kapladı. Bu ani değişimi anlayamazken "Hem de çocuğumun önünde!" diye bağırıp öyle bir yatağa koştu ki ne olduğunu anlayamadım.
Fakat yastıkların üzerinde yatan maymun oyuncağını gördüğümde ne demek istediğini anladım. Aslında anlamadım. Çocuğu bu muydu? Eskiden yayınlanan Marsupilami çizgi filmindeki baba maymunun oyuncağıydı. Talha oyuncağı eline aldığı gibi yüzünü boynuna gömdü. Teselli vermek istercesine oyuncağın sırtını sıvazlarken "Bir şey yok babacığım. Baban burada," diye oyuncağın kulağına doğru fısıldıyordu.
Ben şaşkınca ona bakarken Çağrı iyice delirerek ellerini birbirine vurdu. "Allah'ım millet deliye ben akıllıya hasret yemin ediyorum ya!"
Elimdeki fırçayla yüzüme sürdüğüm allığı yedirmeye devam ettim. Aynadan şöyle bir kendime baktım, aslında yeterliydi ama nedense içimden daha fazla sürmek gelmişti. Omuz silerek fırçayı bir kez daha allığa bastırdım ve balık gibi içine büzdüğüm yanaklarıma boca etmeye başladım.
Bu kadar hazırlık neden miydi? Ah, ben hep bakımlı bir kızdım ama bu sefer bu hazırlığın amacı farklıydı. Deniz Hanımın hala nasıl olduğunu kabullenemediğim sevgilisiyle buluşmaya gitmesi sonucu oda bana kalmıştı. Ekin'in yanına gitmek istemiştim ama odasında değildi. Odasına kadar gidip kapıya sökercesine vurmuştum ama kimse kapıyı açmamıştı.
Hayır, Ekin'in eniştemle gittiğine emindim ama Zeliş'te ortalıkta yoktu. O kızı başta gözüm pek tutmamıştı ama dün akşam onu çok yanlış değerlendirdiğimi fark etmiştim. Tanımadığı insanlara karşı fazla utangaç ve mesafeliydi. Bu yüzden ister istemez onunla alakalı net bir kanıya varamıyordum. Dün fazlasıyla sohbet etmiştik ve bayağı kafa kız olduğunu anlamıştım. Ortak arkadaşımızın Ekin olması pek önemli değildi artık çünkü o olmasa bile Zeliş'le takılırdım.
Onu da bulamadığım için odaya geri dönmüştüm. Ne yapacağımı düşünürken telefonuma düşen naber beni Hakk'a kavuşturmak üzere olan hanım? Mesajıyla aklıma nasıl gelmediğini lanet ettiğim sevgilimi odaya davet etmiştim. Kül tabağına yaptığı atıf beni güldürürken aynı zamanda utandırdı. Bunu hep yüzüme vuracaktı, değil mi?
Ona sadece odada yalnızım yazmıştım ve beş saniye sonra aldığım yanıt şuydu; geliyorum.
Dudağıma kan kırmızısı bir ruj sürerken taşan yerleri orta parmağımla düzeltiyordum. Kırmızı ruj candır, hayattır, aşktır. Dudaklarımı birbirine sürterek ruju iyice yedirdim. Aynadan yarattığım şahasere bakarken dudaklarım memnuniyetle kıvrıldı.
Şaheser olduğumu biliyorum. Bu kibir değildi, kendini sevmekti. Ve ben son günlerde kendimi daha da fazla sevmeye başlıyordum. Belki de beni seven bir kişinin daha olması yüzünden de olabilirdi.
Aynadan kendimle aşk yaşarken tıklatılan kapıyı beklemediğim için panikledim ve elim kırmızı ruja çarparak yere düşürdü. "Çok iyi!" diye söylenirken eğilip onu aldım ama doğrulurken bu sefer de başımı masaya çarptım. "Hass diye başlayasım var bazı şeylere," derken kafamı ovuşturuyordum. Aynı anda tıklatılmaya devam eden kapı sinirlerimi talan etti.
"Geliyorum!" diye bağırarak ruju rastgele masaya fırlattım. Koşar adım kapıya gittiğimde derin bir soluk çekme gereksinimi hissettim. Elimle saçlarımı düzelterek omuzlarımı dikleştirdim. Başım zonklarken umursamamaya çalıştım. Kapıyı açtığımda gülümseyerek dikilen Buğra ile karşılaştım. Cüretkar dudaklarıma derin bir gülümseme kondururken "Hoş geldin," dedim ve geçmesi için ona alan tanıyarak kapının arkasına geçtim.
İçeriye kısa bir bakış atarak bana döndü. "Kafama bir şey yemeyeceğimin güvencesi var mı?" diye sordu tereddütle. Şunu bir daha söylemesek olur mu? Birisi utanıyormuş da. Yanaklarımın kızarmaması için kendimi sıkarken zorla gülümsedim. "Uslu durursan neden olmasın?"
Bakışları kırmızı dudaklarıma kayınca adem elmasını hareket ettirecek şekilde yutkundu. Bakışlarını bir süre çekemezken kafasını bir şeyi inkar edercesine iki yana salladı. "Uslu olacağıma emin olabilirsin." derinden gelen sesi sırtımdan anlamdıramadığım bir ürperti geçirtti. Yutkunamazken elimle buyur der gibi içeriyi gösterdim.
İçeri geçmesiyle birlikte kapıyı kapattım ve derin bir nefes verdim. Elimi kaldırıp yüzüme dokunduğumda hissettiğim ısıyla ofladım. Çok utanmıştım ve kızarmıştım. Kapıyla uzun süre bakıştığımızı fark ettiğimde arkamı döndüm ve odanın içine doğru adımladım.
Buğra'yı makyaj masasının üzerine rastgele attığım kırmız rujumu incelerken bulmayı beklemiyordum. Ellerimi nereye koyacağımı kestiremezken salak salak hareketler yaptığımı fark etmemiştim. "Eee," diye uzatarak bakışlarını beklemediğim bir anda aynaya çevirdi ve benimle göz göze geldi. Söyleyeceği şey her neyse yutarak öylece bana baktı.
Onu izlerken yakalandığım için daha fazla utanırken garip bir şekilde gözlerimi gözlerinden çekemedim. Birkaç dakika süren ama bana göre bir asıra denk olan sürenin ardından boğazını temizleyerek elindeki ruju masaya geri bıraktı. Almayı unuttuğum nefesi göz temasımız kesilince yavaşça içime çektim.
Sonra yine beklemediğim bir anda Buğra aniden arkasını döndü ve birkaç koca adımla dibime kadar girdi. Nefeslerim sıklaşırken bir elini belime attı ve beni kendisine doğru çekti. Bu hareketiyle deli gibi atan göğüs kafesim onun göğsüne çarptı. Bu hareketiyle kalp atışlarım hızlanarak onun göğsüne doğru attı. Sanki kalbim kalbinin yakınına gelince bir dedektör gibi bana haber vermeye çalışıyordu.
Buğra bakışlarını kırmızı dudaklarıma indirdiğinde ne yapacağımı bilemeyerek öylece ona baktım. Burada bir yanlış vardı. Benim onu baştan çıkartmam gerekirdi. Onun beni değil. Belimdeki elinin haricinde baş parmağını kaldırıp çenemi kavradı. Dokunuşuyla bedenim yandı, bitti, kül oldu. Sırtımdan aşağı bir ürperti geçerken kasıklarımda garip bir sızı hissettim.
"Eee," dedi az önceki yarım bırakılmış cümlesini tamamlamak istercesine. "Begüm, bana neden bu rengi tercih ettiğini açıklar mısın?" dudaklarım hafifçe aralanırken bakışları tekrar oraya indi. Dudağında memnun bir gülümseme yer edinirken sorduğu sorunun amacını sorguladım. Ama bakışları hiç yardımcı olmuyordu.
"Ö- öylesine," kekelememişim gibi bir de sesim fısıltı halinde çıkmıştı. Eğer bu kadar yakınımda olmasaydı beni duyması imkansızdı. Kaşları meydan okurcasına kalkarken "Öylesine?" diyerek beni tekrar etti. Başımı sallayarak onu onayladım. Gülerek hafifçe başını yere eğdi ama sonra bir anda başını hızla kaldırdı ve ellerini belime atarak beni havaya kaldırdı. Refleksen omuzlarını tutarken dudaklarımdan firar eden çığlığa engel olamadım.
"Ne yapıyorsun sen!" diye bağırdığımda alttan bana bakarak güldü. Belimdeki ellerini çevik bir hareketle geri çekti ama düşmeme izin vermeden bu sefer kalçalarımdan kavradı beni. Bu sayede dahada havalanmıştım. Ne kadar şaşırsamda heyecandan ölecek gibiydim. Kasıklarımdaki ağrı feci bir hal alırken alt dudağımı dişledim. Beyaz dişlerim kırmızı dudağımın üzerinde parlarken bu sefer bakışlarını gözlerimden çekmedi.
Dışarıdan nasıl görünüyorduk bilmiyorum ama şu an umrumda değildi. Fırsattan istifade yüzünün her milimini ezberlemek ister gibi gözlerimi her bir noktada gezdirdim. Sert hatlara sahip çenesinde tek bir kıl yoktu. Pürüzsüz yüzlü erkekleri çekici bulmasam da ona çok yakışıyordu. Ya da bilmiyorum, insan çok sevince kusur bulamıyordu belki de. Yanakları hafif içe çöküktü. Gülünce yanağında bir çukur oluşuyordu ama gamze değildi.
Uzun kirpiklerine baktım. İçimden gelen dürtüye engel olamayarak bir elimi omzundan çektim ve işaret parmağımla kirpiklerine dokundum. Bu hareketimle bile gözlerini bir an için kırpmadı. Çok önemli bir şeye bakarmış gibi beni büyük bir ciddiyetle izliyordu.
Ağlamak istedim. Tüm bu olanlar gerçek olamayacak kadar güzeldi. Eğer bu bir rüyaysa uyanmak istemiyordum. Yıllardır onun dikkatini çekmeye çalışıyordum ve şimdi buradaydık. Benim aşkımı hep tek taraflı olacağını düşünürdüm. Nedense onun bana bakacağını düşünmemiştim. Hayır, çirkin olduğum için değil. Güzeldim, insan ilişkilerinden anlardım, kimseye tepeden bakmazdım ya da ne bileyim... Pek sevilmeyecek bir kız değildim.
Okulda parmakla gösterilecek bir popülerliğim yoktu ama neredeyse herkes beni tanırdı. Kız erkek fark etmeksizin herkesle bir sohbetim olmuştu. Onun bana bakmayacağını düşünmem bana bakmamasından kaynaklanıyordu. Evet, komik bir durum ki onun ilgisini çekmediğimi fark ettiğimde kendime olan güvenim zedelenmişti. Ama yine de ondan vazgeçmedim. Kendime hep 'O sevmesin, bizim sevgimiz yeter' derdim.
Çünkü sevmek insana iyi hissetiriyordu. Okula giderken oflamıyordum mesela. Ya da dışarı karşı daha sevecen oluyordun. Ona aşık olduğumu fark ettiğim zamanlar uyuyan kediye gülümsüyordum. Ya da uçan kuşa bile 'Hayırlı sabahlar' diyecek bir havadaydım.
Ben sevmeyi zaten biliyordum ama sevilmeyi hiç bilmemiştim. Hayır, sevgili anlamında sevilmeyi bilmiyordum. Elbetteki Buğra ilk sevgilim değildi ama onda hissettiğim duygu bambaşkaydı. Cenk vardı mesela bir tane. Onunla birkaç ay çıkmıştık ama onunlayken hiç heyecanlanmamıştım. Acımasız olacaktı belki ama bu zamana kadar çıktığım tüm erkeklerle takıldığımı fark ettim.
Sanki o benim kaderimde vardı. Onun dışında hiç kimse beni mutlu etmiyordu.
Dolan gözlerimden bir yaş benden habersizce yanağımda süzülürken kaşları çatıldı. Sanırım neden birden ağladığımı sorguluyordu. Gerçi Ekin salağı sağ olsun nasıl dengesiz biri olduğumu bilmesi gerekliydi. "Ne oldu?" diye şefkatli bir sesle sordu. O kadar güzeldi ki ben gerçek olduğuna inanamıyordum. Burnumu çekerken gözlerinin içine baktım. Kirpiklerindeki elimi çekerken "Her şey o kadar güzel ki, sen o kadar güzelsin ki. Ben bunun gerçek olduğuna inanamıyorum." dedim içli içli.
Sanki saçma bir şey söylemişim gibi güldü. Birkaç adım ilerleyerek yatağa oturdu ama ben hala kucağındaydım. Kalçamdaki ellerinden birini kaldırıp belime koydu. Yüzüme doğru yaklaştığında bakışlarının hedefinde kırmızı dudaklarım vardı. Kırmızı ruja giden elimi seveyim ben bugün. Cidden. "O zaman," dedi tane tane. "Gerçek olduğumu kanıtlayayım." gözlerini onay istercesine gözlerime çıkardığında bir şey demedim. Ne demek istediğini anlamıştım ama tepki vermiyordum. Bunun sebebi benim de aynı şeyi istememdi.
Bir şey demememden cesaretlenerek usulca yanaştı ve çıldırtacak bir yavaşlıkla dudaklarını dudaklarıma sürttü. Kasıklarımdaki ağrı çoğaldı. Beni öpmesine izin verdim. Her şey hala o kadar gerçek dışıydı ki bir süre öpüşüne karşılık veremedim. Gerçekliğini bana kanıtlamasına izin verdim. Öpüşü o kadar yavaştı ki zaman bir türlü geçmek bilmedi sanki. Daha fazla onu denemedim ve dudaklarımı hareket ettirerek onu öpmeye başladım.
Dudaklarımız inanılmaz bir uyum içerisinde birbirinin tadına bakarken düşmemek için ellerimi omuzlarına bastırdım. Onun da belimi tutan elinin baskısı sıkılaştı. Ona o kadar odaklandım ki sanki kalbinin atışlarına kadar duyuyordum. Şimdi inanıyordum, her şey gerçekti. Ama gerçek olamayacak kadar da güzeldi.
Nefeslenmek için birbirimizden ayrıldığımızda ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladım. Bana hayran olmuş bir şekilde bakan gözlerini görmeyi beklemiyordum. Yüzlerimiz arasında çok bir mesafe olmadığını yeni fark ediyordum. Sohbet olsun diye, "Gerçekten de çok uslu duruyorsun," diye alay edercesine homurdandım.
İnci gibi sıralı dişlerini göstererek güldü. "Valla şu saatten sonra oteli başıma da yıksan durmam ben." dedi büyük bir ciddiyetle ve hemen ardından yumuşak dudaklarını bir kez daha benimkilerle buluşturdu.
İnsanlar beni zeki bilirlerdi. Okuldaki namım bu şekilde yürüyordu yani. Ders notlarından aldığım sayılarla zekamı ölçüyorlardı. Beni böyle yargılamalarından nefret ediyordum.
Sonuçta aldığımız not ne bizim zekamızı ölçerdi ne de bizi tanımalarını sağlardı. Benim zeki olduğumu düşünenler içinde sadece Begüm ve Ekin'den çekinmiyordum. Sonuçta onlar notlar dışındaki benliğimi biliyorlardı.
Ah, hayır. Aslında bilmiyorlardı.
Beni sessiz, zeki bir kişilik olarak görüyor olabilirlerdi ama ben kesinlikle daha fazlasıydım. Sessiz kişiliğimin bir amacı yoktu. Çoğu kişi bu huyumu ilgi istediğime yoruyorlardı ama yanılıyorlardı. Fazla konuşmayı gereksiz buluyordum sadece. Kısa ve öz konuşan kişiler her zaman takdirimi toplamıştı.
Zaten Begüm gibi bir arkadaşınız varsa fazla konuşmaya gerek kalmıyordu.
Adımı aldığım, sonsuz gibi görünen maviliğe bakarken çok ciddiydim. Kaan ile buluşmaya karar vermiştik ve bunun için deniz kenarını tercih etmiştik. Daha doğrusu o bu teklifte bulunmuştu ve ben de reddetmemiştim.
Oturduğum bankta bir hareketlilik hissedince boş bakışlarımı yanıma çevirdim. Beklediğim kişi bir ayağını banka koymuş ve yüzündeki gülümseme ile bana doğru eğilmişti. Onu görmemle beraber ben de dudaklarıma samimi bir gülümseme yerleştirdim. "Bakıyorum da bayağı erkencisin," derken yanıma oturmuştu bile.
Bu cümlede yatan anlamlardan biri de buluşacağımız yeri benim seçmeme rağmen ben geç kaldımdı. Gülerek başımı selam verir gibi öne yatırdım. "Öyle oldu," diye mırıldandım.
Arkasına sakladığı elini geldiğinden beri fark etmiştim ama arkasından çıkardığı çiçeğe şaşırmıştım. Pembe bir kağıda sarılmış beyaz orkideleri bana doğru uzatırken dudağındaki gülümsemeyi bir an bile silmiyordu.
"Ne sevdiğini bilmiyorum ama böyle bir güzelliğe yakışacağını düşündüm," dediğinde buketi incelemeyi bırakıp söylediği şeylerin doğruluğunu tartmak için gözlerine baktım. Herhangi bir art niyet göremeyince unuttuğum gülümsemeyi yüzüme yerleştirdim. "Teşekkür ederim,"
En sevdiğim bir çiçek yoktu. Aslında ben hiçbir şeye 'en' gözüyle bakmazdım. Mesela sırf bana gıcık geldi diye birisine "en nefret ettiğim" veya birkaç kez yediğim bir yemeğe "en sevdiğim" hitafında bulunmazdım. Çünkü bir gün 'en' dediklerimiz 'hiçe' dönüşebilirdi. Aynı durum tam tersi için de geçerliydi.
Ama orkide almasına sevinmiştim. Hiç değilse gül alacak kadar düz kafalı değildi. "Eee," dedi susmak istemezmiş gibi. Birkaç dakikalık süren sessizliğimiz onu rahatsız etmiş olmalıydı. "Beni fazla özlemiş olmalısın. Aradığına göre," derken kolunu kaldırıp omzuma attı. Omzumdaki ele kısa bir bakış atarak önüme döndüm. Evet, aslında onu ben aramış ve buluşmak istediğimi söylemiştim. Benim aramam erkeklik gururunu okşamış olmalıydı.
Ama hayır, onu özlediğim için buluşmak istememiştim.
"Kaan," diyerek ona hitaf ettiğimde ona seslendiğimi onaylayarak mırıldandı. Bakışlarımı denize çevirdiğimde bir süre sessiz kaldım. Sonra, "Biliyorum," dedim. Onun da bakışları denizdeydi ama sözlerimle birlikte beni buldu. "Neyi?"
Hissiz bakan bakışlarımı gözlerine korkusuzca çıkardım. Dudağımda ukalaca bir kıvrılma yer alırken gerçekleri hiç düşünmeden dile getirdim. "Ekin'e yakın olmak için benimle sevgili olduğunu."2
Neler oldu ya öyle (ben yazmamışım gibi yüzsüzce şaşırırken bne)
Buğra hızlı çıktı arkadaşlar. O sahnenin devamı vardı da yazmadım. Neden diye sormayın kdpansşakdnansmd2
Neyse söyleyeceğiniz herhangi bir şey varsa buraya bırakın1
Vote attığınızı var sayarak bye bye diyorum 😝
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.28k Okunma |
706 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |