

"Niye bu kadar geç kaldınız?" Dedi Esra. Restorantın önünde dikiliyorlardı ve biz de arabadan yeni inmiş, yanlarına gidiyorduk.
Geç kalmamıştık. Esra olayları abartıyordu. 19.30'da olan yemeğe 19.20'de gelmiştik.
"Geç kalmadık Esra." Diye yanıtladım. Bana söylediği elbiseyi giymiş ve gümüş takılar takarak daha da dikkat çekici olmuştu. Saçları zaten dalgalıydı. Açık bırakmıştı o yüzden. Yüz ve göz makyajı çok belirgin değildi ama dudağına sürdüğü kıpkırmızı rujla göz alıcıydı.
Tam bana cevap vermek için ağzını açmıştı ki yanından Melih'in eli beline sarıldı. Hafif hafif okşadı. Esra hemen tav oldu buna. Açık kalan ağzını kapatıp kocaman gülümsedi. Bu süreçte içeriye girmiştik ve cam kenarındaki boş bir masaya ilerledik.
Esra cam kenarına oturdu. Ben de onun yanına oturacaktım ama Melih benden önce davrandı. El mecbur Esra'nın karşısına, cam kenarına, oturmak için oraya ilerledim. Sandalyeyi çekmek için elimı sırtına attım. Yine benden önce davranan biri vardı. Ayaz...
Onun amacı oturmak değildi ama. Sandalyeyi çekip oturmam için beklemişti. Gülümsedim bu yaptığına. Çok bekletmeden oturdum. Benden hemen sonra da yanıma Ayaz oturdu.
Anında garsonu bulduk yanımızda. Menüleri önümüze koydu. "Ne arzu edersiniz efendim?" Dedi. Menüdeki yemeklerin çoğunu bilmiyordum. Esraya baktım bu yüzden. Onun gözleri menüdeydi.
Cevap veren ilk kişi Melih olmuştu. "Bir porsiyon mezgit alacağım ben." Hemen arkasından Esra söyledi. "Ben de bir adet somon ızgara alabilirim."
Anında yüzüm buruştu. Somonun tadına daha önce bakmıştım ve sevememiştim. Yine Esrayla geldiğimiz bir yemekti ve onun ısrarları sonucu almıştım. Zor bela bitirmiştim ama eve gider gitmez yediğim tüm somonu kusmuştum. Esra'nın ise en sevdiği balık türüydü. İnanılmazdı.
"Ben çupra ızgara istiyorum. Bir porsiyon." Dedi Ayaz. İsmi güzel geliyordu kulağa. "Ben de aynısından alayım." Dedim o yüzden hemen arkasından.
Garson isteklerimizi bir kağıda yazarak yanımızdan ayrıldı. Ortamda kısa bir sessizlik oldu. Bozan bendim. Kollarımı masaya yaslayarak "Yeni sevgili, uzun süreli aşıklar," dedim imayla karşımda oturan çifte bakarak.
Anında bana döndüler yüzlerini. "Nasıl gidiyor?" Dedim yine aynı imalı ifadeyle.
Esra da benim gibi öne eğildi masada. "Ne nasıl gidiyor?" Dedi aynı ifadeyle fısıldayarak. Ben de ona uydum.
"Sevgililik?" Dedim fısıldayarak. Ufaktan sırıtır gibi oldu ama sırıtmadı. "Bayağı iyi gidiyor, öneririm." Dedi. İmalı sesini sadece kendimin anladığına inanarak sırıttım. Arkama yaslandım.
"Yok." Dedim kendimden emin bir sesle. "Daha yeni yalnızlığıma kavuştum. Biraz yalnızlığın tadına bakayım diyorum."
Masada ufak bir sessizlik oluştu. O sırada Melih'in eğilerek Esra'nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Esra'nın gözü bir saniyeliğine bize değdi. Tekrar Melih'e döndü. Sırıttı. Başını salladı.
"Hop hop!" Diyerek araya girdim. "Ne oluyor orada? Ayıp bir kere. Toplu ortamda fısıltıyla konuşulmaz." Diye azarladım. Melihle Esra güldü bu halime. Göz devirecektim ama deviremedim. Çünkü beklemediğim bir şey oldu. Arkamdan Ayaz'ın da güldüğünü duydum. Anında bozulan yüzümü ona çevirdim. Bayağı bayağı sırıtıyordu. Benim yüzümü gorünce durmaya çalıştı ama beceremedi. Daha çok güldü hatta.
Gamzeleri yine derin çukurlar halinde gözlerimin önündeydi. Gözleri parlıyordu böyle güldüğü zamanlarda. Bu görüntüye karşı koyamadım. Hiçbir zaman koyamamıştım. Ben de hafif bir tebessümle sandalyeme geri döndüm. Esra'nın gözlerinde saniyelik bir hayranlık yakaladım. Anlam veremedim. Vermeme fırsat kalmadan yemeklerimiz geldi.
Önüme gelen yiyecek inanılmaz iştah açıcı gözüküyordu-ki normalde balık pek sevmezdim.-
"Defne?" Dedi Esra ben çatalıma uzanırken. Çatalımı bırakmadan ona döndüm. "Efendim Esroş?"
Önümdeki balıktan bir parça kopardım. "Sen balık sevmezsin, neden çupra ızgara aldın ki?" Diye sordu.
"Balık restorantındayız Esra? Ne yiyebilirim başka?" Diye sordum. Çatalı ağzıma attım. Beğenmeyeceğime emindim. "Burası köfte de pişiriyor." Dedi Esra ama o an benim için çok şaşırtıcı bir olay oldu.
Ben bu yemeği beğenmiştim.
Hatta ve hatta beğenmekle kalmamış ve bayılmıştım.
Anında gözlerimi kapattım aldığım lezzetle. Neden daha önce tanışmamıştım ki bu yemekle?
Gözlerimi açtığımda bana sorgulayan gözlerle bakan Esrayla karşılaştım. Ayaz da bana öyle bakıyordu. Ve hatta Melih bile bana öyle bakıyordu.
"N'oldu?" Diye sordum. Sesim boğuk çıkmıştı biraz. Daha ağzımdaki çuprayı yutmamıştım.
"Sen balık sevmiyordun ve bunu bize daha önce söylemedin mi?" Diyen Ayaz'dı.
Ama Esra'nın takıldığı nokta çok daha başkaydı. "Sen o balığı beğendin mi bana mı öyle geliyor?"
Önce Esra'ya cevap verdim. Çünkü bu konuda çok heyecanlıydım. Hızla başımı salladım "Çok beğendim." Dedim mutlu bir sesle. Esra hala şaşkındı.
Balığımın yanına konan salatadan bir çatal aldım. Sonra Ayaz'a döndüm.
"Konusu açılmadı. Yoksa söylerdim." Dedim. Sonra ekledim. "Bu arada damak zevkin çok iyiymiş bundan sonra her şeyi sana sorarak alacağım Ayaz." Diye eklemeden de edemedim.
Cümlemin başında olan huysuz bakışları değişti en sonda. O söylediği için bu yemeği aldığımı anladı. Sırıtarak önüne döndü. O da kendi balığından birkaç çatal aldı.
"Bunu sürekli soruyorum ama yine soracağım." Dedi Esra ağzını silip arkasına yaslanırken. "Çalışmalar nasıl gidiyor ve yarışmanın yapılacağı ülke belli olmuş mu?" Dedi.
Ben de balığımdan başımı kaldırdım. Neredeyse bitirmek üzereydim. "İtalya'ya gideceğiz." Dedim benim cümlemden sonrasını Ayaz devraldı. "Çalışmalar da aynı işte. Her zamanki rutin." Dedi.
"İtalya mı?" Dediler aynı anda. Aval aval suratlarına baktık. Ne vardı bu kadar şaşırılacak? "Gezecek misiniz peki?"
Salatamdan bir çatal alıp başımı salladım. "Beş gün boyunca oradayız. İki gün yarışmaya gidecek. Üç gün gezeceğiz."
Esra heyecanla gülümsedi. "Ne olur Venedik'e de gidin." Dedi. "Ben çok merak ediyorum orayı." Sonra Melih'e döndü aynı heyecanla. "Aşkım biz de gidelim mi?" Diye sordu. Melih gülümsedi. "Onlarla beraber gidemeyiz ama başka bir zamanda gideriz." Dedi. Esra'nın yüzüne düşen tutamları kulağının arkasına itti. "Sen yeter ki iste." Dedi aşk dolu bir sesle.
Onlara hayranlıkla bakarken Ayaz'ın ayaklandığını gördüm. "Nereye?" Diye sorduğumda Melih de ayaklanmıştı.
"Hesabı ödeyeceğiz." Dedi Ayaz. O zaman biz neden oturuyorduk? Hep beraber ödemeyecek miydik?
Ben de ayaklandım ve hızlı adımlarla Ayaz'ın yanına yetiştim. Melih iki adım önümüzdeydi. "Sen nereye?" Dedi Ayaz.
"Hesap ödeyeceğiz demedin mi?" Diye sordum. Adımlarımız iyice yavaşlamıştı. Masadan da epey uzaktaydık. "Evet, dedim. Melihle ben ödeyeceğiz işte. Sen niye geliyorsun?" Kaşlarım çatıldı bu noktada. "Neden sadece siz ödüyorsunuz? İddia ortaktı." Dedim.
"Dört kişi mi ödeyelim hesabı Defne? Hem ayıp biz varken siz neden ödüyorsunuz hesapı?"
"Ne alaka! Biz neden ödeyemiyoruz ki?" Dedim sinirle. "Hem iddiayı biz kaybetseydik ve parayı biz ödeyecek olsaydık da mı yalnızca sen ödeyecektin?"
Ayaz derin bir nefes aldı. "Defne'm Allah aşkına masaya geçer misin? Yalnız başımıza yemeğe çıkınca da ortak öderiz, olur mu?" Dedi ılımlı bir sesle. Beklemediğim bir seslenişti. Kalbimin hızla göğüsümü dövdüğünü hissediyordum.
Bu sefer ben de ılımlıydım. Uslu uslu başımı salladım. Ufak bir tebessümle parmak ucumda yükselerek yanağına minik bir buse kondurdum. "Teşekkür ederim diye fısıldayarak arkamı döndüm ve masaya gittim. Yeniden Esra'nın karşısına oturdum ve yaptığım şeyi o an fark ettim.
Ben onun yanağını öpmüştüm!
Olduğum yerde kalakaldım. Esra bir şeyler diyordu ama duyamadım. Gözlerimi kapattım birkaç saniyeliğine. "Defne?" Diyen Esrayla yeniden açtım gözlerimi. "Efendim?"
"Sen iyi misin?" Dedi. Başımı salladım ama masaya yaklaşan ikiliyi görünce yutkundum. Esra bana bakarken güldü. "Utandın mı sen?" Dedi. Anında iki yana salladım başımı. "Niye utanayım?"
"Bilmem." Dedi Esra. Omuz silkti. "Yanakların kızardı." Dedi, o ara Ayazla Melih geldiler yanımıza. "Yo!" Diye abartılı bir tepki verdim gerginlikle. Yüzüne bile bakamıyordum!
Esra bu tepkime kahkaha attığında Melih tebessümüyle Esra'yı izliyordu. Ayaz'ın tepkisini bilmiyorum. Çünkü ona bakamıyordum. Ama tahmin edebiliyordum. Hafif çatık kaşları ve ufak tebessümüyle bir Esra'ya bir bana bakıyordu muhtemelen.
"Hadi kalkın. Gidelim." Dedi. Ayağa kalktım ve istemeden göz göze geldik. Beklediğim tepki yoktu yüzünde. Aksine hafif bir tebessüm ve kızaran burun ucu ile kulakları vardı. Gözünü almadan bana bakıyordu. Birkaç saniye öylece kaldık. Sonrasına gözünü kaçıran ben oldum ama. Sandalyeme astığım çantamı alarak Esra'nın koluna girdim ve resmen onu sürükleyerek çıkışa ilerledim.
Esra şaşkındı ama bana ayak uydurdu. Restoranttan çıktığımızda Melihle Ayaz da arkamızdan geliyorlardı. Hafifçe esen rüzgar, denizin sesi ve kokusu yüzüme vurduğu an derin bir nefes aldım.
"N'oldu Defoş sana? İyi misin sen?" Dedi. Göz ucuyla arkama baktım. Hala üç dört adım arkamızdalardı. Kulağına yaklaştım Esra'nın. "Esra ben farkında olmadan bir şey yaptım." Dedim tedirgince. Meraklı gözleri bana döndü.
"Ne yaptın?"
"Ben Ayaz'ı yanağından öptüm." dedim. Utançla.
Esra birkaç saniye bana baktı. Sonra ise kocaman bir kahkaha attı. "E hayırlı olsun." Diye de dalga geçti.
"Ha ha." Diyerek sahte bir gülüş gönderdim kendisine. "Çok komik." Göz devirdim. Tam o sıra Melih Esra'nın diğer yanında belirdi.
"İzninle sevgilimi alıyorum Defne?" Dedi. İzin vermeme gibi bir şansım olsa kesinlikle vermezdim çünkü şu an Ayaz'ın yanında çok gerileceğimi biliyordum.
Ama maalesef ki öyle bir şansım yoktu. O yüzden paşa paşa başımı sallayarak Esra'nın kolundan çıktım. Birkaç adım geriye kaydım ve Ayaz'ın sağına geçtim.
Hemen denizin yanındaydık. Denizin huzur veren sesiyle yavaş yavaş yürüyorduk. İkimiz de sessizdik.
"Durgunlaştın." Dedi yanımda yürüyen Ayaz sessizliği bozarak. Omuz silktim. "Yorgunum, ondandır." Dedim. Hala yüzüne tam olarak bakmıyordum.
"Emin misin?" Diye sordu. Yemediğini tahmin etmiştim. "Defne eğer kasadayken yaşanan olay yüzündense..." diyordu ki anında ona döndüm. Hiç alışkanlığım değildi ama sözünü kestim. "Konuşmasak?" Tebessüm etti hafifçe. Asla dalga geçmek için yapmamıştı. Daha çok hayranlık içeriyordu bu bakış.
"Rahatsız olmadım Defne." Dedi. "Ayrıca bir şey yapmadın ki... teşekkür ettin sadece." Dedi. Başımı salladım. Ben de mutluydum. Güzel bir gündü.
Deniz kenarı olduğu için hafifçe esiyordu burası ama ben üşümüştüm. Kollarımı birbirine doladım o yüzden. O ara Ayaz'ın kaşlarını çattığını gördüm. "Üşüyor musun sen?" Diye sordu. Hafifçe başımı salladım.
"Normalde rüzgarı severim ama burası fazla esiyor." Dedim. Anında üzerindeki krem rengi ceketi çıkardı. Tam bir beyefendiydi. Naifçe omuzlarıma yerleştirdi. Sıcacık olan ceket sadece bedenimi değil kalbimi de ısıtmıştı. Daha çok sarıldım cekete. Hatta biraz abartıp üzerime giydim.
"Teşekkür ederim Ayaz." Dedim minnettarca. Her şey içindi bu teşekkür. Mükemmel bir insandı. Her şeyiyle. En başta oluşturduğum ön yargı için o kadar utanıyordum ki bazen...
Yine gamzelerini belli ede ede gülümsedi. Ben de anında sırıttım yine.
"Çok güzel olmadılar mı?" Diye sordum aynı sırıtışla önümüzde yürüyen Esrayı ve Melih'i gösterek. Melih sol kolunu Esra'nın beline sarmış, Esra başını Melih'in omuzuna yaslamış ara ara gülüşerek sakince yürüyorlardı.
"Çok güzel oldular." Diye cevapladı. Ama onlara sadece göz ucuyla bakmıştı. Asıl hedefi benmişim gibi hissettirmişti. Bu durum hafifçe yutkunmama sebep oldu.
Yaklaşık yarım saat boyunca yürüdük. Ara ara sohbet ettik. Ve benim şu anda ayaklarım çok ağrıyordu. Ayakkabılarım ayağıma vurmuştu ve arabaya kadar bile yürüyecek durumda değildim. Esra ve Melih beş dakika önce yorulduklarını söyleyip gitmişlerdi. Normalde Ayaz da giderdi muhtemelen ama ben denizi biraz daha izlemek istiyorum deyince durmuştu. O kadar uzun zamandır denizi izlemeye bile gelmiyordum ki deniz bütün yorgunluğumu almıştı.
Ayaz'ın ceketi hala üzerimdeydi. "Gidelim mi artık?" Diye sordu. Başımı salladım. Arabaya doğru geri döndük. Ama ben normale göre çok yavaştım. Ayakkabı vurduğu için ara ara sendelediğim bile oluyordu ve tabii ki bu Ayaz'ın gözünden kaçmadı.
"Sen iyi misin?" Diye sorduğunda olduğum yerde durdum. Derin bir nefes verdim. Hemen solumuzda bir bank vardı. Oraya oturdum ve ayak bileğimi ovalayark ofladım. "Ayakkabım ayağıma vuruyor." Dedim. "Utanmasam ayakkabılarımı elime alıp yürüyeceğim."
Beklemediğim bir cevap verdi. "Çıkar o zaman."
Şaşkınlıkla ona baktım. "Şaka yapmıştım. Asla öyle bir şey yapmam." Dedim güldü. Beni beklemedi. Kendisi bizzat eğildi. Ayakkabılarımı tek tek çıkardı. Onları eline aldı. Doğruldu ve çok ani bir şekilde bir elini sırtımdan, bir elini bacaklarımdan geçirip beni kucağına aldı. Hiç beklemediğim için ufak bir çığlıkla boynuna sarıldım.
"Ayaz n'apıyorsun?" Dedim dehşetle. Çoktan yürümeye başlamıştı ve az öncekinin iki katı hızla ilerliyorduk. "Seni arabaya götürüyorum." Dedi çok normal bir şeymiş gibi.
Ama yerimden memnundum. Zaten yorgundum ve kucakta arabaya taşınmak işime gelmişti.
Üzerimde onun ceketi, elinde benim ayakkabılarım ve kucağında benimle arabaya yürüdü.
Ve ben on beş dakikalık kısacık bir yürüyüşte onun kucağında, onun kokusuyla, onun omuzunda uyuyakaldım.
⛸️
"Ablacığım günaydın?" Sesiyle gözlerimi araladım. Anına geri kapattım çünkü inanılmaz bir ışık vurdu gözüme.
Ovalaya ovalaya geri açtım. Pencere tarafına bakan yüzümü Sedef'e çevirdim.
"Sana da." Diye homurdandım. Sabah sabah benden ne istiyordu?
"Kalk da hazırlan. Geç kalacaksın." Dedi. Gözlerim yeniden kapanmıştı. Açık tutamıyordum. O yüzden sadece "hı hı." Diye tepki vermiştim. O gidince geri uyumaya devam edecektim. Uykumu alamamıştım ki gözlerim açılmıyordu. Biraz daha uyumalı...
"Abla!" Diyen sesle yerimden sıçradım. Kapıya yaslanmış Sedef ise çok şükür ifadesini kuşanmış bana bakıyordu.
Gözlerimi ovuşturdum. En kocamanından esnedim. Yastığımın yanındaki telefonu aldım. Saate baktım.
06.40
Biraz daha kalkmazsam geç kalacaktım. O yüzden ışık hızında ayaklandım. O an ise bir şey fark ettim.
Çok acı bir şey.
Benim üzerimde hala dünkü elbisem vardı.
Sedef bana baktı. Ben Sedef'e baktım. "N'oldu?" Diye sordu. "Ben dün niye böyle uyudum? İnsan uyarmaz mı ablasını." Dedim. Dolaba yürüdüm.
"Gelmeden önce uyumasaydın böyle uyanmazdın." Dedi Sedef. O an kafamda dünki yaşananlar canlandı. Ben en son Ayaz'ın kucağında uyuyakalmıştım.
Kot pantolonumu yatağımın üstüne fırlattım. Sanki Ayaz'ın kucağına uyumamışım gibi, "Yorulmuşum. Ne var?" Diye azarladım kardeşimi. Bu sefer onun imalı sesi kuruldu ortama. "Ayaz abinin kucağında mı?" Diye sordu.
Ufak bir öksürük krizi tuttu şu saniye. "Arabada uyumuşum. O getirmiştir." Diye toparlamaya çalıştım. Beyaz bir tişört çıkardım. Arkasında mavi bir araba deseni vardı.
"Onun elinde senin ayakkabıların, senin sırtında onun ceketiyle mi?" Diye sordu. Zehir gibi kafası vardı. Asla inanmıyordu.
Pes ettim ben de. Üzerimdeki elbiseyi çıkartıp pantolonumla tişörtümü giymeye başladım. "Dün sahilde bayağı uzun yürüdük. Sahil soğuktu biraz. Ben üşüyünce ceketini bana verdi. Ayakkabı da ayağıma vuruyordu. Arabaya dönerken daha fazla yürüyemedim topuklularımla. Ayaz da çıkartmamı istedi. Ben saçmalama falan derken eğildi kendisi çıkardı topuklularımı." Dediğim an Sedeften büyük bir çığlık koptu.
"Şaka mı yapıyorsun?" Dedi sonrasında dehşet dolu mutlu bir ifadeyle. Başımı salladım. Saçımı bağlıyordum o sırada. Perçemlerimi önümde bıraktım. Ve dünden kalan maşamla saçlarımın ucu hala kıvır kıvırdı.
"Sonra da beni kucağına aldı işte. Çok yorgun olunca da uyuyakalmışım." Diye geçiştirdim. O hala sırıta sırıta kesin aşık! Diyordu. Tam bir ergendi. Centilmenlik ve aşkı karıştırmamak lazımdı. Çocuğun geninde vardı beyefendilik.
Dün yüzümde kalan ve gece uyurken akan makyajımı sildim. Koşarak dişlerimi fırçaladım. Güneş kremimi ve dudak kremimi sürdüm. Her zaman doğallıktan yanaydım.
Tekrar odama koştum. Saate baktım
06.55
Geç kalmıştım. O yüzden koşturarak küçük, spor çantamı aldım. Cüzdanımı ve telefonumu çantama attım. Aynı koşturmayla kapıya gittim. Ayakkabılarımı giydim ve arkamda kalan Sedef'e "Görüşürüz!" Diye bağırarak üçer beşer atlaya atlaya merdivenleri indim. Ayaz'ı aramak için telefonumu çıkarmıştım ki kapımın önündeki arabayı gördüm.
Koşarak arabaya bindim. Ben kapıyı kapatır kapatmaz şöför koltuğundaki Ayaz arabayı çalıştırdı. Nefes nefese "Günaydın." Dedim.
Normalde Esrayla gidiyordum ama bu sabah Esra'yı Melih alacaktı. O yüzden otobüsle gitmeyi düşünmüştüm ama geç kalınca Ayaz'ı aramaya mecbur kalmıştım. Ben aramadan o imdadıma yetişmişti. Her zamanki gibi...
"Günaydın." Dedi. "Bir an kış uykusuna yattın, gelemeyeceksin sandım." Diye espri yaptı. Güldüm. Ben de öyle sanmıştım.
"Yaz ayında olmasak yatacaktım." Diyerek korkunç bir espriyle devam ettirdim konuşmayı. Dediğim an pişman olmuştum ama bu Ayaz'ı inanılmaz güldürmüştü.
"Yaparsın, inanırım." Dedi kahkahası bitince. Ben de sırıtıyordum.
Saat şu anda tam 07.00'dı. Ve biz tesisin önündeydik.
Ne olursa olsun yardım çantam gibiydi. Her şekilde yetişiyordu, yetiştiriyordu.
Arabadan inip hızlı adımlarla tesise yürüdük. Biz tesise girdiğimizde ise bizi karşılayan Esra ve Melihti. Ceyda bugün tesiste değildi. Dün gece hastanmıştı ve bugün izin almıştı.
"Ebru hoca yine terör estiriyor etrafta. Ne oldu?" Diye sordu Esra yürürken. İki yana salladım başımı. Her şey olmuş olabilirdi.
"Defne! Ayaz!" Denen sesle yerimde sıçradım. Hatta bir saniyeliğine sendeledim. Yere düşecek gibi oldum. Ebru hoca bugün bizi dövmezse şanslıydı. Öyle bir çığlıktı az önceki çığlık. Bütün tesiste yankılanmıştı neredeyse.
Damağımı çektim. Ayaz'ın eli elime değdi o sıra. Sıkı sıkı tuttu. Korumak ister gibi. Ben de ona tutundum tabii. Ebru hocadan korkmamak elde değildi böyle zamanlarda.
Sol koridordan Ebru hoca çıktı o sıra. Elinde iki tane kağıt vardı.
"Buyrun hocam?" Dedi Ayaz. "Benimle gelin." Dedi sertçe. Yanımızdan geçti. Arkamızda kalan odaya girdi.
Yutkundum. Ayaz'a döndüm yüzümü. Gerici bir gün başlangıcı oluyordu. O sakin gözüküyordu her şeye rağmen. Ama elinimi sıkan eli pek de sakin olmadığının kanıtıydı. O da gergindi. Bakıştık birkaç saniye.
"Hadi!" Sesiyle bir kez daha irkildim. Arkamızı döndük. Kapıya ilerledik. Laf arası "görüşürüz." Dedik bizimkilere.
Ayaz kapıyı açmak için bir adım önüme geçti ve gözüme o an sırtı çarptı. Benim giydiğim tişörte çok benziyordu. Sadece onun tişörtü siyahtı ve sırtındaki araba figürü kırmızıydı. Bir kez daha hiç konuşmadan takım giyinmiştik.
Odadan içeriye girdiğimizde masaya oturmuş, kağıtlara ters ters bakan bir Ebru hocayla karşılaştık. Tedirginlikle onun yanına ilerledik.
"Oturun." Dedi daha sakin bir sesle. Oturduk.
Baktığı kağıtlardan iki tanesini bize uzattı. "Bunlar yarışma için gereken formlar. Alın, hızlıca doldurun.
Ebru hocanın uzattığı kağıtları aldım. Birini karşımda oturan Ayaz'a uzattım. Kişisel bilgilerimizi yazacaktık.
İsim: Defne
Soyisim: Yıldırım
Anne adı: Serap
Baba adı: Suat
Doğum tarihi: 23.09.2004
T.C. Kimlik numarası: -
Katıldığı ülke: Türkiye
Şehir: İstanbul
Tema: Ritim Dans
İmza:_defney._
Ayaz da doldurduğu formu bana uzattı. Göz ucuyla baktım.
İsim: Ayaz
Soyisim: Argın
Anne adı: Sultan
Baba adı: Murat
Doğum tarihi: 21.08.2002
T.C. Kimlik numarası: -
Katıldığı ülke: Türkiye
Şehir:İstanbul
Tema:Ritim Dans
İmza:_a.argın._
21.08.2024
Doğum günü yaklaşmıştı.
Kağıtları Ebru hocaya uzattım. "Bir de vizeler ve pasaport için kimliklerinizin fotokopisi ve vesikalık lazım." Dedi. "Bugün öğleden sonra onları hazırlayın çocuklar." Başımızı salladık.
"Hadi siz spor odasına. Bugün benim bunlarla uğraşmam lazım. Yanınıza uğrayamayabilirim." Dedi. Yine başımızı salladık.
Odadan çıkarken karnım gurulduyordu. Yine ve yine kahvaltı yapmadan evden çıkmak zorunda kalmıştım. Ve artık yeniden kahvaltı yapacak vaktimiz bile yoktu. Yaklaşık üç hafta kalmıştı seçmelere. Hepimiz gergindik ama en çok da Ebru hoca geriliyordu. Haklıydı. Geceli gündüzlü çalışıyorduk neredeyse.
Koştura koştura spor odasına ilerledik. Derin bir nefes verdi Ayaz. Yorulmuştuk. Biraz dinlenmeye ihtiyacımız vardı. Sessiz kaldım bu pek mümkün olmadığı için. Kafamı piste çevirdim. Melihle Esra çarptı gözüme ilk. Bugün antrenörlük günleriydi. Önlerinde duran üç farklı çocuğa yardım ederek bazı temel hareketleri öğretmeye çalışıyorlardı. Çok tatlılardı.
Spor odasına girdik. Ben yine her zamanki gibi ağırlıklara ilerleyecektim ama Ayaz tuttu beni. "Bugün biraz eğlenmeye ne dersin?" Dedi. Nasıl bir eğlenceden bahsediyordu bilmiyorum ama kabul ettim. Ona koşulsuz güveniyordum.
(15 dakika sonra)
"Şaka mı yapıyorsun Ayaz?" Dedim bıkmışlıkla. "Aklındaki eğlence bu muydu yani!" Diye azarladım. Çok haklıydım çünkü. Kollarım kopmuştu burada. Ve onun yüzünde hiç zorlanıyor gibi bir ifade yoktu.
Bana meydan okumuştu. İkimiz de barfiks çubuğuna karşı karşıya gelecek şekilde tutunmuştuk ve yarım saat boyunca en fazla barfiks çeken kazanacaktı.
Gaza gelmiştim. Kabul etmiştim teklifini ama daha on beşinci dakikada benim barfiks sayımı ikiye katlamıştı. Eşit şartlarda olmayan meydan okumanın sonunda ise kaybeden yarının öğle yemeğini hazırlayacaktı.
Ben daha sabah kalkıp kahvaltı yapamıyordum, bir de öğle yemeği mi hazırlayacaktım?!
"Söylenmek yerine barfiks çeksen bana yetişmiştin Defne." Diyerek bir kez daha kendisini yukarıya çekti. Ofladım. Ben de kendimi yukarı çektim. Yüzlerimiz dip dibeyken odaklanamıyordum bile yaptığım spora.
"Sen sırf yemek hazırlamaktan kaytarmak için böyle bir iddiaya soktun beni değil mi? Yapamayacağımı biliyordun?" Dedim nefes nefese. Kendimi bıraktım ve sonra bir kez daha yukarı yükseldim. Bitmişti. Benden bu kadardı. Gücüm şu saniye bedenimi terk ediyordu. Elim demirden kaydı ve ben mutlak son olarak yere düşmeyi bekledim. Olmadı. Bir elim havadaki demire hafifçe tutunurken Ayaz da tek elini bırakarak belimi tutmuştu. Ve hala yüzünde zorlandığına dair bir ibare yoktu. Ayaz kesinlikle süpermendi.
"Tutun." Dedi. İki yana salladım başımı. Hala nefes nefeseydim. "Bırak, düşeyim." Dedim. Bu sefer o iki yana salladı başını. "Pes mi ediyorsun?" Dedi. Gaza getirmeye çalışıyordu yine. Bu sefer gaza gelemezdim. Gücüm yoktu, gücüm!
Konuşmak bile istemediğim için onaylayarak başımı salladım o yüzden. Hafifçe tebessüm etti bu halime. Tekrar "Tutun." Dedi. Tip tip baktım. Gülüşü büyüdü. "Yardım edeceğim." Dedi. "Tutun."
Ona güvenerek zor bela tekrar kolumu kaldırdım. Sıkı sıkı tuttum çubuğu. "Bacaklarını belime dola." Dedi. Aynen dediğini yaptım. "Ben üç dediğimde kendini yukarı çekeceksin." Dedi. Başımı salladım.
"Bir." Dedi. Nefesi yüzüme vurdu.
"İki." Demiri daha sıkı kavradım.
"Ve üç." Dediği gibi aynı anda yukarıya çektik kendimizi. Aynı anda yeniden bıraktık. Bir daha ve bir daha tekrarladık aynısını.
"Daha iyi mi?" Diye sordu dakikalar sonra. Gülümsedim. Kesinlikle daha kolaydı çünkü hem ağırlığımın çoğu onun üzerindeydi hem de beni teşvik ediyordu.
Böyle böyle yarım saati doldurduk. Yarım saatin sonunda on iki barfiksle ben kaybetmiştim. Yarın öğle yemeği hazırlayacaktım ama hayatımda geçirdiğim en keyifli dakikaları geçirdiğim için bu bile moralimi bozmadı.
⛸️
"Buyrun hanımefendi." Diyerek kağıdı uzattı adam. Elinden aldım. Sonra da Ayaz'a bir kağıt uzattı. "Buyrun beyefendi." Dedi ona da.
Şu anda nüfus müdürlüğündeydik. Ebru hoca'nın halletmemizi istediği şeyleri yapıyorduk. Spor odasında yaklaşık iki saat durmuş ve piste inmiştik. Birkaç duruş çalışmış, takıldığımız hareketleri tekrarlamış ve üç kez prova yapmıştık. O kadar acıkmış ve o kadar yorulmuştum ki ışık hızında merdivenleri tırmanıp yemekhaneye varmıştım. Ayazla beraber yemek yedikten sonra da direkt nüfus müdürlüğüne gelmiştik. Normalde çok kısa sürecek bir iş için tam bir saattir bekletiliyorduk.
İlk geldiğimizde öğle arasındayız demişlerdi. Biz de vesikalık işini halletmek için bir fotoğrafçıya gitmiştik ama bugün cuma olduğu aklımıza gelmemişti. Fotoğrafçı abi cuma namazına gittiğine dair bir not asmıştı kapısına. Öyle olunca biz de hayal kırıklığıyla tekrar nüfus müdürlüğüne dönmüştük. Bu seferki bahaneleriyse sıra olmuştu. Yapmalarını istediğimiz şeyi söylediğimiz an lütfen sıraya geçin demişlerdi. Ve sıra neredeyse bir saat sürmüştü.
Kimliklerimizin olduğu fotokopileri alıp dışarıya çıktık. Derin bir nefes aldım bu noktada. "Çok şükür ya rabbi!" Demeden edemedim. Ayaz güldü bu cümleme.
"Ne? Haksız mıyım?" Diye sordum arabaya doğru yürürken. "İki dakika bile sürmeyecek olan iş için bir saattir sıra bekliyoruz. Bütün zamanım boşa gitti!" Dedim.
"Kesinlikle haklısın." Dedi Ayaz. Öyleydim. O yüzden hızlıca arabaya bindim. Tekrar fotoğrafçının yolunu tuttuk.
"Pasaportsuz gitsek olmuyor mu ya!" Diye bir kez daha söylendim. Nüfus müdürlüğünde kendimi tutmuştum. Söylenirsem bizi bekletmek için daha fazla uğraşacaklar gibi gelmişti.
"Maalesef olmuyor." Dedi Ayaz. Gözü yoldaydı. "Az kaldı merak etme. Sadece birkaç fotoğraf." Dedi. Keşke demeseydi.
Fotoğrafçı abiye vardığımızda bir gelin ve damadın fotoğraflarını kolajlamakla uğraşıyordu. "Siz oturun yeğenim. On dakika işim var, sonra sizinkini hemen hallederiz." Dedi. Oturduk. Beş dakika oldu, on dakika oldu, on beş dakika oldu. Adamda tık yok.
"Abi bizim işi bir halletsek?" Dedi Ayaz. Yorulmuştuk ve buradan dönünce daha üç saat daha çalışmamız gerekecekti.
"Gelin, gelin." Dedi heyecanla. Ayaklandık. Çok şükür, Allah! İfadesiyle içeride bir odaya giren abinin peşinden ilerledik.
"Ben sizi unuttum çocuklar." Dedi. "Niye demiyorsunuz?" Her şeyi biz mi diyelim bey amca?
"İşin vardı abi. Dikkatini dağıtmak istemedik." Dedi benden daha efendi bir şekilde Ayaz.
"İyi yapmışsınız, iyi." Dedi amca. "Geç kızım." Dedi sonra bana bakarak. "Otur şuraya, çekelim hemen." Dedi.
Kenardaki aynaya kısa bir bakış attım. Perçemlerimi düzelttim. Fotoğraf makinesini karşısındaki tabureye oturdum. Hafifçe gülümsedim.
"Maşallah, maşallah. Pek güzel kızsın." Dedi abi. Sonra yüzüme bir flaş patladı. Ayağa kalktım. "Teşekkür ederim." Dedim.
Ayaz benim oturduğum yere oturdu. Gülmedi, hiçbir şey yapmadı. Sadece dik bir şekilde durdu. Onun da yüzüne bir flaş patladı.
"Gelin bakalım." Dedi abi sonra. Odadan çıktık.
Bir bilgisayarın yanına geldik. Çekildiğimiz fotoğraflar oradaki bir dosyadaydı. Önce benimkini aldı. Birkaç ayarlama yaptı. Çoğalttı ve yazıcıdan çıkarttı. Aynı işlemi Ayaz'ın fotoğrafına da yapıp iki fotoğrafı birden eline aldı.
"Pek yakışıyorsunuz, evlilik hazırlığı mı bunlar?" Dedi. Birkaç kez öksürdüm bu cümleden sonra. Ne alaka amca?
"Yok abi, bir yarışma için lazım." Dedi Ayaz. Adam bu cümleden sonra aydınlandı. "Haa!" Dedi uzata uzata. "Siz şu buz pateni yarışmasına katılacak olanlar mısınız?" Dedi. Ayaz yine aynı ciddiyetle başını salladı.
"Başarılar dilerim çocuklar. Ülkecek arkanızdayız." Dedi amca. Sonra da ikimizin fotoğrafını da bana uzattı.
Fotoğrafları aldım. Ayaz, "Sağol abi, kolay gelsin." Diyerek çıkış kapısına ilerledi. Ben de peşindeydim ama gözüm Ayaz'ın fotoğrafındaydı.
Hiçbir şekilde poz vermemişti ama gamzelerinin hafifçe gözüken çukuru, dik duruşu ve parlayan gözleriyle hayatımda gördüğüm en güzel vesikalık fotoğrafıydı.
"Hadi Defne gelsene." Diyen Ayazla yeniden arabaya doğru ilerledim. Bindim. Torpidonun üzerine koyduğumuz fotokopileri aldım, kucağıma koydum. Vesikalıklarımızı da onların üzerine yerleştirdim. Sonra da kemerimi taktım.
Ayaz arabayı çalıştırarak tekrar tesise ilerledi. Göz ucuyla kucağımdaki vesikalıklara baktı. Üstte kendi fotoğrafı vardı.
"Versene bir vesikalıkları. Bakayım." Dedi. İkimizin fotoğraflarını da ona uzattım. Bir eli direksiyondayken sırayla ikisine de baktı. Birisine daha da uzun baktı. Sonra tekrar bana uzattı vesikalıları. "Güzel çıkmışsın." Dedi. Bu normal bir güzel çıkmışsın cümlesi değildi. Çünkü gülerek, bayağı hoşuna giderek söylenmiş, çok içten bir cümleydi.
"Teşekkür ederim." Dedim ben de aynı içtenlikle. "Sen de çok yakışıklı çıkmışsın." Dedim. Daha çok güldü. "Ben de teşekkür ederim Defne." Dedi. Araba durdu. Tesise gelmiştik.
Hızlıca arabadan indik. Seri adımlarla Ebru hocanın odasına gittik. Kapıyı tıklattık. "Gel!" Sesini duyar duymaz içeriye girdik.
"Neden bu kadar geç kaldınız?" Dedi ayağa kalkarken. "Sormayın hocam." Dedim bezgince. Sonra fotokopileri ve vesikalıkları Ebru hocaya uzattım.
Sırayla hepsini inceledi. "Tamamdır." Dedi. "Siz piste inin. Ben de kalan işleri bitireyim."
Başımızı sallayarak dışarıya çıktık. Patenleri spor odasına bırakmıştık. Soyunma odaları uzak kalmıştı. Oraya ilerledik o yüzden ilk olarak. Patenleri aldık. Kenardaki oturaklara oturduk. "Bugün inşallah biter." Dedim patenimi giyerken. Uzun süreli sessizlik sevmiyordum. "Katılıyorum." Dedi Ayaz. "Hayatımda hiç bu kadar yorulduğumu hatırlamıyorum.Normalde gündüzleri uyuyamam ama şu an uykum var. Yatsam uyurum yani." Dedi. Bu durum beni de şaşırttı. Normalde hep dinçti. Hep enerjik olan oydu. Belli ki cidden fena bir gündeydik.
Ayağa kalktım. Bu sefer ben ona elimi uzattım. "Bitecek." Dedim inançla. "Dinleneceğiz, söz veriyorum." Gülümseyerek elini elimin üzerine koydu. Ayaklandı. Sımsıkı tuttum elini. O benim bütün kötü zamanlarımı iyiye çevirmişti. Madem kendini yorgun hissediyordu. Ben de ona iyi gelecektim.
Piste indik. Yüzümü Ayaz'a dönüp diğer elimi de ona uzattım. Tuttu. "Kolay bir prova olacak. Söz veriyorum." Dedim sırıtarak. O da güldü. "Ona ne şüphe." Dedi.
Müziğimiz ortama girdi. Her zamanki duruşla başladık. Her zamanki hareketlerimizi yaptık. Arada göz göze gelince saniyelik sırıtıyordum. Bu durum onun da enerjisini yükseltiyordu.
Sonra şarkımız değişti. İkinci şarkımız başladı. Vals kısmıydı. Normalde ufak bir tebessümle yaptığım dansı inadına cilveyle yaptım. Bu sefer onu gerçekten güldürdüm. Bütün dans boyunca ne zaman göz göze gelsek hayranlık dolu bakışlarıyla karşılaştım.
"Defoş!" Diyen keyifli sesle gözlerimi Ayaz'dan ayırıp Esra'ya çevirdim. Aynı ifadeyle "Esroş!" Dedim. Güldü en güzelinden. Gerçek aşk insanı güzelleştiriyordu.
Ayaz'a döndü. "Defne'yi birkaç dakikalığına alabilir miyim Ayaz?" Dedi tatlı tatlı. "Melih soyunma odasına gitti. Birazdan çıkacağız ama ben bugün arkadaşımı hiç göremedim." Diye de açıklama yaptı. Ayaz hala keyifliydi. Aşağı yukarı salladı başını aynı keyifli ifadesiyle.
Esra kolumdan tutarak çekiştire çekiştire pistin ortasına getirdi bizi. "Uzun süredir beraber kaymıyorduk." Dedi. Onayladım.
Bir süre sessiz sessiz hareketlerle kaydık. "Ben bugün ne gördüm biliyor musun Defne!" Dedi heyecanla. "Ne gördün?" Dedim. Kendi etrafımda döndüm.
"Spor odasına girdim bir, sana bir şey söylemek için." Dedi. Yutkundum. Ben onu görmemiştim. Bana bir şey de dememişti. Ne zaman gelmişti? "Bir de ne göreyim?" Dedi sorgular bir ifadeyle.
Beni Ayazla barfiks çekerken görmemişti inşallah. Açıklayamazdım çünkü. O an normal gelmişti ama sonra ben de ne olduğunu anlayamamıştım. "Böyle çok yakışan bir çift," dedi. Durdu. Bana döndü. Sonra bir saniyeliğine arkama baktı. "Gülüşerek barfiks çekiyor." Dedi sırıtarak.
Anına gözümü kaçırdım. Hatta ve hatta sadece gözümü kaçırmakla kalmayıp kendim kaçtım.
Pistin ortasına doğru kayarken bileğimden yakaladı. Beni duvar kenarına çekti. "Dökül." Dedi anında. Bu kayma işinden anlamam lazımdı aslında. Hangi akla hizmet Ayaz'ın yanından ayrılmıştım?
"Neyi?" Dedim yutkunarak. Tehlikeli bir şekilde sırıttı. "Defneciğim," dedi. "Canım arkadaşım benim, salak ayağına yatma. Yemezler." Derin bir nefes verdim.
"Bilmiyorum." Dedim. "Neyi bilmiyorsun?" Diye sordu. Daha ciddiydi ifadesi. "Tişörtleriniz bile takım Defne. Neyi bilmiyorsun?" Kaşlarımı çattım bu noktada. "Bunu bilerek yapmadık ki?" Dedim. İnanmayan bir yüz ifadesi vardı.
"Vallaha." Dedim. "Sabah uyandığımda Sedef başımdaydı. Elbisemle uyumuşum. Onu sordu. O ara elime ne geldiyse onu giydim." Diye açıklama yaptım. Bu sefer kaşını çatan oydu.
"Sen niye elbiseyle uyudun?" Dedi. Sonra konuşmama izin vermeden devam etti. "Bir dakika, bir dakika. Sen şu olayları en başından anlat bakayım." Dedi.
En başından anlattım. Önce dünki yaşananları. Ayakkabımın ayağıma vuruşunu, ayyakkabıyı çıkarışını, beni kucağına alışını...
O ara sırıttı Esra. "Siz olmuşsunuz, haberiniz yok. Bakalım ne zaman anlayacaksınız." Diye de fısıldamıştı. Yine sadece göz devirmekle yetindim.
Sonra bu sabaha geçtim. Ayaz'ın bana meydan okuduğunu barfiks çektiğimizi ama benim bir noktadan sonra dayanamadığımı. Süre dolmadığı için Ayaz'ın bana verdiği teşviki, bacaklarımı beline dolayışımı...
Bu sefer pot kırmıştım ama. Çünkü Esra bizi sadece barfiks çekerken görmüştü. Onun beline bacaklarını doladığım kısma hiç hakim değildi. O yüzden bunu duyar duymaz "Yuh be kızım!" Diyerek azarlamış ama aynı anda da sırıtmıştı. Hatta "Bir de öpseydin çocuğu." Demiş, beni utandırmıştı.
"Bitti mi?" Dedi sonra. Başımı salladım. Sırıttı. "İyi bakalım." Dedi. Yeniden Ayazların yanına doğru kaymaya başladık. Ayaz buz pistinin içinde duvara yaslanmış; onun hemen yanında duvarın arkasında Melih vardı. Bir şeyler konuşuyorlardı ama biz oraya varınca bize döndüler.
"Hadi Esra." Dedi Melih. Esra anında sırıttı. "Geldim." Dedi. Hızla kayarak pistten çıktı. Patenlerini çıkardı. Melih'in getirdiği ayakkabılarını giydi. "Ben Ceyda'ya gidiyorum." Dedi bana bakarak. "Sana da gel derdim ama malum, iş." Dedi. Başımı salladım.
"Geçmiş olsun dileklerimi ilet ve onu iyileştir." Dedim ben de. "Tamamdır." Diyerek Melih'e döndü. "Hadi gidelim." Dedi. Elini tuttu. Yeniden bize döndü. "Görüşürüz." dedi. El salladık.
Yeniden piste döndük ve bir kez daha prova aldık.
⛸️
Selamlar ballarım.
Ben geldim. Geri geldim. Bence çok da hoş geldim;)
Bir bölüm sonuyla daha karşınızdayım. Evet birazcık geç kalmış olabilirim. (Birazcık🤏🏻)
Klasiğimizle devam edelim.
Ayaz ve Defne
Bir dahaki bölümü en kısa sürede atmaya çalışacağım. Boşluğum çok az maalesef. Ama iki haftaya uymaya çalışacağım.
Sizi seviyorum. Keyifli okumalar diliyorum.
Yazar kaçar...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |