
Bölüm 1: Saklambaç
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul adım sonbahar
(Atilla İlhan)
"Ah Atina sevgisizliğin ne olduğunu bilir misin?" Derin bir iç çekip cevap vermesini bekledim.
"Bilmiyorum."
Gözlerini kaçırıp kapıya baktı."Ama senin olmadığın zamanlarda içimde garip bir his var onu kimseye anlatamıyorum, tarif edemiyorum, bunu ben bile anlamıyorum." Dedi. Ellerini dizlerinde birleştirip kafasını eğdi. Bir bilse bu duyguyu yaptığı şeyin ne kadar kötü olduğunu çok iyi anlardı.
"Bu değil Atina, sevgisizlik bu değil. Sen bunun nasıl bir duygu olduğunu bilemeyeceksin."
Kafasını kaldırıp bana baktı. İki adımla yanına yaklaştım.
“Bilmekte isteme sana bu duyguyu yaşatmak istemem, seni o duygularla koca bir harabeye çeviremem. Bunu sana yapamam güzel sevgilim." Dedim tek nefeste.
Gözlerim kapalı olsa da bilincim açık bir şekilde sıraya kafamı koymuş derste anlatılanları dinliyordum. Sınıf arkadaşlarımdan biri ders kitabında işlediğimiz konuyla ilgili paragrafı okuyordu. Yaklaşık yedi ders işledikten sonra Edebiyatı dinlemek çok zor geliyordu. Dersler kafamı çorbaya çevirdi, anlatılanlara dikkat kesildim çünkü hocamız altını çizin diyordu, bu da demek oluyor ki sınavda benzer bir tane sorulacaktı.
Belki daha fazla…
Edebiyat dersi, bana göre ilk üçe girerdi, yüksek not almak ayrıca çok önemliydi, eğer yüksek alırsam genel ortalamam da yüksek gelirdi bu da demek oluyor ki üniversite sınavında iyi puanla girebileceğim.
Sınıfta herkes sıcak havanın bunaltıcılığına kapılmıştı. Bazılarıysa dinlemeyip uyuyordu. Dersi umursamamaları onlar için ileride çok büyük sıkıntı doğurabilirdi ancak kendileri umursamıyorsa benim yapabileceğim bir şey yoktu.
Derslerin çoğunda aldığım notları sınıfla paylaşır anlamadıkları bir yer olursa çekinmeden sormalarını isterdim.
Konular uyuyanların ne kadar umrunda olmasada benim umrumdaydı. Düşük almazdım, derin bir iç çektim, zihnimde kendimce verdiğim küçük savaşa karşın.
Kafamı kaldırdım, tahtanın üzerinde bulunan saate baktım ve tam tahmin ettiğim gibi çıkış ziline çok az kalmıştı. Herkes eşyalarını toplamaya başlamıştı bile, ben de kendi defterimi kalemliğimi yerleştirdim, az önce uyuyan çoğu kişi sanki hiç uyumamış gibi bir anda canlanmışlardı.
Omuzlarımı silktim, eve gidince de yapacak çok şeyim vardı; önce odamı toplayacak ardından günün tekrarını yapacak kısa bir duşun ardından dışarıda çekirdek kola yapacaktım.
Sabah okula geldiğimizde arkadaşımla kararlaştırmıştık. Çantamı koluma takıp sınıf kapısının önüne çıktım, şimdi koridor çok doluydu herkes birbirine girmiş okuldan bir an önce çıkmaya çalışıyorlardı. O kalabalığa girersem meftam çıkardı kesin. O yüzden Ceren sınıfından çıkana kadar burada bekleyecektim.
Uzun boyu ve bütün heybetiyle koca kalabalığı dele dele gelen büyük şeye baktım. Saçlarının kızıllığında güneş parlıyordu, o gözlerinin yeşilliği aramızdaki mesafeye rağmen çok net seçiliyordu.
"Şükür, hiç bitmeyecek sandım." Derin nefes alıp kolunu omzuma attı. Sınıftan çıkan birkaç arkadaşımla vedalaşıp kolumdaki omzunu ittirdim. Hava zaten çok sıcaktı, kolumdaki omuzu sayesinde erimeme ramak kalmıştı. "Hiç sorma, ben de neredeyse uyuyacaktım derste." Dedim onun gibi sıkkın.
"Sizin dersiniz neydi ki?" İttirdiğim omzunu umursamayıp yeniden omzuma koydu. Okulun çıkışına bizde yavaştan yürüyorduk,
"Edebiyat." Dedim.
“En kötüsü. Sibel hoca’yla mıydı?" Kafamı salladım. Ceren’le liseye başladığımdan beridir çok iyi anlaşırız. Lisenin ilk günü yan yana oturmuştuk o günden sonra ayrılmayan karı kocalar gibi olmuştuk. Çoktan merdivenlere gelmiştik, okulun bahçesindeki gölgelerden geçerek çıkışına ilerledik.
"Direkt eve geçiyorsun?" diye sordum. Çünkü benim eve uğramam lazım yoksa annem beni merak ederdi.
Kafasını salladı.
“Evet, eve gideceğim," saçını yana atıp yüz yüze geldik. Onun annesi de aynı benimki gibi biraz üzerimize düşkündü.
"Sen de mi eve?" Normalde çıkışta kalıp konu çalışırdık ama ben kalmayınca o da kalmak istemiyordu. Bu bizim artık neredeyse alıştığımız şeylerdi.
Kafamı salladım, "Aynen haberleşiriz."
Telefonumu gösterip onun tersi yöne doğru yürüdüm. Kolunu kaldırıp elini sallayınca ben de ona karşılık verdim.
"Ben geldim." Dedim kapıdan girer girmez, ayakkabımı elime aldım dolaba yerleştirebilmek için.
"Hoşgeldin, Anıl seninle gelmedi mi?"
Bıkkınca iç çektim.
Anıl…
Benim erkek kardeşim olurdu, kendileri.
Muhtemelen her ailenin başının belası olan o erkek çocuktu. Genelde benim başıma bela olurdu o da ayrı.
Okul başladıktan sonra hep ayrı gelirdik ama annem bunu kabul etmiyordu. Artık ikimizde okula beraber gidip gelmek istemiyorduk bu yüzden okul çıkışlarında onu beklemeden erken gelirdim o da arkadaşlarıyla biraz takılır öyle gelirdi.
Ben o gelene kadar çoktan yapacaklarımı bitirir öyle çıkmak istersem çıkardım.
"Ben tek geldim anne Anıl yok." Çantamı çıkarıp yere bıraktım. Okul formamı değiştirip lavaboda ellerimi yıkadım. Kolumdaki tokayla saçımı toplayıp mutfağa annemin yanına girdim.
"Erkencisin?" İşten bukadar erken çıkmazdı açıkçası merak etmiştim onu bu kadar erken çıkaran şey neydi. "Birşey olmadı, işim erken bitti."
"Aslı..." Dolaptan su almak için arkamı dönmüştüm. "Efendim?" Tezgahın üzerine elimdeki sürahi bıraktım.
"Kızım neden Anıl'ı beklemiyorsun? Beraber gelin, beden ayrı ayrı geliyorsunuz? Ya başına bir iş gelse, aynı okula gidiyorsunuz ama beraber niye gelmiyorsunuz?" Annem tezgaha yaslanmış, sorgulama moduna girmişti çoktan. Derin bir nefes aldım, "Anne kocaman adam oldu, ne bileyim belki benimle gelmek istemiyor yada okuldan arkadaşları var onlarla takılıyordur."
Doldurduğum suyu içip bardağımı yıkadım.
“Anıl istemese de sen kardeşini bekle, dünya, insanlar artık kötü, kimin ne yapacağı belli olmaz." Annemin kafada kuruntuları...
Kafamı salladım,
"Ben beklerim de o beni bekler mi bilmem anne." Deyip odama girdim.
Şimdi burayı toplamam lazımdı, her yer birbirine girmiş ayrıca dolabımda katlı kıyafetim kalmamıştı neredeyse.
Çantamı yerden kaldırdım içini bir güzel boşaltıp koltuğa koydum. Yerdeki kıyafetleri katladım, yatağımı topladım ders çalışıp kısa bir duşumu da aldıktan sonra neredeyse akşam olmuştu.
Banyodan çıkmadan önce havluyu saçıma doladım. Aynaya bakıp kaşımı, gözümü elimle düzelttim. Salondan Annemle babamın konuşma sesleri geliyordu. Babam ben ders çalışırken gelmiş Anıl'ı sorup oturma odasına gitmişti.
Anıl hep böyleydi, okul çıkışlarında ya arkadaşlarıyla takılır yada eve gelir birkaç saat sonra çıkar akşam 23.00' dan önce de gelmezdi. Haliyle ailem onun için endişeleniyordu. Okulda ders aralarında beraber oturup konuşurduk hatta bunu anneme anlatırdım ama klâsik Türk ailesi çocuğunun başına kötü bir şey gelsin istemiyorlardı.
"Anıl gelmedi mi?" Dedim, kapıdan içeri girmeden. Annem babamın koltuğunun altında babam ise anneme sarılıp televizyon izliyorlardı. Anıl'ın bu hallerine alıştıkları için fazla da üzerine gitmek istemiyorlardı.
Annem kaşlarını çattı, "Gelmedi.”
"O zaman ben de çıkıyorum, Anıl'a da bir bakarım." Babam kafasını salladı. "Cansel'le mi çıkıyorsun yine?" Cansel kimdi ve ben niye yine onunla dışarı çıkacaktım. "Cansel kim baba, Ceren mi diyecektin?" Babam aydınlanma yaşıyordu adeta. "O, o evet, neyse ne kızım... O kızla mı çıkıyorsun?" Dedi. Ben hep onunla beraber dışarı çıkardım ama babam sanırım bunun gereksiz bir bilgi olduğunu düşünüyordu.
"Evet baba." Dedim, sesim bıkkın çıkıyordu ancak içimden neredeyse kahkaha atmak gelmişti çünkü yıllardır arkadaşım olan kızın adını babam hatırlamıyordu ve sürekli her sorduğunda yanlış isimler söylüyordu.
“Çıktım be-," diye bağırdım ancak annem beni kesti. "Gitmeden mutfaktan kek al yiye yiye git yemek de yemedin." Dedi. Gözümü kırptım 'tamam' anlamında kapıyı kapadım, mutfaktan üzerinde küçük şekerlemeler olan kekten iki tane aldım, biri benim diğeri ise Ceren içindi. Ne demişler biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar.
Ben çoktan buluştuğumuz parka gelmiştim, cebimdeki çekirdek paketini çıkarıp masaya koydum, yolda gelirken marketten almıştım. Ceren’e mesaj attım, kola getirmesi hakkında. Bir Anıl’ı da arasam iyi olurdu. Arayıp en azından nerede olduğunu sorardım.
Hava o kadar güzeldi ki, yüzümü yazdan kalan son meltemler yalayıp geçti. Ağaçların uğuldayanp sesi insanın ruhunu dinlendiriyordu.
Oturduğum bankın içimi titrettiğini hissettim bir an. Kafamı kaldırıp gökyüzüne bakma isteğime karşı gelemedim, hava çok berraktı neredeyse bütün yıldızlar yazın gidişini uğurluyor gibiydi. Ciğerlerimi temiz havayla doldurdum, etrafımda ki aileler ve arkadaş guruplarının kahkahaları sanki beni daha da huzurlu hissettirdi. Telefonu ilk çalışında açtı.
"Anıl?" Dedim. Cevap vermesini umarak. "Noldu abla?" Ciğerlerimi olabildiğince temiz havayla doldurdum.
"Nerdesin Anıl, kim var yanında?" Dedim. Parkın girişinde Ceren’i görüp elimi kaldırdım beni görmesi için. Elimi gördüğünde gülümseyip koşar adımlarla yanıma geldi. "Kızlarlayım Aslıcığım, sen neredesin?" NE İSMİMİ Mİ SOYLEDİ, 'ABLA' DEMEK YERİNE. Yani Anıl'la ilgili en çok kızdığım şeylerden biriydi bu yaptığı, çok fazla şey vardı yaptığı ama benim
ondan büyük olmama rağmen hala ismimle hitap ederdi. "Anıl..." Diye dişlerimin arasında tısladım.
Ceren elindeki kutu kolaları çekirdeğin yanına koydu,ayağa kalkıp sıkı sıkı sarıldım.
"Neredeymiş?" Dedi Ceren laf arasında, telefonu kulağımdan çekip cevap verdim. " 'Kızlarlayım' diyor." Ceren bir anlık gafletle göz devirdi. O da alışmıştı Anıl'ın bu yalanlarına. Yalan diyorum çünkü gerçekten yalandı.
Büyük ihtimalle evin yakınında olan kafede arkadaşlarıyla oturuyordu çünkü nasıl biz Ceren’le parka gelip çekirdek kola ikilisini yapıyorsak Anıl da öyleydi ancak o biraz daha lüks takılırdı. Bazen hep beraber takılırdık orada ama bugün Ceren’le sakince oturmak istemiştik.
Eğer bu yalanı, yani 'Erkeklerle oturuyorum' ben deseydim çoktan anneme söylemiş ve annem de benim burnumdan getirmişti.
"Gel bak isterse-" demeden lafını kestim.
“Bak ablacım ben senin iyiliğin için söylüyorum şimdi takılırsın iyi güzel de yarın ne yapacaksın gelecek yıl sınava gireceksin biraz çalışsana böyle nasıl kazanacaksın?" Dedim, sitemle. Telefonun diğer ucundan bıkkınlıkla ofladığını işittiğimde sinirle gözlerimi devirdim.
"Sana da bir şaka yapılmıyor ha, kafedeyim her zamanki yerde arkadaşlarla oturuyoruz. Sen evde misin?" Dedi.
“Yok bende erkek arkadaşımla buluşmaya gidiyorum." Dedim. Ceren telefonundan kafasını kaldırıp bana baktı, sanırım ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Madem canım kardeşim benimle dalga geçiyordu bende onu biraz sinir edeyim. Anıl telefonda güldü.
"Sen?" Sesi sorgular gibiydi. Neden yani benim erkek arkadaşım olamaz mıydı? Gayet güzelim yani hayırdır..
Ama inanmamıştı, sesinden belli ediyordu.
"Evet, inanmazsan inanma hatta şimdi oraya geliyorum orada buluşacağız sende görürsün, böyle üzerinde siyah kapşonlusu var tek başına oturuyor beni bekliyor." Ceren kafasını salladı ' sen akıllanmazsın' gibi. Niye Anıl şaka yapabilir de ben yapamaz mıyım?
Bu işlerin kızı-erkeği olmazdı. "Abl-" sözünü kestim.
"Geliyorum hadi kapatıyorum." Ayy bu çocuğun aptallığı bir gün beni deli edecekti.
"Niye öyle dedin?"
Omzumu silktim. "O bana diyor ama Ceren, hep böyle yapıyor ben yapınca batıyor. Eve gidince bakalım yine yetiştirsin de görelim, bu sefer savaş ilan edeceğim." Dedim yarım ağız gülerken. "Aman iyi yaptın boşver kankam çıkarma tepene."
Parktaki çocuklar evlerine dağılıyordu, bazıları annelerinin elini tutmuş gitmemek için ağlıyordu.
"Aslı, keşke bizde kafeye gitseydik." Dedi, sistemle. Dudaklarını büzmüş ağlayan çocuğa bakıyordu, çekirdek poşetini açmak için almıştım ki telefonun çaldı. Çekirdeği geri koyup telefona baktım, şaşırmıştım. Telefonun ekranını Ceren’e gösterdim, aniden yerinde dikleşti.
"Açsana, bekleme." Dedi.
"Efendim?" Sesim sorgular gibi çıkmıştı. "Aslı koş kardeşini dövüyorlar!"
***
Bazen olmaması gereken şeyler olurdu, durduramazsın… zamanın durmasını istersin fakat elinden birşey gelmez gözümü açıp kapayıncaya kadar zaman akıp gidiyordu aynı suyun avuç içimden kayıp gitmesi gibi. Son yoktu, başlangıç düşüncelerimin ufuklarının eteğinde bana el sallıyordu, bekliyorum.. Bekliyorum çünkü ilerisini göremiyorum. Karanlıkta ancak fenerle ilerleyebilirdim ama o da, bende şu anlık bulunmuyordu. Nereden ve nasıl bulacağımı da bilmiyorum. Ben kendi yolumu bulamazken ileriyi gösterecek beni karanlıkta aydınlatacak feneri nasıl bulacaktım ki zaten. İçimde verdiğim savaşa kafa tutabilecek güç içimde yoktu. Zihnim bana karmaşık oyun oynuyordu, kuru sıkı kurşununu etrafa rastgele sıkıyordu. Elimi kendime siper ettim, içimdeki korkuyu öylesine hissettim ki iliklerimde sancılar vardı.
Ne demek kardeşimi dövüyorlardı?
“Cansu!” dudaklarım düğümlenir gibi oldu. “Ne oldu? Sakin ol.” Dedi. Nasıl? Nasıl sakin olabilirdim ki. Daha fazla duramadım, ayaklandım.
“Nereye?” Dedi, kaşları katılmış ağzımdan çıkacakları bekliyordu. “Anıl..” Hayatta ilk defa böyle birşey duyuyordum, koşar adımlarla hatta bazen koşuyordum. “Kavga…” diyebildim.
“Ne!” Diye ciyaklama duydum, o da ilk defa böyle birşeyle karşılaşıyordu. Yüzüm sanki her saniye olabilecekmiş gibi daha da geriliyordu. Nefes almakta zorlanıyordum, Ceren de peşimden geliyordu, nefes nefese kalmıştım ama yokuşu hızla çıkmaya devam ettim.
Sonunda vardığımda kafede kargaşa vardı, herkes birbirine girmişti. Koşturarak içeri girdim, Anıl'ı aradı gözlerim.
Uzun boylu adam elindeki sandalyeyi karşısındaki sarışın adama fırlattığını gördüm. Hayli şaşırdım.
Yan masada, “Ulan orospu çocuğu gördüm baktığını niye yalan söylüyorsun?” Dendiğini duydum. Ağzım açık kaldı. Masaların arasından geçerken kardeşime birşey olmamasını umuyordum.
‘Anıl seni geberteceğim!’ diye geçirdim içimden. Az ileride onu gördüm, ellerinde kocaman biri duruyordu. Evet şaka yapmıyorum kesinlikle. Çocuk öylece durmuş Anıl'a bakıyordu. Anıl biraz daha hırpaladı, kapşonlu sweatini çekiştirdi.
“Lan konuşsana! senin benim ablamla ne işin var!” Ne? Anıl kendine bir mezarlık beğensen çok iyi olur çünkü bu saatten sonra yaşayabileceğini düşünmüyorum. Kafedeki sesler yüzünden çocuğun ne dediğini duyamadım.
“Anıl!” Dedim ama beni duymamıştı. Bu çocuk neden böyle yaptı şimdi? Sabır çeke çeke, önümde kırılan bardaklara basmamaya çalışarak yanına vardım.
Arkadaşları kolundan çekse de Anıl’ın çocuğu bırakmaya niyeti yoktu.
“Anıl!” Diye yüksek sesle bağırdım bu sefer. Hem ben hemde karşı taraf nefesler içinde kalmıştı. Anıl'ı kolundan tutup çocuktan uzaklaştırdım.
“Sen ne yapıyorsun Anıl delirdin mi?” Kafede garsonlar kavgayı ayırmaya çalışıyordu. Garip sessizlik oluştu kısa bir an.
“Nerede kaldın abla? Biz de sevgilinle tanışıyorduk.” Dedi iğneleyici şekilde.
“Anıl.. Anıl.. sana inanmıyorum.” Dişimi sıkmaktan kırılacak gibi hissettim. Aptal bu çocuk, kısa bir an sabır dilendim.
Kafede sorun çıkaranlar bir bir dışarı çıkarılıyordu. Ben ne yapacaktım şimdi? Duyan herkes kafenin önünde dizilmiş içeride neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Kardeşimin kavga ettiği adama döndüm, bakmaya ancak fırsatım olmuştu. Anıl da hasar olmasa da karşımdaki adam için öyle diyemeyeceğim çünkü üstü başı dağılmıştı.
“Ben çok özür dilerim,” dedim adama mahcubiyetten bakamıyordum bile. “Ne özür diliyorsun abla ya?” Dedi. Hala konuşabiliyordu ya yani gerçekten sabrım azalıyordu.
Sabır.
“Kes şu sesini!” Ceren soluk soluğa ancak gelmişti. Ben artık nasıl koştuysam o bana yetişememişti. Adama baktım, yüzünde küçük sıyrık vardı.
“Kusura bakmayın ne olur, kardeşim normalde yapmaz böyle şeyler,” dönüp Anıl'a baktım.
“Ne olduğunu anlamadık!” Dedim.
Kaşları konuşmaya başladığımdan beridir çatıktı.
“Avukatıma anlatın derdinizi.” Deyip cebinden telefonunu çıkarıp bir numara tuşladı. Bir yandan da yürüyüp çıkışa ilerliyordu. Gitmesine izin veremezdim. Kardeşim başını yeteri
kadar belaya sokmamış gibi eğer giderse daha da belaya bulanacaktı. Cebimi yokladım sadece telefon vardı atarsam telefonum kırılır ayrıca adam daha beter olurdu. Etrafa baktım kırılabilecek eşya varmı diye fakat zaten hepsi kırılmıştı. Koşarsam düşerim bu sefer ben zarar görürdüm ya geri dönüp bakarsa?
Denemeye değerdi. Tam adımlarımı planlamıştım gitmeye hazırlanıyordum ki kolumdan tutuldu dönüp baktığımda, Ceren ‘yapma’ der gibi kafa salladı. Garsonlardan birinin “Polis nerede kaldı?” Dediğini işittim.
Annem ve babam, ikimize de çok kızacaktı.
“Ya bırak Ceren, gitsin sevgilisinin peşine.”
Elimde kalacaktı, sabrım taşıyordu.
“Anıl sen anlama özürlüsü müsün ablacığım? Benim adamla aramda öyle birşey yok!” ortalık yangın yeriydi adeta.
“Adam seni dava edecek.” Dedi Ceren. Yanımdaki tabureyi düzeltip oturdum, başım çok ağrıyordu. Ellerimi şakaklarıma koyup ovaladım.
“Nasıl,” Alık alık adama baktı. “Sen o adamı tanımıyor musun?” Dedi.
“Nasıl tabi gerizekalı, nasıl?” Cevap vermedim.
Başıma gelmeyen bir bu kalmıştı artık bu da olmadı demem. Kapıya döndüm, adam hala orada garsonla buraya bakarak konuşuyordu. “Babam, ikimizi de gebertecek.” Dedim.
“Abartma abla en fazla hapise girerim.” Dedi. Bir de karşıma geçmiş cevap veriyordu ya! Tam ona hamle yapmamla araya arkadaşlarının girmesi bir oldu. “Hala laylaylomsun! Lan adamı duymadın mı,” sonda sesimi kıstım sanki sır veriyormuş gibi. “Ne dedi?”
“Hapse girermiş en fazla, ulan sen hapsin nasıl bir yer olduğunu biliyor musun ki aptal çocuk!” Aklıma gelen her küfürü söylemek istiyordum. Sakin olmam lazımdı. “Anıl-” dedim. Tekrar konuşmak istedim. “Anıl!” ne diyecektim ki? Beni ne zaman dinledi ki sanki? Derdini annemle babama anlatsın!
Ah!
O hiç olmaz, kendi suçuna beni de dahil ederdi. İki ucu boklu değnek!
Çıkışa yürüdüm.
Adam kafeden çıkmıştı, elim ayağıma dolandı. Masaların arasından adama yetişmek için ilerledim. Ayaklarım cam kırıklarına bastıkça ezilip kırılma sesleri çıkarıyordu. Kapıyı ittirdim.
“Lütfen bekler misiniz? Bakın yanlış bir karar alıyorsunuz. Küçük bir çocuğun geleceği söz konusu.”
Dönüp bakmamıştı bile.
Kendini ne sanıyorsun?
Adam haklı, Aslı. Hiç kusura bakma ama benim kardeşim başına gelecekleri bu sefer hak etmişti.
En azından dinle beni, adam ilerledikçe peşinden gittim. Karanlık bastırmış sokak lambalarının ışığı arkamızda kalmıştı. Sersemledim, hangi ara bu kadar uzaklaşmıştım.
“Bakın lütfen avukatı yada polisi karıştırmayın kendi aramızda çözebiliriz.
”Nereye girmişti? Etrafıma bakındım.
Kolumdan tutulup arabanın arkasına çekildim. Çığlık atmak istiyordum ancak ağzımdaki el buna izin vermiyordu.
İrkildim.
Ağzıma kapanan buz gibi eller, zihnimde binlerce kaçış planı kurmama, kendimi tehlikeye karşı yapabileceğim şeyleri düşünmeye itiyordu.
Sırtıma çarpan göğüs, içimdeki korkuyu daha da harlıyordu.
Korku.
En son ne zaman bu kadar ölüme yakın olduğumu hissettiğimi düşündüm. Tehlike alarm veriyor olduğum yerden kaçıp gitmek istiyordum. Sesli şekilde nefes verdim, az ilerimizde bağırış ve hırpalama sesleri geliyordu.
Beni kendisiyle beraber oraya çevirdi, arabanın arkasına çömelmiş ne olacağını izliyor gibiydik.
Duraksayıp arkamdaki bedenin sahibine döndüm. O kadar yakındım ki yüzünü en ayrıntısına kadar hafızama kazımıştım.
Dudağının üstünde küçük ‘beni’ seçebilmiştim. Ben ona bakıyordum o ise az ileriden gelen seslerin sahibini izliyordu, uzun gür kirpikleri bakanın kalbine saplanır cinstendi. Gözleri hala karanlıkta seçilmiyordu.
Kavisli burnundaki çıkıntı yüzünde karakteristik durmuş buranın sahibi benim gibi bir edası vardı.
Kaşları çatık, aradaki çizgi uzun yolu andırırcasına uzayıp gidiyordu. Yüzüne dokunmak istedim fakat bu isteğim saçmalıktan ötesi değildi.
Kafamı çevirdim, aklım uçup gitti sanki!
Önümdeki kavgaya odaklanamıyorum.
Yana kaydım ondan uzaklaşmak adına.
Derince nefes alıp verdim. İki kişi kavga ediyordu ve sorun şuydu ki adamın birinin elinde silah vardı, sanki sopa varmışcasına durmadan sallıyordu. Etrafa ateş açarsa umarım bize gelmezdi!
Yüzünü gizlemişti. Kafasındaki kar maskesini de tanınmamak için takmıştı. Vahşi hayvan gibi duruyordu, sırtı dönük olmasa ve yüzünü görsem korkudan ölebilirdim. Biri çok yapılı kalın omuzları sert bir duruşu vardı diğeri ise karşısındaki adamın tersi çok cılızdı sarı saçlarını ve göz altındaki koyu halkaları aradaki bunca mesafeye rağmen net seçebiliyordum. Adam elindeki silahı diğerinin kafasına dayadı.
“Hah!” Elim istemsiz ağzıma kapandı.
“O… onu..” konuşamadım. Yanımdaki adam sessiz olmam için parmağını ağzına götürüp sus işareti yaptı.
Kafamı salladım, “Onu… öldürecek mi?” Diye fısıldadım.
Cevap vermedi, “Onu öldürecek! Hey.. Duymuyor musun?” Dedim sesimde korku kırıntıları vardı. Yabancı, sanki bir şey yapabilecekmiş gibi onu uyardım.
“Bişey yap. D-dur dur.” Sabır dilendi.
Korkuma yenik düştüm..
İşaret parmağını dudaklarına bastırıp şişt, dedi. “Sessiz ol, duyacak.” Geldiğimiz yöne baktım, kafeden çıkan insanlar rastgele dağılıyordu. Çoğu yere oturmuş patlayan yada kanayan yerlerini peçeteyle tutuyordu.
Çığlık atmam lazımdı ama ağzımı bile açmadım.
Silah zoruyla tutulan adama döndüm. Kendi araların bir tartışma vardı ama daha çok iri adam konuşuyor gibiydi diğeri öldürülmemek için yalvarıyordu.
Bu yaşananlar şaka olması için yalvarır kıvama gelmiştim. Umarım bu da Anıl’ın eşek şakalarından biridir.
Yerdeki adamın bakışları bir an beni buldu, içimde tarif edemediğim yumru oluştu.
Şuan ben ne yaşıyorum? Neden kalkıp gidemiyorum? Ayaklarım bana neden ihanet ediyordu?
Kardeşim dava edilmesin diye uğraşırken kendimi neyin içinde bulmuştum? Anıl, arkadaşları ve Ceren hepsi kafede kalmıştı.
Ya beni aramaya diye çıkıp onlarda buraya gelirse ne yapacaktım? Bir insanın hayatı bu kadar kolay alınamazdı…Artık aldığım nefesler yetmedi, elim boğazımda takılı kaldı.
Gözlerimi ayırmadan oraya baktım. Sonunda adam silahı kaldırıp diğerinin kafasına doğrulttu.
“Gözünü kapat.” Diye fısıldadı kulağıma. İkiletmeden yaptım dediğini, o anda tetiğe bastı, ellerim kulaklarıma kapandı.
Başımı yere eğip geçmesini, gitmesini bu yaşananların rüya olmasını istedim. Öldü.
Hayatımdaki diğer basit saçmalıklar gibi olmasını istedim. Yabancıya minnetimi hissettim, o anları hafızama kazımak istemediğimi farkettim.
“Sen?” Dedi. Soru sorar gibi, yabancı ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Silahın patlamasından sonra çığlık sesleri kulağıma geldi. Gecenin karanlığı bedenime örtü misali sarıldı.
“Aslı!” Tüylerim ürperdi, Ceren’in uzaklardan iç yakan çığlığını duydum. Bu zamana kadar kim hayatında cinayet görmüştü? Karşımda tam olarak gözlerimin önünde bedenin yok oluşuna şahit olmuştum. İç çekti yabancı, bütün havayı solumuş gibi bana kalmadığını hissettim. Evet sanırım deliriyorum.
Midem bulandı, kafamı bile kaldırıp bakamadım. Polis siren sesi kulaklarımda uğuldadığını duydum. Sesler kesik kesik, etrafımda karmaşa vardı. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Yüreğim ağzımda ellerim tir tir titriyorudu. Ben az önce cinayet görmüştüm..
Gözümün.
Önünde.
Cinayet…
Elimi kaldıracak gücü kendimde bulamayıp olduğum yere çöktüm. Yanımdaki adam ayaklandı, onu durdurmak için koluna tutundum. Ne olduysa o zaman oldu, içimdeki soğukluk hissi giderek arttı gözlerim gökyüzüne kaydı. İrislerim korkuyla alevlendi. Hayır şimdi olmaz…
Adamın elini kafamın altında hissettim.
“Hay sikeyim.”” Son duyduğum bu olmuştu.
Bu kocaman karanlığın ortasında aydınlığın özlemi beni yakıp kavurdu.
Sabah olmasını diledim. Lakin aydınlık benden nefret ediyordu, bir türlü çekemedim onu kendime sanki artık hep buraya hapsolmuşum gibi.
Topraklarım artık ne güneş ne de yağmur alıyordu, içimde birşey kırıldı. Paramparça, hepsini toplamak istedim lakin en keskin acı vereni elime çoktan batmıştı.
Elimin acısı bütün bedenimi kaplamış su gibi damlayarak çoğalıyordu aynı karanlığım gibi.
2 hafta sonra…
Tik…tak…tik…tak…
Küfrettim tüm bu yaşananlara, iki haftadır KOSKOCA İKİ HAFTADIR hayatım mahvolmuştu. Yaptığım rutinlere artık uymuyordum. Yatağımı toplamıyor, ders çalışmıyor, kimi zaman konuşmuyor kimi zaman yemek bile yiyemiyordum.
Geçen her dakika sırtıma tuğla örülüyordu. Haftada beş gün okula gidiyor diğer günler ise hasteneye gidiyordum. O günden sonra benim için her şey daha farklı olmuştu.
Gözümü hastanede açmış, gün boyu kusmuştum. Kimseyle konuşmamış benimle konuşmak isteyen polislere bile sinir krizi geçirmiş hastane odasındaki eşyaları fırlatmaya başlamışım. Zihnimde bu anlara dahil, hiç bir şeyi hatırlamıyordum.
Neyseki fazla olay çıkmadan sakinleştirici verilip uyumuşum.
Yaşadıklarım basit değildi, kimse bunun aksini iddaa da etmiyordu zaten. Hastaneden taburcu olduğum günün akşamında polis memuru ile evde bunu uzun uzun konuşmuştum.
Şimdi ise yatağımda duvar saatimle bakışıyordum. Elimden hiçbir şey gelmemişti, kahretsin en azından polisi arayıp daha erken gelmelerini sağlayabilirdim yada ne bileyim? Dikkatini dağıtabilir, önüne dal parçası fırlatabilirdim, etraftan yardım isteyebilirdim.
Gözlerim doldu, pencereden dışarı uzattım kafamı. Gökyüzü, içimde yaşanan fırtınayı hissetmiş gibi kendini güneşe küstürmüştü. Babam kapıyı tıklatıp odama geldi, elinde bir bardak su ve sakinleştirici ilaç vardı. Sahi o geceden sonra ne çok sakinleştirici kullanmak zorunda kalmıştım.
“İlacını getirdim.” Gökyüzünde yıldırım süzüldü.
Kendim gidip içebilirdim ama babam kendisinin doktor olduğunu ileri sürüp kendi getirmeye karar kılmıştı, belki de intihara kalkışacağımdan korkmuştu? Bir keresinde hastalarının böyle durumlarda intihara yatkın olduğunu ağzından kaçırmıştı. Kafamı ağır ağır salladım, aramızda sessizlik giderek koyulaştı.
“Aslı,”diye söze başlayıp derin nefes alıp verdi.
“Artık hafta sonları dershaneye değil de terapiye gideceksin, gördüğün şeyler bir insanın hayatta karşılaşacağı en nadir olaylardan, bu yüzden aksatmanı istemiyorum.” Otoritesi ışıldayan demiri bile pas tutturur cinstendi.
“Olur.” Dedim. Başka ne diyebilirim ki? Babam haklıydı böyle devam edersem yakında delirebilirdim. Zihnimin boş olduğu her an ama her an o görüntüler aklıma geliyordu. Adamın o bakışları gözümün önünden bir an olsun gitmiyordu.
“Annen yemeği yakında hazırlar, seni sofraya bekliyoruz.” Cevap vermedim. Kapıyı kapatıp odadan çıktı. Midem bulanıyor yemek yemek dahi istemiyorum. Ağzıma kaşığı değdirdiğim anda midemde biriken renkli sıvılar gerisin geri çıkıyordu. Kendimi zorla bir şeyler yemeye zorluyordum, en azından yaşamsal fonksiyonlarımı devam ettirebilecek kadar.
Odanın kapısı tıklatıldı, yattığım yerden doğruldum. Sakinleştiricinin dozunun az olduğunu biliyordum ancak yine de uyku yapıyordu. .
“Abla?”
Kapıya baktım. “Efendim Anıl?” Yanıma, yatağın ucuna oturdu öyle ki şu sıralar hiç sorun çıkarmıyordu. Üstümde kısa kollu tişörtümü çıkarmadan dolaptan aldığım sweati geçirdim.
“Yemek yiyeceğiz şimdi,” ayaklarına odaklanmıştı. Halinden belliydi ki, bunun için gelmemişti yanıma.
“Çıkar ağzındaki baklayı.”
Gözünü daldığı yerden kaldırdı, iki hafta geçmesine rağmen hala yüzüme bakmıyordu. O adam avukata gitmedi hiç şikayeti olmamıştı bile. Ben o günden sonra onu hiç görmemiştim uyandığımda sormuştum nerede olduğunu fakat orada yoktu. Hiç olmamış gibi.
“Özür dilerim, öyle yapmasaydım yani kavga çıkarmasaydım eğer şuan böyle olmazdın. Hepsi benim yüzümden.”
Yanına yaklaştım, kollarımı kafasına dolayıp göğsüme yasladım. “Senin yüzünden değil tabiki. Kendini suçlu hissetme sakın.” Dedim. Herkes kendi yolunu seçerdi ve bende öyle yapıp onun peşinden gitmiştim. Dudaklarım kıvrıldı bu sözlere.
“Ben istediğim için oldu, yani burda bir suçlu varsa o da benim.”
“Sen böyle konuşunca kendimi daha kötü hissediyorum.” Deyip güldü. Kafasına şaplak attım.
“Bu halde bile dalga geçiyorsun ya, pes artık!”
“Şimdi ne olacak?” Omzumu silktim. “Hiçbir şey.” dudaklarımı büktüm.
Kazağın kollarını avuç içime hapsettim. Anıl ayaklanmıştı peşinden bende. Adımlarımı bilinmezlikler takip ediyor gölge misali peşimdelerdi. Annemle babam sofrada karşılıklı oturuyordu konuşuyorlardı ama ikimiz gelince kelimelerini bıçakla kesmişlerdi. Hayatın
anlamı neydi sahiden? Kimine göre para, şan,şöhret, bilgelik hangisiydi sahi… bizlere ne kalır bu anlam arayışında?
“İyi akşamlar” karşılıklı yerlerimizi aldık sofrada. Kimseden ses çıkmadı yalnızca kaşık çatal sesleri vardı. Sanki ölüm sessizliği.
“Bugün daha iyi misin?” İyi kafamı salladım.
“Evet.” Babam kaşını kaldırdı. Annem, kendinden emin bir sesle, “Daha iyi olacaksın kızım merak etme.” Umutluyum. Kafamı salladım.
“O gün gitmenize izin vermeseydim eğer bunlar başınıza gelmezdi. ikinize de.” Bakışlarını bana çevirip konuşmaya devam edecekti fakat babam sözünü kesti. “Senin suçun yok, böyle olacağını ikimizde bilemezdik. Hafta sonu randevuları aksatmadan gidersen eğer daha iyi olursun. İnsanlar bundan daha kötüsünü atlatıyor. Bizde sana yardımcı olacağız merak etme senin arkanda ailen var.” Dedi, konuşmasının sonu bana aitti. Cam fanus içindeki deney faresinin ne hissettiğini sanırım böyle zamanlarda anlıyordu insanlar. Herkesin kendini suçlaması avuntuydu çünkü böyle kendimi baskı altında hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.
“Senlik değildi anne üzerine alınma lütfen.” dedim.
Gözleri dolmuştu ona bakınca benimde zaten akmayı bekleyen birkaç damla yaş süzüldü. Kimsenin suçu değildi. “Evet. Yemeğimizi yiyelim.” Babam konuyu değiştirmek ister gibi koştu. Anıl konuşulanlara katılmıyordu masadaki herkes gibi kendini suçluyordu. Bize bakmıyordu bile, kafasını tabağına dikmişti, hepimizin yemekleri tabaklarda yarım kalmıştı.
***
Annem dudaklarını büzüp kafasını yana yatırdı. “Sorun olduğunda ararsınız.” Sonunda evden çıkabildik. Annemi ikna çabalarım sonunda sonuç verdi. Hava bugün kapalıydı adeta yağmur alarmları çalıyordu. Okula hep yürüyerek giderdik. Bazen babam arabayla bırakırdı ama bizden önce işe gittiği için çoğu zaman yürürdük. “Susadım.”
Kafamı çevirdim.
“İç.” Baştaki harfi uzatıp kafamı salladım.
“Yanımda su yok,” sabır dilercesine elimi saçımın arasından geçirdim. “Sende var mı?”
“Ben suyumu kantinden alıyorum ya Anıl. Nasıl olsun yanımda?” İlerdeki marketi işaret ettim.
“Açık mıdır?” Gösterdiğim yöne döndü. Çanta zaten ağırdı, omuzlarım iflas etti.
“Açıktır, gidelim.” Neyse ki yolumuzun üstünde. Küçük dükkanda dizilen malzemeler yüzünde daha da küçükmüş gözüküyordu.
“Sen al ben bekliyorum seni.” Dedim. Çok fazla uykum vardı, sakinleştirici ilaçlardan dolayı uyku problemi de ortaya çıkmıştı. İşe yaraması iyiydi yoksa ayakta bile zor kalırdım. Etrafta nereden geldiği belli olmayan bir duman kokusu vardı. Etrafa bakındım, arabalar gelip geçiyordu. Bu saatler işe gitme saatleriydi o yüzden yoğundu buralar.
İlerde ışık tabelası vardı, kırmızı yanıyordu. Bütün arabalar sırada yeşilin yanmasını bekliyordu. En arkaya yeni gelenle birlikte tam tamına sekiz araba olacaktı, gelen araba gitgide yavaşladı.
Önündeki arabanın tamponuna yakındı. Yeşil yandı arkada bekleyen arabalar kornaya bastı fakat birinin kornası kulaklarımı daha çok tırmaladı. Küfretmek adına yüzünü görmek istedim. Baktığımda yolcu koltuğunda aşina olduğum biri vardı. Siması çok tanıdık geliyordu, ilerleyen arabalarla o da gaza yüklendi.
Bakışları içimdeki korkuyu kıvılcımladı.
“S-sen..” döküldü dudaklarımdan.
Adımlarımı arabanın arkasından ilerlettmeyi başardım bu sefer. “H…hey bekle…” diye bağırdım.
“Abla!!” Diye bağırış duydum.
Anıl?
Anıl’ı unuttum…
***
Açığa çıkarılamayan duygular en sonunda patlar ve etrafı yakıp yıkar. Gizlenen duygu ne kadar büyükse etkisi de o kadar olur ancak küçük duyguyu ne yaparsan yap sonunda kişiye en acı veren o olur. Binlerce küçük duygu zamanla yürekte kocaman dağların yamaçları gibi aşılamaz tümsekler oluşturur,aşılmaya kalkıldığında sonu hüsran, keskin tramvaya neden olur. Yaşanan hayatın anlamsızlığı ve çaresizlik bitip tükenmeyen yeni istekler bizlere göre olması gereken bu muydu yani? Onca potansiyel arasında seçtiğimiz yol ne kadar doğruydu? Halbuki daha kendi yaşantımıza dâhi kontrol sahibi olamıyorken bizlerdeki kontrol çabası neydi? Sahiden kendimizi kime kanıtlamak için bunca eziyete katlanıyorduk? Hayatı daha basit yaşayamaz mıydık? Bütün çözüm yollarını tüketip niçin üretmek için çaba göstermiyorduk? Kalbimizindeki o ışığı gün yüzüne çıkarmak yerine neden hala en derinde saklıyorduk? Hala neyi bekliyorduk?
Bedenim ürperdi, başımdan aşağıya bütün bedenim titredi. Okula adımımı attığım andan itibaren ürperip duruyordum, ilk dersin bitmesine az kalmıştı. Zilin çalmasını bekliyordum halletmem gereken işler vardı.
Hep yaptığım gibiydim.
Her zaman olduğum gibi.
‘Sanki gözümün önünde masum biri öldürülmemiş,’ hayatıma devam ediyorum. Sanki elimden ne gelirdi? Zil çaldığında sınıftakiler ayaklanmıştı çoğu ilk ders olduğu için uyuyordu. Sıradan kalkıp elimdeki kitapları toparladım ve sıranın altına koyduğum ‘hocanın derste fotokopi çektirmem için verdiği' testleri aldı. Fotokopi sınıfı alt katta kütüphane ile yan yana bulunuyordu.
Merdivenlerde ki çiçekler her sabah sulanırdı, bazen koşan çocuklar yüzünden düşseler de çoğu zaman çok sağlıklıydılar. Bu okulu seçmemdeki en büyük sebeplerden biri de babamdı, uzun soluklu araştırmalar sonucunda koca listede yalnızca bu okul kalmıştı.
Dört tarafı çevrili ortasında ise kocaman ortak alanı bulunuyordu, ülkenin sayılı okulları arasındaydı.
Okul bahçesinin dört tarafı da çevriliydi fakat giriş ve çıkışlar çift olarak yapılırdı, ilk merdivenden girişler ikincisinden ise dışarı çıkışlar yapılırdı. Okulun çok katı kuralları bulunurdu; kimse kendinden büyüğe abi-abla demeden konuşamaz büyük olansa gerekmedikçe kendinden küçük sınıflarla ilgilenmezdi.
Okul asla formasız öğrenci göremezsiniz çünkü kimse günlük kıyafetlerle ‘her ne olursa olsun’ alınamıyordu.
Okul formamız mavi takımdan oluşuyordu. Kızlarda erkeklerde gömlek giymek zorunda, üzerinde mavi ceket, pantolon olarak kumaş mavi tercih edilmişti. Kız öğrencilerin kurdele, erkek öğrencilerin kravat takması zorunluydu. Ceketimi düzelttim, kolumdaki küçük tozu elimle kovduğumda tanıdık bir seslenme işittim.
“Pişt, nereye gidiyorsun dalgın dalgın?” Öylesine yürüdüğümü düşünmüştüm. Ağzı kulaklarına varıyordu, neye sevindi kim bilir? Geldiğini bile anlamamıştım.
“Fotokopi odasına gidiyorum, gelsene.” yüzü düştü.
“Çok sürer mi?” Dedi. Benimle beraber yürüyordu. Bu merdiveni de tamamladıktan sonra karşımıza çıkacaktı. Elimdeki kağıtları gösterdim.
“Üç kağıt, on yedişer tane çekilecek,” dudaklarımı büzdüm. “Biraz,” iki parmağımın arası açık işaret ettim. “uzun sürebilir.” Dedim.
İç çekti. “İyi bende geleyim, sana yardım ederim.” Dedi. Kafamı salladım. Sırtım ona dönüktü, “Birşey mi oldu? Hayırdır.” Dedim.
Kağıdın birini fotokopi makinesinin içine yerleştirdim bir yandan. “Sınıfa yeni biri geldi,” diyip cıvıldadı. “Acayip yakışıklı görmen lazım, yeşil yeşil gözleri bir bakıyor görsen dibin düşer.”
“Yemin et.”
“Yemin ederim boş olsaydın seni de tanıştıracaktım.” Dedi. Aramızda kısa sessizlik oluştu. Ona döndüm “Yalnız bırakmasaydın kurtlar kapmasın sonra.” çatılan kaşları düzeldi şapşal tavır takındı. Eli havada salladı, “yok yalnız bırakmadım Samet var yanında.”
Samet bizim yakın arkadaşlarımızdandı, okulun çoğuyla etkileşimi vardı. Kendinden yaşça küçük sınıflara abi muamelesi yapar okulun goygoyu ondan sorulurdu. Bir erkeğe göre fazla kırılgan yapısı vardı ve ayrıca oldukça güvenilir en artı özelliği bu olsa gerek verdiğin sıralar onunla mezara kadar giderdi, neşeli etrafına gülümsemeyi yayardı.
Gözlerindeki çocuksu parıltı arka sokaktan görülürdü. Ona döndüm,elimde sıcak kağıtları sıraya bırakıp ikinci kağıdı aldım. Ceren, son kağıdı çektirip yanına bıraktı, geri geri gidip masanın üstüne çıkıp oturdu. Tekrar arkamı dönmek zorunda kaldım, kağıdı makinenin arasına sıkıştırdım.
“Ama Aslı görmen lazım çok kibar birisi,” insanlar göründüğü gibi çıkmayabilir. Omuzlarımı silktim. ‘Hadi ya?’ dercesine dudak büktüm.
“Yanına taşımak için gittiğimde bana ne dedi biliyor musun?” Elini diğer elinde göğsüne koydu. Kaşlarımı çattım.
Düşündüm,“Ne dedi?” Saçını işaret ettim.
“Evet,” kıkırdadı. “Saçımın renginin ne kadar güzel olduğunu söyledi.” kahkaha attım.
“Bu o mu dersin?” Diye imada bulundum. Ayaklandı, “Sanmıyorum bence kibarlık olsun diye dedi.” Dedi. Kaşlarını çatmış sesinde şüphe hakimdi. İşim bitince masadaki diğer fotokopilerle birlikte bütün kağıtları toparladım.
Peki anlamında omzumu silktim. “Ben artık erkeklere güvenmiyorum her zaman sorun çıkarıp ilişkinin güvenini-” ellerimi kaldırıp onu susturdum.
“Herkes aynı değildir.” Dedim. Yalandan sistemle.
“Ya bırak daha geçen kimseye güven olmaz diyordun.” tehditkar bir şekilde gülümsedi, cebindeki telefonu çıkarıp saate baktı. Omuz silkip cevap vermeyi reddettim. “Zil çalacak şimdi diğer tenefüste hazır ol tanışıyoruz.” Kafamı ona çevirdim, yüzüm düştü. Kimseyle tanışacak gücü kendimde bulamazdım. Sahte gülümsemelerden de artık sıkılmıştım.
“Ben gelmesem?”
Kızgınca bana döndü. “Olmaz!” Dedi. Adeta haykırışı odada yankılanmıştı.
“Ne demek olmaz? gelmeyeyim sınıfta oturur soru çözerim.” Dedim bıkkınca.
“Olmaz işte Aslı, iyice inek olduk. İki insan yüzü görelim hadi.” o kadar sevimli görünüyordu ki onun yanaklarını sıkmak istedim. Dudaklarını büzdü, çoktan geldiğimiz gibi yukarı çıkmıştık. Merdivenin son basamağını çıktıktan sonra kendi sınıfını işaret etti, tam bu sırada zil çalmıştı. Şükrettim.
“Kısmet değilmiş.” Dedim kollarımı indirip kaldırdım.
“Diğer tenefüste kaçış yok geliyorsun.” Dedi. Tenefüse çıkanlar koridoru dolduruyordu. “Çok yorgunum,” deyip dudaklarımı büzdüm. “Siz kaynaşın beni sonra tanıştırırsın.” Dedim. Anlayışlı olmaya çalışıyordu, yüzü düştü. “Peki o zaman.” elimi salladım, artık sınıfa gitmem gerekiyordu. “İyi dersler,”
“Sana da.”
Fotokopileri kollarımın arasında sıkıştırdım. Çok uykum geldi, bıraksalar derse girmek yerine uyurdum ama hayattan beklentim çok yüksekti şimdi uyursam ne yazık ki gelecekteki ben sonsuza kadar koca bir boşlukta yaşardı ve bunu kendime yapamazdım. Bazı sorunlarla yüzyüze savaşmak gerekebilirdi, şuan olduğu gibi. Okuldan çıktığım gibi karakola gidip suçlunun yakalanıp yakalanmadığını sormaya karar verdim.
Olanlardan sonra her şeyden kaçtım ama bu yaptığım yanlış değil miydi? Gelecekteki ben’e haksızlık değil miydi bu? sonsuza kadar kaçamayacağıma göre kendime çeki düzen vermek zorundayım. Benim gözümün önünde birisi öldürüldü, tamam kolay değildi ancak bunu ona yapan adam hala elini kolunu sallaya sallaya dışarıda geziyordu. Nasıl bu kadar acımasız olabilirdi aklım almıyordu, birinin canını almak tek bir kurşuna bağlıydı. Onun adama yalvarışlarını kendi kulaklarımla duymuştum, peki o nasıl bu kadar acımasız olabilirdi? Ya adamın bir ailesi varsa ve ona bakması gerekiyorsa, çocukları ve eşi ortada kaldıysa? Bunun cezasını hangi yargı verebilirdi ki? Çocuklar sonsuza kadar babasını göremeyecekti... Elimdeki kağıtları masaya koyup sırama oturdum, kafamı sıraya koydum ellerimi kafamın üzerine masaj yapabilmek için koydum. Esnedim, hayır şimdi uyumamam lazım. Omzumu silktim, dersin hocası gelene kadar gözlerimi dinlendirecektim sadece.
Hayattan bize gönderecek bir kahraman bekliyorduk fakat ya o kahraman bizsek ve elimizden ne geliyorsa yapmıyorsak elbette ki adamın kimsesi olmayabilir, peki bu onu öldürülebilir yapıyor muydu? Hayır. Ben kendi kahramanım olacağım. Bana sorulan amansız yığınla sorulan soruların beni boğacağına inandığım tüm soruları cevaplamak için karakola gidecektim. Gözümü sıkıca kapattım. Gerekirse sorulan soruları tekrar tekrar anlatacak polisleri bıktırana kadar o merkezin önünde yatıp kalkacağım ama yeter ki katilin yakalandığını göreyim. Son düşündüğüm şey okul bittikten sonra karakola gidecegim olmuştu, zihnim yine içerideki karmaşasında kayboldu. Toparlamam uzun sürerdi, içine kimseyi sokmamam lazımdı yoksa o da içindekiler gibi kargaşaya karışıp giderdi.
***
Biri koluma çarptı. Nasıl, nerdeyim? Beynim uyuşmuştu. Kısa süreli şok atlattıktan sonra sınıfta olduğumu görünce rahatladım. Sıraya öyle bir yatmışım ki kolum uyuşmuştu.
Ellerim kafama gitti, esnedim. Başım çalıyordu sanki çok uzun süre uykusuz kalmış gibi sersem hissediyorum. Acaba beynimi çıkarıp kucağımda taşımak nasıl olurdu?
Kesinlikle su sıralar kötü bir fikir değildi. Duvar saatine baktım ardından etrafta gezindi. Gözlerim sonuna kadar açıldı. Bu saate kadar uyuduğuma inanamıyorum, sabah evden çıkmadan önce ilacı içmeseydim uyumazdım. Bütün işlenilen yerleri kaçırmıştım.
Doktoruma bu konu hakkında danışmam gerekiyordu, bütün dersler boyunca gerçekten uyumuş muydum? Bütün konuları kaçırdım, şimdi hepsini kendim çalışmak zorundayım. Neden kimse uyandırdı? Ya da denediler uyandırmayı fakat çok derin uyuduğum için ben uyanmadım.
Sabır dilene dilene çantamı toparladım, oturduğum yerden kalkıp kırışan ceketimi düzelttim. Çantamı da koluma taktım. Saçlarımdan parmaklarımı geçirip taradım en azından şimdi az önceki dağınıklığından iyi duruyordu. Uyuyakaldığım için sınıftan ve hatta koridordan da en son ben çıkıyordum, telefonumu cebimden çıkarıp Anıl'a beni beklememesi hakkında kısa mesaj attım. Neden beni beklememesi gerektiğini sorduğunda ona ‘arkadaşlarımla soru çözümüne kalacağım,’ demiştim. İlk başta ‘seninle kalayım demişti,’ normal şartlarda olsa kabul ederdim ancak şimdi bu pek mümkün görünmüyordu. Ona benimle kalmasının sıkıcı olduğunu söyleyip ikna etmiştim, direkt eve gidecekti, bense planıma doğru kararlı adımlarla.
Okulun bahçesinde oturan arkadaş grubuna kaydı gözüm, ne kadar da teleşsızlardı. Konuştukları konu her neyse oldukça komikti galiba çünkü bahçede kahkahaları yankılanıyordu. Aylar öncesine kadar Ceren’le bende böyleydik, kendimize gidebileceğimiz şeyler bulurduk. Yüzümde maziye yönelik tebessüm oluştu, şimdi ise okul nerdeyse bitecek asıl hayatım olan üniversite başlayacaktı.
Aylardır ‘lisede olduğu gibi’ babamın hazırladığı koca bir liste vardı, ülkedeki en iyi üniversiteleri niteliklerine göre sıralanmıştı. Okulun önündeki taksiye elimle işaret edip bindim.
Babam doktor olduğu için benimde benzer mesleklerde bulunmam gerektiğini söylerdi, bense daha kararımı veremediğimi ve bunun için çok erken olduğunu söylerdim bu yüzden babamdan çok kez azar işitmiştim. Daha hayat hakkında tecrübem yokken benden nasıl bir meslek seçmemi isteyebiliyorlardı.
Kendime güvenim tamdı ben eninde sonunda bana uygun bir meslek seçeceğimi zaten biliyordum ama şuan bu aceleye gerek yoktu.
Sınava aylar vardı şimdi bunları düşünüp zaten yeteri kadar olan stres seviyemi yükseltmek istemiyorum. Ağaçların dalları rüzgardan dolayı birbiriyle dans ediyordu adeta, gökyüzü, hava kararmaya başladıkça kendini çiçek misali kapatıyordu.
Yollar, işten çıkan arabalarla doluydu genelde bu saatler okul çıkışıyla çakışırdı, kısa trafiğin ardından korakolun önüne varmıştım, parayı ödeyip taksiden indim, yağmur çiselemeye başlamıştı.
Üstümdeki formama sıkı sıkı sarıldım rüzgar estiği için üşütmek istemezdim. Dışarıda olan polislerden birkaçı dönüp bana bakıyordu ardından kendi işlerine geri dönüyordu, sanırım bir lise öğrencisinin buraya ne yapmaya geldiğini merak etmişlerdi. Karakolun önünde dizili onlarca polis arabasından birinden yeni suçlu indi, elinde demir kelepçe vardı. Kafası ise yere eğikti bu yüzden yüzü net seçilmiyordu.
Kollarından giren polislerle hızla yanımdan geçip benden uzaklaştılar. Yanımdan geçmesi bile tüylerimi ürpertmişti.
Şimdi yapmam gereken şey gözüme korkutucu gelen bu merdivenlerden çıkıp evime gelen ve benimle konuşan o kadın polisi bulmaktı. Kendime olabildiğince sarıldım, burada bulunmam ne kadar doğruydu? Ya birazdan katili kapıdan içeri sokarlarsa ve ben onunla karşılaşmak zorunda kalırsam. Ömrüm boyunca unutamayacağım çok büyük bir tramva kalırdı. Kafamı salladım. Bulunsaydı şimdiye kadar çoktan bulunurdu.
İçeri girdiğimde hemen önümdeki soru sorabileceğim alana ilerledim. Önce sakin olmam lazımdı böyle sanki ben cinayet işlemişim de itiraf etmeye gelmiş gibi halim vardı adeta. Karşımdaki polis olabilirdi ancak o da benim gibi bir insandı. Yaklaştım ellerimi önümde kenetledim.
“Merhaba iyi günler ben bir polis memuruna bakmıştım. Böyle kısa siyah saçlı, hafif orta boylu bir kadındı.” İsmini hatırlamaya çalıştım. O gün evime geldiğinde ismini söylemişti ama hafızamdan silinmişti adeta.
“İsmi aklıma gelmiyor ama sanki Öykü komser demişti bana.” Bekleyen kadının kaşları çatılı sonra aydınlanmış gibi kaşlarını kaldırıp gözleri açıldı.
“Özge komiser mi?” Dedi. “Evet.. evet o.” dedim kesik kesik.
“Neden arıyorsun onu?” Diye sordu. Sesinde şüphe kırıntıları hissediliyordu.
“Bir vaka hakkında bilgi vermek için gelmiştim ona, çok kısa sorup gideceğim zaten fazla vaktini almam.” Dedim.
“Peki, bekle ben bir arayıp sorayım,” eline kablolu telefonu alıp birkaç tuşa bastı. “İsmin ne?”
“Aslı Koçer.” Dedim. Kafasını salladı, “Komserim iyi günler. Aslı Koçer adında genç bir hanımefendi sizinle görüşmek istediğini söyledi… peki… tamam… tamam Komiserim. Size de.” Diyip telefonu kapattı. “Siz isterseniz oturun, hemen geleceğini söyledi.”
“Tamam teşekkür ederim, iyi çalışmalar.” Dedim. İşaret ettiği yere oturdum.
İyi yanından bakalım, en azından yukarı onlarca merdiveni çıkmak zorunda kalmamamıştım. En azından yukarı çıkmak zorunda kalmadım. Her saniye yeni insanlar gelip yukarılara çıkıyorlardı. Bazıları takım elbiseli bazıları üstü başı çamur içindeydi, gördüğüm hayatlar arasında uçurum kadar fark vardı. Çok fazla polis aşağı inip yukarı çıkıyordu, merkezde genel olarak koşturmaca hakimdi. Bazı polislerin telsizlerinden yeni ihbar bildirimleri geliyor aceleyle polis arabalarına binip gidiyorlardı. Neredeyse tüm polislerin silahı vardı. Acaba içinde kurşun da bulunuyor muydu?
Telefonum cebimde titredi, elimi cebime sokup aldım. Ekrana baktığımda koskaca ‘Annem arıyor.’ yazısıyla karşılaştım. Ne yapmalıyım? Açsam yalan söyleyeceğim açmasam eve gidince azar işitecektim. Çok bekletmedim çünkü yalan söylediğini anlardı. Gözlerimi kapatıp derin nefes aldım açıp kulağıma götürdüm. Gözlerim oturduğum yerden her yerde gezindi, kasvetli hava tüm karakolu sarmıştı.
“Alo anne?” dedim sesim telaştan uzak.
“Aslı neredesin kızım? Anıl'la gelmemişsin?”
“Okuldayım anne, ben Anıl'a söyledim soru çözeceğiz diye. Merak etme işim bitince direkt eve geleceğim.” Dedim. Onu merakta bırakmak istemiyorum çünkü yalan söylediğimi, arkasından iş çevirdiğimi anlayabilirdi.
“Keşke eve gelseydin, evde çalışırdın.” Dedi sitemle. Omuzlarım düştü, içim ısındı. “Merak etme anne geç gelmem.” Dedim. “Tamam dikkat et, kimseye güvenme. Çıktığında ara baban alsın.” Dedi.
“Anne ben kendim gelirim. Akşam yemeğine yetiştirim hatta erken bile gelirim.” yanımdan geçen polisin telsizinden yeni bir ihbar yankılandı. “O ses ne, biri mi var yanında?” Batırdım herşeyi elim saçlarıma gitti.
“Yok anne hoca soruyla ilgili bilgi vermişti kapatmam lazım.”
“Tamam hadi bakalım, dikkat-” sözünü kestim.
“Dikkat ederim; tamam kapatıyorum, öptüm seni çok çok.” Dedim.
“Ben de seni öptüm.” Dedi. Derin nefes aldım.
Sonunda diğerleri gibi polis üniformalı aradığım kişi yanıma geldi. Kısa saçları sanki sürekli yeni kesilmiş gibi kısacıktı.
“Merhaba.” Deyip elimin tekini kaldırıp indirim.
“Selam, kendini daha iyi hissediyor olmalısın.”
Kafamı salladım, “Daha iyiyim teşekkür ederim.” Ayağa kalktım kendim çeki düzen verdim. Elimi uzatıp kendimi tanıttım. “Aslı.”
Elimi sıktı, “Biliyorum Aslı, ismim Özge. Daha önce evine de gelmiştim ama yine de memnun oldum. O gün iyi değildin, daha iyi olduğunu görüyorum.” Dedi. Geçiştirmek istercesine kafa salladım. Hemen konuya girmek, detayları öğrenmek istiyordum. Yoksa içimdeki belirsizlik hissi beni yok edecek dereceye ulaşacaktı.
Eliyle dışarısını gösterdi ilerlediği yerden onu takip ettim.
“Sizi rahatsız etmek istemezdim ama bu belirsizlik beni çok yordu, katil hakkında bir gelişme yaşandı mı?” Dedim. Gözlerindeki karamsarlıkta boğuldum. ‘hayır’ der gibi sanki etrafa bakındı.
“Şimdilik araştırıyoruz, hâlâ devam ediyor. Çok fazla bilgi veremem sana ama şunu söyleyebilirim adamın arkası kalabalık duruyor. Yani tek kişinin yapacağı şey değil bu." Şaşırdım, yüzüm gerildi duyduklarıma.
“N- nasıl yani? Cinayeti başka biri yaptırmış olabilir mi diyorsunuz?” Bilemem anlamında omuz silkti.
“Dediğim gibi hala araştırıyoruz kesin birşey söylemem doğru olmaz fakat öyle görünüyor.” İnanamıyorum bu adam ne yapmış olabilir de peşine kiralık katil taktırmıştı!
Belki de aylardır adam peşindeydi o yüzden bu kadar çökmüş görünüyordu gözlerine baktığımda. Hayali belirdi zihnimde adamın bacağına yapışıp yalvarışları geldi gözümün önüne. Bir damla yaş süzüldü. Uzaklara daldım. Oturduğumuz bankın soğuğu içimi titretti.
“Benim yapabileceğim birşey varmı? Bir an önce yakalanıp ait olduğu yere gitsin istiyorum.”
“İnan bizler bunun için uğraşıyoruz, sen zaten yapman gerekeni yaptın. İfadende anlattığın çoğu detay bizi elimizdeki bilgilerin çok daha fazlasına yönlendirdi. Sen belkide o gece orada olmasaydın katil ormanda izini kaybettirecekti.”
Bir Saniye.
Nasıl?
Birisi daha vardı.
O.
Yabancı?
İfade vermemiş miydi? Başıma ağrı saplandı elim aniden kafamı buldu. “İyi misin tatlım? Yardım çağırayım mı?”
“İyiyim, teşekkür ederim,” Bana bakıyordu, kaşlarım çatıldı. “Gerek yok sağolun.” Dedim.
“Benden başka kimse olayı görmemiş mi?” Dedim merakla. Kafasını salladı, “Hayır hiç görgü tanığı bulunmadı.” Ama hastaneye gelmişti, neden ifade vermedi? Belki işi vardı zaten kafeden de aceleyle çıkmıştı, ben de peşine takılmıştım. Komisere yanımda birinin daha olduğunu söyleyeceğim sırada telsizinden bildirim gelip yanımdan ayrılmıştı. Gitmeden önce ona kişisel olarak numaramı bırakmıştım ki bir gelişme olduğunda bana haber verecekti, bunun için ona gerçekten çok minnettar oldum.
Oturduğum yere bıraktığım çantamı omzuma astım ve ceketimi giydim.
Taksiye bindiğimde o geceyi düşündüm. Kaçarcasına kafeden çıkıp gittiğinde bende peşine takılmıştım, ne kadar bağırsam da arkasını dönüp bakmamıştı bile.
Ne diye peşinden koştuysam?
Neyse ki en azından şikayette bulunup birde bununla uğraşmamıştım.
“Adamda şüpheli bir tavır sezdiğimi hatırlıyor muyum? Hayır hatırlamıyorum.” Kendime sorduğum soruya cevap verdim. Taksici abi aynadan bana baktı. “Duyamadım?” Dedi, sorar gibi.
“Size demedim. Pardon.”
Sadece biraz aceleci davranıyordu. Sanki, nasıl desem? gitmesi gereken yere geç kalmış yada biriyle buluşacakmış gibi. Hava iyiden iyiye kararıyordu, yağmur artık hafifte yağmıyordu, yağmur ve insanlık arasında yoğun tartışma yaşanıyordu.
Aklıma yarın psikolog randevum geldi, ilk defa psikologla konuşacaktım bu yüzden hem heyecanlıyım hemde korkuyorum. Ya deliysem ve hastanede yatmak zorunda kalırsam, o zaman ailem ne kadar hayal kırıklığına uğrardı. Kafamı iki yana salladım, kötü düşünceleri fazla artmadan zihnimden silmeye karar verdim böyle giderse gerçekten deli olacaktım.
Başıma ağrılar girdi düşünmekten. Çantamdan ağrı kesici aldım. İhtiyacım olduğunda hep bunu kullanırdım.
Malum günün yaşandığı kafenin önünden geçecektik birazdan. Bakmak istemesem de zihnim orada ve cinayet mahallini merak etmişti, bedenim kasıldı midem çoktan hazırda bekliyordu. Kafenin içi doluydu, arabada olsam bile içerideki gülme sesleri kulağımda canlanıyordu. Ceren’le çok kez içerde takılmıştık onlarca anı biriktirmiştik. Kırmızı ışık sebebiyle taksi taksi durmuştu, taksiciye yandan bakış attım. Sarı saçları yıllara meydan okurcasına sağlıklı duruyordu ama cildi için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Yüzünde yaralar döküntü yapmıştı, gözleri bomboş yola odaklanmış yeşil ışığın yansımasını bekliyordu. Ara ara kaşları çatılıyordu muhtemelen aklında çok fazla şey vardı.
Kuru yüzü elmacık kemiklerini öne çıkarıyordu, gözlerinin altındaki koyu halkalar yüzünün en belirgin yeriydi. Kafamı salladım, saçmalama o öldü. Zihnim bana kişisel bir oyun oynuyordu anlaşılan. Gözümü kapatıp açtım, tekrar ona döndüm bu sefer ilk hali gibi normaldi sanırım bir anlık hayallendim. Dikkatimi dikkatimi başka yere çekmeye çalıştım tekrardan kafeye döndü bakışlarım bu sokakta genelde çeşitli mekanlar vardı.
Kafenin yanında gösterişli restaurantlar yer alıyor ne kadar paran varsa gittikçe o kadar lüks mekanlar giderek artıyordu. Sonunda ışık yanıp ara sokağa girdik buradan sola girip ana caddeye çıktığımızda evim sağda kalıyordu. Sanırım yeni biri taşınıyordu zira önümüzdeki kamyondan eşyalar indiriliyordu. Abi vitesi geriye almıştı ki arkamızdan korna çalındı.
Abiyle dikiz aynasında göz göze geldik, “Bekleyeceğiz galiba?” Dedim sorarcasına. Eliyle yolu gösterdi, dudaklarımı büzdüm. Camı açıp kafasını dışarı çıkardı.
“Kardeşim arabayı yoldan çeksene!” Ofladım.
“Abi ben burada ineyim, geldik zaten.” Parayı ödedikten sonra arabanın kapısını açıp dışarı çıktım.
Kalabalık sokaktan çıkıp ara sokağa girdim.
Adımlarımın sesi kulaklarıma yansıma yapıyordu.
Dışarısının sert rüzgarı bedenimi titretti. Ciğerlerim soğuk havaya meydan okuyordu, ellerimi cekete sardım. Olduğum yerde kaldım, içtiğim ilaçların yan etki yapıp yapmadığını düşündüm ama hayır bu sefer gerçekti. Kalakaldım, rüzgar saçlarımı birbirine doladı. Hayır. Gerçek… Anlamanın tek yolu vardı…
Karanlıkta yönümü bulamazken nasıl ilerleyecektim ki? Karanlıkta saklandığım yerden beni görmemelerini umdum. Gözlerim beni yanılttığını düşündüm çok kısa bir an, kafamı salladım lakin hayır yanıltmıyordu. Tam karşımda o gece kafede kavga ettiğimiz ancak şikayetçi olmayan ardından beraber cinayete tanık olduğumuz fakat yine hiçbir şekilde ifade vermeyen o gizemli adam vardı. O gün neden şikayetçi olmadığını da anlamadım karakola gelip ifade dahi vermemiş olması beni derin düşünce çukuruna çekiyordu.
Yanında iki adam kamyondan kocaman üzeri pahalı kumaşlarla kapalı sandıkları depoya taşıyorlardı, yabancı adam ise yağmurun gelmemesi için kendini gizlemiş elindeki sigarasının dumanı onu ele veriyordu.
Bir şeyi fark ettim o gece ki gibi sportif giyinmek yerine üzerinde buradan bile fark edilebilecek derecede pahalı takım elbisesi vardı, öyle ki tek bir yerinde bile kırışıklık yoktu, saçları yağmurdan ıslanmış lakin o kadar da umrunda değil gibiydi. Dumanı içine her çektiğinde sanki dünya kısa bir an onu bekliyordu.
Taşıdıkları her ne ise çok dikkatli davranıyorlardı zira o iki adam, kendilerine emir veren yabancının ‘dikkatli olun’ emirlerini dikkate alıyor, kamyona her bindiklerinde büyük sandıkları özenle depoya taşıyorlardı. Sandıklar o kadar büyük duruyordu ki onu taşımak için çok doğru seçim yapılmıştı, resmen karşımda iki tane dev gibi adam uğraşıyordu. Nefes nefese kalmış, üzerlerindeki tişört terden midir yoksa az önce yağmayı durduran yağmurdan dolayı mıdır bilinmez ıslak gözüküyordu.
Sindiğim duvara biraz daha yaklaştım. Sanki birazdan bana dönüp yakaladım seni diyecek diye korkuyordum. Ellerimin titremesini sırtımdaki çantamı önüme alıp sıkı sıkı sarılıp bastırmaya çalıştım. Kendime verdiğim telkinlere ben bile inanmıyordum, zihnimin içindeki kaostan kurtulmam ve benim bu adamın kim olduğunu öğrenmem gerekiyordu.
Yere çöküp daha az yer kaplamayı bu sayede daha az dikkat çekmeyi umdum. Yabancının beyaz gömleğinin açık düğmelerinden parlayan teni dikkatimi çekti, oldukça az olan ve sokağı dahi zar zor aydınlatan ışık tenine değmiş mükemmel bir ahenk oluşturmuştu. İlk sigarası bitmeden ikinciyi yaktı, iri adamların kamyondan taşıdığı eşyalara dikkatle bakıyor gözlerini bir an olsun oradan ayırmıyordu.
Bakışlarım çöp konteynerindaydı, sokakta bulunan bütün kafenin çöpleri sanırım buraya atılıyordu çünkü çöpten taşan bira siseleri dikkatimi dağıtmaya yetmişti, konteynerdan akan pis çöp suları yağmura karışıyordu. Uzun süredir sandıkları bir bir indirip depoya taşıdılar. Dikkatim dağılmış çöp konteynerindan damlayan suyu izliyordum. Yabancı, ceketinin cebinden telefonunu çıkarıp bir numara tuşlayıp kulağına götürdü. Dudaklarını okumaya çalıştım, “Evet… Tamam.” Arkasını döndü elini pantolonunun cebine soktu. Bu kadar hararetli ne konuştuğunu merak ettim lakin saklandığım yerden bir milim bile kıpırdayamadım. Yabancı tekrar yüzünü görebileceğim şekilde döndü, cebindeki elini kaldırıp düğmesi açık gömleğinden içeri götürdü ardından boynunu sıktı, sanırım yolunda gitmeyen şeyler vardı.
Gözüm belinde parlayan silaha kaydı, bu adamlar normal değildi. Artık emin olmuştum cinayete dair birşeyler bildiği aşikardı. Bakışlarımı beline yerleştirdiği silahtan çekip korkumun sebebi, yüreğimin ağzımda olmasının sebebine baktım.
“Sayımı yapılmadı, birazdan yapılacak,” deyip iri adamlara kafasıyla depoyu gösterdi. Yağmur yağdıktan sonra etrafa yayılan mis kokusu şimdi içinde bulunduğum konumdan dolayı midemi bulandırdı, yüzüm istemsizce buruştu.
İri yarı adamlar, yabancının işaretini bekler gibi hemen depoya girdi. Yabancı etrafa kısa bakış attı öyle ki bu kısa sürede sanki keskin nişancı edasıyla her yeri görmüş gibi tavır takındı, dudağının kenarı havaya kalkmış ve bunu neden yaptığını düşünmeme dahi fırsat vermeden o da depoya girip kapıyı kapatmıştı.
Karanlık sokakta bir başıma kalakalmıştım. Demir kapının sesi benimle beraber bütün sokağa rahatsızlık vermişti bile.
Eğer şimdi korkmadan ne yaptıklarını öğrenebilirsem belki de o gece korkudan titreyen o adama yardımcı olabilirdim. İçimde ki yarım kalan, pislik tutan o duyguyu biraz olsun içimden söküp atabilirdim.
Cesaretimi toplamak adına ciğerlerimi temiz havayla doldurdum, sıkı sıkıya sarıldığım çantamı tekrar sırtıma taktım. Her adım attığımda ayaklarımın altındaki yer hareket ediyor sanki gitmemi engellemek isteyip beni durdurmaya çalışıyordu.
Kafamı salladım.
Herşey tamamen psikolojik olarak kafamda uydurduğum şeylerdi. Sakin ol!
Deponun önüne gelip duvara yapıştım adeta, kapının yanında bulunun küçük camlara baktım ama kapalıydı, kapıyı açmayı denedim ancak anahtar olmadan dışarıdan açılmıyordu. Deponun diğer sokağa bakan tarafına ilerledim gözlerim havalandırma deliğine kaydı, oradan ne yaptıklarını görebilirdim ama büyük bir sorunum vardı. ‘Benim oraya kadar boyum nasıl yetecekti?’ aklıma gelen fikirle aniden ortaya baktım. Tabi ya!
Çöp konteynerının oradaki bira kutularından faydalanabilirdim. Geldiğim gibi parmak uçlarımda ses çıkarmamaya gayret ederek iki tane bira şişesini elime aldım. Yağmur yağdığı halde çöpün kokusu burnumun direklerini sızlatmıştı.
Çok fazla içki birleşimi sanırım ancak bu kadar kötü kokabilir, ellerimi dolu olmasaydı burnumu tutacak kadar kötüydü. Nefes almamaya özen gösterdim çünkü nefes alırsam eğer gerçekten buraya pat diye bayılırdım. Bir tane bira kutusunu koltuk altıma sıkıştırmıştım, su akan yolda ayaklarıma yağmur suları dolsa da umursamadım. Havalandırma deliğinin hemen altına kutuları yerleştirdim. Hava rüzgarlı bedenimi üşütüyordu ama nedense içimde
terlerin aktığını hissediyordum, sicim sicim akan terler gömleğime değip tenimi yakıyordu. Yakalanma korkusu çok ağır basıyordu. Eğer bu konumda yakalanırsam içerdeki eli silahlı adamlara ne diyecektim?
‘Şey ben sizi görmüştüm de taşıdığınız büyük sandıkları bu gizemli depoda ne yaptığınızı çok merak ettim.’ Mi diyeceğim? Aptal kafam… Kesin beni öldürürlerdi.
Kafamı salladım, öyle birşey olmayacak sakin olmam lazım yoksa burada ne döndüğünü anlamayacağım. Havalandırmadan içeri baktım, içerisi de dışarısı gibi karanlıktı lakin nereden geldiğini anlamadığım bir ışık bütün depoyu zaten aydınlatıyordu.
Gördüklerim karşısında ağzım açık kaldı, elim şaşkınlıkla dudaklarıma kapandı, taşıdıkları sandıkların her birini yere koyulmuş ve bütün depoyu kocaman sandıklar doldurmuştu. Polisi aramak konusunda kararsız kaldım. İki iri adam sandıkların kapaklarını teker teker açıp bakıyordu yabancı ise bütün sandıkların en ortasına ilerleyip durdu. Gözleri bir noktada takılı kaldı bir süre kısa süreli kontrolün ardından iri adam birbirine işaret vermek adına kafalarını sallayıp yabancı adamın yanına ilerledi.
Yabancının dikkatini çekmek için iri adamlardan birisi boğazında gıcık var gibi temizledi. Yabancı kafasını kaldırıp ikisine baktı,
“Patron söylenildiği gibi herşey tamam,” elini kaldırıp bitti anlamında işaret yaptı. “Eksiksiz.” Yabancı ellerini kurnaz insan gibi birbirine sürtüp tek bir alkış sesi çıkardı, bütün depoda yankı yapan alkış sesi kulağımı çınlattı. ‘Annem… Babam… Eve giymeyi unuttum… Kahretsin. Biraz daha oyalanırsam eğer kelimenin tam anlamıyla geç kalacaktım, bu da demek oluyor ki onlarca sorgu beni bekliyor.’
Yabancı kafasını salladı, cebinden çıkardığı telefonundan birine mesaj gönderdi. Gözlerinin parlamasını buradan bile fark etmiştim.
Onun bakışları içimdeki sineye çekilen korkuyu her defasında uyandırıyordu. Karanlık bakışları sanki ona bakan kimse eğer hapsetmek istiyor gibi; çürümüş, kokuşmuş o hapishanede sonsuza kadar eziyet çekerek ölmesini hatta geberip gitsin istiyordu. Kim olsa o bakışların altında ezilip, kuytu köşe kaçardı.
Korkak bakışlarımı ondan çekip diğerlerine baktım. Adamlar, yabancının karşında ondan gelecek emirleri bekler gibi dikilmiş ellerini göbeklerinin üzerinde bağlamış aç kurt köpekleri gibi etrafa saldırmayı bekliyorlardı. O ikisinin de yabancıdan farkları yoktu, çok korkunçtu. Yakalanırsam eğer bana ne yapacaklarını düşünmek bile istemiyorum, ailemi bir daha görebilir mıydım acaba? Depoda telefon sesi yankılandı, iri adamlardan biri elini pantolonunun içine sokup telefonunu çıkardı. Arayana bakıp yabancıya döndü,
“Patron, büyük patron arıyor.” Dedi. Kafasıyla işaret verdi, “Aç, ne diyormuş sor bakalım. Hoparlöre al.” Adam kafasını sallayıp telefon aramasını açtı ve ardından dediği gibi hoparlöre aldı.
Büyük patron kimdi? Bunlar yoksa sadece maşa mıydı? Kirli işleri yapan ardından kenara atılan adamlardan birileri miydi?
“Hallettiniz mi?” Yaşlı cızırtılı bir ses dikkatimi çekti.
“Hallettik patron, biz depoya koyduk malları. Satıcılar, anlaşılan günde gelip alabilirler.” Keyifli gülme sesi geldi karşı taraftan, yabancı bu sese tepki vermemişti bile.
“Yanında mı o?” Dedi merakla. İri adam kafasını telefondan kaldırıp yabancı adama baktı. Yabancı kafasını iki kere yana salladı ‘Hayır’ anlamında.
“Biz depoda son kontrolleri yapıyorduk, patron da dışarı çıkmıştı şimdi. Eğer isters-” lafını bitirmeden, yaşlı ses iri adamı bölmüştü. “Lüzumu yok, kalsın. Oraları halledin sonra buraya, çiftliğe gelin.” Dedi konuşan yaşlı ses. ‘Çiftlik mi?’
“Bir sorun yok inşallah patron?” Dedi meraklı sesle iri adam, kısa bir an yabancıyla bakıştılar.
“Siz gelin, bekliyorum.” Ardından telefon kapandı. Demek ele başına gidilecekti, yılanın kaldığı yer neresiyse eğer belki işime yarayacak birşey bulabilirdim. Yabancı adam elini yüzüne götürüp sıkıntı nefes alıp sıvazladı. Kafasıyla deponun çıkışını işaret etti.
“Çıkalım.” İri adamlar onu onaylamak adına kafalarını salladı. Önden yabancı ilerlerken arkadan iri adamlar yürüyordu. Deponun kapısının demir sesi duyuldu, duvara iyice sindim. Karanlıkta görünmemeyi umarak olduğum yere mıhlanmış gibi durdum. Yakalanmamak için nefes dahi almıyordum, kalbim ağzımda atıyordu. Bu kadar korkmak zorunda mıyım? Tabi ki zorundayım çünkü eli silahlı adamları takip edip resmen beni öldürün diye uğraşıyordum. Zihnimde tehlike çanları çoktan çalmaya başlamıştı.
Üstelik bir kişi değil, üç kişiydiler onların karşısında hiç şansım yoktu ama gözümü karartmıştım iyice, sokağın karanlığı gibi…
Gizlendiğim yerden çıktım onlara doğru ilerleyip gittikleri yöne baktım. Etrafta tehlikeli olabilecek herhangi birşey varmı diye bakınıp duruyorları, yabancı ara sokaktan çıkmadan önce ceketini düzelmişti. Saklandığım yerden tekrar çıkıp ilerledim. Onlar ilerledikçe kendime gizlenecek başka bir yer bulup gizleniyordum. Kafelerin olduğu sokağa geldiler, yabancı cebimden araba anahtarını çıkarıp düğmesine bastı. Solda kalan arabalardan ‘ben çok pahalıyım, ömrümüz boyunca çalışsanız da alamazsınız’ birisinin ışıkları yanıp söndü.
Onlar arabaya daha binmeden şansıma akan trafikli yoldan taksi çevirip bindim. Yabancı anahtarı iri adama fırlattı, iri adam da anahtarı havada kapıp avcuna hapsetti. Yabancı arkaya binerken diğerleri ön koltuğa çoktan kurulmuştu. Sırt çantamı yanıma koydum, derim bir nefes aldım.
“Abi şu öndeki lüks arabayı görüyorsun değil mi? Heh işte onu takip edeceğiz.” Dedim bu hem korku hem heyecanla.
“Kızım gidecegin yer uzunsa alamam, değişim saatim.” Hay sıçayım bir de bu çıktı, gideceğim yerin ne kadar süreceğini bilmiyorum hatta nereye gideceğimi de bilmiyordum ki neyse artık yalan söyleyeceğim.
“Yok çok uzun sürmez abi, bak… bak… gidiyorlar… Kaybetmeyelim lütfen.” Taksici abi sabır çekercesine kafasını salladı, arabayı çalıştırıp onların peşine düştük. Gazam mübarek olsun!
Aramızda iki tane araba vardı, bu taksici abi işini iyi biliyordu. “Abi bak, bak dönüyorlar.” Dedim heyecanla.
Kırmızı ışığa yakalandığımızda neredeyse ön koltuğa hatta şoför koltuğuna girecek gibi oturmuş ön camdan arabanın nereye gittiğini takip ediyordum, taksici abi gözünden kaçırırsa eğer benim gözümden kaçırmamam lazımdı çünkü o adam cinayet hakkında bilgi sahibiydi. O gün bizi şikayet etmemesinin sebebi belli ki karakola gelip başının yanacağından endişelenmişti, yoksa neden gelmesin ki? Sonuçta gözümüzün önünde bir insan vuruldu.
“Kızım biz bu arabayı neden takip ediyoruz? Aldattı desem yaşın küçük, hırsızlık desem olacak iş değil.” Dedi, ne cevap vereceksin şimdi aslı ha söylesene?
“Abi oldu işte bişeyler, senden rica ediyorum sen bütün dikkatini vererek takip et.” Diye geçiştirdim. Aklıma gelen düşünceyle duraksadım. Kahretsin eve geç kalacağım! Ne yapacağım şimdi? Telefonumu çıkarıp Cansu'ya mesaj gönderdim. ‘Beni biraz idare etmen lazım!’ yazıp gönderdim. Çok geçmeden aktif olup geri dönüş yaptı.
‘Sorun ne?’ yazmıştı.
‘Eve biraz geç kalacağım sen ben gelene kadar kapıda bekler misin? Eve beraber girelim, kimseye görünme! Geldiğimde sana herşeyi detaylı anlatırım. Çok acil.’ yazıp gönderdim.
Araba yön değiştirdikçe bedenim arabanın hareketlerine ayak uyduruyor sürekli sallanıyordum.
“Abi… abi…” taksici abi sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi beni hiç bozmuyor o arabaya fazla yaklaşmadan takip etmeye çalışıyordu.
“Daha fazla basmam kardeşim beni de anla, değişim saatim geldi dedim şu uğraştığım işlere bak.” Süratli gidiyorduk.
Takip ettiğimiz araba kim bilir kaçla gidiyordu bizse kaç yıllık emektar bir külüstür de onu takip etmeye çalışıyorduk. Fark gözle görülür derecede açılıyordu artık. Şoför camları açtı, içerisi rüzgarla doldu. Saçlarım yüzümü kapattığında elimle geri aldım bozulan yerleri. Sıkıntıdan ofladım, adamlar bastı gaza gidiyordu biz onları bu şartlar altında nasıl yakalayacaktık?
***
Zaten ne bekliyorum ki? Onları yakalayıp ne yapacaktım sanki? Omzumu silktim, taksici abinin parasını ödeyip taksiden indim.
“Pişt!”
Arkamı döndüm baktım ama kimse yoktu. Hayallendim diye düşünürken tekrar, “pişt!” duydum. Etrafa bakındım ama yine kimseyi göremedim, kafayı yiyordum iyice. Evin girişine ilerleyip merdivenlerden çıkacaktım ki bir kafa gördüm. İrkildim.
Cansu!
Tabi ya, Ceren’i çağırmıştım.
Merdivenin altından saklandığı yerden çıkıp yanıma geldi, yanıma gelene kadar yıllık gülme kotasını doldurmuştu resmen. Ne vardı gülecek!
“Korktum.” Bünyem korkmaya bu kadar alışık değildi. Sırıttı. “Sen kimseye görünme diyince bende buraya saklandım. Birileri geldi ama görmediler neyse ki.” Dedi gururla. Yakalanmamanın gururunu taşıyordu üzerine, demek ki bu akşam benzer olayları korku düzeyler farklı şekilde yaşamıştık.
Yüzü ciddileşti, aklına birşey gelmiş gibiydi. “Hayırdır neler oluyor?” Sıkıntılı bir nefes aldım. Koluna girdim, dış kapının şifresini girip kapıyı açtım. İkimizde aynı anda geçtik kapıdan. Asansöre binmek yerine merdivenle çıkmayı tercih etmiştik, genelde beraber zaman geçirmeyi hatta konuşmayı sevdiğimiz için yol uzasın diye merdivenleri yada bize uzun gelecek neresi varsa orayı tercih ediyorduk.
“Karakoldaydım.” Diyebildim sadece çünkü eğer o adamı gördüğümü söylersem Cansu'nun sürekli olarak garip sorular soracağına emindim. Şaşırdı ancak merdivenlerde çıktığımız için fazla ses yapmamaya özen gösteriyordu.
“Ne! Nasıl?”
“Bayağı bildiğin, karakola gittim.” Dedim.
“Karakolda ne işin var kızım senin, başına yine bir şey mi geldi yoksa?” Dedi kaşları çatık, merakla.
“Merak edilecek birşey yok sakin ol.” Dedim onu rahatlatmak amacıyla. “Anlat o zaman neden gittin?”
“Cinayet hakkında gelişme varmı diye sormaya gitmiştim. Bizimkiler benden saklıyorlar, anlamıyorum sanıyorlar ama iki haftadır ben ne zaman cinayetin konuşun açsam ya lafı değiştiriyorlar ya da benden kaçıyorlar. Sadece. Bu da değil çocukmuşum gibi davranıyorlar, sanki bir bebek gibi. O olaydan sonra çok değiştiler.” Dedim duraksadık.
“Sana inanamıyorum, Aslı!” dedi kızgınca. Cansu gözlerini merdivenlere dikti sonra bana döndü, “İnan bana senin iyiliğini düşüyorlar, gördüklerin kolay değil, ben olsam şuan kafayı yerdim.”
“Ailenle konuş,” deyip beni bileklerimden tuttu. Anlamayıp kaşlarım çatıldı. Neden konuşacaktım? Yüzüne öylece bakıyordum.
“Belki onlara iyi olduğunu kanıtlarsan bu kadar üzerine gelmezler.”
Yutkundum. “Söylüyorum zaten ama bana inanmıyorlar, yarın ilk defa psikoloğa gideceğim.” Diyip kafamı eğdim. Birden şakıdı, “E süper gidip konuş kızım işte ne güzel iyileşirsin.” Elimi çektim bu lafından sonra.
“Saçmalama Ceren hasta değilim ki neden iyileşeceğim!” Dedim bir anlık kızgınlıkla. Onu geride bıraktım ve merdivenleri çıkıp zile bastım. Kapıyı açanın bir çift sinirli göz olduğunu tahmin edememiştim tabiki.
“Nerede kaldınız?” Öfkeyle sarmalanmış bakışlarım Cansu'ya döndü, o ise bana ‘sıçtık’ bakışı atıyordu, sertçe yutkundum zira şuan bu sorgulamadan kaçabilecek gibi değildik. İçeri girip ayakkabılarımı rafa koydum, Cansu üstündeki yağmurluğu çıkarıp vestiyere astı.
“Bugün soru çözüm kursumuz vardı, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Kafamızı bir kaldırdık yağmur yağıyor etraf kararmaya başlamış, ee dedik biz kalkalım artık.” Cansu durumu kurtarmaya çalışıyordu, altta beni dürttü. Kafamı salladım, “Evet… aynen… soru çözümü vardı ondan geciktik.”
Her zaman yaptığımız şeydi bu, genellikle soru çözmek için kalırdık zamanın nasıl geçtiğini de anlamaz birbirimize anlamadığımız alanlarda yardım ederdik. Sebebini bilmiyoruz ama soruyu hocaya sormak yerine birbirimize sorduğumuzda daha iyi kavrıyorduk. Sırtımdaki yükten rahatsız olmaya başlamıştım artık, üzerimdeki herşey beni bunaltıyordu lakin dile getirmedim.
Burnuma buram buram yemek kokuları geldi.Geçiştirmek hep işe yarardı, şuan olduğu gibi. Babamın çatık kaşları düzeldi, yanımda Ceren olmasaydı en detayına kadar soru soracaktı zaten onu bu yüzden çağırmıştım. Babam kafasını yana yatırdı. Gözlerini kısmış ikimizin arasında mekik döküyordu. Anıl'ın odasının kapısı açılıp dışarı çıktı. Karşısında bizi görünce şaşırmamıştı bile, artık yaşadığımız durum oldukça olağandı.
Gözlerimi kaçırdım babamdan çünkü sanki sakladığım şeyi görebiliyordu. Hayır çok dikkat çekiyorum!
Kafamı kaldırdım, dik bir pozisyon aldım. “Yemek hazırdı?” dedi sorar gibi, eli havaya kalktı. Anıl durmuştu çünkü mutfağa gidebilmesi için bizi geçmesi gerekiyordu.
“Ellerinizi yıkayın sonra da sofraya gelin. Bakalım neler çalışmışsınız bugün bu kadar geç saatlere kadar.” Dedi buz gibi sesiyle. İkimizde kafamızı salladık, başka çaremiz yoktu.
Ellerimizi yıkarken ikimiz de bakışlarımızla anlaştık. Birbirimizin arkasında sonuna kadar duracaktık.
Yemekler yendi, çaylar içildi, konuşacaklar çoktan konuşulup mesele kapandı. Hayatın sahteliği bir kez daha suratıma çarpıp beton etkisi yarattı. Kalbim paramparça duygularımın Karman çorman olduğu gibi. Bacaklarım kırık bedenim yerde kollarımda yaşam enerjisi kalmamış yalnızlık bedenime en içten en gizli şekilde nüfuz ediyordu. Yok sayamayacağım derecede ağrıyor sızısını ben hariç kimse anlamıyordu yoksa… anlaşılmak mı istemiyordu? Açık yaraya basılan tuz misali yanıyor ama boğazımdan tek bir kelime dahi çıkmıyordu sanki… sanki artık zevk veriyordu.
Gözümü diktiğim halının deseninden kaldırdım. Bakışlarım odanın içinde dolandı, masadan biraz önce kalkan tabaklarla beraber kalkmış çoktan kendi yolumu bulabilmek için yürümeye başlamıştım bile. Sanki O insanın geride bıraktığı dostları, çocuğu eşiyle birlikte bende onların acılarında yer edinmeye gidiyordum.
Yemek yerken kimse masada konuşamazdı, babamın çiğnenemez kurallarından biriydi. Sakince herkes yemeğini yiyip olacakları bekliyordu, iki ihtimal vardı ya Ceren burada diye ses çıkarılmayıp unutulacak ya da ortalık yangın yerinden farksız olacaktı.
“Çok çalışmışsınız bugün belli oluyor halinizden.” Dedi babam. Annem gülümsedi,
“Üniversite sınavı yaklaştı tâbi, artık çok çalışmaları gerekiyor. O tempoda giderse olmazdı zaten.” Zoraki gülümsedim.
“Öyle.” Dedim.
“Neler çalıştınız?” Babam hala sorguluyordu, mesleğinin getirdiği bazı alışkanlıklardı, artık alışmıştım. Ceren bana baktı ben Ceren’e
“Normal soru çözdük işte Baba,” nefes aldım, açık vermemem gerekiyordu. Ardından
“Matematik, fizik.” dedim. ‘Anladım’ der gibi kafasını salladı.
“Senin okul forman nerede?”
Gözlerim şokla açıldı. Hass*** Ceren alttan kaçamak ‘sıçtık biz’ bakışlarını gönderiyordu. Bizim nasıl aklımıza gelmedi, Ceren’in üzerinde okul forması yoktu. O direkt eve geçmiş çıkarmıştı bense eve gitmeden önce karakola gitmiştim. Duruma hemen el attım,
“Onun son dersi bedendi o yüzden böyle.” Ceren bendim dediklerimi onayladı. “Evet… Bedendi…”
“Geldiğinde çantan da yoktu.” Duraksamadan aklına gelen ilk yalanı ortaya attı.
“Okul dolabımda.” Dedi.
Okulda herkesin kendine ait dolapları bulunur kilitleri de sahiplerine zimmetlenirdi. Yıl sonu geldiğinde verilen dolapların hepsi geri alınırdı.
“Peki.” Deyip kollarını bağladı. “Sabah erkenden randevun var Aslı. Tam zamanında hazır olmanı istiyorum saat,” kolundaki saatine baktı.
“Saat sabah 10.30’da”
Duvardaki saate kaydı gözlerim.
“Tamam.” demekle yetinirken derince nefesler çektim içime.
Eğer o adamları yakalayabilseydim belki de şimdi katilin kim olduğu hakkında teorilerimi genişletip daraltabilirdim. Birçok ihtimalim vardı; aranan adamlar bunlar olabilirdi azmettirici bunlar olabilir hatta katili bile saklayabilirlerdi ama bu ihtimallerin yanında başkası da olabilirdi. Belki yurt dışına hiç çıkmamış bu adamlar onu saklıyordu nereden bilebilirdim ki?
***
Babamın sabah acil bir hastası çıkmış bu yüzden randevuya annemle beraber gelmiştik. İlk gün anlatacak pek bir şey bulamamıştım. Hayatım hakkında küçüklüğümden kısa gereksiz anıları paylaşmıştım terapistle. Güler yüzlü tatlı bir hanımefendiydi. Yüzünde küçük kırışıklıklar onun yıllara meydan okuduğunu ortaya seriyordu yada benim tahminim yaptığı mesleğin ağırlığından dolayı yaş almıştı. Düşününce kolay bir meslek olmadığını anladım, kesinlikle terapist olmak istemezdim. Listemde onlarca meslek arasından psikolojiye çoktan kırmızı bir çizik attım. Anıl muhtelen evden çıkmış hafta sonu olduğu için arkadaşlarıyla eğlenmeye gitmişti.
Liseye geçtiğinden itibaren, arkadaşlarıyla takılmayı ders çalışmaya tercih ediyordu. Gün geçtikçe okul derslerinden kendini soyutluyordu. Anıl, aniden çok değişmişti, belki de bu değişiminin sebebi babamdır? Babam doğduğumuz ilk günden itibaren bizi çok sıkı bir disiplinle büyütmüştü. Başarı, hayattaki en büyük başarımızdı. Anıl’ın da zaman geçtikçe bu disiplinden doğal olarak kaçma isteği uyandırıyordu. Ergenliğin getirdiği zirvedeki duygularla kendini babam ve babamın baskıcı kurallarından tamamen soyutlamak istiyordu.
Masanın üzerine koyduğum telefonumdan saate baktım. 12.20’ yi gösteriyordu. Sipariş verdiğimiz yemek biraz gecikmişti, ofladım. Terapiden çıkalı tam tamına 20 dakika olmuştu. İlk günden yaşananları anlatamamıştım çünkü dilim bu yaşanan kabusu anlatacak kadar süslü kelimeler bulamamıştı. Şimdiyse annemle beraber karnımızı doyurmak için kafeler sokağına gelmiş yemek sipariş etmiştik. Annem oturduğumdan hatta gerapiden çıktığımdan beridir pür dikkat beni seyrediyordu. Ağzımdan çıkacakları tüm dikkatiyle bekliyordu.
“Anne bakma bana öyle iyiyim diyorum neden anlamıyorsunuz?” Dedim sitemle.
Annemin meraklı bakışları yumuşayıp tebessüm etti.
“Sen kendini iyi hissedebilirsin ama biz seni daha iyi görmek istiyoruz. Babam da ben de. Önünde kocaman bir hayatın var, biz senin bunu düşünerek geçirmeni istemiyoruz. Sen de biliyorsun ki her insan cinayet görmeye dayanamaz.” deyip babamın anlattıklarından pay biçti kendince.
Her kelimesi zihnimi bir ok gibi delip geçti. ‘Haklı’ diye düşündüm. Her dakikamı o adamın cinayeti hakkında düşünemezdim ki.
Bir süre sessiz kaldım. Kafenin ücra köşesinde tanıdık bir sima fark ettim.
Gizlenmiş bana mı bakıyordu yoksa etrafa mı? Kafasına geçirdiği siyah kapşonlu sweatini yine giymişti. Sweat giyerken bile nasıl bu kadar fit görünebiliyordu. Bu kez yanına gitmek istedim ama annem buradayken bunu yapamazdım, midemde yine o his peyda oldu. Kafamı başka yöne çevirdim zira yine zihnimin saçma oyunlarından biriydi bu. Tahmin ettiğim gibi kafamı çevirdiğimde yok olmuştu!
Başım döndü. Camdan dışarısını seyretmek istedim. Yoldan geçen insanların kim bilir ne gibi bir uğraşları vardı? Her insanın kendine göre ağır yükleri vardı. Yaşlı- genç insanlar oradan oraya aceleyle ilerliyorlardı. Sessiz sakin caddenin Karman çorman insanları… Eski yıkık dökük binaların altında bulunan kafeler sokağa nostalji katıyor insanın ruhunun derinliklerine yolculuk edişini sağlıyordu. insanoğlunun yıllardır içinde yaşamını sürdürdüğü yapılar, soğuk bir o kadar buz tutmuştu. Bedenim üşüdü, dudaklarımın titrediğini ama hareket de edemediğimi anladım annem anlamadan çıkmalıyım bu durumdan. Bana ne oluyor!
Derin derin nefes aldım, yemekleri garson önümüze servis edip gitti. Dün akşam saat çok geç olduğu için Ceren’i babam eve bırakmıştı. Biz -Anıl’la- bırakırız desek de başımızı belaya sokabileceğimizden endişe etmişti. Babam Ceren’i bıraktıktan sonra eve gelip bize bugün karşılaştığı hastalarını anlattı. Annem her defasında babamın hastalarına ilgiyle yaklaşıp onların hayatları hakkında ilginç bulduğu anları, ‘bakın ne hayatlar var!’ edasıyla adeta kafamıza sokmaya çalıştı. Sokmaya çalıştı diyorum çünkü Anıl da ben de sıkıntıdan patlamamak adına dinlemeyi tercih etmiştik.
Omuzlarımı kaldırdım, kendime doğru çektim. Yalancı tebessümümü etrafa yayıyordum ki gerçekler anlaşılmasın. Çatalı alıp yemek için salataya batırdığımda dışarıda gürültü koptu. Gökyüzü kapkara bulutlara teslim oluyordu, dışarıdan bağıran genç adamın sesi buraya kadar gelmişti. “Yangın var!’ endişeli şekilde annem döndüm. Az önce sessiz sakin sokak şimdi kargaşa alanına dönmüştü. Annem de aynı benim gibi şaşırmıştı, bir an göz göze geldik. Ne yapacağımızı şaşırdık, annem çantasından telefonunu aceleyle çıkarıp itfaiyeyi arıyorken ben cama doğru gidip az önce camın önünden geçen ve yaklaşık yarım saat önce gözden kaybolan yabancıyı gördüm. Kafamı salladım, yine hayal görmüş olamazdım herhalde? Arkamı dönüp annem baktım, annemin tüm dikkati telefondaydı, hararetli şekilde bulunduğumuz konumu tarif ediyordu.
Bütün dumanlar gökyüzünü kaplamıştı, etraf karanlık, geceye döndü. Restaurantta bulunan insanlar ayaklanmış camlardan dışarısını izliyordu. Öyle ki alevle buradan dahi görülüyordu, sokakta ki insanlar telefonlarına sarılmış alevlerin gökyüzünüyle dansını çekmekle meşgul bazılarıysa annem gibi hararetli, ne konuştuklarını tahmin ettiğim gibi itfaiyeyi aramış alevlerin çıkış noktasını tarif ediyordu.
Sokakta ki kargaşa giderek artarken hareketlendim. Benim o adamı bulmam lazımdı. Belli ki bu işte de parmağı vardı ama bunu neden yaptığını öğrenmem gerekiyordu. Koştum. Koşuyorum çünkü o adamı bulmam gerekiyor, korkunun ecele faydası hiçbir zaman olmaz. Eğer cinayet hakkında bildikleri varsa bedeli ödenmesi gerekiyordu.
Kararlıyım, sokağın sonuna geldim adımlarım hızla birbirini takip ediyordu. Gürültülü kalabalıktan uzaklaşmaya başladım. Açık saçlarım koştuğum için sürekli dalgalanıyordu, umursamadım. Sağıma soluma baktım. İki yön vardı; sağ çok yokuştu, sol ise tam tersi yokuş aşağı kalıyordu. Biraz ilerde hareketlenme görünce düşünmeden ben de harekete geçtim.
Az önce burnuma dolan ateş kokusu ben uzaklaştıkça azalıyordu, biraz sonra kulağıma siren sesleri geldi. Sonunda. Kollarım soğuktan buz tutmuştu âdete. Yabancı ile aramızda fazla mesafe yoktu onu net görebiliyordum.
Onu takip ettiğimi anlamış mıydı acaba? Arkama baktım, kimse gelmiyordu peşimizden. Yokuş bitip düz yola çıktı, yolun karşışında bulunan G Kasanın kapısını açıp duraksadı. Hızımı arttırıp sonunda yanına ulaştım, açtığı kapıya hızla elimi koyup kapının kapanmasını sağladım.
Hırçın bakışları elimi ordan söküp atmak ister gibiydi, kaşları çatıldı. Hala yüzüme bakmıyor sebebini ise sabırlı kalmaya çalıştığından anlıyordum. Nefes alışlarım hızlandı da ona belli etmedim. Rüzgarda bozulan saçlarım yüzüme döküldü.
Bakışlarımı elimden çekip göz göze gelmemizi sağladım. Kaşları çatık,ne yaptığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Nefes nefese tek bir söz çıktı ağzımdan.
“Senin yaptığını biliyorum!”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |