

Risk almıştım. Ya yakalanacak ve paşa paşa yatağıma geri dönecektim. Çünkü Esra Melihle görüşemiyordu ve bana patlayacaktı. Ya da yakalanmayacak ve geceyi Ayaz'ın evinde geçirecektim.
Sessizce dolabıma ilerledim. Bir pantolon ve tişört aldım. Hızla üzerime geçirdim. Saçlarımı da dağınık topuz yapıp telefonu elime aldım. Ayaz konumu atmıştı.
Parmak ucumda yürüyerek odamın kapısını açtım. Kısa bir süreliğine karanlık ve boş koridorla bakıştık. Yine parmak ucumda odadan çıktım ve sessizce kapıyı kapattım.
Oturma odasına ilerledim. Ceyda ve Esra iki kanepede yatıyorlardı ve aralarında duran sehpanın üzerindeki araba anahtarı hazine gibi parlıyordu. Esra'nın uykusu çok hafifti. Uyanmaması lazımdı. Bu yüzden nefes bile almadan oraya ilerledim. Sehpaya uzandım ve anahtarı aldım. Yeniden arkamı döndüğümde Esra hafifçe kıpırdandı. Gözleri aralandı. "Defne." Dedi kısık bir sesle. İçimden lanetler yağdırırken ona döndüm. "Ne arıyorsun burada?" Diye sordu. Uyku mahmuruydu. Hızla kaçmam lazımdı. Aklıma gelen ilk yalanı söyledim.
"Şarj aletimi unutmuşum burada. Onu almaya geldim. Sen yat uyu." Anında arkamı döndüm. Sorgulamasına izin vermedim. Elimde sıkıca tuttuğum araba anahtarıyla odadan çıktım. Ama odadan çıktığımda yeni bir sürpriz beni bekliyordu. Sedef karşımdaydı. Gözlerini ovuşturarak bana baktı. "Abla." Dedi o da. "Neden kalktın?" Kalbim ikinci kez bu heyecanı kaldıramayabilirdi. "Su içtim." Dedim hızla. "Esra'nın üstü açılmış, onu gördüm sonra. Onun üzerini örttüm." Başını salladı. Elindeki su bardağını yeni fark ediyordum. Su içmeye kalkmış olmalıydı. Yeniden odasına ilerledi. Derin bir nefes verip kapıya ilerleyeceğim sırada yeniden bana döndü. Yerimde kalakalıp gülümsedim. "İyi geceler." Dedi Sedef. Gülümseyerek başımı salladım. "Sana da." Dedim. Odasına girip kapıyı kapattığında elimi kalbime atmak zorunda kalmıştım. Fazla aksiyonlu bir gece oluyordu.
Tam kapıdan çıkacaktım ki Esra'yı arabasız bırakacağım aklıma geldi. İçim el vermedi. En azından telaşlanmamalı ve haberi olmalıydı. Hızlı ama sessiz adımlarla odama döndüm yeniden. Masamın üzerindeki küçük bir kağıda 'Esroşum kusura bakma. Araban bende.' Yazdım. Bu kez kimseyi uyandırmadan kağıdı bıraktım ve evden çıkmayı başardım. Derin bir nefes bıraktım dışarıya. Gergin bir kaçıştı. Resmen kendi evimden kaçmıştım. Büyük bir ironiydi.
Kendi kendime gülerek aşağı indim. Esra'nın arabasına binip çalıştırdım. Telefonumdan Ayaz'ın bana attığı konumu açtım. Yirmi dakika uzaklıkta bir yerdi. Hızlı bir yolculuk sonucu kapılarındaydım.
Üç katlı tatlı bir apartmandı. Ama hangi zile basacağımı bilmiyordum. Telefonumla Ayaz'ı aradım. Dış kapı cızırtılı bir ses çıkararak açıldı telefon açılmadan. Kapıyı iterek içeriye girdim. Zaten giriş katta olan evin kapısı açılmıştı ve kapıda beni bekleyen iki kişi vardı.
Ayaz ve Bitter.
Bitter beni görür görmez koşarak yanıma gelmiş ve ayaklarıma dolanmıştı. Ben de eğilerek onu kucaklamış ve yeniden ayaklanmıştım. Kapı eşiğinde gözleri yarı kapalı bir Ayaz vardı. Her şeye rağmen gülümsüyordu. Ben de gülümseyerek ona yaklaştım.
"Hoş geldin." Dedi.
"Hoş buldum." Diye yanıtladım. Kapıyı iyice açıp beni içeriye buyur etti.
Sade bir evi vardı. Ev direkt salona açılıyordu ve salonun sağ köşesinde bir fransız mutfak vardı. Sol köşeden bir koridor açılıyordu ama oraya gitmemiştim. Salonun ortasına ilerleyip televizyonun karşısındaki koltuğa oturdum. Bitter anında bacaklarıma sırnaşarak yatmıştı ve uyumuştu. O da yorgun olmalıydı. Ayaz'ın dediğine göre gün boyu oturmamıştı. Tabii Ayaz da.
O zaten şaşkın şaşkın Bitter'e bakmakla meşguldü. "Garezin bana mıydı bücürük?" Dedi. Güldüm. Ayaz gülmüyordu ama. Ciddi manada Bitter onu çok yormuş olmalıydı. Kıyamazdım.
"Gelsene buraya." Dedim. Elimi uzattım. Diğer elim hala Bitter'in başındaydı. Sorgulamadı, elimi tutarak yanıma oturdu. Başını omzuma yasladı. "İyi ki geldin." Diye mırıldandı. "Yoksa yarına kadar sağ çıkabileceğimi hiç sanmıyordum." Yine güldüm. Çünkü yanımda Ayaz varken başka bir seçenek mümkün değildi.
Boyun girintime iyice sokuldu. "Ayaz." Dedim. Sesi gelmiyordu. Gerçekten bu kadar sürede uyumuş olamazdı. Bir kez daha "Ayaz." Diye seslendim. Aldığım cevap ise belime sarılan ve bana daha çok sokulan bir beden oldu. Cidden uyumuştu. Hem de üstünü bile değiştirmeden.
Kucağımdaki Bitter'i sakince yanıma koydum. Ayaz'a bakmaya çalıştım ama pek mümkün değildi. "Odana gidelim en azından." Dedim. Mırın kırın etti ama sakince ayaklandı. Hala uyuyordu bence. O yüzden sakince koluna tutundum. "Uyanığım Defne." Dedi kısık ve uykulu bir sesle. "Bir yere çarpmam." Güldü ama bence gülerken de uyuyordu. Koridora ilerledik. Dört tane kapı vardı. En uçtaki odalardan soldakine ilerleyip kapıyı açtık.
Ayaz kendini direkt yatağa attığında yüzümde derin bir tebessüm vardı. Oda çok ferahtı. Girdiğimiz kapının karşısında balkona açılan bir kapı vardı. İki kapının ortasındaysa beyaz bir gardırop. Yatağının başlığı da beyazdı hatta. Sanırım Ayaz beyaz rengine aşıktı.
Dolabın karşısında kalan pencerenin önünde bir saksı menekşe vardı. Bence bunlara bakan Ayaz değildi. Burada olduklarını fark ettiğini bile sanmıyordum. Pencerenin altında ise ne çift kişilik ne de tek kişilik denilebilecek bir yatak vardı. Ve yorganı bütün odaya rağmen simsiyahtı. Güzel gözüküyordu odası. Balkon kapısının sağında da küçük bir masa vardı.
"Defne buraya gelsene." Diye sayıkladı. Ona doğru ilerledim. "Üzerini değiştirmeyecek misin?" Diye sordum aynı zamanda. Oflaya puflaya yüz üstü yattığı yatakta döndü ve gözlerini açıp bana baktı. "İlla uyandıracaksın, değil mi?" Dedi tatlı bir sitemle. Buna da gülerek karşılık verdim.
Yataktan kalkıp dolabına ilerledi ve gri bir eşofmanla beyaz bir tişört aldı. "Değiştirip geliyorum." Diyerek odadan çıktı. Ben de yatağına ilerleyip yatağın soluna kıvrıldım. Yatak da onun gibi kokuyordu. Anında mayışırken o gelmeden uyumamak için direniyordum.
Kapının yeniden açıldığını duydum. Sonra ise yatakta minik bir hareketlilik.
"Hemen uyudun mu?" Diye sordu Ayaz kısık bir sesle. Hayır anlamına gelen bir ses çıkardım boğazımdan. Gözlerim yarı açık yarı kapalıydı. Güldüğünü işittim.
"İyi geceler balım." Diye mırıldandı.
"Bana balım demeni çok seviyorum." Dedim. Sarhoş gibiydim ama yarım açık gözlerimle bile kocaman sırıttığını görebiliyordum. O da sersem gibiydi. Biraz daha sokuldu bana. Gamzeleri netleşti gözümde.
Bazen bir gülüşe ölmek, bir gamzeye gömülmek isterdin.
Tabii ki ben de otuz iki diş sırıtıyordum. Elimden geldiğince. Elim gamzesine uzandı bu kez. Gülüşü durdu. Hep gülmeliydi oysa.
"Bir daha gülsene." Diye mırıldandım. Uyumadan önce bir kez daha görmek istiyordum gamzesini. Hafifçe tebessüm etti. Bu bile yanağındaki çukura elimin batmasına sebep olmuştu. Bu his çok güzeldi. "Gamzelerini de çok seviyorum, gamzelim." Dedim bu kez. Gülüşü büyüdü.
"Tatlı rüyalar sevgilim. Ben de seni çok seviyorum." Dedi. Çok uykum vardı. Gözlerim iyice kapanırken son bir soru sormak istedim.
"Sen benim en çok neyimi seviyorsun?" Bir süre sustu. Gözlerinin uzun uzun yüzümde oyalandığını hissettim. Nefesi nefesime karışıyordu ve bu bence huzur demekti. Birkaç saniye sonra "Her şeyini seviyorum." Diye mırıldandığını duydum. Nefesi uzaklaştı. Hoşlanmadım ama ses etmedim.
Önce saçlarımda hissettim dudaklarını. Sonra ise eli sakince gözlerimin kenarlarına değdi.
"Ama en çok..." diye mırıldandı. Dudağıma kısa bir öpücük kondurdu. Hafifçe güldüm. "Gülünce kısılan gözlerini."
⛸️
Boynumda hissettiğim sıcaklıkla yerimde kıpırdandım. Sakince gözlerimi araladım. Uzun süre sonra ilk kez kendi kendime uyanıyordum ve bu mükemmel ötesi bir şeydi.
Resmen üzerimde uyuyan sevgilim, gördüğüm ilk şeydi. Ve dünyanın en iyi sabah manzarası olabilirdi. İyi ki dün kendisine kaçmış bulunmuştum. Kolları belimde, yüzü boynumdaydı. Nefesi ise boynumdan enseme doğru ilerleyen sıcak bir yoldu. Gülümsedim. Sağımdaki komodinde Ayaz'ın telefonu vardı. Benimki dün gece salonda kalmış olmalıydı. Saate bakmak için telefonu elime aldım. Saate bakıp geri komodine koydum. Kocaman esnerken duraksadım. Olduğum yerde birkaç saniye durdum. Bir kez daha telefonu açıp saate baktım. Bu sanırsam dünyanın sonu geldi demekti.
Saat 07.36'ydı.
Ben bu saatte nasıl kendi kendime uyanabilmiştim bilmiyorum. İnanılmaz şasırtıcıydı doğrusu.
Sessizce yataktan kalkmaya çalıştım. Ayaz'ın belime koala gibi yapışması bana yardımcı olmuyordu. Onu uyandırmadan güç bela kollarını belimden ayırdığımda homurdanarak yatağın diğer tarafına döndü. Derin bir nefes eşliğinde ayağa kalktım. Evi gezmek istiyordum. Umarım bir sakıncası olmazdı. Küçük ama çok güzel bir eve benziyordu. Odadan çıkıp karşıdaki kapıya ilerledim. Burası tam anlamıyla bir prenses odasıydı. Karşıda pencereler vardı. Solumda ise Ayaz'ın yatağına benzer ama pembe yorganıyla ve tepesinden sarkan tülleriyle Asya diye bağıran bir yatak. Yatağın yanındaki duvarda küçük bir dolap vardı. Hemen önümde ise bir çalışma masası. Yatağın üstünde pembe bir peluş tilki vardı ve çok tatlı gözüküyordu. Gülümseyerek kapıyı geri kapattım.
Yan taraftaki kapıya ilerledim bu kez. Açtığım an ise buranın banyo olduğuyla yüzleştim. İçeriye girerek elimi yüzümü yıkadım ve oradan ayrıldım. Karşımdaki kapıyı açtığımda ise buranın bir misafir odası olduğunu fark ettim. Ama daha çok gereksiz eşya odası gibi kullanıyorlardı. Karşıdaki krem rengi koltuğun yanında birkaç kutu üst üste koyulmuştu. Ayaz'ın aldığı madalyalar koltuğun üzerine dizilmişti. Hatta odada bir keman bile vardı ve o da orta sehpanın üzerindeydi. Burayı kurcakamayı çok isterdim ama Ayaz'dan bu konuda izin almalıydım. O yüzden bu odadan da çıktım ve salonla iç içe olan lacivert mutfağa ilerledim. Dolaplardan birinden bir bardak buldum ve arkamdaki masanın üzerindeki sürahiye ilerledim. Birkaç bardak su içtiğimde yeni uyanmış gibi hissediyordum.
Bitter koltuktan zıplayarak bana doğru koştu ve üzerime atladı. Onu severken aklımdan geçen tek şey Ayaz'la birlikte bir evde yaşıyormuşuz da Bitter bizim çocuğumuzmuş, ben de erkenden kalkıp kahvaltı hazırlayacakmış gibi hissettiğimdi. Bu düşünce daha çok gülümsememi sağlarken koridorun girişinde esneyen Ayaz'la karşılaştım.
"Günaydın sevgilim." Diye mırıldandım. Başını salladı gülümseyerek. "Günaydın balım." Diye ekledi.
Bana doğru ilerlerken konuşmaya devam ediyordu. Ben ise bir ona bir Bitter'e bakıyordum. "Niye erken kalktın? Ayrıca madem kalktın niye beni uyandırmadan yataktan çıkıyorsun?"
Masaya gelip yanıma oturmuştu bunları sorarken. "İlk defa dinç uyandım. Seninle uyumayı da çok seviyorum, bunu fark ettim. Ayrıca uykusuzdun ve uyandırmak istemedim." Dedim. Bitterin kafasını sakince okşamaya başlamıştı. Onun mırıltıları eşliğinde "Evi gezdim. Bir sorun olmazdı, değil mi?" Diye sordum. Güldü bu soruya. "Şu an mı soruyorsun?" Dediğinde utanmıştım. İki yana salladı başını. "Olmaz balım, merak etme."
Midemin guruldaması ortamda yankılanırken Ayaz ayaklandı. "Ne yemek istersin kahvaltıda?" Diye sordu. "Ne yapabiliyorsan." Dedim. "Çok güzel krep yaparım." Dedi böbürlenerek. Gülümseyerek başımı salladım. "Çok severim. Çabuk ol, hadi."
⛸️
"Ayaz yavaş olsana!" Mutfak tam bir savaş alanına dönmüştü. Başta yardım etmek niyetinde değildim. Asla yardım etmeyi düşünmüyordum ama yemek yaparken ortalığı öyle bir dağıtmıştı ki mutfağa acımıştım. Krepler havada uçuşuyordu ve ben sanırım panik atak krizi geçirecektim.
"Bu işin cakası burada güzelim." Deyip bir kez daha uçurmak suretiyle krebi havada çevirdi. Elim başımın üzerinde dehşetle izledim bu manzarayı. Yer de dahil olmak üzere bütün mutfak un ve krep hamuru olmuştu. Masaya kahvaltılık birkaç şey koymuş ve biraz da çilek ve muz dilimlemiştim. Ocakta çay demleniyordu. Pes ediyordum. Kendi bildiği gibi devam edebilirdi. Bu mutfağı toplamasına asla ve kat-a yardım etmeyecektim. Tarlası yanmış teyzeler gibi hala elim başımdayken masaya oturup onu beklemeye başladim. Zaten son iki krep falan kalmıştı.
Bitterse Ayaz unu ortaya saçmak suretiyle kullanmaya başladığında cırlayarak yanımızdan kaçmıştı. Şu an nerede olduğunu bilmiyordum.
"Krebiniz madam." Diyerek elindeki krep tabağını masanın ortasına koyan Ayaz'la birlikte ocaktan çaydanlığı alıp çayları doldurdum. Arkamı mutfağa dönerek hızla önüme bir krep aldım. İçine çikolata sürerken Ayaz'ı azarlıyordum. "Bir daha seninle aynı anda mutfağa girersem iki olsun! Cinnet geçirecektim." Dedim. İçine muz da eklediğim krebi kendi etrafında sardım.
"Bu nasıl yemek hazırlamak! Sen yemek hazırlamıyorsun ki! Sen malzemelerle savaşıyorsun." Krepten bir parça ısırdığımda damağıma yayılan tatla bütün sinirim yok olurken keyfim yerine gelmişti. Ayaz kesinlikle buz pateni yarışmacısı değil bir aşçı olmalıydı. Yaptığı her yemeğin bu kadar güzel olmasının başka açıklaması yoktu. Muhallebisi de çok güzel olmuştu.
"Ayaz sen aşçı ol." Dedim ağzımdakini yutar yutmaz. "Boş ver yarışmayı falan." Güldü. Ben niye onu azarladığımı bile unutmuş ve kahvaltıma gömülmüştüm.
"Afiyet olsun balım." Dedi.
Birkaç dakika sonra mutlu mesut ikinci bardak çayımı içiyordum. "Bugünkü planımız ne şimdi?" Diye sordum.
O da çayından bir yudum aldı." Seni eve bırakırım. Önce toparlanırız. Biraz dinleniriz sonra da sen ne istersen. Dışarı çıkıp herhangi bir yere de gidebiliriz. Evde de oturabiliriz."
"Hangi evde?" Dedim sanki önemli olan şey buymuş gibi. Hafifçe tebessüm etti. "Fark eder mi?" Diye sordu. "Yok, etmez." Dedim cilveyle. Hayranlıkla bana baktığını fark ettiğimde göz göze gelmiştik. Birkaç saniye öyle durduğumuzda yutkunarak gözlerimi kaçırdım. Yavaşça ayaklandım. "Ben eve gideyim o zaman." Diye mırıldandım.
"Mutfak elinden öper artık." Diyerek Bitter'i aramak için arka odalara ilerledim. Ayaz'ın odasındaydı ve yatağına yayılmıştı. Gülerek onu yataktan aldım. Salona doğru ilerledim. Ayaz tezgahı silmekle meşguldü. Salondaki koltukta ters duran telefonuma uzandım bu kez. "Bitter'in eşyalarını almadım." Diyordum o sıra Ayaz'a. "Kalsın sende." Şeker dolu kabı dolaba yerleştirip bana döndü. "Olur." Dedi.
Telefonumu cebime koyup Ayaz'a ilerledim. "Kolay gelsin sana da." Diyerek tek kolumla boynuna sarıldım. Diğer kolumla Bitteri tutuyordum ve bu sarılmadan pek hoşnut değildi. Hırlıyordu. Ayaz'ın yanaklarından kocaman öpüp ondan ayrıldım. "Dikkat et." Dedi Ayaz. "Sen de." Diye yanıt verip kapıya ilerledim. Ben yolun yarısındayken zilin çalmasını ve alacaklı gibi kapıya vurulmasını kesinlikle beklemiyordum.
Bitter korkuyla kucağımdan zıplayarak yere atladı. Ben de kapıya ilerledim. Ayaz da ellerini bir havluya kurukayarak peşimden geliyordu.
"Kim geldi ki acaba bu saatte?" Dedim. Ayaz bilmiyorum der gibi omuz silkti. Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm yüzle kapıyı yeniden kapattım.
"DEFNE!" Diye bağırdı kapıdaki ses. Birkaç kez daha kapıyı kırmak ister gibi vurdu. "AÇ ŞU KAPIYI!" Kapıya ağzımı dayayıp yüksek sesle "Aradığınız Defne'ye şu anda ulaşılamıyor." Dedim. "Lütfen daha sonra tekrar denemeyiniz." Ayaz'ın gülüşünü duydum. Bunu kesinlikle o gülsün diye değil, tırstığım için yapıyordum. "Bak, bütün apartmanı başınıza toplarım. Şu kapıyı aç!" Dedi. Bence toplamıştı. Kapıyı kıracaktı neredeyse. "Açmasam?" Dedim tedirgince. Ama Esra'nın cevap vermesine gerek kalmadı. Çünkü Ayaz kapıyı açmıştı. Şokla ona baktım. Sanırım haklılardı.
Herkes öldürürdü sevdiğini.
Şokla ona döndüm. O ise tüm odağıyla kapıda yan yana dikilmiş Ceyda'ya ve Esra'ya bakıyordu. Ceyda kendi köşesine sinmiş bir kader mahkûmuydu. Esra ise her an ortalığı ateşe verebilecek hatta yanlış görmüyorsam saçlarından duman çıkan öfkenin yüzüydü.
"Topladın zaten Esra." Dedi Ayaz. "İnsan gibi kapı çalmayı bilmiyor musun sen? Ne bu hırs? Sabah'ın bu saatinde insanların uyuyabileceğini düşünebiliyor olmalısın." Esra ise asla pişman olmuyordu. O Ayaz'a bakmadı bile.
"Defne'ciğim." Dedi. Kendini sakinleştirmek ister gibi gözlerini kapattı ve derin bir nefes verdi. "Gecenin bir körü arabamı BENDEN İZİNSİZ alıyorsun. Tamam. Sanki eski sevgilini terk eder gibi not bırakıyorsun. Buna da tamam. SEN BENİM SABAH TESİSE GİTMEM GEREKTİĞİNİ BİLMİYOR MUSUN? Geri getirsene arabayı sabah!" Dedi. Yutkundum. Ben bir an kendim izinli olunca onun gideceğini unutmuştum. Kesinlikle ve kesinlikle çok haklıydı. O yüzden yüzümü eğdim. "Özür dilerim, bir an senin tesise gideceğini unuttum. Gece de uykundan uyandırmak istememiştim. Telaşlanmayın diye." Dedim mırıldanarak.
"Senin yatağını boş görünce hiç telaşlanmadık zaten Defne!" Dedi sitemle. Artık bağırmıyordu.
"Haklısın." Dedim mahcubiyetle. "Heyecanıma yenik düştüm. Yapmamalıydım. Özür dilerim tekrardan." Bu kez tebessüm etti Esra. Elini dostça koluma koyup hafifçe sıktı.
"Yapmanda bir sorun yok. Bazen ben de gidiyorum Melih'in evine. Buna kızmam. Benim derdim bize söylememenle. Habersiz bırakmanla." Dedi. Birkaç saniye sessizlik oldu. "Korktuk Defne."
Ona baktım. Bana baktı. Sonrasında ise gülerek kollarını sırtıma doladı. Ben de ona sımsıkı sarıldım. Ne olursa olsun bu hale gelişimizi çok seviyordum.
"Tamam. Hadi gel çabuk da bırak beni tesise. Biraz daha geç kalamam." Dedi Esra benden ayrılarak. Bitter ne ara buraya gelmişti bilmiyorum ama Ceyda'nın ayaklarında dolanıyordu.
"Bugün Melih yok ki. Sen ne yapacaksın tesiste?" Diye sordum. Teessüf eder gibi baktı. "Ben bir antrenörüm Defoşum." Dedi. Defoşum demesi beni affettiği anlamına gelirdi. Bana Defoşum demesini seviyordum. "Öğrencime bir şeyler öğretebilmek için Melih'e ihtiyacım yok." Dedi. Yine haklıydı. Bugün ben erken uyanmıştım ama beynim hala derin uykudaydı sanırım.
Gülümseyerek kapıdan çıktım. Ayakkabılarımı giydim ve Ayaz'a el salladım. "Eve geçince ara." Dedi el sallarken. Başımı salladım. "Ararım sevgilim." Dedim.
⛸️
Ceyda hariç hepimiz Esra'nın arabasına kurulmuştuk. Hepimizin içine Bitter de dahildi. Ceyda kendine yeni aldığı arabasını kullanıyordu ve buraya bu şekilde gelmişlerdi.
Adresi nereden bildiklerini sorduğumda ise Esra göz devirerek bu sorumu yanıtlamıştı. Sabah notumu görür görmez Ayaz'ın evinde olduğumu tahmin etmiş ve Melih'i arayıp nazikçe(!) adresi vermesini rica etmişi. Yolda da telefonumu defalarca aramış ve ulaşamamıştı.
Sonrası ise hepimizin bildiği hikayeydi.
Şu anda tesise gidiyordum. Son trafik ışığındaydık. "Teşekkür ederim Defoşum. Arabam kalsın sende. Akşam beni almaya gelirsin. Telefonun açık olsun ama. Ulaşabileyim." Dedi sonlara doğru kinayeyle. Gülerek başımı salladım. Arabayı durdurdum. Esra hızla arabadan inip tesise koşarken arkasından "Kolay gelsin!" Diye bağırmış ve oradan ayrılmıştım.
Ayaz'dan öğrendiğim kestirme yola dönerken telefonum çalmıştı.
Arayan: Sedefçik
Telefonu açıp hoparlöre aldım. "Efendim Sedef?" Dedim aynı saniyelerde.
"Abla hemen eve gel." Dedi hızlıca. Bağırararak konuşuyordu. Telaşlanmıştım. "N'oldu?" Diye sorup gaza bastım. "Saat dokuz. Açıklandı!"
Açıklanan neydi? Beynimi hissetmiyordum. "Ne?"
"Abla unuttun mu? Sınavım açıklandı!" Evet. Bugün o gündü. Unutmuştum gerçekten.
"Geliyorum, kapat!" Dedim ben de. Zaten iki dakikalık yolum kalmıştı.
Arabayı evin önüne park ettiğimde hala paniktim. Hızla ikinci kata çıktım. Zili hiç bırakmadan ayakkabılarımı çıkartırken Sedef kapıyı açmıştı. Bitter direkt kucağımdan atlayıp klasik koltuğuna kuruldu.
"Abla çabuk! Ben bakamıyorum. Elim ayağım titriyor! Sen bak." Hızla eve girip onun odasına ilerledim. Bilgisayar çalışma masasının önünde açıktı ve siteye tüm bilgileri girilmişti. Sadece enter tuşuna basmamız gerekiyordu.
Bastım.
Birkaç saniye yüklenmesini bekledik. Sedef araksını dönmüş bas bas bağırıyordu. "Neymiş? Gördün mü? Abla!"
"Dur bir Sedef." Deyip ekrandaki yükleniyor işaretine bakmaya devam ettim. Tam o sıra site açıldı. Karşımdaki birinci tercihinize yerleştirildiniz yazısıyla gülümsedim. Onunla gurur duyuyordum.
Yıldız Teknik Üniversitesi-Yazılım Mühendisliği
"Sedef..." dedim gülümseyerek. "Yerleştirilmemişim değil mi? Biliyordum ki ben zaten-" derken arkasının dönüp aynı yazıyı görünce birkaç saniyeliğine donakaldı. Ayaklanıp kocaman sarıldım. "Aferin ablacım." Dedim.
Gülümsedi. Gözleri dolmuştu. Kıyamazdım. "Ben artık YTÜ öğrencisi miyim?" Dedi inanamaz gibi. Başımı salladım.
"Allah!" Diye bağırarak dans etmeye başladım Benim telefonum çalmaya başlayınca ondan uzaklaşıp telefona odaklandım.
Arayan; Gamzelim💚
"Efendim." Dedim gülümserken. "Neye gülüyorsun sen?" Dedi. Daha çok gülümsedim.
"Nerden anladın?" Diye sordum. "Sesin çok neşeli geliyor balım. Ne oldu?"
"Sedef'in sınavı açıklanmış da. Artık kendisi bir YTÜ öğrencisi." Dedim gururla.
"Gerçekten mi?" Dedi o da gülümseyerek. Anlaşılabiliyormuş demek ki.
"Dur geliyorum. Benim valizim hazır zaten." Dedi. Benumki hazır degildi.
"Valizini de al gel. Buradan geçeriz havaalanına." Dedim anlık düşüncemle. Yadırgamadı. Onaylayarak telefonu kapattı.
Sedef bağır çağır dans etmeye devam ediyordu. Bilgisayardan müzik açmıştı.
"Aya benzer yüreğim. E doğal olarak takipteyim." Dedi neşeyle. Şarkıya eşlik ediyor ve Mustafa Sandal edasıyla dans ediyordu.
"Ah şu kaderi yenersem eğer..." diyerek yatağının üzerine çıktı. Daha da yükseldi. "Bekle geliyorum YTÜ!"
Kesinlikle deliydi. Güldüm bu hallerine. Onun da teledonu çalıyordu ama. Bunu duyamayacak kadar mutluluk sarhoşuydu. Annem aradığı için ben cevapladım.
"Kızım ne oluyor orada? O ses ne?" Dedi annem şokla. Apartman ayağa kalkacaktı neredeyse.
"Küçük kızın parti veriyor." Dedim tepkisine gülerken. "Artık Yıldız Teknik öğrencisi." Dedim. Telefonun ardından da sevinç çığlıkları duyuldu. Kulağımın zarı patlamasın diye telefonu uzaklaştırdım ve zaten artık annemin odağında olmadığım için telefonu kapattım.
Aklımda birkaç şey vardı. Telefonumu alıp köşede birkaç şeyle ilgilenmeye başladım. Sedef'in umurunda bile değildim. İşime geliyordu.
"Hadi ya! Gel kalbime yatıya!" Diye bağırmakla meşgdü kendisi. Eline mikrofon niyetine tarağını da almıştı ve dans etmekten saçı başı dağılmış, yüzü örtünmüştü. Canımdı.
⛸️
"Ablam yeter!" Dedim dehşetle. Yaklaşık kırk dakikadır kesintisiz dans ediyordu ve daha kahvaltı bile yapmamıştı. Az sonra bayılabilirdi.
Yataktan atlayarak yanıma koştu. Ben olsam şimdiye kadar otuz kere düşmüş, kaşımı gözümü yarmıştım. Müthiş bir yetenekti. "Abla çok mutluyum!" Dedi yine coşkuyla. İki yanağına da kocaman öpücükler kondurdum. "Kahvaltını yap. Sonra mutlu olursun."
"Off!" Dedi mest olmuş gibi. Gözlerini kapattı. "Kurabiyenden mi pişirdin?" Dedi. Başımı salladım. Oho! Der gibi elimi salladım. "Daha neler neler pişirdim kızım ben!" Dedim.
"Hadi ellerini yıka da gel. Kahvaltı yaparak kutlayalım bu haberi." Başını sallayarak banyoya ilerledi. Ben ise oturma odama ilerleyerek masadaki şaheserime son kez baktım. Mükemmel ötesi bir sofra hazırlamıştım. Ayaz'ın evinde kahvaltı yapmış olmam kahvaltımın üzerinden iki buçuk saat geçtiği gerçeğini değiştirmiyordu. Ayrıca o saattrn beri sürekli olarak hareket halindeydim ve birçok duygu değişimi yaşadığım için acıkmıştım ve bence bunda hiçbir sorun yoktu. Umarım kostümüme sığardım.
Sofranın ortasında kocaman bir tabak ince ince doğranmış patates kızartması ve sucuklu yumurta vardı. Birçok kahvaltılığı -reçel, bal, çikolata, zeytin, beyaz peynir ve kaşar peyniri- onların yanlarına dizmiştim. Çay demlemiştim ve kendi özel tarifim olan kurabiyeden de pişirmiştim. Harikaydım.
"Döktürmüşsün." Dedi Sedef sofraya yaklaşırken. Aynı zamanda bir de ıslık çalmıştı. "Teveccühün." Dedim en mütevazi halimle. Eli direkt tabaktaki beş adet kurabiyeye gitmişti. "Bu kadar az pişirmedin inşallah?" Dedi birisini ısırırken.
"Daha var, merak etme." Dedim sofraya otururken. "Ama hepsini yiyemezsin. Esra'ya da bırak." Dedim. İmalı imalı güldü kurabiyeden bir ısırık daha alırken. "Sevgilime vereceğim demiyorsun da." Dedi. Masum masum güldüm. Evet, tabii ki ona da verecektim. Çok seviyordu kurabiyemi.
Tam cevap verecektim ki çalan zille yerimden ayaklandım. "Kim ki?" Diye seslendi peşimden. Bilmediğimi belli edercesine omuz silkip hızla kapıyı açtım.
Karşımda yaklaşık iki buçuk saattir görmediğim ve buna rağmen delicesine özlediğim sevgilim duruyordu. Anında sırıttım. Elinde bir buket çiçek ve valiz vardı? Bana lale mi almıştı? Hem de toz pembe laleler. Çok güzel gözüküyorlardı ama bana uzatmadı.
Aksine ayakkabılarını çıkartıp içeriye girdi ve valizi kapının yanındaki koltuğun hemen yanına koydu. "Merhaba balım." Dedi. Şaşkındım. Benimse neden bana vermiyordu? "Merhaba." Dedim. "Hoş geldin." Başını sallayarak yanağımı öptü.
"Bitter!" Diye bağıran kardeşimin sesi yankılandı o sıra ortamda. "O benim kurabiyemdi. Niye alıyorsun?"
Ardından daha kızgın bir şekilde bağırdı. "Abla!" Ablası şu anda yoktu. Ayaz'ın elindeki lalelere gömülmekle meşguldüm. Sanırım ölmüştüm. Çiçekler cidden benim değil miydi?
"Kim gelmiş! Bir gelemedin geri!" Dedi. Sandalye sesi duyduk. Sanırsam buraya geliyordu. Ama Ayaz da yerinde durmamış ve ona doğru ilerlemişti. Sedef kapıda belirdiği an Ayaz'ı gördü. Şokla ona baktı. Ayaz ise kocamana gülümseyerek "Hayırlı olsun prenses." Dedi ve elindeki buketi Sedef'e uzattı.
Benim sevgilim!
O daha bana bile çiçek almamıştı!
O kadar şaşkındım ki daha fazla şasıramazdım. Kapıyı hala kapatmamış olduğumuzu bile yeni fark ediyordum. Elim kalıya uzandı fakat bu kez de havada kaldı.
Sedef çiçeği almış, koklamış ve büyük bir coşkuyla "Çok teşekkürler enişte." Diye bağırarak Ayaz'ın boynuna atlamıştı.
Delirmiş olmalıydım. Zira içerisinde enişte kelimesi barındıra bir cümleye, özellikle kardeşimin söylediği bu cümleye ancak sevinebilirdim. Ama fakat ve lakin ben şu anda Sedef'in Ayaz'ın boynundaki kollarını falan kesmek istiyordum
Kesinlikle saçmalıyordum. Regl dönemim falan gelmiş olabilir miydi? Asla bana yakışmayan bir düşünceydi bu. Başımı iki yana sallayarak bu düşünceyi savmaya çalıştım.
İlk çiçeği bana değil, kardeşime almıştı.
Sertçe kapıyı kapattım. Bu süreçte Ayaz bana dönmüş ve "Sen kurabiye mi pişirdin?" Diye sormuştu gülerek. Ben gülmüyordum ama. "Sana yok!" Dedim tripli tripli. Sedef'in bizi duyduğu falan yoktu zaten. Laleleriyle aşk yaşamaktaydı kendisi. Benim de buketim olsa ben de aşk yaşardım. Haklıydı.
"Neden?" Dedi bana yaklaşarak. Hala gülüyordu. Trip attığımı anlamamış olamazdı. Beni umursamıyor muydu? Bu daha da kırıcıydı. Ve sanırım benim gerçekten regl günüm gelmişti. Bu kadarını kafamda kurmak doğru değildi çünkü. Sakin olmalıydım.
Kolları belime dolanırken beni bir kez daha yanağımdan öpmüştü. "Bırak!" Dedim bağırarak. Kesinlikle çok sakindim. Sesim sakin olamıyordu, ben değil.
Ayaz ise kahkaha attı bu tepkime. Komik bir şey mi vardı ortada? Ben neden göremiyordum? Kendimi şu anda iki çocukla ortada kalmış eş gibi hissediyordum.
"Kızınca daha güzel oluyorsun." Dedi kulağıma yaklaşıp fısıldayarak. Geri çekilince bir süre dudaklarıma bakıp geriye gitti. Kalakalmıştım. Hareket edemedim. Ayaz kapıyı açtı. Dışarı çıktı. Kapının arkasında kalmıştım. Dışarı mı çıkmıştı? Nereye gidiyordu?
Bu kez hızla kapının önüne geçip peşinden gitmek istedim ama kapıya döndüğüm an başka bir şeyle yüz yüze geldik. Bir gül buketi. Üç beyaz ve dört kırmızı gül. Toplam yedi gül.
Seni seviyorum diyordu.
Bütün sinirim yok olurken gözlerim dolmuştu. Ayaz da bunu beklemiyordu sanırım. Sırıtan yüzü soldu. Bana yaklaşıp çiçeği kenardaki koltuğa bıraktı. Benim gözümden bir damla yaş akmıştı bunlar yaşanırken. "Defne'm." Dedi ilgiyle Ayaz. "Niye ağlıyorsun?"
Gözyaşlarımı silip ben de ona sımsıkı sarıldım. Dramatize etmeye gerek yoktu. Yanağına kocaman bir öpücük kondurdum. "Çok teşekkür ederim. Bir an beni unuttun sandım." Dedim. Güldü. Bu kez yanağındaki çukura dudaklarımı bastırdım. Gözleri ışıldıyordu. "Seni unutmak mümkün mü?"
Ondan ayrılıp koltuğun üzerindeki çiçeğime sarıldım. O bilmiyordu ama bu benim aldığım ilk çiçekti. Ömer gereksiz gördüğü için hiç almamıştı.
Ben çiçeğimi koklarken arasında bir zarf çarptı gözüme. Elime alırken Sedefle Ayaz içeriye geçiyorlardı.
Sevgilim,
Bu güller gibi güzel gül. Hiç solmasın gülüşün. İyi ki varsın, iyi ki benim sevgilimsin. Söylememe gerek var mı bilmiyorum ama...
Seni çok seviyorum.
Gamzelin.
Sırıtarak peşlerinden ilerledim. Mükemmel bir adamdı. Sofranın başına oturmuş uslu uslu beni bekliyordu. Sedefse her zamanki gibi asla nezaket göstermeyerek yemeklerine gömülmüştü.
Çiçeğimi masanın kullanmadıgʻımız köşesine koyarken Ayaz'ın çenesiyle kulağı arasında bir yeri öpmüş ve "Sen de iyi ki varsın." Demiştim.
Masum masum gülerek önündeki kurabiyeleri gösterdi. "Artık yiyebilir miyim?" Diye sordu. Bu kadar tatlı olmak zorunda mıydı?
Gülümseyerek başımı salladım. Sedef'in de yüzündeki gülümsemesiyle bizi izlediğini gördüm. Boğazımı temizleyerek yemeğime odaklanmayı seçtim.
"Aç mısın sen hala?" Dedi Ayaz. Bu bana edilen bir hakaretti bence. Kaç saat olmuştu biz yemek yiyeli. El bile insaf ederdi o kadar saate.
Dehşetle Ayaz'a baktım. "Asıl sen acıkmadın mı hala?" Dedim. Biz kahvaltıyı 8.15'te bitirmiştik. Saat 11.00'dı.
"Hiç oturmadım ki. Bana da yazık. Acıktım tabii." Diye de kendimi savundum. Ayaz güldü. "Tamam Defne. İnandım, sakin ol."
Açtım. Ayaz şu anlık umurumda bile değildi. O yüzden yemeğime odaklanmayı tercih ettim.
⛸️
"Allah'ım!" İsyanlardaydım. Çünkü sığamıyordum. Akşam olmak üzereydi ve ben hala bir valiz hazırlayamamıştım. Çok şey de almamıştım aslında. Sonuçta sadece birkaç gün için gidecektim. Nasıl valize sığamayabilirdim ya!
Ayaz Esra'yı almaya gitmişti. Çünkü ben o kadar bunalmıştım ki neredeyse ağlamak üzereydim.
Efil efil, çiçekli üç elbise almıştım. Ne olur ne olmaz diye bir kot pantolon, bir kumaş pantolon, iki tane de gömlek almıştım. Pijamalarımı almıştım. Kostümümü ve patenlerimi almıştım. Ayrıca yedek spor ayakkabıları almıştım. Birkaç iç çamaşırı ve çorap almıştım. Bakım malzemelerimi -tarak, krem, saç kremi, güneş kremi, maskelerim, diş fırçam ve macunum- almıştım. Şarz aletimi koyacak kadar bile yer kalmamıştı. Ayrıca Sedef'e hazırladığım bir sürpriz vardı ve ondan bile vazgeçmek üzereydim.
SIĞAMIYORDUM!
Çalan zille oflaya poflaya odamdan çıktım. Bir kez daha çaldı. "Geldim!" Diyerek ilerledim kapıya.
Açtığımda karşımda dikilen muhteşem üçlüyle bakıştık.
Esra, Sedef ve Ayaz.
"Geçin." Dedim. İçeriye girdiler sıra sıra.
Ben ise koşa koşa yeniden odama gittim.
Ağzı açık valizimle bakıştık. Üfleyerek yeniden başına oturdum. Elbiseleri biraz daha birbirine sıkıştırdım. Umarım ütüleri bozulmazdı. Pijamalarımı bir kat daha katlayıp elbilerimin üzerine koydum. Bakım malzemelerimin olduğu küçük çantayı da hemen onların yanına.
Pantolonlarımı ve gömleklerimi üstvüste şekilde valizin diğer tarafına koydum. Onların aşağı tarafına patenlerimi koydum. İç çamaşırlarımı ve çoraplarımı küçük çantayla pantolonlarımın arasına yerleştirdim. Yedek ayakkabılarımı patenlerimin yanına koydum. Kostümümü ise hepsinin üzerine yaydım. Derin bir nefes alarak valizi kapattım. Fermuarı çekmeye çalıştım. Olmadı. Olmuyordu. Suçum, günahım neydi Allah'ım!
Odamın kapısı açılınca ağlıyor gibi çıkardığım sesler ve savaştan çıkmış gibi olan halimle kapıya baktım. Esra'ydı gelen.
"Kuzum niye perişan ediyorsun kendini?" Dedi. "Sığamıyorum Esra, SIĞAMIYORUM. Ne yerlere ne göklere. Sığamıyorum."
Gülerek yanıma geldi. "Öncelikle sakin ol. Ben seni sığdıracağım. Tamam mı?" Dedi. Başımı salladım. Ben yatağa geçerken Esra valizin başına oturmuştu. Birkaç şeyi karıştırdı yerlerini değiştirdi. Sıkıştırdı, etti. Hatta maşamı da valize koydu ve fermuarı çekti. Şokla ona bakmakla meşguldüm. Bunu nasıl başarmış olabilirdi? Süper güçleri mi vardı?
"Gel, gidiş kombinini de yapalım." Dedi. Gidiş kombini de neydi? Tişört, pantolon gidecektim işte.
Beni ayağa kaldırdı. Kendisi dolabımın önüne geçti. Beyaz, dar bir tişört çıkardı. Yatağımın üzerine koydu. Koyu mavi, sade, midi boy, rahat bir etek çıkardı. Krem rengi, çok büyük olmayan bir çanta çıkardı. Şarj aletimi, kulaklığımı, cüzdanımı, doğru düzgün kullanmadığım makyaj malzemelerimin arasından bir ruju ve rimeli çantaya koydu. Çantayı masamın üzerinde bıraktı ve takı kutuma yöneldi. Yıldızlı gümüş bilekliğimi ve yıldızlı küpelerimi çıkardı. Normalde altın takmamın daha doğru olduğunu savunuyordu ama yıldızlı kolyemi genelde hiç çıkarmıyordum. Babamın bana aldığı bir kolyeydi ve bana şans getirdiğine inanınyordum. Bu yolculukta hiç çıkarmayacağımı tahmin etmiş olmalı ki takıları uyumlu seçmişti.
"Tamamdır." Dedi. "Rahatladın mı, iyi misin?" Diye sordu. Başımı sallayarak gülümsedim. "Çok teşekkür ederim Esra." Dedim. Kocaman sarıldım. "Sen de iyi ki varsın Defoş." Dedi.
Uçağımız sabaha karşıydı. O yüzden uyumayı düşünmüyordum. İki buçuk gibi evden çıkmamız lazımdı çünkü üçü çeyrek geçe uçağımız vardı. Roma'ya altıda iniş yapacaktık ve otelimize varmamız yedi buçuğu bulacaktı. Bizi havaalanından Ebru hoca alacaktı ve öğlene kadar dinlenme hakkımız vardı. Öğlen birde bizi piste götüreceğini söylemişti. Pistle otel arasında ise yürüyerek sadece beş dakika vardı.
Biz Esra'yla beraber içeriye yürürken Esra bir anda durdu. "Güllerini gördüm." Dedi mutlu bir şekilde. "Hayırlı olsun ilk buketin." Dedi.
Gülümseyerk başımı salladım. "Çok güzel değil mi?" Diye sordum. Başını salladı. Bitter'in mırlaması duyuldu ortamda. Sabahtan beri sanki altı gün boyunca olmayacağımı biliyor gibi sürekli dibimde geziyordu. Onu da kucaklayarak içeriye girdik. Ben odaya girdikten sonra Ceyda da gelmişti sanırım. Kendisi şu anda koltuğumda oturuyordu çünkü. Ve Ayaz'ın hali çok komikti. Muhtemelen neden bu kadar fazla kızın ortasına tek erkek düştüğünü sorgukuyordu. Kanepeye oturmuş, boynunu geriye atmış ve başını kanepenin sırtına dayamıştı. "Hoş geldin Ceydacım." Dedim. Gülümseyerek bana başını salladı.
Hızla Ayaz'ın yanına kuruldum. Daha çok atladım hatta. Beni hisseder hissetmez başına kaldırıp bana baktı. Uykusu vardı. Çok normaldi. Dün çok geç uyumuştu ve de yorgundu. Sabah da erken kalkmıştı. Kucağımdaki Bitter'in başını okşarken "Yatağımda uyu istersen biraz." Dedim. Başını salladı. "Çok güzel olur." Dedi.
Ayağa kalkıp odama ilerlerken biz kızlarla baş başa kalmıştık. Esra Ayaz'ın kalktığı yere oturdu.
"Heyecanlı mısın?" Dedi Ceyda. Başımı salladım. "Elim ayağım titriyor. Garip bir his." Dedim. "Kazanacaksınız. Ben inanıyorum." Dedi. "İnşallah."
⛸️
"Tamam. Biraz daha sessiz olalım. Yoksa beni yakında apartmandan atacaklar." Dedim. Yine aynı teyze şikayete gelmişti. Şaşırtıcıydı ki sadece o geliyordu. Alt komşumdu kendisi. "Attıracaklar değil Defoşum. Attıracak. Ne istiyor ben anlamadım ki? Ayaz bile uyanmadı sese. Yok efendim neymiş? Gelini gelmişmiş, torunu sesimizden uyuyamıyormuşmuş. Bu kadının oğlu yok ki gelini olsun. Canım sataşmak istiyor demiyor da!" Dedi Esra kinayeyle. Haklı olması sessiz olmamız gerektiği gerçeğini değiştirmiyordu. Yine sesin dozu kaçmıştı.
Saat de 01.45'ti. Az sonra Ayaz'ı kaldırmaya gidecektim. Bir şeyler atıştırıp çıkardık. Esra bize yolluk olsun diye sabah yaptığım kurabiyelerden birkaç tanesini bir kaba koymuştu. Yarımşar litrelik sular almıştım ve sadece giyinme kısmı kalmıştı aslında. Ama kızlar tutturmuştu bir şeyler yeyip çıkın diye. Ceyda börek getirmişti ve Esra da benim çok sevdiğim patates salatasından yapmıştı. Onlardan yiyecektik. Umarım kostümün içinde göbekli gözükmezdim. Bu işin dozu kaçıyordu.
Birlikte gülüştüğümüz sırada Sedef girdi lafa. Sesini değiştirerek teyzeyi taklit etmeye çalıştı. "Kızım ben sizin için söylüyorum, bu saatte uyanık olmak iyi değil." Dedi. Buna da güldük. Geçen gece de böyle demişti Sedef'e ve bana. Bu saat dediği saat ise yalnızca on buçuktu. Bebek olduğumuzu düşünüyor olabilir miydi?
"Neyse tamam." Dedi Ceyda. "Git de Ayaz'ı uyandır. Ben de sofrayı kurayım. Sizi yolcu edelim de uyuyacağım. Uykum var benim." Dedi. Başımı sallayarak ayaklandım.
Odamın kapısını sessizce açıp içeriye girdim. Ayaz yüz üstü uzanmış ve burnunu yastığıma resmen gömmüştü. Fazlasıyla huzurlu görünüyordu. Gülümseyerek içeriye girip kapıyı yeniden kapattım. Yatağın yanına, yere çökerken Ayaz'ın çehresini izlemekle meşguldüm. Elim saçlarına ulaşıp hafifçe okşadı. Yerinde hafifçe kıpırdanıp bana yaklaştı ama uyanmış değildi. "Sevgilim." Diye mirıldandım. Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. Genelde hemen uyandığı için bu hali garip gelmişti. Ama tatlıydı.
Dudağına minik bir öpücük kondurdum. "Gamzelim." Dedim. Gülümseyerek hafifçe gözlerini açtı. Kolumdan tutarak beni yatağa çekmesini beklemiyordum. Gülerek karşıladım bu hareketini ama gülüşüm de yarıda kesildi. Dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Uzun uzun öptü. Gülerek ayrıldı benden.
"Günaydın." Dedi. "Pek aymadı aslında ama kalkman lazım. Bir şeyler yiyip çıkacağız." Dedim. "Benimki aydı." Dedi gözlerimin içine bakarken. Ben erimeye yüz tutmuşken kapı açılı. "Uyandır diye gönderdiğimiz bile yatağa yatmış." Dedi içeriye giren Esra. En güzel anlarımın katili olmayı bırakabilir miydi?
Derin bir nefes alarak ayaklandım. "Geliyoruz, geliyoruz." Dedim. Ayaz'ın da kolundan tutarak çekiştirdim. Birlikte ayaklandığımızda Esra odadan çıkmıştı.
Ayaz banyoya geçip elini yüzünü yıkarken ben içeriye geçmiştim. Herkese küçük bir kase patates salatası koymuşlardı.
Kendi sandalyeme oturduğumda karşıma Esra oturdu. Sedef masanın başına otururken Ceyda, Esra'nın yanındaki sandalyeyi seçmişti. Ayaz ise benim yanıma oturmuştu.
"Ellerinize sağlık." Dedi Ayaz. "Afiyet olsun enişteciğim." Dedi Esra. Bugün bu ikinci olmuştu? Ayrıca hadi Sedef neyseydi de Esra ne alakaydı?
Ayaz hafifçe güldü. Sonra ise hızla yemeklerimizi yedik. Gerçi ben üçüncü böreğimi akırkan Esra elime virmuş ve beni masadan kovmayı tercih etmiştim "Sen kalk giyin, geç kalacaksınız yoksa. Aklın fikrin börekte. Az önce kostümüme sığarım inşallah diyordun. Kalk git şu masadan. Yeter." Diyerek.
Uslu uslu masadan kalkıp banyoda ellerimi yıkadım. Odama geçip hızla hazırladığımız kıyafetleri giydim ve saçımı seyrek bir at kuyruğu yaptım. Takılarımı da taktığımda hazırdım ve saat 02.18'di. Müthiş bir zamanlamaydı. Valizimi ve çantamı da alarak odadan çıktım. Yolluklarımız da benim çantamdaydı.
"Şükür Defne." Dedi Ceyda. Altı üstü sekiz dakikadır yoktum. Abartıyorlardı.
"Geldim. Siz de ne meraklıymışsınız beni göndermeye." Dedim sitemle. Esra kolumdan tutarak kapıya sürülledi. Sedef, Ayazla benim valizimi dışarıya çıkartmakla meşguldü.
Resmen iki dakika içerisinde hoşçakalın, dikkat edin bak, inince arayın, görüşürüz konuşmasını yapıp bizi kapıya koymuşlardı. Gülerek aşağıya inmeye başladık. İki valizi de Ayaz taşıyordu ve bence bu hiç hoş değildi. Ama ısrar edememiştim.
Arabaya bindiğimizde Sedef'in sürprizinin son rötuşlarını yapıyordum. Esra'ya da bir mesaj atıp telefonu kapattım.
Elim radyoya uzanırken "Hazır mısın?" Diye sordum. "Çoktan." Dedi gülerek. Sesi açarken arabada bir melodi yavaştan yükselmeye başladı.
"Bekle bizi Roma. Biz geliyoruz!"
Ayaz ise şarkıya eşlik etmeyi tercih etti.
"İlk bakışta aşk mı olur?
Yoktur öyle şey.
Kandırıldım a dostlar.
Varmış öyle şey."
Mırıldanışları arasında ara ara bana bakarak göz kırpması benim erimeme sebep oluyordu. Kalbi çok güzeldi.
"Eskilerim sarhoşluk eseri.
Ama hanfendi sarhoşluk sebebi."
Ben söze girme ihtiyacı hissettim. Bu onu sustururken bir ışıkta durdu. Beni izlemeye başladı. Hayranlıkla...
"Ve onla bakıştıktan sonra ben kesildim.
Ne Roma!
Ne Londra!
Ne Madrid!
Ne Viyana!
Bir İstanbul beyefendisi gibi...
Bir İstanbul beyefendisi.
Agresif ama oldukça nazik,
Bir İstanbul beyefendisi."
Bağıra bağıra ona adadığım sözlerle gülümsedi. Ben ise yanağına kocaman bir öpücük kondurup yolculuğun tadını çıkarmak istedim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |