40. Bölüm

37. SEZON FİNALİ

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

2 ay sonra herkese tekrar selam güzellerim. Özlediniz mi beni? Ben özledim.

 

Daha iyi misin diyecek olursanız hayır değilim ama o gelen güzel mesajlarınız bana öyle bir motivasyon verdi ki yazacaksın dedim kendime.

 

Hepiniz iyi ki varsınız.

 

Sezon finali ile karşınızdayım. O zaman size iyi okumalar.

🎶 Manifest - Outro🎶

 

🎶Ezhel - Ağla🎶

 

🎶Manifest - Durma🎶

 

🎶Adamlar - Sarılırım Birine🎶

 

🎶Gülay - Cesaretin Var Mı Aşka🎶

 

________

 

SEZON FİNALİ.

 

Ekin'den...

 

Arkın'ın güneş gözlüğü ardına gizlenen gözleri akıp giden yola odaklanmışken iki eli sıkıca direksiyonu kavramıştı. Bense oldukça boş ve kızarık olduğuna emin olduğum gözlerimle amaçsızce pencereden dışarı bakıyordum.

 

Bugün için çok beklediğini ve çok heyecanlı olduğunu yolculuğun başlarında anlatmıştı. Bu falez onun için hep var olmuş ama beni gördüğünden beri bir isme sahip olmuş.

 

Çok yaşa imparator Arkın!

 

Hikayenin devamı ise orada ortaya çıkacakmış, öyle söylemişti. Bugün adına benim için özel bir kıyafet bile hazırlamıştı imparator hazretleri.

 

Üzerimde beyaz bir gömlek vardı. Tüm düğmeleri sonuna kadar iliklemiş olsam da üstten ilk üç tanesini açık bırakmam adına beni zorlamıştı. Bu kıyafetleri giymeye zorladığı gibi.

 

Altımda ise sıradan kot bir şort vardı. Oldukça gündelik ve sıradan bir kombindi fakat onun karşısında böyle durmak yalnızca midemi bulandırıyordu. Çıplakmış gibi hissediyordum.

 

Arada beni süzen bakışlarının farkındaydım.

 

Düşünmemek için gözlerimi kapatıp kendimi karanlığa hapsettim. Ama olmadı. Anılar daha çok gözümün önüne geldi. Yanağımda günler öncesinde kalan bir sızı hissettim.

 

Aklıma annemi getirdim bir an için. Onun adına ne kadar ağır konuşmuş olsam da içimdeki çocuğun dudakları büzüldü. Ölümle burun buruna geldiğim bu son günlerde ona karşı ne kırgınlığım kalmıştı ne de öfkem. Sadece onun huzur kokan kollarına sarılmak istiyordum.

 

Küçükken babam öldükten sonra da hep o sarılmıştı bana. En çok o öpmüştü saçlarımı. En çok o güldürmüştü. Benim için hastaneden çok fazla izin almıştı hatta bir süre hiç gitmemişti bile. Sonrasında tekrar atama yapmak zorunda kalmıştı.

 

O benim için bu kadar şey yapmışken ben nasıl tek bir hatasında onu terk etmek isterdim, nasıl silip atardım?

 

Bir yandan uzman doktordu, bir yandan eşini kaybetmiş bir anneydi. Tek başına çocuk büyütmek zordu ama o beni bu yaşıma kadar bir şeyimi eksik etmeden büyütmüştü.

 

Allah izin verirse ve buradan kazasız bir şekilde çıkabilirsem ilk gideceğim yer onun benim için hala sıcak olduğunu umduğum kolları olacaktı.

 

Üniversitem içinse kararım netti. Küçükken babam gibi polis olmak isterdim. Onun izinden gitmek isterdim, bu yüzdendi koca bir Arka Sokaklar dizisini bitirmem.

 

Büyüdükçe annemin çabasına daha çok tanık olmuştum. Onunla içten içe hep gurur duymuştum. Sonra karar değiştirmiştim, annem gibi doktor olacaktım. Onun gibi çok güçlü olacaktım.

 

Lisede daha çok farkındalığım oluşmuştu. Kendimi sadece derslere kapamıştım. Yamaç konusu ise tamamen anlık bir hataydı.

 

Gözümün önüne gelen anı silüeti ile irkildim. Bunu diyeceğim aklıma gelmezdi ama olur da her şey düzelirse Yamaç'a bile sarılmak istiyordum. Hala arkadaş kalabilirdik belki.

 

Deniz ile aramdaki buzları da eritirdim. Benim gerçek bir kardeşim yoktu ama 4 yıldır olan iki kız kardeşim vardı. Deniz son olanlardan sonra beni ne kadar kırmış olsa da hemen atamıyordum işte. En azından başkaları gibi beni sırtımdan bıçaklamamıştı.

 

O başkaları Çağrı'dan başkası değildi.

 

Aklıma gelmesiyle içimde azıcık da olsa bir öfke belirmesini bekledim ama yoktu. Ona olan kalp kırgınlığım geçecek gibi değildi ama o an için sadece ona olan aşkım belirdi içimde.

 

Biliyordum, aptallıktı. Bana ihanet eden birisine hala aşık kalabiliyordum. Hala ona karşı bir sevgi vardı içimde. Aşk insanı tam bir aptala çevirebiliyordu.

 

Zaten aptallığım için bunları yaşamıyor muydum ben?

 

Yine de son defa da olsa elalarına dalıp gitmeyi isterdim. Dudaklarını öpmek, sıkı sıkı sarılmak isterdim. Bir kez daha benim için şarkı söylediğini duymak, her zaman gittiğimiz kayalıklarda başımı omzuna yaslayarak güneşi seyretmek isterdim.

 

Çıplak tenimde hissettiğim soğuklukla hızla yol boyu kapalı olan gözlerimi açtım. Ani yaptığım bu hareket başımı döndürse de umursamadım.

 

Arkın'ı gördüğümde tüm düşüncelerimin bir hayalden ibaret olduğunu fark ettim. Hayal dünyamdan sıyrılıp gerçek zamana dönmek tüm vücudumu sersemletse de hızla adapte olmaya çalıştım.

 

Araba durmuştu. Belki dakiklar geçmişti. Fark etmemiştim. Kafamda kurduğum küçük ama mutlu dünyam o kadar güzeldi ki etkisinden kurtulamamıştım.

 

"Sevgilim," diyen Arkın'ın bakışlarının dudaklarımda olduğunu fark ettiğimde bocaladım. Sonradan fark ettiğim şeyle ise o görmese de tırnağımı etime geçirdim. Ne zamandır orada olduğunu fark etmediğim tebessümümü hızla yok ettim.

 

Bakışları hemen beni buldu. Midem bulandı.

 

Uzun sayılabilecek ve midemin daha çok bulanabileceği bir süre gözlerimin içine baktı. Bense sırf gururumdan bakışlarımı kaçırmadım ama rahatsız olmaya başlıyordum. En sonunda dayanamadım ve gözlerimi önüme çevirdim.

 

Gördüğüm manzara karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim. "Geldik," diyen sesini işittiğimde bile ona bakmadım. Arabadan indi. Kapımı açma nezaketinde bulundu. İndim hemen.

 

Daha önce birçok faleze şahit olmuştum ama bu başka bir şeydi. Güneş'in batmasına belki dakikalar kalmıştı ve gökyüzünde kırmızı ile turuncunun kesiştiği bir renk vardı.

 

Denizin kayalara çarpan dalga seslerini rahatlıkla duyabiliyordum. Ayağımın altında ezilen toprak sesleri bile beynimde yankılanıyordu. Saçımda hissettiğim hareketlilikle gözlerimi kapadım. Ensemde topladığım saçlarımın arasından tokayı sıyırıp çıkarmıştı.

 

Rüzgar tenimi gıdıklıyordu ve bu hareketiyle saçlarımı da dalgalandırmıştı. Bakışlarımı ona çevirdim. Gördüğüm yüz benim öküzüme aitti. Hayali gördüğüm yüz bana gülümsedi. Ben de aynı şekilde ona gülümsedim. Günler sonra gördüğüm yüzüyle bakışlarım bulanıklaştı.

 

Sonra birden görüntü silindi. Onun yerine bir katilin yüzü belirdi. Ona gülümsediğimi zannetmiş olacak ki yüzünde bariz görünen bir şaşkınlık vardı. Dolan gözlerime baktı. Şaşkınlığı katlandı.

 

Hızla gülüşümü yüzümden sildim ve önüme döndüm. Gözlerimdeki yaşları geri yolladım. Konuşmaması adına içimden sayısız dua etmiş olsam da sesini duymak zorunda kaldım.

 

"Bana gülümsedin," sesinde hala şaşkın olduğuna dair bir uyuşukluk vardı. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Yanlış anladın, desem sorgular ve tek bir kanıya ulaşması kaçınılmaz olurdu.

 

Evet, desem bunun da bir yalan olduğunu anlardı. Bu yüzden sessiz kalmayı tercih ettim. O da başka bir şey demedi. Belki de benimle aynı şeyi düşünmüştü ve bu yüzden sessiz kalarak kendi inanmak istediği şeye inanmayı seçmişti.

 

Avuç içimde hissettiğim soğuklukla gözlerim onu buldu. Tenime yaydığı tek şey soğuktu. Vücudumu ve kalbimi üşütüyordu. Asla onun gibi değildi. Çağrı'nın kalbimi sıcacık etmesi için bana dokunmasına bile gerek yoktu. Tek bir bakışı dahi bunun için yeterliydi.

 

Bana gülümsedi. Onun gülümsemesi bile soğuktu. Belki buradan kurtulursam aklıma onunla ilgili gelen ilk şey bu olacaktı. Soğuk.

 

"Gel, sevgilim." dedi sadece ve bir şey dememi beklemeden kıyıya doğru ilerledi. Hala elimi bırakmaması ise peşinden beni sürüklemesine neden olmuştu.

 

 

___&&___

 

Çağrı'dan...

 

Bazen cidden ağız dolusu sövmek istiyordum. Hayatın bana sunduğu seçeneklere, kendime, olanlara.

 

Öğle vakitlerinde gittiğimiz kulübede geçirdiğimiz zamanın üzerinden saatler geçmiş, gökyüzü rengine kırmızı ve turuncu tonlarını da eklemişti.

 

Kaan polislerin bizimle gelmesini istememişti. Bu iş artık onlar için bir görev niteliği taşıyan polisler ise haklı olarak gitmek istememişti.

 

Kaan ise onların gelmemesi konusunda epey diretmişti. Onları ikna edemeyeceğini gördügünde ise bana dönmüş ve "Orayı bilen tek kişi benim. Sevgilini kurtarmak istiyorsan onları gönder, yoksa ben yokum!" diye bağırmıştı.

 

Beni zorda bıraktığının farkında bile değildi. Bu durumda bile beni değil, o herifi düşünüyordu. Ne yapacaktı ki, kaçmasını mı sağlayacaktı?

 

Fakat bilmediği bir şey vardı. O şey de Salih abilerin bizi birkaç metre öteden izliyor olacağıydı. Tabii ki koca polis memurunu benim iki lafım ikna etmemişti. Ben de Kaan görmeden kulağına Kaan fark etmeden bizi takip etmelerini söylemiştim. İstese buna da karşı gelip tepe tepe Kaan'ı oraya götürtürdü ama beni dinlemeyi tercih etmişti. Bunun için ona hep minnet duyacaktım.

 

Kaan'ın da gözüyle görmesi adına Salih abileri şehre geri bırakmıştık. Kaan Bey eve de uğramıştı. İçeride ne yaptıysa artık Kaan hazretleri!

 

Üstüne üstlük tarif ettiği yol ağaç evden kat kat daha uzaktaydı. Bir saatten fazladır yoldaydık ve ancak yakınlaşıyorduk. Hava kararmıştı anasını satayım!

 

Beyefendi yanımda sessizce otururken ben onun kadar sessiz değildim. "Şu hale bak. Bir haftadır sevdiğim kız ortara yok, bey efendinin keyfine kaldık!"

 

Sessiz kaldı. "Hiç abin olduğuma aldanma, onun kılına zarar geldiyse ilk önce o çok sevdiğin kuzenini öldürürüm sonra seni ilmek ilmek si," sinirle gözlerimi yumarken dilimi ısırdım. "Tövbe tövbe"

 

Ben öfkemi belli etmekten çekinmezken o yine sessiz kalmayı tercih etti. Sessizlik içerisinde geçen birkaç dakikanın ardından önümüzdeki üçe ayrılan yolda "Sağa," diyerek beni yönlendirdi. Dediğini yapıp direksiyonu kırdığımda bir süre daha asfalt yolda ilerledik. Bir dağ yoluna girdik sonra. Toprak arazide ilerlerken yolda ilerleyen tek araç bizimdi.

 

Toprak tepeler ve çalıların ardında kalan deniz kendini bir gizliyor bir açığa çıkarıyordu. O hayatıma girdiğinden beri maviye karşı ayrı bir sevgim vardı. O yokken göğe bakamazdım. Şu an ise yarısı turuncuya boyanmış gökyüzüne bakmadan duramıyordum. O yokken denizden korkardım. Çalıştığım kafenin -bize ait olan- büyük camları özellikle denize bakıyor olmasına rağmen gözlerimi oraya değdirmemeye gayret ederdim.

 

Takıntılı derecede bir korku yoktu içimde. Ayağıma temas etmesine izin verirdim suyun. Mavi geldiğinden beri ise en sevdiğim aktiviteydi denizi seyretmek.

 

Zihnime düşen bir çift mavilikle genzimin yandığını hissettim. Ona yaşattıklarım en çok benim canımı yakıyordu. Benim yüzümden bunları yaşıyordu. Onu koruyamamıştım. Aksine peşinde takıntılı bir pislik varken bile ona bunu söyleyememiştim.

 

Halbuki o en çok benim yanımda ağlamıştı. İçini en çok bana dökmüştü. Canının yandığını en çok ben hissetmiştim.

 

Yanan gözlerimden yaşlar düşmek için beni zorluyordu. Direndim. Gözlerim de tıpkı genzim gibi yandı. Onu oradan kurtardığımda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkındaydım. Umrumda değildi. İyi olduğunu görsem yeterdi. İsterse beni Büyükada'nın serin sularına gömsündü, gıkım çıkmazdı.

 

Ama her şeye rağmen bencil bir yanım kulağıma fısıldayıp duruyordu. Hakkı olmasına rağmen bana öfkeyle bakmasına dayanamazdım. Nefes alma fırsatını bana veren o maviliklere hırçın dalgalar eklenmemeliydi.

 

Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimi geri itelemeye çalıştım. Direksiyonu sıktığımı fark ettiğimde ellerimi gevşettim. Çok kısa bir an gözlerimi kapattım. Gerçekten çok kısa bir andı. Yol boyunca gıkı çıkmayan Kaan bir anda "Dur!" diye bağırınca gözlerimi anında açtım ve frene yüklendim. Araba aniden durduğu için etrafımızı küçük bir toz bulutu doldurdu.

 

Pencereleri kapatırken bir yandan da öksürmeden duramadım. Ters bakışlarımı Kaan'a çevirdiğimde onun tam karşımıza baktığını gördüm. Kaşlarım çatılırken bakışlarını takip ederek baktığı yere baktım.

 

O an gördüğüm şeyle tüm ifadem yumuşadı.

 

Uzaktaydı, onu küçücük göreceğim kadar uzağımdaydı ama ben sanki onun kokusunu hissettim. Genzim yandı. Kalp ritmim beni şaşırtmayarak şaha kalktı. Öyle çok özlemiştim ki...

 

Ekin, yani Mavi karşımdaydı.

 

Kilometrelerce uzaktaydı belki ama ben anlamıştım. Sırtı bana dönüktü ama biliyordum, bu oydu. Mavi, Mavi'm buradaydı.

 

Dolu gözlerimle kardeşime döndüğümde bakışları beni buldu. Yüzümdeki mutluluğa bir an bocaladığını gördüm ama umursayamayacağım kadar mutluydum.

 

"Kaan gördün, değil mi? Doğru görüyorum ben. Rüya değil değil mi? Hı? O Mavi değil mi? Hayal görmüyorum ben. Sen de görüyorsun, değil mi?" elimi kolumu nereye koyacağımı bilemezken sağ yanağıma doğru bir yaş süzüldü. Şaşkın şaşkın sırıtırken gözlerimden etrafa kalp attığımı hissediyordum.

 

Kaan yutkundu. Ona daha fazla bakmadan tekrar önüme döndüm. Bu kez gördüğüm şeyle gülüşüm ve tüm neşem balon gibi söndü. Dişlerimi sıkarken bu kez o kadar da mutlu değildim. "Öldüreceğim," diye adeta dişlerimi gıcırdatarak mırıldandım.

 

Kaan bunu duysa da bir şey demedi.

 

Arkın olacak o piç kurusu Ekin'in bileğinden kavramıştı. Yanındaki pisliğe döndü kurban olduğum. Yüzünü daha net görmüş oldum. Mutsuzdu. Buradan bile seçebileceğim kadar mutsuz ve umutsuzdu.

 

Bilmiyordu, görmüyordu ama ben tam arkasındaydım. Yalnız değildi. Öyle olduğunu düşünüyordu ama yanağına süzülecek tek bir damla yaşla hemen yanında biterdim.

 

Arkın ona bir şeyler söyledi. O ise tüm ifadesizliği ile ona bakıyordu. Kafasını belli belirsiz salladığında bize arkalarını döndüler. O, Ekin'in bileğini tutmaya devam etti. Ekin ise zorla götürülen bir kız çocuğu gibiydi.

 

O pisliğin yanına öyle masum duruyordu ki.

 

Hala dişlerimi sıktığımı gören kardeşim "Tamam, sakin ol. Şimdi yavaşça onlara yaklaşacağız. Önce bir plan yap," demesine fırsat tanımadan arabadan indim ve kapının kırılma ihtimalini düşünmeden sertçe kapattım.

 

Adımlarım yere öyle sert basıyordu ki toprakta izi çıktığına emindim. Bir falezdeydik. Daha doğrusu onlar tam olarak falezin üzerindeydi. Ama buradan bile kayalara vuran dalga seslerini duyabiliyordum.

 

"Çağrı, dur, n'apıyorsun? Plan bu değildi!" kapanan kapının sesiyle peşimden geldiğini anladım. Nefes nefese bir şekilde arkamdan gelirken hala aynı şeyleri söylüyordu. Panik atak geçirecek diye korktum bir an. Bir bayılmadığı kalmıştı.

 

Talha salağı olsa çoktan bayılmıştı, diye içimden geçirdim bir an.

 

"Abi birazcık öfkeli gibisin. Yanlış bir şey yapmasan mı acaba? Bak senin için diyorum." panik olunca bu kadar konuşması hiç normal değildi. Onun aksine çok net bir cümle kurdum: "Korkuyorsan siktir git arabada bekle."

 

Beni dinlemedi aksine daha çok konuştu. "Abi bir dursan, bir şeyler düşünsek," lafını böldüm. Onlara yaklaştıkça adımlarım yavaşladı. Sırtları hala bize dönüktü. "Adam sanki seri katil amına koyayım. Ne bu korku? Paçandan bir sıcaklık akarsa hiç şaşırmayacağım."

 

Onun gibi ben de Arkın'ın geçmişini biliyordum. Gittiği akıl hastanesinde iki kişiyi yaralamıştı. Hayır, ciddi anlamda yaralamıştı. Sırf yemekte birisinden tuz istediği ve o kişide tuzu ona uzatmadığı için gece gizlice odasına girmişti. Yemekhaneden çaldığı bıçakla adamın iki elini de kullanılamaz hale getirmişti.

 

Üstüne üstlük bir kişiyi de öldürmüştü. Akıl sağlığı raporu nedeniyle hapse alınmamıştı. Ama kaldığı hastane aceleyle tedavisinin bittiğini söyleyerek onu yaka paça taburcu etmişti. O aslına hiç iyileşmemişti.

 

Bu duruma gelmesindeki sebep ise bir zamanlar her türlü uyuşturucuyu denemiş olmasıydı. Hala içiyor muydu bilmiyordum.

 

Yani sevgilim bir akıl hastası ile birlikteydi.

 

Birazdan olmayacaktı. Bunun için üzülemeyecektim.

 

Onların geldiği arabanın arkasına eğildiğimde Kaan hala tepemde söyleniyordu. Onlara ne kadar yaklaştığımızı fark edememişti geri zekalı. Kedi gibi ensesinden kavradığım gibi başına yere eğdim. Diğer elimle de hiç sevecen olmayan bir şekilde ağzını kapattım. Kelimeleri boğuklaşarak yok oldu.

 

Kafasını kaldırıp yandan onlara baktı. Sadece birkaç metre uzağımızda olduklarını görünce dehşet bir ifadeyle geri sindi. Elleriyle kafasını kavrarken ileri geri sallandı. "Sıçtık, sıçtık," diye aynı şeyi tekrarlayıp durdu.

 

Biraz daha konuşursa cidden sıçacaktım o ağzına. Bu mesafeden ne konuştuklarını duyabiliyordum ama dalga sesi işimi bir tık zorlaştırıyordu. "Sevdin mi?" diyordu o lanet olası sesi. Mavi'nin sesine odaklanmaya çalıştım. Kayalara vuran su seslerini ve yanımda hala aynı şeyleri söyleyen kardeşimi umursamazsam odaklanabilirdim.

 

"Güzel," demişti sadece. Ya da ben sadece orayı duyabilmiştim. Günler sonra duyduğum sesiyle kalbimde bir ağırlık hissettim. Bir an için gözlerimi kapattım. Burnumun direği sızlıyor, genzim yanıyordu. Avuç içlerim onun tenine dokunmak için karıncalanıyordu.

 

"Seveceğini biliyordum, sevgilim. Burayı benim için özel kılan şey sensin." diyen Arkın'ın sesini duymamla gözlerimi açtım. "Defne Falezi, bence Dünyanın Yedi Harikası arasına girebilecek bir yer." komik bir şey söylemiş gibi gülen tek kişi kendisiydi.

 

Kafamı daha çok kaldırıp ona baktım. Mavi'nin gözlerinde gördüğüm kederle içim parçalandı. Gözlerim titredi. Sanki göğsüme bir taş oturdu.

 

Gözlerini kapadı çok geçmeden. Yüzü Arkın'a döndü. Arkın'ın fırsattan istifade ona yaklaştığını gördüm. Fakat Mavi hızla gözlerini açtı. O da ifadesini toplayarak gülümsedi.

 

Sessizlikle geçen birkaç saniyenin arkasından "Hala onu mu düşünüyorsun?" diye sordu. Sanki Mavi'nin bakışları dalgalandı. Ama kafasını iki yana sallayarak onu reddetti. "Hayır."

 

Yalan söylüyordu. Beni düşünüyordu. "Onu artık sevmiyor olman çok doğru bir karar sevgilim. Sen çok zeki birisin."

 

"Sevgilim diyen dilini," diye ağzımın içinde homurdandım. "Öyle, değil mi?" diyen Arkın ile bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Söyleyeceği şeyi tahmin etmeme rağmen kalbimdeki sızıya engel olamıyordum. Sevmiyorum, diyecekti. Başka seçeneği yoktu ama bile bile kalbimin acımasına izin verdim.

 

"Ne duymak istiyorsun Arkın? Duymak hoşuna mı gidiyor? Sevmiyorum onu. İhanet eden birisini nasıl sevebilirsin?"

 

"Sen de bana çok fazla ihanet ettin sevgilim. Ama bak, ben hala seni seviyorum."

 

Başını iki yana salladı Mavi. "Bana güveniyor musun?" Arkın sessiz kaldı. Bir cevap vermemesi cevabını ortaya koyuyordu. Mavi'nin dudaklarında buruk bir tebessüm oluştuğunu gördüm. Bu canımı daha çok yaktı.

 

"Ben de ona güvenmiyorum artık. Kalpte önce güven biter sonra da sevgi. Ona olan güvenim çoktan bitti. Dürüst olacağım, hala ona karşı sevgi var içimde. Hala şuradan çıkıp gelecek diye umut ediyorum ama ne oluyor biliyor musun? O gelmiyor. Gelmeyecek. Kalbimdeki son umut da o yüzden yok artık. Sevmiyorum onu, güvenmiyorum."

 

Söylediği sözlerin ağırlığı altında ezilirken yanımdaki Kaan dahi susmuştu. Sanki dalgalar bile kayalara uğramadı o an. Herkes bu cümleleri duymam için sanki birlik olmuştu.

 

Daha fazla dayanamadım. Sindiğim yerden ayağa kalktım. Arabanın arkasından çıkarak tam karşılarına geçtim. Mavi'min gözlerinden bir yaş süzüldüğünü görmemle sanki gözümü kan bürüdü.

 

"Senin kalbinin çağrısı olduğum sürece kalbindeki umut hiç bitmeyecek, demiştim." diye onlara doğru bağırdım. Bakışları aynı anda bana dönerken ikisi de şaşkındı. Ama onun gözünde şaşkınlığın haricinde birçok ifade vardı. "Seni almaya geldim sevgilim."

 

 

___&&___

 

Ekin'den...

 

Bir anda kulaklarımı dolduran ses fazlasıyla tanıdıktı. Hatta haddinden fazla tanıdıktı. En çok kalbim biliyordu bu sesin sahibini. Yine bildi. Yine tanıdı. Gerçekliğini sorguladım bir an. Hayır, dedim kendime. Yanılıyorsun. Burada teksin. O yok.

 

Sonra tekrar onun sesinden bir cümle duydum. Bu sefer bakışlarımı yanıma çevirdim. Tam karşımdaydı. Gözlerim gözlerine değdiğinde kendime kızdım. Hayal görüyordum ve bunu Arkın'a yansıtmamam lazımdı. Yine de göz ucuyla ona baktım. O da benim baktığım kişiye bakıyordu.

 

Tekrar "Geldim," diyen sesiyle ona döndüm. Gerçekti. Hiç olmadığı kadar gerçekti hem de. Gözlerim doldu. Elim şaşkınlıkla ağzıma gitti. Bu oydu. Gelmişti. Umudum gelmişti. Beni bırakmamıştı.

 

"Çağrı," diye fısıldadım kendime. Bunu sadece ben duydum sanıyordum ama bileğimi sertçe kavrayan elle tek olmadığımı anladım. Arkın'a döndüm. Öfkeyle göğsü inip kalkıyordu. Adeta kırmızı görmüş boğa gibiydi. Çağrı'ya baktıkça daha da öfkeleniyor bunun yanında bileğimi daha çok sıkıyordu.

 

Acısa da ses etmedim. Tekrar ona döndüm. O kadar şaşkındım ki nereye bakacağımı bile şaşırmıştım. Çağrı'nın da ondan aşağı kalır bir yanı yoktu. İkisi birbirine öldürecekmiş gibi bakarken ikisini de umursamadım.

 

Gözlerimi kapatırken tamamen o an için kendi gerçekliğime odaklandım. "Seni görmek ne kadar güzel kuzen," diye alayla konuşan Arkın'ı duydum. Sesinde dalga geçer gibi bir ifade olsa da dişlerini sıkarak konuştuğu için ne kadar öfkeli olduğu belli oluyordu.

 

Gözlerimi açtım. İlk gördüğüm o oldu. Dudağında alaylı bir gülüş oluştu. Gözlerini inatla bana değdirmiyordu. Belki de öfkesini kaybetmemek için öyle yapıyordu. Bana bakarsa iradesi kırılırdı.

 

Benimki çoktan kırılmıştım. Yanaklarıma süzülen yaşlara bir türlü engel olamıyordum. "Ben aynı şeyleri söyleyemeyeceğim malesef," alaylı gülüşü bıçak değmiş gibi kesildi.

 

Aynı ifadenin Arkın'da da olduğunu gördüm. Öyle öfkeli görünüyordu ki o an tüm iliklerime kadar korktuğumu hissettim. "Burayı bildiğini sanmıyorum." derken hala sesi ne kadar öfkeli olduğunu gösteriyordu. "Kardeşinin bu kadar çabuk ihanet edeceğini düşünmezdim."

 

"Nerede o?" diye sorarak etrafına bakındı. "Nedesin Ağlak?" diye bağırarak gözlerini her yerde dolaştırdı. "Çık ortaya, yoksa tilkiler senin parmaklarını koparır." dediklerinden bir şey anlamasam da sessiz kaldım. Hiçbir şey olmadı. Kaan'a dair bir iz bulamadı. Tekrar Çağrı'ya döndü.

 

"En azından gelmemeyi akıl edebilmiş. Yüzüme bakacak bir gram cesareti yok onun." Çağrı'nın yüzündeki ifade değişmezken başıyla beni işaret etti. "Fazla uzatma. Mavi'yi ver ve buradan hepimiz sakince ayrılalım."

 

Arkın'ın burnundan güldüğünü duydum. Yüzüne bakmadım. Tiksiniyordum her görüşümde. Ona bakmak daha iyi geliyordu. Nefes aldığımı hissediyordum. "Benim olan bir şeyi nasıl istersin kuzen? Cık cık."

 

"Kes lan puşt. Birincisi o senin değil. İkincisi ona köpek muamelesi yapan dilini lime lime," bu noktada gözleri beni buldu. Ne diyecekse vazgeçti.

 

Arkın tekrar güldü. Çağrı "Sikerler," diyerek bize gelmeye yeltendiğinde her şey bir anda gelişti. Arkın bileğimi bırakmazken boynumu kolunun altına hapsetti. Diğer eliyle nereden, ne zaman çıkardığını bilmediğim bıçağı boynuma doladı.

 

Nefesini saçlarımda hissederken korkuyla kalbim ritmini şaşırdı. Bize doğru gelen Çağrı aniden durdu. Gözlerindeki telaşı görmesem belki bu kadar korkmazdım ama öyle bir bakıyordu ki sanki ona tutuyorlardı o metali.

 

Arkın'ın gülümsediğini hissettim. Hep gülüyordu puşt. Bok vardı gülecek.

 

Şimdi bittik. diyerek nadir ortaya çıkan iç sesim konuştu.

 

Bu sefer kesin öldürecek. diyerek bir başka ses ona katıldı.

 

Biz helva sevmeyiz ki baklava dağıtsınlar diyerek bir başka ses konuştu. Beynimde çok fazla gürültü oluşunca hepsini kovmaya çalıştım.

 

Affedersiniz ama burada ölüyoruz da!

 

Şükür ki hepsini susturmayı başardım. Kriz anında bile beynimin ürettiği salak saçma düşüncelere engel olamıyordum. Duygu durumuma da engel olamıyordum. Yoksa şu an hüngür hüngür ağlamamın başka bir açıklaması olamazdı.

 

Çağrı'ya çevirdim bakışlarımı. Ellerini bize daha doğrusu arkamdaki psikopata doğru kaldırmıştı. Gözlerinde öyle bir korkuyla bakıyordu ki o an için kendimden çok onun için ağlamak istedim.

 

Lanet olsun ki duygularıma hakim olamıyordum!

 

"Arkın, lütfen sakin ol." derken sesi titremişti. Hatta onun elleri de titriyordu. Bu kadar mı korkuyordu beni kaybetmekten?

 

Belki de başka bir şey vardır. Belki de kuzeninin eline kan bulaşmasını istemiyordur. Sonuçta onun yalanlarını daha önce gördük. Diyerek beynimden kulaklarıma yüksek bir ses yankılandı. Başımı iki yana salladım. Bunu yapmamla boynumdaki metali daha fazla hissettim. Umursamadım. O sesi reddetmek istedim. İhtimaller dolaşıyordu beynimde. Belki binlercesi aynı anda birbirini kovalıyordu ama hiçbirini duymadım. O bin ses yerine sadece kalbimin sesini dinlemek istedim. Sadece ona inandırdım kendimi.

 

Şu an başka bir ihtimal düşünmek istemiyordum. O benim için buradaydı. Ona güvenmeyi seçtim. Hiç değilse kendime bunu fısıldadım.

 

Arkın'dan yükselen kıkırtı kulaklarıma ulaşasıya kadar iç sesimle bir savaş verdiğimi fark etmemiştim. "Korkuyor musun kuzen? Az önce hiç böyle değildin." sesindeki alay sinirlerimi bozmuştu.

 

Çağrı onu pek duyuyor gibi değildi. Hala aynı ifadesiyle bakıyordu. Arkın "Ne o yalvaracak mısın?" dedi. Yanaklarımdan ise yaşlar süzülmeye devam etti.

 

"Bak bunu konu," diyerek Çağrı bize doğru birkaç adım atmaya yeltendiğinde Arkın "Hoop," diye bağırarak bıçağı biraz daha tenime bastırdı. Bunun etkisiyle başım yukarı kalktı. Aynı anda kendisiyle birlikte beni de birkaç adım geriletti. Çağrı tekrar aniden dururken biz falezin sonuna gelmiştik. Sırtım Arkın'a yaslı olsa da sanki ben düşecekmişim gibi hissediyordum.

 

Dalgaların sesi daha da doluyordu kulaklarıma. Kafamı hafifçe çevirerek yanıma baktığımda cidden uçta olduğumuzu gördüm. Ve burası çok yüksekti. Yerdeki kayaların keskinliği ise buradan bile görülüyordu. Korkuyla yutkunduğumda bıçağı bir kez daha hissettim.

 

Bu noktada ağlamam da şiddetini artırdı. "Çağrı," diye korkuyla bağırdım. Gözlerimi kapatarak olduğum yeri düşünmemeyi çalıştım. "Korkuyorum!" hıçkırdım.

 

"Korkma," dediğini duydum. Gerginlikten midem bulanıyordu. Gözlerimi açmadım. Açarsam kusardım. Başım dönüyordu. Düşecekmişim gibi hissediyordum.

 

Yüzmeyi biliyordum. Beni korkutan bulunduğum konumdu. Beni suya atacağını düşünmüyordum. Ya yerdeki kayaların üzerine atarsa? O şeyler çok keskin!

 

"Çağrı," diye bir kez daha çaresizce bağırdım. Sonra aniden bir şey oldu. Arkamdaki Arkın bir anda kayarak yanıma düştü. Sırtım ona yaslı olduğu için dengemi koruyamamıştım. Dudaklarımdan kaçan korku dolu çığlığa engel olamazkenbedenim geriye doğru düştü.

 

Toprak ayaklarımın altından kayarken birden elimin içinde bir sıcaklık hissettim. Düşmemiştim. Gözlerimi hızla açtım. Gördüğüm bir çift elaydı. Ama bu sefer bana huzur veren elalar.

 

Çağrı elimden tutuyordu. Bedenim ise tam olarak yatar bir pozisyonda denizin üzerindeydi. Sırtımdan ince bir ürpertinin geçtiğini hissettim. Öyle bir konumdaydık ki elimi bıraksa düşerdim. Ve düşeceğim yer kesinlikle deniz olmazdı.

 

Daha fazla beni öyle tutmadı ve kendine doğru çekti. Diğer eli anında belimden kavradı. Geri giderek beni uçtan uzaklaştırdı. "Mavi," dedi ve beklemeden kollarının arasına beni aldı. Sıcaklığı ile harmanlanırken ağlayışım artık üst noktadaydı.

 

Gözyaşlarım göğsünü ıslatırken pek umursuyor gibi değildi. Bir eliyle kafamı kavradı. Saçlarıma sayısız öpücük bıraktı. "Çağrı," diye iç çekişlerim göğsünde yok olup gitti. Ama o beni duydu. "Buradayım."

 

"Geldin," dedim. Sesim umut doluydu. Gelmişti. Tahmin ettiğimin aksine beni bırakmamıştı. "Geldim sevgilim. Geldim bir tanem. Geldim güzelim." bir kez daha saçlarıma öpücük kondurdu.

 

Göğsünden hiç çıkmamak isterdim ama duyduğum kavga sesleriyle basımı gömdüğüm yerden kaldırmak zorunda kaldım. Gördüğüm şeyle ise şaşkınca bakakaldım.

 

Arkın yere yatmıs bir vaziyetteyken üzerinde Kaan vardı. Ve Arkın'ın yüzüne şiddetli yumruklar indiriyordu. Arkın'a baktığımda yüzünün kanlar içinde kaldığını gördüm. Küçük bir korku nidası ağzımdan kaçarken Çağrı'nın belimdeki eli sıklaştı.

 

"Söz verdin lan! Bir şey olmayacak dedin!" diye bağırarak Kaan yumruklarını daha da şiddetlendiriyordu. Yüzünde daha önce görmediğim bir ifade vardı. "Zarar vermeyeceğim dedin! Söz verdin!"

 

Arkın'ın yüzü pek tanınacak bir halde değildi. Korkudan ağlayamıyordum bile. Öldürecekti. Arkın'ın göz bebeklerinin kaydığını gördüğümda korkum katlandı. Aynı şeyi Kaan da gördü. Bunun etkisinden midir nedir tam havaya kalkan yumruğu öylece kaldı.

 

Ortamda inanılmaz derecede rahatsız edici bir sessizlik varken sadece birkaç saniye sonra bu sessizliği bölen şey Kaan'ın acı dolu feryadıydı.

 

Ellerim anlık korkuyla gözlerimi kapatırken birkaç saniye sonra tekrar aynı yere baktım. Kaan'ın bacağından oluk oluk kan akıyordu. Arkın az önce bana yasladığı bıçağı Kaan'ın bacağına saplamıştı. Kan revan içinde kalan yüzüne bakamadım. Ama zor da olsa ayağa kalktığını gördüm.

 

"Demek buradaydın ağlak ? Ses vermemen üzücü." Arkın'ın sesi alay eder gibi olsa da yüzünde tek bir mimik oynamıyordu.

 

Kaan'dan yükseklen çığlıklara Çağrı'nın "Kaan!" deyişi karıştı. Elimi bırakmaz sanmıştım ama o koşarak yanımdan gitti. O gidince yasladığım sırtımdan bir ürperti geçti. Arkın'ın yakasına yapıştığını görmem bile güvende hissetmemi sağlamadı. Yanaklarıma yaşlar boşalmaya devam etti. Üşüyordum. Bacaklarım titriyordu. Ellerim titriyordu. Bütün vücudum titriyordu.

 

"Siktiğimin puştu! Oruspu çocuğu! Senin gelmişini geçmişini siktiğimin embesili!" Çağrı'da Arkın'a peş peşe yumruklarını indirirken korkarak çığlık atmaktan başka bir şey yapamadım. Çağrı attığı son yumrukla Arkın'ı az önce benim düşmek üzere olduğum yere doğru düşürdü. Ve orası sınırdı. Çağrı umursamadan bir kez daha Arkın'ı yakasından kaptı ve ayağa kalkmaya zorladı. Arkın zor da olsa toparlanırken kanlar içinde kalan yüzüne rağmen güldü.

 

Fakat canı yanmış olacak ki yüzünü buruşturdu. "Kuzen," dedikten sonra sağında kalan denize baktı. Sonra tekrar Çağrı'ya. Ağzına gelen kanı yanına tükürdü. Tekrar o midemi bulandıran gülüşünü kuşandı. "Bulunduğumuz konumun umarım farkındasındır." uçtalardı. İkisinin de bir ayağı toprağa basarken diğer ayakları her an kayacak bir noktadaydı.

 

Kaan'dan çıkan acılı iniltileri saymazsak sessiz bir ortamdı. Bense felç geçirmiş gibiydim. Ne hareket edebiliyordum ne de konuşabiliyordum. Buradan yapabileceğim tek şey Çağrı'nın gözlerindeki öfkeyi görebilmekti.

 

"Çağrı," diye fısıltı döküldü dudaklarımdan. Gözlerinde her an Arkın'ı yere atacakmış gibi olan ifadeyi gördüğümde sesim biraz daha cesaretlendi. "Çağrı," diye bağırışımı bu kez herkes duydu. Ama kimsenin hakışları bana dönmedi. "Bırak, Çağrı yalvarırım bırak."

 

Gözlerindeki öfke bir an bile eksilmedi. Öyle bir öfke duyuyordu ki şu an , bu konumdan bile ellerinde belirginleşen damarları görebiliyordum. "Aşağı mı, tabii ki," ben onu kast etmedim ki!

 

"Hayır!" diye bağırmak zorunda kaldım. Deli gibi korksam da onlara doğru birkaç adım attım. Fakat adımlarımı bıçak gibi kesmek zorunda bırakan duyduğum tanıdık sesti. "Ekin!"

 

Bugün fazla hayal gibiydi. Bunun da öyle olduğunu düşündüm. Gerçekliğini sorgulamak istedim ama aynı ses müsade etmeden bir kez daha kulaklarımı doldurdu. "Ekin, Ekin!"

 

Dolu dolu olan bakışlarım yavaşça omzundan arkama döndü. Görmeyi beklediğim tek bir sima vardı fakat bugün cidden sürprizlerle doluydu.

 

Begüm ve Deniz.

 

Oradalardı. Karşımda.

 

Ama bir fark vardı. Begüm'ün yüzündeki panik dolu ifadeyi net bir şekilde görebiliyordum. Fakat yaşadığım şaşkınlık o değildi. Ondan yalnızca birkaç adım arkasında duran Deniz'in elinde bir silah vardı. Ve o silah tam olarak benim arkamı işaret ediyordu. Çağrı ve Arkın'ı. Bakışları ise tek bir noktadaydı. Çağrı ve Arkın'da.

 

Kimse Begüm'ün sesiyle yine bize dönmemişti. Ama Deniz'den yükselen tek bir isimle herkesin bakışları onu buldu. Arkın'ın bile. "Kaan!" Kaan bir eliyle bıçaklandığı bacağını kavramışken kafasını kaldırıp Deniz'e döndü. Tek seferde onu buldu. Yüzü acıdan kasılmıştı ve boncuk boncuk terliyordu. "İyi misin?" dedi Deniz.

 

Yüzündeki acıya rağmen gülümsemeye çalıştı Kaan. Başardı da. "Şu an iyi oldum." sırtım Deniz'e dönük olduğu için yüzündeki ifadeyi göremiyordum. Birden sırtımda hissettiğim bir sıcaklıkla gözlerimi yumdum. "Ekin, iyi misin?"

 

Arkamı dönerek ben de ona sarılmak istedim ama bakışlarım hala Çağrı'daydı. Denizden korktuğunu biliyordum. Ve o tam olarak denizin kıyısındaydı. Ayağı kaydığında her şey biterdi.

 

Bunu hatırlamamla bir ürpetinin daha beni hapsettiğini hissettim. Kulağıma fısıldayan ve ağlayan Begüm'ü umursamayarak kollarından ayrıldım. Arkın'la derin bir bakışma içerisinde olan Çağrı'ya bakışlarımı diktim. Adımlarımı onlara doğru ilerletirken Çağrı'nın öfkeli sesinin hedefi bu kez bendim. "Olduğun yerde kal, Mavi."

 

Adımlarım bıçak gibi kesilirken kaşlarım çatıldı. Yüzünde sadece derin bir öfke görünürken içten içe korktuğunu biliyordum. Arkın'ın yakasında olan ellerinin titremesinin başka bir açıklaması olamazdı zannımca. Sinirden de olabilirdi tabii. Ama korktuğunu hissedebiliyordum.

 

"Bırak," diye bağırdığımda sesim zannettiğimin aksine hiç güçlü çıkmamıştı. Aksine yalvarır gibiydi. Ve bu Çağrı'nın dikkatini dağıtmaya yetti. Öfke dolu ela gözleri beni bulurken sadece birkaç saniye içerisinde başka bir şey oldu. Dakikalardır sessizce duran Arkın bundan istifade Çağrı'nın yakasındaki kollarına seri bir darbe indirdi. Çağrı daha ne olduğunu anlayamadan bu kez Arkın onu tek eliyle yakasından tuttu.

 

Beni korkutan bu değildi. Panikle "Çağrı!" diye bağırmamı sağlayanda.

 

Arkın onu uçurumdan aşağı sarkıtıyordu. Çağrı düşecekti. Elleri refleksle Arkın'ın kolunu kavramıştı. Vücudu tamamen denize doğru yatarken korkuyla çığlık attım. Art arda. Koşarak ona gitmek istedim. Onun beni kurtardığı gibi ben de onu kurtarmak istedim ama Arkın ile gözlerimiz kesişinde durmak zorunda kaldım. Kanlar içindeki yüzüne rağmen net bir şekilde görülen ela gözlerinde korkutucu bir ifade vardı.

 

"Cık cık sevgilim. Gelmeni tavsiye etmem." yutkunurken tüm damarlarımın patlayacağını hissettim. Korkunun yanına öyle bir öfke oturdu ki "Oruspu çocuğu!" diye bağırmaktan ve ilerlemekte çekinmedim. Fakat öfkem sadece bir an içindi. Arkın Çağrı'yı tuttuğu elindeki parmaklarını teker teker kaldırmaya baslayınca yine durmak zorunda kaldım.

 

"Dur!" diye bağırdım çaresizde. Çağrı denizden korkuyordu. Yüzünü göremiyordum. Ama ayağa kalmak için çırpındığını görebiliyordum. Fakat düşmekten korkuyor olmalı ki hareketleri kısıtlıydı.

 

"Bıraksana be adi herif!" diye bağırdığını duydum Begüm'ün. Kendi çapında ona engel olmaya çalışıyordu. Arkın Çağrı'yı sadece iki parmağıyla tuttuğunda korku dolu bir çığlık attım. "Dur! Yalvarırım dur! Arkın tamam. İstediğin benim. Gelirim seninle lütfen bırak!" diye gırtlağım yırtılacakmış gibi bağırsam da beni duyduğunu sanmıyordum. Çağrı'yla bakışları öyle bir kilitlenmişti ki ikisi de bu andan kopmuş gibiydi.

 

Kaan bile oturduğu yer kan gölü gibi olmasına rağmen son gücüyle Arkın'a bağırıyordu. Arkın'nın sırtı ona dönük olsa da o tüm dikkatiyle ona bakıyordu. "Kardeşime zarar verirsen senin ebeni sikerim Arkın!"

 

Hiçbirimize cevap vermeyen Arkın'ın onun bu bağırışıyla dudaklarında bir tebessüm oldu. Ama bunu sadece Kaan göremedi. "Eskiden abine bile demezken bana kardeşim derdin. " sesi duygusuzdu.

 

"Senden kardeş falan olmaz! Lanet olsun o günlere! Benim bir tane kardeşim var. Ve onu kaybetmeyeceğim." ayağa kalkmaya yeltendiğinde acısı ağır basmış olacak ki inleyerek geri düştü. Dişlerini sıktığını gerilen çenesinden görebiliyordum.

 

Arkın bir an arkasına dönecek gibi olduğunda Çağrı bu fırsattan yararlanarak kendisini geri çekerek dengesini sağladı. "Çağrı!" diye sevinçle bağırmıştım ki ortamda yankılanan güçlü bir ses gülüşümün ortasına sıçtı.

 

Çıkan bir kurşun sesiydi.

 

Ses tam arkamdan gelmişti.

 

Kurşunun saplandığı beden tam karşımdaydı.

 

Vurulan Arkın'dı.

 

Begüm'den yükselen korku dolu çığlıkla arkamı döndüm. Gördüğüm şeyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. Korku bir kez daha bedenimi hapsetti. Ellerim şaşkınlıkla dudaklarıma gitti.

 

Silah Deniz'deydi. Kurşunu o sıkmıştı. Silah tutan eli ise hala havada, namlunun ucu hala aynı kişideydi. Ne eli titriyordu ne gözünü kırpıyordu. Bu kadar kolay vurmuştu bir bedeni.

 

Vurduğu benim katilimdi.

 

Kaan'ın "Çağrı!" diye acıyla haykırmasıyla şaşkınlığım kısa sürdü. Hızla arkamı döndüğümde Arkın'ın dudaklarında bir tebessümle bana baktığını gördüm. Karnı kanıyordu. "Sa-sana" diye kekeliyordu. Zor nefes alıyor gibiydi. Ayakta durmakta zorlanıyordu. "Sana seni üzen her şeyi ortadan kaldıracağım, demiştim." dedi sadece. Sonra kendisini geriye doğru bıraktı. O an bir şeyi yeni fark ettim.

 

Düşerken sıkıca Çağrı'nın kolunu tutuyordu. Arkın düştü. Arkasından son kez "Mavi,"diyen sesini duyduğum sevgilim düştü.

 

"Çağrı!" diye boğazım yırtılasıya kadar bağırdım. "Hayır,hayır,hayır" diye bağırarak az önce durdukları yere koştum. Dizlerim artık beni taşımazken ellerimi yere dayayarak aşağı baktım. Gördüğüm tek şey dalgalardı. Mavi dalgalar.

 

"Çağrı!" diye tekrar bağırdığımda etrafımızı polis sirenlerinin kapladığının farkında değildim. Tüm algılarım kapanmıştı. Sanki bir okyanusun en dibindeydim. Kulaklarımda inanılmaz bir basınç vardı. "Çağrı," diye fısıldadım gözlerim serin sulardayken. Güneş artık iyice batmıştı.

 

O yokken her yer karanlıktı.

 

"Sevgilim," diye fısıldadım. Yanaklarımdan yaşlar akıyordu. Ne benimle aynı durumda olan Kaan'ı gördüm ne de Deniz'e kelepçe takan polisleri. Ne de benim gibi ağlayan Begüm'ü.

 

Katilim ölmüştü. Kurtulmuştum. Ama sevinemiyordum.

 

O gerçek bir katildi. Sadece fiziksel anlamda değildi. O az önce benim kalbimi de katletmişti.

 

Birisinin beni yerden kaldırmaya çalıştığını hissettim. Gözlerim odaklandığım noktadan ayrılmadı. Dalgalar sürekli birbirini yeniliyordu. Ama benim kalbim tam olarak oradaydı.

 

Beni kaldırmaya çalışan kişiye bakmadım. Ayağa kalktığımda düşeceğimi sandım. Çoktan düştüğümün ve zemine çakıldığımın farkındaydım oysaki. Titreyen dizlerimle geri geri adımladım. Bu süreçte de bakışlarımı oradan çekmedim. Geri giden her bir adımımda o pisliğin bana giydirdiği iğrenç gömleğin bir düğmesini açtım. Dudaklarımdansa tek bir fısıltı çıkıyordu. "O denizden korkar, o çok korkar,"

 

Begüm'ün "Ekin!" diye bağırdığını duydum. Dönüp te bakamadım. Bakışlarım hala oradaydı. Sanki bir anda gelecekti oradan. Her şey bir rüya diyecekti. Sarılacaktı bana. Öpecekti.

 

Ama gelmedi. Sarılmadı. Öpmedi.

 

"Ben sensiz yapamam ki," diyerek dudak büzdüğümde son düğmeyi de serbest bıraktım. Begüm hıçkıra hıçkıra ağlayarak bana bağırıyordu. Deniz bile dolu gözlerle bana bakıyordu. Ne yapacağımı anlamışlardı. Benim bakışlarım ise oldukça hissizdi. Onları duyduğumun bile farkında değildim. Bir polisin bana doğru gelişini bile zorla ayırt ettim.

 

Üzerimdeki gömleği çıkarıp attığımda üstümde sadece kot bir şort ve beyaz bir yarım atletle kalmıştım. Başka bir durumda utanırdım ama yalnızca yarım saat içerisinde tüm duygularımı kaybetmiş gibiydim.

 

"Sevgilim," diye fısıldadım bağımsızca. O an fark ettim ki o bana hep güzel şeyler derken ben ona hiç aynı şekilde karşılık verememiştim. Utanmıştım sözde. Cilvelenmiştim. Ne de aptalmışım oysa.

 

Çok düsünmedim. Beynim çalışmıyor gibiydi zaten. Üzerime gelen polislere zıt olarak hızla koştum ve kendimi o falezden aşağı attım. Vücuduma ani bir şok dalgasıyla çarpan suya kadar aklımdaki tek şey oydu. Ben İzmir kızıydım. Yüzmeyi bilmemek ayıp olurdu. Ama şu an öyle bir korkuyordum ki felç gecirmiş gibiydim.

 

Sevgilim, bir tanem, canım, canımdan ötesi. Sensiz yapamazdım, özür dilerim. Şimdi de seni almaya geliyorum. Yalvarırım yasıyor ol. Yalvarırım beni bırakma. Yalvarırım sadece beni bekle. Yalvarırım hiç değilse benim için yaşa. Değmez mi?

 

_____BÖLÜM SONU_____

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir bölüm daha böylece bitti. Bu sezon finali olduğu için yeni bölüm için darlamazsınız sanıyorum 😅

 

O sırada benim okurlar:

Neyse nasıl geçiyor bu arada tatil? Şaka m

aka 49 gün kaldı 🤦

 

Lgs'ye girenleriniz var mı bu arada? Açıklandı sonuçlar çoktan. Nasıl, umarım beklediğiniz gibidir.

 

O zaman ben kaçar. Bu arada YouTube de pek aktif olacağımı sanmıyorum. Bunu bilin olur mu 🥰

 

Bölüm : 18.07.2025 17:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...