
''Siz ne dediğinizin farkında mısınız?'' Adının Tayfun olduğunu öğrendiğim adam elindeki dosyayı bana uzattı.
''Farkında olmasam burada bu özel dosyayı paylaşmazdım.'' Tutmayı beceremediğim içinde çay olan fincanı masaya bıraktım. Uzattığı dosyayı yutkunarak aldım.
''Bakın Ceylan hanım, sizden kolay bir şey istemediğimi biliyorum. Ama bu operasyonda size ihtiyacımız var. Bu basit bir durum değil. Dallı budaklı bir yapılanma. Çalıştığınız okul pislik yuvası.'' Tayfun bey anlatırken elimdeki dosyada yazılanları okuyordum. İçinde ki fotoğraflar beni dumura uğratırken kuruyan boğazım için masadaki sudan bir yudum aldım.
Engin'in telefonla konuşurken, adını tam hatırlamadığım bir öğrenciye küçük bir paket uzatırken ve okuldaki birkaç öğrenciyle çekilmiş fotoğrafları vardı. İş sadece Engin ile de bitmiyordu. Okuldaki sayısını bilmediğim öğrenci ve öğretmen de bu işin içindeydi.
Uyuşturucu ticareti yapılıyordu.
Çalıştığım okul Engin ve babası önderliğinde bu işin ticaretini yapıyordu.
''Sizden tek isteğimiz bu işin öğretmen ayağında bize yardımcı olmanız. Eğitimci bir ailenin çocuğusunuz. Buna göz yummayacağınızı biliyorum.'' Dosyayı kapatıp Tayfun beye döndüm.
''İyi de neden ben? Nerden biliyorsunuz size yardım edeceğimi?'' Tayfun bey kahvesinden bir yudum alıp rahatlıkla arkasına yaslandı.
''Okulda ki diğer öğretmenleri biliyorsunuz, korkuyorlar. Ya da bulaşmak istemiyorlar. Sizin yerinizde başkası olsaydı kurduğum ilk cümleden sonra arkasına bakmadan kaçmıştı.'' Elimi masaya vurdum.
''İyi de bende-'' Ses tonumun arttığını fark edip azaltarak tekrar konuştum. ''İyi de bende korkuyorum. Bu anlattıklarınızla beni çıkmaza bilerek sokuyorsunuz.''
''Ceylan hanım okulunuz büyük tehdit altında. Her geçen gün bu pisliğe başka bir çocuk bulaşıyor. Öğrenci ayağını zaten hallediyoruz. Ama öğretmen kısmında öğrendiklerimiz kısıtlı. Sizden istediğimiz bu işle alakası olduğunu düşündüğünüz öğretmenle yakınlık kurmanız.'' Derin bir nefes verip devam etti. ''O öğretmen kimse bu işin döngüsünü ayarlıyor. Kadın ya da erkek onu da bilmiyoruz. Bunu öğrenmenizi ve bize bilgi vermenizi istiyoruz.''
Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. İşin boyutu çok ciddiydi. Okulda geleceği parlak bir sürü öğrenci vardı. Her geçen gün onlar için bir tehditti. Ama yapmam gereken şeyi yapabileceğimden emin değildim. Bu duyduklarımdan sonra normal şekilde hayatıma devam edemeyeceğimi de biliyordum. Beynim ve vicdanım arasında ikilemde kalmıştım.
''Tayfun bey müsaade edin ben bunları bir sindireyim. Ne düşünmem ve ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Sağlam kafayla düşünmeye ihtiyacım var.'' Tayfun bey masada duran dosyayı eline alıp doğruldu.
''Tabi ki düşünün. Ama pek vaktiniz yok. Bana aradığım numaradan ulaşabilirsiniz.'' Sandalyesini iteleyip gitmek için adım attı. ''Tayfun bey!'' Seslenmemle kırklı yaşlardaki adam tekrar bana döndü.
''Bu anlattıklarınızı başka birine anlatmayacağımı nereden biliyorsunuz? Bana nasıl güveniyorsunuz?'' Tayfun bey yarım ağız güldü.
''Tecrübe diyelim.'' Başka bir şey demeden oturduğumuz restorandan ayrıldı.
''Off!'' Başımı ellerimin arasına aldım. Dirseklerim masa da şehirden biraz uzak olan restoranın manzarasına baktım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Cesaretim var mıydı becerebilir miydim onu da bilmiyordum. Yapacağım küçük bir salaklık her şeyi berbat edebilirdi.
Gözüm kolumda ki saate kaydı. Dersime az bir zaman kaldığını görünce restorandan çıkıp babamdan emanet aldığım arabasına bindim.
****
''Kabul etmezse ne yapacağız?'' Mehmet'in sorusuyla ona döndü bakışlar. Açıkçası bunu Noyan'da bilmiyordu.
''Edecek.'' Tayfun amirin kesinlik içeren sesiyle sandalyesini geri itip terasa çıktı. Yaktığı sigaradan bir nefes çekerken yanına gelen adımları duydu.
''Yorgun gözüküyorsun.'' Ceren'in sorusuyla ona döndü. Ceren boyalı sarı saçları, dolgun dudakları ve mavi gözleri ile oldukça güzel bir kadındı. Etrafında ki çoğu erkeğin dikkatini çekiyor olabilirdi. Ama kesinlikle Noyan'ın dikkati bunlar arasında değildi.
Onun dikkatini bu aralar başka bir şey çekiyordu.
Bir şey demeden başıyla onayladı. Yorgundu, uzun bir süredir. Tek istediği bu işi bitirip kafa tatiline çıkmaktı.
''Annem seni bekliyor yemeğe, çok özlemiş seni.'' Ceren'in sesinde ki heyecanı hissetti. Kadının ilgisinin uzun bir süredir farkındaydı. Kendisinden bir adım görmemesine rağmen usanmadan ilgisini belli ediyordu.
''Gelirim müsait bir akşamda.'' Ceren Noyan'ın koluna dokunacakken direklerini yasladığı yerden doğruldu.
''Gitsem iyi olur.'' Elindeki sigarayı mermerin üzerinde ki küllükte söndürüp terastan çıktı. Toplantı odasına girdiğinde amiri odasında yoktu. Mehmet Melis ile operasyon hakkında bir şeyler konuşuyor, Sarp fotoğraflarla dolu panoya bakıyordu.
Sandalyesinde asılı ceketi alıp üzerine giydi. ''Gidiyor musun?''
''Evet.'' Diyerek Mehmet'i onayladı.
''Doğum gününü kutluyoruz değil mi?'' Noyan cebinden çıkardığı telefonuna bakarak konuştu.
''Bu yaştan sonra ne doğum günü Allah aşkına. Zaten işimiz başımızdan aşkın.''
''Oğlum kutlamaktan kasıt Hasan abinin mekânda demlenmek. 26 yaş için yeterli bir kutlama bence.'' Noyan geçiştirir gibi başını sallayıp odadan çıktı. Görmesi gereken bir çift yeşil göz vardı.
****
''Açelya 60.''
''Ya nasıl 60? Daha düşük bekliyordum. Annemin pirinçleri işe yaradı demek ki.'' Sınıfla birlikte gülümseyip diğer kağıda geçtim. Sabah ki konuşmadan sonra okula gelmiştim. Okuduğum sınav kağıtlarını girdiğim derste öğrencilerime okuyordum. Genel olarak pek fena sayılmazdı ama baya kötülerde vardı tabii.
''Serkan 10.'' Sınıf kahkahalarla gülerken azarlarcasına Serkan'a baktım.
''Hocam vallahi çalışmıştım ama zor sormuşsunuz. Yoksa ben yapardım, bakın bir soruyu yapmışım.'' Gözlerimi devirdim.
''Serkan isim ve soyadından 10 aldın. Yaptığın doğru soru yok.'' Sınıf biraz daha gülerken Serkan sırasında kaykıldı.
''Yanlış konuya çalıştım herhalde.'' Kendini gülmeye zorlayıp konuşurken dudaklarımı birbirine bastırdım.
''Baran 90.'' Baran'ın sınav sonucu, doğrusunu söylemek gerekirse beni pek şaşırtmamıştı. Dersi pek dinlemiyordu ama diğer hocalardan da duyduğum kadarıyla çoğu dersi iyiydi.
Gülümseyerek Baran'a baktığımda gözlerimiz çarpıştı. Birkaç saniye bakışlarımız takılı kaldıktan sonra gözlerini çeken ilk ben oldum. Sınav sonuçlarını okurken çalan kapıyla oraya döndüm.
''Gel!'' Kapının aralığından gözüken Güneş ile gülümsedim. ''Hocam biraz bakabilir misiniz?'' Yüzünde gördüğüm mahcubiyetle sınıfa döndüm.
''Hemen geliyorum, azıtmayın.'' Söylenmem onları güldürürken sınıftan çıktım. Güneşin, adı gibi sapsarı saçlarına bakıp yüzündeki tedirginliği sorguladım.
''Bir şey mi oldu Güneş?'' Güneş parmaklarıyla oynayıp yüzüme baktı.
''Hocam kusura bakmayın, dersinizi bölmek istemedim.'' Omzunu sıvazladım.
''Sıkıntı değil güzelim, ne oldu?''
''Hocam kardeşim rahatsızdı, annemi arayacaktım ama telefonum bozuldu. Müdür beye gittim ama o da odasında yoktu. Acaba sizden anneme ulaşabilir miyim?'' Sıkıntıyla sorduğu soruyla cebimde ki telefonu ona uzattım.
''Al tabi canım.''
''Çok teşekkür ederim hocam.'' Telefonda numarayı tuşlayıp kulağına götürdü. Rahat konuşması için biraz uzaklaştım. Duvarda ki panoda gözüme takılan afişe baktım. Basketbol takımı için ponpon kız seçmeleri vardı. Böyle etkinlikleri bende severdim. Lise de okul kulüplerinin hepsine katılmaya çalışırdım.
Koridor ucunda ki duyduğum ses tüylerimi ürpertti. Engin kendi kendine bir şeyler mırıldanıp elindeki zinciri sallıyordu. Gözleri üzerimde oyalanıp Güneş'e döndü. Bakışları onda daha da keskinleşirken Güneş'e doğru adımladım. O da işi bitmiş olacak ki telefonu kulağından indirip bana doğru geldi.
''Çok teşekkür ederim hocam. Tekrardan kusura bakmayın.'' Engin koridordan çıkarken Güneş'e gülümsedim. Sınıfa girdiğimde üzerimdeki ürperti daha geçmemişti. Bu durum canımı sıkarken sınıfı kendi haline bıraktım.
Teneffüste öğretmenler odasında derste işleyeceğim konuları belirlerken gözlerim fıldır fıldır odada geziyordu. Diken üzerindeydim, kimin neyin peşinde olduğunu nasıl anlayacaktım hiçbir fikrim yoktu. Hepsiyle ayrı ayrı yakın diyalog kurmam gerekecek gibi gözüküyordu. Bu işlerde pekte iyi sayılmazdım. Bu işi becerebileceğimi düşünmüyordum.
Notlarımı alırken okulda yankılanan çığlık sesi içime işlerken diğer öğretmenlerle birlikte ayaklanıp odadan koşturarak çıktım. Üst kattan duyulmaya devam eden çığlığa başka seslerde eklenirken koşuşum hızlandı. Yüreğim sıkışırken sesin geldiği kızlar tuvaletine baktım. Okulun öğrencileri kapıda toplanmış bazısı ağlarken bazısı şokta gibiydi. Birkaç öğretmen topluluğu dağıtmaya çalışırken kalabalık kapıdan geçmeye çalıştım.
''Çekilin! Çekil! Açıl!'' Bakışlarım lavaboların olduğu duvara yaslanan müdüre bakakaldı. Ne görmeyi beklediğimi bilmiyordum. Müdür ortadaki kabine dehşetle bakarken oraya adımladım.
Gözlerimin görmemesini diledim. Nefesim sıkıştı, kalbim atmayı bıraktı. Dünya yansın istedim. Bunu görmektense ölmeyi diledim.
Güneş, benim güzel öğrencim büyük hayallerle geldiği okulunda tuvalet yanında, elinde şırınga, koluna sarılmış bantla, adı gibi sarı olan saçları yüzünde dökülmüş şekilde altın vuruşla hayatını kaybetmişti.
****
Okulun bahçesine inen merdivenlerinde oturmuş ambulansın yanıp sönen ışıklarına takılı kalmıştım. Canım yanıyordu. Ellerim buz gibiydi. Kalbim sanki birinin avuçları arasında sıkışıyordu. Güneş'in görüntüsü kalbimi kanatırken gözümden bir yaş daha aktı. O artık büyümeyecekti. Hayalleri onunla birlikte toprağa gömülecekti.
Ambulans ekipleri ellerinde içinde Güneş'in cansız bedeni olan siyah torbayı tutarak merdivenlerden indi. Kapılar açıldı, kapatıldı. Ambulans bahçeden çıktı. Kalabalık dağıldı, bense oturduğum yerden kıpırdamadım. Polis ekipleri okulun altını üstüne getiriyor, ifadeler alınıyordu. Yanımdan gülerek geçen Engin'e baktım. Gözlerim ondan ayrılmadı. Telefonda konuşuyor, gülerek karşısındakine bir şeyler anlatıyordu.
O görüş açımdan çıktığında aynı anda açıma giren Baran ile kendime geldim. Yanında, ağladığını anladığım Atakan'a konuşuyordu. Daha fazla düşünmeme gerek yoktu. Artık ne yapmak istediğimi çok iyi biliyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |