![nuperi / ELZEM (MAFYA AŞKI SERİSİ) [Basılacak] / Bölüm 9](https://cdn.kitappad.com/image/user-file/101107/img/foto-1737567364.jpeg)

Bölüm 9: Hayatta Kalmak
“Gözlerimden öptü
Ellerimden öptü, ellerimden
Avuç içlerimden öptü
Unutabilir misin şimdi?
Ben ölsem unutamam”
Sabahattin Ali
Ellerinin sıcaklığı belimde gezindiğinde, sanki her parmağı bir yıldırım gibi derimi yakıyordu. Zihnimde tüm düşünceler silindi, yalnızca onun dokunuşlarının bıraktığı yankılar kaldı. Parmak uçları, belimden yukarıya, sırtıma doğru tırmandığında, tenimde bir elektrik akımı dolaşıyormuş gibi hissettim. Kalbimin atışları artık bir ritimden çok bir çığlığa benziyordu.
Yüzü, boynumdan uzaklaşırken saçlarımın arasına gömüldü. Nefesinin sıcaklığı tenimde gezinirken, parmakları yavaşça omuzlarımı saran elbisenin askılarına doğru kaydı. Hareketleri sabırlıydı, ancak içinde taşıdığı gizli sabırsızlık parmaklarının hafif titremesinden anlaşılıyordu. Elbise, omuzlarımın üzerinden aşağı doğru süzülürken, tenime dokunan serin havayla birlikte vücudumun her hücresi uyanmış gibiydi.
Ellerinin izleri artık daha cesurdu; sırtımdan kaburgalarıma doğru, sanki beni şekillendirmek istercesine gezindi. Her hareketinde derimin altında bir kıvılcım patlıyordu. Ellerini hafifçe kenetleyip beni kendine çektiğinde, aramızdaki mesafe yok olmuştu. Göğsüm onun sertliğine bastırılırken, nefesim kesildi, ama geri çekilmek aklımın ucundan bile geçmedi.
Parmakları belime dolanmışken, başını tekrar boynuma eğdi. Dudakları, sanki bir sanatçının fırçası gibi dikkatli ve yavaşça hareket ediyordu. Boynumdan aşağıya doğru ilerlerken, dokunuşları tenimde yeni bir iz bırakıyormuş gibi hissediyordum. Her hareketinde kaslarım istemsizce geriliyor, ama aynı anda gevşiyordu.
Göğüs kafesimin altında biriken o baskı, onun ellerinin sırtımda bıraktığı izlerle daha da büyüyordu. Sanki tenime dokunan her hareketi, bir senfoni yaratıyordu. Ellerinin basıncı, nefesinin hızı, dudaklarının bıraktığı sıcaklık... Tüm bunlar, bedenimde yankılanan bir melodi gibiydi.
Parmakları, belimden yavaşça yukarıya, kürek kemiklerimin arasına kadar tırmandı. Teniyle tenimin buluştuğu her noktada, içimde bir volkan patlıyordu. Nefesini, göğsümün hemen üzerinde hissettiğimde, bir an için her şey durdu. Zaman, mekan ve çevremizdeki dünya; hepsi o an silinmiş gibiydi. Sadece onun sıcaklığı, parmaklarının tenimde bıraktığı yankı vardı.
Yüzü yavaşça yukarı doğru yükselirken, dudakları boynumdan çeneme doğru süzüldü. Parmakları saçlarımın arasına dolandı, sanki beni bir yere bağlamak istercesine. Ellerimin titrediğini hissettim; bu titreşim, kontrol edemediğim bir çağrının yankısıydı. Dudaklarımız bir kez daha birleştiğinde, bu sefer yalnızca dokunmuyor, birbirimizi tamamen hissediyorduk.
