Biliyorum, uzun zamandır burayı boșladık... Özür dilerim.😞
Görüșmeyeli nasılsınız, umarım iyisinizdir.
Hepinizin oruçları kabul olsun inșallah1
Yaz ayında olmalarına rağmen giydiği siyah çizme botlarıyla üzerinde yürüdüğü parkeler kulak tırmalayan bir gıcırtı çıkarıyordu. Bulundukları mevsim açısından yanlıș bir ayakkabı seçimi olduğunu biliyordu ama vücudunda hiç kan yokmuș gibi üșüyordu.
Ağır adımlarla tahtadan olan zeminde yürüdü. Kulübesi aslında o kadar büyük değildi ama ağır hareketlerinden ötürü bitmeyen bir yol gibiydi. İçinde bulunduğu orman sessizdi. Yani sessiz sayılırdı. Tepesinde uçușan kușların sesini saymazsak sessizdi. Bir de ağaç gagalayan bir ağaçkakanın sesi vardı.
Aslında o kadar sessiz bir ortam değildi.
İki elinde tuttuğu ağır kütükleri karșısındaki yine ağaçtan olan kapıyı açmak için tek elinde sabitledi. Kapıyı açtı, yavaș adımlarla içeri girdi ve kapıyı geri kapattı. Aynı ağır adımlarını yanan șöminenin önüne gelesiye kadar sürdürdü. Dıșarısı yeterince sıcak değilmiș gibi șömineyi de yakmıștı.
Bir dizini kırarak elindeki kütükleri sessiz olmaya çalıșarak yere bıraktı. Șimdi içeride olduğu için dıșarıdaki çirkin sesler artık yoktu. Tam istediği gibiydi. Sessiz bir ortam. Bu sessizliği bozan tek ses ise yanan șömineden çıkan cızırtılardı.
Bir diğer ses ise onun haricinde çıkan düzensiz nefes sesleriydi.
Șöminenin kapağını kendine doğru çekti ve getirdiği odunlardan üç tanesini ateșe attı. Ellerine bulașan tozları silkeleyip kapağı geri kapattı. Bir süre diz çöktüğü yerde durdu. Bir harlayıp bir sakinleyen ateși izledi. Yeni attığı odunların tutușmasından çıkan cızırtı seslerini dinledi.
Turuncu ile sarı renkleri arasında olan ateș onun ela gözlerine yansıdı.
Bir an için yüreğini o ateșe benzetti. Aynı bu șekilde yanıyordu o da. Ve onun gibi bir harlanıp bir sakinliyordu.
Hayır sil.1
Ateși izerken bir an için eli sızladı. Daha önce yaptığı șey aklına geldi. Varla yok arası güldü. Kendisi bile olsa asla tolerans göstermediği adaletine güldü.
Ateșin üzerinde gördüğü mavi renk ile gülümsemesi genișledi. Bu kesinlikle garipti. Aklına akın eden mavi gözler ile yüreğinin aynı önündeki ateș gibi harlanması... Garipti.
Bundan 3 yıl öncesini düșündü. O günü çok net hatırlıyordu. Ailesiyle bir haftasonu İzmir'e, kuzenlerinin yanına gitmișlerdi. Anne tarafı akrabalarını sevdiği için bir sorun yoktu.
Kuzeninin babası yani eniștesi ile babası bahçede mangal kuruyorlardı. Akșama güzel bir ziyafet çekecekleri belliydi. Anneleri ise mutfta etleri hazırlıyordu. Yani en son baktığında öyleydi. Bașka bir șey de yapıyor olabilirlerdi.
O ve kuzeni çok sıkılmıșlardı çünkü henüz yemeğin olmasına çok vardı. İzmir'i avucunun içi gibi bilen kuzeni ona bir yürüyüș teklif etti. Yapacak bir șey olmadığı için bu teklifi kabul etti.
Babalarına haber verdiler ve İzmir'i turlamaya bașladılar. Daha önce de çok fazla İzmir'e geldiği için yolları biliyordu ama yanında bilgiç gibi davranan kuzenini bozmadı.
Vakit geçirmek için deniz kenarına gitmeye karar vermișlerdi. Fakat sorun șuydu ki kuzeninin evi merkezdeydi ve denize bir hayli uzaktı. Yürüyeceklerini düșündüklerinde en az yarım saatlik bir yolları vardı.
Sorun olmamıștı. Yarım saati așkın bir süre yürüdüler ve en sonunda deniz kenarına vardılar. Üzerinde yürüdükleri kumlar ayakkabılarına girdiği için onları çıkarmıșlardı.
Kuzeniyle birlikte sohbet ede ede yürüyorlardı ki bir șey oldu. Onun ela bakıșları șahin gibi bir noktaya kitlendi.
Bu mesafeden bile seçebildiği mavi gözlere yutkunarak baktı. O... Çok güzeldi. Yüzüne vuran güneș yüzünden gözlerini kısmıștı ama gözleri bir cam gibi parlıyordu. Kahve saçlarını tepesinde sıkıca toplamıștı. Yanında iki kız daha vardı ama onlara odaklanmadı. Hedefi tek bir kișiydi.
Yanındaki kızlar arkadașları olmalıydı. Yani o an öyle düșünmüștü. Șimdi zaten tahmininin doğru olduğunu görmüștü. Arkadașları ile bir șeye gülüyorlardı ama en çok o mavi gözlü kız gülüyordu. Kahkahası yüzünden birkaç kiși ona bakıyordu ama bu durum onun pek umrunda değil gibiydi.
Çok beğendi. Hem onu, hem gülüșünü hem de gözlerini. O an kalbinin duracağını hissetti. Yanında onu sarsan kuzenini duymuyordu.
Oradan tahminine göre 15-16 yașlarında görünüyordu. O an için kendinden utandı çünkü küçük bir kız çocuğuydu o. Kendisi ise ona göre büyük kalıyordu. Aslında arlarında çok fazla yaș farkı yoktu ama yine de yanlıștı iște.
Kız üzerindeki yoğun bakıșları hissetmiș gibi gözlerini ona çevirdi. O an acayip bocalamıștı. Nasıl birden onu bulabilmiști? Hemen bakıșlarını önüne çevirdi ve koșar adımlarla oradan uzaklașmaya bașladı. Arkasından adını seslenen kuzenini takmadı.
Onun olduğu yerden uzaklașasıya kadar hızını kesmedi. En sonunda ayakkabılarını giydi ve arkasında nefes nefese kalan kuzeninin nefeslenmesine izin vermeden asfalt yoldan eve doğru ilerledi.
Sonra saatler geçti. Akșam oldu ve yemekler yenildi. Ama o herkesin aksine ağzına tek lokma bile atmadı. Aklında canlanan tek șey bir çift mavilikti.
Bir anda nefesleri düzensizleșince masadan aniden kalktı ve kimseye bir șey demeden eve girdi. Kendisi için hazırlanan misafir odasına girdi ve kapıyı ardından kilitledi.
Yumruk yaptığı elini kalbine götürdü. İçindeki bu hissi uzun zamandır yașamıyordu. Diğer elini kapıya sertçe vurdu. Canı inanılmaz derecede acıyordu.
Yıllar öncesinde bıraktığı ilaçları yanında değildi. Bu yüzden bu atak geçmeyecekti. Biliyordu, canı çok yanacaktı. O gün atakları yıllar sonra kendini gösterdi. Gece boyunca uyuyamadı ve sadece onu düșündü. Mavi gözlü kızı.
Ertesi gün kuzenini zor ikna ederek tekrar aynı plaja, aynı noktaya gittiler. Ama bu sefer o kızı bulamadı. Ertesi gün eve geri dönecekleri için bu fırsatı kaçırmamalıydı. Tüm gün kuzeniyle -öğle sıcağında bile- plajda gezindiler. Ama o kızı hiç göremediler.
Bundan sonraki tatillerini sadece İzmir'de kullandı. Her haftasonu o plaja gidiyor ve o kızı arıyordu. Ne hoștu ki arada da olsa onu görüyordu. Bir keresinde onu evine kadar takip etti. Aslında tam olarak evine kadar takip edememiști. Kız sanki birisinin onu takip ettiğini anlamıș gibi arkasını kontrol edip durmuștu. O da daha fazla onu takip etmemiști.
Bir seferinde haftaiçi geldi İzmir'e ve o gün tesadüfen o kızı arkasında okul çanyasıyla gördü. Dayanamadı ve onu okuluna kadar takip etti.
Zamanla adını öğrendi. Ekin. Yașını öğrendi ve sevdiği șeyleri. Mesela karanfilleri seviyordu. En sevdiği renk yeșildi ve mavi rengini sevmiyordu.1
Halbuki o, onun gözlerini çok sevmiști.
Tüm bu olanları kimseye söylemedi çünkü o zaman onu da diğerleri gibi ondan alırlardı. Bunu biliyordu.
Șimdi ise ona așıktı. Hatta bunun da ötesinde onu takıntı haline getirmiști. Bu tatili o planlamıștı çünkü artık bu iși bitirmek istiyordu. 3 yıldır zaten onu elde edememiști ve onun daha fazla dayanacak gücü yoktu.
Harlayan atește bir patlama olușunca daldığı düșüncelerinden irkilerek sıyrıldı. Geçmișe doğru yaptığı bu yolculuk ona saatler gibi gelmiști fakat saate baktığında yalnızca 4 dakika geçtiğini gördü.
Terleyen ensesindeki saçlarını dağıttı. İçerisi yeterince ısınmıștı. Kırdığı dizini zeminden çekerek ayaklandı. Arkasını döndüğü sırada derin soluklar alıp veriyordu.
Bakıșları kırmızı koltuğun üzerindeki bedene kaydı. Dizlerini karnına kadar çekmiș ve cenin pozisyonunu almıștı. Sevgilisinin arkadașı asla onun gibi değildi. Vücudu fazla hassas ve kırılgandı. Öyle ki saatler öncesinde burnuna dayadığı uyku ilacının etksinden hala çıkamamıștı.
İlerleyerek tam önünde bitti. Onun bakır renkli saçına uzandı fakat dokunmadı. Saçları yüzüne dağılmıș ve gizlemiști.
Sıkıntılı bir nefes verdi ve ayağının altındaki parkelerden çıkan gıcırtı sesleri eșliğinde arkasına bile bakmadan hızlı adımlarla kulübeden çıkıp gitti.
Kararmaya yüz tutmuș hava hafiften bozuyor gibiydi. Yavaș yavaș çiselenen yağmur camlara çarpıp duruyor ve odadaki tek sesi olușturuyordu. Tek ses diyorum çünkü 7 kișinin olduğu bu odada ölüm sessizliği vardı.
Bizim bildiğimize göre Zeliha Melike ile en son saat 13.00'da görüșmüștü. Șu an saat 8'e yakındı. Neredeyse 7 saattir Zeliha'dan haber alamıyorduk.
Saatlerdir bu odadaydık ve kimseden çıt çıkmıyordu. Begüm odanın bir köșesinde oturmuș, bacaklarını kendine çekerek kollarını bacaklarına dolamıștı. Buğra'da aynı pozisyonda onun yanında oturuyordu. Bir șeyler konușuyorlardı ama duyulmuyordu.
Caner ve Melike Zeliș'in yatağında oturuyorlardı. Caner kollarını dizlerine yaslamıș, öne doğru eğilmiști. Stresten bacağı titreyip duruyordu ve gözleri kıpkırmızıydı. Melike ise onun koluna sarılmıș ve yanağını onun omzuna koymuștu.
Batıcan balkona sigara içmeye çıkmıștı. Talha ise çoktan çıkıp gitmiști. Burada durmanın tam bir saçmalık olduğunu savunup durmuștu. Çağrı onu engellemeye çalıșmıștı fakat bașaramamıștı.
Çağrı... O ise benim yatağımın yanındaki duvara yaslanmıș öylece yeri izliyordu. Kollarını önünde bağlamıș ve omzunu duvara yaslayarak dengesini sağlamıștı.
Bense öylece ayakta dikiliyordum. Boșlukta. Herkesin aksine bir yere dayanmıyordum çünkü bir dayanağı hak etmiyordum. Burada bir suçlu var ise o kiși bendim. Bu odada stres yașayan herkesin sorumlusu bendim. Ve eğer Zeliș'te benim yüzümden zarar görürse...
"7 saat oldu." dedi Caner, boșluğa bakmaya devam etti. Sessizliği bozmasıyla herkesin bakıșları ona döndü. "7 saat oldu ve ben hala kardeșimden bir haber alamıyorum." ellerini sertçe saçlarına daldırdı ve karıștırdı.
Sonrasında "Yok ben dayanamayacağım," diyerek hızla ayaklandı. Kapıya doğru hareketlenmiști ki Melike "Nereye?" diye sordu. Durmadan "Polise!" diye onu yanıtladı. Eli kapı koluna gitti fakat Çağrı'nın "Henüz bir gün bile olmadı, bir șey yapamazlar." demesiyle durdu. Yavașça ona doğru döndü.
Kașlarını çatmıș ve birkaç adım onun üzerine yürümüștü. "Ne yapayım sen söyle o zaman? Bir günün dolmasını mı bekleyeyim? Belki kardeșim șu an can çekișiyor ve ben bir șey yapmak yerine bir günün dolmasını mı bekleyeyim!" sonlara doğru sesi yükselmiș ve bağırmaya bașlamıștı.
"N'oluyor burada?" diyerek Batıcan içeri girdi fakat kimse onu takmadı. Çağrı istifini bozmadan üzerine doğru öfkeyle gelen Caner'e bakıyordu. Caner "Ha, söylesene!" diye bağırdı ve duvara sert bir yumruk attı. Ardından yumruklarını tekrarladı.
Buğra "Hop hop," diyerek ayaklandı fakat Caner devam etti. Eli ve duvar kan içinde kalmıștı. Buğra onun kolunu tutmaya çalıștı ama Caner'in cüssesinden midir nedir bașaramadı.
Caner en sonunda durduğunda tekrar Çağrı'ya döndü ve bana bakmadan parmağıyla beni ișaret etti. "Benim kardeșim senin sevgilin yüzünden kaçırıldı ve sen utanmadan bana akıl mı veriyorsun!" duvara bir yumruk daha indirdi. "Șu aptal yüzünden benim kardeșim ortada yok! Sen bana akıl mı veriyorsun? Ayrıca senin burada ne ișin var ya? Sevgiline zarar veririm diye mi buradasın, eğer o yüzden buradaysan haklı bir sebep çünkü bu aptal ölmeyi hak ediyor!"
Her bir cümlesi banaydı. Bir șey demedim. Karșı çıkmadım çünkü haklıydı. Bir șey demedim çünü hak ediyordum. Fakat Çağrı benim gibi tepkisiz kalamadı ve dakikalardır yaslı olduğu duvardan çekilerek öfkeyle Caner'in yakasına yapıștı. Onu sarsarken "Sözlerine dikkat et lan!" diye bağırdı.
Caner'de aynı öfkeli ifadesi ile ona bakıyordu. İkisi de birbirine öldürecek gibi bakıyordu ve ben Caner'in bir yüzüyle daha tanıșmıș oldum. Sevdiği birisine zarar gelme düșüncesi bile onu bambașka biri yapıyordu.
Melike ağlayarak bir köșede olanları izliyordu. Benim de gözümden bir damla yaș süzüldüğü sırada "Çağrı bırak," dedim. Çağrı bırakmadı. Ardından acıyla fısıldadım. "Lütfen." Çağrı Caner'in yakasını bırakmadı ama ağır hareketlerde bașını bana çevirdi. Bakıșları en çok gözlerimde oyalandı ve çatık kașları mümkünmüș gibi daha da çatıldı.
"Sana daha önce de söyledim." dedi dișlerini sıkarak. Gözlerime baktıkça sanki daha da öfkeleniyordu. "Benim hayat bulduğum mavilikleri dolduran her ne ise onun eceli olurum." ve Caner'in yüzüne sert bir yumruk geçirdi.
"Sebebi her ne ise!" diye Caner'e doğru bağırdı ve bir yumruk daha attı. Sonra Caner ayaklandı ve bu sefer o Çağrı'ya bir yumruk geçirdi. "Çağrı!" diye ciyaklayarak onu tutmak için ileri atıldım ve aynı șekilde Buğra Caner'i tutmak için hareketlendi.
Sessiz dediğim ortam bir anda mahșer yerine döndü. Melike bir köșede ağlıyor ve Begüm tedirgince olanları izliyordu. Batıcan ve Buğra Caner'i tutuyordu ve ben de Çağrı'yı tutuyordum. Onun bakıșları beni bulmuyordu çünkü öfkeli bakıșlarının hedefi Caner'di.
Aramızdaki boy farkından dolayı bașımı kaldırıp ona baktım. Alnım burnuna denk geliyordu. Gözümden bir yaș daha aktığı sırada "Lütfen," diye fısıldadım ve kollarımı ona doladım. Bir an için vücudu kasıldı. Eğildiğim için bașım kalbine geliyordu. Kalbi çok hızlı atıyordu.
"Lütfen dur. Yalvarırım dur. Olanları görmüyor musun? O iyi değil, kimse iyi değil. Bu ortamda alakası olmayan tek kiși sensin ve hiç olgunca davranmıyorsun." fısıldayarak dediklerimi sadece ikimiz duyuyorduk. Canerlere sırtım dönük olduğu için ne yaptıklarını göremiyordum.
Sırtımda onun ellerini hissettim. Çenesini kafamın yanına koydu. Dönüp te ona bakmadım. Bakarsam göz göze gelirdik. Fazla yakınımdaydı. Görmesem bile hissediyordum. Yutkundum. Ilık ılık terliyordum. Yüzüme ılık nefesi çarpıyordu.
Sonra birden "Özür dilerim," diye fısıldadı ve alnıma bir öpücük kondurdu. Ardından bir daha öptü ve bir tane daha. "Düșünemedim."
Burnumu çekerken "Tam bir aptalsın." dedim. Tamamen tüm samimiyetimle söylemiștim bu yüzden alınabilirdi. Fakat onun yerine kıkırdadı. Genizden gelen sesi içimi bir hoș etti. "Daha önce söylediğim gibi. Sadece senin yanında ve konu sen olunca."
Gülmek istedim ama olmadı. Gözümden bir damla yaș daha süzülürken burnumu çektim. "Gidelim mi buradan?" diyen sesini duyduğumda ilk birkaç saniye tepki vermedim. Sonrasında bașımı așağı yukarı sallayarak onu onayladım.
Sırtımdaki ellerini çekti,ben de belindeki kollarımı çektim. Islak gözlerimi kaldırıp ona baktığımda onun zaten bana baktığını gördüm. Dudağına hafif bir tebessüm yerleștirdi. Ellerini yanaklarıma koydu ve baș barmağıyla göz altımdaki yașları sildi. O ciddiyetle bunları yaparken titrek bakıșlarla onu izledim.
"Söz veriyorum," dedi sonunda bakıșlarını bana çevirebildiğinde. "Her șey düzelecek. Söz veriyorum Mavi, kalp çağrın olarak sana söz veriyorum."
Çağrı ile deniz kenarına gelmiștik. Ayağımın altında ezilen kumlar çıtırdıyormuș gibi bir ses çıkarıyordu. Hava artık iyice kararmıștı ve tepemizdeki dolunay denize yansıyordu.
Bașka zaman olsa büyüleneceğim bir andı fakat șu an her șey boștu. Cebimde titreyen telefonumla Çağrı'nın elini bıraktım ve arka cebimdeki telefonuma uzandım. Ekranda yazan annem arıyor... Yazısıyla sıkıntılı bir nefes verdim. Telefonu sessize aldım.
Ne yaptığımı gören Çağrı "Onunla hiç konușmayacak mısın?" diye sordu. Ekranda ısrarla yazan yazıdan bakıșlarımı çekmeden "Evet." dedim. Bu konuda kararlıydım. "Belki bana acımasız diyeceksin," derken bakıșlarımı kapanan telefondan çekip ona çevirdim. Dikkatle beni dinliyordu. "O ne olursa olsun senin annen, diyeceksin ama kırgınım Çağrı. Annemin babama ve bana olan ihanetine çok kırgınım."
Ağır ağır bașını salladı, bir șey demedi. Beni anladığını düșünüyordum. Ne de olsa o benim kalp çağrımdı.
Belki saatlerdir konușmadığımız konuyu artık açtım. Korkmanın bir anlamı yoktu. "Zeliha nerede sence?" bakıșları bendeyken yutkundu. Bu konuyu açmama șașırmıș olmalıydı. "Senin bir suçun yok." dedi kaskatı olmuș bir șekilde.
"Biliyorum," dedim ve hafif bir tebessümle ona baktım. "Bildiğini de biliyorum. Ve teșekkür ederim."
"Nerede bilmiyorum." dedi bir önceki soruma cevap vererek.
"Peki sence iyi mi?" yutkundum. Aksi bir durum söz konusu olmamalıydı. Ne olursa olsun iyi olmak zorundaydı.
"Bilmiyorum." dedi tekrar. Yüzüm düștü. Ellerini yanaklarıma koydu ve bașımı kaldırdı. Gözlerim onun elalarıyla buluștu. "Ama iyidir."
"İyidir değil mi," diye sordum saf bir çocuk gibi. Gözlerinden bir an için bir ifade geçti. O ifadeyi yakaladım fakat neden olduğunu anlayamadım. Pișman gibi bakıyordu. Bir șeyin pișmanlığında gibi. Belki de yanlıș görmüștüm çünkü kafam çok karıșıktı.
"Çağrı o da benim yüzümden zarar görürse," diyordum ki beni susturdu. "Öyle bir șey olmayacak." dedi kararlı ve kendinden emin bir sesle. Bilmediği bir durum için bu kadar net konușmamalıydı.
Onu dinlemedim ve devam ettim. "O da benim yüzümden zarar görüse bu sefer katilimin ayağına kendim giderim."
Sözlerimin hepsi sanki onu delip geçti. Gözlerini yumdu ve bașı așağı düștü. Onda garip olan bir șey vardı. Dudakları aralandı sonra geri kapadı. Yutkundu. Bir șey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi.
"Mavi," dedi fakat aynı anda benim "Çağrı," dememle seslerimiz birbirine karıștı. Onun elalarına baktım. O da benim mavilerime gömüldü.
"Bir șey mi söyleyeceksin?" diye sordu saniyeler dakikaya dönüștüğü sırada. Bașımı iki yana sallarken "Hayır," dedim.
Sonra "Sen bir șey söyleyecek misin?" diye sordum. Gözlerime bakmaya devam etti. Kesinlikle bir șey söyleyecekti. Ama o da beni taklit ederek kafasını iki yana salladı. "Hayır."
Bana yalan söylediğini biliyordum. Gözlerimi çekmeden gözlerine bakmaya devam ettim. Her yalan söyleyen insan gibi yoğun bakıșlara dayanamadı ve gözlerini kaçırdı.
"Çağrı," dedim ve bașımı eğerek ona bakmaya çalıștım ama iki adım geri çıktı. "Mavi lütfen sorgulama. Bir șey yok tamam mı, lütfen üzerime gelme." hızlı hızlı konușuyor ve asla benimle göz teması kurmuyordu.
"Bir șey var değil mi, bir șey biliyorsun." beni inkar etmesini bekledim ama bir șey demedi. Dolan gözümden bir yaș aktı. Uzun zamandır bu kadar ağladığımı hatırlamıyordum.
Ona bakmaya devam ettim. O ise bana bakmamaya. Tepemizde uçușan martıların sesi sinir bozucuydu. Aramızda yașanan gergin sessizlik saniyelerden dakikalara dönüșürken havada bir bildirim sesi çınladı.
Ona bakmaya devam ettim ama bildirim sesi kendini tekrarlayınca cebime yerleștirdiğim telefonuma uzandım. Ekranı açtığımda gördüğüm șeyle derince yutkundum.
Gizlenmiș bir numaradan bir fotoğraf geldi. Fotoğrafta ekranı kendine çevirmiș, kar maskeli bir adam vardı. Sadece ela gözleri kendini net bir șekilde gösteriyordu. Dudakları görünmüyordu fakat gülümsemesi belli oluyordu. Ekrana gülümsüyordu.1
Bakıșlarım arkasına kaydı. Ve gördüğüm șeyle dudaklarımdan hafif bir çığlık kaçtı. Kırmızı, deri koltukta cenin pozisyonunda yatan kiși kesinlikle Zeliș'ti. Bacaklarını karnına kadar çekmiș ve ellerini yanağının altına koymuștu. Bakır renkli saçları yüzünü gizliyordu ama o olduğunu anlamam için yüzünü görmeme gerek yoktu. Bir anda dizimin bağı çözüldü ve yere çöktüm. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya bașladığım sırada Çağrı yanıma koșuyordu.
Üstten bir bildirim gelince bulanık gören gözlerimle o bildirime zorlukla tıkladım.
Bilinmeyen numara: Evime gelen misafire de bir bak sevgilim.
Bilinmeyen numara: Bu aralar evime fazla misafir uğruyor. Çok iyi bir ev sahibiyim :)
Bilinmeyen numara: Sen ne dersin?
Üstten mesaj geldikçe ağlamam șiddetleniyordu. Ben yerde çökmüș bir halde otururken Çağrı sertçe elimdeki telefonu aldı. Numarayı aramayı denedi ama gizli numara olduğu için arayamadı. Sinirli bir küfür savurdu.
Aynı anda bir mesaj daha düștü ekrana. Çağrı sesli bir șekilde mesajı okudu. "Misafirine iyi bakacağım. Merak etme sevgilim? Yamaç parașütünden daha iyilerine layık çünkü o da senin gibi çok güzel." ağlamam șiddetlenirken Çağrı susarak yutkundu.
En sonunda ise sertçe ayağının altındaki kumlara bir tekme savurdu. Ve sertçe kumların üzerinde tepinmeye bașladı. "Bu kadar olmaz! Bu kadarı fazla!" diye bağırdı sessiz gecenin içinde. Birkaç kiși bize döndü ama ikimizin de umrunda değildi.
"Çağ-Çağrı," dedim kekeleyerek. Oturduğum yerde sesli șekilde iç çektim. "Ona da zarar vere- verecek. Ça-Çağrı benim yü-yüzümden Zeliș zarar görecek."
Çağrı bir șey demedi çünkü bu sefer söz vermenin anlamsız olduğunu o da biliyordu.
Nasıldı bölüm? Düșüncelerinizi buraya alayım.
Hangi șarkıyı dinlediniz bakim 🫠
Bir sonraki bölümde görüșmek üzere kendinize iyi bakın.🫶
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.34k Okunma |
715 Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |