"Bitter, yavaş!" Diyerek azarladım her yerden atlayan kedimi. Uzun süredir onunla vakit geçirmiyordum. Bu sabah da kurabiye yapmak için erken kalkınca benimle oynamak isteyen kedim ayaklarıma dolanmıştı. Kıramamıştım. Hem kurabiye yapıyor hem de onunla oyun oynuyordum ve benim canım kedim normal kedilerin aksine çikolataya bayıldığı için kurabiyeye koyacağım çikolataları elimden kapmıştı.
Yine o anlardan birini yaşıyorduk. Kurabiye hamuruna katmak için elime aldığım kalıbın bir kısmını kırmıştım ki Bitter bir anda tezgaha atladı. Elimdeki iki parça çikolatayı kaptı. Aynı hızla yere atladı. Kuyruğunu sallaya sallaya yerdeki yatağına ilerledi.
Ve bunları yaparken o kadar ses çıkarıyordu ki neredeyse Sedef uyanacaktı.
Yeniden kurabiyeme döndüm. Kalan çikolataları kırarak hamura ekledim. Son kez yoğurdum. Şekil verme aşamasına geçtim. Gün daha aydınlanmamıştı bile. Ve ben sabahın tam beşi çeyrek geçesinde kalkıp kurabiye yapmaya başlamıştım. Tam on altı kurabiyeyi tepsiye dizdim. Daha önceden ısıttığım fırına tepsiyi attım. Saat şu anda tam olarak altıyı beş geçiyordu.
Fırının süresini kırk dakikaya ayarlayıp odama geçtim. Bugün beni almaya Esra gelecekti. Çünkü Asya'nın saat 6.30'da otobüsü vardı. Ailesinin verdiği izin süresi dolmuştu. Onunla daha çok görüşmek isterdim ama şartlar pek el vermemişti.
Dolabımı açtım. Beyaz gömleğimi giydim. Siyah pantolonumu giydim. Uzun süredir giymediğim siyah korsemi çıkardım. Üzerinde beyaz yıldız desenleri vardı. Onu da üzerime geçirdim. Saçlarımı önden hafifçe topladım ve arkada bağladım. Hatta vaktim olduğu için biraz abarttım ve saçlarımın uçlarına maşa yaptım. Fırının süresi dolsun diye Rimel ve ruj bile sürdüm.
Kurabiyelerimin piştiğine dair yükselen sesle koşarak mutfağa gittim. Fırını kapattım. Yavaşça kapağını açtım. Fırın eldivenini elime geçirdim. Tepsiyi aldım ve biraz soğuması için balkona koydum. Tekrar içeriye girdiğimde bana anlamsız ve kısık gözlerle bakan Sedef'i gördüm.
"Günaydın." Dedim tatlı tatlı. En kocamanından esnedi. "Günaydın." Dedi boğuk bir sesle.
"Hayırdır?" Balkona koyduğum tepsiyi gösterdi. "Onlar ne bu saatte? Ve benim ablam nerede?" Diye sordu. Güldüm son sorusuna.
"Ben senin ablanım ve onlar kurabiye." Dedim. Masaya oturdu. Sürahiden kendisine bir bardak su doldurdu. Kana kana içti. "Sabah sabah bu ne hamaratlık. Bu günleri de mi görecektik ya rabbim!" Dedi abartılı bir ifadeyle.
"Ayrıca," etrafı kokladı. "Sen benim sevdiğim kurabiyelerinden mi yaptın?" Dedi aydınlanmış bir ifadeyle. Başımı salladım. "Bu saatte?" Dedi yine şaşkınlıkla. Uyku sersemliğiyle kendini yenilediğinin farkında değildi sanırım.
"Evet." Dedim ciddiyetle. "Bu saatte." Elime bir spatula, bir tane de saklama kabı alıp balkona çıktım tekrar. Bu sefer Sedef de peşimdeydi ama. Hatta Bitter bile Sedef'in hemen arkasından minik adımlarla balkona geliyordu.
Kurabiyeleri spatulayla tepsiden çıkardım. Birkaç tanesini saklama kabına koydum. O an tepsime uzanan bir el fark ettim. Anında kenara iteledim. "Sakın!" Dedim.
Hemen sitem etti. "Ama abla ya!" Dedi. "Neden alamıyorum?" Diye sordu. Çocuk gibiydi şu an. "Çünkü onları sana yapmadım, işim var kenara çekil..." diyordum ki Sedef bir anda çenemi tuttu. Bana baktı. Ben de ona baktım. Bana daha fazla baktı.
"N'oluyor?" Dedim. Bir de gözlerini kısarak baktı. "Sen makyaj mı yaptın?" Dedi. Hevesle başımı salladım. "Güzel olmuş mu?" Diye de sordum. Bu sırada saklama kabıma sığmayan beş kurabiyeyi bırakıp saklama kabını kapattım.
"Olmuş, olmuş da..." dedi. "Sen niye makyaj yaptın ki?"
Saklama kabıyla tepsiyi alıp içeriye ilerledim. Sedef de peşimden geldi tabii.
Omuz silktim. Dolaba uzanıp bir tabak aldım. "Canım istedi." Dedim. Tepside kalan kurabiyeleri de tabağa koydum.
"Korseni de giymişsin." Dedi imayla. "Neler oluyor hayatta?" Göz devirirdim ama devirmedim. Elimdeki tabağı ona uzattım.
"Buyur, kahvaltın canım." Dedim. Saklama kabını aldım. Bir poşete koydum. Küçük siyah çantamı alıp içine rimelimi ve rujumu koydum. Cüzdanımı ve telefonumu da içine koyduktan sonra kapıya ilerledim. Spor ayakkabılarımı giydim. Kapının yanındaki koltuğa koyduğum poşeti aldım ve içeriye doğru "Görüşürüz." Diye bağırdım. Kapıyı kapattım ve yavaş adımlarla aşağı indim.
İlk defa uykum yoktu. Hem de erken uyanmama rağmen. Kurabiye yapmadan önce kahvaltı bile yapmıştım. İlk defa bu kadar düzenli bir sabaha uyanmıştım.
Binadan çıktım. Esra çoktan kapımın önündeydi. Altıyı elli geçiyordu. Mükemmel bir zamanlamaydı. Direkt arabaya attım kendimi.
"Günaydın Esroşum!" Dedim. "Sana da günaydın Defoşum." Diye yanıtladı beni. Arabayı çalıştırdı. "Bu ne güzellik?"
"O senin güzel gözlerinin güzelliği canım." Dedim. "Her zamanki halim." Asla değildi. Ama erken kalkınca yapacak bir şey bulamamıştım.
"Kesin öyledir." Diye yanıtladı beni. Gözüyle elimde tuttuğum poşeti gösterdi. "O ne?" Diye sordu.
"Kurabiye." Dedim. "Sabah sabah?" Dedi haklı olarak. Ama neden buna herkesin şaşırdığını pek anlayamamıştım. Başımı salladım yine de. "Hayırdır?" Dedi.
"Dünkü iddiayı kaybetmemin bedeli." Dedim yekten. "Öğle yemeğimiz."
"Sen bunları Ayaz'a mı yaptın?" Dedi aynı dehşet ifadesiyle. Başımı salladım. "Evet," dedim en normal halimle. "Ne var bunda? Niye herkes bu kadar şaşırıyor?" Dedim. Göz ucuyla bana baktı. "Başka kim..." diyordu ki durdu. Bir daha bana baktı. "Defne sen rimel mi sürdün?" Dedi. Yine başımı salladım. "Yok artık!" Dedi.
"Ne var be!" Diye yükseldim ben de bu sefer. Sanki hiç bakımlı değildim. Altı üstü bir rimel bir de ruj sürmüştüm. Sabahtan beri her gören şaşırıyordu!
"Ateş bacayı sarmış ya Defoşum." Dedi sırıtarak. "Haydi hayırlı olsun." Bu sefer cidden göz devirdim. Diyecek bir şey bulamıyordum. "Ne alaka, ne alaka!" Dedim.
"Defne sen gündelik hayatında son rimel ve ruj sürdüğünde Ömerle ilk buluşmana hazırlanmıştın tatlım." Dedi. Arabadan indi. Yine haklıydı ama benim umurumda değildi.
Ben de arabadan indim. Tesise yürüdüm. Soyunma odasına girip poşeti dolabıma bıraktım. Patenimi aldım ve spor odasına ilerledim. Ayaz çoktan spor odasına gitmiş olmalıydı.
Kapıyı açtım. Ve tabii ki yanılmamıştım. Şınav çekiyordu. Aklıma paten eşim olduğu ilk gün geldi. O gün de aynı yerde şınav çekiyordu. Ama bu sefer düşüncelerim farklıydı. Onun ise tepkileri.
Bu sefer kapı sesini duyar duymaz başını bana çevirdi. "Hoşgeldin." Dedi. Olduğu yere oturdu. Gülümsedim. Tamamen içeriye girip kapıyı kapattım. Patenimi onun pateninin yanına bıraktım. "Hoşbuldum." Dedim neşeyle. Yanına ilerledim.
"Ne bu neşe!" Dedi gülerek. "Erken uyandım." Diye yanıtladım. Ben de onun karşısına oturdum. "Niye?" Diye sordu. Göz kırpıştırarak yüzüne baktım sadece. Anladı hemen. "Ha." Dedi. "Sen bugün bize yemek hazırlayacaktın."
E yani der gibi başımı salladım. Dikkatle yüzüme bakıyordu. Bir şeyler dikkatini çekmiş gibiydi ama bir şey demedi. Onun yerine "Ne pişirdin?" Diye sormayı tercih etti.
"Sürpriz!" Dedim sırıtarak. "Öğlen görürsün." Şınav pozisyonu aldım. O da anında yanımda belirdi.
"Asya'yı bindirdin mi otobüse?" Diye sordum. Bir mırıltıyla onayladı. Sonra bir şey aklıma takıldı. Ben Ayaz'ın ailesinin nerede yaşadığını bilmiyordum. "Asya nereye gitti?" Diye sordum öğrenmek adına.
"Annemlerin yanına." Diye cevapladı. Güldüm bu cevaba. "Onu biliyorum. Annenler nerede yaşıyor yani?" Dedim bu sefer açık açık.
Hafif bir tebessüm belirdi dudağında. "Ankara'ya gitti." Diye yanıtladı bu sefer. "Aa!" Dedim şaşkınlıkla. "Ne oldu? Niye şaşırdın?" Dedi.
"Çok yakınmışız." Dedim. "Annemler Eskişehir'de oturuyor." Diye de açıklama yaptım. O da başını salladı bu sefer.
Yine saatlerimizi o spor odasında geçirdik. Sohbet ettik, spor yaptık, güldük eğlendik.
"Aferin çocuklar. Git gide daha iyi oluyor." Dedi Ebru hoca. Hafifçe alkışladı bizi. "Serbestsiniz." Diyerek pist çıkışına ilerledi. "Öğle arasındayız. Saat tam birde burada olun." Diye son eklemesini yaptı ve pistten çıktı.
Ben de sağımdaki Ayaz'ın elini tuttum. Çıkışa kaydım. O da peşimden geldi.
Kenardaki oturağa oturup patenimi çıkardım. Spor ayakkabılarımı giydim. Ayaz da yanımda oturmuş ayakkabılarını giyiyordu. "Sen dinlenme odasına git, ben geliyorum." Diyerek ayağa kalktım. "Tamamdır." Dedi arkamdan.
Mutfak olarak kullandığımız küçük alana gittim. İki adet karton bardak aldım ve küçük iki paket kahveyi bardaklara döktüm. Su kaynattım. Kaynattığım suyu bardaklara döktüm. Karıştırdım. Bardakları alıp dinlenme odasına ilerledim. İçeriye girdiğimde koltuğa oturmuş uslu uslu oturan Ayaz'ı gördüm. Beni görür görmez ayağa kalktı. Elim ufaktan yanmaya başlamıştı. Koşarak yanıma geldi. "Dikkat et." Diyerek bardakları elimden aldı. "Teşekkürler." Diyerek tekrar çıktım odadan. "Nereye?" Dediğini duydum ama cevap veremeyecek kadar uzaktaydım. Soyunma odasına girdim. Dolabımdan saklama kabını aldım ve hızlıca dinlenme odasına ilerledim. Tekrar içeriye girdiğimde ortadaki sehpaya kahveleri bırakmış, tekrar koltuğa oturmuş Ayaz'ın yanına ilerledim. Saklama kabını kahvelerin yanına koydum. "Geldim." Diyerek saklama kabının kapağını açtım. Anında bütün odayı kurabiyemin kokusu sardı.
"Vay be!" Dedi Ayaz. Saklama kabını aldı. Kokladı. "Neden bu kadar güzel kokuyor bu?" Diye sordu. İçinden bir tane aldı. Güldüm ben de. "Özel tarifim." Dedim gururla. "Herkes çok sever."
Bir ısırık aldı kurabiyeden. Alır almaz gözlerini kapattı. Beğendiğine dair mırıltılar çıkardı. "Herkes?" Dedi sonra sorar gibi. "Ayrıca mükemmel bir şey bu."
"Teşekkür ederim ve bizimkiler işte. Annem, babam, Sedef, Esra, eskiden Ömer severdi." Diye açıklama yaptım. Artık Ömer canımı yakmıyordu. Gülümseyerek söylemiştim bütün cümleyi.
"Şimdi ben seviyorum." Dedi mutlu mesut. Bir ısırık daha aldı. Ben de bir kurabiye aldım saklama kabından.
"Beni nasıl bir ay boyunca bu lezzetten mahrum bırakabilirsin Defne." Dedi. Bir kurabiye daha aldı.
"Afiyet, bal, şeker olsun Ayaz." Dedim gülerek. Başını salladı. Yemeğe gömülmüş bir vaziyetteydi. Kahvelerden birini elime aldım. Ona doğru uzattım. "Kahve de iç." Dedim. "Boğulacaksın şimdi."
Elimdeki kahveye doğru eğildi. Kahveyi elimden almadan bir yudum içti. Sonra tekrar kurabiyesine döndü.
Ben de onun kahvesini bırakıp diğer kahveyi aldım. Kendim de bir yudum içtim. O ara Ayaz kaptan üçüncü kurabiyesini alıyordu. "Biz hep iddiaya girelim ya." Dedi. Kahvesinden bir yudum aldı. "Benim ödülüm hep bu olacaksa sorun yok." Aslında benlik de sorun yoktu ama belli etmek istemedim. Bir amacı yoktu. Belli edersem başka bir şey anlaşılacak gibi hissetmiştim.
İki yana salladım başımı. "Adil olmayan bir iddiaya bir daha gireceğimi düşünmüyorum." Dedim. "Şartları eşitleriz o zaman." Dedi. Sesinde hafif bir ima mı sezmiştim yoksa bana mı öyle gelmişti?
Boğazımı temizledim. "En baştan eşit şartlarda olursak eşitlemek zorunda kalmayız." Dedim yine de. Sonra gözüm saate kaydı. Bire beş vardı. Ayaklandım. "Hadi gidelim." Dedim. Kahvemden kalan son yudumu içtim. Saklama kabının kapağını aldım. Ben kapatmadan hemen önce Ayaz'ın eli saklama kabına uzandı. Bir kurabiye daha aldı. Kabı kapattım. "Sen bardakları çöpe atar mısın?" Dedim. Başını salladı. Ağzı doluydu. Hala kurabiyelerden yiyordu.
Saklama kabını alıp koşar adım soyunma odasına ilerledim tekrar. Saklama kabını bıraktım. Aynı hızla piste ilerledim. Patenlerimi giydim. Ayaz çoktan piste inmişti. Elini bana uzattı. Her zamanki gibi...
Elini tuttum. Piste indim. Ebru hocanın yanına ilerledik. Sırıtan bir ifade vardı yüzünde. "Başvurumuz onaylandı çocuklar." Dedi biz yanına gider gitmez. Kalbim deli gibi atmaya başladı. Anında sevinçle Ayaz'ın boynuna atladım. Sarıldım. Sımsıkı doladım kollarımı. Ufak bir çığlık attım. Saniyelik bir duraksadı. Ama sonra o da kollarını sımsıkı belime doladı.
"Hadi, hadi!" Dedi Ebru hoca gülerek. "Daha çok çalışmamız lazım."
"Ayaz hadi!" Dedim. Şu anda saat 18.10'du. Ve bizim çıkış saatimiz çoktan geçmişti. Normalde Ayaz asla geç kalmazdı ama on dakikadır soyunma odasından çıkmıyordu.
Merak ederek içeriye girmek zorunda kaldım. Kapıyı açtım. İçeriye girdim ve yavaşça geri kapattım. "Ayaz!" Dedim. Ses gelmiyordu. Beni burada tek mi bırakmıştı yani.
Bir kez daha "Ayaz!" Dediğimde ışıklar gitti. Korkuyla çığlık attığımda birisi beni kolumdan çekti. Daha çok çığlık attım bu sefer. Kalbim deli gibi atıyordu.
"Şşş!" Dedi kolumu tutan elin sahibi. Ayaz'dı bu şahıs. Nerede duysam tanırdım. "Sakin ol. Bir şey yok. Ben yanındayım."
Sakinleştim hemen. Ama kalbim hala deli gibi atıyordu. "Ayaz." Dedim fısıltıyla. "Benim." Diye fısıldadı. Nefesi dudaklarıma vuruyordu.
"Korkuyorum." Hala fısıltıyla konuşuyorduk. "Işıklar niye gitti?"
"Bilmiyorum." Sesi beni ürkütmemek adına çok yumuşaktı. Derin bir nefes verdi bu noktada. Yutkundum. Hissetmemiş olması imkansızdı. Bir adım geri çekildiğini hissettim ben de. Anında kolunu tuttum. "Dur!" Dedim korkuyla. Büyük bir çığlık değildi bu ama. Fısıltıyla bağırmıştım. "Gitme."
Sımsıkı tuttu elimi. Güven veriyordu. Ama etrafı hala görememek ürkütücüydü. Bir yere ilerlemeye başladı. Göremediğim için elimi tuttuğu koluna yapıştım. Neredeyse bir beden halinde bir yere ilerliyorduk.
Ayaz bir kapıyı açtı. Pistin olduğu yerdeydik. Daha aydınlıktı burası. Az çok görüyordum etrafı. "Telefonunun ışığını açsana." Dedi. Kendisi de cebinden telefonunu çıkardı. Ama ben bu dediğini yapamadım. Çünkü telefonum çantamdaydı ve çantamı erkek soyunma odasında düşürmüştüm.
Ayaz elindeki telefonun ışığını yaktı. Etraf az çok aydınlandı. "Hadi." Dedi. "Açamam ki." Diye yanıtladım. "Niye?" Diye sordu. Fazla sabırlıydı. Ben olsam bu kadar sabırlı olamazdım. Kolunu kangren edecek kadar sıkıyordum ve asla yardımcı olmuyordum şu an.
"Çünkü telefonum çantamda ve çantamı erkek soyunma odasında düşürdüm." Diye açıkladım. Yine sakindi.
"Tamam." Dedi. "Ben gidip alacağım çantanı. Sen burada bekle, tamam mı?" Tam arkasını dönüp gidecekti ki daha sıkı tutundum koluna. "Hayatta olmaz!" Dedim. Sesim yankılandı tesiste. "Çok korkarım burada tek başıma." Dedim.
Derin bir nefes verdi. "Gel." Dedi. Yeniden odaya girdik. Ayaz bir yerlere ışık tuttu ve hemen dolapların sağındaki yerde çantam gözüktü. Ayaz'ı bıraktım. Yavaş ve temkinli adımlarla gidip çantayı aldım. İçinden telefonumu çıkardım ve ışığını yaktım.
Çantamı koluma takarak ayağa kalktım. Etrafı daha iyi görebildiğim için Ayaz'ın elini kavradım bu sefer sadece.
Direkt çıkışa yöneldik. Kapıyı ittirdik ama kapı açılmadı. Bir kez daha denedik. Yine olmadı. Bu bir şaka olmalıydı. Burada kilitli mi kalmıştık yani?
Derin bir nefes verdim öfkeyle. İnsan çıkmadan önce birisi var mı diye kontrol ederdi!
Bizi buradan çıkarmasını isteyebileceğimiz kimsenin numarası bizde yoktu. Sadece Ebru hoca kayıtlıydı. O da şu anda yurt dışına giden bir uçakta olmalıydı. İtalya'ya gittiğimizde kalacağımız oteli ayarlamaya ve yarışacağımız piste bakmaya gitmişti. Yarın akşam yeniden dönecekti. Yani burada mahsur kalmıştık!
"Sen neden bu kadar oyalandın ki?" Dedim hafif bir sinirle. Ayaz etrafa bakınıyordu. "Öğlen üzerime kahve dökmüşüm. Onu değiştirdim. Sonra da Asya aradı. 'Ben vardım abi ama pofuduk terliklerimi sende unutmuşum', dedi. Onunla uğraşırken kapanma saatini kaçırdık sanırım." Dedi. Sırası mıydı Asya!
"Neyse." Dedi sakin bir sesle. "Olan oldu. Yapacak bir şey yok." Yarın yapacağım ilk iş güvenliğin telefon numarasını almaktı.
Karnım guruldadı o sıra. Çok haklıydı bence. "Ne yiyeceğiz?" Diye sordum.
Birkaç saniye düşündü. "Öğlenden kurabiye kaldı mı?" Diye sordu. Başımı salladım. Elimizdeki ışıklarla kadın soyunma odasına ilerledik. O kapıda bekliyordu. Ne olursa olsun prensipleri vardı. Onları aşmıyordu. Dolaptan saklama kabını aldım. Bu sefer beraberce tribünlere ilerledik. Tam altı kurabiyem kalmıştı. Hayat kurtarıcı bir gündü.
Yan yana oturuyorduk. Saklama kabı benim kucağımdaydı. Bir kurabiye aldı.
"Bir gece boyunca buradayız yani." Dedi. Maalesef der gibi başımı salladım. Kurabiyemden bir ısırık aldım. "Ben çok korkuyorum ya." Diye mırıldandım. Çok büyük bir yerdeydik. Çok büyük. Ve yalnızdık. Yapayalnız...
"Sakin ol. Bir şey olmayacak. Zaten yalnızız. Koskoca tesis bize kaldı." Zaten sorun buydu! Ama zor bela kendimi tuttum. Sakinleşmeye çalıştım. Bu süreçte Ayaz, üçüncü kurabiyesini yiyordu.
Kurabiyeler bittiğinde tekrar kapağını kapattım kabın. Bir süre burada dursa sıkıntı olmazdı bence. Sağımdaki koltuğa bıraktım o yüzden.
"Bütün gece boyunca böyle oturacak mıyız?" Diye sordum. Gözü bir yere takılmıştı. Ben konuşunca tekrar bana döndü. "Paten yapalım mı?" Diye sordu. O kadar masum duruyordu ki kıyamadım.
"Zaten bütün gün boyunca paten yapıyoruz." Dedim gülerek. İki yana salladı başını heyecanla. "Hayır, hayır." Dedi. "Kafamıza göre. Hiç bir direktif almadan, karografi olmadan. Sadece aklımıza ne gelirse." Dedi. Etraf karanlıktı ama gözlerindeki ışığı görebiliyordum. Bu durum beni de heyecanlandırdı. Başımı salladım. "Olur." Dedim.
Ayağa kalktı. Elimi tuttu. Sürükleyerek spor odasına götürdü. Bir elinde ışık vardı. İçeriden patenlerimizi aldı. Kenardaki oturağa oturup giydik. El ele tutuşarak piste indik.
Biraz kaydıktan sonra elimden telefonumu aldı. Kenardaki duvara yasladı. Pist geneliyle aydınlanmıştı. Sonra kendi telefonunu çıkarttı. Bir müzik açtı. Yavaş bir parçaydı.
Yavaşça bana kaydı. Elini uzattı. Tuttum. Kendine çekti. Hafifçe sağa sola kaydık biraz. Elimi bırakıp biraz öteme gitti. Birkaç tur kendi etrafımda döndüm. Belimden yakaladı. Sırtım ona dönüktü. Ayaklarım yerden kesildi. Güldüm o yüzden. Ufak bir kahakaha çıktı dudaklarımdan. Yeniden yere indim. Biraz ileriye kaydım, ona döndüm ve elimi uzattım, tuttu hemen. Kendimi ona bırakarak yere eğildim. Bu sefer onun diğer tarafına geçmiştim ama ayağa kalkarken dengemi sağlayamadım. Ufak bir çığlıkla yer düşmeyi beklerken son saniye belimden tuttu Ayaz. Kendine çekti.
"Hop, hop." Dedi. "Yavaş." Çok yakındık. Çok yakındık! Dip dibeydik ve konuştukça dudakları dudaklarıma deyecek gibi oluyor ama değmiyordu. Sımsıkı tuttum yakasını.
"Ayaz." Dedim sakince. Kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Arkadaki yavaş şarkı, belimdeki sımsıkı elleri, dip dibe olan yüzlerimiz ve loş bir ışık. Ve ben ilk defa şunu söyleyebiliyordum. Ben Ayaz'ı öpmek istiyordum.
"Defne." Dedi o da. Dudaklarımız hafifçe birbirine değdi. Ben titrek bir nefes alırken o yutkunmuştu. "Dayanamıyorum artık." Dedi. "Neye-" dememe kalmadan dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Hareket etmedi. Bekledi birkaç saniye. O sabırlıydı ama ben olamadım. Yakasını daha sıkı kavrayıp kendime çektim. O da dayanamıyor olmalıydı ki beni hızla öpmeye başladı. Kalbinin atışını hissediyordum. Nefes alma amaçlı hafifçe geriye çekildiğimde ufak bir çıtırtı duymuştum. Şu an hiçbir şey umurumda değildi. Çünkü kalbimin ağırlaştığını hissediyordum. Beynimin uyuştuğunu hissediyordum. Kaç haftadır kaçtığım sonucu beynim de kalbim de bangır bangır bağırıyordu şimdi. Ben Ayaz'a kör kütük aşıktım.
Bu tabiri Ömer'e aşıkken bile kullanmamıştım. Ona bile bu kadar hızlı güvenmemiştim ama Ayaz farklıydı. Onun yanındayken kalbimde farklı bir sıcaklık hissediyordum. Aile gibi...
Dudakları tekrar dudaklarıma yaklaştı. Mıknatıs misali ben de ona sokuldum ama aynı sesi bir kez daha duydum. "Sesler var." Dedim fısıltıyla. Dudağına bir öpücük daha kondurdum. "Hı?" Dedi. Beni duymuyordu bile. Tebessüm ettim bu haline.
Tam o an çok daha gürültülü bir ses duyuldu. İrkildim. Bu sefer Ayaz da duymuştu. Yüzünü hızla arkasına çevirdi. "Kim var orada!" Diye seslendi. Ses gelmedi. Mırıltıyla bir şeyler dedi. Ellerini belimden çekti. Boşluğa düşer gibi oldum. Sağ elimi sımsıkı kavrayıp telefonlarımızın yanına götürdü bizi. Ben kendi telefonumu aldım. Ayaz da kendi müziğini kapatarak ışığı sesin geldiği yöne tuttu. Pistten çıktık.
Az önce heyecandan atan kalbim şu an korkudan atıyordu. Oturağa oturup patenlerimizi çıkardık. Hızla ayakkabılarımızı giydik. Bu sefer elini sımsıkı kavrayan bendim. Dudaklarında hafif bir tebessüm yakalar gibi oldum ama karanlık olduğu için emin olamıyordum.
Sola döndük. Dinlenme odasının olduğu koridora. Ve karşımızda dikilen iki kişi bulduk. Çığlık attım. Karşımızdakiler de çığlık attı. Gerici bir andı. Ama karşımızdaki kişiler yabancı değildi.
"Sizin ne işiniz var burada?" Dedi Ayaz. Karşımızda duran kişiler Esra ve Melihti.
"Asıl sizin ne işiniz var burada?" Dedi Melih. Saçma sapan bir bakışma yaşandı aramızda.
"Bizim mesaimiz bu saatte bitiyor yalnız. Garip olan sizin şu an neden burada olduğunuz? Çünkü ben yanlış bilmiyorsam Talha hoca bugün öğleden sonra sizi boş bıraktı ve ben öğlenden beri sizi hiç görmedim. Nereden çıktınız siz?" Diye sordum ama tam bir taramalı tüfek edasıyla konuştuğum için nefesim kesilmişti. Derin bir nefes aldığimda Ayaz'ın elimi hafifçe sıktığını hissettim.
"Uyuyakalmışız." Dedi Esra sakince. "Bir uyandık hava karanlık, ses seda yok. Odadan çıkalım dedik tesis de karanlık. Sonra bir müzik sesi duyduk. Oraya geliyorduk işte." Karanlıkta ilk bakışta anlaşılmıyordu ama dikkatli bakınca gözlerinin altının şiştiği fark ediliyordu.
"Siz?" Dedi bu sefer Melih. Açıklayan Ayaz'dı. "Çıkmak için hazırlanıyorduk. Ben fazla oyalanmışım. Telefonla falan da konuşunca çıkış saatini kaçırdık." Dedi.
Sonra Esra'nın gözü tutuşan ellerimize kaydı. Birkaç saniye bakıp Melih'e döndü. İki saniye boyunca birbirlerine baktılar. Anlamsız bir andı. Neler oluyordu şu anda?
"Kilitli kaldık yani?" Dedi Esra yeniden bize döndüğünde. Başımızı salladık. "Sizde güvenlikçinin numarası var mı?" Diye sordum. "Arayalım da açsın kapıyı."
"Onun için yöneticinin numarası lazım, güvenliğin değil." Dedi Melih. "Onun numarası da bizde yok." Diye devam etti Ayaz.
Ofladım. Yapacak bir sey yoktu. Altı üstü bir gece boyunca burda kalacaktık. Ama Sedef merak ederdi. Ona haber vermeliydim.
Telefonumu açtım bu yüzden. Aniden yüzüme vuran ışıkla gözlerimi kıstım. Uygulamaya gordim ve yazmaya başladım.
Bugün eve gelmeyeceğim. Esralarlayım, merak etme. Yarın görüşürüz.
Yazıp gönderdim. Yalan değil ama eksikti. Tesiste kaldık desem konuşma uzayacaktı. Garip tepkiler verebileceğini de bildiğim için buna gerek duymamıştım.
Telefonu kapatmadan hemen önce Ayaz'ın göz ucuyla telefonuma baktığını yakaladım. Ufak bir tebessümle kapattım ekranı.
"Çok soğuk ya." Dedi Esra. "Üşüdüm." Haklıydı. Ama üşütecek kadar değildi. O yeni uyandığı için böyle hissediyordu muhtemelen. Melih'in beline kollarını dolayıp ona sokuldu.
Hiç olmaması gereken bir şey gerçekleşiyordu ama. Esra'ya pek odaklanamadım o yüzden.
Dudaklarımı dişledim. Bütün gece tutamazdım. En yakın zamanda gitmem lazımdı. Nasıl gidecektim?
"Defne?" Diyen sesle soluma döndüm. "Efendim?" Diye sordum. Ayaz dikkatli bir şekilde bana bakıyordu. "Yok bir şey." Diye mırıldandı. Esra da bana bakıyordu. Bence o anlamıştı ama durumu. Niye yardım etmiyordu o zaman? Gelseydi ya benimle?
Ne var der gibi iki yana salladım başımı. Sırıttı Esra. Omuzlarını indirip kaldırdı hafifçe. Bu, Esra dilinde Bana ne, kendin hallet. Demekti. Ofladım o yüzden.
"Ne yapacağız burada dikilip, dinlenme odasına gidelim." Şeklinde bir öneri sundu Melih. "Orada oturacak yer var en azından." Hemen başını salladı Esra. "Olur aşkım." Diye tasdikledi. Bizim düşüncemizi bile almadan arkalarını dönüp geldikleri yolu dönmeye başladılar.
Ben sıkışıyordum ama. Ayaz'ın elini hafifçe sıktım o yüzden. Az çok bir şeyler olduğunu anlamıştı ama ne olduğunu çözemiyordu. Bir adım attık. Esralar bayağı uzağımıza gitmişti. Bir adım daha atacaktım ki durdurdu.
"N'oldu?" Diye sordu. Ona döndüm. İki yana salladım başımı ama ikna olmadı. "Defne gerginsin." Dedi tespit yaparcasına. "Niye gerginsin?" Çok güzel bir soruydu. Cevabı da basitti aslında da ben nasıl diyeceğimi bilmiyordum.
Ne diyecektim? Tuvaletim geldi.
Bunda bir şey yoktu aslında da saçma bir şekilde utanıyordum. Az önce dudaklarından öperken utanmamış, arsız gibi elini tutmuştum ama utandığım şey buydu, evet. Tuvaletim var diyemiyordum.
"Eğer az önceki olay yüzündense-" dediğinde direkt araya girdim. "Hayır." Rahatsız edecek bir şey yoktu. Ben de onu öpmüştüm. Konuşmak istemiyordum. Konuşursak da utanırdım. Garip bir ruh hali içindeydim. Niye utanıyordum!
Hem endişeyle hem de iç rahatlatıcı bir ifadeyle bakıyordu. Söyle, çözeriz der gibiydi bakışları. Yeter ki söyle.
Başımı eğdim. "Tuvaletim geldi." Dedim mırıltı şeklinde. Gülecekti. Gülemedi. Korkunç bir bakışla bakıyordum çünkü. Dudaklarını ısırıp başını eğerek iki yana sallamakla yetinmek zorunda kalmıştı. Umarım bulduğu ilk fırsatta dalga geçmezdi.
Ne olur ne olmaz diye uyarma ihtiyacı da hissettim. "Sakın gülme." Sağ elimin işaret parmağını havaya kaldırmış sallıyordum. Bu hareketime dayanamadı. Gülmek zorunda kaldı. O gülünce ben de gülmeden duramıyordum. Güldüm o yüzden ama dardaydım. Fena sıkışmıştım.
"Gel, gidelim hadi." Diyerek elimi tuttu. Elindeki telefonla yolu aydınlatırken koridordan sağa döndük. Ben kızlar tuvaletine girdim ama etraf zifiri karanlıktı. İki elimle yön bulmaya çalışıyor, aynı zamanda nefesimi düzenli tutmaya çalışıyordum. Lanet olası karanlık çok gericiydi ve ben artık evde uyurken bile ışık açacaktım.
Güç bela kabine girip işimi yaptım. Etrafı o kadar az görüyordum ki iki elimi bir yanlara bir ileri uzarıp etrafı kontrol etmek zorunda kalıyordum.
Lavaboya ulaştım. Derin bir nefes alarak musluğu açtım. Ellerimi yıkadım. "Ayaz?" Diye seslendim kapıya doğru. Orada olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Çok geçmeden "Buradayım." Dedi güven verici sesi. "Gel."
Kısa adımlarla kapıya ilerledim. Kapı kolunu kavrayıp açtım. Dışarıya doğru bir adım attım ama arkada kalan ayağımın kayması benim için beklenmedikti. Her şey o kadar ani olmuştu ki çığlık bile atamamıştım. "Defne!" Diyerek koluma yapışan Ayaz yine düşmemi engelleyen tek faktördü. Bunu yaparken beni sakince kendine de çekmiş ve tehlikeden kurtarmıştı.
Ben mi çok sakardım yoksa hayat benimle dalga mı geçiyordu? Şu birkaç haftada o kadar fazla düşme tehlikesi atlatmıştım ki bir sonrakinde kesinlikle bu kadar şanslı olmayacaktım.
Yine her zamanki gibi Ayazla yüz yüzeydik. Sürekli bu konuma geliyor olmak artık garipsenemeyecek kadar rutin haline gelmişti. Bacağımın iç kısmı acıyordu, yaşadığım tehlike sonunda. Ama ben buna rağmen gülmüştüm. Ben güler gülmez ise Ayaz'ın yüzünde eşsiz bir tebessüm oluşmuştu.
"Sakar güzel." Diye mırıldandı. Gülüşüm dindi. Beklemiyordum. Hele ki bugünkü yaşanan garip olaydan sonra. Aklıma gelince gözlerim dudaklarına kaydı. Saniyelik bir andı ama Ayaz bunu fark etti. Onun da tebessümü soldu. Onu öpme amacıyla biraz daha yaklaştım. Nefeslerimiz birbirine çarparken bir ses tarafından bölündük.
"Ayaz! Neredesiniz kaç saattir?" Diye bağırmıştı Melih. Kesinlikle abartılıyordu. En fazla on dakikadır yanlarında değildik. Bıkkınlık dolu bir nefesle Ayaz'dan uzaklaştım. O ise hafifçe yutkunup "Geliyoruz kardeşim." Demekle yetinmişti.
"Hayır, Esra." Dedim net bir şekilde. "Böyle bir şeyi asla yapmayacağım. Yapamayacağımı sen de biliyorsun, saçmalama."
Dinlenme odasındaydık. Biz dinlenme odasına geldikten sonra bir süre hepimiz kendi halimizde takılmıştık. Sonrasında Esra sıkıldığını söylemişti. Melih de hiç düşünmeden sevgilisini desteklemiş ve birbirimizi daha iyi tanımamız için doğruluk-cesaretlik oynayabileceğimizi öne sürmüştü. Neden bilmiyorum ama hepimiz kabul etmiştik.
İlk turlar kolaydı. Doğrulukta sorulan sorular en sevdiğin renk, en sevdiğin çiçek gibi kolay sorulardı mesela. Bu süreçte Ayaz'ın en sevdiği rengin yeşil olduğunu öğrenmiştim. Cesaretlik soruları da aynı şekilde. Telefondan attığın son mesaj, en utanç verici anın gibiydi. Ama Esra bir yerden sonra işleri kızıştırmak için bana oyun oynamaya başlamıştı. Bir önceki el doğruluk dediğim için bu sefer Cesaret demek zorundaydım ve Esra bana dünyanın en saçma görevini vermişti.
Ömer'i ara ve ona onu sevdiğini söyle.
Bu amaçsız şeyi neden yapmam gerekiyordu? Tabii ki yapmayacaktım.
"Ya, ne var sanki Defne!" Dedi. Ne mi vardı? Çok şey vardı öncelikle. Mesela ben Ömeri sevmiyordum. Ayrıca Ayazla beni destekleyen kıza ne olmuştu? Ne alakaydı Ömer?
"Hayır, Esra!" Dedim yine en net sesimle. "Yapmayacağım." Böyle bir şeyi hele de böyle bir günde ölsem yapmazdım. Ayazla öpüşmüştüm ben bir saat önce.
"Uzatma Esra." Diyerek lafa girdi Ayaz. Hayatımda duyduğum en soğuk sesti. "Yapmayacağım diyorsa bir sebebi var demek ki?"
Esra hafif bir sırıtır gibi oldu. Asla anlayamıyordum kendisini. Arkadaşlığını sorguladığım dakikalardaydık. "Tamam o zaman." Dedi sanki yarım saattir zorlayan o değilmiş gibi. "Basit bir görevle devam edelim." Dedi ama yüzünde sinsi bir gülüş vardı. "Galerindeki en sevdiğin fotoğrafı göster."
Kendimden emin bir şekilde direkt telefonuma uzandım. Galerime girip kostümlerimizi ilk denediğimiz gün bizden habersiz çekilen bir fotoğrafa tıkladım.
Kostümlerle yaptığımız ilk provadan sonra gülerek birbirimize sarıldığımız bir fotoğraftı. O kadar mutluyduk ki gözlerimiz parlıyordu fotoğrafta.
Birkaç saniyeliğine bakıp hafif bir tebessümle telefonumu Esra'ya doğru çevirdim. Ona çevirdiğimde diğerleri de Esra'ya hafifçe yaklaşıp fotoğrafa baktılar. Esra gurur ve mutluluk karışımı bir ifadeyle tebessüm ettiğinde Melih'in gözlerinde de hayranlık yakalamıştım. Gözleri kısa süreliğine en yakın arkadaşına değip yeniden fotoğrafa baktı.
Ayazda ise çok farklı bir ifade vardı. Gözleri hafifçe kısılmış, gülüyor gibi ışıldıyorlardı ama onun eli dudağının kenarındaydı. Kaşıyor gibi hareket ettiriyordu, gülmemek için büyük bir çaba içinde gibiydi.
Telefonu yeniden kendime çevirdiğimde ekranı kilitledim ve şişeye uzanıp çevirdim. Şişe Ayaz ve Esra arasında durduğunda soran kişi Ayaz'dı. Nedensizce kocaman sırıttı Ayaz. Hızlıca "Doğruluk mu yoksa cesaretlik mi Esra?" Diye sordu. Yüzünde hin bir ifade vardı. Esra kendinden emin ve mutlu bir şekilde "Doğruluk." Dediğinde başına geleceklerden haberi yoktu.
"Bizimle en büyük sırrını paylaş." Dediğinde neyi beklediğini biliyordum. Ne yapmaya çalıştığını da. Benim intikamımı alıyordu.
Esra'nın en büyük sırrı şüphesiz ki Melih'i üç yıldır uzaktan sevmesiydi. Ayaz bunu nereden biliyordu bilmiyordum ama çok iyi bir gözlemciydi. Zaten tanımadığı ortamlarda hep çok sessiz kalır, gülmezdi. Bu da gözlem yapması için iyi bir fırsattı.
Esra bu soru karşısında yutkunup bana baktı. Sonra ise Melih'e. Söylemesi gerektiğini biliyordu. Hem oyunun bir kuralıydı hem de bu onlara iyi gelecekti.
Hafifçe boğazını temizlediğinde Melih ona merakla bakıyordu. "Ben..." diyerek gevelediğinde ben gülüyordum. Kızgınlıkla bana baktı ve sonra çat diye söyledi. "Ben üç yıldır sana aşığım Melih!"
Melih başta şaşkınca Esra'ya baktı ve sonrasında öyle bir aşkla baktı ki benim bile kalbim tekledi. Duygusal bir ortam oluştuğunda ben de Ayaz'a bakma ihtiyacı hissetmiştim. Ama ben ona baktığımda o zaten bana bakıyordu. Kalbim bir kez daha teklediğinde derin bir nefes bıraktım. Uzun bir süre hiç kimse konuşmadı. Sonra ise Melih şişeye uzanıp çevirdi.
Bu kez soruyu soran kişi Melih, cevaplayansa Ayaz'dı. "Doğruluk mu, cesaretlik mi?" Diye sordu. Ayaz hiç düşünmeden "Doğruluk." Dediğinde pür dikkat onları dinliyordum.
Melih sırıtarak, "Burada kim için her şeyi yaparsın?" Diye sordu. Bu soruyla hafifçe kaşlarımı kaldırdığımda Ayaz yine netti. Hiç düşünmedi. Hafifçe bana dönüp göz kırptı ve "Defne." Dedi. Ben daha olayın şokunu atlatamamışken Ayaz yeniden şişeye uzandı.
Oyuna birkaç tur daha devam ettiğimizde İyice uykum gelmişti. Esra da benden farkli durumda değildi. O yüzden oyunu bırakmıştık. Esra Melih'in omuzuna başını koymuş uyukluyordu. Melih ise onun saçlarıyla oynuyordu. Tatlı bir görüntüydü ama ben pek memnun değildim. Sabah giydiğim korse şu an beni cok sıkıyordu. İnanılmaz derecede de kaşınmaya başlamıştım. Elim sürekli korseye gidiyor, çekiştirmeye çalışıyordum ama pek işe yaradığı yoktu. Ayrıca susamıştım.
"Defne?" Dedi Ayaz kısık bir sesle. Sadece ben duymuştum sanırım. Melih hala Esra'ya bakıyordu. "Ne oldu?"
"Korsem kaşındırıyor ya." Dedim. "Çıkar o zaman." Dedi yekten. Şaşırtmıyordu artık. "Soyunma odasına gitmem lazım. Su da alacağım." Dedim. Başını sallayıp ayaklandı. Elini bana uzattığında şüpheye bile düşmeden tuttum.
Elindeki telefonla flaşı açtığında az buçuk aydınlanan koridorda ilerlemeye başladık. Kadın soyunma odası yazısını gördüğümde direkt içeriye girdim. Ayaz ve prensipleri ise kapı eşiğinde dikiliyorlardı. Göz devirdiğimde "İçeri gel." Dedim. Kendi dolabıma doğru ilerledim. Emin olmayan adımlarla içeiye girdigʻinde ışığı bana doğru tutmaya devam ediyordu. Yarım litrelik iki şişe su aldığımda Ayaz soyunma odasının ortasındaki uzun taburenin ucuna oturmuştu.
Kapıya ilerleyip kapattığımda Ayaz şaşkındı. Bunu neden yaptığımı anlayamamış gibi bir hali vardı. Bu beni güldürse de önceliğim korsemin çıkmasıydı. Arkasındaki düğmelere uzanmaya çalıştım ama birkaç tanesini açabilmiştim. Yorgunlukla bir nefes verdiğimde Ayaz ayaklanıp arkama geçti. "Ne yapıyorsun?" Diye soran bendim. Ayaz tepki vermemişti. Ellerini uzatıp hala gevşekçe düğmeleri tutan ellerimi tuttu. Onları düğmelerden uzaklaştırdı ve her düğmeyi özenle kendisi açtı. "Bugün," dediğinde nefesimi tutmuş uzaklaşmasını bekliyordum. "Çok güzeldin Defne'm." Dedi. Titrek bir nefes bıraktığımda korseyi yavaşça belimden ayırdı. Kalbim yine depar atıyordu. "Hep çok güzeldin ama bugün daha bir ayrı geldin gözüme." Nefesi enseme vuruyordu.
Belime sarıldığında çenesini hafifçe omzuma yasladı. "Özür dilerim." Diye mırıldandığında kaşlarımı çattım. "Ne için?" Diye sordum. Ellerim karnımın üzerindeki ellerine uzandı. "Bugün senden izin almadan seni öptüm." Dediğinde gülüyordum. "Ayaz ben de seni öptüm farkındaysan." Her konuda bu kadar utanıp da olay buraya gelince nasıl utanmıyordum bilmiyorum.
Anında sırıttı Ayaz. "Farkındayım." Dedi. Çenesini omzumdan kaldırıp beni kendine doğru çevirdi. "Aslında sana biraz daha vakit tanımak istiyordum." Dediğinde Ömerden bahsettiğini biliyordum. Elim omuzlarına tutunduğunda parmaklarım hafif hafif hareket ediyordu. "Çok şey yaşadın ve yorgundun. Ama ben sana vakit tanımak istedikçe sen bana daha bir yaklaştın. Sen bana böyle güzel bakarken, sarılırken, öperken daha fazla tutamazdım kendimi. Korkuyordum, belki hala da korkuyorum, belki de çok erken bunlar için ama ben yaşadığım hiçbir şeyi artık sensiz yaşamak istemiyorum Defne. Ben seni çok seviyorum. Ben sensizken kendimi yarım kalmış hissediyorum balım. Diğer yarım olur musun? Sevgilim olur musun?"
Nefes alamıyordum. O kadar heyecanlanmıştım ki nefes alamıyordum. Kalbimin pompaladıği kanla vücudum ateş gibi yanmaya başlamıştı. Ben ise Ayaz'a daha çok sokuldum. Kollarımı boynuna dolayıp hafifçe ayaklarımı kaldırdığımda ben bile ne yapacağımın farkında değildim. Delirmiş olmalıydım. Hiçbir şey diyecek güç bulamadım kendimde. Dudaklarımı dudaklarına yasladığımda dakikalar sonra nefes aldığımı hissediyordum. Ensesindeki ellerim saçlarını okşamaya başladığında öpüşüme karşılık verdi ve öpüşmemiz derin bir hal aldı. Aylar sonra gerçek anlamda yaşadığımı hissediyordum. Sakince ondan biraz uzaklaştığımda hala dudaklarımız birbirine değiyordu. "Ben de seni çok seviyorum gamzelim." Diye mırıldandığımda ikimiz de gülümsüyorduk.
Taburenin üzerinden gelen kısık ışık bir anda kapandığında ortalık karanlığa büründü. Bu kez korku bedenimde yayılırken Ayaz'a daha sıkı sarılmıştım. Dinlenme odasına nasıl geri dönecektik?
"Ayaz!" Dediğimde kollarını sırtıma daha çok bastırdı. "Sakin ol." Dedi. Sesi yatıştırıcıydı. "Şarjı bitmiştir. Ben seni götüreceğim, tamam mı?" Başımı hızla salladığımda beni kucağına aldı. Beklemediğim için ufak bir çığlıkla kollarımı hızla boynuna doladım. O ise yanağıma hızlı bir öpücük kondurdu ve bir yere ilerlemeye başladı. Bir anda durdu. "Kapıyı açar mısın?" Dedi. Sol elimi uzatıp etrafa dokunduğumda kapının kulbunu bulmuştum. Çevirip açtığımda koridora çıktık. Hızlı adımlarla dinlenme odasına ilerledik.
Bu Ayaz'ın kucağına ikinci kez çıkışımdı ve ben yine mayışmıştım. Dinlenme odasına girdiğimizde esniyordum.
Esra ve Melih kanepeden aldıkları kalın minderleri yere koymuşlar ve hepimizin sığabileceği geniş bir yer yatağı haline getirmişlerdi. Üzerlerine de bir battaniye örtmüşlerdi ve uyuyorlardı. Esra'nın kolu Melih'ın sırtındaydı ve Melih burnunu Esra'nın saçlarına dayamıştı. İnanılmaz derecede tatlı bir çifttiler. Bence biz de öyleydik.
Ayaz beni Esra'nın yanına yatırdığında direkt gözlerim kapanmıştı. Onun da mindere yattığını ve üzerimi ince bir battaniyeyle örtüğünü hayal meyal hatırlıyordum. Sonrası güzel rüyalarla dolu bir geceydi.
Hayırlı uğurlu olsun artık müthiş bir çifte daha sahibiz;)
Yazarken inanılmaz eğlendiğim bir bölümdü, umarım eğlenmişsiznizdir. Sizi cok ama çok seviyorum.
Defne'nin doğruluk-cesaretlik oynarken gösterdiği fotoğraf...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |