8. Bölüm

8. Noktalandırılmak İstenmeyen Cümle

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

 

Yorum yapmayı ve alttaki yıldızı parlatmayı unutmayın 😉 keyifli okumalar 😘

 

*****

 

Kaan giydiği siyah tişört ve kahverengi şortuyla kocaman bir şekilde gülümseyerek bu tarafa doğru geliyordu. Müdür Beyin yanına geldiğinde hızla el sıkıştılar. "Hocam." dedi hala gülümserken. Müdür de ona gülümsedi. "Kaan." dedi ve ardından bize dönerek "Evet bahsettiğim misafir,"

 

"Benim." diyerek Kaan sözü tamamladı ve müdür bey gülümseyerek ona döndü. Tekrar bize döndüğünde "Evet, " diye onayladı.

 

Tabii ben bu sırada hala olayın şokunu yaşıyordum. Bu nasıl bir tesadüftür Allah'ım? Tesadüfler zinciri peşimi bırakmıyor. Şimdi şaşkınlığımı bir kenara bırakarak bir soruya odaklanalım. Eski bir dost dedi değil mi? Bu kişi Kaan'ın babası ve dur! Aynı zamanda Çağrı'nın da babası. E Çağrı nerde?

 

Aklıma gelen şeyle gözlerimi kocaman açıp az önce ikisinin de geldiği yöne bakmaya çalıştım ama görünürde kimse yoktu. Hadi ama Çağrı neden gelmedi ki?

 

Dur bir dakika bundan banane!

 

Somurtarak tekrar müdürlere döndüğümde Kaan'la göz göze geldik ve bana kocaman bir şekilde gülümsedi. Ona tebessümle karşılık verip, "Tesadüf?" dedim omzumu indirip kaldırarak. Olumsuz anlamda başını iki yana salladı. "Değil." demesiyle kaşlarımı çatıp ne demek istediğini soracaktım ki araya giren müdür bey ile susmak zorunda kaldım. "Siz tanışıyor musunuz?"

 

"Hı hı." diyerek onayladım. Kaan ise bakışlarını bir an bile olsun benden ayırmadan, "Evet, kendisi benim kız arkadaşım olur." demesiyle kocaman açtığım gözlerle ona baktım.

 

Ne!! 

 

Etraftaki kalabalıktan uğultular yükselmeye başlamıştı ki öksürerek dikkatleri üzerime çektim. Kaan uyarıyı anlamış gibi, "Yani kız olan arkadaşım. Arkadaşım kendisi ama kız ya o yüzden dedim. Kız arkadaş yani. Arkadaş olanından." diyerek saçma bir açıklama yaptı. Yüksek sesli bir kahkaha atarak yanına geçtim ve bir elimle kolunu kavrarken diğer elimle omzuna yumruk atmaya başladım. "Ya ya çok şakacıdır Kaan. Ay ne güldüm. Kendisi de benim erkek arkadaşım olur ama erkek olan arkadaş. Arkadaş olan erkek. Her ne haltsa." derken gülmem durmuş, Kaan'a öfkeli bakışlar atarken hala omzunu yumrukluyordum.

 

O da benim gibi gür bir kahkaha attı ve sert olmayacak şekilde koluma vurdu. "Her neyse," diyerek müdür bey bu saçma konuyu kapatarak eski yerime dönmem için bana bașıyla işaret verdi. Uzatmadan yerime geçtim ve Kaan'a bakmamaya çalışarak ciddi bir şekilde müdürü dinledim.

 

"Bu doğa etkinliğinde sizler için bir oyun hazırladık çocuklar." Yardımcıya dönüp, "Arabamdaki fanusları getirir misiniz hocam?" diye sordu ve müdür yardımcısının gitmesiyle tekrar bizlere döndü. "Şimdi Fikri hocanız arabamdan iki tane fanus getirecek ve o fanusların birisinde isimlerinizin yazılı olduğu kağıtlar var. Diğerinde ise bazı bitkilerin yazılı olduğu kağıtlar var. Sizden isimlerin yazılı olduğu bir fanustan kendinize bir eş ve bitkilerin yazılı olduğu kağıttan ise eşinizle bulmanız gereken bitkiyi seçeceksiniz."

 

Müdür Beyin konuşmasını bitirmesinin ardında Fikri hoca iki elinde tuttuğu cam fanuslarla yanımıza geldi. "Buyrun hocam," diyerek bir elindeki fanusu ona uzattı. "Teşekkür ederim hocam." diyerek müdür fanusu aldı ve eliyle katlanmış kağıtları karıştırmaya başladı. "Evet, bunda isimleriniz var fakat şöyle de bir sorunumuz var." diyerek Kaan'a döndü.

 

O tarafa bakmadım.

 

Sıkılmış gözlerle ayağımla yerde çizdiğim anlamsız daireleri izliyordum. "Kaan arkadaşınız biliyorsunuz ki sonradan aramıza katıldı ve bu yüzden ismi fanusta yok. Bu sebeple kendisi içinizden birisini kendisi seçecek." demesiyle hızla başımı yerden kaldırdım ve önce müdüre sonra ise yutkunarak Kaan'a döndüm.

 

Kahretsin ki gülümseyen bir ifadeyle beni izliyordu. Kimi seçeceği zaten belliydi. Tam bir kez daha yutkunmuştum ki arkalardan gelen bir sesle bu kişinin Yamaç olduğunu anladım. Arkalarda kalmış olacak ki aralardan çıkıp gelerek en öne yani tam yanımda durdu.

 

"Bir dakika hocam. Bu haksızlık değil mi? Neden bu fasulyeden çıkma herif bir anda aramıza dahil olup, " hızlı ve öfkeli bir şekilde konuşuyordu ki müdür beyin sert çıkan sesiyle lafı yarım kaldı. "Yamaç öncelikle o sesine ve seçtiğin kelimelere dikkat et ve şikayetini saygı çerçevesinde dile getir!" göz ucuyla Yamaç'a baktığımda başını hafif yere eğmiş sakinleşmek için derin nefesler aldığını gördüm.

 

Sakinleşmiş olacak ki kafasını yerden kaldırıp parmağının ucuyla dudağının üstünü kaşıdı ve bir elini beline koyarak Kaan'a bakmaya başladı. "Demek istediğim sonradan gelen bu kişinin de herkes gibi kura çekmesini istiyorum." Sakin bir şekilde bunları söylerken bir an olsun bakışlarını Kaan'dan çekmemişti. Müdür Bey sanki onay istiyormuş gibi Kaan'a baktığında Kaan gülümseyerek Yamaç'a bakıyordu.

 

"Tabii ki dostum. Burada herkes eşit ne de olsa." diyerek bu isteği onaylamış oldu. İkili hala bakışırken tek fark Kaan'ın aşırı sakin bir şekilde gülümseyerek Yamaç'a bakması fakat Yamaç'ın ise bir o kadar zıt bir öfkeyle Kaan'ı izlemesiydi.

 

"O halde hocam," diyerek yardımcısına işaret ettiğinde Fikri Hoca gömleğinin üst cebinden bir kağıt parçası ve mavi tükenmez kalem çıkararak kağıda ismi yazdı ardından ise kağıdı katladı ve diğer isimlerin arasına attı. Bu sırada ortamdaki anlamsız gerginlik dağılmış Kaan müdür beyin karıştırdığı kağıtları izliyordu. "Evet," diyerek elini fanusun içinden çekti ve, "Öncelik kızların." diyerek bize hitap etti.

 

Önde olduğum için ilk ben gittim ve elimi daldırıp birkaç kağıt eleyerek rastgele bir kağıt aldım. Geri yerime geçerken bir yandan da kağıdı açıyordum.

 

Kağıttaki Buğra ismini görmemle kaşlarımı kaldırarak kimse kağıdıma bakıyormu diye etrafa kısa bir bakış atarak kağıdı geri katladım. Begüm daha yeni almaya gidiyordu. Kağıdı alıp tam açacaktı ki elini tutarak buna engel oldum. "Değişelim mi? Nedense senin kağıdında bir şans hissettim." deyip bir şey demesine fırsat vermeden kağıdını aldım ve kendi kağıdımı eline sıkıştırdım.

 

Geri yerime gidip içimden gülmeye başladığımda müdürün sesini duyasıya kadar kağıdımı açmadığımı fark ettim. "Herkes eşini söylesin bakalım." Toparlanıp kağıdımı açmaya çalışırken isimler dudaklardan dökülmeye başlamıştı bile.

 

"Caner," dedi bir kız sesi. Melike'ydi sanırım.

 

"Buğra, dur ne!" diyen Begüm'ün sesi geldi ardından.

 

"Gizem." diyen ses Zeliş'e aitti. Ben de bu sırada kağıdımı açmıştım.

 

"Kaan." dedi Deniz.

 

Tek söylemeyen kişi bendim ve kağıdımdaki ismi okuyunca Begüm'e değişelim diyen dilime lanetler okudum. "Yamaç." dedim hevessiz çıkan sesimle.

 

"Lan! Hocam bu olmaz. Hayır ıı olmaz hocam ben çok gencim." diye bağıran sese döndüğümüzde bu kişinin Metehan olduğunu gördük. O Batıcan'la mı eşleşmişti?

 

Sen boku yemedin mi der gibi sırıtan Batıcan'a baktığımda bence herkes aynı şeyi düşünüyordu. Metehan boku yemişti.

 

Nedeni ise Metehan'ın okulda tanınmasının sebebi kıyafet değiştirir gibi kız değiştirmesiydi. Okulda yürümediği bir ben vardım sanırım. O da fazla uzak değildir. Batıcan ile olan mesele ise Metehan arkadaşımızın Gizem'e de bir aralar kafayı takmış olmasıydı.

 

"Ne çıkarsa o," diyen müdür bey pek umursuyor gibi değildi bu durumu.

 

Metehan için fatiha okumayı bir köşeye yazdım.

 

"Şimdi de erkekler arayacakları bitkiyi seçsin bakalım." sırayla erkekler kağıtları çekmeye gittiklerinde Yamaç'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum ama dönüpte ona bakmıyordum.

 

Begüm'ün seçeceği kağıdın...

 

O kağıtları değiştirelim diyen beynimin...

 

O kağıda o ismi yazan kişinin...

 

Neyse.

 

Yanımda bir hareketlilik hissettim ve Yamaç'ın da kağıt seçmeye gittiğini gördüm. Gerçi kapta sadece tek bir kağıt vardı sanırım en sona kalmıştı.

 

Yamaç'ta kağıdı alınca müdür üstten bizlere bakarak, "Herkes arayacakları bitkiyi seçtiyse ve eşi ile eşleştiyse oyunu başlatıyorum."

 

Bakışları hepimiz üzerinde gezindi ve "Başla!" diye komutunu verdi. Bir anda yüksek bir ses etrafı sarınca bunu kimse beklemiyor olacak ki çığlık atmışlardı. Şaşkınca havaya giden kırmızı ışığın ardından müdürün yanındaki Fikri Hocaya döndüğümde elindeki işaret fişeğini havaya doğru tuttuğunu gördüm.

 

"Fikri? N'apıyorsun sen? " diye soran müdür bey de şaşkındı. Elindeki tabancayı aşağı doğru indirirken yamulan gözlüğünü düzeltti Fikri Hoca.

 

"Hocam yarış başladı ya onun haberini vermek için, hep o araba yarışlarındaki gibi yarışı başlatmak için silahı sıkan kişi olmak istemişimdir." dedi göğsünü kabartıp. Sonra gözleri herkesin üzerinde dolaştırdı ve büyük ihtimal insanların garipseyen bakışlarıyla karşılaştıdığı için "Aman ya," diyerek elindeki fişeği arkasına soktu.

 

Müdür gözlerini devirip tekrar bize döndü ve sakince "Başlayın." dedi. Sonra da Fikri Hocayla arabasına doğru yürümeye başladılar. Yeri izlerken ayaklarımın önünde bir çift ayak daha durdu ve başımı kaldırıp kim olduğuna baktığımda Kaan'la burun buruna geldik. Her zamanki gibi bana gülümserken elini uzattı ve "Başarılar." dedi. Yakınlıktan dolayı nefesi yüzüme çarparken bunu sevmedim.

 

Nefesinin yüzüme çarpacak kadar yakınımda olmamalıydı. Tebessüm ederek bir adım geri gittim ve mesafeyi açtım. "Başarılar," demiştim ki Yamaç beni sahiplenmek istercesine belimi kavrayıp kendine doğru çekti. "Hadi güzelim, gidip o bitkiyi arayalım birlikte." 'birlikte' derken Kaan'a bakmıştı ama Kaan belimdeki ele bakıyordu.

 

Hadi ama şimdide Yamaç'a çok yakındım!

 

Çağrı öküzünün başlattığı bu zinciri başkaları tamamlıyordu. Hani oyunlarda atan alır kuralı vardır ya, bence bir şeyi başlatan bitirmeli diye de bir kural olmalı.

 

Saçmala kanka ben arkandayım.

 

Aklıma gelen sapıkça düşünceyle hızla Yamaç'ın elinden kurtuldum ve aceleci adımlarla ilk önce yere fırlattığım çantamı alıp koluma taktım. Bu sırada Yamaç'ta gelmişti. "Ne arıyoruz?" derken bir yandan da ne zaman çantama kattığımı hatırlamadığım şapkamı takıyordum.

 

"Dağ çileği arıyoruz. Toplumda kocayemiş, bilyedin meyvesi, yabani dağ çiçeği, isimleriyle de bilinir. Sulak alanlarda, patika çevrelerinde ve yaprak altlarında yetişen bu bitki, kendiliğinden yetiştiği gibi tohumlarının veya fidanlarının çoğaltılması sayesinde de üretilmektedir." şaşkın bir şekilde başımı bu kadar şeyi nerden bildiğini sormak için kaldırmıştım ki elindeki kağıdı okuduğunu gördüm.

 

Gözlerimi devirip ilerlemeye başlamamla o da elindeki kağıdı katlayıp yanımda yürümeye başladı. İkimizden de çıt çıkmazken duyulan tek ses ayağımızın altında ezilen dalların sesiydi. Elime sıkıştırılan bir kağıtla Yamaç'a döndüm. "Aradığımız çilek bu." diyerek açıklama yaptı hemen. Elimdeki kağıttaki çileğin fotoğrafına kısa bir bakış atıp tekrar önüme döndüm.

 

"Nereye gittiğimizi biliyor musun?" diye sorarak aramızdaki sessizliği bir kez daha böldü Yamaç. "Evet, bu yolları ben çizdim." dediğimde "Ne?" diye şaşkınlıkla sordu. "Bilmiyorum."

 

"Neyi?"

 

"Yolu."

 

"Hangi yolu?"

 

"Samanyolu oldu mu?! La havle." diye sinirle adımlarımı hızlandırdım. Daha sorduğu soruyu bilmiyordu.

 

Peşimden gelip aniden kolumu kavradığında dengemi kaybedip üzerine doğru düşer gibi oldum ama hızla toparladım. "Ekin, sana bir şey sormam lazım."

 

"Sor." dedim ve kollarımı göğsümde bağlayıp ayağımla yerdeki toprakla oynamaya başladım. "Beni seviyor musun?" beklemediğim bu soruyla hızla bakışlarımı yerden çekip ona baktım. "Ne?"

 

"Ekin ben seni aşamıyorum." iki eliyle ellerimi tutunca gerildim ama bunu hissetti mi bilmiyorum. "Bu senden kaçıncı özür dileyişim bilmiyorum ama özür dilerim Ekin. Ben seni hala çok seviyorum. O gün yaptığım lanet olası hata yüzünden benden bu kadar hızlı vazgeçemezsin."

 

Dudaklarımı bir şeyler söylemek için araladım ama söyleyecek bir şeyim yoktu. Ayrıldık. Bitti. "Sarhoştum," derken oldukça çaresiz bakıyordu gözleri. Yalvarırcasına çıkan sesi yutkunmama sebep oldu. "Seni öpmeyi istemek suç muydu, " derken bu kısımda sinirlenip ellerimi sertçe kurtardım ellerinden. "Öpmek istemek mi? Ya sen benimle olmak istedin. Daha reşit bile değildik!" yüksek çıkan sesim yankılanıp tekrar kulaklarıma geldiğinde tepemizden birkaç kuşun uçuştuğunu çıkan kanat seslerinden anladım.

 

"Sarhoştu,"

 

"Bu bir bahane değil!" onu göğsünden ittirerek benden uzaklaştırdım. "Ayrıldık ve bitti Yamaç. Sen kabul etsende etmesende bu ilişki bitti!" ben ne kadar sinirliysem o da bir o kadar dönük bir ifadeyleydi.

 

"Ben seni sevmiştim ya." gözünden bir damla yaş aktı.

 

"Ben seni hiç sev," diye bağırmıştım ki onun bağırışıyla sustum. "Tamam! Tamam Ekin o cümleyi tamamlama. Ekin, yalvarırım o cümleyi noktalandırma." karşımda o kadar çaresizdi ki...

 

Gözyaşlarını benden gizlemek istercesine arkasına döndü ve kolunun içiyle sildi. Derin bir nefes aldığını inip kalkan omuzlarından anladım. Ben de gözlerimi kapatıp biraz sakinleşmeyi denedim. "Onu seviyor musun?" sesiyle gözlerimi araladım ve bana baktığını gördüm. Sorduğu soruyu anlamadığım için kaşlarımı çattım. "Kimi?"

 

Alay edercesine burnundan güldü. "Benimle girmediğin mesafeye onunla girdiysen seviyorsundur." dediklerinden hiçbir şey anlamadığım gibi neden bu konuşmanın içine düştüm onu da bilmiyordum.

 

"Kimi Yamaç kimi? Açık açık söyle!" diye bağırdım ve ona doğru bir adım attım anlık sinirle. "Partideki o piç kurusunu." dedi ve hala anlamadığımı görünce, "Barmen çocuğu," diyerek açıkladı.

 

Barmen? Çağrı'mı?

 

"Çağrı'yı mı?" diye sorduğumda sinir krizi geçiriyormuş gibi elleriyle yüzünü sıvazladı sertçe. "Onu seviyor musun?" diye sordu tekrar. Sessiz kaldım. 'Hayır' demem lazımdı değil mi? 'Hayır onu tanımıyorum bile' demem gerekirdi. Ama ben dudaklarımın arasından o hayırı çıkartamadım. Neden söyleyemiyorum? Neden hayır dersem yalan söyleyecekmişim gibi hissediyorum?

 

Hayır onu sevmiyorum.

 

Doğrusu buydu.

 

Hayır.

 

Ama ben sessiz kaldım. Ben sustum o daha da çıldırdı. Ellerini saçlarına geçirdiğinde "Konuşsana! Onu sevmiyorum desene!" diye bağırdı ve üzerime doğru yürümeye başladı. Boğazım kurudu, yutkunamadım. O üzerime her adım attığında ben bir adım geri gittim. "O kızı size ben gönderdim! Göndermeseydim ne olacaktı? Beni istemedin o mu atacaktı seni yata," cümlesini tamamlamasına izin vermeden yüzüne sert bir tokat attım. Başı sağa doğru düştüğünde gözümden bir damla yaş süzüldü.

 

"Doğru konuş." dedim ama o başını çevirip bana bakmadı. Yanağının içini ısırdığını fark ettim. Bir anda öyle bir kahkaha atmaya başladı ki delirmiş olabileceği ihtimali zihnimde dolandı. Başını havaya dikerek yüksek sesle gülmeye devam etti. Öyle çok kahkaha attı ki sesi bir kuş sürüsünün tepemizden uçup gitmesine sebep oldu. Kaşlarımı çattım. "Yamaç?" dedim ama beni duymuyormuş gibi gülmeye devam etti.

 

Benden habersiz gözümden bir damla daha düşünce hızla elimin tersiyle sildim ve bir kez daha "Yamaç," dedim. Sesim titriyordu. Gözünden gülmekten mi bilinmez bir yaş düştü onun da. "Ay ay ay," derken susmuştu ama hala ufak ufak gülüyordu.

 

Kafasını yavaşça bana doğru çevirdi. Gözlerinde hayal kırıklığı ve öfke vardı sessizinden. Bir şey daha vardı ve kalbimi en çok parçalayan: çaresizlik.

 

Yamaç karşımda çaresizdi. Ben ondan gitmiştim ama sanki bunu daha yeni fark ediyor gibiydi.

 

Benim suçum muydu? Onu sevememek benim suçum muydu? Sevemedim... Ama denedim yemin ederim bunu denedim. Kapıma ne zaman karanfil gönderse gülümsedim ama fiziken, kalbim hiç gülümsemedi. Yakışıklıydı, zengindi ama bu umrumda değil. İyiydi en önemlisi de bu.

 

İyi miydi? Kıskanç olduğunda mesela.

 

Mesela şu an sıktığı o yumruğu görüyorum. O yumruğu bana atmak istediğini de biliyorum. O kıskandı mı kimseyi görmezdi. O beni başka birisiyle görmeye dayanamıyordu.

 

Dayanmalıydı. Çünkü artık biz yoktuk.

 

Doğum günüydü. İlişkimizin ilk aylarıydı ve tabii ki ben de sevgilisi olduğum için o partiye gitmeliydim. Her şey güzeldi, tüm sınıf hatta tüm okul o koca evdeki partideydik. Tabii ki Denizler falan da olduğu için onlarla takılmıştım. Ama sevgilisi olduğumu bahane edip onun yanına itelenmiştim hep, parti boyunca yanındaydım; arkadaşlarıyla konuşurken, misafirleri ağırlarken, fotoğraf çekilirken...

 

Akşam oldu. Herkes sarhoştu ve tabii o da. Çok sıkılmıştım, adeta bu doğum gününün bitmesi için dakikaları sayıyordum. Ben Deniz'le otururken aradaşı geldi Yamaç'ın. "Yenge, Yamaç seni odasına çağırıyor" dedi. Anlamadım tabii "Neden?" diye sormuş bulundum. "Günün çocuğu ne isterse o." dedi, ardından "Sanırım üstünü değiştirmesi gerekiyor ve seni istiyor, yanında yani." diye fazla uzatmadan açıkladı.

 

Anlamadım. Gitmek istemediğimi söyleyecektim fakat arkadaşı ben ağzımı açamadan gitti. Arkasından evin üst katındaki pencereye baktım. Odasına.

 

Birkaç dakika içinde çıktım üst kata. Tıklattım kapısını. Tık. Tık. "Gel." dedi. Girdim.

 

Sarhoştu hem de bayağı. Sabahtan beri içip durmasından ötürü şaşırmamalıydım. Yatağına oturdum o üstünü çıkartırken. Olabildiğince ona bakmamaya çalıştım. Ama o üstü çıplakken beni yatağa yatırdı. Üstüme çıkarak beni altına aldı. "Ekin," dedi, şimdi fark ediyorum da sesi çok tutkuluydu. Üstüme eğildiği için içki kokusu burnumu kırma isteğimi uyandırıyordu.

 

Korkuyordum. Sonuçta sarhoştu ve ben de çocuktum. 17 yaşındaydım kanunen çocuktum değil mi? Kesik kesik aldığım nefesler kalbimin ritmini yavaşlatmıyordu. Gözlerini kapadı, kokumu içine çekti sertçe. "Seni öpmek istiyorum. Her bir uzvunu: Saçını, elini, alnını, dudağını... Ekin," dediğinde artık nefes almak göğsümü sıkıştırıyordu. "Ben seni istiyorum."

 

Dayanamadım artık. Çıkıp o lanet yerden gitmek istedim. İzin vermedi. Tüm cesaretimi toplayıp bacak arasına sert bir tekme attım ve yattığım yerden doğruldum. "B- bir daha bana dokunursan, seni öldürürüm Yamaç. Bitti. Seni asla affetmeyeceğim asla." çıktım odadan.

 

Kim daha suçluydu? O mu ben mi? Kimdeydi hata? Onda mı ben de mi?

 

İçime bir nefes çektiğimde o günkü gibi yaktı boğazımı.

 

"Ben ve sen olamayız Yamaç. O yaptığın,"

 

"Sarhoştum. Ekin ben ne yaptığımın farkında bile değildim." derken yine aynı şeyi yapıyordu. Çaresiz çocuğu oynuyordu. Ama o gün her aklıma geldiğinde ayaklarıma kapansa yine affetmezdim onu.

 

"Sen de bahane arıyormuşsun benden ayrılmak için." dediğinde titreyen sesi canımı sıkıyordu.

 

"Bahane mi?" demek istedim ama diyemedim. "Saçmalama" demek istedim ama yine diyemedim. Yalan kötüydü değil mi?

 

"Hiç mi sevmedin beni?" gözünden bir damla yaş düştü ama daha sakindi. "En sevdiğin şeyleri öğrenmek benim için ders notlarından daha önemliydi. En sevdiğin çiçekti karanfil bu yüzden her hafta evine demet geliyordu. En sevdiğin renk yeşildi ama ben gözünün mavisine tutuldum. En sevdiğin tatlıydı baklava." bu kısımda güldü. "Sen hiç hafif bir kız olmadın." gözlerime baktı. Gözbebekleri titredi. "Bu yüzden mi kalbimde bıraktığın yaranın bu denli ağır olması."

 

Konuşamadım. Boğazıma bir yumru oturdu ve ben yutkunmadım. Aldığım nefes boğazımı delip geçerken gözümden bir damla yaş düştü. "Yamaç," dedim gerisi gelmedi. Gözlerimi yumdum.

 

"Ama şunu bil Ekin Ertekin; ben senden asla vazgeçmem." dedi ardından yerdeki dallardan gelen çatırtılar ilişti kulaklarıma. Gittiğini anladım ama gözlerimi açmadım.

 

Beni kalbimdeki sızıyla bıraktı orada,öylece. Onu sevemedim. Benim suçum muydu, kalbimin mi? Yoksa hepimizi kontrol eden beynimin mi?

 

_____BÖLÜM SONU_____

 

 

 

Selamlar herkese.

 

Bölüm çok uzun olduğu için bölme kararı aldım.

 

Nasıldı bölüm?

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Kim suçlu sizce? Valla ben de bilmiyorum çok ikilemde kaldım.

 

Alttaki yıldızı parlatarak birilerini mutlu edebilirsiniz. (Kesinlikle beni değil 🙈)

 

Youtube hesabım 👉 nisabzzz6644

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 08.12.2024 22:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...