Aramızdaki sınır, o an tamamen silinmişti. Yoksa ben mi böyle düşündüm, karasız kaldım? Parmak uçları, tenimin her santimetresini tanımak istercesine geziyordu. Dudaklarının bastırışı, parmaklarının ritmiyle birleşiyor, içimde yankılanıyordu. Zihnimde bir kelime bile kalmamıştı, yalnızca o anın yarattığı yankılar ve her nefes alışımda daha da yoğunlaşan bir his vardı.
Dudaklarımızın her teması, bir sınırın daha yok olduğunu hissettiriyordu. Parmakları saçlarımın arasında gezinirken, avuç içleriyle başımı sabitliyordu. Nefesi, yüzümde bir fırtına gibi esiyor, her temasta vücudumun başka bir yerinde yankılanıyordu. Dudaklarından yayılan sıcaklık, çeneme, boynuma, omuzlarıma doğru yayıldığında, içimdeki titreşim daha da yoğunlaştı.
Ellerini belimden sırtıma, oradan da kürek kemiklerimin hemen altına kaydırdığında, dokunuşu bir ağırlık gibi hissettirdi. Her parmağı, tenimde derin bir iz bırakıyormuş gibiydi. Beni kendine daha da çektiğinde, aramızdaki boşluk tamamen kapanmıştı. Göğsüm onun göğsüne bastırıldığında, kalplerimizin aynı ritimde attığını hissedebiliyordum.
Tenime değen nefesi, dudaklarının izini daha da yakıcı hale getiriyordu. Elleri, sırtımdan aşağıya doğru yavaşça kayarken, her hareketiyle vücudumun bir başka bölgesinde yankılanıyordu. Her dokunuşunda, daha önce bilmediğim bir his dalgası bedenimi sarıyordu.
Bir an için başını geri çekti, ama yalnızca daha fazlasını hissettirmek için. Yüzü, omuzumun hemen yanında dolaştığında, dudakları boynumun kenarına değdi. Tenimin her santimetresine yayılmak isteyen bir tutkuyla hareket ediyordu. Ellerim istemsizce omuzlarına doğru uzandı, kaslarının gerginliğini hissettiğimde, bu temas içimdeki ateşi daha da alevlendirdi.
Parmakları, belimde bir an duraksadı, ardından bacaklarıma doğru kaymaya başladı. Tenimde dolaşan her dokunuşu, bir yankı gibi zihnimde çoğalıyordu. Her hareketinde, aramızdaki sınırların tamamen kaybolduğunu hissettim.
Vücudumu saran sıcaklık, onun nefesiyle daha da yoğunlaşmıştı. Dudaklarının izlediği yollar, sanki her biri ayrı bir haritaya dönüşüyordu. Her temasında bedenim, ona yanıt vermekten başka bir şey düşünemiyordu.
Bir an için elleri durdu, sanki anı daha da derinleştirmek istiyormuş gibi. Parmak uçları, omuzlarımdan aşağı doğru süzülürken, derin bir nefes aldığını hissettim. Dokunuşlarının bu kadar yavaş ve sabırlı olması, içimde biriken gerilimi daha da arttırıyordu. Dudaklarının sıcaklığı, tekrar tenimde gezindiğinde, içimdeki her şey teslim olmuştu.
Aramızdaki sessizlik, kelimelerin yerini alan bir senfoniye dönüşmüştü. Nefes alışverişlerimiz, dokunuşlarımızın yarattığı yankılarla birleşiyor, etrafımızdaki dünyayı tamamen susturuyordu. Parmakları, tenimde yeni bir keşfe çıkarken, her hareketiyle daha da derine iniyordu. “Dur…”
Elleri sertçe belimi sıkarken ağzımdan garip bir mırıltı kaçtı. Kendimi durduramıyordum. Onun her zerresine dokunmak hücrelerimde hissetmek istiyordum.
Elleri, beni saran o kelepçeler gibi sımsıkıydı. Soluklarım hızlanmış, odanın sessizliğini yaralı bir hayvanın iniltileri gibi dolduruyordu. Ama korku değildi bu; başka bir şeydi. Adını koyamadığım, beni sarhoş eden, ama aynı zamanda yakan bir his.
“Dur,” diye fısıldadım ama sesim kararsızdı. Beni duyduğundan emin değildim ya da belki duymamazlıktan geldi. Gözlerimi ona diktiğimde, bakışlarında hem öfke hem de sarsıcı bir şefkat gördüm. O ikilik, beni daha da çaresiz bıraktı.
“Duramam,” dedi, sesi bir bıçak gibi keskin. “Bunu istemediğini söyle. Söyle ki bırakayım.”
Ama söyleyemedim. Dilim kilitlenmiş, dudaklarım mühürlenmişti. Sadece başımı hafifçe iki yana sallayabildim. Bu, bir teslimiyet işaretiydi. Kendi içimdeki fırtınaya teslim oluş.
O an, her şey birden değişti. Elleri sertliğini kaybedip belimde yavaşça gevşerken, bakışları derinleşti. Artık sadece beni tutmuyordu; sanki ruhuma dokunuyordu.
“Biliyor musun?” dedi. “Sen… sen bana kendimi hissettiriyorsun. Bunu yapabileceğini sanmazdım.”
Ne demek istediğini anlayamadım. Ama o anda bir adım geri çekildi ve parmak uçlarıyla çenemi kavrayarak yüzümü yukarı kaldırdı. O bakış, o karanlık bakış… içimdeki tüm duvarları birer birer yıkıyordu.
“Ben… seni istemiyorum,” diye mırıldandım. Yalan söylüyordum. Bunu ikimiz de biliyorduk.
Gülümsedi, ama o gülümseme ürperticiydi. “Yalan söyleme, Aslı. Kendi içindeki savaşı görebiliyorum. Ben… o savaşın tam ortasındayım.”
Bir anda her şey karardı. Odadaki ışık, ses, hatta zaman bile… sadece o ve ben kalmıştık. Gözlerimi kapatıp nefes aldım. Derin, sarsıcı bir nefes. Ama gözlerimi açtığımda o gitmişti. Yalnızdım.
Ve o yalnızlık, bir kez daha ruhumu soğuk bir bıçak gibi delip geçti. “Ne…neredesin?” diye sordum korkuyla. Etrafıma bakındım.
“Toprak?” dedim sorarcasına. Arkası dönüktü bu yüzden ne yaptığını anlamıyordum.
“Toprak?” diye tekrarladım, sesim çatlamıştı. Beni duyup duymadığından emin olamadım. Arkası dönüktü, ama omuzlarının gerginliği gözümden kaçmadı.
Bir adım attım. Zemindeki ahşap, çıtırdayarak sessizliği deldi. Ona yaklaştıkça, etrafındaki hava değişti. Bir şey… yanlış geliyordu.
“Ne yapıyorsun?” diye sordum, sesim titriyordu.
Cevap vermedi. Sadece yavaşça başını sağa eğdi. Ardından, çok yavaş bir hareketle arkasını döndü.
Ve o an… içimdeki her şey buz kesti.
Elinde bir bıçak vardı. Ucu, ışığın altında parıldıyordu. Ama beni dehşete düşüren bu değildi. Gözleri… gözleri bir yabancının gözleriydi. Karşımda duran Toprak, tanıdığım kişi değildi.
“Aslı,” dedi, sesi garip bir şekilde sakin ve ritmikti. “Bu noktaya geleceğimizi biliyordum. Ama böyle hissetmeni istemezdim.”
“Ne… ne diyorsun?” diye fısıldadım. Gözlerim, bıçaktan ona, ondan bıçağa gidip geliyordu. Kalbim göğsümde çırpınan bir kuş gibi hızla atıyordu.
“Beni bırakmazdın, biliyorsun değil mi?” dedi ve bir adım attı. “O yüzden seni durdurmam gerekiyordu.”
Neden?” diye bağırdım, sesim çığlıkla karışmıştı. “Neden böyle bir şey yapıyorsun? Toprak, sen… sen bana söz vermiştin! Yanımda olacağına söz vermiştin!”
Bir anlığına yüzünde bir acı belirir gibi oldu. Ama hemen sonra kayboldu, yerini taş gibi soğuk bir ifade aldı.
“Çünkü,” dedi, bıçağı yavaşça masanın üzerine bırakırken, “sen benim zayıf noktam oldun. Ve zayıf noktalar, insanı öldürür, Aslı.”
Dizlerimin bağı çözüldü. O kadar geriye çekildim ki duvara çarptım. Kaçmam gerekiyordu, ama ayaklarım yerden kopmuyordu. Gözlerim onun her hareketini takip ederken nefesim daralıyordu.
“Beni öldürecek misin?” diye sordum. Soruyu sorarken bile sesimde bir inançsızlık vardı. Onun böyle bir şey yapacağına inanmak istemiyordum.
Toprak bir kahkaha attı, ama bu kahkaha, sanki bir başkasına aitmiş gibi yankılandı. “Hayır, Aslı. Seni öldürmeyeceğim. Ama beni bırakmanı sağlayacağım.”
Birden, odanın diğer ucundaki pencereden bir gölge geçti. Bir anlık bir karaltı. Toprak’ın bakışları oraya kaydı ve gözlerindeki sakinlik yerini paniğe bıraktı.
“Bizi bulmuşlar,” dedi kendi kendine, sesi alçalmıştı.
“Kim?” diye sordum, ama o bana cevap vermedi. Bunun yerine hızla pencereye doğru ilerledi ve perdeyi açmadan dışarı baktı.
“Dinle,” dedi aniden, yüzünü bana dönerken. Gözleri şimdi daha farklıydı. Daha gerçek. Daha Toprak. “Sana açıklayacak vaktim yok. Ama beni burada gördüklerini biliyorlar. Ve seni de gördüler. Şimdi ne yapacağımızı çok iyi düşünmeliyiz.”
“Seni kim gördü? Toprak, bana bir şey söyle!” diye bağırdım.
Ama o, sadece masadaki bıçağı tekrar aldı ve ceketinin içine sakladı. Bana doğru bir adım attı, yüzü şimdi korkutucu bir kararlılıkla doluydu.
“Ya benimle gelirsin,” dedi alçak bir sesle, “ya da burada kalıp onların seni almasına izin verirsin.”
“Kim onlar?” diye fısıldadım.
Gülümsedi. O gülümseme, her zamankinden daha tehlikeliydi. “Aslı,” dedi, “bu gece tüm sorularına cevap alacaksın. Ama hayatta kalabilirsen.”
Ne?
Helikopter?
Bakındım ama orada göremedim.
Toprak yanıma çömeldi ve yüzümü ellerinin arasına aldı. Parmaklarının sıcaklığı, beni bir nebze olsun sakinleştirmişti. “Dinle beni,” dedi, sesi bu sefer daha yumuşak, ama bir o kadar da ciddi. "O gece gördüğün şey, sadece bir başlangıçtı. Sen o dünyaya istemeden adım attın. Ama bir kez adım attığında, geri dönüş yoktur.”
“Ben istemedim!” diye çığlık attım. Gözlerim yaşlarla dolmuştu. “Bunu seçmedim! Sadece yanlışlıkla oradaydım!"
"Biliyorum,” dedi, parmakları yanaklarımı sıkıca kavradı. “Ama şu an seçim yapacak vaktimiz yok. Ya benimle geleceksin... ya da seni almalarına izin vereceğim."
"Kim bu insanlar?" diye sordum, titreyen bir sesle.
Toprak bir an duraksadı. Gözlerinde derin bir karanlık vardı. “Aslı,” dedi yavaşça. “Bunu öğrenmek istediğinden emin misin?"
“Evet,” dedim, korkuma rağmen. "Kim bunlar? Sen neden onlardan kaçıyorsun?"
“Çünkü,” dedi Toprak, sesi bir fısıltıya dönüştü. “O cinayeti ben işledim."
O an, odadaki her şey durdu. Hatta dünya bile. Toprak'ın sözleri, beynimde yankılanıp bir deprem etkisi yaratmıştı.
"Sen... ne dedin?” diye fısıldadım.
Ama o, yüzüme bakmayı bırakıp ayağa kalktı. "Sana söyledim,” dedi. “Soruların cevaplarını alacaksın. Ama önce buradan çıkmam gerekiyor.”
“Hayır!” diye bağırdım, öfke ve korkuyla. "Bana bunu açıklamak zorundasın! O cinayeti sen mi işledin? O adamı... sen mi öldürdün?"
Toprak, yüzünü bir kez daha bana çevirdi. Gözlerinde o derin karanlık tekrar belirmişti. Ama bu sefer bir şey daha vardı: suçluluk.
“Evet,” dedi, bir an bile tereddüt etmeden. "Ama bunu neden yaptığımı öğrenmeden beni yargılama, Aslı. Eğer hayatta kalmak istiyorsan, şimdi hemen buradan çıkmamız gerekiyor.”
Kalbim göğsümde bir çekiç gibi atıyordu. Her şey üstüme çöküyordu. Ama bir yandan da hissettiğim korku, hayatta kalma içgüdümü tetikliyordu.
“Tamam,” dedim, sesim bir fısıltıdan ibaretti. "Ama bu bitmedi, Toprak. Bana her şeyi anlatacaksın.”
Kalbim göğsümde bir çekiç gibi atıyordu. Her şey üstüme çöküyordu. Ama bir yandan da hissettiğim korku, hayatta kalma içgüdümü tetikliyordu.
“Tamam,” dedim, sesim bir fısıltıdan ibaretti. "Ama bu bitmedi, Toprak. Bana her şeyi anlatacaksın.”
“Eğer buradan sağ çıkarsak,” dedi ve kapıya doğru ilerledi. “Sana her şeyi anlatacağım."
Ardından kapıyı açtı. Ve dışarıda, loş ışıkların altında duran siyah bir araba belirdi. Arabanın yanında bekleyen iki gölge, Toprak'a doğru döndü.
“Hazır mısın?” diye sordu, bana bakarak.
Nefesimi tuttum. Ve adımımı karanlığa attım.
“Toprak…”
“Yanımdasın.” dedi sakince gözlerime bakarken. “Buradasın.” dedi sanki beni bir şeye ikna etmek istercesine. “Evet…buradayım.” diye fısıldadım. Korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok. O yanında. Araba hızla ilerlerken bakışlarım yanımda korkusuz gözlerle etrafı tarayan kişiye döndü.
Araba hızlanırken gerilim bir o kadar yükseliyordu.
Arabanın içinde derin bir sessizlik vardı. Motorun homurtusu ve tekerleklerin yola tutunurken çıkardığı hafif ses dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Loş ışıklar bir an görünüp kaybolurken dışarısı neredeyse hayalet gibi karanlıktı. İçimde bir huzursuzluk dalgası kabarıyordu. Yanımda oturan Toprak ise, yüzünde o donuk ifadesiyle dışarıyı izliyordu.
Bir süre sessiz kaldım, ama dayanamadım. Ellerimi sıkıca birbirine kenetledim ve yüzümü ona çevirdim. “Toprak, ne oluyor?” dedim, sesim öfkeyle titriyordu. “Buradan sağ çıkarsak dedin. Neden? Ne kadar tehlikede olduğumuzu söylemeyecek misin?”
Toprak bana doğru döndü, yüzünde sakin bir ifade vardı ama gözleri… Gözleri, sessiz bir fırtına gibiydi. “Sakin ol, Aslı. Her şey kontrol altında.”
Bu sözler beni daha da sinirlendirdi. “Sakin mi olayım? Cidden mi? Kontrol altında mı? Şu an burada olmam bile senin yüzünden! Beni bu işe sen bulaştırdın!”
Toprak kaşlarını çattı, ama sesini yükseltmedi. “Kimse seni bir şeye zorlamadı. Yanıma gelmeyi sen seçtin.”
“Yanına gelmeyi seçtim çünkü bana güven vermeye çalıştın! Hani senin yanındayken bana bir şey olmazdı? Öyle dememiş miydin? Hani her şeyi hallederdik? Peki ya şimdi? Şu an güvende miyim sence?!”
Toprak, bana doğru eğildi, gözleri keskin bir şekilde üzerimdeydi. “Evet, güvendesin. Yanımdayken sana kimse dokunamaz. Ama bana güvenmek yerine beni suçluyorsun. Sence bu adil mi?”
“Adil mi?” dedim, sesim yükselerek. “Beni buraya getirdin. Beni bu kadar karanlık bir şeyin içine soktun ve sonra bana adaletten mi bahsediyorsun? Bu insanlar kim, Toprak? Neden onlara bu kadar yakınsın? Cinayetle ne alakan var?!”
Toprak, yüzündeki sakinliği kaybetmeye başlamıştı. Çenesini sıktı, bakışları sertleşti. “Sana her şeyi anlatacağım dedim, değil mi? Ama şimdi değil. Bu doğru zaman değil.”
“Her zaman bir bahanen var!” diye bağırdım. Ellerim öfkeyle havada hareket etti. “Bana bir şeyler anlatmamak için her zaman bir bahanen var. Ama ben artık yoruldum, Toprak. Bu karanlığın içinde nefes alamıyorum. Bana bir açıklama borçlusun!”
Araba aniden bir tümseğe çarptı, ikimiz de hafifçe sarsıldık. Şoför özür diler gibi bir şeyler mırıldandı ama ne dediğini anlayamadım. Toprak, bir süre bana bakmadan gözlerini tekrar dışarıya çevirdi. Çenesindeki kasılmayı görebiliyordum. Sanki bir şeyler söylemek istiyor ama kelimeleri seçmekte zorlanıyordu.
“Biliyorum…” dedi sonunda, sesi daha alçak ama daha sert bir tonla. “Biliyorum ki sana açıklama borçluyum. Ama şu an bu açıklamaları yapacak lüksümüz yok, Aslı. Şu an hayatta kalmaya odaklanmalıyız. Bu konuşmayı sonra yapacağız.”
“Sonra mı?” diye tekrarladım, alaycı bir şekilde gülerek. “Her şeyin cevabı ‘sonra’ zaten. Ama ne zaman? Daha ne kadar bu belirsizliğin içinde sürükleneceğim?”
Toprak, bir an sustu, sonra aniden bana döndü. Gözlerindeki öfke net bir şekilde okunuyordu. “Sana güvenmemi istiyorsun ama sen de bana güvenmiyorsun. Benim yanımda olmak kolay değil, bunu biliyorum. Ama burada olmamın tek bir sebebi var, Aslı. O da sensin.”
Bu sözler beni afallattı. Sözlerimin devamını getiremedim. İçimde bir yerlerde hâlâ ona güvenmek istiyordum. Ama her şey o kadar karmaşık, o kadar kaotik bir hal almıştı ki, hangi duyguma tutunmam gerektiğini bilemiyordum.
Araba hızlanmaya devam ederken sessizlik tekrar aramıza çöktü. Yalnızca nefeslerimizin sesi duyuluyordu. Dışarıdaki karanlık yol, bizi bilinmez bir sona sürüklüyordu. Ve ben, yanımda oturan adama bakarken, gerçekten güvende olup olmadığımı sorgulamaktan kendimi alamıyordum.
Ben onun zaafı falan değildim. Hiç olmamıştım da ancak bunu onlara nasıl söyleyebilirdim ki? Aklıma gelen fikirle duraksadım. Sunay Karakaya’yı mı arasam?
Beni her zaman arayabilirsin demişti. Sunay, işinde oldukça iyi bir polisti ama yine de kendi ülkemde olmadığımdan beni de bulmaları uzun sürer miydi?
Ne olursa olsun Sunay’a en azından haber vermeliydim. Cebimi telefonumu almak yokladım.
Allah kahretsin!
Telefonumu çantamda bırakmıştım. Daha doğrusu telefon cebimdeydi ama muhtemelen alıp çantama atmıştı. Çantamda çiftlikte kalmıştı. Peşimizde adamlar vardı ve ben birazdan kafayı yiyecektim. Kimseden ses çıkmıyordu. Toprak elindeki telefonuyla bir şeylerle uğraşıyor meşgul olduğu yüzünden okunuyordu.
“Ne yapıyorsun?” diye sordum, artık dayanamayarak.
“Bize biraz nefes alacak zaman kazandırıyorum,” dedi, sesi keskin ama kontrol altındaydı. Kaşlarım çatıldı. Hayatımız risk altındaydı ve onun rahat tavırları rahatsız olmama neden oldu. Telefon çaldı ve bir süre sonra karşı taraftan bir ses duyuldu.
“Gürkan, hemen bir helikopter ayarla,” dedi. “Koordinatları birazdan gönderirim. En güvenli rotayı seç ve hızlı ol.”
Telefonu kapatmadan önce kısa bir sessizlik oldu. Gürkan’ın ona bir şeyler söylediğini duyamıyordum, ama Toprak’ın dudaklarına yayılan hafif gülümseme dikkatimi çekti. “Evet, yanımda. Merak etme, sana güveniyorum.”
Telefonu kapattığında başını bana çevirdi. “Birazdan başka bir araca geçeceğiz. Burada durmamız riskli. Helikopter bizi bekleyecek.”
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum. “Ve neden helikopter? Ne oluyor Toprak?”
Toprak derin bir nefes aldı. “Sorularına daha sonra cevap vereceğim, Aslı. Ama şu an sana bir söz veriyorum: Güvende olacaksın. Bunun için her şeyi yaparım.”
Sözlerindeki ciddiyet beni bir an susturdu. Yüzündeki ifadede bir kararlılık vardı, ama aynı zamanda derin bir suçluluk da sezdim. Bu his beni huzursuz etse de ona inanmak zorundaydım.
Kısa bir süre sonra bir köy yoluna sapıp eski, terk edilmiş gibi görünen bir çiftliğin yanına park ettik. “Burada birkaç dakika bekleyeceğiz,” dedi Toprak, motoru kapatarak.
Dışarıda, sessizliğin içinde bir süre oturduk. Kalbim hala hızla çarpıyordu, ama peşimizdeki motor sesleri artık duyulmuyordu. Güvendeydik… şimdilik.
Toprak telefonuna bir mesaj yazıp gönderdi. “Gürkan yola çıktı,” dedi. “Helikopter burada olmazsa işimiz biter. Bekle ve sakın bir yere kıpırdama.”
Bir yere gitmeyi zaten düşünmüyordum, ama içimdeki korku dinmiyordu. Ona bakarken sormak istediğim yüzlerce soru vardı, ama ağzımı açmaya cesaret edemedim. Sanki konuşursam bu anı bozacakmışım gibi hissediyordum.
Kısa bir süre sonra uzaktan gelen motor sesi duyuldu. Bu sefer farklıydı, ağır ve ritmik. Toprak’ın yüzü rahatladı. “Geldiler,” dedi.
Bir grup siyah giyimli adam belirdi. Gürkan olduğunu tahmin ettiğim, yapılı bir adam arabanın kapısını açtı. “Hadi, vakit kaybetmeyelim,” dedi sert bir sesle.
Helikopter sesleri, gökyüzünü yavaşça doldurmaya başlarken, kalbim daha hızlı çarpmaya başladı. Bu işin nereye varacağını bilmiyordum, ama artık geri dönüş yoktu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |