9. Bölüm

9. Ateș ve Su

Nisabzzz6644
nisabzzz6644

 

Keyifli okumalar 😘 (Zeliş'in hesabı: @sunblumer)

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

*****

 

Sanırım kaybolmuştum. Yamaç beni bırakıp gittikten sonra biraz yürüyüş yaparsam kafamdaki düşüncelerin kaybolacağanı düşünmüştüm ama kaybolan bendim.

 

Ne kadar olmuştu? Muhtemelen yarım saati geçmiştir ve oyun bitmiştir belki de. Benim olmadığımı fark edecekler.

 

Beni bulurlar.

 

Çantamdan telefonumu çıkardım ve bir kez daha çekiyor mu diye baktım. Sağ üst köşede sinyal yok yazısını görmemle oflayarak telefonu cebime soktum.

 

Olduğum yerde durdum ve düşünmeye başladım. Tamam yürümeye devam edersem daha da uzaklaşırdım o yüzden bir yerlerde oturmam gerekli. Derin bir nefes verip gözlerimi kapattığımda doğayı hissetmeye çalıştım.

 

Hafif bir rüzgar temas etti tenime. Dal ve yaprak hışırtıları arasından kuş sesleri de kulaklarıma konuk oluyordu. Huzur içinde dudağımda bir tebessüm oluştuğunda ayağımda bir yumuşaklık hissettim.

 

Kaşlarımı çatıp gözlerimi açtım ve ayak bileğime baktım. Gördüğüm beyaz bir topakla çığlık atarak geriye kaçtım ve ayağımı sertçe çekmiş bulundum. Zıplayarak kaçmaya başladı. Dur, o tavşan mı?

 

Hızla uzaklaşırken arkasından "Hey kaçma!" diyerek bağırdım ve ben de arkasından koşmaya başladım. Bembeyaz tavşan önde ben arkasında koşarken ortaya çıkan görüntü nasıldı bilmiyorum. Kerata çok hızlı koşuyordu. "Hey! Üzgünüm öyle bağırmamalıydım, seni korkuttuğum için özür dilerim!" diye bağırdım koşmaktan dolayı bozuk çıkan nefeslerimin arasından.

 

Peki o durdu mu? Hayır aksine daha hızlı koştu ama ben neden koşuyorum arkasından bilmiyorum. "Benden korkma seni avlamayac," dur bir dakika otobüs kalkarken bu şakayı Begüm'e yapmıştım değil mi?

 

"Tamam bunun şakasını yaptım ama ciddi değildim valla bak," bir tavşana açıklama yaptığıma inanamıyorum. Peşinden koşmaya devam ederken artık karnıma kramp girince durmak zorunda kaldım. "Şaka maka bilmem artık akşam yemeğimizsin oğlum!" derken cümlelerim bozuk nefeslerim yüzünden kesik çıkıyordu.

 

Yanımdaki bir ağaca tutunup nefesimi düzene sokmaya çalışırken kalbim ağzımda atıyordu. Son bir derin nefes vererek başımı eğdiğim yerden kaldırdım ve etrafa baktım. Tamam daha da uzaklaşmama kaç puan?

 

"Offf," diye bulunduğum duruma sitem ederken az ilerde gözüme bir parıltı çarptı. Çarşaf gibiydi. Ağaçların arasından geçerken ne olduğunu görmeye çalışıyordum. Yaklaştıkça ne olduğu belli oluyordu ve bu... Amanın! Bu bir göldü.

 

"Vay be," derken dudağımı dişleyerek karşımdaki gölete bakıyordum. "Yine iyisin tavşan efendi bu seferlik seni bağışlıyorum." büyük bir göldü ve güneş yüzünden parlıyordu. Burada bir göl olduğunu bilmiyordum. Yavaş adımlarla göle doğru ilerlerken su ile kara arasındaki o çizgide durdum ve gölden yansımama baktım.

 

Gölün suyu durgun olduğu için kendimi net bir şekilde görebiliyordum. Yansımamdaki gözlerimiz buluştuğunda öyle izledim kendi mavilerimi.

 

Yamaç mavilerine tutuldum dedi.

 

Babam gözümün mavilerini çok sevdiğini söylerdi.

 

Babam gitti ben gözümdeki mavilikten nefret ettim.

 

Yamaç gözünün mavisine tutuldum dedi.

 

Ben bir kez daha nefret ettim.

 

"Beni bir renkten de soğutamazsınız." dedim yansımama bakıp ve gülmeye çalıştım ama gülemedim. Sudaki yansımam bulanıklaşmaya başlayınca hafif silkelendim ve arkamı dönüp birkaç adım geride çimenlerin üstüne dizlerimi karnıma çekerek oturdum. Ben yeşil severdim ama göz rengimin yeşil olmasını istemezdim.

 

O renkten de soğumak istemiyorum.

 

___&&___

 

"Ekin, Ekin kalk hadi." diyen sese uykumun içinden huysuzca mırıldanarak cevap verdim. "Ekin, Ekin." gözlerimi isteksiz bir şekilde uyku mahrumu açtığımda üzerime eğilmiş bir adet Kaan'la karşılaştım. "Uyan."

 

Uykumun dağılması için gözlerimi kırpıştırdıktan sonra yattığım yerden doğrulmak istedim. Ne istediğimi anlamış gibi Kaan ellerini uzatıp "Gel," deyince uzatmadan ellerimi avuçlarına koydum ve beni oturtmasına izin verdim.

 

"Bizi çok korkuttun." sesindeki endişeyle gözlerimi ovalamayı bırakıp ona baktığımda gözüme havanın eskisi kadar aydınlık olmaması çarptı. Panikle ayağa kalktığımda o da aynı anda benimle kalktı. "Sa-saat kaç? Ben ne zamandır uyuyorum? Dur bir dakika ben neden uyuyorum?" panikle arka arkaya dizdiğim sorularla derin bir nefes alarak ellerimi tuttu. "Sakin ol. Birkaç saattir yoksun ve saat," bir elimi bırakıp arka cebinden telefonunu çıkardı. "Sekize yakın."

 

Gözlerimi yumup derin nefesler alıp verdiğimde yine sesini duydum. "Tüm ekip seni arıyor." gözlerimi aralayıp ona baktığımda korkmuş bir ifadesi olduğunu gördüm. Saçları dağılmıştı ve alnına yapışıyordu. "Tüm ekip? Herkes mi?"

 

"Herkes." diyerek onayladı. "Çocuklar, müdür, yardımcısı hatta şoför bile." Utançla başımı yere eğip ellerimle oynamaya başladım. "B-ben üzgünüm." diyebildim sadece.

 

"Neden?" diye sordu ama başımı kaldırmadım. "Sizi bu kadar zahmete soktuğum için." sanırım en iyi bahane buydu. Burnundan güldüğünü duydum. Önümde bağladığım ellerimin arasından elleri sızıp onları iki avucuna aldığında başımı yine kaldırmadım. "Bana bak Ekin," başımı kaldırdım, baktım gözlerine.

 

"Sen kimseyi zahmete sokmadın. Herkes senin için çok endişelendi. Begüm ağlama noktasına geldi ve inan ki her yeri savaş meydanına çevirdi. Deniz sakindi ama onun da korktuğuna eminim. Ve ben," bir elini kaldırıp çenemi hafif bir şekilde tuttuğunda sabit bir şekilde gözlerine bakıyordum. "Aklım gitti Ekin, sana bir şey oldu düşüncesi beni mahvetti."

 

Rüzgar öyle bir esti ki sanki o yel kalbimin üstünden de geçerek beni ürpertmişti. Kalbimin hızlanarak ısınmasını bekledim. Ama hayır geçen rüzgar tüm hatları koparmış gibi hala soğuktu. Gözlerindeki korkuyu gördüm. Ve bir şey daha; sanki kaybetme korkusu da vardı orada.

 

Gülümsemeye çalışıp ellerimi çekip çıkardığımda bir adım geri gittim ve çenemdeki elinden de kurtuldum. "Ah, ben de oturacak bir yer arıyordum ve bu gölü gördüm. Buraya gelip oturmuştum ve sanırım uyımuşum." kıkırdadım. "İyi bari gölün içine düşmemişim." gülümsemeye çalıştığımda onda hiçbir tepki yoktu. Bir adım atarak bana yaklaştı. "Yamaç denilen it arayacağınız bitkiyi bulmak için ayrıldığınızı ve seni bulamadığını söyledi. Doğru mu?" neden hayır dersem şimdi gidip onu öldürecekmiş gibi bakıyor?

 

Yutkundum ve gülümsemeye çalıştım. Beceremedim. "Hı hı." diye kısa bir cevap verdim. "Ekin, doğru söyle bana. Neden ayrıydınız?" Gözlerine baktığımda "N'apacaksın?" diye bağırdım sinirle. "Ha? N'apacaksın Kaan? Gidip dövecek misin onu? N'apacaksın? Dediği gibi oldu. Çileği aramak için ayrıldık ve buluşmak için bir yer belirledik. Ama ben kayboldum." hızlı ve sinirli bir şekilde konuşmam karşısında bir şey demedi.

 

Gözlerime bakmaya devam ederken başını sağa yatırdı. "Ben sadece senin için endişe,"

 

"-Lenme!" diye sinirle söyleyeceği kelimeye tezat bir şekilde tamamladım cümlesini. "Ben kendim için endişelenirim Kaan sen merak etme. Gitmek istiyorum burdan." dediğimde bir şey demedi, sadece başını salladı ve yanımdan geçip gitti. Arkasından ilerlerken sessiz bir yolculuktu. Esen rüzgar açıkta kalan bacaklarımı üşütüyordu. Kollarımı bağlayarak ısınmaya çalıştım.

 

Omzunun üstünden bana baktığında tam üstündeki ceketi çıkarmaya yelteniyordu ki elimi kaldırıp onu durdurdum. "Gerek yok." dedim ve durdu. Durdum. "Neye gerek yok Ekin? Üşüyorsun. Tamam benimle konuşma ama lütfen inat etme ve giy şunu." derken ceketini çıkarmıştı bile. Bir süre cekete baktım ardından ise ona baktığımda sabahki tişörtüyle olduğunu fark ettim. "Sen üşüyeceksin ama," diye itiraz etmiştim ki "Giy artık şu lanet ceketi" bakışıyla susup elindeki ceketi alarak üstüme geçirdim.

 

Şortumun biraz üstünde bitiyordu ve bana boldu. Önüme gelip fermuarı geçirirken bir şey demedim. Ve şunu fark ettim ki onun da kasları vardı hem de sıkı. Bayağı sıkı. Fermuarı boğazıma kadar çekip bir de kapişonu kafama geçirdi. Bol olduğu için gözlerime kadar geliyordu. "Biraz daha iyi." dedi ve yürümeye başladı. 10 dakika kadar sonra kamp alanına geldiğimizde şaşkındım. Ne yani bu kadar yakın mıydı?

 

"Ekin!" diye bağıran Begüm kaçmama fırsat vermeden boynuma atladı. "Nerdeydin? Seni çok merak ettim." sarılışına hiçbir cevap vermezken kulağına doğru "Begüm ben en çok neyi sevmem?" diye fısıldadım sadece onun duyabileceği bir seste. "Başlatma şimdi temasına!" diye sağ olsun benim gibi çok sessiz bir şekilde (!) bağırdı ve daha sıkı sarıldı.

 

Ayıp olmasın diye sırtına bir iki kez vurduktan sonra benden ayrılması gerektiğini anlatmak için daha sert vurdum. Mesajı anlamış gibi homurdanarak benden uzaklaştığında hemen arkasında Deniz'i gördüm. Şükürler olsun ki o da benim gibi teması sevmiyordu. 4 adım atarak önümde durduğunda gözleri kısa bir an arkamdaki Kaan'a değse de tekrar bana döndü.

 

"İyi misin?" güven vermek istercesine gülümsedim. "Aranızdan doğayla en yakın ben olduğuma göre evet iyiyim." başını hafifçe sallayıp gitti. Zaten çok bir şey konuşmazdık. Deniz'in arkasından Gizem ve Yamaç haricinde herkes iyi olup olmadığımı sorduktan sonra müdür bey beni çadırına çağırdı. Yaklaşık yarım saat kadar bir azar yedikten sonra çadırdan çıktım ve herkesin ortada yanan ateşin etrafına dizildiğini gördüm.

 

Tam es geçerek kızlarla olan çadırımıza doğru ilerliyordum ki Begüm'ün bana seslenmesiyle gözlerimi devirip onlara döndüm. Eliyle yanındaki boş yere vurunca ister istemez gittim ve bağdaş kurarak onun ve Zeliş'in arasına oturdum.

 

Hava artık kararmıştı ve gecemizi aydınlatan sadece ortamızdaki ateşti. Kulaklarıma yanan odunların cızırtıları dolarken gözlerim dalgın bir şekilde ateşin kıvılcımlarını izliyordu.

 

"Hadi d,c oynayalım." diyen Gizem'in sesi böldü sessizliği. Sadece biz öğrenciler vardık, müdürler çadırlarındaydı. Neredeyse herkes onayladığında gözleri üzerimde hissettim ve ateşten gözümü ayırmadan "Olur." dedim. "İlk ben başlıyorum." dedi Gizem ve pet bir şişeyi ortada çevirdi. Şişe döndü, döndü, döndü.

 

Şişe onunla Batıcan'ın arasında durduğunda sevinçle ellerini çırptı ve sordu; "D mi c mi?" Batıcan hiç düşünmeden "D," dedi. Gizem bir süre düşündükten sonra, "Sana zarar verdiğini düşündüğün bir şey." Batıcan Gizem'in gözlerine baktı, baktı, baktı. "Aşık olmak." dedi ve yanan ateşin üzerinden bir kıvılcım ilerledi gökyüzüne doğru.

 

Bu belki de en acı itiraftı. Gizem'i hedef alan sözler benim bile canımı acıttı. Batıcan seni sevmek bana zarar veriyor diyordu.

 

Gizem yutkundu ve şişeyi bir kez daha çevirdi. Şişe Zeliş ile Metehan'ı gösterdi. Zeliş sordu; "D mi c mi?" Metehan bir süre düşündü, ardından "D," dedi. Zeliş'te bir süre düşündükten sonra, "En utanç verici bir anın ama söylemek zorunda değilsin."

 

"Tabii ki zorunda kural bu." diye Zeliş'e cevap veren Batıcan'dı. Metehan'a sıkıyorsa cevap verme der gibi bir bakış attı, ardından ise Metehan "Eee," diyerek yutkundu. "Otelde bir kızla buluşmuştum ve tuvalete gitmek için odasından çıktım. Tuvaletten çıkarken bayanlar tuvaletinden aynı anda çıkan bir kız ile tanıştım ve onun odasına çıktık. Şey yaparken de diğer şey yaptığım kız bizi bastı."

 

"Yuh." diyerek ilk tepkiyi veren bendim. "Puşt." diyerek Batıcan bir küfür savurdu. "Siktir lan!" diyen diğer kișu adını kurada öğrendiğim B șubesinden Fatih'ti. "Pezevenk," diyen bir diğer kiși ise yine ismini kurada öğrendiğim Serhat'tı. Metehan ensesini kaşıyarak herkese göz gezdirdiğinde karşılaştığı bakışlarla biraz arkaya giderek sessizliğe gömüldü. "Neyse," diyerek Zeliş şişeyi çevirdiğinde hepimiz bakışlarımızı dönen şişeye çevirdik.

 

Șișenin ucu bu sefer Begüm ile Metehan'ı gösterdi. Metehan anında "Ben yokum," demiști ki göz ucuyla Batıcan'ın ona sırıtarak baktığın gördüm. Tamamen samimiyetsiz ve tehditkar bir gülümsemeydi.

 

Metehan yutunurken kabul etmek zorunda kaldı. Begüm klasik soruyu sordu: "D mi c mi?" Metehan D dememeye yemin etmiș gibi anında "C," dedi.

 

Begüm birkaç dakika düșündükten sonra "Basit olacak ama," dedi ve bakıșlarını Metehan'a dikti. "Șu an anneni ara ve sanki bir bașkasıyla konușuyormuș gibi okuldan atıldığını söyle. 'Bunu anneme nasıl söyleyeceğim," falan de. Abart yani."

 

Herkes gülüșürken Metehan ağlamaklı bir ifadeyle "Basitlik anlayașına sıçayım be abla," dedi. Benim hemen çarprazımda olan Buğra'nın kașlarını çattığını gördüm.

 

Metehan herkesin eğlenen bakıșları eșliğinde annesini aradı ve aramayı hoperlöre verdi. Telefon 4. Çalıșta açıldı. "Alo?" diyen naif bir ses duymayı beklerken kalın bir erkek sesi duymak herkesi bocalattı. Metehan kocaman olan gözleriyle Begüm'e bakarken Begüm yapacak bir șey yok der gibi omuz silkti.

 

"Alo?" diyen sesi kendini tekrar edince Metehan yutkunarak "Aynen kanka," dedi. "Nasıl söyleyeceğim ben bunu inan bilmiyorum."

 

Herkes gülmemek için zor dururken telefondan "Metehan sen misin," diyen kalın ses duyuldu. Sanırım bu kiși babasıydı. Metehan onu duymuyormuș gibi davranarak "Valla annem çok sorun değil de babam beni kesin öldürür." dedi.

 

"Ne bok yedin lan yine!" diye bağıran babasına gülmemek için ağzımı kapattım. Herkes gülmemek için bir yerlerini yırtıyordu. Batıcan eșek gibi sırıtırken telefona yaklaștı ve daha gerçekçi olması adına "Bir șey olmaz kanka ya." dedi. Metehan ona dolu gözlerle bakmaya bașladı.

 

"Lan ne yaptın lan!" babasının öfkeli çıkan sesine karșılık Metehan yalvarırcasına Begüm'e bakıyordu. Begüm olumsuz anlamda bașını iki yana salladı. Ve Metehan o cümleyi kurdu: "Kanka bu sefer sıçtım bak. Babam okuldan atıldığımı duyarsa bu sefer," cümlesini tamamlamasına babasının öfkeli sesi engel oldu.

 

"Ne diyorsun lan sen! Okuldan mı atıldın! Bir de gezi bahanesiyle evden kaçtın değil mi! Çabuk eve gel lan! Amına koyduğum! Bu ne lan ne hayrını gördük ne faydanı. Anca yat, kalk sıç, gez! Bir de okuldan atılmıș ecdadını siktğim! Ay bana fenalık geliyor. Çabuk eve gel lan!"

 

En sonunda kimse kendini tutamadı. Bir sürü gülen sese karșılık babası telefondan "Bir de gülüyon mu lan oruspu çocuğu!" diye bağırdı. Metehan herkesin kendini ifșa etmesinin rahatlıyla "Baba șakaydı. Valla bak. Oyun oynuyorduk," diyerek panikle yanımızdan uzaklașmaya bașladı. Babasının sesi bu mesafeden bile kulağımıza geliyordu.

 

Bir süre herkes güldü. En son oyun devam edince birisi șișeyi ortada çevirdi.

 

Şişe beni ve Caner'i gösterdi. Caner sordu; "D mi, c mi?" bu oyunun hemen bitmesini istediğim ve üşendiğim için "D," dedim. Dudağını büzüp bir süre bekledikten sonra bana dönüp, "En büyük pişmanlığın?" diye sordu.

 

Bunu beklemiyordum. Boğazımda bir yumru oluştu ve ben yutkunamadım. Gözlerime akın eden yaşlar akmak için hazırdı.

 

Şimdi değil, şimdi değil.

 

Bir nefes çektim içime rahat olmak için. Olmadı; göğsümü sıkıştırdı, boğazımdaki yumrudan geçemedi. Herkes benden bir cevap beklediği için kendimi toparlamaya çalışarak "O gün o uçurtmayı uçuramamak." dedim kısık bir sesle. "Hangi gün?" diye soran oldu,kim bilmiyorum. Gözlerim dolmaya başladı. "Babamın şehit düştüğü gün." dedim ve bir sessizlik oldu. Kulaklara dolan tek ses yanan odunların cızırtısı ve arada kendini belli eden baykuşun sesiydi.

 

___&&___

 

Öğleye doğru eşyalarımızı toplamaya başladığımızda otobüs şöförü ve müdür de otobüsü kontrol ediyordu. "Bu kamp bana hiç iyi gelmedi, her yerim ağrıyor." diye şikayet eden tabii ki Begüm'dü.

 

"Al benden de o kadar." dedim aynı şikayetçi sesle. Dün bana sorulan sorudan sonra uyumak istediğimi söyleyip çadırıma girmiştim. Begüm'den öğrendiğim kadarıyla onlar geç saatlere kadar oyunu sürdürmüştü. Sabah çok erken bir saatte de benim dün uyuya kaldığım göle gidip kahvaltı yapmıştık. Hocalar bizim için ip, top falan da getirmişti ve erkekler maç yaparken kızlar ip atlamıştı.

 

Bense herkesten ırakta kitabımı okumuştum. Çünkü bu hayatta alamadığım zevki bana onlar somut bir şekilde veriyordu. Kitapları seviyorum, kitaptaki karakterleri daha çok seviyorum.

 

Ben bir kitap kızıyım; bazı sözler bana söylense belki acıtmaz ama kitaplardaki sözlere 10 saat ağlamak benim huyum.

 

Kitap karakterlerine aşık olmak... Ah, işte bunun için her şeyimi verebilirim.

 

Düşüncelerimden sıyrılıp çantamı kontrol ederken şapkamın olmadığını fark ettim. Etrafa bakındım ama göremedim. Çadırlar kaldırılmıştı, bu yüzden buralarda olmalıydı. Çantamı yere bırakıp eşyalarını toplayan insanlar arasından şapkamı ararken bir el omzuma dokundu ve ona dönmemi sağladı. Kaan'ı görmemle kaşlarımı kaldırdım.

 

"Şey, sanırım bunu arıyorsun." diyerek elindeki beyaz şapkamı bana uzattı. "Dün gölün yanında unutmuşsun, almıştım ama vermeyi unutmuşum." kaşlarımı bir kez daha kaldırarak elinden şapkamı aldım ve kafama taktım. Tam yanından geçip gidecektim ki eli bileğimi kavrayınca durup önce bileğimdeki ele sonrasında çattığım kaşlarımla ona baktım. "Ekin, benimle konuşmayacak mısın?"

 

Şapkam gözümü örttüğü için devirdiğim gözlerimi görmedi. "Konuşmayacağım." diye net bir cevap vererek elimi elinden kurtardım ve geri Begüm'ün yanına gittim.

 

Sonrası çok hızlı oldu; müdürler sayım yaptı, herkes eşyalarını otobüse yükledi ve otele doğru yolculuğumuz başladı.

 

___&&___

 

"Ateşli Çağrı şuraya da," diyen Talha'ya en öldürücü bakışını attı Çağrı. Ekin fotoğrafının altına ateş attığı için ona böyle bir lakap takmıştı. Halbuki daha iki gün olmuştu. "Talha bir kez daha bana öyle dersen inan ki seni şu denizde boğmaktan hiç çekinmem." dedi tıslarcasına. Talha umursamadı. "Vay biriniz ateş biriniz su hastası çok uyumlu oldu."

 

"Talha!" diye sesini fazla yükselten Çağrı etraftaki insanların bakışlarını umursamadı. "Ah, ben de ateş ve su gibi olabilseydim keşke seninle Juliyet." diyerek bir elini alnına koyarak 2 saniye önce bulduğu repliği abartılı bir şekilde söyledi Talha.

 

"Seni o ateşte yakarım Talha." diye bıkkınlıkla bilinmez kaçıncı tehdidini sıraladı Çağrı. "Ateşli Çağrı ve Sulu Ekin'in büyük aşkı." diyerek iki elinin işaret ve baş parmağını ters bir şekilde birleştirerek bir dikdörtgen oluşturdu Talha ve aradaki boşluktan Çağrı'ya baktı. Tabii Çağrı eliyle o dikdörtgeni bozmadan önce.

 

"Bak, son kez seni uyarıyorum bir kez daha Sulu Ekin dersen seni çok pis yaparım." Talha yumruk yaptığı elini ağzına götürerek imayla "oooo" ladı. "Sen Ateşli Çağrı dediğime değil de Ekin'e laf attığıma mı sinirlendin?" diyen Talha'yı öldürmemek için hiçbir sebebi yoktu. Hemen. Şimdi.

 

"Talha!!" diye öyle bir bağırdı ki Çağrı hemen yanlarında yerde uyuyan masum bir kedi korkudan havaya sıçrayarak kaçmaya başladı. Aynı şekilde Talha'da. "Tamam, şaka, şaka, şaka, şaka gelme!" diye kaçarken şu tiktok akımını canlandırmayı unutmadı.

 

"Varya seni evirip çevirip yan yatırıp sikmezsem benim de adı," demişti ki Çağrı, hemen solundaki dükkanda gördüğü şeyle adımları bıçak gibi kesildi. "Ne Ateşli Çağrı mı diyecektin?" diye hala alay eden Talha nefes nefese Çağrı'nın durduğundan bi' haberdi. Çağrı'dan ses gelmeyince hala koşarken arkasına dönmüştü ki alnını sert bir şeye çarpınca acıyla inledi. "Ah!" derken bir küfür savurdu. Acıdan yumduğu gözlerinin birini açıp neye çarptığına baktığında sokak lambası olduğunu gördü ve bir küfür daha savurdu.

 

"Evladım önüne baksana." diye onu azarlayan teyzeye alnını ovalarken alttan baktı. "Git bir elini yüzüne su tut." deyince teyze, acısına rağmen büyük bir kahkaha attı. "Teyzecim bana su deme artık aklım başka yerlere gidiyor hele tut," elini alnından çekti ve gözlerini kocaman açtı. Aklına gelen fesat düşünceyi Çağrı öğrenmese daha iyiydi. "O senin yengen lan." diye kendine kızarken teyzeyle anlamsız bir sohbete tutuştular.

 

Bu sırada Çağrı gördüğü şeyi almak için mağazaya girmişti bile. Burası sıradan bir takı dükkanıydı ama umrunda değildi. Vitrindeki modelin boynunda asılı duran kolyeyi inceledi. Kolye zincirdi ve ucunda sanki bir fanusun içindeymiş gibi su doluydu. Suyun içinde de ters duran bir deniz kızı vardı. Kolyeyi onun boynunda düşleyince yutkundu. Dışardan görünce aklında ilk bir çift mavilik canlandı.

 

Masum ama sert mavilikler.

 

Ona çok yakışırdı bu kolye. Yakışırdı değil mi? Ya beğenmezse? Zevki böyle değilse ya da kolye sevmiyorsa? Daha ne sevdiğini bilmiyordu, bilmesi mi gerekiyordu?

 

"Hoşgeldiniz bayım, bunu mu alacaksınız?" diye yanına gelen personel kızı fark etmesiyle aklından farklı yerlerden çıkan soruları dağıttı Çağrı ve görevliye tebessüm etti. "Yani, evet ya da hayır. Bilmiyorum çok kararsızım." görevli ona tebessüm ederek eliyle modeli çevirerek kolyeye baktı. "Bana nasıl bir zevki olduğunu söylerseniz size yardımcı olabilirim," kendisi de bilmiyordu ki. Dudağını büzdü ister istemez.

 

Kolyeye kısa bir bakış attı ve "Bilmiyorum," diyebildi sadece. Kadın biraz düşündü ve ardından dudağındaki tebessümle, "O zaman bana onu tarif edin." diye bir fikir üretti. Kaşlarını kaldırdı Çağrı ve gözlemlediği kadarını ona anlatmaya başladı. "Böyle uzun dalgalı kahve saçları var. Beline kadar geliyor, çoğunlukla bağlıyor. Halbuki salsa ona çok yakışır. Böyle masmavi gözleri var, deniz gibi, bir baktığınızda sanki sonsuzluğa bakıyormuş gibi hissediyorsunuz. Bir de böyle büyük, iri iri sırf o mavilikleriyle etrafa bakabilsin diye kalbimi verebilirim." bunları anltırken dudağındaki sırıtıştan şu an için haberi yoktu.

 

Kadın ona içten bir şekilde tebessüm etti. "Sevgiliniz çok şanslı." demesiyle pişmiş kelle gibi sırıtmayı bırakmış kaşlarını kaldırmıştı. "Ah, hayır o sevgilim değil." dedi kadına. Kadın içten tebessümümü sürdürdü ve tek kaşını kaldırarak, "O zaman neden onun hakkında konuşurken gözleriniz parlıyor?" bu karşılığı beklemediği için bir an bocaladı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Dışardan böyle mi görünüyordu? Ya Ekin'de onda bu ifadeyi görmüşse? Yanlış anlar ve ondan uzaklaşırsa? Bu düşünce kalbinin kasılmasına sebep oldu ve derin bir nefes alma ihtiyacı hissetti.

 

Bu sırada görevli kadın kolyeyi alıp gelmişti. "Bunun ona çok yakışacağına eminim." dedi kolyeyi uzatırken. Çağrı bir an sorguladı. Bir tarafı bu kolyenin ona güzel bir hediye olacağını, diğer tarafı ise burdan siktir olup gitmesini haykırıyordu. Gitmesini söyleyen tarafının nedeni vardı; daha onu tanımıyordu bile durduk yere hediye almak saçma değil miydi? Diğer tarafının ise aksine hiçbir nedeni yoktu. İçinden gelmişti ve sanırım nedenler buna engel değildi.

 

Kolyeyi kadının elinden alıp, "Teşekkürler." dedi ve kasada ödemesini yapıp zincir kolyeyi cebine sıkıştırdı.

 

Dükkandan çıktı ve Talha'nın ortalıkta olmadığını fark edince omuz silkerek geldikleri yolu geri yürüdü. Bu kolyeyi ona verdiğini düşünürken dudağında derin bir tebessüm oluştu. Belki kolyeyi boynuna o takardı?

 

Dalgın gittiği yol kaldığı otelin yakınları olduğunu fark etmesiyle ilk şaşırdı sonra ise gidecekken bir otobüs gelip girişin önünde durdu ve içinden sırasıyla Ekin'in sınıfındaki kişiler inmeye başladı. Bazılarına partiden ötürü aşikardı. Ve en son o indi.

 

Altında gri bir eşofman ve üzerinde beyaz bir crop vardı. Üzerine ise ona fazlasıyla bol gelen bir hırka giymişti. Saçları bağlıydı. Gözüne bu hali çok sevimli göründü. Saçından bazı tutamlar çıkmış ve dağılmıştı. Mavi gözlerini ovaladığında uykusundan yeni kalktığını anladı. Kulağında kulaklıkları vardı.

 

Bir an onu uyurken düşledi. Emindi kesin o zaman da çok güzeldi.

 

Düşüncelerinden hızla sıyrılarak hazır onu görmüşken kolyeyi vermek istedi. Şimdi yanına gitse büyük ihtimal yanlış anlaşılırdı. Herkes gittikten sonra odasına çıksa? KENDİNE GEL ÇAĞRI KILIÇ!!

 

Son çare olduğu yerden ona el sallamaya başladı. Kollarını iki yana açarak şu ada filmlerinde mahsur kalan kişilerin onları kurtarmaya gelen helikopter-gemiye el sallamaları gibi salladı. Ama lanet kız bir türlü onu görmüyordu. Yanından ellerinde poşetlerle iki yaşlı teyze geçerken biri diğerinin kulağına doğru, "Baksana ne yapıyor?" diye sordu. Diğeri de aynı ona eğilip, "Ay bırak deli galiba. Hiç bulaşmayalım." diyerek gittiler.

 

Çağrı ağrıyan kollarını indirdikten sonra içinden küfrederek Ekin'in görmesi için bir kez daha kollarını açıp salladı. Bu sefer uyku sersemi kız onu görmüştü. Bunu görünce gülümsedi ve ona eliyle gel işareti yaptı. Ekin yanındaki arkadaşına bir şeyler söyledi ve arkadaşı başını sallayınca olduğu yere doğru gelmeye başladı. Bu sırada normalin üzerinde atan kalbi kesinlikle normal değildi.

 

Ekin gelirken o da arkasına dönüp birkaç adım sonra sağında kalacak olan ara sokağa girdi ve 1-2 dakika sonra Ekin'de arkasından girdi. Şimdi daha iyi görüyordu karşısındaki uyku mahrumu gözleri. Derin bir nefes aldı içine. Ama o gözlere bakarken vermeyi unuttu. İkisi de bir şey demiyor, Çağrı Ekin'in gözlerine bakarken Ekin Çağrı'nın kendisini neden buraya çağırdığını sorguluyordu.

 

"Bir şey mi oldu?" diye birkaç dakikalık sessizliği böldü Ekin. Sesini duymasıyla tuttuğu nefesini sessizce verdi Çağrı. Kalbi hala deli gibi atıyordu. "Yoo, hayır." dedi başını iki yana sallayıp. Tek kaşını kaldırdı Ekin. "O zaman?" diye sordu.

 

"O zaman?" diye tekrar etti Çağrı.

 

"Beni neden Çağırdın?"

 

"Ben mi?" diye sormuş bulundu Çağrı. Bu kızın gözlerinde bir büyü olabilir miydi? İnsanı bayağı sersemletiyordu çünkü.

 

"Yok eben." diyerek Ekin onu terslemesine rağmen güldü. Bu kızın ağzı çok bozuktu. "Ne yapacağız biz senin şu ağzınla?" diye onaylamazca sordu Çağrı.

 

"Hiçbir şey." diyerek omuz silkti. "Ayrıca sanane."

 

Son söylediğini umursamadan, "Neyse ben zamanla düzeltirim." dedi Çağrı.

 

"Neyi?"

 

"Şu güzelliğine gölge düşüren ağzını." dur bu bir itiraf mıydı? Ekin bir şey diyemedi ilk birkaç dakika ve, "Güzelliğime mi?" diye fısıldayarak sordu.

 

Çağrı onun karşısında olduğunu unutmuş gibi, "Evet güzelliğine, sevimliliğine, mavilerine, tatlılı," diye sayıyordu ki jetonu sonunda düştüğünde yutkundu. "Siktir."

 

Başını kaldırıp ona şaşkınlılıkla bakan Ekin'i görünce kendine bir kez daha sövdü. Eve gidince Talha'ya o ağzını kırmasını söyleyecekti. "Konu fazla mı uzadı?" diye ensesini kaşıyarak sordu. Ekin'de hafif öksürdü ve hemen fabrika ayarlarına dönerek,

 

"Çağrı senin yedi ceddini sıraya dizmemi istemiyorsan beni neden çağırdığını söyle. Yoksa gidiyorum." diye gitmek için yeltenmişti ki Çağrı'nın kolunu tutmasıyla durmak zorunda kaldı. Sahiden Çağrı onu kolyeyi vermek için çağırmıştı. Ne diye bu kadar uzatmıştı ki. Sanki daha fazla konuşmak için saçmalıyor gibiydi.

 

Saçmalıyordu. Bu kız onun dengelerini bozmuştu.

 

"Tamam dur," dedi ve rahatsız olmasın diye kolundaki elini çekti. "Aslında ben sana bir şey verecektim." dedi ve ensesini kaşımaya başladı. Halbuki o sadece utandığında ensesini kaşırdı. Çok kolay utanmazdı.

 

"Ne vereceksin? " Ekin sesinin fazla meraklı çıktığından habersizdi. "Aslında aklımda yoktu. Bu sabah dolaşırken bir mağazada gördüm ve aklıma,"

 

"Ve aklına?"

 

Derin bir nefes alarak karşısındaki maviliklere uzunca baktı. "Ve aklıma sen geldin." kalbi çok hızlı atıyordu. Ve karşısındakinin de kalbinin ritmini bozmayı başarmıştı. Diyecek bir şey bulamadı Ekin ve bir sessizlik oluştu. Bir çift ela ile bir çift mavilik bakıştı bir süre. İkisinin de aynı anda yutkunması da ayrı bir olaydı.

 

Çağrı elini cebine uzatıp, "Gözünü kapat." demesiyle aralarındaki sessizlik bozuldu. Gözlerini kapattı.

 

Çağrı onu izlediği birkaç dakikanın ardından eline doladığı zinciri çıkaracağı esnada bir ses duyuldu ve Çağrı'nın elinin cebinde kalamasına, Ekin'in ise gözlerinin açılmasına sebep oldu. "Ekin!" ikisi de sesin geldiği yere doğru döndüler.

 

"Sevgilim, bu kim?"

 

___BÖLÜM SONU___

 

Selammmmmmm bir bölümün daha sonuna geldik.

 

Ve lütfen bana sövmeyin.

 

Nasıldı bölüm?

 

En sevdiğiniz sahne veya replik?

 

Altta bir yıldız varmış ve parlamak istiyormuş onu kırmayın olur mu?

 

Youtube hesabım 👉 nisabzzz6644

 

 

Bölüm : 08.12.2024 23:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...