
Yeni hikayeme hoşgeldiniz :)
Hikayeye oy verip, yorumlarınızı benimle paylaşırsanız çok sevinirim.
Maderzat - N'apim Tabiatım Böyle
Başlama tarihinizi buraya bırakabilirsiniz :)
1.BÖLÜM ''Değişmeyen Etmenler''
Hayatımda ki insanların beni ne derecede etkilediğini düşünürdüm bazen. Ya da ben onların hayatını ne derecede etkiliyorumdur? Bir insan diğerinin hayatına ne katabilirdi? Çıkarı olmadan birileri, birilerinin yanında olur muydu? Bizim hayatımızda olurdu.
‘’Daldın kızım yine, ne oldu?’’ Yan tarafımdaki sıradan gelen sesle Gökçe’ye baktım. Elimde döndürdüğüm kalemi sıraya bıraktım.
‘’Düşünüyorum öyle.’’ İfadesiz sesim onu şaşırtmamış aksine her şeyin yolunda olduğunun göstergesi gibi, bir şey demeden elindeki telefonun ekranını bana döndürmüştü.
‘’Tamazlar davet düzenliyormuş yine. Yaren şehir sitesinde paylaşmış.’’ Telefon ekranında Tamazların resmi vardı. İş adamı Musa Tamaz, biricik karısı Sevinç Tamaz ve mükemmel kızları Yaren Tamaz. Oturdukları restorandan çıkarken çekilmiş fotoğraf bende duygu uyandırmak yerine sıkkın bakışlarımı camdan dışarı çevirmeme sebep oldu.
‘’Zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış, seninki de o hesap Gökçe. Ne demeye bana gösteriyorsun? Ne bok yerse yesinler.’’ Gökçe telefonu kendine çevirip mırıldandı. ‘’Annen sonuçta, öyle söyleyiverdim.’’
Cümlesi ile keskin gözlerim onun üzerinde dolandı. ‘’Bir daha, o kadın için annen kelimesini kullanma Gökçe. Bu konuyu açmamanız gerektiğini söylemiştim.’’ Gökçe’nin yüzü sert sesimle dalgalanırken telefonu cebine soktu.
‘’Haklısın, affedersin.’’ Sıraya bıraktığım kalemi tekrar elime aldım. ‘’Sen onu bırakta Cengo ile nasıl gidiyor onu söyle.’’ Cengiz’in adını duymasıyla aydınlanan yüzü her şeyi açıkça belli ediyordu.
‘’İyi işte, biliyorsun. Her şey daha çok yeni ama tam bir sevimli ayı.’’ Diyerek sırıttı. ‘’Bazen öyle bir romantik oluyor ki şaşırıyorum.’’ Söyledikleriyle dudağımın kenarı kıvrıldı. Ortaokuldan beri Gökçe Cengiz’i seviyordu. Ama Cengiz’in kelimenin tam anlamıyla bir ayı olması onların aşkının ancak lise üçüncü sınıfta yeşermesine neden olmuştu. Bizim bildiğimiz ayı Cengo, oyuncak ayı olmuştu.
‘’Ben böyle işin amına koyayım!’’ Sınıfa giren Batanay elini saçlarından geçirip önümdeki sıraya tünedi.
‘’Ne oldu lan?’’ Paçalarını eski botlarının içine sıkıştırdı.
‘’Ya siktiğimin hocası iki puan vermiyor, göt. Yalvarttı anasını satayım.’’
‘’Hocanın götünü sandalyeye yapıştırmasaydın belki bir şansın olurdu.’’ Gökçe’nin gülerek kurduğu cümle ile alayla Batanay’a döndüm.
‘’Çok salaksın oğlum sen.’’ Elimle hizamda olan dizini itekledim.
‘’Ah bebeğim lütfen, kalbimi kırıyorsun.’’ Diyerek elimi tuttu. Elimi sertçe çekip bu sefer dizine vurdum.
‘’Bebeğine sokayım senin, yavşak!’’ Kahkaha atıp ‘’Bayılıyorum senin bu haşin hallerine.’’ Dedi.
Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de oydu gerçekten. Yedisinde de yavşaktı on yedisinde de. Bana takındığı tavır tamamen beni sinirlendirmek içindi. Bana gerçekten yürüdüğü falan yoktu. Ama gördüğü her kıza gerçekten yavşardı.
‘’Yonka’da adın çıktı yavşak diye. Seni gören kızlar yolunu değiştiriyor anasını satayım.’’
‘’Bu şehir beni seviyor ne yapabilirim?’’ Siktir oradan bakışlarımı Batanay’ın üzerinde tuttum.
‘’Kantine mi insek?’’ Gökçe’nin sorusu ve benim ‘siz inin’ dememle sınıfta benimle birlikte üç dört kişi kalmıştı. Cebimin titremesi ile çatlamış ekran yüzünden dokunmatiği iyice nanay olan telefonu çıkardım.
Ecevit Mehvez: Bu sinanı sikecweğim şimdidelirtti beni amına kotyayım geşlde şu salkaga bişeykler söyle siagara yerğindeyşiz
Sinirlenmişti, sinirinden yazamıyordu. Sinan’ın onu nasıl delirttiğini bildiğimden gülerek yerimden kalkıp sınıftan çıktım. Okulun çatlamış ve dökülmeye yüz tutmuş duvarlarının arasında bakımsız bahçeye çıktım. Okulun arka kısmında yer alan büyük, eski ağaçların arkasına geçtim.
Olduğu yerde dönüp duran Sinan ve ona çömeldiği yerde tip tip bakan bir Ecevit görmeyi beklediğim bir şeydi. İki can dostum, çocukluk arkadaşım. Birbirimizin ciğerini bilirdik. Batanay ile ilkokulda, Gökçe, Sinem ve Cengiz ile de ortaokulda tanışmıştık. Onur ile de lisenin ilk yılı tanışmış ayrılmaz parçalar tamamlanmıştı.
Ama Ecevit ve Sinan benim için bambaşka bir şeydi. Onların bana duyduğu sevgi, belki de şimdi olduğum insanı yaratmıştı. Yanlarına yaklaşınca Ecevit’in ağzına götürdüğü sigarayı alıp bir nefes çektim.
‘’Bade, şuna bir şey de. Bak vallahi tepemi attırdı bir saattir.’’ Sigarasını aldığım kafasına dank edince bana döndü.
‘’Benim sigaramı niye alıyorsun kızım?’’ Şirince güldüm. ‘’Benim paket bitmiş ya.’’
‘’Ulan sende ne zaman paket oldu ki?’’ Omuzlarımı silktim. O da biliyordu ki arkadaşlardan otlanmak ayrı bir zevkti.
‘’Ne derdi var bunun?’’ Deyip dönüp duran Sinan’a baktım. Ecevit sigara paketinden yeni bir dal çıkarıp dudaklarının arasına koydu.
‘’Ona sor.’’
‘’Ne derdin var senin?’’ Ecevit ağzındaki sigarayı yakmak için çakmak arıyor olacak ki ellerini cebinde gezdirdi. Sövecekken cebimden onun çakmağını çıkarıp sigarasını yakmak için uzandım.
Çakmağın kendisinin olduğunu anlayınca bakışlarından kaçmak için Sinan’a döndüm tekrar.
‘’Sana diyorum lan!’’ Sinan oflayıp ağaçtan bir yaprak kopardı.
‘’Leyla ile konuşacağım.’’
‘’Hassiktir oradan!’’ Ecevit elini çak der gibi uzattı.
‘’Hah bende tam olarak öyle dedim.’’ Sinan yerdeki tek tük çıkan çimenlerin arasına oturdu.
‘’Ciddiyim ben. Daha fazla duramıyorum. Konuşayım ne olacaksa olsun.’’
‘’Ne olacak sanıyorsun?’’ deyip sırtımı ağaca yasladım. ‘’Boynuna mı atlayacak ‘bende seni seviyorum’ diye?’’
‘’Onun için çok mu tipsizim ya?’’ Sesinde ki mutsuzlukla gözlerimi devirdim.
‘’Lan mevzu tipin mi sence?’’ Ecevit yine sinirlenmiş olacak ki konuşurken ağzında ki sigarayı düşürdü.
‘’Anasını sikeyim!’’ Ecevit düşürdüğü sigarasına söverken konuştum.
‘’Mevzunun hiçbir zaman tip olmadığını biliyorsun kardeşim. Mevzu tip olsa rakipsizsin zaten.’’ Sinan uzun boyu, dalgalı sarıya çalan saçları, yüzüyle orantılı burnu ve mavi gözleriyle harbiden yakışıklı çocuktu.
‘’Ama mevzu tip değil. Asıl olayın ne olduğunu bizim kadar iyi biliyorsun.’’ Elimle buradan gözüken okulun bahçe kapısını işaret ettim. ‘’O yolun karşısı başka bir dünya. O dünya da ne senin ne de bizim işimiz olur.’’ Dediklerimin doğru olduğunu bildiğinden sessiz kaldı.
‘’Biz senin aşkına, sevgine bir şey demiyoruz oğlum. Diyemeyiz de zaten. Ama o kızı da tanıyorsun. Gidip şimdi, sevdiğini söylesen yüzüne güler haftalarca o aptal arkadaşlarına seni anlatır.’’ Ecevit’in kurduğu cümlenin haklılığıyla derin bir nefes verdim.
‘’Üstelik o piçin ortamından. Sonunun ne olacağını bilmiyor musun? Sen ilan-ı aşk edeceksin, onlar mal mal konuşacak sonra bizde gidip ağız burun girişeceğiz.’’ Oturduğu yerden doğruldu. ‘’Zaten o Korhan şerefsizine ayarım, elimde kalacak bir gün.’’
Yonka’da iki sınıf insan vardı. Parası olanlar ve diğerleri. Biz diğerleri kısmında yaşıyorduk. Şehir resmen olmasa da fiilen ikiye bölünmüş gibiydi. Semtler, evler, iş yerleri, okullar ona göre ayrılmıştı. Sözüm ona sınıfsal fark bu şekilde ayrılıyordu. Doğan çocuklar buna göre yetiştiriliyordu. O yüzden bazısı doğuştan kendi ayarında olmayanı sevmezdi, bazısı da sonradan düşman olmuştu. İyi anlaşan da vardı tabi aralarında. Onlara denilen bir şey yoktu.
‘’Eğer öyle mutlu olacaksan git konuş Sinan. Ama içten içe sende doğruyu biliyorsun, nasıl istersen öyle yap.’’ Sinan’da biliyordu. Ama iki yıldır Leyla’ya duyduğu sevgi canına tak ediyordu. Leyla aptalı, aptaldı işte.
&
Elimdeki anahtarı kapıya taktıktan sonra ayakkabılarımı çıkardım. Terliklerimi önüme atıp ayağıma geçirdim. İçeriden gelen televizyon sesiyle Sergen’in salonda olduğunu anladım. Küçük salona adımladım ve Sergen’i tahmin ettiğim gibi kanepe de yayılırken gördüm. Odanın kapısına vurdum.
‘’Heyy ablan geldi ablan! Kalkta bir kapıda falan karşıla, hadi onu da geçtim bir toparlan en azından.’’ Sergen elindeki kumandayı kanepeye bırakıp doğruldu.
‘’Aman abla ya. Geç geldin hayırdır?’’ Kaşlarımı çattım.
‘’Hesap mı soruyorsun lan sen bana? Kalk yemek yapacağız.’’ Odama geçerek üzerimi değiştirdim. Askılı, siyah üzerime oturan bir üstümle gri eşofmanımı bacaklarıma geçirdim. Banyoda elimi yüzümü yıkadım ve bileğimdeki lastikle uzun, dalgalı saçlarımı dağınık bir topuz yaptım. Mutfağa geçtiğimde Sergen makarna suyu koyuyordu.
‘’Nasıl geçti okul? Var mı sıkıntı?’’ Sorumla tencerenin altını yakıp makarna paketini çıkardı.
‘’Abla orası iyi bir okul biliyorsun değil mi?’’ Salata malzemelerini çıkardım.
‘’Cehennem orası be. Sende zebani olmayı seçtin.’’ Ağzıma bir salatalık atıp devam ettim. ‘’Muhatap olmaman gereken tipleri biliyorsun. Gözüm üzerinde. O okula gitmeni zor kabul ettim. En ufak bir şeyde seni yolun diğer tarafına, yanıma alırım ona göre.’’
‘’Of abla ya tamam bin kere söyledin.’’ Elimin tersiyle yanağına vurdum. ‘’Oflama bana çarparım.’’
‘’Hem dayım var zaten bir şey olmaz.’’ Domatesi kesmeyi bırakıp ona döndüm. ‘’Şu herife dayı deyip durma.’’
‘’Benim ona dayı dememem dayım olduğu gerçeğini değiştirmez.’’
‘’Seni bırakan kadına da anne de o zaman Sergen.’’ Bıçağı sertçe tezgâha bıraktım. ‘’Yüreğin el veriyorsa.’’ Başka bir şey demeden mutfaktan çıkıp lavaboda ellerimi yıkadım. Odama geçip telefonumu aldım elime. Whatsapptan gelen mesajlara baktım.
Sinem Özer: Akşam mekânda mıyız?
Cengiz Aksa: Geçelim, minik kuşum yanımda zaten.
Batanay Kuzar: Minik kuş mu asshdsdksj
Gökçe Doğan: Keserim seni bak çocuk
Ecevit Mehvez: Bir saate çıkarım Bade’yi de alır gelirim
Batanay Kuzar: Niye sen alıyorsun ki ;)
Ecevit Mehvez: Ebeni sikecez o yüzden
Sinem Özer: Akdhsnxbcjs
Batanay Kuzar: Sen ne gülüyosun kızzz
Sinem Özer: Sanane be slk
Onur Övünç: Kafamı siktiniz zır zır zır
Cengiz Aksa: Sen yaşıyomuydun la
Onur Övünç: Sabır
Mesajlara cevap vermeyen bir ben bir de Sinan vardı. O da muhtemelen buhranlardaydı. Bir şey demeden mesajlardan çıktım. Odamın kapısı çalınca ‘’Ne var?’’ diye sordum.
‘’Abla’’ Sergen’in mırıldanmasını duyunca kapıya baktım. Yavru köpek gibi bakışları içime işlerken ‘’Gel salak.’’ Dedim.
Gülünce bende dayanamayıp güldüm. Yanıma oturduktan sonra kolumun altına girdi.
‘’Özür dilerim, haklıydın.’’ Elimi dört yaş küçük kardeşimin saçlarının arasına soktum.
‘’Ben senin iyiliğini düşünüyorum. O insanlarla işimiz olmaz bizim. O okula da geleceğini düşünerek onay verdim. Lütfen sende kendine dikkat et.’’
Sergen bizim okulun karşısında o diğer dünyadaydı. Kovuklar Koleji.
O okulda burslu okuyordu. Şehrin sözde taşaklı kesimi oradaydı. Benden gizli girdiği bursluluk sınavında kazandığı tam bursla ne yapacağımı bilememiştim. O okulda olması beni rahatsız ediyordu ancak geleceğini de düşünmek zorundaydım. Kabul etmek istemesemde oradan mezun olması üniversitede ve daha ilerde önünü büyük ölçüde açacaktı.
‘’Bazen düşünüyorum, babam hayatta olsaydı nasıl olurdu diye. O kadın yine de gider miydi?’’ Derin bir nefes verdim. ‘’Değişen bir şey olmazdı Sergen. İnsanın karakteri doğuştan bellidir. O yüzden düşünme bunları, onu hiç düşünme. Tamam mı?’’ Kafasını onaylar anlamda salladı.
‘’Sofrayı hazırladım, hadi gel.’’ Kapıdan çıkarken kalçasına bir şaplak attım.
‘’Aferin lan kerata!’’ Poposunu ovuşturup ağzının içinde küfür etti. Yüzüme etmeye götü yemiyordu.
&
Botlarımı ayağıma geçirip yağmurluğumun kollarını düzelttim. ‘’Ben çıkıyorum, geç kalmam. Sende erkenden yat.’’ Sergen’in onaylar mırıltısına göz devirerek evden çıktım. Anahtarı cebime atarken söylendim. ‘’Bu ne soğuk la?’’
Kapının önünde bekleyen Ecevit söylenmemi duyunca gözlerini üzerimde gezdirdi. ‘’Bu soğukta incecik şeyle mi çıktın?’’ diyerek üzerimi işaret etti. Koluna girip ellerimi tekrar yağmurluğumun cebine soktum. ‘’O kadar üşütmüyor.’’ Adımları duraksadı.
‘’Montun nerede senin?’’ Dönüp yola devam ederken onu da beraberimde çektim. ‘’Evde ya.’’ Adımları tekrar durunca içimden sövdüm. ‘’Bade’’ deyip kaşlarını çattı. ‘’Montun nerede?’’
‘’Ya of. Geçen Yağmur’u gördüm, üzerinde hiçbir şey yoktu. Üşüyordu küçücük çocuk. Bende verdim işte, zaten çok üşümüyorum.’’ Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp Ecevit’e baktım.
‘’Sen gerçekten dayaklıksın. Söyleseydin ayarlardık. Bilmiyorsun sanki.’’ Sertçe söylenerek adımlarımızı hızlandırdı. Hafif yağan yağmur hızlanacak gibiydi. ‘’Babanın yatan maaşıyla niye almadın?’’
‘’Sergen’in botları patlamıştı. Ona kullandım bu ay. Zaten kış bitecek az kaldı, idare ederim ben biliyorsun.’’ Bir şey demeyip sessiz kaldı.
Geçtiğimiz sokaklarda tek tük çocuklar koşuyor, bazısı bize selam veriyordu. Mahallemiz pek ufak değildi. Ama herkes birbirini az çok tanırdı. Çıkmaz sokaklarda yanan ateşin etrafında gençler toplanıyordu. Bazen bizde yapardık. Ama genelde eskiden depo olarak kullanılan yerde takılırdık. Gelen giden de pek olmazdı. O yüzden rahattık.
Yol ayrımında Onur’u görünce baş ve işaret parmağımı dudaklarıma götürüp ıslık çaldım. Arkasını dönünce göz göze geldik. Onur hepimize göre daha sessizdi. Fazla akıllı bir çocuktu ama pek kendisinin farkında değildi.
Ecevit yanına gelen Onur’a küçük bir omuz atarak sordu. ‘’Ne haber lan?’’
‘’Uğraşıyoruz işte aynı.’’ Onur’un annesi hayatta değildi. Babasıyla beraber dört sene önce bu mahalleye taşınmışlardı. Mahalleli pek sıcak karşılamamıştı Onurları. Sebebi buradan önce taşaklı kesimde yaşıyor olmasıydı. Babası iflas edince buraya taşınmak zorunda kalmışlardı. Ama ne Onur ne de babası bunu sorun etmişti. Onur arkadaşları tarafından aforoz edilmişti. Çokta sikimdeydi diyerek hiçbirini umursamamıştı. Kovuklar Koleji’nde durumları iyi olmasına rağmen bursluydu ancak eski arkadaşları ile ettiği kavga yüzünden bursu iptal olmuştu. Zaten onlarında amacı buydu. Sonra da bizim okula gelmişti.
Onu mahalleye giderken izbe bir sokak arasında görmüştük. Serserilerden dayak yemek üzereyken karşılaşmış beraber ilk kavgamızı etmiştik. O akşamdan beri de bizim ayrılmaz parçamızdı.
Mekâna girince diğerlerinin geldiğini gördüm. Ellerimi cebimden çıkarıp yanan ateşe yaklaştım.
‘’Ecmel rahat durmamış yine.’’ Cengo’nun kurduğu cümleyle kaşlarımı çattım.
‘’Yine mi?’’ Cengo elinde ki odun parçasını ateşe attı. ‘’Başlamış haraca. Esnafa dadanmış şimdiden.’’
‘’Bakarız, gidip bir ziyaret etmek lazım.’’ Ecevit telefonunu çıkardı. ‘’Sinan nerede?’’ Telefonu kulağına götürdü. Biraz bekledikten sonra ‘’Açmıyor.’’ Dedi.
‘’Rahat bırak, yalnız kalsın biraz.’’ Sözlerimle Gökçe ofladı. ‘’Yine mi Leyla konusu?’’
‘’Sorma sorma, başka kız kalmadı sanki amına koyayım.’’ Batanay devam edecekken çalan telefonuyla elini cebine götürdü.
‘’Efendim sultanım.’’ Meliha teyzenin aradığını duyunca gülümsedim. O hepimizin annesi gibiydi.
‘’Hayır üşümüyorum anne. Hayır popomda üşümüyor. Anne bu yaşta niye çocuğumu düşüneyim?’’ Sözleriyle sırıttım. Kızlarda kıkırdarken Batanay ters ters bize baktı.
‘’Yav anne üşümüyorum yahu. Tamam oturmam soğuk yere. Hayır anne ben yeterince üretkenim o konuda.’’ Yüzünü buruşturdu. ’’Yani üretkenimdir demek istemiştim. Ya anne kapat Allah aşkına seninle şeyimi mi konuşayım? Çekmiyor hadi kapat kapat.’’ Başka bir şey demeden telefonunu kapatıp eski yırtık koltuğa attı kendini. Meliha teyze biraz pimpirikli bir kadındı. Sadece Batanay’a karşı değil bize karşı da fazla titizdi.
Yerdeki mindere attım kendimi. Gökçe, Sinem ile muhtemelen dedikodu yapıyordu. Ecevit ve Onur’da muhtemelen Ecmel meselesini konuşuyordu. Ecmel bizim mahallenin belalısı gibi bir şeydi. Haraçla, hırsızlık yaptırdığı gençlerle takılırdı. Mahalleli ondan korktuğundan sesini çıkaramazdı. Yonka’da polisler istediğini korur, istediğine görevlerini yerini getirirdi. Tokmak Mahallesi bunlar arasında değildi.
Titreşen telefonumla ekrana baktım. Tanımadığım bir numaraydı.
‘’Kimsin?’’ Kulağıma dolan müzik ve kalabalık sesiyle kaşlarım çatıldı.
‘’Bade. Benim Orkun.’’ Orkun Sağlam.
Sergen’in ‘dayım var zaten bir şey olmaz’ dediği dayısının oğlu Orkun. Bir zamanlar aynı sokakta oynadığım, düşünce beni kaldırmaya koşan, çocukluğumun konuşmayan tarafı, o benim canım dediğim, şimdi ise yüz yüze bile kolay kolay gelmediğimiz kuzenim Orkun.
Yıllardır sesini yakından duymadığım Orkun şimdi beni arıyordu. Bizimkilere bir göz atıp deponun arkasına geçtim.
‘’Orada mısın?’’ Soğuktan çatlayan dudaklarımı ıslattım.
‘’Neden aradın?’’ Bir solukta çıkan sert sesim diğerlerinin duymasını istediğim bir şey değildi.
‘’Tamazların davetine gelsen iyi olur.’’ Kurduğu cümleye yüzümü buruşturdum. ‘’Ne saçmalıyorsun amına koyayım?’’
Arkadan gelen müzik sesi biraz daha azalırken olduğu ortamdan uzaklaştığını anladım.
‘’Sinan burada.’’ Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi büyüdü. ‘’Kafası güzel. Kapıdaki adamlar haber verdi, yığılmış kalmış. Leyla diye sayıklıyor.’’ Söylediklerini tasdikler gibi Sinan’ın sesini duydum.
‘‘Hani Leyla’ya gidecektik?’’ Orkun’un ona bir şeyler dediğini duydum. Yüzümün sinirden kızardığını hissederken konuştum.
‘’Geliyorum, kapat!’’
Sinan’ı gebertecektim. Ayıltıp ayıltıp dövecektim. Şimdi Tamazların davet verdiği evi bulmam gerekiyordu. Bunun içinde bana kimin yardım edebileceğini biliyordum.
Yakında görüşürüz :)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |